YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
68525d0a2b283
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 5 8 7
Bugün : 2069
Dün : 42338
Bu ay : 858152
Geçen ay : 1488216
Toplam : 38125825
IP'niz : 18.97.14.87

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

MONTRÖ’NÜN ÖNEMİ VE YANDAŞLARIN DÜMENİ!

        

“Haftalardır, Türkiye gündeminde Montrö vardı. Dünyanın gündeminde de üstü örtülü Montrö vardı. Bakınız NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg telefonla, Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelenskiy ile görüşerek, “NATO kararlı bir şekilde Ukrayna’nın egemenlik ve toprak bütünlüğünden yanadır” diyerek kışkırtmıştı.

Ukrayna’nın, Rusya ile yaşadığı gerilim Karadeniz’i karıştırmıştı. Ukrayna’nın Karadeniz’de sınır uzunluğu 1.756 km, Türkiye’nin ise Karadeniz’deki kıyı uzunluğu 1.700 km kadardı. Cumhurbaşkanı Zelenskiy ile -altı ay önce Devlet Nişanı verdiği- Erdoğan’ın arası çok iyi durumdaydı. Zelenskiy, 2021 Nisan’ında Türkiye’ye uğramıştı.

-Erdoğan, 2016’da Ukrayna ile ortak askeri araç ve silah üretimi konusunda anlaşmıştı.

-Erdoğan, askeri tedarik için Ukrayna’ya 200 milyon lira mali destek sağlamıştı.

Erdoğan, Ukrayna’nın NATO’ya girmesine de arka çıkmaktaydı. Bu arada şunu hatırlatayım: NATO üyesi olmak isteyen Gürcistan’a karşı 2008 yılında askeri müdahalede bulunarak engelleyen Rusya, halihazırda Ukrayna’nın NATO üyeliğine de hiç olumlu yaklaşmamaktaydı.

Ayrıca Gürcistan’ın da Karadeniz kıyı uzunluğu 322 km… Keza Rusya’nın ise Karadeniz’e kıyısı 421 km civarındaydı.

Evet; Türkiye, Rusya, Ukrayna ve Gürcistan, bu dört ülkenin Karadeniz’e kıyısı vardı. Bu nedenle haftalardır gündemimizden düşmeyen Montrö ile bu dört ülke de alâkadardı. Bölgeye girmek isteyen ABD/NATO da bu tartışmalara yakından ilgi duymaktaydı.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ABD, bölgede renkli devrimleri kışkırtmıştı. 2003 yılında Gürcistan’da “Gül Devrimi” yaptırdı. 2004 yılında Ukrayna’da “Turuncu Devrimi” yaptırmıştı. Putin’in iktidara gelişiyle Rusya, bölgede kaybettiği ülkeleri yeniden himayesine almaya başlamıştı. Çatışmalar, savaşlar, işgaller yaşanmıştı ve hâlâ yaşanmaktaydı.

ABD/NATO, Ukrayna ve Gürcistan’a yardım etmek istiyorlardı. Ama karşılarına Montrö Boğazlar Sözleşmesi çıkmaktaydı. Çünkü Montrö Sözleşmesi’ne göre: (Çanakkale ve İstanbul) Boğazlardan geçişte bütün yabancı deniz kuvvetlerinin en yüksek toplam tonajı 15 bin tonu aşmayacaktı…

Yine Montrö’ye göre: Karadeniz’in en güçlü donanmasının tonajını en az 10 bin ton aşarsa, diğer kıyıdaş ülkelere Karadeniz donanmalarının tonajlarını en çok 45 bin tona varıncaya değin arttırma hakkı doğacaktı.

Ve yine Montrö’ye göre: Karadeniz’de bulunmalarının amacı ne olursa olsun, kıyıdaş olmayan devletlerin savaş gemileri bu denizde yirmi bir günden çok kalamayacaklardı…

Evet görülüyor ki Montrö, ABD/NATO’nun Gürcistan ile Ukrayna’ya silah yardımı yapmasının önünde engel oluşturmaktaydı. Örneğin: Rusya, 2008 yılında Gürcistan topraklarına girince ABD, savaş gemilerini insani yardım kılıfında Karadeniz’e sokması büyük kriz çıkarmıştı. Bu “İnsani yardım gemisi” denen, 18 bin 400 tonajlı Amerikan 6. Filo’ya ait USS Mount Whitney adlı savaş gemisi olmaktaydı! Bu aldatma ortaya çıkınca Türkiye kınanmıştı, ama Erdoğan iktidarı sesini çıkarmamıştı.

Emekli Amirallerin yayınladıkları açıklamanın ağırlık konusunu Montrö oluşturmaktaydı.

-“Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması endişe ile karşılanmaktadır.”

-“Montrö, sadece Türk Boğazlarından geçişi düzenleyen bir sözleşme değil, Türkiye’ye İstanbul, Çanakkale, Marmara Denizi ve Boğazlardaki tam egemenlik haklarını geri kazandıran, Lozan Barış Antlaşması’nı tamamlayan büyük bir diplomasi zaferidir.”

-“Montrö, Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerin güvenliğinin temel belgesi olup Karadeniz’i barış denizi yapan sözleşmedir.”

-“Montrö, Türkiye’nin herhangi bir savaşta, savaşan taraflardan birinin yanında istemeden savaşa girmesini önleyen bir sözleşmedir. İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsızlığını korumasına imkân yaratmıştır.”

-“Türkiye’nin bekasında önemli bir yer tutan Montrö Sözleşmesi’nin tartışma konusu yapılmasına/masaya gelmesine neden olabilecek her türlü söylem ve eylemden kaçınılması gerektiği kanaatindeyiz…” gibi ifadeler yer almıştı.

“Bu sözlerde büyük fırtına çıkarılacak ne vardı? Denizciler, Montrö’nün Türkiye için ne derece hayati önemde olduğunu vurgulamışlardı!” diye soran Soner Yalçın’a hatırlatmak lazımdı: Evet; emekli Amirallerin Montrö’nün, ABD ve NATO lehine ama Türkiye’nin aleyhine sulandırılma çabalarına vurgu yapmaları haklıydı. Ancak bu haklılıklarını, tekke-takke hezeyanıyla ve Atatürkçülük istismarıyla boşa çıkarmışlardı ve kendilerini haksız konuma taşımışlardı… Üstelik o bildik muhtıra tarzında ve gece yarısında yayınlayarak AKP’ye malzeme sunmuşlardı. Bunlar ya ahmaklık yapmışlardı veya Erdoğan’a yarayacak şekilde kiralanıp kurgulanmışlardı!?

Bu arada Sn. Amirallere de bir hatırlatma yapalım…

Türk denizciliğinin Piri Barbaros Hayrettin Paşa da sarıklıydı!..

Daha önce, Akdeniz’i aşıp İspanya’yı fetheden ve o boğaza ismini veren Tarık bin Ziyad da sarıklıydı!..

Bugünkü İstanbul’u ve boğazları bize kazandıran Sultan Fatih Hz.leri de sarıklıydı!..

Bundan asırlar önce Kıbrıs, Akdeniz ve Ege üzerinden gemilerle İstanbul Fethine gelen ve şehit düşerek bugün yattığı kutlu mahalle ismini veren büyük Sahabe Eba Eyyub-el Ensari Hz.leri de sarıklıydı!..

En son, Mustafa Kemal önderliğindeki şanlı Kurtuluş Savaşı’mızda bile, çok önemli ve tarihi yararlılıklar gösteren Sarıklı Mücahitlerimizle ilgili nice kitaplar yazılmıştı!..

Yoksa, çok özel bir mekânda ve gayet şahsi ve manevi bir ortamda; ve bize göre gereksiz bir fantezi merakıyla ve riyakârlıkla çekilen bir “Sarıklı Amiral” fotoğrafı üzerinden ve cübbe-tekke bahanesiyle Aziz Milletimizin birlik ve dirlik mayası olan Yüce İslam’a duydukları sinsi düşmanlıklarını mı kusmuşlardı?

Oysa sarık-cübbe gibi, yaşanan çağın ve coğrafyanın ihtiyaçlarını yansıtan aksesuarlar, İslam’ın şartı ve esası da sayılmazlardı. Bunlar “Örfi Sünnet” cinsinden birtakım âdet ve geleneklerin icabıydı.

Tabii ki, eğer bir kaşık suda fırtına estiriliyor ise asıl bunun üzerinde durmak lazımdı. Montrö’yü savunmak antiemperyalist bir tavırdı; ABD/NATO karşıtlığıydı. Evet ABD/NATO, Montrö Sözleşmesi’ni yok etmek için fırsat kollamaktaydı. Denizcilerin Montrö çıkışı haklı olsa da, çıkış tarzları ve dolaylı biçimde İslam alerjilerini kusmaları yanlıştı, yakışıksızdı.

Sn. Erdoğan’ın: “Montrö Sözleşmesi’nden çıkmakla ilgili halihazırda ne bir çalışmamız ne de böyle bir niyetimiz vardır. Ama gelecekte bu ihtiyaç ortaya çıkarsa, ülkemizi daha iyisine kavuşturmak üzere her sözleşmeyi gözden geçirmekten de çekinmeyiz…” savunması da sinsi mesajlar taşımaktaydı.

Acaba… “Yap İşlet Devret” modeliyle yaptırılacağını Sn. Erdoğan’ın açıkladığı KANAL İSTANBUL’u, yıllar boyu işletecek olan yabancı firmalar ve yerli ortaklarıyla imzalanan anlaşmaya; Çanakkale ve İstanbul Boğazı’ndan geçmeleri yasaklanan 15 bin tonajı aşan ABD ve NATO ülkeleri savaş gemilerinin, para karşılığı Kanal İstanbul’dan geçip Karadeniz’e kolaylıkla ulaşmalarına ve böylece Montrö’nün Rusya aleyhine delinmiş olmasına izin veren özel kılıflı maddeleri mi yazılacaktı? Bu durumda Türkiye Rusya’nın saldırısına maruz mu bırakılacaktı? Tarih boyunca Haçlı Avrupa’nın ve Amerika’nın düşmanlığından ve entrikalarından kurtulamamış olan Türkiye’yi, şahsi ikbal ve ihtirasları uğruna böyle bir maceraya sürükleyenlere fırsat tanınacak mıydı?

Önemli Yorumlar ve Yaklaşımlar!

“Türkiye’nin iktidar sorununun ağırlığı ve yakıcılığı kadar bir bütün olarak muhalefet sorunumuz vardır. ‘Kırk katırla kırk satır arasında, örsle çekiç arasında sıkışmış vaziyetteyiz’. Yere sağlam basan bir siyasi projeyi halkın önüne koyamıyorlar. Bölük pörçük, yalan yanlış laflar, boş bir eleştiriler manzumesi. Sen nasıl düzelteceksin? Çözümün ne? O belli değil işte. Halk bıkkın ve bitkin ama salı konuşmalarına bakıp benim gibi ürperiyor. Devlet yönetme sorumluluğuna talip olan kadroların söylemlerinin muhtevasına bir bakın Allah aşkına!  Bir tane çözüm ve proje var mı? Hayır! Sadece sen niye böyle yaptın? diye çıkışmaları siyaset sanıyorlar. Gelin Millet İttifakı olarak en geniş şemsiyeyi açın, ortaya bir ilkeler ve öncelikler, değerler manzumesi gibi bir ‘milli mutabakat metni’ çıkarın. Sağdan soldan aydınlar bir etik konsey gibi bu mutabakatı gözetleyip uyarılar yapsın. Bunlar sizin millete taahhüdünüz olsun. Çözümünüzü hazırlayın ve savunmaya başlayın. Sizin ve kadrolarınızın, fikir ve düşünce kısırlığını, üretimsizliğinin günahını milyonlarca yurttaşa yüklemeye kalkışmayın. Aksi halde tarih önünde hesabını veremezsiniz!” diyen Prof. Kemal Üçüncü haklıydı. Ancak onun gibilerden beklenen, bu Milli Mutabakat metnini ve gerçekçi çözüm önerilerini kendilerinin ortaya koymalarıydı. En azından bu konuda ciddi, ilmi ve Milli projeler ortaya koyan Milli Çözüm’e destek çıkmalarıydı.

Bakınız; son Montrö tartışmalarıyla ilgili derin bir provokasyonla karşı karşıyayız. Okumadığımız, araştırmadığımız için bilmiyoruz. Size ABD politikalarına yön veren en prestijli araştırma enstitüsü Stratfor’un ‘Gelecek 10 yıl 2015-2025’ raporundan aktarıyorum:

“Önümüzdeki birkaç yıl Rusya’nın Ukrayna üzerindeki mevcut çatışması uluslararası sistemin merkezindeki en önemli öğe olarak kalacak, ama bu 10 yıllık sürede Rusya Federasyonu’nun mevcut durumu koruyabileceğini sanmıyoruz. Enerji ihracatına aşırı bağımlılık ve fiyatlandırma beklentilerine güvensizlik Moskova’nın geniş Rusya Federasyonu kuşağındaki kurumsal ilişkilerini devam ettirmesini imkânsız kılıyor. Moskova’nın otoritesinin ciddi bir şekilde zayıflamasının, Rusya’yı resmi ve gayri resmi olarak dağılmaya sürükleyeceğini öngörüyoruz. Bu durum 10 yıl içinde hızlanırsa, Rusya’nın nükleer silahlarının güvenliği önemli bir kaygı konusu olacaktır.”

Bu durum önümüzdeki 10 yılın en büyük krizini oluşturacaktır. Rusya bütün hinterlandına yayılan büyük bir nükleer güç konumundadır. Moskova’nın gücünün azalması ise; “Bu füzeleri kim kontrolüne alacak? Kullanılmaması nasıl sağlanacak?” sorularını ortaya çıkaracaktır. Bu, Amerika için büyük bir sınav olacaktır. Washington bu meseleye çözüm sunabilecek tek güç durumundadır ama çok sayıdaki askeri sahaları elinde tutması ve hiçbir füzenin ateşlenmeyeceğini garanti altına alması mümkün olmayacaktır. Amerika ya henüz tasavvur edemediğimiz bir askeri çözüm ortaya koymak zorunda kalacak ve füzelerin ateşlenme riskini göze alacak ya da zaman içerisinde füzeleri etkisiz hale getirmek için istikrarlı ve ekonomik olarak sürdürülebilir hükümetler oluşturmaya çalışacaktır. Bu sorunun neler doğurabileceğini tasavvur etmek zordur. Ama, büyük ihtimalle “önümüzdeki 10 yıl içinde Rusya’nın parçalanacağı yolunda öngörümüz” göz önünde bulundurulduğunda, bu soruna bir çözüm bulunması şarttır. Bu 10 yılın ilk yarısındaki soru Baltık ve Karadeniz arasındaki ittifakın nereye kadar uzanacağı olacaktır. Mantıken Azerbaycan ve Hazar Denizi’ne kadar uzanması lazımdır. Uzanıp uzanmayacağı bizim “Orta Doğu ve Türkiye ile ilgili öngörülerimize bağlıdır.”

Evet, ABD Rusya’nın gelecek 10 yılda parçalanması hesapları yapmaktaydı. Türkiye ise bu operasyonun öncü cephe ülkesi olarak hazırlanmaktaydı. Tehlikenin farkında mısınız?

Çünkü Rusya askeri savunma stratejisinde; Türkiye’nin bulunduğu güney bölgesi Rusya askeri savunmasının en zayıf noktasıydı. Rusya en büyük askeri tehdidi buradan algılamaktadır. Bu alandan kendisine yönelecek bir ABD tehdidine karşı ne denli şiddetle mukabele edebileceğini artık anlamak lazımdı. 2. Dünya Savaşı’nda taraf olmadığımız ve Montrö’ye bağlı kaldığımız için büyük bir yıkımdan uzak kalmıştık. Bu politika doğru bir hesaba dayanmıştı.” yorumlarını ve uyarılarını da mutlaka ciddiye almak gerektiği açıktı.

ABD; “Ukrayna’nın yanındayız” diyerek Rusya’yı kışkırtmaktaydı!

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, Rusya-Ukrayna sınırındaki askeri hareketlilikle ilgili yaşanan gerilimde Ukrayna’nın yanında olduklarını açıklamıştı. Günlük basın toplantısında Rusya’nın son zamanlarda Ukrayna’nın doğu sınırında gerçekleştirdiği askeri hareketliliğe değinen Price, “Rusya’nın, Ukrayna sınırına doğru ve işgal altındaki Kırım’da birliklerini hareket ettirdiğine dair güvenilir raporlar dahil doğu Ukrayna’da son zamanlarda artan gerilim konusunda kaygılıyız.” ifadelerini kullanmıştı.

Ukrayna-Rusya sınırında gerginlik giderek artmaktaydı.

Ukrayna Genelkurmay Başkanı Ruslan Homçak, 30 Mart’ta mecliste yaptığı konuşmada, Rus Silahlı Kuvvetlerinin askeri tatbikat bahanesiyle Ukrayna sınırları yakınlarına birlik sevkiyatı yaptığını açıklamıştı. Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov da Rusya’nın kendi toprakları içinde silahlı kuvvetlerini kendi takdirine bağlı olarak hareket ettirdiğini ve bunun hiç kimse için tehdit içermediğini söylemek zorunda kalmıştı. Ukrayna’nın doğusundaki Donbas bölgesinde, sözde bağımsızlığını ilan eden Rusya yanlısı ayrılıkçılarla Kiev yönetimi arasında 2014’ten bu yana çatışmalar yaşanmaktaydı. Bu çatışmalarda 13 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği konuşulmaktaydı. Yani Karadeniz’in karşı kıyısında ve yanı başımızda yeni bir savaş hazırlığı yapılmaktaydı.

Ahmaklığın Daniskası ve Yandaşların Çapsızlığı!

Sözde Siyasal İslamcı çizginin fikir adamlarından Mustafa Armağan bakınız neler yumurtlamıştı:

“Emekli amiraller Montrö’yü de okumamış. Madde 28’e göre bal gibi feshedilir. Öyle mantıksız bir sözleşme ki, tadilini zorlaştırıyor ama feshine kapıyı sonuna kadar açıyor. Madde 28’e göre; 20 yıl dolunca taraflardan biri FESİH İHBARNAMESİ gönderirse 2 yıl içinde fesholunacaktır” diyen yandaş yalaka Mustafa Armağan: “Türkiye Cumhuriyeti de Montrö Sözleşmesi’nde Akit (imzacı) devletlerden biri olarak 28. maddeye binaen Montrö’nün feshini istediğine dair ihbarnameyi Fransa’ya gönderecek ve Montrö’nün fesih süreci başlayacaktır. Bu kadar önünde bir engel yok. Yeter ki çıkarımıza olsun. Topunuz Gelin.” şeklinde horozlanmaktadır.

Oysa; Sayın Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında yapılan 29 Mart 2017 tarihli MGK toplantısında alınan kararda, “Karadeniz’in güvenliğinin teminatı kapsamında, Montrö Sözleşmesi’nden doğan hak ve menfaatlerimizi, bölgesel sahiplik ilkesi doğrultusunda her platformda savunmaya devam edeceğimiz bir kez daha teyit edilmiştir” sözleriyle milli politikanın esaslarına vurgu yapılmıştı.

Yani bazı Büyükelçilerin ve amirallerin vurguladıklarıyla aynı muhtevaya sahip isabetli bir karardı. Yanlış ve yararsız olan; o bildiride, gereksiz Atatürk istismarcılığının ve gericilik safsatasının öne çıkarılmasıydı.

Almanya Bilim ve Politika Vakfı’nın (SWP) Raporunda Doğrularla Yanlışların Harmanlaması

Almanya’da önemli düşünce kuruluşlarından olan Bilim ve Politika Vakfı (SWP), yeni raporunda Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini mercek altına almıştı. 2018’de yürürlüğe giren “Türk tipi Cumhurbaşkanlığı” sisteminin, siyasette ve devletin işleyişinde yol açtığı değişimin incelendiği araştırmada, çarpıcı tespitler yer almıştı. Sinem Adar ile Günter Seufert tarafından kaleme alınan ve yeni hükümet sisteminin iki buçuk yıllık bilançosunu gözler önüne seren raporda, 2021 yılının Türkiye’si şu tespitlerle anlatılmaktaydı: 

“Artık meclis daha güçsüz konumdadır, güçler ayrılığı baltalanmış durumdadır, yargı siyasallaşmıştır. Kurumlar felce uğratılmıştır, ekonomik sıkıntılar artmaktadır ve otoriter pratikler uygulanmaktadır…”

42 sayfalık raporda, yasama, yürütme ve yargı alanında yaşanan son gelişmeler ele alınmıştı, Türkiye’de demokrasi ve temel haklar alanındaki gerilemelere vurgu yapılmaktaydı. DW Türkçe’nin aktardığına göre, yürütmenin, meclisin bütçe gibi konularda kalan yetkilerine bile müdahale ettiğine işaret edilen raporda, yasamanın zayıfladığı, muhalefet milletvekilleri üzerinde de baskıların arttığı vurgulanmaktaydı. Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp kriminalize edildiklerine işaret edilen raporda, “Anayasa açıkça ihlal edilerek, mecliste yapılmış konuşmalar bile, kanunların esnek bir şekilde yorumlandığı, gerçeklerin çarpıtıldığı, ceza kovuşturmalarına yol açabiliyor” tespiti yer almaktaydı. Böylece HDP’ye dolaylı destek çıkılmaktaydı.

Giderek artan siyasallaşmanın yargıya da büyük zarar verdiği belirtilen ve “yargı mensuplarının bağımsız karar almaktan korkar hale geldiklerine” dikkat çekilen araştırmada, Türkiye’deki yeni sistemle bürokrasinin de “büyük ölçüde felce uğradığı” aktarılmaktaydı.

Bürokrasi Tıkanmıştı!

Daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni” savunurken, bunun daha etkin bir yönetim anlayışı getireceğini, “işlevsiz” ve “hantal” olmakla eleştirdiği bürokrasiyi de küçülteceğini savunmuşlardı. Ancak SWP’nin raporuna göre, yeni sistemle birlikte atılan adımlar sonucunda bürokrasi daralmamış, aksine, oluşturulan yeni birimler, kamu çalışanları sayısındaki artışla daha da fazlalaşmıştı.

Ülke genelinde işsizliğin artmasına karşın, kamuda işe alımların arttığına, Haziran 2020 itibarıyla kamuda çalışan sayısının neredeyse beş milyona yaklaştığına dikkat çekilen raporda, “Kamudaki bu hızlı büyümeye rağmen devlet idaresi felce uğramış görünüyor” gözlemi aktarılmıştı. Buna yol açan nedenler sıralanırken, AKP’nin yaptığı liyakatten uzak görevlendirmeler hatırlatılmıştı. 

Başbakanlığın lağvedilmesi sonrasında binden fazla ofisin bulunduğu Cumhurbaşkanlığı sarayında yapılan görevlendirmelere yer verilen raporda, kamu bürokrasisindeki bir diğer önemli sorun şu ifadelerle anlatılmıştı:

“Yeni atama kararları, büyük ölçüde nitelik ve liyakat esas alınarak değil, bir dini cemaate ya da siyasi partiye bağlılık, Erdoğan ve ailesine yakınlık gibi, yerine getirilecek görev ile ilgisi olmayan, dışsal etkenler dikkate alınarak alınmaktaydı.”

AKP’nin, iktidarının ilk yıllarında özellikle polis, yargı, istihbarat ve orduda FETÖ’cü darbe girişimi sonrası, bu kesimin tasfiyesine yöneldiğine işaret edilen raporda, son dönemde ise bu boşalan görevlere “aşırı muhafazakâr dini tarikat mensuplarının” ya da MHP’ye yakın insanların atandığı hatırlatılmıştı. 

Kurallara riayet etmek ve tarafsız kalmaktan uzak bu yeni kadroların vasıflarının da yetersiz olduğu ifade edilen raporda, kamu bürokrasisinin giderek politize hale gelmesiyle, kamu görevlisi olmak ile parti üyesi olmak arasındaki sınırların da neredeyse ortadan kalktığı vurgulanmıştı.

Devlet kurumlarının zayıflaması ve felce uğraması konusunda, Merkez Bankası, Türkiye İstatistik Kurumu, Türkiye Varlık Fonu’ndan örnekler aktarılırken, Cumhurbaşkanı ile ailesinin bunlar üzerinde devasa nüfuz sahibi olduğu aktarılmış, buralarda “ahbap-çavuş ilişkilerinin” hüküm sürdüğü açıklanmıştı. 

Cumhurbaşkanlığı hükümranlığı!

Yeni hükümet sistemi ile birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kurumlar üzerinde “neredeyse sınırsız ve denetimsiz” bir güce sahip olduğu, buna rağmen, hem de sürpriz bir şekilde “Cumhurbaşkanı’nın siyasi manevra alanının parlamenter sistemde olduğundan daha da dar hale geldiği” gözlemi aktarılmıştı. “Yeni sistem, ulaşılacağı söylenen hedeflerin gerçekleştirilmesinde başarısız oldu” değerlendirmesine yer verilen raporda, gelinen noktada bugün Erdoğan’ın “iktidarı muhafaza etme mücadelesi yürüttüğü” vurgulanmıştı.

“Ne ekonomik görünüm ne de sosyal öngörüler umut vaat ediyor” görüşüne yer verilen araştırmada, “Toplumun seküler kesimlerine uygulanan olağanüstü baskıya rağmen, ülke nüfusunun tamamını dindar Müslüman bir millete dönüştürme girişimi de başarısız oldu” tespitleri yapılmıştı. Oysa Türkiye’de ve AKP döneminde seküler kesimlere baskı yapıldığı” iddiaları tamamen asılsızdı; üstelik AB dayatmasıyla uygulanan Uyum Yasaları yüzünden ahlâki ve ailevi yozlaşma hızlandırılmıştı. Araştırmaya göre son dönemde AKP’ye seçmen desteği azalırken, Erdoğan’ın iktidarda kalabilmek için MHP’ye olan bağımlılığı daha da artmıştı. Erdoğan’ın ayrıca İslamcı kesimdeki destekçilerini de kaybetmekte olduğuna vurgu yapılmıştı.

MHP’nin Türk siyasetinde değişen rolü ve devlet kurumlarında artan ağırlığının da mercek altına alındığı araştırmada Erdoğan’a geçmişte sert muhalefet eden Bahçeli’nin darbe girişimi sonrası sunduğu desteğin nedenleri sıralanmıştı. 

Bahçeli’nin “U dönüşü” olarak nitelendirilen, darbe girişimi sonrası Cumhurbaşkanlığı hükümet sürecine verdiği destekle, MHP’nin meclisteki temsil oranına kıyasla çok daha büyük bir siyasi nüfuz alanına sahip olmasını sağladığına dikkat çekilirken, “MHP, yeni sisteme desteğiyle kendi kadrolarına devlet bürokrasisinin kapısını açtı” tespiti enteresandı. Bu dönemde MHP’lilerin yanı sıra, Batı karşıtı isimlerin ve ayrıca tarikatlara yakın kesimlerin de bürokraside boşalan kadroları doldurdukları savunulmaktaydı.

“MHP artan oranda belirleyici bir siyasi güce dönüşürken, Erdoğan ve partisi yıllar sonra kendilerini savunma konumunda buldu” tespitinin aktarıldığı raporda, güvenlik kurumlarında güçlenen MHP kadrolarına işaret edilerek, “AKP’nin güvenlik bürokrasisi üzerinde tam kontrolü sağlamaya uzak olduğu yönünde sinyaller artıyor. Bu bakımdan güçlenen MHP, Cumhurbaşkanı’nın politikalarını birlikte belirleyebilme pozisyonunda bulunuyor” görüşü yer almıştı.

Muhalefetin vasıfsızlığı!

SWP raporunda, Türkiye’deki yeni sistemin demokrasi ve bürokrasinin işleyişinde yarattığı tahribatlar örnekleriyle anlatılırken, muhalefet partilerinin itirazları ve alternatif oluşturma çabaları da incelemeye alınmıştı. Türkiye’de muhalefet partilerinin parçalanmış oldukları, ancak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne itirazlarının bu partileri bir araya getiren önemli unsur halini aldığı belirtilen raporda, bununla birlikte partilerin demokrasinin onarılmasını sağlayacak ortak bir vizyon geliştirmeyi başarıp başarmayacaklarının henüz belirsiz olduğu aktarılmıştı. Araştırmada, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yol açtığı kurumsal tahribat ve muhalefetin belirsiz görünümü, Türkiye’de olumlu yönde kolay ve hızlı bir değişim yaşanacağı umutlarını azaltıyor” yorumları da yer almıştı.

Bütün bu yaklaşımlar; Almanya’nın ve Batı’nın Türkiye’de, AKP iktidarı dışında, kendilerine daha yararlı bir alternatifi henüz kurgulayamadıklarının bir kanıtıydı. Bu saptamalar; siyaset zemininde ve demokratik mücadelelerle Erdoğan’la başa çıkılamayacağı, antidemokratik girişimlerin ise kontrol altına alınamayacağı kuşkularını barındırmaktaydı. Bu nedenle, Erdoğan’la yola devam etmek gerektiği kanaatleri açığa vurulmakta, ilgili makamlara bu mesaj ulaştırılmaktaydı. Haçlı Batı’nın hâlâ en büyük korkusu, Milli Görüş-Milli Çözüm ve Erbakan’ın tarihi ve talihli programlarıydı!..

0 0 oy
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Picture of Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

Abone Ol
Bildir
12 Yorum
En Yeni
En Eski En Çok Oylanan
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle

Haçlı Batı’nın hâlâ en büyük korkusu, Milli Görüş-Milli Çözüm ve Erbakan’ın tarihi ve talihli programlarıydı!.
En önemli konuları, görünürde en önemli kişiler konu ederken: ABD ve NATO lehine ama Türkiye’nin aleyhine sulandırılması, tekke-takke hezeyanıyla ve Atatürkçülük istismarıyla en ciddi konuların bile sulandırılıyor olması, ülkemize zaman kaybettirirken makalemizde geçen “Haçlı Batı’nın hâlâ en büyük korkusu, Milli Görüş-Milli Çözüm ve Erbakan’ın tarihi ve talihli programlarıydı!.” Tarihi gerçeğini gözler önüne seriyordu.

Haince Planlar !
Haçlı Emparyalizm kurdu oyununu!
Amaçları üzüm yemek değil bağcıyı dövmek…
Hep bir kıvılcım çıkmasını isterler !
Ülkem batsa ve parçalansa planı peşindeler..

Rabbimiz erteler fakat ihmal eylemez…
Sonunuz geldi zalim güçler , hesabınız keserler!
Bu işbirlikçilere kalsa ülkeyi verirler ;
Ülkem batsa ve parçalansa planı peşindeler…

Ülkemiz elden gidiyor…
AKP 18yılda, 10 liman, 81 santral, 40 işletme, 3 bin 483 taşınmaz, 3 gemi ve 36 maden sahasını sattı.

AKP iktidarda olduğu 18 yıllık süre boyunca Türkiye’nin en değerli varlıklarını tek tek sattı. Türkiye’nin en büyük ve önemli kuruluşları, devletten alınarak özel sektöre peşkeş çekildi.
Milli menfaat lar göz ardı edilerek, dış güçlerin güdümüne girilmiştir.
Türkiye Tek adam rejiminin yarattığı harabiyeti yaşıyor. Tek adam rejimi yüzünden Türkiye uçuruma doğru hızla ilerliyor. Ne yazık ki artık frenler de tutmuyor. Türkiye çöküş döneminin sancılarını yaşıyor.
Kurtuluşun , Milli Çözüm’ün önerdiği plan ve projeler de olduğunu anlayacaklar . Başka çare kalmadı.

Montrö delinirse
Batı ülkemiz, milletimiz ve İslam alemi üzerindeki oyunlarından vaz geçmiyor vaz geçmez de. 1. Dünya savaşında olduğu gibi yetersiz yöneticiler eliyle bizi hiç yoktan Rusya ile savaştıracak bir ortama sürüklemek için çabalıyor. Kanal İstanbul’la Montrö delinirse Rusya ile savaş olasılığı yüksek olmaz mı??? Allah (c.c) korusun böyle bir savaşta şimdi Rusya’nın karşısında olanlar onunla birlik olur. Bunun yanında amirallerin bildirileri halkımızı iktidara mecbur etme girişimi gibi gözükmektedir. ya da dinimize olan kinlerini kusacak ortam aramaktadırlar.

Montrö’nün Önemi ve iktidarın dışgüçlerle ortak sinsi planları…
Montrö’nün gündem yapılması öyle anlaşılıyor ki makalede de vurgulanan Sn. cumhurbaşkanının gerekirse revize edilir iması altında yatmaktadır. Amaç bellidir devlet için hayati stratejik bir anlaşma olan Montrö’yü esnetmek..

Bu amiraller madem bu kadar samimi idiyse neden;

1- ABD kanal İstanbul üzerinden Montrö’yü etkisizleştirme istiyor diye başta Milli Çözüm tarafından olmak üzere kamuoyu oluştuğunda ses çıkarmamışlardı…

2- Lozan’ın delinmesinden bu kadar tedirgindiler ise neden ABD Dedeağaç’a üs kurararak Lozanı deldiğinde ve Yunanistan Ege adalarımıza çöktüklerinde ses çıkarmadılar…

Bu samimiyet testlerinden kaldıklarına göre bu bildirge in amacı bellidir…

Muazzam tespitler
Yoksa, çok özel bir mekânda ve gayet şahsi ve manevi bir ortamda; ve bize göre gereksiz bir fantezi merakıyla ve riyakârlıkla çekilen bir “Sarıklı Amiral” fotoğrafı üzerinden ve cübbe-tekke bahanesiyle Aziz Milletimizin birlik ve dirlik mayası olan Yüce İslam’a duydukları sinsi düşmanlıklarını mı kusmuşlardı?

Acaba… “Yap İşlet Devret” modeliyle yaptırılacağını Sn. Erdoğan’ın açıkladığı KANAL İSTANBUL’u, yıllar boyu işletecek olan yabancı firmalar ve yerli ortaklarıyla imzalanan anlaşmaya; Çanakkale ve İstanbul Boğazından geçmeleri yasaklanan 15 bin tonajı aşan ABD ve NATO ülkeleri savaş gemilerinin, para karşılığı Kanal İstanbul’dan geçip Karadeniz’e kolaylıkla ulaşmalarına ve böylece Montrö’nün Rusya aleyhine delinmiş olmasına izin veren özel kılıflı maddeleri mi yazılacaktı? Bu durumda Türkiye Rusya’nın saldırısına maruz mu bırakılacaktı? Tarih boyunca Haçlı Avrupa’nın ve Amerika’nın düşmanlığından ve entrikalarından kurtulamamış olan Türkiye’yi, şahsi ikbal ve ihtirasları uğruna böyle bir maceraya sürükleyenlere fırsat tanınacak mıydı?

Evet, ABD Rusya’nın gelecek 10 yılda parçalanması hesapları yapmaktaydı. Türkiye ise bu operasyonun öncü cephe ülkesi olarak hazırlanmaktaydı. Tehlikenin farkında mısınız?

Boğaz Denince
Üç kıtada hüküm süren Osmanlı’nın yıkılışı; nice hainlik ve uşaklık ruhlu fiilin ittihatçı kafalar tarafından hayata geçirilmesi ile 1. Dünya savaşına dahil olması sonrasında olmuştu. 1. Dünya savaşına dahil olma ise bu hain ittihatçıların işbirliği yaptıkları Almanların savaş gemilerinin, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarından geçerek Rusya sahillerini bombalaması sonucu olmuştu. Devleti Al-i Osmanlı’ yı, Enverland (Enver’in ülkesi) yapmak isteyen hain üçlü çete ülkenin maddi manevi kaynaklarını kesada uğratmış ve ülke paramparça olduktan sonra işgale uğramıştı. Kendi yemek tıkındıkları boğazları uğruna, devletin boğazına basan bu alçak takımı ülkeyi tümüyle teslim yollarını açacak anlaşmalara imza atmıştı. Mondros ateşkes anlaşması ve sonrasında gelen Sevr anlaşması fiilen yok oluşumuza çanak tutacaktı. Ancak şanlı kurtuluş hareketinin başlaması ile ülke toparlanmış, elden çıkmış olan hakların Anadolu ve Trakya coğrafyasını kapsayacak şekilde geri alınması sağlanmıştı. Yapılan Lozan ve Möntro Boğazlar anlaşmaları ile verilen mücadele büyük oranda garanti altına alınmıştı. Bu hadiselerin vukuundan bir asır sonra, adı adına benzeyen bir siyasi hareket peydah olmuş ve ne yazık ki yine kendi boğazları uğruna devletin boğazına basma gafletine kapılmışlardır. Kaybolan milyar dolarlar ve altınlar gündemdeyken, devlet hazinesi eksi 40 milyar dolarları görmüşken, bitmek bilmeyen bir azimle çaba gösterilmeye devam ediliyor. Bakalım bir asır önce atılan kazığı tekrar atmaya çalışanlar o gün ki boğaz düşkünlerinin yolundan mı gidecek yoksa yediği kazıktan ders almış bir milli bilinç kamu vicdanında gereken cevabı verecek midir?

SİYONİZMİN KÜRESEL DİZAYN ÇALIŞMALARI VE ERBAKAN HOCAYI ANLAMANIN ÖNEMİ!.
SİYONİZMİN KÜRESEL DİZAYN ÇALIŞMALARI VE ERBAKAN HOCAYI ANLAMANIN ÖNEMİ!.

“Siyonizm’i bilmeden, tanımadan dünyadaki olayları sağlıklı olarak değerlendiremeyiz.”

Prof.Dr Necmettin Erbakan

Siyonizm Arz-ı Mev’ud (Büyük İsrail) hedefini gerçekleştirmek için küresel bir düzen kurmuştur. Neredeyse her ülkede ekonomi siyaset medya başta olmak üzere işbirlikçileri mevcuttur. Ülkelerin merkez bankalarından siyasi hedeflerine gizli bir el olarak yön vermeye çalışmaktadır. Haliyle Siyonizmi ve uyguladığı stratejileri bilmeden ülkeler halklar kendilerini işleyen şeytani zulüm planlarından kurtaramaz!..

Bu arada Siyonizmin etkisi çoğu zaman toplumlarca ve hatta yöneticilerce bile fark edilmez!.. Siyonizm Üst Akıl olarak gizli işbirlikçileri eli ile ülkelerdeki topluma etki yapan dinamikleri istediği yönde hareket ettirir. Birçok insan farklı düşüncelerle harekete geçse bile Siyonizmin oyunlarına alet olur!.. Bunun ana sebebi Siyonizmi tam tanımamaktır.

Birçok müslüman IŞID vb akımlara dine hizmet adı altında katılmış ama sonuçta Siyonizmin İslam aleminde kaos iç savaş vb çıkarıp Müslümanı Müslümana kırdırma oyununa alet olmuşlardır!.

Birçok eğitimli insan bile ülkemizde Cemaat yapılanmasının destekçisi olmuş (alt kademenin belki de yüzde 85-90 nı samimi duygularla bu hareketi kandırılarak desteklemiş ama üst kademedeki CIA MOSSAD kirli bağlantıları bilinmediği için 15 Temmuz Darbe girişimine vb alet olmuşlar birçok vatandaşımızın şehadetine sebep olmuşlardır!) maalesef Dış Güçler’in ılımlı İslam projesinin piyonu olmaktan kurtulunulamamıştır..

28 Şubat -Refahyol sonrası despotik uygulamalarından kurtulmak isteyen halkın önüne BOP’çu Arap Baharcı Faizci vb AKP reklam edilmiş halkın aldatılması ile başta İslam alemi olmak üzere maalesef bugün bu hale gelmiştir..

Bugün Siyonizmin AKP ile işi bitmemiştir. Muhalefetin içindeki bir takım Siyonizm ile bağlantılı kişilerin stratejik dokunuşları ile halkımız yeniden Akp’ye yönlendirilmektedir!.

Bir taraftan da Siyonizm ülkemizdeki bir takım işbirlikçileri eli ile AKP’nin ve bir takım cemaat tarikat yapılarının ya da din adamı görünümlü sahte isimlerin hatalarını Yüce Dinimize saldırı unsuru yapılmaktadır!.
Bu vesile insanlar (özellikle de yeni nesil) dinden soğutulmaya çalışılmaktadır. Buradaki maksatları Fecri Kazip olarak ortaya çıkardıkları AKP sonrası FECR-İ SADIK’ın yani ERBAKAN HOCAMIZIN YOLUNUN insanlarca benimsenmesine engel olmaktır!. (İnşallah hiçbir güneşin doğmasına engel olamayacaktır bu ayrı.)

Erbakan Hocayı Anlamak!..

Ülkemizin tüm vatanseverlerine ümmetin tüm samimi müminlerine düşen Rahmetli Erbakan Hoca’yı anlamaktır. Çünkü O siyonizmi çok iyi idrak etmiş ve Siyonist Emperyalist düzeni alaşağı edecek Yeni Adil Dünya Düzeni projelerini miras bırakmıştır.

Örneğin D-8 D-60 D-160 projeleri hayata geçirilse idi ne Suriye ne Libya ne Irak ne Yemen bu halde olmazdı. Çin İslam alemi ile problem yaşamamak için Doğu Türkistan’lı kardeşlerimize zulm edemezdi. ABD Doğu Akdeniz’de vb savaş gemisi yüzdüremezdi. Rusya Emperyal amaçlar güdemezdi. Türkiye tarihi misyonu ile dünyaya yön verirdi..

Erbakan Hocamızın Adil Düzen (Milli Çözüm)’e dayalı fikir ve projelerine dönülmedikçe maalesef başta ülkemiz olmak üzere iç ve dış tehditlerden kurtulunulamayacaktır. Kimsenin nefs yapacağı bir dönemde değiliz. Ekonomiden Dış Politikaya çember her geçen gün daralmaktadır. Samimi davranılmalı ve kurtuluş için Erbakan Hocanın projelerine sarılmalıdır.

* Olaylara Erbakan Hocamızın bakış derinliği ile bakıp bizleri aydınlatan Üstad Ahmet Akgül Hocamıza saygılar.

Sonsuz Teşekkürler
Muhterem hocamızdan Allah razı olsun, yaşanan olaylara bakış açımızı kökten değiştiren yazılarıyla ufkumuzu açıyor Elhamdülillah.
Muhterem hocamızın her zaman dediği bir şey var bu alp iyi bir şey yapıyorsa dahi arkasında daha önceki yapmış oldukları bu iyi gibi gözüken işlerine şüphe ile yaklaşmamız lazım sözünü aklımıza getiriyor. Kanal İstanbul projesi ile lozan gibi başka bir zafer diyebileceğimiz montrö nasıl baypas yapılabilir ne güzel anlatmışsınız. Şuna inanıyoruz ki kanal İstanbul ile nasıl montrö baypas edilmek istenirse istensin Milli devlet aklımız ile dış güçlerin bütün planlarının boşa çıkarılacağından eminiz.
Ne güzelsin Milli Çözüm, herkese nasıl davranması ve ne yapmasını ne güzel anlatıp ayar veriyorsun sonsuz teşekkürler sana…

Yüksek bir feraset, üstün bir ahlak, bilgece olayları değerlendirme, hikmetli ve isabetli doğru teşhis ve tedavilerin stratejilerin ve bilgeliğin hakim olduğu muazzam bir makale!.. Teşekkürler Muhterem Hocam!..
Makaleyi okuduğumuzda şunu görmekteyiz; yüksek bir feraset, üstün ahlaka, hikmete ve isabetli fikirlere ve bilgeliğin hakim ve sahip olunduğunu görmekteyiz.

Muhterem Hocamızın bu özelliklere haiz kaleme aleme aldıkları bu makaleleri için sonsuz şükranlarımızı arzederim.

– Türkiye ve Dünya siyasetini çok iyi anlamış ve çözmüş, olayları enine boyuna sıkı bir takibin ve araştırmanın yapılarak kaleme alındığı bir makale olduğu

– Montrönün önemini ve anlamını en net ve mert şekilde ortaya koyulup bir kısım gerzekliklerin dile getirilip asıl mevzunun saptırılmasına mani olunan – Siyonist güçlere yarayacak sonuçların etkisiz kılınmasının sağlandığı bir makale olduğu, aynı zamanda olayları doğru teşhis ve doğru tedavi yöntemlerini kullanmada Aziz Erbakan Hocamızın hedef ve maksadıyla aynı yolun yolcusu olunduğunun görüldüğü bir makale olması,

– Hakkı hak olarak , batılı batıl olarak göstermek ve eğip bükmeden sadece ALLAH C.C. RABBINDAN korkarak hakkı haykırmanın hakkı yazmanın hakka kulluğun ön planda tutularak kaleme alınan bir makale olması ,

İşte fiziksel özgürlükten ziyade , ruhi özgürlüğe sahip olunca yani insanın sadece Allah’a kulluk etmesi O’na teslim olması , varlıkların ya da bir takım değerlere kulluk etmekten tamamen kurtulmuş olmanın verdiği bir ruha imana uygun yaşam sürmesi ve dolayısıyla benzersiz akla – hikmetle olayları irdeleme yorumlama – isabetli fikirler ve gayretlerle hiçbir şekilde taklit edilmesi mümkün olmayan öngörülere ve icraatlara imza atlabilmekte , öncü olunabilmekte, bilgeliğin hakim olduğu teşhis ve tedavi öngörülmekte olduğuna şahit olduğumuz muhteşem bir makale. Emeğinize yüreğinize sağlık Muhterem Hocam.

SÖZÜN ÖZÜ
Makaleyi baştan aşağı dikkatle okumadan, son paragraftaki;
“Bütün bu yaklaşımlar; Almanya’nın ve Batı’nın Türkiye’de, AKP iktidarı dışında, kendilerine daha yararlı bir alternatifi henüz kurgulayamadıklarının bir kanıtıydı. Bu saptamalar; siyaset zemininde ve demokratik mücadelelerle Erdoğan’la başa çıkılamayacağı, antidemokratik girişimlerin ise kontrol altına alınamayacağı kuşkularını barındırmaktaydı. Bu nedenle, Erdoğan’la yola devam etmek gerektiği kanaatleri açığa vurulmakta, ilgili makamlara bu mesaj ulaştırılmaktaydı. Haçlı Batı’nın hâlâ en büyük korkusu, Milli Görüş-Milli Çözüm ve Erbakan’ın tarihi ve talihli programlarıydı!..”
mesajın sırrına mazhar olmak imkansız…

ALLAH VERGİSİ
Hocamızın yazılarında bilgi, feraset, gayret, üstün zekâ, donanım, istikamet… bir arada. Maşallah.

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
12
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...