Milli Bir Anayasa mıydı, Yoksa
YENİ BİR TUZAK MIYDI?
Anayasadaki 3 Kriter Tartışmaları ve Kuşkularımız
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın duyurdukları ve güya millet iradesini yansıtacak sivil anayasa çalışmalarının 3 sacayağı olacaktı. Bunlar 1- Cumhuriyet, 2- Üniter yapı ve 3- Demokrasi esaslarıydı. Güya yeni anayasa çalışmaları, bu üçlüyü güçlendirecek temeller üzerinden hazırlanacaktı. Erdoğan’ın çağrısının ardından yeni anayasanın nasıl yapılacağı ve nelerin değişikliğe uğrayacağı tartışılmaktaydı. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de destek verdiği yeni anayasa çalışmalarının temel amaçlarının ve konu başlıklarının da böyle olacağı konuşulmaktaydı.
Kuşkumuz: Milli ve Yerli Anayasa palavralarıyla, bu milletin Dini ve Değerleri esas alınmadan, Haçlı AB dayatmaları doğrultusunda bir anayasa mı hazırlanacaktı?
Yeni anayasanın hem toplumsal hem siyasi hem de hukuki ihtiyaç olduğu vurgulanmıştı. Mevcut Anayasa’nın birçok hükmünün eskidiği, bazı hükümlerinin de terk edildiği dile getirilirken, 21. yüzyıl koşullarına bakıldığında tüm bunların günümüz ihtiyaçlarını karşılamadığı hatırlatılmıştı. Bütün bunları tasfiye edebilmek için bile yeni bir anayasaya ihtiyaç vardı. Örnek olarak ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğünün son derece geniş bir boyut ve kapsam kazanmış olmasına rağmen bu konuda hâlâ klasik ve yetersiz bir anayasal düzene sahip olduğumuz konuşulmaktaydı.
Kuşkumuz: Özgürlükleri genişletme bahanesiyle; LAİKLİK maddesinin sulandırılması, hatta kaldırılması yaklaşımları hem yanlıştır hem yararsızdır. Zaten Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün 1921 Anayasası’na atıf yapması… PKK’nın Sivil Kanadı HDP’nin eşbaşkanlarından Mithat Sancar’ın, yine 1921 Anayasası’nı referans olarak sunmaları… Ve bu arada Eski Ayasofya İmamı Prof. Mehmet Boynukalın’ın, 1921 Anayasası’ndaki “Devletin Dini İslam’dır” maddesini hatırlatması ve o Anayasada Laiklik ilkesinin bulunmadığını vurgulaması kuşkularımızı arttırmıştı. Anlaşılıyor ki, hem (ABD ve AB gibi) dış güçlerin, hem masonik merkezlerin özel teşvik ve tertibiyle, Sn. Erdoğan “Dinsizlik olan Laikliği kaldıran kahraman!” rolüne soyundurulacak ve tabi Türkiye’den çok sinsi ve tehlikeli tavizler koparılacaktı. Oysa bizim ihtiyacımız olan, Laikliğin kaldırılması değil, doğru ve uygun yapılandırılması ve Anayasamıza bunun açık anlamının yazılması; böylece hem din istismarından, hem de dini yasaklamalardan ve baskılardan toplumun kurtarılmasıydı. Yani Adil Düzen’in Laiklik kavramı ve kurumlarının yasalaştırılması lazımdır. Aksi halde, istismarcılık ve ucuz kahramanlık hatırına yapılacak tahribatlar, ülkemize çok pahalıya patlayacak; zaten kendileri gibi düşünmeyen Milletin yarısını “Zillet, illet, rezalet!” diye dışlayanlar, daha derin zıtlaşmalara ve çatışmalara zemin hazırlayacaklardır.
Biz Milli Çözümcülere ve Adil Düzencilere göre Laiklik adına:
1- Din işleriyle Devlet hizmetlerinin ve siyasetin karıştırılması yanlıştır, istismar ve suistimal kapısıdır.
2- Din ile Devletin çatıştırılması ise, Millet-Devlet barışını bozmakta ve toplumu yozlaştırmaktadır.
3- Doğrusu ise; Din ile Devletin barışması ve her birinin kendi sahalarında topluma hizmet sunmalarıdır.
Bunun nasıl kurumlaşacağı, hangi kanun ve kurallarla yürürlüğe konulacağı, Devlet otoritesinin, Milli birlik ve dirliğin nasıl sağlanacağı ve nasıl denetlenmiş olacağı ise bizim: “Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya”, “Din-Devlet ve Demokrasi”, “Din Dengedir, İslam İlericiliktir”, “100 Kur’ani Kavram ve Yorumları” (Ahmet Akgül-Adil Dünya Yayınevi) kitaplarımızda etraflıca açıklanmıştır.
Mevcut Anayasa’da ekonomik hükümlerin içerisinde planlamaya ilişkin düzenlemeler vardı. Ancak bu düzenlemelerin 1961 Anayasası’nın planlama mantığıyla, o zamanın ekonomik tercihleri-şartları üzerinden anayasaya girdiğine dikkat çekilirken, bu hükümlerin günümüz koşullarına göre yeniden ele alınması gerektiğine işaret olunmaktaydı. Yine ‘bağımsızlık’ konusunu güvence altına sokacak, bu ilkeyi uluslararası toplumda çok daha etkili ve güçlü, ilişkileri güvence altına alacak bir bakış açısıyla yeniden değerlendirmeye alınacağı tartışılmaktaydı.
Kuşkumuz: “Bağımsızlık” edebiyatıyla Türkiye’nin, Küresel Sömürü Sermayesinin güdümüne sokulacağı şartlar mı oluşturulacaktı?
Yaşadığımız çağın en önemli ihtiyaçlardan birisinin de “elektronik demokrasi” olduğu önemli konular arasındaydı. Oy kullanma hariç şu anda hiçbir anayasal sistem içerisinde elektronik demokrasiye ilişkin esaslar yer almamaktaydı. Dolayısıyla yeni anayasa çalışmalarında elektronik demokrasinin de tartışılabileceği ve buna ilişkin esasların belirlenebileceği konuşulmaktaydı. Yine Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını bozmayacak şekilde, yerel yönetimleri güçlendirici düzenlemelerin de ele alınacağı kulislere sızmıştı.
Kuşkumuz: PKK’nın ve Amerika’nın istekleri doğrultusunda, yerel yönetimlere özerklik mi sağlanacaktı?
Anayasada yer alan “Anayasa Mahkemesi, Yükseköğretim Kurulu, Devlet Denetleme Kurulu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu” gibi kurumlar yeni bir bakış açısıyla yeniden şekillenmiş olacaktı. Kimi kurumlar yeniden dizayn edilecek, kimi kurumların ise yeni anayasada olup olmayacağı ya da nasıl olması gerektiği ele alınacaktı.
Kuşkumuz: Devletin Sigortası sayılan Anayasa Mahkemesi’nin; Cumhurbaşkanını ve Bakanları yargılama yetkileri mi budanacaktı?
Mevcut Anayasa’nın dilinde sorun olduğu açıktı. Yeni anayasada bu durum göz önünde bulundurulacak, daha anlaşılır bir Türkçeyle yazılacaktı. Yine mevcut Anayasa’nın ciddi sistematik sorunlarının olduğu vurgulanmıştı. Mevcut Anayasa 177 maddeden oluşmaktaydı, ancak şu anda 154 madde yürürlükte bulunmaktaydı. 23 madde ise yürürlükten kaldırılmıştı. Ayrıca Anayasa’da 21 de geçici madde yer almıştı. Bu anlamda yeni anayasanın sistematik bütünlük içerisinde hazırlanacağı konuşulmaktaydı.
Kuşkumuz: Bu arada, dünyaca ünlü hacker grubu Anonymous’un, eski Bakan Damat Berat Albayrak’ın, “Erdoğan’dan habersiz 14 milyar Euro’luk (yaklaşık 120 milyar TL) transfer yaptığı için” istifa ettirildiğini duyurmasına (07.02.2021) ve bu iddialarını ispatlayıcı belge olarak, T.C. Ziraat Bankası’ndan İlyas Ozman adına Almanya Deutsche Bank’a (Frankfurt) havale çıkarttığının resmi kayıtlarını yayınlamasına rağmen, neden hâlâ hiçbir yalanlama ve açıklama yapılmadığı da kafa karıştırıcıydı!? (Not: Bu uyarılardan haftalar sonra Sn. Berat Albayrak’ın avukatınca yapılan cılız açıklamalarda ise; tatmin edici olmaktan ziyade tehdit edici bir üslup kullanılmıştı.)
Berat Albayrak’ı yeniden Bakan yapma çabalarında İsrail parmağı var mıydı?
Ekonomist İbrahim Kahveci, TV 5’te yayınlanan ve moderatörlüğünü Hasan Basri Akdemir’in yaptığı Ekonomi ve Ötesi programında, “Önce Berat Albayrak’ın döneminin fikri olarak aklanması ve temize çıkarılması gerekiyor” diyerek Berat Albayrak’ın yeni bir göreve gelebileceğini hatırlatması da enteresandı.
“Berat Bey eski koltuğuyla dönebilir… Enerji Bakanlığı çok daha makul gözüküyor” diyen dolaylı yandaş İbrahim Kahveci, Berat Albayrak’ın başka bir görevle tekrar geri dönebileceğini şu sözlerle yorumlamıştı:
“Önce Berat Albayrak’ın döneminin fikri olarak aklanması ve temizlenmesi gerekiyor. Şu anda ona çalışılıyor. Yani aslında ‘Berat Albayrak doğru yapmıştı, iyi yapmıştı, orada bir sorun yoktu…’ Ama Merkez Bankası dünkü açıklamasında bütün sorunları Berat Albayrak’ın dönemine yıkıyor… Kredi genişlemesi, cari açık falan deniyor. Yani kamuoyu oluşturuluyor. ‘Aslında Berat Albayrak o kadar kötü değildi, hatta Berat Albayrak iyi yapmıştı, kredi genişlemesi yaptı pandemide… İşte insanların ekonomik durumunu fazla zorlaştırmadı, tüketimi arttırdı, bunlar gözden kaçırılıyor…’ İşte bu zemini yaptıktan sonra Berat Bey muhtemelen başka bir koltukla geri dönebilir. Mesela eski koltuğuyla dönebilir. Enerji veya Başkan Yardımcılığında bir şey olabilir. Bilmiyorum ama bana en yakın gelen, eski koltuğu Enerji Bakanlığıdır. Gazın bulunmasıyla ilgili PR’ı Sayın Cumhurbaşkanı dahi oradaki bütün konuşmalarında gaz bulunmasındaki milli kahraman Berat Albayrak’tı. Ona yatırım yapıldı. Bence Berat Albayrak’ın tekrar Enerji Bakanlığına gelmesi çok daha makul gözüküyor. Biliyorsunuz, zaten İsrail’le de enerji işlerimiz var. Hatırlayın; İsrail Enerji Bakanı’nın İstanbul’da Berat Albayrak’la oturması anlamlıydı… Kuzey Irak ve İsrail ile bizim gayet güzel enerji işlerimiz vardı. Dış ticaret verilerine bakın, orada olumlu rakamlar bulacaksınız!..” itirafları bunların ayar aynasıydı. Ve zaten Suriye’nin Golan Tepeleri’nin artık İsrail toprağı olduğunu açıklayan ve kutsal Kudüs’ü Siyonist Çete İsrail’in başkenti yapılmasını resmen tanıyan Donald Trump’tan sonra şimdi Joe Biden de aynı şeytanlık tavrını takınmıştı.
Acaba Dünyada, saniyede 871 Dolar faiz ödeyen başka ülke var mıydı?
Merkez Bankası tarafından uygulanan “politika faizi” oranının yüzde 19’a yükseltilmesiyle Türkiye dünya ülkeleri arasında en yüksek faiz uygulayan ülke konumuna taşınmıştır. “2001 yılında kamu bütçesinin yüzde 52’sini, 2002 yılında yüzde 43,6’sını, 2003 yılında da yüzde 44’ünü faiz olarak ödemek zorunda kalan Türkiye faiz batağına saplanmıştır. Türkiye son on altı yılda saniyede ortalama 871 dolar faiz ödemiştir. Buna göre, dakikada ödenen faiz miktarı 52 bin 260 dolar, bir saatte ödenen faiz miktarı 3 milyon 135 bin 600 dolar, bir günde ödenen faiz miktarı ise 75 milyon 254 bin 400 dolardır. Milletimiz bilmelidir ki, Türkiye’nin bir günde ödediği faiz miktarı, Tank Palet Fabrikası’nın işletme imtiyazının Katar’a verilmesi için Katar’dan geldiği veya geleceği söylenen 50 milyon doların bir buçuk katıdır.”
Şimdi Erdoğan iktidarına, ortağına ve yandaşlarına hemen soralım:
1- Yeni Anayasa’da “Faizsiz Sisteme” geçiş hazırlığı yer alacak mıydı?
2- Erdoğan’ın ceza olmaktan ve suç sayılmaktan çıkardığı “ZİNA” tekrar yasaklanacak mıydı?
3- Eşcinsellik ve lezbiyenlik gibi ahlâksızlıklara kanuni koruma kılıfı geçirilen İstanbul Sözleşmesi sözde feshedilmişti ama sözleşmenin uygulama maddesi 6284 nolu kanun hâlâ yürürlükteydi; toplumun İstanbul Sözleşmesinin feshedildiği palavrasıyla avutulma tuzağına düştüğü ortaya çıkmayacak mıydı?
Yeni Anayasa, Millete mi dayanacaktı, yoksa AB dayatması mıydı?
Tam üyelik tarihi Ankara’da havai fişeklerle kutlanan AB uğruna ülkemizde zina suç olmaktan çıkartılmış, domuz eti kasaplık hayvan yapılmıştı. Bütün ahlâksızlıklar legalleştirilmeye başlanmıştı. Uyum yasaları adı altında, kanunlarda yapılan değişiklikler sonucu manevi ve toplumsal tahribat hızlanmıştı.
Ailevi ve ahlâki değerlerimizi hedef alan ateizm ve LGBTİ dernekleri, son olarak Kâbe-i Muazzama’ya yaptıkları çirkin saldırıyla hadlerini iyice aşmıştı. Toplumu ifsat eden sapkınların legalleşmesi ise dernekler kanununda yapılan değişiklikle başlamıştı. 2908 Sayılı Dernekler Kanunu’nun 5’inci Maddesi’nde yer alan, “Kanunlara, milli egemenliğe, milli güvenliğe, kamu düzenine ve genel asayişe, kamu yararına, genel ahlâka ve genel sağlığın korunmasına aykırı faaliyette bulunmak” hükmünün 2004 yılında Erdoğan iktidarıyla değiştirilmesiyle ateizm ve LGBTİ gibi sapkınlıkların kurumsallaşmasının önü kanunen açılmıştı. Bu tarihten sonra birçok LGBTİ derneği resmiyet kazanmıştı. Böylelikle toplum yapısı, ahlâk kuralları ve manevi değerlere saldırı yasallaşmıştı. 1994 yılında kurulan ve faaliyetlerini illegal olarak devam ettiren Kaos GL isimli LGBTİ Derneği de 2005 yılında tüzel kişiliğini kazanan ilk sapkın dernek olacaktı.
Ahlâksızlık 2004’te legalleşmeye başlamıştı
1983 yılında derneklere ilişkin yayınlanan 2908 Sayılı Dernekler Kanunu’nun 5’inci Maddesi’nin 2004 yılında değiştirilmesiyle, toplumumuz da, ahlâki ve manevi değerlerimiz de erozyona uğramaya başlamıştı. 2005 yılında Ankara Valiliği; ülkemizde ahlâksızlığın öncüsü olan Kaos GL’nin, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 56. Maddesi’nde yer alan ‘Hukuka ve ahlâka aykırı dernek kurulamaz’ hükmüne dayanarak kapatılması için Cumhuriyet Savcılığı’na başvurmuşlardı. Ancak savcılık dava açılmasına bile gerek duymamıştı. Sonuç olarak Kaos GL Türkiye’de tüzel kişilik kazanan ilk LGBTİ Derneği olacaktı. Toplumumuzda dinsizliği yaygınlaştırmak isteyen ve manevi değerlerimizi hedef alan ateizm dernekleri de 2014 yılında kurulmaya başlanmıştı.
İfsat dernekleri gittikçe yaygınlaşmaktaydı!
2004 yılında yayınlanan 5253 sayılı yeni Dernekler Kanunu ile birlikte üniversitelerde ve toplumsal hayatımızda giderek yaygınlaşan sapkın dernekler, her geçen gün yeni kepazeliklerle gündeme taşınmaktaydı. ‘Eşcinsel çocuklar’, ‘Müslüman Eşcinseller’, ‘Türkiye’nin yarısı deist’ gibi saçma iddialarla dikkat çekmeye ve vatandaşları provoke etmeye çalışan ateizm ve LGBTİ derneklerinin önüne geçilmesi gerekirken, devlet eliyle bu derneklere hâmilik yapılmaktaydı. İstanbul Sözleşmesi ve çeşitli kanun değişiklikleri ile ahlâksızlığın yaygınlaştırılması için zemin oluşturulurken, ateizm ve LGBTİ örgütlerinin tepki çeken faaliyetlerine de sadece göstermelik ve geçici tedbirler alınmaktaydı.
LGBTİ Dernekleri ABD’nin ve AB’nin Etki Ajanlarıydı!
Rusya’nın bazı LGBTİ derneklerini, “yabancı devletlere çalışan ajanlar” olarak ilan edişi ABD’nin yeni Başkanı Biden’in “Tüm dünyada LGBTİ haklarının koruyucusu olacağız!” sözleriyle anlam kazanmıştı. Her yıl milyonlarca dolarla fonlanan bu kuruluşlar, ABD’nin etki ajanı gibi çalışmaktaydı. Dünyanın dört bir yanındaki toplumsal olaylarda ABD’nin görüşlerine paralel en ön saflarda yer almaktaydı.
Tüm dünyada LGBTİ derneklerini etki ajanı olarak kullanan ABD, bu iş için aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkedeki lobilere milyonlarca dolar aktarmıştı. Bazı ülkeler AB ve ABD’nin Truva atlarına dönüşen LGBTİ yapılanmalarına karşı önlemler almaya başlamıştı. Rusya bazı LGBTİ derneklerini yabancı ülkelere hizmet ettiği gerekçesiyle kapatmıştı.
LGBTİ Dernekleri Rusya’da yasaklanmıştı.
St. Petersburg’daki bir bölge mahkemesi, yurtdışından fonlanan “Coming Out” adlı LGBTİ örgütü hakkında dikkat çekici bir karara imza atmış, bu örgütün yabancı devletler için ajanlık faaliyeti yürüttüğü kararına varmıştı. Coming Out’un “ajan”lık yaptığına hükmedilmesi, örgütün faaliyetlerine devlet müdahalesinin de önünü açmıştı. Rusya’nın bazı LGBTİ derneklerini, “yabancı devletlere çalışan ajanlar” olarak ilan edişi ABD’nin yeni Başkanı Joe Biden’in “Tüm dünyada LGBTİ haklarının koruyucusu olacağız” sözleriyle anlam kazanmıştı.
34 milyon dolar aktarılmıştı.
Türkiye’de LGBTİ tartışmalarının yaşandığı dönemde ABD yeni bir adım atmıştı. Biden, LGBTİ’lere geçit vermeyen ülkelere ekonomik yaptırımlar uygulanmasını öngören bir muhtıra imzalamıştı. Biden ABD’nin dış misyonlarından, bulundukları ülkelerdeki lezbiyen, gey, biseksüel, transeksüel ve interseksüel karşıtı politikalarla daha sıkı mücadele etmelerini buyurmuşlardı. Bu hamle Washington’la LGBTİ lobisi arasındaki bağı bir kez daha gözler önüne çıkarmıştı. ABD küresel korumaya almak istediği LGBTİ lobilerine her yıl milyonlarca dolar akıtmaktaydı. Sadece 2016, 2017 ve 2018 yıllarında LGBTİ derneklerine yardım adı altında aktarılan para yaklaşık 34 milyon dolardı. Yardımların, 24 milyon 300 bin dolarının ABD’den, 7 milyon 800 bin dolarının AB ülkelerinden ve AB fonlarından, 2 milyon dolarının BM fonlarından, geri kalan kısmının ise diğer ülkelerden geldiği tespit edilmişti. LGBTİ kuruluşları, aldıkları paranın hakkını, bulundukları ülkelerde ABD’nin etki ajanı gibi çalışarak veriyorlardı. Eşcinsellerin dünyanın dört bir yanında çıkan toplumsal olaylarda, ABD’nin resmi görüşlerine paralel olarak ön saflarda yer aldıkları saptanmıştı.
Bunlar ABD Ajanlarıydı!
2013’teki Gezi kalkışmasından sonra Boğaziçi Üniversitesi’ndeki provokasyonda da sahne alan LGBTİ’nin Türkiye’de de onlarca derneği vardı. Boğaziçi’nden yeni Gezi çıkarmak isteyen grupların öncülüğünü yapan bu dernekler de ABD tarafından fonlanmaktaydı. Sadece Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği’ne 26 milyon 600 bin dolar aktarılmıştı.
ABD’nin dolara boğduğu diğer LGBTİ dernekleri şunlardı:
– Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği – 3 milyon 900 bin dolar.
– Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği – 2 milyon 200 bin dolar.
– Pembe Hayat Lezbiyen Gey Biseksüel Travesti ve Transeksüel Dayanışma Derneği – 500 bin dolar.
– Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği – 400 bin dolar.
– Cinsel Şiddete Karşı Hukuki Yardım Derneği – 200 bin dolar.
– Siyah Pembe Üçgen İzmir Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Araştırmaları ile Ayrımcılığına Karşı Dayanışma Derneği – 150 bin dolar.
– Mersin 7 Renk Lezbiyen Gey Biseksüel Trans Eğitim Araştırma ve Dayanışma Derneği – 40 bin dolar.
– Hak Eşitlik Varoluş İçin Lezbiyen Gey Biseksüel Transseksüel İnterseksüel Derneği – 30 bin dolar.
– Genç Lezbiyen Gey Biseksüel Trans İnterseks Gençlik Çalışma ve Dayanışma Derneği – 4 bin dolar.
Rusya bunların kökünü kazıyacaktı
LGBTİ’lerin ajanlık faaliyeti yürüttüğü mahkemece karara bağlanan Rusya’da 2013’ten bu yana yürürlükte olan “eşcinsel propaganda yasası” ile ülkede eşcinsellik propagandası yasaklanıp tüm güvenlik birimleri LGBTİ gruplarını engellemekle yükümlü kılınmıştı. İzinsiz gösterilere katılan LGBTİ’liler kanuna muhalefetten tutuklanmaktaydı. Sapkınlığın yaygınlaşmasını önlemek amacıyla da ülkede her geçen gün yeni tedbirler alınmıştı. Son olarak Oktyabrsky Bölge Mahkemesi Rus LGBTİ Ağı ve Rus LGBTİ Topluluğu’na ait tüm sosyal ağ sitelerini kapatmıştı. Ülkede LGBTİ etkinliklerine karşı güvenlik birimlerinin teyakkuzda olması sağlanmıştı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de LGBTİ ile dayanışmak için Moskova Büyükelçiliği’ne LGBTİ’yi simgeleyen bayrak asan ABD’li diplomatlara, “Orada kimin çalıştığını göstermiş oldular” diyerek imalı bir göndermede bulunmuşlardı.
İstanbul Sözleşmesi’ni İmzalayanlar Nasıl Bir Anayasa Yapacaklardı?
AKP iktidarı 20 yılda en çok “Avrupa Birliği Uyum Yasaları” çıkarma mesaisi yapmıştı. Hani, bağımsız ülke idik! Niçin kendi kimliğimize, toplum karakterimize uygun yasalar çıkarmıyoruz da; AB’ye uyduruyoruz kendimizi? Biz müstemleke bir ülke konumunda mıyız? AB bu çarpık ve hastalıklı aile yapısını Türkiye’ye dayattı. Bir Avrupa Konseyi metni olan sözleşmeyi, Türkiye iyice araştırmadan, kamuoyunun bilgisine sunmadan ilk imzalayan ülke şerefini kazandı! Oysa Avrupa ülkeleri bile sözleşmeye ihtiyatla yaklaşmıştı. İmzalayan ülkeler beklemeye almıştı. Polonya, Macaristan gibi ülkeler zararlı olduğu, ideolojik unsurlar barındırdığı gerekçesi ile sözleşmeden çıkmıştı.
İstanbul Sözleşmesi’nin kabul edilmesinden bugüne “skandal” sayılabilecek bir süreç yaşanmıştı. Önce, dindar kahraman Erdoğan iktidarı 2011’de, anayasanın üzerinde yaptırımı olan bir sözleşmeyi halka haber vermeden “sessizce” imzalamıştı. Öylesine acele davrandı ki, Avrupa Konseyi Sözleşmesi için “İstanbul” ismini bile kullanmaktan sakınmamıştı. Sözleşmenin gece vakti TBMM’ye getirilmesi de ayrı bir saçmalıktı! Gündüzler milletvekillerinin üstüne mi yıkılmıştı? Böylesine önemli bir metin 10 Kasım 2011’de, saat 22.50’de görüşülmeye başlanmıştı. Bizde siyasi partilerin kavga ve gürültüsü meşhurdur ama o geceki toplantıda öyle olmadı. AKP, CHP, MHP, BDP (HDP) grupları birbiriyle tam bir uyum içinde davranmışlardı. Çünkü Haçlı AB ağabeyleri böyle talimat buyurmuşlardı. Dahası, birbirlerine iltifatlar yağdırmışlardı. (Meclis tutanaklarına bakılsın!)
Dört partinin TBMM grupları kısa konuşmalar yapmışlardı. Hiçbir parti, diğer partinin sözüne itiraza kalkışmamıştı. Hatta, birbirlerini destek çıkmışlardı. Çünkü sözleşmeyi teklif eden Avrupa Konseyi olmaktaydı. Böylesine önemli bir sözleşmenin görüşülmesi ne kadar sürdü biliyor musunuz? 26 dakika! Evet, yanlış duymadınız! Anayasanın üzerinde bir yaptırıma sahip metin 26 dakikada Meclis’te onaylanmıştı. Dönemin AKP İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner, sözleşmenin kabulünde milletvekillerinin psikolojik durumunu şöyle açıklamıştı: “Vekil arkadaşlarımın kahir ekseriyeti neye oy verdiklerini bilmeden el kaldırdılar.” (05.05.2020) Avrupa’dan ve Amerika’dan geleni gözü kapalı kabullenmek Erdoğan iktidarının ayarıydı.[1]
Aile Temelinden Yıkılmaktaydı!
İstanbul Sözleşmesi’nin TBMM’de kabulü sonrası, uygulama amaçlı, 8 Mart 2012’de 6284 sayılı yasa çıkarılmıştı. 10 ilin bazı okullarında Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi (ETCEP) adıyla pilot uygulamalar başlamıştı. Bazı meslek gruplarına seminerler verilip eşcinsellik sevdirilmeye ve masum gösterilmeye çalışılmıştı. Kanunun çıkmasından sonra LGBTİ’lilere yeni haklar sağlanmış, LGBTİ’liler “onur yürüyüşleri”ne başlamıştı. Taksim’de, bir Ramazan ayındaki toplantıda Türkiye tarihinde görülmeyen sapkın görüntüler ortaya çıkmıştı. “Devlet bizden korksun” pankartları taşımışlardı. ODTÜ’de, İzmir’de de benzer sahneler yaşanmıştı. Müslüman bir ülkede bu cesareti nereden alıyorlardı? Sn. Erdoğan’ın tavrı ve tavizleri bu kapıları açmıştı.
Erdoğan’ın 19 yıldır yaptıkları, yapacaklarının aynasıydı!
Hatırlayınız, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki olayların aktörleri; kendileri Dinsiz Darwinist davulcuları, Erdoğan ve atadığı yeni rektörler ise, sadece din istismarcıları ve dönem fırsatçılarıydı. Yoksa Sn. Erdoğan gerçekte Kenan Evren kadar bile samimi dindar sayılmazdı. Çünkü Kenan Paşa ilk, orta, lise ve dengi okullarda Din Derslerine herkesin katılımını esas alan mecburiyet şartı koşmuşlardı. Güya Dindar kahraman Sn. Erdoğan ise bu mecburiyeti kaldırıp, Din Bilgisini gereksiz ve değersiz gibi, seçmeli ders yapmışlardı ve kimse katılmamaktaydı. Aslında Lise ve Üniversitelerde hâlâ bilimsel gerçekmiş gibi “insanın maymundan türediği ve her şeyin tesadüfen meydana geldiği” safsatasına dayanan, Darwinizm okutulmaktaydı ve bunlar üniversite imtihanlarında soru olarak çıkmaktaydı.
Evet, Erdoğan iktidarı döneminde; otoyollar, tüneller, köprüler, TOKİ binaları, hava limanları, hastaneler, üniversiteler açılmış, sosyal yardımlaşma yaygınlaştırılmıştı. Elbette bunlar yararlı ve hayırlı adımlardı. Ancak bütün bunlar pansuman tedbirler sınıfındaydı. Yani bünyemizdeki sosyal ve ekonomik kanser urları iç organlarımızı sararken, bu tür pansuman yaklaşımlar sadece hastalığın deriye akseden sivilce çıbanlarını kapatıp geçici ama tehlikeli bir rahatlama sağlamaktaydı. Çünkü çoğunu Erbakan’ın açtığı ağır sanayi fabrikalarının hepsi kapatılmış, köylü tarım ve hayvancılıktan koparılıp, il ve ilçe merkezlerine taşınmış, yüksek faizli borç toplamı 1 trilyon doları aşmış, işsizlik ve fakirlik çok tehlikeli boyutlara ulaşmıştı. Evet bu iktidar döneminde, başörtü yasağının kaldırılması, Ayasofya’mızın açılması olumlu ve sorumlu davranışlardı. Ancak mesela Ayasofya’nın açılması; zinanın suç olmaktan çıkarılıp serbest bırakılmasına, ve yine türban yasağının kaldırılması; eşcinsellik ve lezbiyenliği meşrulaştıran ve kanuni koruma sağlayan İstanbul Sözleşmesi’ni imzalanmasına kefaret olacak ve uhrevi mes’uliyetten kurtaracak mıydı? Bu soruların cevabını, kendi kanaat ve kafanıza göre değil, Kur’an’a ve Resulüllah’a göre bulmaya çalışın, hele neler çıkacaktı? Zaten Sn. Erdoğan da işte bunun için Tohma Köprüsü açılışında, “Erbakan’ın değil, Demirel’in ve Özal’ın devamı olduklarını hatırlatmış ve dolaylı biçimde Dış odaklara Milli Görüşçü olmadıklarını vurgulamıştı!..”
Ha, bu arada Milli Savunma Sanayi’ndeki onurlandırıcı ve umut aşılayıcı girişim ve gelişmeler ise devletin bir kararlılığıydı. Ve Rahmetli Erbakan Hocamız tarafından programlanmıştı. Türkiye’nin nüfusu 83 milyon 600 bine ulaşmıştı. Ancak nüfus artış hızı tarihinde ilk defa 1/1000’in altına düşmüş durumdaydı. Bu artış binde 0,5 (yarım) kadardı. Bu bir tehlike çanı anlamı taşımaktaydı. Köylerde oturup tarım ve hayvancılıkla uğraşan nüfus %7’lere inmiş durumdaydı. İl ve ilçelere yığılan nüfusun çok önemli bir kısmı işsiz bulunmaktaydı. Verimli tarım arazileri, iskâna ve betonlaşmaya açılmıştı. Nüfusumuzun resmen %20’si sosyal yardımlarla sürünmeye mahkûm ve mecbur bırakılmıştı. Çorum Valiliği’nin açıkladığı resmi rakamlara göre; il nüfusunun %20’si yani tam 113.887 kişi, hiçbir geliri bulunmadığı için sosyal yardım dilenmek zorunda kalmıştı.
Ahlâki ve ailevi tahribat ise AKP iktidarında tavan yapmıştı. Zaten başta zina ve eşcinsellik sapkınlığı Erdoğan tarafından serbest bırakılmıştı. Malatya Tohma Çayı Köprüsü’nün açılış törenine katılıp yaptığı konuşmada, Menderes’in çabalarını, Özal’ın atılımlarını minnet ve şükranla anan Sn. Erdoğan’ın, O’nun teşkilatları ve kanatları altında yetişip meşhur olduğu ve bugünkü tüm imkân ve iktidarı, O’na hıyanete borçlu olduğu Rahmetli Erbakan Hocamızın tarihi kalkınma hamlelerini, gerçek ve yüksek refah projelerini ağzına bile almaması, nasıl bir vefa ve vicdan taşıdığını ortaya koymaktaydı.
SP İstanbul Belediye Başkan Adayımız Necdet Gökçınar Bey’in parti içindeki kirli çete ile alâkalı basın açıklaması, her Saadet Partilinin okuması gereken tarihi uyarılardır:
Aziz ve muhterem kardeşim;
Bildiğiniz gibi Saadet Partimizin yasal süreleri dolan ilçe ve illeri, başta İstanbul olmak üzere kongre sürecine girmiş bulunuyorlar.
Evvela, yapacağımız kongrelerimizin ister olağan, ister olağanüstü olsun İstanbul’umuz diğer illerimiz ve bütün teşkilatımız için hayırlı olmasını temenni eder, sizleri hürmet ve muhabbetle selamlarım.
Sevgili kardeşim, partimizin ve ülkemizin içinde bulunduğu şartlar sebebiyle, bu kongreler İl ve İlçe yönetimi seçmenin çok ötesinde anlam ifade eden tarihi kongreler olacaktır.
Şunun için tarihi olacak, çünkü aslında biz bu kongrelerde aşağıda kısa bir özetini sunduğum şu konularda seçim yapacağız:
1- Merhum Erbakan Hocamız davamızın başından beri “Türkiye’de aslında iki parti var birisi Milli Görüş-Saadet, öbürü diğerleri” gerçeğini her vesileyle defalarca ifade etti. Bendeniz de 31 Mart ve 23 Haziran seçim çalışmaları sırasında bu gerçeği sık sık gündeme getirdim. Ancak Gen. Bşk. Yrd. Ö. Faruk Yazıcı seçim sırasında biz Büyükşehir Adaylarına Ankara’da verdiği konsept tanıtım eğitiminde “Yeni konsepte göre artık bu söylemi dile getirmeyeceğimizi, benim de bunu kullanmamam gerektiğini” ifade ettiler. Şimdi biz bu kongrede, yine Sn. Faruk Yazıcı’nın daha önce bir teşkilat toplantısında da dile getirdiği gibi bir “kitle partisi” olup diğer partilerden biri mi olacağız, yoksa milletimizin asli görüşü Milli Görüş Davası’nın partisi mi olacağız buna karar vereceğiz.
2- Kendi adayı olan bendenize destek olmak şöyle dursun CHP adayı “İmamoğlu’na sataşma!” diyerek rakip parti adayını eleştirmemem konusunda beni ikaz eden bir Genel Başkan zihniyetini mi yoksa kendi adayını destekleyip canla başla seçimi kazanmak için çalışan bir yönetim anlayışını mı seçeceğiz. Buna karar vereceğiz.
3- Beykoz İlçe divanı toplantılarından birinde toplantı sonrası yaptığımız çay sohbetinde, divana konuşmacı olarak katılan Gen. Baş. Yrd.sı Sinan Ejderoğlu, “Artık Erbakan söylemlerinden vazgeçmeliyiz” deyince İlçe Başkanı da İl Başkanını arayıp tepkisini dile getirdi. İl Başkanımız, Ankara’da yaptığımız bir görüşmede Gen. Başkanımızı da bu konuda bilgilendirdi. Bahsi geçen Sinan Bey şu anda Gen. Merk. Teşkilat Komisyonu’nda görev yapıyor. Şimdi bu kongrelerde Erbakan söylemlerinden vaz mı geçeceğiz yoksa bu söylemlere daha sıkı mı sarılacağız, bunun seçimini yapacağız.
4- İl Başkanı A. Sevim ile birlikte katıldığım Gen. Bşk. Başkanlığında yapılan Gen. Merkez Bşk. Divanı Toplantısında 23 Haziran seçimlerine katılıp katılmama konusu maalesef müzakereye açıldı ve Gen. Bşk. Yrd. Birol Aydın heyete hitaben, “Bu seçimlere girmeyelim, İmamoğlu lehine çekilelim ancak ondan önce kendisi ile bir sözleşme imzalayalım” diye görüş bildirdi. Bu görüşün sahibi olan zat şu an Gen. Bşk. onayı ile Saadet Partisi’nde “Parti Sözcülüğü” yapmaktadır!?
5- O zaman Teşkilat Başkanı olan Hasan Bitmez de aynı toplantıda bendenize “Necdet abi uzun yıllar teşkilat çalışmalarında bunca fedakârlık yapmışsınız şimdi adaylıktan çekilin desek bu fedakârlığı bizim için yapmayacak mısınız?” diyerek adaylıktan çekilme fedakârlığında(!) bulunmamı istedi. Başta AKP çevreleri olmak üzere pek çok yerden de adaylıktan çekilmem için baskı ve telkinler geliyordu ama kendi teşkilatımızdan böyle bir talep gelmesi üzücü idi. Bütün bunlara iç ve dış baskılara rağmen İstanbul Teşkilatımızın Kadın Kolları, Gençlik Kolları ve Adayı ile topyekûn sağlam ve kararlı duruşu sayesinde 23 Haziran seçimine katıldık.
Şimdi; “Biz Milli Görüşçüyüz. İki kişi olsak bile birimiz aday diğerimiz seçmen olur yine de seçime gireriz, seçime girmemeyi müzakere bile etmeyiz” mi diyeceğiz yoksa onun bunun lehine seçimlerden çekilebilecek bir “şike” partisi mi olacağız bu kongrelerde buna karar vereceğiz.
6- Dış güçlerce Siyonist mahfillerde hazırlanan İstanbul Sözleşmesi AKP tarafından hiçbir maddesine şerh dahi konulmadan meclise getirildi ve bütün partilerin onayı ile kanunlaştı. Gen. Bşk. adına bu kanunla ilgili kamuoyunu aydınlatıp uyarmamız gerektiğini söyledim. Bu konuda sessiz kalacağız dedi. Hatta Milli Gazetemizin konuyu gündem yapmasına ve bu konuda teşkilatımızda oluşan rahatsızlığa da İl Divanında yaptığı konuşmada “temcit pilavı gibi bu konuyu gündeme getirip durmayın” diyerek tepki gösterdi.
Şimdi böyle bir sosyal cinayete sessiz mi kalacağız, yoksa ittifak yaptığımız CHP’nin “yaşatır” dediği bu sözleşmeyi gür bir muhalefetle halkımıza anlatıp yırtıp çöpe mi atacağız? Bu kongrelerde bunun seçimini yapacağız.
7- İstanbul İl Başkanlık Divanı Toplantısında “Halkların özgürlüğü” gibi PKK jargonu ile konuşup güneydoğumuzda bir devlet kurulmasını savunan, hatta diğer farklı etnik kökenli vatandaşlarımızın da kendi devletlerini kurabileceğini ifade eden o zamanki İl Tşk. Bşk. Bülent Kaya, son Gen. Kongrede Gen. Bşk. onayı ile GİK üyesi ve ardından Gen. Bşk. Yardımcısı olmuş ve sık sık çıkarıldığı medyada HDP güzellemeleri yapmaktadır.
Şimdi biz bu kongrede bir taraftan kurduğu ittifakla CHP yandaşlığı yaparak diğer taraftan Çamlıca Camii gibi lüzumsuz konularla muhalefet yapıyormuş gibi görünüp, ama aslında esasa dair bütün politikalarına destek verdiği AKP’ye yandaşlık yapan ve bir diğer taraftan HDP’ye göz kırpan bir parti mi olacağız, yoksa “Milli Görüş” kimliğimize uygun söylem ve eylemlerle yeniden “Adil Düzen” ve “Milli Görüş” partisi olup iktidara mı yürüyeceğiz? Bu kongrelerde buna karar vereceğiz.
Dikkatinizi çekmek ve bilgilerinize sunmak istediğim ve bizzat şahit olduğum konulardan bazıları bunlar. Şimdi “Bunlar Genel Merkezle ilgili konular. Halbuki yapılacak kongreler İstanbul ve diğer İl ve İlçe Kongreleri ne alâkası var?” denebilir. Ancak bunlar partimizin kimliği ve istikameti ile ilgili konular. Dolayısıyla her kademeden teşkilat mensuplarımız ve bilhassa İl, İlçe ve Genel Kongre delegelerimizin tavrı ve tercihi Genel Merkezde de Milli Görüş çizgisinde de yapılanmaları tetikleyecektir. Siz kongre delegelerimizi yapılacak kongrelerde ağır bir sorumluluk bekliyor. Bu sorumluluğun farkında olarak oy kullanacağınızdan eminim.
Tekrar etmek gerekirse mesele “o mu başkan olsun bu mu başkan olsun?” meselesi değildir. Mesele Erbakan Hocamızın vefatından sonra adım adım çizgisinden çıkarılıp, kimliği tahrip edilen ve kimyası bozulan partimizi yeniden asli çizgisi olan Milli Görüş çizgisine oturtup iktidara yürümektir.
Kongrelerimizin, Milli Görüş esaslarının kâmil manada önce partimizde sonra da ülkemizde hâkim kılınmasına vesile olması dileği ile hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlarım sevgili kardeşlerim.[2]
Bizi asıl üzen konu ise, Oğuzhan Asiltürk ve Temel Karamollaoğlu ekibinin; parti bünyesindeki bütün bu kasıtlı tahribatlarının farkına varan ve cesaret gösterip gündeme taşıyan bazı şuurlu ve sorumlu kardeşlerimizin, hâlâ Oğuzhan’ın ve Temel Bey’in ismini ağızlarına almayıp, kullandıkları piyonları konuşup yazmalarıydı. Oysa bu kasıtlı ve planlı tahribatların arkasında resmen ve fiilen onlar vardı. Hatta, bazen “İyi polis-kötü polis” tavırları ve güya birbirleriyle zıtlaşmaları bile bu oyunun bir parçasıydı. Her ne hikmetse, hepsi sonunda uzlaşıp kucaklaşmaktalardı!?
Erdoğan’ın Saadet Partisi’ne kanca takmasının asıl amacı!?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Saadet Partisi’nin peşini bırakmıyorlardı. Güya Milli Görüş’e yakınlığıyla bilinen Hürses gazetesi yazarı Fehmi Çalmuk yamuğu, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın, Saadet Partisi’ni Cumhur İttifakı’na çekmek için ikinci bir adıma geçtiğini yazmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu (YİK) üyesi Oğuzhan Asiltürk arasındaki görüşme sonrasında “Saadet Partisi Cumhur İttifakına mı katılacak?” soruları akıllara takılmıştı.
Fehmi Çalmuk, Saadet Partisi içinde AKP ile ittifaka karşı çıkanlar olduğundan söz ederek şu ifadeleri kullanmıştı:
“AKP ile ilişkilerin güçlenmesine ve işbirliği adımlarına yönelik parti içinden gelen tepkiler var. Bunun başını Mustafa Kamalak çekiyor. 15 Temmuz öncesi ve sonrası FETÖ diye adlandırılan paralel yapıya ilişkin demeçleri kendisinin başını yakmış, bizzat Oğuzhan Asiltürk tarafından görevden el çektirilmişti. Şimdi bu söylemine devam ederse Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu üyeliğini de kaybedeceğe benziyor. Oğuzhan Asiltürk’ün bu konuda tavizi olmayacaktır. SP Yüksek İstişare Kurulu; Oğuzhan Asiltürk, Recai Kutan, Yasin Hatipoğlu, Temel Karamollaoğlu ve Mustafa Kamalak’tan oluşmaktadır!” Böylece Çalmuk, Mustafa Kamalak’a da gözdağı vermeye kalkışmıştı.
AKP’nin mart ayının sonundaki büyük kongresi sonrasında Erdoğan’ın kurmaylarını değiştireceğini ifade eden Fehmi Çalmuk yamuğu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Saadet Partisi’nin bir diğer YİK üyesi Recai Kutan’la da görüşeceğini yazmıştı.
“Sn. Erdoğan’ın daha çok eski TBMM Başkanlarının yer aldığı görüşme listesindeki SOL’un “Hikmet ağbisi” Hikmet Çetin bu daveti kabule yanaşmamıştı. Eski Başbakanlardan Tansu Çiller’e bu konuda nasıl bir teklif yapılacak sorusu da hâlâ yanıtsızdı. Benim baştan beri en büyük adayım Recai Kutan’dı… Tecrübesi, saygınlığı ve Cumhur İttifakı’nın genişlemesinde oynayacağı rol önemli sayılmaktaydı… Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ziyareti için ön görüşmeler yapıldı. Randevu sağlandı. Erdoğan’ın, Kutan’ı başkanı olduğu kısa adı ESAM olan Ekonomik Sosyal Araştırmalar Merkezi’nde ziyaret edeceği konuşulmaktaydı. Zaten yakın zamana kadar sık sık telefonda görüştüğü Recai Kutan’a ‘Recai Ağbi Ben Geldim’ diyerek başlayan görüşmede vites büyütülerek ‘Recai Ağbi bundan sonra ne yapacağız?’ diye soracak ve ittifak teklifini sunacaktı!”
Şimdi, bu Fehmi Çalmuk yamuğuna bir sorumuz olacaktı?
Bu muhterem Oğuzhan Asiltürk ve Recai Kutan ağabeyleri, Sn. Erdoğan’a “Artık Adil Düzen’e geçme” çağrısı yapacak ve bunu şart koşacaklar mıydı? Yoksa zinayı suç olmaktan çıkarmayı ve eşcinselliği kanuni koruma altına almayı dayatan Haçlı AB yasalarının suç ortakları olma şerefine mi ulaşacaklardı? Sn. Çalmuk gibi yamukların bu ailevi ve ahlâki tahribattan rahatsız olmadıkları açıktı. Ama sadık Milli Görüş tabanı ve teşkilatları da bu lanetli yozlaşmaların yandaşlığına razı olacaklar mıydı?
Çünkü Erdoğan’ın asıl amacı %50+1 barajını aşma çabasından da öte; Milli Görüş’ü ve onun tek siyasi temsilcisi SP’yi, Erbakan’ın kutlu prensip ve hedeflerinden saptırmak, Siyonist merkezlerin ve içimizdeki çömezlerinin ifadesiyle: “Erbakan’ın üzerine beton dökmek ve unutturup tarihe gömmek” olmaktaydı. Allah’a ve Kur’an’a hakkıyla inanmayanlar; “O’nun zalimlere ve hainlere fırsat tanıyıp yularlarını uzatmasının, aslında büyük inkılap ve intikamına zemin hazırladığını” bir türlü anlayamazlardı.
LGBTİ soysuzluğu karşısında Ruslar kadar bile hassasiyet ve haysiyet sahibi olmayanlarla kol kola girecek bir tek Milli Görüşçü bile çıkmayacaktı… Oğuzhan Asiltürk ve Recai Kutan gibileri ise zaten kendilerine yakışanı yapacaklardı…
[1] sakirtarim@milligazete.com.tr
[2] Necdet Gökçınar: Saadet Partisi İBB Başkan Adayı ve İstanbul İl Başkanlığı eski Başdanışmanı.
Allah Yazarımızdan Razı Olsun İnşallah
…Avrupa’dan ve Amerika’dan geleni gözü kapalı kabullenmek Erdoğan iktidarının ayarıydı.
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ Mİ?
” ŞU AKP TÜRKİYESİ ” ARTIK BEYİNDE Kİ BİR UR MİSALİ KURTULUNMASI GEREKEN KANSERE DÖNMÜŞTÜR…AKSİ HALDE ÜLKE YAŞANMAZ HALE GELECEKTİR….
TAYYİBİZM TÜRKİYESİ ARTIK YANGINDAN MAL KAÇIRIR GİBİ ÜLKEYİ YÖNETMEKTEN VAZGEÇMEZ İSE O YANGINDA İLK KENDİ YANMAKTAN KURTULAMAYACAKTIR…ZULÜM ASLA PAYİDAR OLMAMIŞ VE OLMAYACAKTIR…RABBİMİZ O GÜNLERİ TÜM MAZLUMLARA GÖSTERİR İNŞAALLAH….
OLAYLARA VE SORUNLARA ŞUURLU BİR BAKIŞ VE MİLLİ BİR ÇÖZÜM
Şimdi Erdoğan iktidarına, ortağına ve yandaşlarına hemen soralım:
1- Yeni Anayasa’da “Faizsiz Sisteme” geçiş hazırlığı yer alacak mıydı?
2- Erdoğan’ın ceza olmaktan ve suç sayılmaktan çıkardığı “ZİNA” tekrar yasaklanacak mıydı?
3- Eşcinsellik ve lezbiyenlik gibi ahlâksızlıklara kanuni koruma kılıfı geçirilen İstanbul Sözleşmesi sözde feshedilmişti ama sözleşmenin uygulama maddesi 6284 nolu kanun hâlâ yürürlükteydi; toplumun İstanbul Sözleşmesinin feshedildiği palavrasıyla avutulma tuzağına düştüğü ortaya çıkmayacak mıydı?
Yeni Anayasa, Millete mi dayanacaktı, yoksa AB dayatması mıydı?
(Makaleden Alıntı)
MÜKEMMEL BİR ANALİZ VE DEĞERLENDİRME….
Sn. Yunus Altınöz’e…
Sahte Atatürkçüler ve Din istismarcılarının birbirinin değirmenine su taşıdığını zaten yıllardır sitemizde yazıyoruz. Tuğla kalınlığında “Bizim Atatürk” ve “Tayyibizm Kemalizm Uyarlaması” kitaplarını da çıkarttık. Sayısız konferanslar yapıldı-yapılıyor. Biz daha ne yapalım da, bu -hakikatleri kendi anlamak istedikleri gibi anlayanların- veya -anlamak istemeyenlerin- algısı düzelsin?!… Varsa bir öneriniz, onu da yazsaydınız. Ayrıca; biz yazdıklarımızdan sorumluyuz. İnsanların ne algıladığı, onların kendi sorunlarıdır.
Sorunuz ile alakalı… Bir okurdan bir okura cevaptır..
[quote name=”YUNUS ALTINÖZ”]Bugün sitesinizde yeni videonuzu izledim. Ahmet Akgül hoca Atatürk konusuna fatklı bir bakış getiriyor yine. Sajte Atatürkçülerin din düşmanlığını, Akp’nin dindar geçinen yandaşlarının Atatürk düşmanlıklarını ve bunların artık bu yolla birilerinin değirmenine su taşıma olayına son vermelerine yönelik ciddi ve yapıcı bir mücadele veriyor. Teşekkürler. Fakat sanki bu durumun ve konunun topluma gerekli şekilde ve yeterli aktarılması konusunda biraz sıkıntı var gibi. Çünkü insanların çoğu araştırıp olmadığından, Ahmet hocanın bu yaklaşımına karşılık, “Yahu, Ahmet hoca Atatürkçü mü oldu? Ahmet hoca laikliği mi savunuyor?” gibi bir sötlemle algı içerisindeler. O zaman Milli Çözüme düşen işin aslını ve olması gerekeni detaylı olarak topluma aktarmak ve kafalardaki soru işaretlerini yok etmek.[/quote]
Yunuz bey, Üstadımız Ahmet Akgül’ün ve Milli Çözüm’ün Atatürk ile ilgili düşünceleri ve görüşleri, videoda izlediğiniz gibi, yeni değildir…
Buna benzer görüş ve fikirlerini bundan önce de yayınlanan bir çok video ve konferanslarda da söylenmiş, detaylı , net ve çekinmeden açıklanmıştır.
Konu ile alakalı dergimizde bir çok makale mevcuttur, hatta Üstadımızın “Bizim Atatürk” adı altında bir kitabı dahi mevcuttur!?.
Ama sizin de farkına vardığınız gibi; … insanların çoğu araştırmadan, okumadan, sorgulamadan zanlarına göre, tahminlerine ve daha doğrusu nasıl görmek istediler ise o şekilde hüküm vermekte ve konuşmaktadırlar…
Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör, duymak istemeyen kadar sağır değildir…
Gerek sitemizi, gerek kitaplarımızı ve gerekse video arşivimizi incelerseniz sorularınıza fazlası ile cevap bulacağınızdan kuşkumuz yoktur…
Sağlıcakla kalın…
Allah c.c. imhal eder, ama ihmal etmez..! Zamanın hak elçisine tâbi ve taraf olmayanların ACI AKIBETİ..!
Rabbimiz günah işleyenlere, zulmedenlere ve küfre düşenlere hikmet ve merhameti gereği belli bir zamana kadar fırsat ve mühlet verir, cezasını erteleyebilir ama asla kimsenin yaptığını yanına bırakmadığını ayetlerle ifade etmektedir..!
[u][b]YUNUS SURESİ 11.AYET[/b][/u]
Şayet insanların hayrı istemelerinde acele ettikleri gibi, Allah da onlara, şerri (ve cezalarını) vermekte acele etseydi, ecel süreleri hemen bitirilmiş (ve sonları getirilmiş) olurdu. Ama Biz huzurumuza çıkacağına (ve ettiklerine kavuşacağına) inanmayanları (bir zaman kendi hallerine) bırakırız, böylece azgınlık ve şaşkınlık içinde bocalayıp duracaklardır (ve sonunda hak ettiklerini bulacaklardır.)
[u][b]NAHL SURESİ 61.AYET[/b][/u]
Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle (hemen) sorguya çekecek (ve cezasını verecek) olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. (Ancak) Onların ecelleri geldiğinde ise, (artık) ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.
Siyonist işbirlikçilerinden medet umanlar yanılmaktadır…
Yargı organları bile anayasayı kağıt üzerinde bıraktı.
Bu tablo, AKP’nin etkisinden kaynaklandığı gibi, mahkemeler ve HSK’nın da ne derece bağımsız oldukları hatta bağımsızlıkların olmadığı bir kez daha görüldü.
İktidar partisinin söylemiyle yeni anayasaya girişilmesi demek, artık yürütme gücünü, iktidarı anayasanın sınırlandıramaması, anayasanın yürütme gücü yönünden bile kağıt üzerinde kalması demek.
Kurucu meclis olmadan yani TBMM’nin yeni bir anayasa yapması demek, bu seferde yasama organının yani TBMM’nin kendisini anayasaya bağlı görmemesi ve bu yönden bile Anayasa’nın kağıt üzerinde bırakılması demek.
Günümüzde, çağımızda, darbeler, topla, tankla, tüfekle yapılmıyor.
Yasama veya yargıyı ele geçiren iktidardaki güç tarafından, bu organlar üzerinden de yapılıyor.
Tüm erkler ele geçirilerek, tek adamlık yoluyla yapılıyor.
2010 dan sonra girişilen çözüm sürecinden sonra, şimdi de yöntem değiştirilerek çözüm sürecini anayasaya taşıma mesajları mı…
HDP’yi yine 2010’daki gibi kendi çizgisi ve etkisi altında tutmayı amaçlayarak iktidarda kalma adımları mı.
Net olan şu ki, AKP’nin iktidarda kalabilmek, yoluna da devam edebilmek için, hiçbir kuralı gözetmeden, atmayacağı adım, girmeyeceği kılık kalmadı….
Siyonist ve işbirlikçi iktidarların yerin dibine batacağı günlerde buluşmak üzere selam ve dua ile Allaha emanet olun.
Yolumuzu Aydınlatan Işık Hüzmeleri!..
Nasılki bir binada bir gece vakti çıkan bir yangında, akılı başında bir adamın uyanık bulunması ve tüm site sakinlerini bir şekilde uyandırarak o ateşte yanmadan kurtulmalarını sağlaması mümkün ve gereklidir!?..
Milli Çözümün günümüzde yaptığı vazife bunun çok ötesinde ve fevkindedir!…Milli Çözümün kutlu hizmetleriyle sadece gaflet içindeki kitleler uyanmakla kalmayacak!..Tüm insanlığın saadetine vesile olacak kutlu bir devre geçilmiş olacaktır!..
Aşağıda makaleden alınarak payşlaşılan paragrafların herbiri,Kutlu Hedeflere giderken yolumuzu aydınlatan ışık hüzmeleridir!…:
…Kuşkumuz: Milli ve Yerli Anayasa palavralarıyla, bu milletin Dini ve Değerleri esas alınmadan, Haçlı AB dayatmaları doğrultusunda bir anayasa mı hazırlanacaktı?…
…Biz Milli Çözümcülere ve Adil Düzencilere göre Laiklik adına:
1- Din işleriyle Devlet hizmetlerinin ve siyasetin karıştırılması yanlıştır, istismar ve suistimal kapısıdır.
2- Din ile Devletin çatıştırılması ise, Millet-Devlet barışını bozmakta ve toplumu yozlaştırmaktadır.
3- Doğrusu ise; Din ile Devletin barışması ve her birinin kendi sahalarında topluma hizmet sunmalarıdır.
Bunun nasıl kurumlaşacağı, hangi kanun ve kurallarla yürürlüğe konulacağı, Devlet otoritesinin, Milli birlik ve dirliğin nasıl sağlanacağı ve nasıl denetlenmiş olacağı ise bizim: “Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya”, “Din-Devlet ve Demokrasi”, “Din Dengedir, İslam İlericiliktir”, “100 Kur’ani Kavram ve Yorumları” (Ahmet Akgül-Adil Dünya Yayınevi) kitaplarımızda etraflıca açıklanmıştır…
…Kuşkumuz: “Bağımsızlık” edebiyatıyla Türkiye’nin, Küresel Sömürü Sermayesinin güdümüne sokulacağı şartlar mı oluşturulacaktı?…
…Kuşkumuz: PKK’nın ve Amerika’nın istekleri doğrultusunda, yerel yönetimlere özerklik mi sağlanacaktı?…
…Kuşkumuz: Devletin Sigortası sayılan Anayasa Mahkemesi’nin; Cumhurbaşkanını ve Bakanları yargılama yetkileri mi budanacaktı?…
…
Kuşkumuz: Bu arada, dünyaca ünlü hacker grubu Anonymous’un, eski Bakan Damat Berat Albayrak’ın, “Erdoğan’dan habersiz 14 milyar Euro’luk (yaklaşık 120 milyar TL) transfer yaptığı için” istifa ettirildiğini duyurmasına (07.02.2021) ve bu iddialarını ispatlayıcı belge olarak, T.C. Ziraat Bankası’ndan İlyas Ozman adına Almanya Deutsche Bank’a (Frankfurt) havale çıkarttığının resmi kayıtlarını yayınlamasına rağmen, neden hâlâ hiçbir yalanlama ve açıklama yapılmadığı da kafa karıştırıcıydı!?…
…Acaba Dünyada, saniyede 871 Dolar faiz ödeyen başka ülke var mıydı?
Merkez Bankası tarafından uygulanan “politika faizi” oranının yüzde 19’a yükseltilmesiyle Türkiye dünya ülkeleri arasında en yüksek faiz uygulayan ülke konumuna taşınmıştır. “2001 yılında kamu bütçesinin yüzde 52’sini, 2002 yılında yüzde 43,6’sını, 2003 yılında da yüzde 44’ünü faiz olarak ödemek zorunda kalan Türkiye faiz batağına saplanmıştır. Türkiye son on altı yılda saniyede ortalama 871 dolar faiz ödemiştir. Buna göre, dakikada ödenen faiz miktarı 52 bin 260 dolar, bir saatte ödenen faiz miktarı 3 milyon 135 bin 600 dolar, bir günde ödenen faiz miktarı ise 75 milyon 254 bin 400 dolardır. Milletimiz bilmelidir ki, Türkiye’nin bir günde ödediği faiz miktarı, Tank Palet Fabrikası’nın işletme imtiyazının Katar’a verilmesi için Katar’dan geldiği veya geleceği söylenen 50 milyon doların bir buçuk katıdır.”…
…Şimdi Erdoğan iktidarına, ortağına ve yandaşlarına hemen soralım:
1- Yeni Anayasa’da “Faizsiz Sisteme” geçiş hazırlığı yer alacak mıydı?
2- Erdoğan’ın ceza olmaktan ve suç sayılmaktan çıkardığı “ZİNA” tekrar yasaklanacak mıydı?
3- Eşcinsellik ve lezbiyenlik gibi ahlâksızlıklara kanuni koruma kılıfı geçirilen İstanbul Sözleşmesi sözde feshedilmişti ama sözleşmenin uygulama maddesi 6284 nolu kanun hâlâ yürürlükteydi; toplumun İstanbul Sözleşmesinin feshedildiği palavrasıyla avutulma tuzağına düştüğü ortaya çıkmayacak mıydı?
Yeni Anayasa, Millete mi dayanacaktı, yoksa AB dayatması mıydı?….
…İstanbul Sözleşmesi’ni İmzalayanlar Nasıl Bir Anayasa Yapacaklardı?…
…AKP iktidarı 20 yılda en çok “Avrupa Birliği Uyum Yasaları” çıkarma mesaisi yapmıştı. Hani, bağımsız ülke idik! Niçin kendi kimliğimize, toplum karakterimize uygun yasalar çıkarmıyoruz da; AB’ye uyduruyoruz kendimizi? Biz müstemleke bir ülke konumunda mıyız? AB bu çarpık ve hastalıklı aile yapısını Türkiye’ye dayattı. Bir Avrupa Konseyi metni olan sözleşmeyi, Türkiye iyice araştırmadan, kamuoyunun bilgisine sunmadan ilk imzalayan ülke şerefini kazandı! Oysa Avrupa ülkeleri bile sözleşmeye ihtiyatla yaklaşmıştı. İmzalayan ülkeler beklemeye almıştı. Polonya, Macaristan gibi ülkeler zararlı olduğu, ideolojik unsurlar barındırdığı gerekçesi ile sözleşmeden çıkmıştı.
İstanbul Sözleşmesi’nin kabul edilmesinden bugüne “skandal” sayılabilecek bir süreç yaşanmıştı. Önce, dindar kahraman Erdoğan iktidarı 2011’de, anayasanın üzerinde yaptırımı olan bir sözleşmeyi halka haber vermeden “sessizce” imzalamıştı. Öylesine acele davrandı ki, Avrupa Konseyi Sözleşmesi için “İstanbul” ismini bile kullanmaktan sakınmamıştı. Sözleşmenin gece vakti TBMM’ye getirilmesi de ayrı bir saçmalıktı! Gündüzler milletvekillerinin üstüne mi yıkılmıştı? Böylesine önemli bir metin 10 Kasım 2011’de, saat 22.50’de görüşülmeye başlanmıştı. Bizde siyasi partilerin kavga ve gürültüsü meşhurdur ama o geceki toplantıda öyle olmadı. AKP, CHP, MHP, BDP (HDP) grupları birbiriyle tam bir uyum içinde davranmışlardı. Çünkü Haçlı AB ağabeyleri böyle talimat buyurmuşlardı. Dahası, birbirlerine iltifatlar yağdırmışlardı. (Meclis tutanaklarına bakılsın!)
Dört partinin TBMM grupları kısa konuşmalar yapmışlardı. Hiçbir parti, diğer partinin sözüne itiraza kalkışmamıştı. Hatta, birbirlerini destek çıkmışlardı. Çünkü sözleşmeyi teklif eden Avrupa Konseyi olmaktaydı. Böylesine önemli bir sözleşmenin görüşülmesi ne kadar sürdü biliyor musunuz? 26 dakika! Evet, yanlış duymadınız! Anayasanın üzerinde bir yaptırıma sahip metin 26 dakikada Meclis’te onaylanmıştı…
…Aile Temelinden Yıkılmaktaydı!
İstanbul Sözleşmesi’nin TBMM’de kabulü sonrası, uygulama amaçlı, 8 Mart 2012’de 6284 sayılı yasa çıkarılmıştı. 10 ilin bazı okullarında Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi (ETCEP) adıyla pilot uygulamalar başlamıştı. Bazı meslek gruplarına seminerler verilip eşcinsellik sevdirilmeye ve masum gösterilmeye çalışılmıştı. Kanunun çıkmasından sonra LGBTİ’lilere yeni haklar sağlanmış, LGBTİ’liler “onur yürüyüşleri”ne başlamıştı. Taksim’de, bir Ramazan ayındaki toplantıda Türkiye tarihinde görülmeyen sapkın görüntüler ortaya çıkmıştı. “Devlet bizden korksun” pankartları taşımışlardı. ODTÜ’de, İzmir’de de benzer sahneler yaşanmıştı. Müslüman bir ülkede bu cesareti nereden alıyorlardı? Sn. Erdoğan’ın tavrı ve tavizleri bu kapıları açmıştı.
Erdoğan’ın 19 yıldır yaptıkları, yapacaklarının aynasıydı!
Hatırlayınız, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki olayların aktörleri; kendileri Dinsiz Darwinist davulcuları, Erdoğan ve atadığı yeni rektörler ise, sadece din istismarcıları ve dönem fırsatçılarıydı. Yoksa Sn. Erdoğan gerçekte Kenan Evren kadar bile samimi dindar sayılmazdı. Çünkü Kenan Paşa ilk, orta, lise ve dengi okullarda Din Derslerine herkesin katılımını esas alan mecburiyet şartı koşmuşlardı. Güya Dindar kahraman Sn. Erdoğan ise bu mecburiyeti kaldırıp, Din Bilgisini gereksiz ve değersiz gibi, seçmeli ders yapmışlardı ve kimse katılmamaktaydı. Aslında Lise ve Üniversitelerde hâlâ bilimsel gerçekmiş gibi “insanın maymundan türediği ve her şeyin tesadüfen meydana geldiği” safsatasına dayanan, Darwinizm okutulmaktaydı ve bunlar üniversite imtihanlarında soru olarak çıkmaktaydı….
…Evet, Erdoğan iktidarı döneminde; otoyollar, tüneller, köprüler, TOKİ binaları, hava limanları, hastaneler, üniversiteler açılmış, sosyal yardımlaşma yaygınlaştırılmıştı. Elbette bunlar yararlı ve hayırlı adımlardı. Ancak bütün bunlar pansuman tedbirler sınıfındaydı. Yani bünyemizdeki sosyal ve ekonomik kanser urları iç organlarımızı sararken, bu tür pansuman yaklaşımlar sadece hastalığın deriye akseden sivilce çıbanlarını kapatıp geçici ama tehlikeli bir rahatlama sağlamaktaydı. Çünkü çoğunu Erbakan’ın açtığı ağır sanayi fabrikalarının hepsi kapatılmış, köylü tarım ve hayvancılıktan koparılıp, il ve ilçe merkezlerine taşınmış, yüksek faizli borç toplamı 1 trilyon doları aşmış, işsizlik ve fakirlik çok tehlikeli boyutlara ulaşmıştı. Evet bu iktidar döneminde, başörtü yasağının kaldırılması, Ayasofya’mızın açılması olumlu ve sorumlu davranışlardı. Ancak mesela Ayasofya’nın açılması; zinanın suç olmaktan çıkarılıp serbest bırakılmasına, ve yine türban yasağının kaldırılması; eşcinsellik ve lezbiyenliği meşrulaştıran ve kanuni koruma sağlayan İstanbul Sözleşmesi’ni imzalanmasına kefaret olacak ve uhrevi mes’uliyetten kurtaracak mıydı? Bu soruların cevabını, kendi kanaat ve kafanıza göre değil, Kur’an’a ve Resulüllah’a göre bulmaya çalışın, hele neler çıkacaktı? Zaten Sn. Erdoğan da işte bunun için Tohma Köprüsü açılışında, “Erbakan’ın değil, Demirel’in ve Özal’ın devamı olduklarını hatırlatmış ve dolaylı biçimde Dış odaklara Milli Görüşçü olmadıklarını vurgulamıştı!..”…
…Ha, bu arada Milli Savunma Sanayi’ndeki onurlandırıcı ve umut aşılayıcı girişim ve gelişmeler ise devletin bir kararlılığıydı. Ve Rahmetli Erbakan Hocamız tarafından programlanmıştı…
…Şimdi, bu Fehmi Çalmuk yamuğuna bir sorumuz olacaktı?
Bu muhterem Oğuzhan Asiltürk ve Recai Kutan ağabeyleri, Sn. Erdoğan’a “Artık Adil Düzen’e geçme” çağrısı yapacak ve bunu şart koşacaklar mıydı? Yoksa zinayı suç olmaktan çıkarmayı ve eşcinselliği kanuni koruma altına almayı dayatan Haçlı AB yasalarının suç ortakları olma şerefine mi ulaşacaklardı? Sn. Çalmuk gibi yamukların bu ailevi ve ahlâki tahribattan rahatsız olmadıkları açıktı. Ama sadık Milli Görüş tabanı ve teşkilatları da bu lanetli yozlaşmaların yandaşlığına razı olacaklar mıydı?
Çünkü Erdoğan’ın asıl amacı %50+1 barajını aşma çabasından da öte; Milli Görüş’ü ve onun tek siyasi temsilcisi SP’yi, Erbakan’ın kutlu prensip ve hedeflerinden saptırmak, Siyonist merkezlerin ve içimizdeki çömezlerinin ifadesiyle: “Erbakan’ın üzerine beton dökmek ve unutturup tarihe gömmek” olmaktaydı. Allah’a ve Kur’an’a hakkıyla inanmayanlar; “O’nun zalimlere ve hainlere fırsat tanıyıp yularlarını uzatmasının, aslında büyük inkılap ve intikamına zemin hazırladığını” bir türlü anlayamazlardı.
LGBTİ soysuzluğu karşısında Ruslar kadar bile hassasiyet ve haysiyet sahibi olmayanlarla kol kola girecek bir tek Milli Görüşçü bile çıkmayacaktı… Oğuzhan Asiltürk ve Recai Kutan gibileri ise zaten kendilerine yakışanı yapacaklardı…
ATATÜRK MÜ? ERDOĞAN MI?
Bugün sitesinizde yeni videonuzu izledim. Ahmet Akgül hoca Atatürk konusuna fatklı bir bakış getiriyor yine. Sajte Atatürkçülerin din düşmanlığını, Akp’nin dindar geçinen yandaşlarının Atatürk düşmanlıklarını ve bunların artık bu yolla birilerinin değirmenine su taşıma olayına son vermelerine yönelik ciddi ve yapıcı bir mücadele veriyor. Teşekkürler. Fakat sanki bu durumun ve konunun topluma gerekli şekilde ve yeterli aktarılması konusunda biraz sıkıntı var gibi. Çünkü insanların çoğu araştırıp olmadığından, Ahmet hocanın bu yaklaşımına karşılık, “Yahu, Ahmet hoca Atatürkçü mü oldu? Ahmet hoca laikliği mi savunuyor?” gibi bir sötlemle algı içerisindeler. O zaman Milli Çözüme düşen işin aslını ve olması gerekeni detaylı olarak topluma aktarmak ve kafalardaki soru işaretlerini yok etmek.
Eğri Cetvelden, Doğru Çizgi Çıkmaz
Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmayacaktır, bu sebepten dolayı, yolsuzluk, hukuksuzluk, haksızlık ve ahlaksızlık ile tefessüh etmiş bu sisteme nasıl bir anayasa ile yama yapılırsa yapılsın, bir işe yaramayacaktır.
Şimdi bu AKP’lilerin eline, en adil en güzel anayasayı yazıp verseniz, bu kafalarla yine bir yere varılamayacaktır. Çünkü;
Aziz Erbakan Hocamızın tabiriyle; doğru çizgi için, hem cetvel doğru olmalı, hem de çizgiyi çizen el…
Yani, huzur ve güvene, ve Milli bir anayasaya; ancak “Adil bir Düzen”de, “Adil Düzen Sevdalıları”nın uygulayacağı bir “Adil Düzen Anayasası”yla ulaşılacaktır.
Canlısını istiyoruz
AKP’nin şimdiye kadar yaptıkları zinayı serbest bırakma (ki ahlakı bozdular), faiz politikası (ekonomiyi bozdular), idamı kaldırma (ki anarşi ve kargaşanın, kadına yapılan zulümlerin zirveye ulaşmasına neden oldular). Bir ülkede ahlak bozulmuş, ekonomi çökmüş ve anarşi yaygınsa daha ne kadar kötü yönetilebilir ki… Diyorlar ki bu da dindar, başörtüsü serbest, camiler açık vs. Biz o kuşun içi pamuk doldurulmuşunu değil canlısını istiyoruz canlısını!..
AKP’nin hedefi Milli, Yerli, Yeni anayasa gibi göz boyama kavramlarla Haçlı AB dayatmalarına göre yeni bir Anayasa hazırlamaktır.
Bu Mesajlar Kime?…
Erdoğan’ın son Asiltürk görüşmesi sonrası Tohma Köprüsü açılışında Demirel ve Özal’ı anıp Aziz Erbakan Hocamızı anmaması Üstad Ahmet Akgül’ün vurguladığı üzere dış güçlere Milli Görüşçü olmadığını, daimi hizmetlerinde olduğunu, Milli Görüşe beton atmak için Asiltürk ile birlikte çalıştıklarını ve bu sebeple gidere süpürmemeleri gerektiği mesajıydı. Elbette seçimlerde 1 oy bile önemliydi fakat Erdoğan’ın ittifak görülmesiyle asıl amacının Milli Görüşü bitirmek olduğu aşikardı. Çünkü Erdoğan artık normal süreçteki bir seçimle şansının olmadığını ve hele hele yüzde 1 oyu olan SP’nin desteğiyle kazanamayacağının farkındaydı. Zaten sarayın son seçim anketi de ortadaydı. Bu sebeple RTE için seçimlerden daha da önemli olan Anayasa değişikliğiydi ve Anayasa değişikliği ile Devletin Sigortası sayılan Anayasa Mahkemesi’nin; Cumhurbaşkanını ve Bakanları yargılama yetkileri budamak böylece 20 yıllık dosyasını aklamaktı. Tabi bunu garanti etmek için dış güçlerin desteğini almak için hoş görünmesi gerekirdi. Bu sebeple;
1- Haçlı AB dayatmasıyla bir anayasa hazırlamak,
2- Laiklik maddesini sulandırmak ve belki de kaldırmak,
3- “Bağımsızlık” edebiyatıyla Türkiye’nin, Küresel Sömürü Sermayesinin güdümüne sokulacağı şartlar oluşturmak,
4- PKK’nın ve Amerika’nın istekleri doğrultusunda, yerel yönetimlere özerklik sağlamak için yapacağı anayasal değiliklik ile dış güçlerin desteğini almaktı.
Yoksa gerçekten Milli ve vefalı birisi olsaydı, mason Demirel ve Amerikancı Özal yerine Erbakan ismini anar, İstanbul sözleşmesinin öncesi ve sonrası olan Lanzarote sözleşmesini ve 6284 nolu yasayı tedavülden kaldırır, Amerika destekli ahlaksızlık derneklerinin yasal zemin bulmasını önler, faizle mücadele ederdi.
Bu arada ABD’nin etki ajanı olarak çalışan LGBTİ’nin getirilmeye çalışıldığı bir pozisyon da “azınlık hakları” olduğu anlaşılmaktaydı. Yakın zamanda gündem olan erkekten dönme bir yaratığın, bir erkekle evlenip taşıyıcı anne yoluyla çocuk sahibi olma sürecini eleştiren bir “kadın” hapis yatmak zorunda kalmıştı. Yani bu kanunların kadını korumayla bir alakası yoktu, dahası LGBTİ ‘ye azınlık hakkı statüsü getiren ve profilinin zeminini oturtan yasalardı, bu yaşanılanlar da bunun ispatıydı.
Feraset ehli için herşey açıktı… Zaten bu izahatlar hala daha anlamayan gafillere değil, sadık dava erlerine, devletimizin milli menfaatlerini ve bekasını düşünen tüm sinir uçlarına ve toplumu şuurlandırması gereken aydınlaraydı…
Üç Ayet-i Kerime Bir Dönem
Rabbimiz Teala hazretleri her dönemde bizlere rehber olacak yüce Kitabımızı yine bizlerin faydasına olacak şekilde lütfen bizlere göndermiştir. Yaşadığımız hadiselerden ve arkasında cereyan eden olaylardan haberdar olmak için yüce Kitabımızın ayetleri ve Resullulah Efendimiz’in sünneti bizler için çıkış yoludur.
Sayın yazarımızın istifademize sunmuş oldukları makaleyi okuyunca, tam da bu döneme denk gelen ve iktidarı işgal eden tiplerin hallerini açığa vuran Bakara suresi 204 ve 205. ayet-i kerimeleri hatıra gelmişti. Rabbimiz şöyle buyurmaktaydı:
[u][i]”(Ey Resulüm!) İnsanlardan öylesi vardır ki, (aslında İslam’a hasım ve Sana hain oldukları halde) dünya hayatına ilişkin sözleri (kahramanlık gösterileri, başarılı girişimleri, kolaycı ve çıkarcı projeleri) Senin hoşuna gidecektir ve (böyleleri) kalbindekine (münafıklık ve menfaatçilik düşüncesine) rağmen Allah’ı şahit getirir (yeminler ederek dine ve davaya sadık ve samimi olduğunu belirtir); oysa o (gizli ve tehlikeli) azılı bir düşman (yerindedir).
(Çünkü bu tipler, Hakk davadan döneklik ederek) Sırtını çevirip gittiği ve işbaşına (iktidara) geçtiği zaman; (ülkesinde ve) yeryüzünde (barış kılıflı) bozgunculuğa girişmeye, ekini ve nesli helak etmeye çaba gösterir. (Genleri bozulmuş İsrail tohumları ile bitki ve hayvan türlerini ve bebeklerin-gençlerin geleceğini tahribe yönelir.) Allah ise, (fitne ve fesadı) bozgunculuğu sevmemektedir.”[/i][/u] (Bakara 204-205)
Haber verilen gerçekler, bakan gözler için gün gibi ortadaydı! Faizi dünya gerçeği sayıp yaygınlaşmasını hayırlı gören, zinayı suç olmaktan çıkarıp türlü pisliğin patlamasına ve toplumun yozlaşmasına yol açan, yetmez uluslararası sözleşmelerle bu rezillikleri garanti altına alan, tüm kutsal metinlerde haram olarak belirtilen domuzu kasaplık hayvan yapan bu kof kütükler; elbette Bakara suresinin 206. ayetindeki ifadelere muhataplardı ve bu onlar için yeterli bir akıbetti.
[u][i]”Bunlara: “Allah’tan kork!” (Bu hıyanet ve tahribatlarından vazgeç) denildiğinde ise, büyüklük gururu (ve sapkınlık durumu) onu (daha da kuşatıp isyana ve) günaha sürüklemektedir. Böylelerine cehennem yeterlidir; ne kötü bir yataktır o, (girince göreceklerdir).”[/i][/u] (Bakara 206)
YENİ ANAYASA HAZIRLIĞI, İFSADIN RESMİLEŞMESİ İÇİNDİR!
AB’nin dayatmasıyla ülkemizde düzgün, düzenli ve yararlı olan her şeyin, bu vasıflarını kaybederek değişmesi, faydalı olmaktan çıkarılıp zararlı hale dönüşmesi için “Yerli Anayasa” palavralarıyla, halkın yönetime alet edilmesi istenmekteydi.
Böylece;
Milletin Dini ve Değerleri esas alınmadan, Haçlı AB dayatmaları doğrultusunda bir anayasa mı hazırlanacak,
İstismarcılık ve ucuz kahramanlık hatırına, özgürlükleri genişletme bahanesiyle; LAİKLİK maddesinin sulandırılacak,
“Bağımsızlık” edebiyatıyla Türkiye’nin, Küresel Sömürü Sermayesinin güdümüne sokulacağı şartlar mı oluşturulacak,
PKK’nın ve Amerika’nın istekleri doğrultusunda, yerel yönetimlere özerklik mi sağlanacak,
Devletin Sigortası sayılan Anayasa Mahkemesi’nin; Cumhurbaşkanını ve Bakanları yargılama yetkileri mi budanacak,
Faiz düzeninin, her türlü zulüm, sömürü ve ahlaksızlığına meşruiyet kazandırılacaktır.
Faizden vazgeçilmeyecek, zina ve her türlü sapık ilişki serbest olacak, bütün bu zulüm ve ahlaksızlıkların resmileştirilmesine YENİ ANAYASA denecektir.
Sırf önünde “YENİ” kelimesi var diye Oğuzhan Asiltürk ve Temel Karamollaoğlu ekibinin oynadığı “İyi polis-kötü polis” dalaveresiyle SP Erbakan’ın kutlu prensip ve hedeflerinden saptırılıp, Siyonist şeytanların hain planlarına alet edilmek istenmekteydi.
“Zalimlere ve hainlere fırsat tanınıp yularlarının uzatması, aslında büyük inkılâp ve intikama zemin hazırlığı olduğu” çok yakında herkes tarafından görülecektir.
Yeni Anayasa Konusunda Milli Çözüm Tarihi Bir Sorumluluk Kuşanırken Diğerleriler Sınıfta Kalıyordu!
2016 yılında Milli Çözüm Dergimizde yayınlanan yazımızda; AKP hükümetinin 2016’da yapacağı yeni anayasa için her kesimden “örnek metinler” istendiği bir dönemde; Biz, Milli Çözüm Dergisi olarak “YENİ ANAYASA HAZIRLIKLARI VE GERÇEK DEĞİŞİMİN TEMEL ESASLARI” adıyla teklifimizi hazırlayıp gerekli mercilere ulaştırmış… Hükümetin bu çağrısına kayıtsız kalan İlahiyatçı, İslamcı ilim ve fikir ehli bilinen yazar ve müderris kişiler ile cemaatlere de, bu yeni anayasa için katkı sunmamalarının vebalini kendilerine hatırlatıp uyarmış ve duyarsız kalmalarının ne gibi nedenleri olabileceğini sunmuştuk.
Ey İsmailağa Cemaatinin ve Fatih medreselerinin muhterem müderrisleri, müfessirleri ve mürşitleri…
Ey Hayrettin Karaman gibi güya müçtehit; Nihat Hatipoğlu, Mustafa Karataş gibi medyatik yandaş İlahiyat profesörleri…
Ey Doğu ve Güneydoğu’daki medreselerin müstakim ve muttaki bilinen (mollaları) Melleleri…
Ey Abdurrahman Dilipak gibi, sık sık Kur’ani hükümleri referans gösteren AKP’nin İslamcı bilgiçleri…
Ey Ali Bulaç gibi meal yazmış, ayet ve hadislerin mana ve maksadını açıklamış, FETÖ ile de oldukça yakınlaşmış sözde fikir ehli…
Ey başta Fetullah Gülen ve din istismarıyla şebekeleşen bütün ekibi ve takipçileri!
Ey Yaşar Nuri Öztürk gibi, İhsan Eliaçık ve CHP’li Eren Erdem gibi, Ali Şeriati çömezi “şeriatsız din” mucitleri ve Ehl-i Sünnet tahripçileri!..
Ve hele, koyu Erbakancı geçinip bu AKP’yi Hoca’nın sadık talebeleri ve stratejik takipçileri göstererek, Rahmetli Erbakan’ın bunlar hakkındaki çok açık tespit ve tenkitlerinin ise taktik gereği olduğunu söyleyerek bu kirli zihniyeti meşrulaştırmaya yeltenen; ve aslında Siyonizm’le baş edilemeyeceği kanaatleri pekişen, Adil Düzen’in ve Milli Görüş Projelerinin başarıya ve uygulanma aşamasına ulaşma ümidini yitiren ve iman pilleri tükenen fikir zevzekleri[1] ve cehalet sünepeleri[2]…
2016 yılında AKP yeni bir Anayasa yapmak üzere hazırlığa girişmişti ve bu nedenle ilim ve fikir ehlinden görüş istemişti! İşte zerre kadar iz’anı, irfanı ve vicdanı olan herkese ve her kesime tarihi ve imani bir sorumluluk düşmekteydi. Bütün ilim erbabının, medrese ulemasının, İlahiyat Prof.larının, din adamlarının, İslamcı yazar ve yorumcuların görevi; Kur’an’ın sarih (açık) ayetlerini ve Resulüllah’ın sahih (sağlam) hadislerini ve icma-ı ümmeti esas alan, akli ve ahlâki ölçülere dayanan, çağımızın şartlarına ve Müslümanların ihtiyaçlarına da çare ve çözüm ortaya koyan; farklı din ve düşünceden, ayrı kültür ve kökenden bütün insanların temel haklarını ve huzurlarını sağlayan, hem de gerçek anlamda din ve vicdan özgürlüğünü tanıyıp garantiye alan ve halkın etkin olarak yönetime katılımının yolunu açan ilmi ve insani anlamdaki laik ve demokratik kurallara bağlı ADİL ve ASRİ bir Anayasa taslağı hazırlayıp, ilgili komisyona göndermekti. Bu ilmi, İslami ve insani projenizi TV’leriniz, gazeteleriniz ve dergileriniz vasıtasıyla topluma tanıtıp tartışıvermek, halkımızı bilgilendirmekti. AKP iktidarının Kur’an’a, İslam’a, ahlâka ve vicdana, yani adalet ve huzura aykırı ve her türlü sosyolojik fitnenin ve ekonomik felaketin “yasal” kaynağı olacak bir ANAYASA yapmalarına fırsat vermemekti… Böyle azim bir günahın, yalnız hayat süresince değil, kabirde ve mahşerde de asla yakanızı bırakmayacak bir vebal ortaklığının altına girmemekti…
Eğer böyle bir Anayasa taslağı hazırlayıp iktidara ve ilgili komisyona sunamıyor ve toplum önünde savunamıyorsanız (ki yapamadınız);
1. Ya ilmi seviyeniz, bilgi birikiminiz, İslami sistem ve yöntem kabiliyetiniz yetersizdir. Öyle ise İslam âlimi ve Din bilgini geçinmeyiniz ve hak etmediğiniz bir etiketle toplumu yanlış etkileyip yönlendirmeyiniz.
2. Veya, Kur’ani gerçekleri ve İslami gerekleri savunacak ve bu uğurda Allah için bazı sıkıntılara katlanacak bir dini gayret ve cesaretiniz mevcut değildir.
3. Ya da makam ve menfaat hatırına, dünyalık rantınız ve rahatınız uğruna, bildiği ve iman ettiği Kur’ani hakikatleri gizleyecek kadar zavallı kimselerseniz. Böyle ise Bakara: 159. ayeti sizlere hitap ve itap etmektedir:
“Gerçekten, apaçık belgelerden (ibaret emirler olarak) indirdiklerimizi (Kur’ani hüküm ve hakikatleri) ve insanlar için Kitapta açıkça beyan ettiğimiz hidayeti (şeriat ve istikamet prensiplerini) gizlemekte olanlar (güç odaklarının vereceği zarardan korkarak veya onlardan makam ve menfaat umarak, Kur’ani gerçekleri kısmen veya tamamen örtmeye çalışanlar var ya); işte onlara, hem Allah lanet etmektedir, hem de (bütün) lanet ediciler(in bedduası onların üzerinedir).”
Kaynak: https://www.millicozum.com/mc/haziran-2021/adil-ve-milli-bir-anayasa-mi-yoksa-batil-ve-batili-bir-anayasa-mi
SAADET PARTİSİ YİK ÜYELERİ AKP YE TAŞERONLUK YAPMAKTALARDI
Bazı marazlı mahfiller hala Milli Görüşün içerisini boşaltıp Adil Düzen plan ve programlarının unutturulup her türlü melanetin mubah sayıldığı AB uyum yasalarını benimseyen AKP gibi zihniyetleri iş başında tutmaya çalışmaktalardı. Erbakan gerçeği unutturulmaya çalışılmaktaydı. Çünkü Erbakan bir ayna olmakta ve gerçek ayarlarını ortaya çıkarmaktadır. Bu gün Saadet Partisinin YİK üyeleride R.T Erdoğana taşeronluk yapmakta belki bir kaç millet vekilliği koparıp bütün uyum yasaları Zina yasası lanzarote antlaşması eşcinsellere özgürlüklük gibi melanetlere ortak yapılacaktı. Milli Görüş ve Erbakan tamamen unutturulacakti. Amma çok şükürki Milli Çözüm ve şahsi manevisi Ahmet Akgül Hocamız varda Erbakan ve Adil düzen projelerini savunup unutulmasına engel olmakta sürekli gündeme getirip hain ve münafıkların ayarını ortaya koymaktadır. Yoksa şimdiye kadar Adil Düzen ,Milli Görüş, Erbakan unutturulup üzerine beton dökmeye çalışmaktalar fakat başaramayacaklardı. Allah Ahmet Hocamızdan ve tüm emeği geçen Milli Çözümcü kardeşlerimizden razı olsun selam ve dua ile Allaha emanet olun.
Erbakan’dan İntikam Alanların Acı Akıbeti
Büyük İsrail için coğrafya ülkelerinin bomba ve darbelerle dövülmesine, milyonlarca Müslümanın tecavüz ve bomba ile katline, topraklarından sürülmesine ve sınırlarda telef olmasına sebep olan Büyük Ortadoğu Projesi yani Büyük İsrail Projesi’nin eşbaşkanı olan ve AKP Başkanı Tayip Erdoğan 20 yıldır Siyonizm’den aldığı görev ile tahribatlarına devam etmekteydi. 20 yıllık iktidarı sonunda ülkenin siyasal, hukuksal, ekonomik, sosyal ve ahlaken çöktüğü artık herkesçe malumdur. Hatta bugünlerde Bayraktar, Erdoğan gibi eski bakanları bile hırsızlık, yolsuzluk ve kokuşmuşluklar hakkında AKP’nin çürümüş zihniyeti hakkında itiraflara başlamıştı. Abd ve ab emriyle kanun üstü uluslararası anlaşmaları okumadan onaylayan Tayip Erdoğan’ın ülkenin anayasında hayırlı revizeler yapacağı çocukları bile güldürmektedir. Kendileri hazırlasa hazırlasa ağabeyleri Oğuzhan Asiltürk ve Recai Kutan’la Türkiye’yi Nasıl Çökerttik diye bir kitapçık hazırlarlardı. Ancak bu ülkeden bir Erbakan geçmişti. Ve Erbakan’dan intikam alanlar’ın ipliğini pazara çıkaran Milli Çözüm vardı. Şeytan ve dostları kaybediyor, Milli Çözüm zihniyetliler kazanıyordu. Bu kaçınılmaz gerçeği göremeyenlerin helakı da yaklaşıyordu.
Artık anlayınız millî çözüm gözünüze sokarcasina yazıyor .
Dünyası için davasını ve dinini gömlek değiştirir gibi kolayca çıkarıp atan; siyaset ve riyaset sevdası için milli ve manevi değerlerini satan döneklerle…Miting meydanlarında TV ekranlarında horozlanıp mangalda kül bırakmayan; ama Yahudi lobileri ve siyon elçileri karşısında kuyruk sallayan ödleklerle..
” İslamcı yazar” yaftasıyla, sırtlanlarla birlik olup aslan avına çıkan bazı ineklerle..
Bal arısı gibi, hep güzellikleri arayıp çiçeklere konmak yerine, bozuk fıtratı gereği sürekli kusur arayıp pisliklere konan ve tenkit perdesi altında tahribe çalışan karasineklerle….
Kartallar için uçuş dersi ve ehliyet belgesi düzenlemeye kalkışan acemi ördeklerle…
Şeytanlık ve kıskançlık damarıyla “akrep” lerini yani kendisine en yakın kimseleri bile kalleşçe ısırıp zehirleyen akreplerle…
Ve en muhteşem hareketin en mahrem noktalarına yerleşen münafıkları, hala Mücahit ve muhterem zannedenler artık anlayınız ve ihanetin hesabını sorunuz , davasına hocasına bağlı Milli Çözüm üstadımız Ahmet Akgül Hocamız yazıyor anlatıyor daha ne kadar gözünüze sokacağız …
Hakça Bir Bakış Açısıyla Gerçekler Ne Güzel Ortaya Konmuş! İyi ki Milli Çözüm Var! İyi ki Üstad Ahmet AKGÜL Hocamız var!
Kuşkumuz: Milli ve Yerli Anayasa palavralarıyla, bu milletin Dini ve Değerleri esas alınmadan, Haçlı AB dayatmaları doğrultusunda bir anayasa mı hazırlanacaktı?
Kuşkumuz: “Bağımsızlık” edebiyatıyla Türkiye’nin, Küresel Sömürü Sermayesinin güdümüne sokulacağı şartlar mı oluşturulacaktı?
Kuşkumuz: “Bağımsızlık” edebiyatıyla Türkiye’nin, Küresel Sömürü Sermayesinin güdümüne sokulacağı şartlar mı oluşturulacaktı?
Kuşkumuz: Devletin Sigortası sayılan Anayasa Mahkemesi’nin; Cumhurbaşkanını ve Bakanları yargılama yetkileri mi budanacaktı?
Şimdi Erdoğan iktidarına, ortağına ve yandaşlarına hemen soralım:
1- Yeni Anayasa’da “Faizsiz Sisteme” geçiş hazırlığı yer alacak mıydı?
2- Erdoğan’ın ceza olmaktan ve suç sayılmaktan çıkardığı “ZİNA” tekrar yasaklanacak mıydı?
3- Eşcinsellik ve lezbiyenlik gibi ahlâksızlıklara kanuni koruma kılıfı geçirilen İstanbul Sözleşmesi sözde feshedilmişti ama sözleşmenin uygulama maddesi 6284 nolu kanun hâlâ yürürlükteydi; toplumun İstanbul Sözleşmesinin feshedildiği palavrasıyla avutulma tuzağına düştüğü ortaya çıkmayacak mıydı?
Yeni Anayasa, Millete mi dayanacaktı, yoksa AB dayatması mıydı?
Tam üyelik tarihi Ankara’da havai fişeklerle kutlanan AB uğruna ülkemizde zina suç olmaktan çıkartılmış, domuz eti kasaplık hayvan yapılmıştı. Bütün ahlâksızlıklar legalleştirilmeye başlanmıştı. Uyum yasaları adı altında, kanunlarda yapılan değişiklikler sonucu manevi ve toplumsal tahribat hızlanmıştı.
Ailevi ve ahlâki değerlerimizi hedef alan ateizm ve LGBTİ dernekleri, son olarak Kâbe-i Muazzama’ya yaptıkları çirkin saldırıyla hadlerini iyice aşmıştı. Toplumu ifsat eden sapkınların legalleşmesi ise dernekler kanununda yapılan değişiklikle başlamıştı. 2908 Sayılı Dernekler Kanunu’nun 5’inci Maddesi’nde yer alan, “Kanunlara, milli egemenliğe, milli güvenliğe, kamu düzenine ve genel asayişe, kamu yararına, genel ahlâka ve genel sağlığın korunmasına aykırı faaliyette bulunmak” hükmünün 2004 yılında Erdoğan iktidarıyla değiştirilmesiyle ateizm ve LGBTİ gibi sapkınlıkların kurumsallaşmasının önü kanunen açılmıştı. Bu tarihten sonra birçok LGBTİ derneği resmiyet kazanmıştı. Böylelikle toplum yapısı, ahlâk kuralları ve manevi değerlere saldırı yasallaşmıştı. 1994 yılında kurulan ve faaliyetlerini illegal olarak devam ettiren Kaos GL isimli LGBTİ Derneği de 2005 yılında tüzel kişiliğini kazanan ilk sapkın dernek olacaktı.
Ahlâksızlık 2004’te legalleşmeye başlamıştı
Aile Temelinden Yıkılmaktaydı!
İstanbul Sözleşmesi’nin TBMM’de kabulü sonrası, uygulama amaçlı, 8 Mart 2012’de 6284 sayılı yasa çıkarılmıştı. 10 ilin bazı okullarında Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi (ETCEP) adıyla pilot uygulamalar başlamıştı.
Evet, Erdoğan iktidarı döneminde; otoyollar, tüneller, köprüler, TOKİ binaları, hava limanları, hastaneler, üniversiteler açılmış, sosyal yardımlaşma yaygınlaştırılmıştı. Elbette bunlar yararlı ve hayırlı adımlardı. Ancak bütün bunlar pansuman tedbirler sınıfındaydı. Yani bünyemizdeki sosyal ve ekonomik kanser urları iç organlarımızı sararken, bu tür pansuman yaklaşımlar sadece hastalığın deriye akseden sivilce çıbanlarını kapatıp geçici ama tehlikeli bir rahatlama sağlamaktaydı. Çünkü çoğunu Erbakan’ın açtığı ağır sanayi fabrikalarının hepsi kapatılmış, köylü tarım ve hayvancılıktan koparılıp, il ve ilçe merkezlerine taşınmış, yüksek faizli borç toplamı 1 trilyon doları aşmış, işsizlik ve fakirlik çok tehlikeli boyutlara ulaşmıştı. Evet bu iktidar döneminde, başörtü yasağının kaldırılması, Ayasofya’mızın açılması olumlu ve sorumlu davranışlardı. Ancak mesela Ayasofya’nın açılması; zinanın suç olmaktan çıkarılıp serbest bırakılmasına, ve yine türban yasağının kaldırılması; eşcinsellik ve lezbiyenliği meşrulaştıran ve kanuni koruma sağlayan İstanbul Sözleşmesi’ni imzalanmasına kefaret olacak ve uhrevi mes’uliyetten kurtaracak mıydı? Bu soruların cevabını, kendi kanaat ve kafanıza göre değil, Kur’an’a ve Resulüllah’a göre bulmaya çalışın, hele neler çıkacaktı?
Hakka Taraf Olmak Ve Batıldan Uzak Durmak İçin Kur’anın Emir Ve Yasaklarına Uymak
Bakara Suresi 42;
Hakkı bâtıl ile karıştırıp (gerçeği) örtmeyin ve (güç odaklarından korkarak veya menfaat umarak) Hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) Siz (gerçeği) biliyorsunuz. (İşinize gelmediği için üzerini örtüyorsunuz. Öyle ise bile bile Hakkı bâtıl ile karıştırıp yozlaştırmayın ve Hakkı saklayıp saptırmaya çalışmayın.)
Nisâ Suresi;
4:107
• (İslam davasını ve iktidar imkânlarını istismar ve suistimal ederek, aslında) Kendi nefislerine hıyanet edenleri de savunma. Çünkü Allah (C.C) daima hainlik yapan ve günahlara dalan kimseleri asla sevmez.
• 4:108
Onlar (hıyanet ve kötülüklerini) insanlardan (sakınıp) gizlerler de Allah’tan (utanıp) gizlemezler. (Ve O’nun kahrına uğrayacaklarını düşünmezler.) Oysa, (Rabbinizin) asla hoşnut olmayacağı sözden (ve sinsi projelerden ibaret hıyanet girişimlerini) ‘geceleri (ve gizlice) düzenleyip kurarlarken’, O (Allah) onlarla beraberdir. Allah (kullarının) bütün yaptıklarını (ilmiyle ve kudretiyle) kuşatıvermiştir.
Dava içiresine çökmüş kirli çete Allah’ın izniyle mağlup olacak
Dava içiresine çökmüş kirli çete Allah’ın izniyle mağlup olacak, ADİL DÜZEN KURULACAK!
Durduyan gibi münafıklar tarih boyunca hak davanın içerisinde hiç eksik olmamıştır. Lakin bu münafığı diğerlerinden ayıran en belirgin özelliği Ahir Zaman’ın üst rütbeli sayılı münafıklarından biri olmasıdır. Diğer bir başka özelliği ise Peygamber efendimizden sonra batıla karşı en hayırlı ve en bereketli bir mücadele veren Muhterem Erbakan hocamızla aynı döneme denk gelmesi ve sinsi bir düşman olmasıdır. Adil Düzensiz söylemleri, Milli Duruşa tam ters duruşu, Milli Görüşle alakası olmayan yaklaşımları nasıl bir Erbakan düşmanı olduğunu açıkça göstermekte idi…
ŞU İFADELER BİLE SAMİMİ BİR MİLLİ GÖRÜŞCÜYE TEKME, TOKAT GİBİ DAYAK!:
Merhum Erbakan Hocamız davamızın başından beri “Türkiye’de aslında iki parti var birisi Milli Görüş-Saadet, öbürü diğerleri” gerçeğini her vesileyle defalarca ifade etti. Bendeniz de 31 Mart ve 23 Haziran seçim çalışmaları sırasında bu gerçeği sık sık gündeme getirdim. Ancak Gen. Bşk. Yrd. Ö. Faruk Yazıcı seçim sırasında biz Büyükşehir Adaylarına Ankara’da verdiği konsept tanıtım eğitiminde “Yeni konsepte göre artık bu söylemi dile getirmeyeceğimizi, benim de bunu kullanmamam gerektiğini” ifade ettiler. Şimdi biz bu kongrede, yine Sn. Faruk Yazıcı’nın daha önce bir teşkilat toplantısında da dile getirdiği gibi bir “kitle partisi” olup diğer partilerden biri mi olacağız, yoksa milletimizin asli görüşü Milli Görüş Davası’nın partisi mi olacağız buna karar vereceğiz.
EY MİLLİ GÖRÜŞCÜLER UYANIN VE DANIŞIKLI DÖVÜŞ YAPIP DAVAYI BİTİRMEK İSTEYEN BU MÜNAFIKLARI TANIYIN!!!!!
• Maalesef şuanda Akp ile ittifakı desteleyen kirli çetenin destekçisi AGD VE MGV, Acaba Salih Turhan’ın hiç vicdanı sızlıyor mu ki?
• Bu güne kadar Adil Düzeni anlatmayan gençlerini Adil Düzen seminerleri ile eğitmeyen AGD acaba Akp de ne bulmuştu ki?
• Yıllardır zinanın haramlığını gençlere anlatan AGD acaba zinayı serbest yapan AKP de ne buldu?
• Yıllardır faizin haramlığını gençlere anlatan AGD acaba faizi coşturan AKP de ne buldu?
• Yıllardır D8’i sözde ve azda olsa anlatan AGD acaba Avrupa birlikçi Akp de ne buldu?
Ne kadar üzücü, ne kadar kahredici ki Dilipak gibi soytarılar bile batan akp gemisini terk ederken sadık ve samimi Milli Görüşçüleri bu gemiye bindirmeye çalışmak!
RABBİM NECDET GÖKÇINAR GİBİ TEŞKİLATIN İÇERİSİNDE Kİ ŞUURLU VE SAMİMİ AĞABEYLEİMİZİ EKSİK ETMESİN, BİZLERİ UYANDIRAN AHMET AKGÜL HOCAMIZDAN ALLAH RAZI OLSUN!
KONGREDE SADIK VE SAMİMİ MİLLİ GÖRÜŞCÜLER, DANIŞIKLI DÖVÜŞ YAPAN BU ŞEYTANLARIN HADDİNİ BİLDİRECEK! ALLAH’IN İZNİYLE!
Allah’ın Laneti Hak Davaya zarar verenlerin üstüne olsun!
Şükür, Milli Çözümcüyüz
Bunlar ([i]milli görüş çizgisi dışındaki adı farketmez her parti,kurum,kuruluş,lider,üye,ekip,cemaat[/i]); mâkam, menfaat, iktidar uğruna her değeri yozlaştırıp, her harama kılıf uydururlar. Her türlü sapkınlığı mübah görür, faiz mikrobunu çağın gerçeği, ekonominin olmazsa olmazı diye millete aşılarlar. Siyonizm’in gemisine biner üstünde namaz kılarlar.
Günümüzde, bu mümin, dava eri, mücahit görünümlü işbirlikçilerin sinelerinin röntgenini çekip [u]hiçbir korku, endişe duymadan; hiçbir yaranma, menfaat ummadan[/u] deşifre eden bir tek Milli Çözüm kalmıştır. [b]Milli Çözümcü olmanın tek bir saniyesine dahi binlerce kez elhamdülillah…[/b]
Bu Sistem Kökünden Kurutulmadıkça Kokuşmuş Yasalarla Yola Devam Ederiz
Başlık yeterli galiba, meramını anlatmak için..