Paul Krugman, ABD derin devleti sayılan Yahudi Lobilerinin resmi yayın organı olan New York Times’in yazarıydı. 2008 İktisadi bilimler dalında Nobel ödülü almıştı. Kendisi, New Yorklu bir Yahudi ailenin evladıydı. MOSSAD ve CIA ile özel bağlantıları yazılıp konuşulmaktaydı. Dünyanın ilk yüz entellektüeli arasına sokulanlardandı. Vahşi kapitalizmi ve Siyonist sömürü düzenini överek ve sahiplenerek değil, sözde tenkit ederek meşrulaştıran, yamayıp cilalayarak ayakta kalmasını sağlayan takımdandı. Üstelik Erbakan’ın mutlaka iktidardan düşürülmesi gerektiğine inananlardandı!..
İşte bu Yahudi Paul Krugman, Ilımlı İslamcı ve AKP yandaşı STAR Gazetesinin de haftada bir ekonomi ve global siyaset yazarlığını yapmaktaydı. Daha doğrusu Star Gazetesi üzerinden, AKP iktidarını, yalaka yazarlarını ve dindar taraftarlarını yönlendirmeye ve beyinciklerini büyülemeye çalışmaktaydı.
Bay Paul Krugman 10-11-2012 tarihli Starda “Asıl Şimdi Gerçek Amerika’ya hoş geldiniz” başlıklı yazısında:
“Wall Street’teki Yahudi tekel sermaye sahipleri olan ve dünyanın hâkimleri olarak anılan Finans çevrelerinin Romney’i desteklediklerini, ancak onlara rağmen Obama’nın seçimi zaferle bitirdiğini ve böylece Amerika’yı ve dünyayı çok mutlu ve umutlu günlerin beklediğini” müjdeliyor ve bir sürü İslamcı yazar ve yorumcu da bu zokayı yutuyor ve papağan gibi aynı nakaratları tekrarlıyordu. Zaman Gazetesinden Yeni Şafak’ına, Star’ından Sabah’ına kadar hepsi birden haftalar boyu Obama’nın muhteşem zaferinden ve kutlu projelerinden bahsediyordu.
“Mümin (olan) bir delikten iki sefer ısırılmaz” hadisinin haber verdiği feraset fukaraları, ABD seçimlerine katılımın %50’de kaldığını, Obama’nın ise bunun yarısı ile yani %25 oy desteği ile ABD’ye başkan, Yahudi Lobilerine kâhya atandığından ve bu güdümlü demokrasi ayıbından bahseden hiç çıkmamıştı.
Bir dönem önceki kurgu ve kuruntularının hepsinin boşa çıktığını ve hayal kırıklığına uğradıklarını nasılda unutmuşlardı!? Hatta bazı Milli Gazete yazarları bile:
“Öteki Amerika’nın Zaferi…”
“İkinci Obama dönemi ya da, Sistem içi hesaplaşma” başlıklı yazılar kaleme almışlardı. Oysa Amerika’da Yahudilerin yoğunlukla yaşadıkları bölgelerde, kahır çoğunlukla Obama’ya oy çıktığı saptanmıştı. Star yazarı İbrahim Kiras:
“Canım, zaten Yahudi seçmenler öteden beri demokratlara oy verme geleneğini sürdürüyor” diyerek kendince bir mazeret uydurmakta, Obama’yı Yahudilerin seçtiğini gizlemeye çalışmaktaydı. Sanki insanlar, Romney ile Obama’nın seçim süresince İsrail’e yaranmak için yarıştıklarını bilmiyorlardı…
Yani artık Obama Mesih, Erdoğan Mehdi konumundaydı!. Ancak bu Mesih ve Mehdi, Deccalin karargâhı olan Yahudi Lobilerinin adamlarıydı. Hatta boyunlarında Siyonist mahfillerce takılan cesaret madalyaları bile vardı.
Oysa ABD kaldığı yerden devam ediyordu!
Seçim tiyatrosunu atlatan Obama yönetimi İran’a uyguladığı sindirme politikasını aynen sürdürüyordu. ABD yönetimi, çeşitli bahanelerle bazı İranlı yetkililer ve hükümet kurumlarına yönelik yeni yaptırımlar başlatıyordu.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland’ın açıklamasına göre, yaptırım uygulanma kararı alınanlar arasında, İran İletişim ve Enformasyon Bakanı Rıza Taghipur ve İran Kültür ve İslami İrşad Bakanlığı da dâhil olmak üzere 4 İranlı ile 5 İran hükümet kurumu yer alıyordu.
Sözcü Taghipur’u, uydu yayınlarının bozulması ve internet erişiminin kısıtlanması yönünde talimat vermekle eleştirerek, “ABD’nin, İran yönetiminin, vatandaşların dünyanın geri kalanıyla bağlantısını kesmek için ”elektronik perde” oluşturmasını önlemeye kararlı olduğunu” ileri sürüyordu.
Netanyahu Obama’ya birlik mesajı gönderiyordu.
Öte yandan, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD Başkanlığı’na ikinci kez seçilmesinden dolayı Barack Obama’yı telefonla arayarak kutluyordu. Binyamin Netanyahu’nun, Barack Obama’ya, ”ABD ve İsrail’in karşı karşıya olduğu büyük sorunları ele almak, bölgedeki ‘barış ve güvenliği geliştirmek’ (!) için birlikte çalışmaya devam edeceklerini” söylediği belirtiliyordu.
Bir zamanların hızlı İrancısı İslamcılar ise şimdi “Şiilik taassubu (!) içindeki” İran’ı suçluyor ve “dolaylı Amerikancı” kesiliyorlardı!
Obama “cinsi diyalog” evladıydı!
Daha önce Irak’ın işgalini utanmadan alkışlayanlar şimdi de ‘Irak’tan çekileceğim’ diyen Obama’yı öve öve bitiremiyordu. Obama babası Kenyalı bir zenci oluyordu. Evlilikten bir süre sonra babasını terk eden beyaz Amerikalı (ve Yahudi asıllı) annesi bu kez sarı ırktan yani Endenozya’lı Müslüman bir kişiyle evleniyordu. 4 yıl Endenozya’da yaşamak zorunda kalan Obama hem Müslüman hem de Hıristiyan Katolik okullarına gidiyor, sonra ABD’ye dönüyor ve annesi ölünce beyaz anneannesi ve beyaz babaannesinin yanında Anglo-Sakson Protestan kilisesi inançlarına göre yetişiyordu. 5-10 yıl öncesine kadar Washington’da kimsenin adını bile duymadığı Barak Obama aniden siyaset sahnesine çıkıyor ve merdivenleri hızla tırmanarak Demokrat Parti’nin başkan adayı oluyordu ve iki dönemdir seçiliyordu. Evet ABD’deki Yahudi Lobiler böylesi ilginç bir ‘sembol’e ihtiyaç duyuyordu. Çünkü ABD’de yaşayan beyaz olmayanlar, sistemin kendilerine haksızlık yaptığına inanıyor ve giderek ülkeye güvenleri azalıyordu. Yapılan istatistiklere göre 2042 yılında zenciler, Latin, Asya ve Arap kökenlilerin toplam sayısı beyazları geçiyordu. İşte bu gerçeği gören Siyonist merkezlerin, “Obama gibi sistemin yarattığı ve sisteme inanan ‘Çeyrek zenci’ birini başkan seçmesi” gerekiyordu. Obama ise başkan seçildikten sonra Beyaz Saray Genel Sekreterliği’ne Yahudi kökenli Ram Emanuel’i getiriyordu. Bazı çevreler Obama’yı politikaya sokanın aslında Ram ile birlikte yine Yahudi olan David Axelrod ve Lee Rosenberg olduğunu söylüyordu. Amerikalı olmasına rağmen iki kez İsrail ordusunda gönüllü olarak görev yapan Ram’ın babası İsrail medyasına verdiği demeçlerde: ”Oğlum Yahudi duygularını Beyaz Saray dışında bırakmayacaktır ve Obama’nın İsrail yanlısı olması için her şeyi yapacaktır” diyordu. Obama’nın yanındaki en önemli 10-12 kişilik ekipte (hiç zenci yoktu) Yahudi lobilerinin 4 önemli adamı yer alıyor ve bunlar Obama’nın dış politika kararlarını belirliyordu.
Acaba bizim İslamcı yazarlar bütün bunları bilmiyorlar mıydı, yoksa okurlarını aldatmak üzere mi kiralanmışlardı?
Şapşalların Şarlatanlığı!
Daha da gülüncü Türkiye’de Obama’yla örtüşen politikaları savunanlar Romney’i, Romeney’le uyuşan politikaları savunanlar ise, Obama’yı destekliyordu! Mesela Romney de AKP gibi kürtaja karşı çıkıyordu. Romney de AKP gibi eşcinsel evlilikleri uygun bulmuyordu. Romney de AKP gibi dinin sosyal hayatta daha belirgin olmasını istiyordu. Romney de toplumun dindarlaşmasını ülkenin sigortası olarak kabul ediyordu. Daha doğrusu Romney’de AKP gibi din istismarı yapıyordu.
Obama ise AKP politikalarına aykırı bir tutum sergiliyordu. Onun önceliği kürtajın da, eşcinsel evliliklerin de serbest bırakıldığı, dinin sosyal hayata pek karışmadığı bir ABD oluyordu. Hem Yahudi cıfıtları hem de İslamcıları aynı potada eritmeyi bile başarıyordu. Bütün dünyada, özellikle de Türkiye’deki İslamcılar da, ABD’deki Yahudiler de Obama’da kendilerinden bir parça bulup sahipleniyordu. Yani Obama Hz.leri Haham Menachem Posner’a da, Fethullah hoca’ya da yarıyordu!?
Obama’nın katil kostümü!
Obama geçtiğimiz dört yıl içinde İsrail’in hakaret ve aşağılamalarına alışmış görünüyordu. İlk zamanlarda barış görüşmelerini yeniden canlandırma çabaları, Netanyahu’nun; “yasadışı yerleşimlerin inşasını durdurmayı” inkâr etmesiyle sekteye uğruyordu. Şimdi Başkan Obama’nın siyaseten kaybedecek daha az şeyi kaldığını, İsrail’e karşı daha sert bir tavır almasını ve Filistinliler için daha avantajlı bir anlaşma konusunda ısrarcı olmasını bekleyenler yanılıyordu.
Çünkü televizyonda yayınlanan son münazaranın kanıtladığı gibi, İsrail yanlısı lobi Capitol Hill’de yılmaz bir güç olarak kalmaya devam ediyordu. İsrail sözcüğü iki aday tarafından toplam otuz kez tekrar ediliyor, fakat ‘Filistin’ kelimesi hiç geçmiyordu. Son münazarada Obama “Mısır’ın İsrail ile olan anlaşmasına uyması gerektiğini ve bunun onlar için kırmızı hat olduğunu” da hatırlatıyordu. Seçim kampanyasının son günlerinde Obama, Usame Bin Ladin’in öldürülmesi operasyonunu canlı olarak izlerken milyonların giydiğini gördüğü aynı bombardımancı ceketini giydiğini bizim onursuzlar takımı nedense unutuyordu veya umursamıyordu!
Sözün özü, artık çözülmeye başlayan ve çöküşü hızlanan Gizli Dünya Devleti (ABD Yahudi Sermayesi) İslam dünyasını ve mazlumları daha rahat avutacağına inandıkları, çeyrek Müslüman, çeyrek Hıristiyan ve yarım Yahudi Barak Hüseyin Obama’yı kendi küresel sömürü şirketlerine yeniden CEO olarak atıyordu. Böylece, halkın sadece %50’sinin katıldığı bir seçim sonucu %25’in bilinçli(!) tercihiyle Obama yeniden baş kahya seçiliyor, ama bizim Amerikan taparlar Mehdi ve Mesih zuhur etmiş gibi seviniyordu. Resmi rakamlara göre 50 milyon yoksulun yaşadığı, 100 milyon insanın emeklilik ve sağlık sigortasından mahrum kıvrandığı Amerika’nın kamu kaynaklarını, Wall Street’teki Yahudi baronların trilyon dolarlık borçlarına yatıran Barak Obama, 4 yıllık hayal kırıklığına rağmen yeniden ezilen mağdurların ve Müslümanların umudu haline getiriliyordu. Amerika’daki seçim tiyatrosu ve demokrasi fiyaskosu bile, ahmakların gözünü açmaya yetmiyordu. Recep T. Erdoğan’a “Arkadaşım” dediği için Zaman Gazetesince “Karaoğlan” diye övülen Obama’yı bakalım hangi sorunlar ve sonuçlar bekliyordu!
Bu nasıl vicdandı?
Üç-beş yıllık başkanlık veya başbakanlık hatırına; ülkesinin parçalanmasına, devletinin kuşatılmasına ve İslam’ın yozlaştırılmasına razı olan bir insan, nasıl bir iman taşırdı? PKK militanlarının tanık, TSK komutanlarının ise sanık sandalyesine oturtulmasına göz yuman insan nasıl bir vicdan taşırdı?
Şemdin Sakık “Parmaksız Zeki” kod adıyla PKK’nın en üst kademesinde görev almış azılı bir eşkıyaydı. Bingöl-Elazığ yolunda 33 sivil ve silahsız askerimizi katleden teröristlerin başındaydı. Kendisi bunu inkâr edip yalana sığınsa da, o katliamdan yaralı kurtulan dört gazimiz kendisini tanımış ve katliamı bizzat yönettiğine şahitlik yapmışlardı. Oysa böylesi “canilerin, aşağı ve bayağı ahlaklı kimselerin ve yalancılığı tespit edilenlerin asla şahitlik yapamayacakları” konusunda İslam ulumasının ittifakı vardı. Medeni hukuk ta, “güvenilir olmayan kişilerin tanıklığını geçersiz” saymaktaydı. Şemdin Sakık’ın ağabeyi Sırrı Sakık, sivil PKK olan BDP saflarında, kendisi ise gizli tanık sıfatıyla Ergenekon davasında, TSK’nın yıpratılması ve Türkiye’nin parçalanması için çaba harcamaktaydı. Bu yalancı şahit ve katil Şemdin Sakık idam cezası alıp cezası müebbet hapse çevrilmiş iken, 28 Şubatta askerlerin yayınladığı andıçlara kaynak ve araç yapılmış, Akın Birdal’ın vurulmasını kışkırtmış, AKP döneminde yandaş Akit Gazetesinin ikizi “Habervaktim” internet sitesinde sözde “itiraf” kılıflı iftiralarıyla kendisine hedef gösterilen komutan ve yazarları karalamaya başlamıştı. 14 yıldır cezaevinde daha önce 18 yıl Irak ve Doğu Anadolu kırsal bölgelerinde bulunmasına rağmen, sanki bir araştırmacı-yazar ve devlet ajanıymış gibi herkes ve her mesele hakkında akıl almaz iddialar ortaya atmaktaydı.
Ve Sn. Başbakan Recep Erdoğan, Şemdin Sakık sapkınını “güvenilir tanık” yapan karanlık odakların hazırladığı “komplo tuzağının”, sonunda kendisini de içine çekip yutacağını anlamayacak kadar boş bir adam mıydı?!
Şemdin Sakık katilinin, yalan beyanlarını veya “yazılıp önüne konulanları” kendi malumatıymış gibi piyasaya sunmasına ve 28 Şubat andıçlarına dayanak yapılmasına sessiz ve tepkisiz kalanların, şimdi “gizli tanıklığına” itiraz edip yırtınmaları ise ayrı bir çifte standart ve sahtekârlıktı…
Bunca alçaklığı ve ahlaksızlığı sabit olan bir eşkıyanın sözlerine itimat ve itibar edip şahitlik yaptırılması, hem dinen, hem vicdanen hem de kanunen asla uygun değilken, bu yola başvuranların başlarının hiç ağrımayacağını sanmaları ne büyük bir yanılgıydı!
Gizli tanık hukuk açısından şu şartları taşımalıydı:
– Taraflardan herhangi biriyle maddi ve manevi husumeti ya da menfaati olmayacaktı
– Toplumun ortalama değer yargılarına göre saygın olacaktı.
– Aktaracağı bilgileri beş duyusuyla algılayacak, kişisel tahminlerde ve dedikodularda bulunmayacaktı.
Acaba Şemdin Sakık “gizli tanıklık” şartlarından hangisine sahip bulunmaktaydı?
Üstelik; “sanık, tanık olamaz mı? Daha önce bazı suçlara bulaşmış bir insan, bundan sonraki hayatında, sözüne itibar edilmez bir insan olarak mı yaşayacaktı?” diyecek kadar cehalet ve gaflet sergileyen bazı yazarlarımız, hem İslam hukukunda hem Yeni kanunlarda şahitlik şartları ve “adalet” vasıfları konusundaki tespitleri araştırıp okumak zahmetine bile katlanmadan, kısır mantık ölçüleriyle olaya yaklaşmaktaydı. Hatta, bu şahısların kimlerin namusuna ve ırzına çamur attıkları ve hangi yuvaları yıktırdıkları da kendilerine sorulmalı, kirli dosyalarına bakılmalıydı. Ve ardından da Nisa Suresinin 4. Ayeti okunmalı ve “bu gibi hain kazip müfterilerin ebediyen şahitliklerinin kabul edilmeyeceği” emri anlaşılmalıydı.
Bu arada Şemdin Sakık’ın karşısına sanık diye çıkarılma bahtsızlığına uğrayanlardan E. GKB. İlker Başbuğ, 10 Kasım nedeniyle yayınladığı mesajda, Mason ve Sabataist Celal Bayar’ın “Ey Atam, seni anlamak seni anmak ve seni anlatmak Milli bir ibadettir!” sözlerini hatırlatıp teselli bulmaya çalışmaktaydı. Oysa Celal Bayar’ı Cumhurbaşkanı yapanların, şu anda kendilerini sanık sandalyesine oturttuklarının bile maalesef farkına varamamışlardı. O Celal Bayar ki “Türkiye’yi Küçük Amerika” yapacağız yalanıyla, ülkemizi Amerika’nın yarı sömürgesi konumuna sokanların başındaydı. Hatta Cumhurbaşkanlığı arşivi taranırken çıkan bir belgede “İstanbul Teknik Üniversitesi yetkililerince, yerli uçak motoru yapmayı başaran ve yaptıkları tetkikler sonucu mükemmel olduğu saptanan Erbakan’ın bu projesinin seri üretime geçirilmesi konusunda dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar’a iletilen dilekçenin altında, onun el yazısıyla düşülmüş şu notlar okunmaktaydı.
“Bunları zaten ABD’den satın alıyoruz, yerlisine ve seri üretimine gerek yoktur!” (Bak. 8 Kasım 2012 Yeni Çağ Gazetesi. Mevlüt Uluğtekin Yılmaz. Okuyucuya Yanıtlar)
Sn. İlker Başbuğ, keşke bu vicdanlarımızı sızlatıcı konumlara düşmelerinin altında, biraz da, “Amerikan taparlığa Kemalizm kılıfı geçirenlere hayranlık duymalarının Erbakan gibi Milli gayretli şahsiyetlere ise uzak durmalarının, hatta dil uzatmalarının ve 28 Şubat gibi Amerikan tezgahlarında rol almalarının” vebali yattığını anlayıp ona göre davransalardı!..
Bu arada “Anadilde eğitim hakkım yasaklansaydı, ben de dağa çıkardım” diyen eski koyu Milliyetçi Hareketçi şimdi sadık Fetullahcı-cemaatçi ve tabi önceden de şimdi de “gönüllü ABD hizmetçisi”, Zaman Yazarı Mümtazer Türköne’ye hatırlatmak lazımdı:
Doğru söylüyorsun, çünkü fıtratınız Şemdin Sakık’la aynıydı. Oysa PKK’lıların hiçbirisi, Anadilde eğitim ve savunma hakkı verilmediği için dağa çıkmamıştı ve Mümtazer Türköne bu sözleriyle PKK’nın bütün vahşet ve cinayetlerine meşruiyet kazandırmaktaydı.
Bir Milletin Ordusunu yıpratmadan, yurdunu yıkamazdınız!
Dünyaya hükmeden 13 Yahudi ailesinin en başı sayılan, Avrupa Bankalarının ve finans kurumlarının sahibi olan Rothschild’lerin “Masonik medya manipülasyonu” toplantılarına çağrılma şerefine ulaşan Milliyet Yazarı Güneri Civaoğlu, PKK destekçisi ve MOSSAD işbirlikçisi Barzani’nin ve kadın-çocuk yüzlerce masum Filistinlinin vahşice öldürüldüğü Şatilla katliamına katılan Lübnanlı Falanjist liderlerin şuursuzca alkışlandığı AKP Kongresini öven 03.10.2012 tarihli yazısında:
“Kalkınma konusunda AKP Japonya yolundadır ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan akıllı davranmaktadır. Çünkü Japonya savunmasını ABD’ye ısmarlayıp, bütün imkânlarını sanayi ve teknolojiye harcamıştır” anlamında hikmetler sıralanmaktaydı. Bu sözler, AKP iktidarının, “Milli savunmamızı zayıflatmaya ve TSK’yı Amerika’nın güdümüne sokup etkisiz bırakmaya” çalıştığının itirafıydı. Oysa ayakta kalmamız ve bağımsızlığımızı korumamız için her yönden güçlü ve caydırıcı bir orduya ihtiyacımız vardı. İşte 2. Dünya Savaşında yenilen ve ABD’nin dayatmasıyla Ordusunu fesheden Japonya ve Almanya, ekonomi ve teknoloji alanındaki ilerlemelerine rağmen, orduları bulunmadığı için, dünya siyaset dengelerinde diplomatik ve stratejik hiçbir ağırlıkları ve saygınlıkları bulunmamaktaydı. Ve en son Çin ile Japonya arasındaki küçük balıkçı adaları krizi konusunda, %100 haklı olmasına rağmen, Çin’le sürtüşmekten sakınan ABD tarafından yalnız bırakılmış ve Japonya geri adım atmak zorunda kalarak, bir kez daha Milli gururu kırılmıştı.
Mesih Obama’nın yeniden ABD Baş kuklası seçilmesinden 24 saat sonra Amerikan Dış Bakanlık yetkileri Türkiye-Suriye sınırına, NATO şemsiyesi altında PATRİOT füzeleri yerleştirileceğini açıklamış, Endenozya’da bulunan Mehdi Recep T. Erdoğan, bu tür girişimlerden haberi bile olmadığından, hemen bu iddialara karşı çıkıp yalanlamış; aynı anlarda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise bunları doğrulamıştı. Ancak, Başbakanın sözlerini duyunca bu sefer “Henüz resmi bir talebimiz yok ama tedbir çerçevesinde hazırlıklarımız vardır” şeklinde lafını yuvarlamıştı. Sanki ABD’yi de Türkiye’yi de Yahudi Lobileri yönetiyormuş gibi, hem Mesih Obama’nın hem de Mehdi Erdoğan’ın bölgemizi cehenneme çevirecek gelişmelerden en sonunda haberleri olmaktaydı. Ve tabi sadece sivil kuklalar değil, bu gaflet ve hıyanet girişimlerine göz yuman ve razı olan asker bürokratlar da bu vebalin altından kalkamayacaklardı!.
Sahi, yeri gelmişken soralım:
“Beşşar Esad yönetimi demokrasiye geçmiyor ve insan haklarını ihlal ediyor” diye Suriye Muhalefetini organize eden ve her türlü desteği veren kahraman Recep T. Erdoğan, son zamanlarda yeniden azıtıp Gazze’ye uçaklarla saldıran ve onlarca masum Müslümanın canına kıyan şu İsrail’e karşı, niye Filistin Muhalefetini organize edip destek sağlamazdı? Oysa, bırakın böyle onurlu ve olumlu bir girişimde bulunmayı, bu konuyu ağzına bile alamazdı! Haydi bizi yalancı çıkarsın da, milyonların duasını kazansındı!..
Maalesef, gündemi PKK’nın ve KCK’nın dayatmalarına göre ayarlayan, bir yandan ölüm oruçları için “Bunlar şov ve şantaj yapıyor, boyun eğeceğimizi sananlar aldanıyor!” diyerek halka karşı hava atan (daha doğrusu havasını alan) Başbakan, öte tarafta bölücü teröristlerin istediği: “Anadilde savunma ve APO’ya uygulanan tecridi kaldırma” yolunda hazırlıklar yapmaktaydı. Bütün bunlar bize Hz. Peygamber Efendimizin “Utanmazsan isteğini yap” hadisini hatırlatmaktaydı.
Ancak, hiç kimse aklından çıkarmasın ki, yegâne kuvvet ve kudret sahibi, yalnız Cenabı Allah’tır; Onun vadi ve kaderi haktır; Kur’an’ın ve Resulüllahın müjdeleri mutlaka yerini bulacaktır. Azgınlaşan İsrail’in ve Dünya Siyonizm’inin yıkılışı yakındır ve karıştırılan Suriye onların mezarı olacak, ABD emperyalizmi ve İsrail Siyonizmi bu topraklarda batacaktır. Türkiye merkezli bir ADİL DÜZEN MEDENİYETİ, mutlaka ve çok yakında kurulacak, hiçbir şeytani güç buna engel olamayacaktır.
Rahmetli Erbakan Hocamızın: “Zalim güçlerin bütün nükleer füzelerini, üstün savaş ve saldırı sistemlerini ve tüm tedbir ve tecavüzlerini devre dışı bırakıp çalışmaz ve işe yaramaz hale sokacak, teknolojik harikaları hazırladık ülke ve bölge şartları olgunlaşınca kullanılmak üzere Milli birimlere teslimatını yaptık” müjdelerinin anlamını Allah’ın izni ve dilemesiyle herkes görüp yaşayacaktır. Yani son 300 yılın intikamı bir seferde alınacaktır!
hayat veren
Tespitleriniz çok yerinde ve can alıcı nitelikte.Bir de samimiyetinizin neticesi olsa gerek -HAYAT VEREN- niteliğinde UMUT AŞILIYORSUNUZ.DEĞİŞMEYEN DOĞRULAR kaynaklı bu yaklaşım bizler ve ülkemiz için bir çeşit can simidi gibi…