Milli Görüş'ü Bitirme Planları
ve
ABDULLAH GÜL'Ü PARLATMA ÇABALARI
Prof. Dr. Mustafa Kamalak Bey’in SP Kongre Süreci ile İlgili Basın Açıklaması
“Ben, Erbakan Hoca’nın yakınında değil, en yakınında olan bir kişiydim. Birçok kez sabahlara kadar Erbakan Hocamızla beraber çalışarak sabah namazını Hocamızla beraber kılıp ayrıldığım çok olmuştur. Erbakan Hocamız vefat edince de Onun Genel Başkanlık yaptığı partiye 5 sene Genel Başkanlık yaptım. Şimdi, Partinin erimesine ve bilerek eritilmesine göz yumamam. 2016 yılında Genel Başkanlıktan, sadece partim zarar görmesin diye ayrıldım. Özellikle Oğuzhan (Asiltürk) Ağabeyle aramızda büyük ihtilaflar vardı. O zamanlarda özellikle partimizde iç çekişmeler yaşanmaktaydı. En başta gelen ihtilaf ise; Erbakan Hocamızın büyük kızı Zeynep’i partimizin Kadın Kolları Genel Başkanlığına getirmemle başladı. Oğuzhan Bey, Erbakan Hocamın ailesini partiden uzak tutmak istiyordu. Bu maksatla; 2016 yılında kongre kararı alındı. Bütün partili kardeşlerimizi Ankara’ya davet ettim. Temayül yoklaması yaptık. Dedik ki; Genel Başkanlıkta kimi görmek istiyorsunuz? Bunlar yazılı olarak alındı. Fakat bu yoklamalara Oğuzhan Ağabey el koydu ve sonuç açıklanmadı, yani çöpe atıldı. Ancak, içeriden aldığımız bilgiye göre o yoklamaya katılan arkadaşlarımızın %96’sının Mustafa Kamalak dedikleri ortaya çıkmıştır. (Yani açıkça hilekârlık ve sahtekârlık yapılmıştır.) Bu süreçten sonra birçok il başkanı bana: ‘Hocam sen adaylığını açıkla, gerisine karışma!’ söylemlerinde bulunmuşlardı. Ama partim zarar görmesin diye ben o talepleri o gün geri çevirdim. Bilirsiniz, İslam tarihinde çok önemli bir menkıbe vardır. Bir gün iki kadın kucaklarındaki bebeği ile Süleyman AS’a gelirler. Bir problem var, bu problemin çözülmesini isterler. İki kadın da ‘Bu çocuk benim!’ derler. Bunun üzerine Süleyman AS. çevresindekilere kılıcımı getirin emrini verir. Kılıç gelince, o kadınlara ‘çocuğun ikiye bölüneceğini ve her parçasının birisine verileceğini’ söyleyince, kadınlardan biri: ‘Ben vazgeçtim, tek bu çocuğu diğer kadına verin, çocuğa zarar gelmesin!’ diye feryat etmeye başlıyor. Süleyman AS. yanındakilere dönüp çocuğu feryat eden kadına verin emrini iletiyor. Çocuk da böylece gerçek annesini bulmuş oluyor. Biz de o süreçte davamız zarar görmesin diye görevden çekildik. Nihayetinde dünürler toplandı. Yüksek İstişare Kurulundaki birçok ağabeyler işte Yasin Ağabey, Temel Bey, Oğuzhan Ağabey -biliyorsunuz bunlar dünürler- içlerinden birini Genel Başkan olarak ilan ettiler. Halbuki Temel Bey’e teşkilatlardan bir tek oy çıkmamıştır. Ama Genel Başkanımız yapılmıştır. O tarihten bugüne ben partiden hep uzak tutulmaya çalışıldım. Gerçi tüzüğümüze göre ben Yüksek İstişare Kurulunun tabii üyesi sayılmaktaydım. Oğuzhan (Asiltürk) Ağabey döneminde 6 yıl içerisinde hiç YİK toplantısı yapılmadı. Temel Bey döneminde son 2 yıl içerisinde YİK muntazam toplanıyordu, ama gel gör ki parti yönetimi ile ilgili hiçbir icrai karar alınmadı, toplanıp dağılıyorlardı. Sonunda Kongreye gidildi. Genel İdare Kurulu üyelerinin isimlerini dahi bilmiyoruz. Temel Bey tarafından Başkanlık Divanı oluşturuldu. Bunlar YİK’e gelmedi, sorulmadı, tartışılmadı. Milletvekili listeleri hazırlandı, YİK’e danışılmadı. Altılı Masa oluşturuldu, YİK’e taşınmadı. Arkadaşlar biz ne işe yarıyoruz? size soralım.” (20 Temmuz 2024 – https//x.com) (Not: Bazı imlâ hatalarını ve cümle düşüklüklerini düzelterek aktarılmıştır.)
Tebrikler Sn. Kamalak, teşekkürler. Çok geç de kalınsa, yine de bu itiraflar bir iz’an ve vicdan tezahürüdür. On yıl kadar önce bir telefon görüşmemizde, Oğuzhan Asiltürk ve Temel Bey’le ilgili bazı uyarılarımıza şaşırmış ve hayretler içinde kalmıştınız. Şimdi bunların haklılığını bizzat yaşayarak kavramış olmanız ve cesaret edip ortaya koymanız, çok önemli ve değerli bir aşamadır. Artık Sn. Kamalak’tan, Milli Görüş’ü Abdullah Gül’ün güdümüne sokma tezgâhına da aynı duyarlılık ve tutarlılıkla karşı çıkmasını ummaktayız ve bu bizim hakkımızdır.
Aziz Hocamızın kameramanı Zihni Sadak Bey Elazığ’da, ziyaretimize gelip şunları aktarmıştı:
− Sakarya teşkilatımızdan gençliğinde Elâzığ Fırat Üniversitesinde okurken bizim sohbetlerle yetişmiş bir kardeşimiz arayıp Zihni Bey’e anlatmışlar…
Partimizin selameti açısından bazı konuları hatırlatmak üzere SP Genel Başkanı Temel Bey’i ve Mustafa Kamalak Bey’i ziyaret ettik ve şunları ilettik:
1- Mahmut Arıkan ve ekibi hemen her ay İstanbul’a gelip İngiliz Siyonistleri, İstanbul konsolosluk yetkilileri ve Chatham House ilgilileriyle buluşuyorlar. Bunu bilginiz ve haberiniz dahilinde mi yapıyorlar?
Yanıt: “Hayret, öyle mi yapıyorlar?” deyip geçiştiriyorlar… Böylece Milli Görüş’ün Abdullah Gül’e peşkeş çekilmesiyle ilgili, Milli Çözüm uyarılarının ne kadar haklı ve yararlı olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır.
Biliyorsunuz, bu Mahmut Arıkan, Temel Karamollaoğlu tarafından SP Genel Başkanı adayı yapılmıştı. Ancak Milli Çözüm’ün mert ve net uyarıları bu tezgâhı boşa çıkarmış ve kongreyi ertelemek zorunda kalmışlardı. Şimdi de Genel Başkan Vekilliğine atanmışlardı!? Zerre vicdanı ve dava duyarlılığı olanlar, artık uyansın ve mü’minlik tavırlarını takınsınlardı…
2- Milli Gazete yazarlarından Reşat Nuri Erol kendi özel internet sitesinde: “Filistin aslında Yahudilerindir, asıl işgalci Filistinlilerdir!..” gibi zırvaları yazıp kafaları karıştırıyorlar. Haberdar olmanızda yarar görüyoruz. “Yok canım olmaz…” falan denilince; telefonla Mustafa Kurdaş’a soruluyor: “Evet buna benzer görüşlerini biliyoruz. Ama başka yere kaymasın diye idare ediyoruz.” diyerek olayı doğruluyorlar. Ama yine de üzerine varmıyorlar.
3- Temel Bey’e ayrıca: “İl Başkanlarının ve önemli İlçe Başkanlarının birçoğu Millî Görüş gayesi ve gayreti taşımıyorlar, hatta partiyi bile anmıyorlar, toplantı yapmıyorlar. Gerekli tedbirlerin alınması için hatırlattık.” diyorlar.
Cevap: “Ohoo, Benim bildiğim yarıdan fazlası böyledir!” diyor ve umursamıyor. İyi de niye hâlâ düzeltmiyor ve değiştirmiyorsun? diye soranlar da suçlanıp dışlanıyorlar!..
4- “Bir talebimiz de; CHP sayesinde Milletvekili yapılanlar Genel Başkan adayı olmasınlar!” teklifi yapılıyor. (Yani bunları organize eden kendisi Genel Başkan adayı yapılsın demeye getiriliyor.)
(Not: Elazığ’dan sadık dava kardeşlerimiz Süleyman Akay ve Hüsamettin Gül de bu anlatılanlara şahit olmuşlardı.)
Bu konuda şunu da vurgulayalım. Bir siyasi parti yetkilisinin, farklı ülkelerin diplomatlarıyla elbette çeşitli maksatlar için görüşmeler yapması doğaldır. Bizim kafamızı karıştıran bu girişimlerin Milli Görüş camiasından ve halkımızdan gizli yapılmasıdır. O takdirde bazı sinsi ve gizli hesaplarınızın olup olmadığı sorgulanmaya başlanacaktır!
MHP Milletvekili Sert İddialarda Bulunmuş, Gökçeadalı Cihat Yaycı da Doğrulamıştı: Ahmet Davutoğlu’nun Kirli ve Gizli Sırları!? (Abdullah Gül’ün Başına Geçirileceği Yeni Parti Hazırlıklıları mı?)
Eski MHP Milletvekili Arzu Erdem; sosyal medya hesabında yaptığı açıklamada, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu hakkında çok önemli iddialarda bulunmuşlardı. Ahmet Davutoğlu, partisinin bazı Milletvekillerinin AKP’ye katılacağı yönündeki iddiaları sert bir dille yalanlamış, “Gelecek Partisi’nin Türkiye’deki siyasi denklemi değiştirecek önemli partilerden biri olduğunu” savunarak, “İstersek siyasi denklemi bir hamlede değiştirebiliriz!” şeklinde konuşmuşlardı. Yoksa AKP’den kopacak Milletvekillerini DEVA, Gelecek ve Saadet’in katılacağı ve başına Abdullah Gül’ün oturtulacağı yeni oluşumu mu hatırlatmışlardı?
Davutoğlu’nun bu ifadelerinin ardından 27. Dönem MHP Milletvekili Arzu Erdem, sosyal medya hesabından çarpıcı iddialarda bulunmuşlardı. Ahmet Davutoğlu’na tepki gösteren Erdem, “Gökçeada’da kıymetli dostun Bartholomeos ile geçirdiğin dört gün, bir tesadüf mü sayılmalıydı? ABD İstanbul Başkonsolosu’nun aynı günlerde Gökçeada’da olması da sadece bir rastlantı mıydı?” şeklindeki soruları Davutoğlu’nca hâlâ yanıtlanmamıştı.
Arzu Erdem sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda şunları aktarmıştı:
“Aziz Türk Milleti,
Ahmet Davutoğlu’nun “İstediğimiz an siyasi denklemi tek bir hamlede değiştirebiliriz!” sözlerini hepimiz duyduk; Merak ettiğim şudur;
* Bu sözlerin ardında neler yatıyordu?
* Gökçeada’da kıymetli dostun Bartholomeos ile geçirdiğin ve geçireceğin dört gün, bir tesadüf müydü?
* ABD İstanbul Başkonsolos’unun aynı günlerde Gökçeada’da olması bir rastlantı mıydı?
* Yunan Büyükelçisinin sizin olduğunuz tarihlerde Gökçeada’ya gelecek olması yine tesadüf müydü?
* Peki, Bartholomeos’un abisinin evinde yaptığınız görüşmede hangi kararlara vardınız?
Son olarak İngiltere’de eğitim gören çocuğunuza Bartholomeos referans oldu mu?
* Bu soruların cevabını bu millet hak ediyor ve merak ediyor.
Siyasal İslamcı görüntüsünde olup Pontusçu, Pensilvanya’cı dostlarına güvenenler bir gün tarihin derin sularında, mavi vatanda kaybolacaktır. Unutulmamalı Türk milleti her daim vatanına sahip çıkacaktır, ata mirasını yaşatıp geleceğe taşıyacaktır. Siz şimdi gidin, 40. evlilik yıl dönümünüzü Pontusçu dostlarınızla bir Yunan meyhanesinde kutlayın. Bizler de, bu vatanın gerçek sahipleri olarak dimdik ayaktayız…!”[1] diyen MHP Milletvekili Arzu Erdem’e hatırlatmak lazımdı: Diğer İstismarcı İslamcı AKP iktidarının tüm ekonomik, sosyal ve siyasal tahribatlarına suç ortağı olarak sizi nasıl bir akıbet beklediğinin farkında mısınız?
Gökçeadalı Cihat Yaycı da bunları doğrulamıştı:
Emekli Tümamiral Cihat Yaycı ise Erdem’in sözlerini destekleyip doğrulamıştı. Odatv’ye açıklamalarda bulunan Yaycı “Gökçeada’dayım. Burada çok karanlık işler dönüyor. Rezalet ki ne rezalet. Patrik, ABD İstanbul Başkonsolosu hepsi burada. Yunan Büyükelçi de salı günü gelecekmiş…” ifadelerini kullanmıştı.
Malum M. Ali Birand’ın 32. Gün elemanlarından, Başbakan iken Abdullah Gül’ün Başdanışmanlarından ve AB İletişim Grubu Başkanlarından Ahmet Sever’in yazdığı… Abdullah Gül’ün gözetim ve denetimi altında yayımladığı “Abdullah Gül ile 12 Yıl” kitabından aynen alıntıladığımız aşağıdaki gerçekler, bu şahsın karakter röntgenini yansıtmaktadır.[2]
“Abdullah Gül ile 1991 yılında Fransa’nın Strasbourg şehrinde tanıştım. Refah Partisi’nden yeni Milletvekili seçilmişti ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ndeki Türk parlamento heyetinde yer alıyordu. Ben de Milliyet gazetesinin muhabiri olarak toplantıları izliyordum. Zira, o dönemde Türkiye bu alanda ağır eleştirilere maruz kalıyordu ve Türk Milletvekilleri hangi partiye mensup olurlarsa olsunlar, safları sıklaştırıp ‘düşmana karşı’ topyekûn savunmaya geçiyorlardı.
Oysa Abdullah Gül, Türkiye hakkındaki karar tasarılarının içeriğine bakarak hareket ediyordu. Örneğin, ‘işkence uygulamalarına son verilmesi’ veya ‘Faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması’ çağrısı yapan bir tasarıya tüm Türk heyeti karşı oy verirken, o ayrı bir yol izliyor ve destek oyu kullanıyordu. Ayrıca o dönem kapatılan DEP’in yurtdışındaki Milletvekilleri Avrupa Konseyi’ne geldiklerinde, tüm Türk Milletvekilleri onlardan uzak dururken, o yanlarına gidip onlarla sohbet ediyordu.
Nitekim yıllar sonra 2003 yılı başında Avrupa Konseyi Asamblesinde Türk Başbakanı olarak yaptığı konuşmanın girişinde, ‘Burası bir insan hakları okulu. Ben de bu okuldan geçtim’ dediğinde bir alkış tufanı kopacaktı. Avrupalı parlamenterler kendi aralarından birinin Başbakan olmasının gururunu da yaşıyordu aynı zamanda.” (s. 15 – Giriş) Evet bu itiraflarla, Abdullah Gül, Siyonist güdümlü Haçlı AB mektebinin bir talebesi ve takipçisiydi!..
Sn. Gül’den: Artık siyasete dönmemekle ilgili kritik açıklama!
“Kütahya’da Valilik’te gerekli basın düzenlemesi yapıldı. Basının ilgisi çok büyüktü. İlk soru doğal olarak, Cumhurbaşkanının siyasi geleceğiyle ilgiliydi. O, herkesi şaşırtan ve hiç öngörülmeyen açıklamasını yaptı:
“Ben devletin bütün kademelerinde devletimize hizmet ettim ve büyük bir şerefle bu görevleri yerine getirdim. Bundan daha büyük bir gurur söz konusu olamaz. Bugünkü şartlar çerçevesinde benim gelecekle ilgili bir siyaset planımın olmadığını burada paylaşmak isterim.” (s. 164) Peki, şimdi tekrar parti başkanlığına ve siyasete niye soyunuyordu?
Vefa kongresinde vefasızlık mıydı, Allah’ın intikamı mıydı?
27 Ağustos’ta AKP olağanüstü toplandı ve Ahmet Davutoğlu oybirliğiyle Genel Başkan seçildi. Davutoğlu bir saati aşan konuşmasında: “Bu bir veda değil, vefa kongresi” dedi, ancak, Erdoğan’a övgüler düzerken kendisini, Başbakan olduğu dönemde Başdanışmanı yapan, Büyükelçi unvanı verdiren, siyasete sokan, Dışişleri Bakanı olmasında etkin rol oynayan Cumhurbaşkanı Gül’ün adını bir kez bile anmadı. Davutoğlu AKP’nin belde ve köy temsilcilerine kadar selamlamadık kimseyi bırakmadı, ama partinin kurucusu olarak her kademede, Başbakan, Dışişleri Bakanı ve nihayetinde Cumhurbaşkanı olarak hizmet etmiş ve her aşamada kilit rol oynamış Abdullah Gül’ü selamlamaktan imtina etti.
“Siyaset böyle bir şey miydi acaba? Vefa kongresinde vefasızlık mıydı siyaset?” (s. 179) diye soran Ahmet Sever’e hatırlatalım: Bu vefasızlık ve vasıfsızlığı, Abdullah Gül’ün Erbakan’a karşı fırsatçılığından ve fesatçılığından öğrenmişlerdi!
Abdullah Gül, Suriye’deki Ermenileri Türkiye’ye getirmek için gizli planlar kurgulamıştı!
“Osman Kavala ile bir gün İstanbul’da Cezayir Restoran’da sohbet ederken, ‘Ahmet, biliyorsun Suriye’deki Ermeniler zor durumda. Türkiye onlara kapılarını açsa her yönden çok iyi bir adım atılmış olmaz mı?’ diye bir fikir ortaya attı. Sayıları yaklaşık 50 bin civarında olan, daha çok Halep ve Şam’da yaşayan Ermenilerin çoğu zaten Türkiye kökenliydi. Bu fikir aklıma çok yattı. Ertesi sabah Tarabya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı ile bir toplantımız vardı. Dışişleri Başdanışmanları Ferden Çarıkçı ve Sadık Arslan da oradaydı. Bu öneriyi orada dile getirdim. Abdullah Gül, böyle bir hamlenin doğuracağı olumlu sonuçları anında gördü.
‘Böyle bir adım atmamız her yönüyle çok iyi olur. Üzerinde ciddiyetle çalışalım.’ dedi.
Birkaç gün sonra, Hrant Dink’in kardeşi Orhan Dink aradı ve benimle bir konu hakkında görüşmek istediklerini söyledi. Bir akşam yemeğinde buluştuk. Masada Orhan Dink’in yanı sıra Hrant Dink’in kızı Delal Dink ve Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş da vardı. Konu tahmin ettiğim gibi, Suriye’deki Ermenilerin durumuyla ilgiliydi.
Rober Koptaş, birkaç kez Suriye’ye gidip oradaki Ermenilerin durumunu yerinde görmüş, kendileriyle uzun görüşmeler yapmıştı:
‘Tam iki ateş arasında kalmış durumdalar. Güvenlik kaygıları çok ciddi boyutlarda. Gündelik yaşamları bir kâbusa dönüşmüş, Türkiye bu zor günlerinde onlara el uzatsa ve Türkiye’ye kabul etse…’
Ben de Cumhurbaşkanı’nın bu konu hakkında bilgi sahibi olduğunu ve bu fikre çok sıcak baktığını anlattım ve bir öneride bulundum:
‘Aslında Cumhurbaşkanı ile bir araya gelip bunları yüz yüze konuşmanız daha iyi olur.’ diyerek, kendilerine randevu verilmesi halinde çok mutlu olacaklarını söylediler.
Konuyu Cumhurbaşkanı Gül’e açtığımda, ‘Tamam, gelsinler, görüşelim’ dedi. Ertesi gün üçü Tarabya Köşkü’nde Abdullah Gül’ün karşısındaydı. Bu kadar çabuk randevu verilmesini hiç beklemiyorlardı. Görüşmede Cumhurbaşkanı’nın dış politika danışmanları da vardı. Rober Koptaş çok iyi bir hazırlık yapmıştı. Suriye izlenimlerine dair bir sunum yaptı. Yaptığı yorum ve analizler Gül’ü etkiledi. Gelmek isteyen Ermeni ailelerin Halep’ten Türkiye sınırına kadar güvenli bir şekilde geçişlerini sağlamak en önemli sorunlardan biriydi. Bir diğeri, onların İstanbul’a getirilmeleri, kendilerine oturma ve çalışma izni verilmesiydi.
Cumhurbaşkanı Gül kendilerine çok açık konuşmuşlardı:
‘Ben Suriye’deki Ermenilerin Türkiye’ye getirilmesi fikrine olumlu bakıyorum. Bu konuyla Ankara’ya döner dönmez çok yakından ilgileneceğim. Yalnız bu konuştuklarımız aramızda kalsın. Basına yansımasın. Çalışmalar gizlice yürütülsün.’ diye uyarmıştı. Onlar da bunun gizli tutulmasından yanaydılar. Çok memnun ve umutlu bir şekilde oradan ayrıldılar.
Gül, Ankara’ya döndükten sonra bu durumu sırasıyla MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile paylaştı. Bu proje onların da aklına yattı. Bu arada Başbakan Erdoğan da bilgilendirildi ve onayı alındı. Hakan Fidan, Suriye’deki Ermenilerin evlerinden alınarak Türkiye sınırına kadar güvenli bir şekilde getirilmesini sağlayabileceklerini, bu bakımdan herhangi bir sorun yaşanmayacağını belirtti. Bu en büyük sıkıntının aşılması anlamına geliyordu.
Tam bu noktada, İstanbul’daki Ermeni cemaatinin liderleriyle bir toplantı yapıp hem kendilerini bilgilendirmenin hem de desteklerini almanın önemi gündeme geldi. Zira, İstanbul’a gelecek Ermenilere onların da sahip çıkması gerekiyordu. Ancak, daha sonraki günlerde Suriye’den gelenlerin arkası birdenbire bıçak gibi kesildi. Bunun nedeni kısa bir araştırmadan sonra anlaşıldı.
Ermeni diasporası, Taşnak Partisi bundan haberdar olup devreye girmiş ve baskı kurarak Suriye’den Türkiye’ye gelmek isteyen Ermenileri Türkiye’ye gelmekten caydırmıştı:
‘Siz ne yapıyorsunuz? Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmek mi istiyorsunuz? Türkiye’nin sizi kullanmasına izin mi vereceksiniz? Bunu sakın yapmayın.’
Bu propaganda etkisini hemen göstermişti. Türkiye’ye gelmeye hazırlananlar vazgeçirilmişti. Türkiye’nin insani amaçlarla hem de gizli kalmasını istediği bu girişime karşı, oradaki Ermenilerin durumunu umursamayan son derece katı ve bağnaz bir anlayış söz konusuydu. Tüm bu iyi niyetli çabalardan sadece 30 Suriyeli Ermeni yararlanabildi. Oysa binlercesi bundan faydalanabilirdi. Maalesef olmadı. Cumhurbaşkanı da üzüntüsünü, ‘Yazık oldu’ diye ifade etti. (s. 131-134)
Abdullah Gül; Haçlı AB’ye katılmayı Türkiye’nin altın çağı saymaktaydı!
“AB ile üyelik müzakerelerini başlatmak, Dışişleri Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığını üstlenen Abdullah Gül’ün birinci önceliğiydi. Bütün bürokrasiyi bu hedefe kilitlemişti.
Türkiye yoğun bir reform sürecine girmişti. Anayasa ve yasaların AB standartlarıyla uyumlu hale getirilmesi için TBMM makine gibi çalışıyordu. Özellikle 2003-2005 yılları arasında ardı ardına 5 uyum paketi kabul ediliyor, Türkiye’de özgürlük rüzgârları estiriliyordu. İşkence ile mücadeleden düşünce özgürlüğüne, gayrimüslim cemaat vakıflarının mal edinme haklarından gösteri ve yürüyüş haklarına, asker-sivil ilişkilerine kadar her alanda baş döndürücü bir değişim yaşanıyordu.
Yasalar değişiyor, ancak bu kez uygulamada sorunlar çıkıyordu. Abdullah Gül bu sorunu aşmak için, bir Reform İzleme Grubu kuruyor, uygulamadaki sorunlar burada tek tek ele alınıyor ve hemen müdahale ediliyordu. Zira Reform İzleme Grubu’nda, Gül’ün yanı sıra Adalet Bakanı Cemil Çiçek ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu da yer alıyordu. Sorun hangi Bakanlığın ilgi alanına giriyorsa, o Bakan müdahale ediyor ve meseleyi çözüyordu.” (s. 61) Yani; şimdi SP’nin de katılacağı, Gelecek ve Deva partilerini birleştirip başına taşıyacakları Sn. Abdullah Gül, Sn. Erdoğan’dan daha koyu bir Haçlı AB sevdalısıydı!..
Savaş rüzgârları ve ABD adına Saddam’ı tehdit kahramanlığı!
“Ekonomi, Kıbrıs sorunu ve AB süreci bir yana, o süreçte kapıda bekleyen en büyük kriz, Irak Savaşı ve 1 Mart Tezkeresi’ydi. Başbakan Gül’ün mesaisinin büyük kısmını bu dosya işgal ediyordu. Irak’ta dünya barışını tehdit eden kimyasal ve biyolojik silahlar bulunduğunu iddia eden ABD, Irak’a askeri müdahalede kararlıydı ve kuzeyden kara harekâtı için Türkiye topraklarından geçiş izni ve lojistik destek istiyordu.
Savaşı önlemenin tek yolu, Irak’ın BM denetimcilerine kapılarını açması ve iş birliği yapmasıydı. Ancak, Saddam Hüseyin buna kesinlikle yanaşmıyordu.
Başbakan Gül, bir yandan Saddam Hüseyin’i iş birliği yapmaya ikna etmek için yoğun bir diplomasi atağı başlatırken, diğer taraftan da ülke içinde son derece geniş bir istişare mekanizması kurdu.
İstisnasız herkesle görüşüyordu. TBMM’de temsil edilen ve edilmeyen tüm parti liderleriyle, sivil toplum örgütleriyle, akademisyenlerle bir araya geliyor, görüşlerini alıyordu. Son seçimlerde %1’in üzerinde oy almış Bülent Ecevit ve Muhsin Yazıcıoğlu gibi parti liderleriyle dahi bir araya geldi. (Ya Erbakan’la niye hiç görüşmeye cesaret edememişti?)
ABD yönetimi, Amerikan askerlerinin Türkiye’den geçişine izin verecek tezkerenin Meclis’ten bir an önce geçmesi için baskısını artırıyordu. Bu arada ABD’li yetkililere tezkerenin geçmesi halinde atılacak adımlarla ilgili hazırlık yapmak üzere Güneydoğu’da inceleme ve araştırma izni verilmişti.
“Gül ise savaşı önlemek” rolüyle Saddam’ı ABD’ye ve Siyonizm’e teslime mecbur etmek peşindeydi. Bir yandan Irak’a komşu ülkeler turuna başladı. Diğer yandan da Saddam Hüseyin’e hitaben kaleme aldığı bir mektubu elden iletmek üzere Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen’i Bağdat’a gönderme kararı aldı.” (s. 38) Şimdi soruyoruz: Sn. Gül, Türkiye’nin Başbakanı mı, Siyonist ABD’nin aracı diplomatı mıydı?
Başbakan Abdullah Gül’ün Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’e yazdığı mektup, Mart 2003
Sayın Cumhurbaşkanı,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinin ve Türkiye halkının, Irak’a her zaman köklü dostluk, kardeşlik, akrabalık ve iyi komşuluk hisleriyle bağlı kalmış olduğunu biliyorsunuz.
Türkiye’nin Irak halkından ve Irak’ın birlik ve bütünlüğünden yana bu tutumunu en zor koşullarda dahi ve gerek ikili düzeyde gerek çok taraflı uluslararası forumlarda sürdürmeye içten gayret sarf etmiş olduğunu takdir edersiniz. Bu gayretler bazen olumlu sonuçlar vermişse de, realiteler karşısında bunların sonuçsuz kaldığı da olmuştur ve olmaktadır.
Irak ile ilgili benzer duygu ve tutumların birçok bölge halkı tarafından da benimsendiğine inanıyorum. Bu çerçevede bazı önemli hususları Ekselanslarının bilgisine sunma ihtiyacını kuvvetle hissediyorum. Bunu dostluğun bir gereği ve bir görev sayıyorum.
Irak’ta, emsali görülmemiş çapta kitlesel bir askeri çatışma ve yıkım ihtimali son derece ciddi biçimde yakınlaşmış bulunmaktadır. Bu husus bütün dünya tarafından müşahede edilmektedir. Bu durum, halkımızda ve bölgemizde haklı ancak çaresiz bir üzüntü ve endişe yaratmaktadır.
Böyle bir askeri çatışmanın sonuca varacağı ve Irak halkının ve bölgemizin bugününü, geleceğini en olumsuz biçimde etkileyeceğinden ne yazık ki kimse kuşku duymamaktadır.
Bölge tarihine ve tarih bilincine sık sık atıfta bulunan bir devlet adamı olarak, kadim ve yakın geçmişte, ortak coğrafyamızın diğer tarafların yarattığı yıkımlardan, ne kadar derin ve kalıcı biçimde etkilenmiş olduğunu biliyorsunuz.
Bugün de karşı karşıya bulunulan vahim durumun önüne geçmek için başta Irak olmak üzere bütün tarafların yükümlülüklerini ve sorumluluklarını yerine getirmesi elzemdir.
Nitekim, Irak Hükümeti’nin 1441 sayılı Güvenlik Konseyi kararının uygulanmasında Birleşmiş Milletler ile sürdürdüğü iş birliği uluslararası toplum tarafından memnuniyetle karşılanmaktadır. Bu iş birliğinin kesintisiz, aksamadan ve en şeffaf biçimde sürdürülerek sonuçlanması Irak’ın dostlarının dileğidir.
Bu noktada UNMOVIC Başkanı Hans Blix ve IAEA Direktörü Baradai’nin 18-20 Ocak’ta Irak’a yapacakları ziyaretten tamamen ikna olmuş olarak dönmeleri hayati bir önem taşımaktadır. Adı geçenlerin, Irak’ın 1441 sayılı karar çerçevesinde yaptığı beyanların yeterliliği bakımından hiçbir tereddütlerinin kalmamış olmasının sağlanması elzemdir. Böyle bir sonuç, Irak halkı ve dostları için gurur kaynağı olacaktır. Yeni bir ufuk yaratacaktır. Aksine bir durumun ise en acı sonuçlara yol açması kaçınılmaz görülmektedir.
Bu faaliyetlerin aşama kat etmesi, Irak’ın diğer alanlardaki çabalarına da anlam kazandıracaktır. Örneğin, Irak’ın bazı komşuları ile olan sorunların çözümü için esasen atmakta olduğu adımlar daha da değer kazanacaktır. Irak Hükümetinin, Irak halkının uyumu ve huzuru için esasen tasarladığını duyduğumuz iyileştirmeler için ortam daha uygun olacaktır. Irak’ın uluslararası toplumdaki itibarlı ve güvenli yerini tekrar alması için, başta komşuları olmak üzere hepimizin katkısıyla yeni imkânlar ortaya çıkacaktır.
Yukarıdaki hususlarda görüşleriniz olur ise bunları öğrenmekten memnuniyet duyacağım.
Bölgeyi şiddet ve yıkımdan sakınmak ve barışçı bir çözüm aramak amacıyla bölge ülkeleri ile yapmakta olduğum bir dizi istişare henüz sonuçlanmamıştır. Görüşleriniz, yapmakta olduğum istişarelerin sonuçlarının değerlendirilmesine katkı teşkil edecektir.
Politik alan giderek daralmaktadır. Zaman; ön şartlar koşmak, kısa vadeli taktikler uygulamak ve retorik yapmak zamanı olmaktan artık kesinlikle çıkmıştır. Cesaret, açıklık ve ılımlılık mesajı veren jestlerin karşılık bulması için ise, süre kısa da olsa şartlar uygundur.
Yukarıdaki görüş ve duygularımın içtenliğine ve açıklığına inanmanızı rica eder, Irak halkına ve şahsınıza selamet ederim.
Abdullah Gül
27 Nisan 2007 Muhtırası ve perde arkası!
Ömer Çelik’in öğrendiği gelişmeden, Başbakan ve Bakanlar nasıl haberdar olamıyorlardı?
“Ankara en gergin ve en sıkıntılı günlerinden birini yaşıyordu. Nedeni, sancılı geçen Cumhurbaşkanlığı seçim süreciydi. 27 Nisan 2007 akşamı saat 23.00’e doğru Dışişleri konutunun telefonu çaldı. Arayan Adana Milletvekili Ömer Çelik’ti. Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ile acilen görüşmek istiyordu. Hemen bağladılar. Çelik, heyecanlı ve telaşlıydı:
‘Şimdi bir istihbarat aldım. Askerler hükümete karşı bir bildiri kaleme almışlar. Birazdan internet sitelerine koyacaklarmış.’
Gül hiç beklemeden Başbakan Recep T. Erdoğan’ı aradı ve bilgiyi paylaştıktan sonra, bildirinin yayımlanmasını engellemek gerektiğini söyledi. Erdoğan’a Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ı aramasını önerdi. Yaklaşık 10 dakika sonra Erdoğan geri döndü. Büyükanıt, Başbakan’ın telefonuna çıkmamıştı. Olacak iş değildi. Başbakan, Genelkurmay Başkanı’na ulaşamamıştı. Demek durum gerçekten ciddiydi. Gül, Başbakan’a bir öneride daha bulundu:
‘Siz bu gece evinizden çıkmayın. Ben arkadaşları toplayayım, sizinle yarın bir araya geliriz.’
Bu arada bildiri saat 23.20’de Genelkurmay sitesinde yayımlandı. Bu bir muhtıraydı. Doğrudan hükümeti hedef alan tehdit ve uyarı yüklü bir mesaj içeriyordu. Yakın tarihimizde darbeler, askeri müdahaleler sürecini çok iyi bilen Abdullah Gül, durumun vahametinin farkındaydı.” (s. 19) Burada asıl soru şuydu: AKP Hükümetine yönelik bir askeri tertibi Ömer Çelik biliyor da, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan nasıl haberdar olamıyorlardı?
Gül’e göre Türkiye’nin önünde üç büyük engel vardı:
“Abdullah Gül, Başbakanlığından başlayarak Dışişleri Bakanlığı ve nihayet Cumhurbaşkanlığı döneminde, üç sorunu Türkiye’nin büyümesinin ve güçlenmesinin önündeki en büyük engel olarak gördü:
Kürt, Ermeni ve Kıbrıs sorunu. (Not: Aslında bunların hiçbiri ‘sorun’ değildi. Bunları sorun gibi gösteren Siyonist ve Haçlı merkezlerdi. Yerli işbirlikçiler de onları takip ve taklit derdindeydi. A.A.)
Bu üç sorunda da inkârcı, kalıplaşmış ve kendinde hiç hata görmeyen, her yanlışı başkalarında arayan yaklaşımların hiçbir sonuç vermediğini, tam aksine bu tür yaklaşımların sorunu daha da kangrenleştirerek çözümü daha da zorlaştırdığını düşünüyordu. Türkiye’nin büyük bir tarihsel birikime, potansiyele ve dinamizme sahip, bölgesinde son derece önemli konumda bir ülke olduğuna, bu üç sorunun çözülmesi halinde önünün açılacağına inanıyordu.
Türkiye’nin bu engelleri bertaraf etmesiyle, birikimini, zamanını ve enerjisini ekonomi, eğitim, sağlık, bilim ve teknoloji gibi alanlarda yoğunlaştırabileceğine, AB demokrasisini tam anlamıyla benimsemiş Müslüman bir Türkiye’nin, ırkçılık, İslamofobi, terör, medeniyetler çatışması gibi küresel sorunların çözümüne de ciddi katkı sağlayacağına inancı tamdı. İşte bu anlayışla, 12 yıl boyunca üç sorunda da ezberlerin dışına çıkarak cesur çıkışlar yaptı.
Onun açısından birinci öncelik şüphesiz Kürt sorunuydu. Bu sorunu hep bir ‘vicdan meselesi’ olarak gördü. Gelişmiş, demokratik ve hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu ülkelerdeki standartların Türkiye’de yaşama geçirilmesiyle Kürt sorununun çözüme kavuşacağına içtenlikle inandı. Bu yöndeki çabalara da sürekli destek verdi, yol gösterdi.” (s. 73-74)
Abdullah Gül’deki bu ne İsrail hayranlığıydı?
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Türkiye’de buluşuyor, Cumhurbaşkanı Gül, kameraların önünde ikisinin elini birleştiriyordu. Daha çarpıcı olanı, Türkiye, Esad’lı Suriye ile Netanyahu’nun Başbakan olduğu İsrail arasında arabuluculuk yapıyordu. Bu süreçte, 17 Temmuz 2010 tarihinde Esad Türk basınına yaptığı açıklamada, “Türkiye’den daha başarılı bir arabulucu çıkmadı” diyordu. Benzer durum Balkanlar’da da geçerliydi.” (s. 155) İyi de bu Sn. Abdullah Gül’ün, şimdi 9 aydır İsrail’in sürdürdüğü soykırımı durdurma çabasını bırakın, Kuduz Siyonistleri açıkça kınayan bir mesajına bile maalesef rastlanmamıştı!
Abdullah Gül sayesinde kimler hangi makamlara taşınmışlardı?
“Hikmet Çetin, NATO’nun Afganistan Özel Temsilcisi, Büyükelçi Hüseyin Diriöz NATO Genel Sekreter Yardımcısı oluyor, Kemal Derviş Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UNDYP’nin başına getirilirken, Büyükelçi Ahmet Üzümcü, Lahey’deki Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün (OPCW) Genel Direktörlüğü’ne atanıyordu. Üstelik Üzümcü, 2013 yılında Oslo’da başında bulunduğu kurum adına Nobel Barış Ödülü’nü alıyordu.
Bütün bunların altında Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı olduğu dönemde Abdullah Gül’ün büyük emeği ve çabası vardı. Bu başarıların gerçekleşmesi için, gerek yüz yüze, gerekse telefon ve mektupla yüzlerce girişimde bulunmuştu. CHP’li olmasına rağmen Kemal Derviş’in BM’deki önemli konuma getirilmesi için BM Genel Sekreteri Kofi Annan’la görüşmüş ve hükümetin Derviş’in adaylığını güçlü şekilde desteklediğini vurgulamıştı.
Orhan Pamuk, 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığında onu Türkiye’den ilk kutlayan Abdullah Gül olmuştu. O dönem Cumhurbaşkanı olan Ahmet Necdet Sezer bile, Pamuk’u aramamıştı.” (s. 158)
İşte bu yüksek marifet ve meziyetlerin(!) sahibi Sn. Abdullah Gül şimdi; iyice yıpranan R.T. Erdoğan’ın yerine, iktidara taşınmak üzere, maalesef Sn. Temel Karamollaoğlu tarafından geçen seçim süreçlerinde defalarca Cumhurbaşkanı adayı gösterilmeye çabalanmış, şimdi de SP’nin de içine katılıp eritileceği 3 partinin başına oturtulmaya çalışılmaktaydı. Milli Çözüm Dergisi’nin bu konudaki saptama ve uyarılarına, tebrik ve teşekkür etmek bir tarafa, hâlâ hakaretle yaklaşanlara soruyoruz:
İçinize Şeytan mı kaçmıştı, yoksa vicdan ayarlarınız mı laçkalaşmıştı?
Erbakan Hocamızın Son Uyarısı!
Aziz Hocamız: “Saadet, son imtihanı da kazananların Partisidir!..” buyurmuşlardı. Bu, hem bir müjde mesajı hem de bir uyarıydı. Hocamızın bu sözlerini: “Oh be, ben başka yere kaymadım, Saadet’te kaldım; öyleyse imtihanı kazandım…” diye anlayanlar yanılmaktaydı. Çünkü Hocamız bu uyarılarıyla: “Bizden sonra Milli Görüş’ün tek ve gerçek siyasi temsilcisi olan SP içerisinde; Genel Başkan seçimlerinde, alınan olumlu kararlara itaat etmede, farklı parti ve hiziplere gitmede, Partimizin tescilli hainlerin güdümüne verilmesinde… Ve SP’nin Milli Görüş = Adil Düzen = İslam Birliği hedeflerinin unutturuverilmesinde… Evet bunların hepsinde dik ve sağlam duranlar ve yozlaşmalara karşı çıkanlar, ancak imtihanı kazanacak ve onurlu başarıya ulaşacaktır!” hatırlatmasında bulunmuşlardı…
- 18 Ağustos 2024 / Odatv
- 30. Baskı – Doğan Kitap – Yaşadım, Gördüm, Yazdım.
Siyonist Şeytani merkezler, işbirlikçi hain çevreleri de kullanarak: “Erbakan zihniyetini dönüştürmek ve Adil Düzen hedeflerini dejenere etmek amacıyla,” hâlâ çok gizli ve kirli hesaplar tezgâhlamaktadır. İşte son zamanlarda sıkça gündeme taşınan: “Saadet, Gelecek ve Deva Partilerinin birleştirilip, hepsinin başına ABDULLAH GÜL’ü geçirme” hazırlıkları da bu şeytanlığın bir parçasıdır ve Milli Görüş’ün kökünü kurutma hesaplarıdır!.. Ve peşinen hatırlatalım ki, bu son derece sinsi ve Siyonist tezgâha, var gücüyle karşı durmayan ve kutlu davasına sahip çıkmayan Milli Görüşçüler maalesef imtihanı kaybetmiş olacaklardır ve günahları pek ağırdır. Zira Erbakan Hocamızın ifadesiyle: “Siyonist baltasının, yerli sapı olan Abdullah Gül’e razı olmak” İsrail’e katılmakla aynıdır. Çünkü Siyonist odaklar, 22 yıldır kullanılıp iyice yıpratılan AKP arabasının ve sömürü çarkının atlarını değiştirme ve Abdullah Gül makyajıyla yoluna devam etme kararı almışlardır. Ancak peşinen vurgulayalım ki, tek başına da kalsak, Allah’ın izniyle bu oyun bozulacaktır! Ve yine üzülerek hatırlatalım ki, insanların en ahmağı; şeytanların, Siyonist odakların ve münafıkların, artık Milli Görüş’ü dönüştürme ve dejenere etme gaye ve girişimlerinden vazgeçtiklerini sananlardır!?
SP YETKİLİLERİ BU KUŞKULARIMIZIGİDERMEK SORUMLULUĞUNDADIR!
Elâzığ’a giden SP Genel Başkan Vekili Mahmut Arıkan, konferans sonrasında kendisine yaklaşıp, ayaküstü: “Deva ve Gelecek Partileriyle Saadet’i birleştirme, başına da Abdullah Gül’ü geçirme planlarının doğruluk payı var mıdır?” diye soran kardeşimizi “Külliyen yalandır!” şeklinde yanıtlamıştı. Oysa:
1- Temel Karamollaoğlu, son birkaç yıl içerisinde, hem de tam beş kere “Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığına sıcak ve olumlu baktığı” yolunda açıklamalar yapmıştı.
2- Deva, Gelecek ve Saadet Partilerinin birleştirilip başına Abdullah Gül’ün getirileceği konusu, farklı medya organlarında gündeme taşınmış, ama bunlara yönelik SP yetkililerinden bir yalanlama yapılmamıştı.
3- Sn. Mahmut Arıkan’ın ve diğer Genel Başkan adaylarının ve Parti kurmaylarının, öyle bu konuyu soranların kulağına değil, tüm kamuoyuna ve açıkça: “Erbakan Hocamızın ‘İsrail baltasının yerli sapı…’ olarak tanımladığı bir şahsı Saadet Partimizin de katılıp kaybolacağı bir oluşumun başına geçirmek gibi bir gaflet ve hıyanete asla yanaşmayacağız!” gibi bir açıklama yapmaktan hâlâ sakınmaları bizlerin kuşkularını artırmaktadır.
4- Yahu!.. Bu Abdullah Gül’ün hatırı, Allah’ın rızasından, Hak davamızın onurundan ve iman sorumluluğumuzdan daha mı üstün tutulmaktadır?
Milli Çözüm Dergisi
Ömrümüzün yettiği kadarıyla söylüyorum. Niceleri aslında Erbakan Hocamızın adına düşmanlık kılıfıyla Onun ifade ettikleri gerçeklere ve Hakk’a çağrıya olan kinlerini kamufle etmeye geyret etmişlerdi. Ancak Cenabı Hak sonunda hepsinin boyasını dökmüş, foyasını ortaya çıkarmıştı. Son dönemde yaşanan süreçler ve söylemler de her alanda aynı gayretin devam ettiğini bize ispat etmişti. Ancak şunu unutmamak lazımdır ki Aziz Erbakan Hocamız bir rüzgar gibidir. İlerlemek isteyen Onun fikirlerine sırtını dayamalı ve Onun akıp gittiği yöne doğru hareket etmelidir. Ama Onun aksi yönünde hareketle bir şey yapmaya kalkanlar, güya o rüzgarı dindirmeye çalışanlar günün sonunda rezil olmaktan geri duramayacaklardır. Örneği çok… Denemesi de bedava… Bakalım, bu “yeni nesil!” ileride “ben söz almam, söz veririm” diyen ve söz verdiği ekip tarafından tuzluklarla salonlardan kovulan ayarsızlardan daha ileri geçebilecek mi göreceğiz.
Erbakan Hocamızın Son Uyarısı!
Aziz Hocamız: “Saadet, son imtihanı da kazananların Partisidir!..” buyurmuşlardı. Bu, hem bir müjde mesajı hem de bir uyarıydı. Hocamızın bu sözlerini: “Oh be, ben başka yere kaymadım, Saadet’te kaldım; öyleyse imtihanı kazandım…” diye anlayanlar yanılmaktaydı. Çünkü Hocamız bu uyarılarıyla: “Bizden sonra Milli Görüş’ün tek ve gerçek siyasi temsilcisi olan SP içerisinde; Genel Başkan seçimlerinde, alınan olumlu kararlara itaat etmede, farklı parti ve hiziplere gitmede, Partimizin tescilli hainlerin güdümüne verilmesinde… Ve SP’nin Milli Görüş = Adil Düzen = İslam Birliği hedeflerinin unutturuverilmesinde… Evet bunların hepsinde dik ve sağlam duranlar ve yozlaşmalara karşı çıkanlar, ancak imtihanı kazanacak ve onurlu başarıya ulaşacaktır!” hatırlatmasında bulunmuşlardı…
Milli Çözüm, söndürülmeye çalışılan Milli Görüş düşüncesinin – fikrinin közü; yetmez, Aziz Erbakan Hocamızın en samimi takipçisi – hayır dili ve keskin gözü, SP’nin unutturmaya çalıştığı ADİL DÜZEN projelerinin gerçek savunucusu sahibi ve çağımızın kurtuluş reçetelerinin özü olduğu hakikatini bu makaleyle bir kere daha tescillemiştir ispat etmiştir. İYİKİ VARSIN MİLLİ ÇÖZÜM. İYİKİ VARSINIZ AHMET AKGÜL HOCAM.
MİLLİ ÇÖZÜM; ENBİYA SURESİ 18. AYETİ KERİMESİNDE BELİRTİLEN ; HER TÜRLÜ BATIL’IN VE İŞBİRLİKÇİ KİRALIK BAHTSIZLARIN , BEYNİNİ VE ŞEYTANİ DÜŞÜNCE SİSTEMİNİ PATLATACAK OLAN HAKKIN GÜRZÜ GERÇEĞİ BU KONGREYİ ABDULLAH GÜL VE AVANELERİNE TESLİM ETTİRMEMEK İÇİN GÖSTERDİĞİ GAYRET VE ÇABA İLE TESCİLLENMİŞTİR.
ENBİYA SURESİ 18. AYET
Hayır, aksine; doğrusu Biz Hakkı Bâtılın tepesine fırlatırız, O da onun beynini parçalayarak mahvedip bitirir. (Ardından) Bir de bakarsın ki, o (bâtıl ve barbar rejimler, zalimler ve işbirlikçiler yıkılıp) yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı; “sözünde durmaz, süper güçlerle başa çıkamaz” gibi zanlardan ve) nitelendirdiğiniz yakışıksız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size! [Not: Beyni parçalanan ve fikriyatı boşa çıkarılan bâtıl ve barbar sistemin, geri kalan görkemli gövdesinin çökmesi ve çözülmesi artık kolay ve kaçınılmaz olacaktır.]
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki: TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
(Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN)
(TRT Basın Toplantısı, Yazarlar soruyor – Nisan 1980)
Merhum Erbakan Hocamızın mücadelesinin, fikir düşünce ve ideallerinin en sıkı takipçisi olarak Milli Çözüm Dergisi Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya düşüncesinin yol göstericisi olmakla birlikte; Siyonizmin Erbakan’ın üzerine beton dökme hedefinin önündeki en büyük hatta tek engel olmaktadır. Milletimizin ve özellikle Milli Görüş camiamızın kıymetli mensuplarının ülkemizin İsrail’e vilayet olmaması ve imtihanı kazanmak isteyen SP li lerin Üstad Ahmet Akgül Hocamıza kulak vermesinin zamanı gelmedimi?
SOLAN GÜL!
Solmuş gülü koklayanlar !
Kötü koku alacaklar!
Yalan düzüp uyduranlar!
Hezimete uğrayacaklar…
Bu davanın temeli sağlam!
Temelsiz de yol alacakdır!
Temel kimmiş anlayanlar!
Eninde sonunda kazanacaktır!
Bizler ne hainler gördük!
Hâlâ da görmekteyiz!
Saçma sapan planlarla !
Elbette ilerleyemeyiz!
Erbakan Hocam ne demişti!
Bunlar işbirlikçi değil miydi!
Onu başkan isteyenler!
Abd den beslenmekteydi!
Elbet bitecek bu zulümler!
Hainler netleşecekler…
Davaya çomak sokanlar!
Ebedi azabı hakedenler!
“Siyonist baltasının yerli sapı” açıklama yapmış ve her cümlesi ayrı bir hainlik barındırdığını görmemek mümkün mü? İşte açıklaması”Her şeyden önce Kürtlerin bu bölgede, Suriye, Irak, İran ve Türkiye’de büyük bir etnik grup olduğunu kabul etmeliyiz. Kürtlerin ülkelerinde eşit vatandaşlar olmaları gerektiğini düşünüyorum. Özgürlükten ve yasalarla güvence altına alınan tüm haklardan yararlanmalılar. Bazı ülkelerdeki çeşitli zorluklara rağmen, Suriye’deki bazı Kürt topluluklarının tarihte ötekileştirildiği ve birçoğunun kimlik kartının dahi olmadığı unutulmamalı.” Evet bu açıklaması ile Gül kendini siyonist patronlara sunma derdinde miydi? Özellikle Türkiyemizde hazırlıkları başlatılan 2. çözüm dönemine ben daha iyi figüran olurum seslenişlerimiydi? Bu seslenişlerden ve Saadet Partisinde oynan oyunlardan anlaşılıyor ki, siyonist tezgahın 3 partinin birleştiği çatı partinin genel başkan ismi “israil baltasının yerli sapı olan” Gül hedefleniyordu.
“Gül’e göre Türkiye’nin önünde üç büyük engel vardı:
“Abdullah Gül, Başbakanlığından başlayarak Dışişleri Bakanlığı ve nihayet Cumhurbaşkanlığı döneminde, üç sorunu Türkiye’nin büyümesinin ve güçlenmesinin önündeki en büyük engel olarak gördü:
Kürt, Ermeni ve Kıbrıs sorunu. (Not: Aslında bunların hiçbiri ‘sorun’ değildi. Bunları sorun gibi gösteren Siyonist ve Haçlı merkezlerdi. Yerli işbirlikçiler de onları takip ve taklit derdindeydi. A.A.)” https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/milli-gorusu-bitirme-planlari-ve-abdullah-gulu-parlatma-cabalari-4/ işte bu sebeplerden dolayı yıpranmış ve yorulmuş Erdoğan’ın yerine Gül hazırlanmakta idi. Artık Sevr’in bir üst seviyesine geçilme vakti gelmişti, bunun içinde bu süreci en iyi yürütebilecek aday olarakda, tek derdi ülkemizin önündeki en büyük engel olarak “Kürt, Ermeni ve Kıbrıs sorunu” olarak gören bir kişiyi başkanlık koltuğunu oturtmak istemekte idiler. Ama karşılarında Milli Çözüm yani Ahmet Akgül vardı ve Hocası gibi tek kişilik ordu olarak tüm zalimlerin ve işbirlikçilerinin karşında durmakta, bütün oyunları alt üst etmekte ve aynı zaman kaçınılmaz sonlarını hazırlamaktaydı.
Çaresi yok gebereceksiniz ve sonunuz Erbakan projelerinin tek uygulayıcısı Milli Çözüm eliyle olacaktı.
DENİZ FENERİ
Aziz Erbakan Hocamızın yolundan gitmek isteyen Milli Görüşcüler için; Abd-İsrail Baltasına sap olmuş Abdullah Gül gibilerden hayır gelmeyeceği gayet açıktı. Bu tür meselelerde her daim Milli Görüşçüleri uyarıp Deniz Feneri misali onlara yol gösteren Millî Çözüm e bir kez daha Teşekkür ü borç biliyoruz…
Sen Erbakan’sız Parti’yi, yüzde bire indirdin
Bu kutlu NUH gemisine, ne hainler bindirdin
Abdullah Gül gibisini, söyle nasıl sindirdin?..
Her amelin kaydedilir, kalemsiz ve sayfasız…
Abdullah Gül dediğiniz, şikaka4 bir nisaptır5
“O İsrail baltasına, hem İslamcı bir saptır!..”
Bu Erbakan’ın sözleri, sağlam tanım hesaptır
Gemi menzile varır mı, has kaptansız tayfasız…
4- Şikak: Ayrışma, parçalanma.
5- Nisap: Ölçü, derece, gösterge.
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/kimin-baskan-adayi-abdullah-gul-olursa-siir-3/
1 Ekim 2010’da Karun Numan partiden istifa etmişti.
Daha evvel Erdoğanların-Güllerin yaptığını, Karun da yapmıştı.
Yapılan olağanüstü kongrede Erbakan Hocamız yeniden Genel Başkan seçilmişti. Ve şöyle konuşmuştu:
“Son günlerde yaşadığımız olaylar Allah’ın bir lütfudur, birilerini kolundan tutup çıkartmak veballi bir olaydır. Biz kimseye karışmadan herkes kendi yerini almıştır.”
Başka ne demişti Hocamız? “Allah’a sonsuz şükürler ediyorum. Kendi partimize kavuştuk. Elhamdülillah.”
Milli Görüş davasının gerçek dertlisi olan Ahmet Akgül Hocamız; günümüz şartlarına uygun hazırladığı Meal-i Kerim’iyle, yazdığı 100’ü aşkın kitabıyla (ki bu yayınlardan, Milli Görüş teşkilatlarındaki eğitimlerde ders konusu olarak faydalanılmıştır), 2004 yılından beri çıkarılan Milli Çözüm Dergisi makaleleriyle, sohbetleriyle, video konferanslarıyla vs. her yolu kullanarak, Araştırmacı-Yazar ve bir Düşünür olarak Adil bir Düzenin kurulması için ömrünü harcamıştır.
Aynı zamanda Milli Görüş içindeki zahit görünümlü dünya rağbetlilerinin de münafıklıklarını ortaya çıkararak teşkilat mensuplarının da uyanmalarını ve aynı delikten tekrar tekrar ısırılmayarak mü’min vasıflı hakiki cihad ehli olmalarını ümit etmiştir.
Milli Görüş’ün tek siyasi adresi olan Saadet Partisi’nde; Erbakan Hocamızın “İsrail baltasının yerli sapı” olarak tanımladığı Abdullah Gül’ü, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “Çatı Aday” yapabilmek için çırpınıp duran bir temel Karamollaoğlu Genel Başkanlık yapıyordu. Ve Milli Görüşçülerden çıt çıkmıyordu. Daha önce de Saadet Partisi’ni AKP’ye kuyruk yapmak isteyen kişiye karşı da aynı sessizlik olmuştu. Neyse ki ömrü vefa etmemişti bu kişinin.
“İşte bu Abdullah Gül şimdi; iyice yıpranan R. T. Erdoğan’ın yerine, iktidara taşınmak üzere, maalesef Sn. Temel Karamollaoğlu tarafından geçen seçim süreçlerinde defalarca Cumhurbaşkanı adayı gösterilmeye çabalanmış, şimdi de SP’nin de içine katılıp eritileceği 3 partinin başına oturtulmaya çalışılmaktaydı. Milli Çözüm Dergisi’nin bu konudaki saptama ve uyarılarına, tebrik ve teşekkür etmek bir tarafa, hâlâ hakaretle yaklaşanlara soruyoruz:
İçinize Şeytan mı kaçmıştı, yoksa vicdan ayarlarınız mı laçkalaşmıştı?
Erbakan Hocamızın Son Uyarısı!
Aziz Hocamız: “Saadet, son imtihanı da kazananların Partisidir!..” buyurmuşlardı. Bu, hem bir müjde mesajı hem de bir uyarıydı. Hocamızın bu sözlerini: “Oh be, ben başka yere kaymadım, Saadet’te kaldım; öyleyse imtihanı kazandım…” diye anlayanlar yanılmaktaydı. Çünkü Hocamız bu uyarılarıyla: “Bizden sonra Milli Görüş’ün tek ve gerçek siyasi temsilcisi olan SP içerisinde; Genel Başkan seçimlerinde, alınan olumlu kararlara itaat etmede, farklı parti ve hiziplere gitmede, Partimizin tescilli hainlerin güdümüne verilmesinde… Ve SP’nin Milli Görüş = Adil Düzen = İslam Birliği hedeflerinin unutturuverilmesinde… Evet bunların hepsinde dik ve sağlam duranlar ve yozlaşmalara karşı çıkanlar, ancak imtihanı kazanacak ve onurlu başarıya ulaşacaktır!” hatırlatmasında bulunmuşlardı…”
Milli Görüş’e tuzak kurmaya kalkışanlara uymayın, Erbakan Hocamızın üzerine beton dökenlerden olmayın!
“… Doğrusu Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” Enfâl: 30
“Ki onlar (müjdelenmiş mü’min kullar, her konuda yazılan ve konuşulan) sözü (dikkatle) dinleyip duyarlar, (ama bunlardan Kur’an’a ve vicdana en yakın bulduklarına ve) en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.” Zümer: 18
http://www.millicozum.com ‘u takip edin…
Erbakan Hocamızı ve Milli Görüş davasını bitirmek ve üzerine beton dökmek için gayret edenler iflah olmayacaklardır. Çünkü Milli Çözüm ün bu gayret ve çabaları inşallah sonuç verecektir. Adil Düzen Projeleri sayesinde insanlık huzura kavuşacak hainlerde hak ettiklerini bulacaktır.
Saadet partisimizin genel kongresinde Milli Görüşçü olmanın ağır bir sorumluluğuyla çok ciddi uyarılarda bulunan, Üstad Ahmet Akgül Hocamız ve Milli Çözüm , inşallah dikkate alınır. Ey Millî Görüşcü dostlar! Bu gerçeklere duyarsız kalmanın vebalini almayalım.
Bu büyük bir sorumluluk tur. Ümmetin, mazlumların ve tüm insanlığın beklediği kurtuluş proje ve programların gecikmesine vesile olmayalım.
Zalimler istemese de, Biz kesinlikle İnanıyoruz ki Allah davasını zafere kavuşturacaktır. Biz imtihanı ve O nun rızasını kazanmak için gayret edelim.
Her kim Allah’ın ona (Hakka davet ve istikamet yolundaki sebat ve sadakat ehli kuluna) ne dünyada ne de ahirette asla yardım etmeyeceğini (başarıya eriştirmeyeceğini, zafer ve galibiyet vermeyeceğini) sanıyor (ve savunuyorsa, kesinlikle aldanıyor ve şeytani karakterinden böyle söylüyor.) Hele göğe (darağacı gibi) bir araç uzatsın (ve ipi boynuna taksın), sonra (ayaklarını yerden) kesiversin de baksın (bakalım, ruhundaki nifaktan dolayı) kurduğu tuzak içindeki öfkesini giderebilecek mi? (Halbuki hainler ve kâfirler çatlasa da, Allah elçilerini muvaffak, dinini ise hükümran kılıverecektir.)(Hac 15)
Amenna ve sadakna.
Mücadele 14
Allah’ın kendilerine karşı gazaplandığı bir kavmi (Siyonist Yahudileri, işbirlikçilerini ve zalim müşrikleri) veli (dost ve müttefik) edinenleri görmüyor (ve hâlâ anlamıyor) musun(uz)? Onlar ne sizden, ne de onlardandırlar. (Bunlar ortada kalmış hain ve gafil takımıdırlar.) Kendileri de (açıkça bu gerçeği) bildikleri halde, (Hakk ve hayır niyetli olduklarına) yalan üzere yemin edip durmaktadırlar (ve bunlar mü’minleri aldatıp oyalamaya çalışmaktadırlar).
https://www.mealikerim.com/58/mucadele/14
Mücadele 19
(İşleri güçleri yalan olan ve bâtıla daldıkları halde kendi kendilerini hayırlı bir şey üzerinde sanan kimseleri) Onları şeytan kuşatmış (etkisi altına alıp ruhlarını kapsamış) ve kendilerine Allah’ı hatırlamayı (O’nun emir ve yasaklarına göre yaşamayı ve zikrullahı) unutturmuş (durumdadır). İşte (haramlara ve hayırsız yollara düşen) bunlar Hizbüşşeytan’dır. Ve Şeytan’ın partisi (tarafgirleri, ekibi, takipçileri) mutlaka hüsrana uğrayacaklardır.
Mücadele 16
Onlar (“Biz İslam’a hizmet için Yahudi ve Hristiyanları oyalamaktayız,” diyerek) yeminlerini bir siper edinip (dindarlıklarının arkasına saklanarak), böylece (mü’minleri) Allah’ın yolundan alıkoyup (Hakk’tan saptırmaya çalışmaktadırlar). Artık onlar için alçaltıcı bir azap vardır.
Mücadele 18
Allah’ın onların hepsini dirilteceği gün; sizlere (yalan yere) yemin ettikleri gibi O’na (Allah’a) da yemin etmeye (ve hâşâ aldatıvermeye) kalkışacaklar ve kendilerinin (haklı ve akılcı) bir şey üzerine olduklarını (ve numaralarının tutacağını) sanacaklardır. Dikkat edin; gerçekten (bu münafıklar var ya) asıl yalancı onlardır.
Mücadele 20
(Unutmayınız ki) Allah, “muhakkak Ben ve Elçilerim galip geleceğiz” diye yazmış (ve kararlaştırmış)tır. (Allah’ın partisi ve Kur’an’ın takipçisi olanlar mutlaka kazanacak ve başarıya ulaşacaklardır.) Gerçekten Allah, en büyük Kuvvet sahibidir, Güçlü ve Üstün olandır.
https://www.mealikerim.com/58/mucadele/20
Mücadele 21
(Unutmayınız ki) Allah, “muhakkak Ben ve Elçilerim galip geleceğiz” diye yazmış (ve kararlaştırmış)tır. (Allah’ın partisi ve Kur’an’ın takipçisi olanlar mutlaka kazanacak ve başarıya ulaşacaklardır.) Gerçekten Allah, en büyük Kuvvet sahibidir, Güçlü ve Üstün olandır.
https://www.mealikerim.com/58/mucadele/21
Mücadele 22
Allah’a ve ahiret gününe (gerçekten) iman eden hiçbir kavmi (kesimi ve kişileri); Allah’a ve Resulüne başkaldıran, (Ayet ve Hadislere ve bilimsel gerçeklere dayalı İslam düzenine ve Müslüman ülkelere düşman olup savaş açan) kimselerle destekleyici bir sevgi (ve işbirliği) içinde asla bulamazsın; velev ki, bu (zalim ve hain çevreler), isterse kendi babaları (olsun), ister çocukları (olsun), ister kardeşleri (veya tarikat-cemaat ihvanı olsun), isterse aşiretleri (partileri, müttefikleri) olsun, (yine de şuurlu mü’minler asla dini yozlaştıran işbirlikçi takımının başarısını arzulamaz, destek çıkmaz ve onlara saygı duymazlar. Çünkü, ülkede faizi, fuhşu, içki ve uyuşturucuyu, kumarı ve şans oyunlarını yürütenlere, Siyonist Yahudi ve Hristiyan merkezlerin güdümüne girenlere “meveddet”=benimseyip desteklemek ve sevgi göstermek imana ve insanlığa aykırıdır); işte bunlar (sadık ve sağlam Müslümanlar), öyle(sine samimi ve nasipli) kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazıp (yerleştirmiş) ve onları Kendinden (İlahi izzet ve inayetinden) bir ruh (ve şuur) ile desteklemiştir. (Ahirette de) Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak ve orada süresiz kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte bunlar, (Kur’an nizamına karşı çıkanlarla kalbi alâkalarını koparanlar) Allah’ın hizbi (partisi, takipçisi, ekibi ve taraftarları)dır. Dikkat edin (kesinlikle bilin ve bekleyin) ki; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felaha ulaşacak (dünyada zafer ve devlete, ahirette ise cennet ve saadete kavuşacak)lardır.
Mücadele 20
Şu kesin bir gerçektir ki; (Hakkı ve hayrı tanıdıktan ve katıldıktan sonra, dünyalık hesaplarla) Allah’a ve Resulüne (muhalefet bayrağı açıp) karşı çıkarak (İslam davasına hıyanet edip ayrılanlar var ya) işte onlar mutlaka rezil ve zelil düşecek aşağılık kimseler arasındadırlar.
https://www.mealikerim.com/58/mucadele/20
”SİYONİZMİN EN BÜYÜK KORKUSU, TÜRKİYE’NİN MİLLİ GÖRÜŞ ÇİZGİSİNE DÖNMESİDİR!” ÜSTAD AHMET AKGÜL
Ahmet Hocamız, 40 yılı aşkın süredir Milli Görüş’ün içerisine sızmış olan kriptoları deşifre etmektedir. Milli Görüş’ün içerisine sızmış kriptoların bir kısmı Milli Görüş gömleğini çıkarmış ve AKP’nin kurucularından olmuş, bir kısmı AKP’lilerin çantacısı olmuş, bir kısmı SP’yi AKP’ye çekme hazırlığı yaparken Allah izin vermemiş ve son nefesini vermiş.
Bir kısmı ise hala Milli Görüşçü geçinip Erbakan Hocamızın tabiriyle ”İsrail Baltasına Yerli Sap” olan Abdullah Gül’ü SP’nin başına getirip, Milli Görüş’ü tarih sahnesinden silmek için gayret etmektedir.
Evet Erbakan Hocamızın davası ve partisi Allah’ın izniyle kıyamet sabahını görecektir ancak her birimizin paçasını kurtarmak için geldiği dünya hayatında, biz sınavı geçebilecek miyiz?
Yine Erbakan Hocamızın buyurdukları gibi ”Bu dava öyle bir davadır ki içende pislik barındırmaz, pisleneni bir şekilde dışarı atar. Yada o kendisi gider.”
Peki ya son imtihanı kazanan Saadetliler olmak isterken, hakkı haykıranlara düşmanlık edersek? Milli Görüş’ü bitirmeye çalışanlara hizmet edersek? O zaman imtihanı kazanabilir miyiz?
Milli Çözüm, Abdullah Gül ile Milli Görüş’ü bitirme planlarını aylardır yazmakta ve nice saldırı uğramaktadır. Bir kısım SP’li kardeşlerimiz ise Abdullah Gül’ün SP’nin başına gelme ihtimali olmadığını iddia etmektedir. Bir kısmı ise ”büyüklerimiz” daha iyi bilir demektedir!..
Bu tavır ve vurdumduymazlık, Milli Görüş ruhuna ve onuruna tamamen zıttır!
Peki, siyasete girmeyeceğim diyen Abdullah Gül’ün son yaptığı açıklamaları nasıl değerlendirmeliyiz? Tamda Milli Çözüm bu gerçekleri yazarken, Gazze katliamları bir yılını devirmişken hiç sesi çıkmayan Gül, şimdi neden bir anda ortaya çıkıvermiştir?
ÜLKEMİZDE Kİ TEK SORUN, İŞBİRLİKÇİ ZİHNİYETLERDİR!
Cennet vatanımızda Kürt sorunu diye bir sorun yoktur. Kıbrıs sorunu da yoktur. Ülkemiz de, vatanını seven Ermeni kökenli vatandaşlarımızla ilgilide bir sorun yoktur.
Sorun Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasına sebep olmuş ve Türkiye Cumhuriyetini parçalamak isteyen, Ermeni veya Müslüman görünümlü Kripto Yahudiler ve Pakraduniler’dir!
Asıl mesele Haim Nahum Doktrinini uygulayan işbirlikçilerinin artık yorulması ve son kullanım tarihinin dolmasıdır. Asıl mesele, Siyonizmin ”piyon değiştirmek ve Milli Görüş’ü bitirme projesidir.
Asıl mesele 2. Sevr’i imzalatmaya mecbur bırakmak, BOP’un son aşamasını tamamlamak, Türkiye’yi parçalamak, Irak’ın ve Suriye’nin Kuzeyi ile birlikte Ülkemizin Doğu ve Güney Doğu’sunu birleştirerek sözde Kürdistan’ı kurmak ve Büyük İsrail (arz-ı mevud) hayaline kavuşmaktır.
Ancak Siyonistlerde çok iyi bilmektedir ki, Türkiye’yi askeri olarak işgal etmek mümkün değildir! İşte bu yüzden, bizleri birbirimizle çarpıştırıp, işbirlikçilerin eliyle iç karışıklık (ayaklanma) çıkarmak ve bir oldu bitti ile vatanımızı parçalamaktır.
Gelinen noktada ise ülkemiz fiilen olmasa da resmen işgal altındadır ve Yeni Bir Kuva-i Milliye ruhu ile zalimleri ve işbirlikçi hainleri dize getirmek lazımdır. Yetmez, Yeniden Büyük Türkiye ve Yeni Adil Bir Dünya kurmamız lazımdır! ”Çünkü, bütün dünyaya hükmetmezsen, bir kasaba da dahi Adil Düzen’i kurmak ve yürütmek imkansızdır!”
Maalesef bozulmayan, yozlaşmayan bir kurumumuz kalmamış, siyasilerin hiçbiri bir kurtuluş reçetesi ortaya koyamamaktadır! Ancak biz inanıyoruz ki, Allah nurunu tamamlayacaktır!
Bunun için 50 yıldır hazırlık yapan, inanan, çalışan, Adil Düzen’e sahip çıkan tek bir oluşum vardır!
Her konuda haklı çıkmıştır, çoğu gitmiş artık azı kalmıştır! Zafer inananlarındır ve zafer yakındır!..
Milli Çözüm Dergisi’nin bu konudaki saptama ve uyarılarına, tebrik ve teşekkür etmek bir tarafa, hâlâ hakaretle yaklaşanlara soruyoruz:
İçinize Şeytan mı kaçmıştı, yoksa vicdan ayarlarınız mı laçkalaşmıştı?
Milli Çözümle:
Yaşanan olayları ve kişileri en iyi şekilde analiz yapıp ,davamızda nerde nasıl duracağımızı bilmek.
Milli Görüş’ü Bitirme Planları ve Abdullah Gül’ü Parlatma Çabaları
• Prof. Dr. Mustafa Kamalak, Milli Görüş’ün bitirilmesi ve Abdullah Gül’ün partiye getirilmesiyle ilgili itiraflarda bulundu.
• Kamalak, 2016 yılında genel başkanlıktan ayrıldığını ve parti zarar görmesin diye birçok talebi geri çevirdiğini söyledi.
• Ancak dünürler toplandı ve Yasin Ağabey, Temel Bey, Oğuzhan Ağabey gibi isimlerden oluşan bir grup, Temel Bey’i genel başkan ilan etti.
• Kamalak, Temel Bey döneminde partiden uzak tutulduğunu ve Yüksek İstişare Kurulu toplantılarına çağrılmadığını belirtti.
• Milli Çözüm Dergisi, daha önce de Abdullah Gül’ün Milli Görüş’e peşkeş çekilmesiyle ilgili uyarılarda bulunmuştu.
• MHP Milletvekili Arzu Erdem, Ahmet Davutoğlu’nun Gökçeada’da Bartholomeos ve ABD İstanbul Başkonsolosu ile görüştüğünü iddia etti.
• Emekli Tümamiral Cihat Yaycı da Erdem’in sözlerini destekleyerek Gökçeada’da karanlık işler döndüğünü söyledi.
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/milli-gorusu-bitirme-planlari-ve-abdullah-gulu-parlatma-cabalari-4/
Milli Çözüm Dergisi’nin bu konudaki saptama ve uyarılarını, tebrik eder ve teşekkürü borç biliriz. Hiç kimseyi bilmiyordum, duymadım, uyarılmadım bahaneleri kurtarmayacaktı.İmtihan devam ediyordu. Haksızlık ve yanlışlığın karşında dik ve sağlam duranların kazanacağını unutmadan, uyanık kalmanın da vicdani bir sorumluluk olduğunu unutmamak lazımdı.
Milli Görüş = Adil Düzen = İslam Birliği
“İşte bu yüksek marifet ve meziyetlerin(!) sahibi Sn. Abdullah Gül şimdi; iyice yıpranan R.T. Erdoğan’ın yerine, iktidara taşınmak üzere, maalesef Sn. Temel Karamollaoğlu tarafından geçen seçim süreçlerinde defalarca Cumhurbaşkanı adayı gösterilmeye çabalanmış, şimdi de SP’nin de içine katılıp eritileceği 3 partinin başına oturtulmaya çalışılmaktaydı. Milli Çözüm Dergisi’nin bu konudaki saptama ve uyarılarına, tebrik ve teşekkür etmek bir tarafa, hâlâ hakaretle yaklaşanlara soruyoruz:
İçinize Şeytan mı kaçmıştı, yoksa vicdan ayarlarınız mı laçkalaşmıştı?”
Erbakan Hocamızın Son Uyarısı!
Aziz Hocamız: “Saadet, son imtihanı da kazananların Partisidir!..” buyurmuşlardı. Bu, hem bir müjde mesajı hem de bir uyarıydı. Hocamızın bu sözlerini: “Oh be, ben başka yere kaymadım, Saadet’te kaldım; öyleyse imtihanı kazandım…” diye anlayanlar yanılmaktaydı. Çünkü Hocamız bu uyarılarıyla: “Bizden sonra Milli Görüş’ün tek ve gerçek siyasi temsilcisi olan SP içerisinde; Genel Başkan seçimlerinde, alınan olumlu kararlara itaat etmede, farklı parti ve hiziplere gitmede, Partimizin tescilli hainlerin güdümüne verilmesinde… Ve SP’nin Milli Görüş = Adil Düzen = İslam Birliği hedeflerinin unutturuverilmesinde… Evet bunların hepsinde dik ve sağlam duranlar ve yozlaşmalara karşı çıkanlar, ancak imtihanı kazanacak ve onurlu başarıya ulaşacaktır!” hatırlatmasında bulunmuşlardı…”
Erbakan Hocamızın Son Uyarısı! Aziz Hocamız: “Saadet, son imtihanı da kazananların Partisidir!..” buyurmuşlardı. Bu, hem bir müjde mesajı hem de bir uyarıydı. Hocamızın bu sözlerini: “Oh be, ben başka yere kaymadım, Saadet’te kaldım; öyleyse imtihanı kazandım…” diye anlayanlar yanılmaktaydı. Çünkü Hocamız bu uyarılarıyla: “Bizden sonra Milli Görüş’ün tek ve gerçek siyasi temsilcisi olan SP içerisinde; Genel Başkan seçimlerinde, alınan olumlu kararlara itaat etmede, farklı parti ve hiziplere gitmede, Partimizin tescilli hainlerin güdümüne verilmesinde… Ve SP’nin Milli Görüş = Adil Düzen = İslam Birliği hedeflerinin unutturuverilmesinde… Evet bunların hepsinde dik ve sağlam duranlar ve yozlaşmalara karşı çıkanlar, ancak imtihanı kazanacak ve onurlu başarıya ulaşacaktır!” hatırlatmasında bulunmuşlardı…