YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
656e91bfe4c0a
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 3 2 3
Bugün : 1293
Dün : 10786
Bu ay : 48604
Geçen ay : 302569
Toplam : 21291586
IP'niz : 44.212.96.86

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Orduya Amerikan Kumpası ve İSLAMCI MÜNAFIKLARIN KAFA YAPISI

E. GKB İlker Başbuğ, savcılığa suç duyurusunda bulunmuşlardı.

Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ, “Ergenekon’da kumpas” iddiaları ile ilgili “müşteki” sıfatıyla ifade vermek üzere Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayına gelmiş ve yaklaşık 5 saat adliyede kalan Başbuğ çıkışta çarpıcı açıklamalar yapmıştı. Başbuğ, “suç duyurularında bulundum. 3 yıl önce benim hakkımda suç duyurusunda bulunulmuştu, Allah büyüktür, benim bu konuda söyleyeceğim bunlar!” diyerek ayrılmıştı. İlker Başbuğ, “30 Aralık günü Ergenekon davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin aldığı kararla benim hakkımda suç duyurusunda bulundu. Ben de bugün bu özellikle Genelkurmay Başkanlığı dönemimde yaşadığımız olaylara ilişkin olarak tespitlerimi ilgili makamlara iletmek üzere buraya geldim. Suç duyurularında bulundum. 3 yıl önce benim hakkımda suç duyurusunda bulunulmuştu, ben de bugün suç duyurularında bulundum. Allah büyüktür” açıklamasını yapmıştı.

TSK mensuplarının cezaevinde yıllarca haksız yere tutulduğunu söyleyen Başbuğ’un, “Buna rağmen hiçbir zaman ne nefret duyguları, ne intikam duyguları peşindeyiz, ne de kişisel kin duyuyoruz dedik. Bizim tek isteğimiz var adalet. TSK’ya karşı yapılan asılsız iddialar, iftiralar. Kimler tarafından planlanmıştır, kimler tarafından uygulanmıştır? Bu ortaya çıkarılmalı ve bu kişiler adil şekilde yargılanmalı. Biz bu konuların takipçisi olacağımızı ifade ettik. Buraya gelmemin ana nedeni de budur”[1] sözleri anlamlıydı. Sn. İlker Başbuğ’un bu girişimi elbette olumlu ve onurlu bir davranıştı. Ve umarız daha ciddi ve netice verici gelişmelerin bir başlangıcı olacaktı.

İlker Başbuğ, Silivri’den çıktıktan sonra ilk kez bu kadar teferruatlı açıklama yapmıştı. Adliye’de “suç duyurusunda” bulunduktan sonra aynı gün, hakkında açılan davaları, tutuklanma sürecini etraflıca Tarafsız Bölge’de, Ahmet Hakan’a anlatmıştı. Ahmet Hakan, “Derin yapılarla ilgili davaların Türkiye’de askeri vesayeti sona erdirdiği gibi bir algı”dan söz edince, İlker paşa ilginç yorumlar yapmış, sanki Türkiye’de askeri vesayet yaklaşımlarını ciddiye almamıştı; “Vesayet, vasilikten gelir, özürlü insanlara vasilik yapılır, politikacılar özürlü mü?” anlamına gelen cümleler kurmuşlardı. Hemen belirtelim ki, Sn. Başbuğ’un bu tavrı hem yakışıksızdı, hem de söylediği diğer doğruların değerini boşa çıkaran bir yaklaşımdı. Çünkü dış güçlerin ve işbirlikçi masonik merkezlerin kışkırtmasıyla Türkiye’de bir takım vesayet girişimlerini inkâr etmek imkânsızdı.

Sn. İlker paşa aynı programda şöyle bir itirafta bulunmuşlardı; “27 Aralık 2011 Çarşamba. Bir haber geldi bana, ‘özel’ geldi. Dediler ki, ‘siz yakın bir zamanda, yakın bir süreçte Ergenekon davası nedeniyle tutuklanacaksınız.” Paşamız, haber kaynağının “güçlü” olduğunu, habere inandığını da vurgulamıştı. Sn. Başbuğ, bu “güçlü kaynak”ı açıklamayacağını söylese de kafamıza takılmıştı: Sayın paşam; bu kaynak Cumhurbaşkanı mıydı, Başbakan mıydı, NATO kurmayları mıydı, Amerika mıydı, CIA mıydı, MOSSAD mıydı, MİT bağlantılı mıydı? Umarız sular durulunca ve kumpasçılardan hesap sorulunca, bu gizemli konuda açıklanırdı![2]

“Yeni kumpaslarla karşılaşmamak için titiz davranıyoruz” diyen Genelkurmay’ın “paralel yapı” çıkışı

TSK’dan ‘paralel yapı’ ile ilgili açıklama yapılmış; Ordu içindeki cemaat yapılanması ile ilgili hukuki soruşturmanın sürdüğünü ve sağlıklı sonuçların alınması için çalışmaların yoğunlaştığı vurgulanmıştı. Daha  önce Genelkurmay Başkanlığı tarafından ‘TSK içinde paralel yapı olduğu’ haberleriyle ilgili bir açıklama yapılmış, yeni kumpaslarla karşılaşmamak için iddiaların titiz bir şekilde sonuçlanması için gayret sarf edildiği vurgulanmıştı. F tipi tertiplerin hedefindeki askerlerden olan emekli Albaylar Dursun Çiçek ve Ahmet Zeki Üçok ile emekli Yarbay Mustafa Dönmez’in bir televizyon programında yaptıkları açıklamaların ardından Genelkurmay Başkanlığı, “paralel yapı” ile ilgili bir açıklaması anlamlıydı.

Cemaatçi polislerin TSK’ya karşı suç dosyaları kabarıktı!

F tipi yapıya yönelik 14 Aralık operasyonuyla gözaltına alınan eski İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürü Mutlu Ekizoğlu’nun Ergenekon, Balyoz, Odatv ve Şike operasyonlarında birçok usulsüzlüğü saptanmıştı. Emniyet içindeki F tipi yapılanma açığa çıkınca Siirt Emniyet Müdürü yapılan Mutlu Ekizoğlu’nun dosyası, Cemaat’in tutuklu polis müdürleri Yurt Atayün ve Ali Fuat Yılmazer gibi oldukça kabarıktı. Ekizoğlu, Ergenekon davasında hâkim ve savcıların yetkilerini kullanarak onların adına, iletişimin dinlenmesi, arama, el koyma ve yakalama, teknik izleme, inceleme ve gözaltı kararları yazarak, yurtseverlerin tutuklanmasını sağlamıştı. Ekizoğlu, Ergenekon davasında özel hayatın gizliliğini ihlal ederek suç unsuru içermeyen telefon kayıtlarını da polis fezlekesine koyan cemaat elemanıydı.

51 No’lu CD’yle ilgili ifadesi alınmıştı.

Mutlu Ekizoğlu, Adli Emanet Memurluğu’nda kırılan 51 No’lu DVD’yle ilgili hakkında yapılan suç duyuruları üzerine Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı’nda ifadeye çağrılmıştı. Ekizoğlu, ifadesinde İstanbul Emniyeti’nde DVD’nin kopyasının bulunmadığını söylese de, bu ifadesinden önce, DVD’nin kopyası adli emanetten Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiş bulunmaktaydı.

Tuncay Güney’in kasetlerini saklamıştı.

Mutlu Ekizoğlu’nun Tuncay Güney mülakatındaki “sesli ve görüntülü beyanlarını” çözümleme gerekçesiyle alarak asıl videokasetleri gizlediği konuşulmaktaydı. 11 Şubat 2008’de “Tuncay Güney’in Mülakat Tutanağı” başlıklı 128 sayfalık metnin ilk sayfasında, ‘Şube Müdürlüğümüz arşiv kayıtlarının tetkikinde Tuncay Güney’e ait mülakat kaseti bulanamamıştır” cümlesiyle bu suç da ortaya çıkmıştı. Şüphelilerden Mutlu Ekizoğlu, yetkisi olmadığı halde özetleme bahanesiyle mülakatı 16 sayfaya indirip gerçekleri saklamıştı.

Zaman’ın haberi polis tutanağı yapılmıştı.

325 kişinin mahkûm edildiği davaya dayanak olan 11 ve 17 numaralı CD’lerin üzerindeki yazıların sahte olduğu ortaya çıktı. Balyoz savcılarının avukatlardan gizlediği CD’nin fotoğrafı, ilk kez Zaman’da yayınlanmıştı. Balyoz davasının yeniden yargılamasını yapan mahkemenin atadığı bilirkişi Prof. Dr. Salih Cengiz’in hazırladığı raporla komutanların cezalandırılmasına dayanak gösterilen “en önemli deliller” fos çıkmıştı. El yazısı ve imza uzmanı Prof. Dr. Salih Cengiz, titiz bir çalışma yürüterek Mehmet Baransu’nun savcılığa teslim ettiği 11 ve 17 No’lu CD’yi incelemiş, böylece CD’lerin üzerindeki “Or.K.na” ve “K.özel” el yazılarının makineyle yazıldığı anlaşılmıştı. Zaman gazetesi, 22 Ocak 2010’da 11 No’lu CD’nin içinde yer alan “Faydalanılacak medya mensupları.doc” isimli bir dijital veriyle ilgili bir “analiz haber” yapmıştı. Yazıdaki ifadeler ise 25 Haziran 2010’da Emniyet Tespit Tutanağı’na aynen aktarılmıştı. Öte yandan 2003 yılında hazırlandığı öne sürülen bu dijital veride kullanılan yazı karakterinin 2007 yılında kullanılmaya başlanan “Calibri” olması da dikkatlerden kaçmamıştı.

Gülen’in “konuştum” dediği General “Kim olmaktaydı?”

TSK içindeki F tipi yapılanmayı gözler önüne seren ve Türkiye gündemine oturan CD’nin ayrıntıları ortaya çıkmıştı. Gülen, Cemaat’in üst düzey elemanlarına bir generalle yaptığı görüşmeyi anlatmıştı! Fetullah Gülen ile bir general arasında geçtiği iddia edilen bir görüşme videosu, ordu içindeki Cemaatçi örgütlenme tartışmasını kızıştırmıştı. Avukat Fidel Okan’ın Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki F tipi yapılanmayı araştıran savcıya teslim ettiği o CD kafaları karıştırmıştı. Gülen videoya kaydedilen konuşmasında, “MİT’te de çalışan bir general”den söz açmıştı. MİT’te Teoman Koman’ın müsteşarlığı dönemine kadar bu makama bir korgeneral atanıyordu. MİT’in daha alt düzey yöneticileri arasında ise daha çok albay düzeyinde subaylar bulunuyordu. “Sivilleşme” adı altında MİT’te yapılan tasfiyelerden sonra bu kurumda çalışan asker sayısı neredeyse sıfıra indirildi. Dolayısıyla Gülen’in “MİT’te çalışan bir general” sözünün, Cemaat’e yönelik bir propaganda olduğu da söylenebilirdi.

Genelkurmay’ı Ramazan Akyürek takibe aldırmıştı!

“Fetullah’a” sicilli Ramazan Akyürek’in Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı yaptığı dönemde, Genelkurmay Başkanlığı santralı ve TBMM ile işadamları, gazeteciler ve polislerin de arasında bulunduğu 1000 kişinin sahte isimlerle dinlendiği ortaya çıkmıştı. Dinlenenler arasında dönemin Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan da vardı.   Arslan, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı olduğu dönemde, İBDA-C örgütü lideri olarak İsmail Korkmaz sahte ismi ve mahkeme kararı ile dinlemeye alınmıştı. Hürriyet gazetesinin haberine göre, Ankara İstihbarat Daire Başkanlığı’nda tespit edilen usulsüz ve yasa dışı telefon dinlemeleri üzerine soruşturma başlatılmıştı. Soruşturmada ilk hedef, telefonların IMEI numaraları üzerinden talep edilen ve mahkeme kararı alınarak yapılan  dinlemeler olmuş, soruşturmanın başına HSYK Başmüfettişi Ali Rıza Karakan atanmıştı. F tipi örgüt sıkışmış durumdaydı ve paçasını kurtarmak için her yola başvurmaktaydı. Ekonomik kaynakları büyük darbe almıştı. Başta yasa dışı transferler olmak üzere birçok işte kullandıkları bankaları sıkıntıdaydı. Emniyet ayaklı yasa dışı şantaj ve rant gelirleri de tıkanmıştı. Bürokrasideki kadrolarının bir kısmı kendini gizlemeyi başarsa da kayıpları fazlaydı. Emniyette ve yargıda yedikleri darbe sarsıcıydı. Alt düzeydeki kadroları korumak için akıl almaz yöntemler denedikleri anlaşılmıştı. Bilgi dâhilinde, “imam”ların talimatıyla, “itirafçı” olanlardan bile konuşulmaktaydı. Özellikle TSK’daki örgütlerinin açığa çıkmaması ve kadrolarını korumak için çeşitli oyunlar tezgâhlanmıştı. 1999-2002 yılları arasında da aynı numaraları yapmışlardı. TSK içindeki kadrolarını korumak için kimisi hararetli 28 Şubatçı gibi davranmış, kimisi de kaos yaratarak paçayı kurtarmıştı.

Emekli bir general o günlerde yaşananları şöyle anlatmıştı:

“O günlerde askeri nizamiyelerde, garajlarda çantalar unutulmaya başlandı. Bunlardan en dikkat çekeni Malatya’da 2. Ordu’nun ziyaretçi yerinde ve İzmir otogarında unutulan(!) çantalardı. Bu çantaların içinden esrarengiz CD’ler çıktı. Bu CD’lerde binlerce askerle ilgili notlar vardı. Binlerce subay astsubay Fetullahçı olmakla suçlanıyordu. İstanbul’da bilgisayar tamircisinde yaşanan bir başka olay vardı. Bir kişi tamirciye bilgisayar bırakmış. Sonra kayıplara karışmıştı. Tamirci bilgisayarı inceleyince içinde askerle ilgili isim listeleri ve notlara rastlamıştı. Hemen bilgisayarı alıp Merkez Komutanlığı’na teslim etmiş ve hemen inceleme başlatılmıştı. Yine benzer bir durum ortaya çıkmış, binlerce asker ‘Fetullahçı’ olmakla suçlanmıştı. Ama sonra işin sırrı anlaşılmıştı. F tipi örgüt kendi kadrolarını korumak için ilgili ilgisiz herkesi ‘Fetullahçı’ diye suçlayarak, gerçek yapılanmayı gizlemeye çalışmıştı. Bu taktik o günlerde başarılı olmuş ve tam bir kafa karışıklığı yaratmıştı.”

Şimdi tekrar benzer bir durum yaşanmaktaydı. Bu kez medya da devrede. TSK kendi içinde yasa dışı oluşumları soruştururken, Ergenekon, Balyoz davalarında kurulan kumpaslara “içerden” desteği araştırırken birden bire bir kampanya başlatılmıştı. Genelkurmaya binlerce ihbarın geldiği konuşulmaktaydı. Bu ihbarlarda, F tipi örgütle hiçbir bağlantısı olmayan kişilerin de “F tipi örgütle bağlantılı” olduğu iddiaları yer almaktaydı. Böylece F tipi örgütün herkesi aynı sepete atarak kendini saklamaya çalıştığı sırıtmaktaydı. Olayı; “Suçu yay, kendini sakla” diyen İsmet Özçelik haklıydı. Ama, Erbakan’a kumpas kuranlarla, TSK’ya kumpas kuranların aynı odaklar olduğunu, acaba ne zaman anlayacaklardı?

KKTC’de yeni askerlik kanunu skandalı!

“Tam bu süreçte ve AKP’nin teşvikiyle KKTC Meclisi’nde ele alınmış olan Askerlik Yasası’nda bilinçli veya tehlikeli bir oyun oynanmaktaydı. 2012 tarihinde KKTC Meclisi’nde kabul edilmiş olan Askerlik (Değişiklik) Yasası’nda, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yurttaşlığı Devam Ederken Bir Başka Ülkede Askerlik Hizmeti Yapanlar veya Yurt Dışına Yerleşenler” başlıklı Geçici 4’üncü maddesinin (4)’üncü fıkrası değiştirilmiş ve esas yasadaki belirleyici tarih 1 Ocak 2009 tarihi olarak saptanmıştı. 2014 yılında tekrar KKTC Meclisi’ne “ucuz halkçılık” yani popülizm amaçlı sunulan “Değişiklik Yasası”, Güvenlik Kuvvetlerimizi güçlendirmek, sınırlarımızın daha güvenli bir şekilde korunmasını sağlamak yerine açıkça tüm mükellefleri asker kaçağı olmaya teşvik anlamı taşımaktaydı.  Hukuk ve Siyasi İşler Komitesi’nde “Esas Yasanın Geçici 4’üncü Maddesi Değiştirilirken” son birkaç toplantıya bu konuda hiç bir askeri ve mali uzmanın çağrılmamış olması, hem yapılan değişikliğin ne denli güvenlik tehlikesi içerdiğini, hem de kişiye özel yasa yapılmak istendiğini gözler önüne koymaktaydı. Mevcut yasa değiştirilmezse, sadece üniversite mezunlarına, koşulları yerine getirdiği takdirde, “Bedelli askerlik” hakkı tanınmaktaydı. Değiştirilirse, ilkokul mezunları da, “Ben tatil yapmaya gidiyorum” diyerek yurt dışına çıktıktan sonra belli bir müddet geri dönmezse, “Bedelli askerlik” hakkı kazanacaktı. Şu anda zaten Güvenlik Kuvvetlerimiz KKTC’nin nüfusunun az olması nedeni ile gerekli olan sayısının sadece üçte biri ile görevini yerine getirmeye çalışmaktaydı. Eğer hem süre kısaltılırsa, hem de geçici 4. Madde ucu açık bir tarihe bağlanırsa, mevcut personelin yükü neredeyse iki katı artacaktı.

Oysa Türkiye Cumhuriyeti hem iç güvenliğin, yani Polisimizin tüm giderlerini karşılamakta, hem de Güvenlik Kuvvetlerimizin tüm maaş, yakıt, araç, gereç, silah, cephane, kışla yapımı ve bakımı giderlerini yüklenmiş durumdaydı. KKTC Hükümeti ise, “Güvenlik Kuvvetleri ve Polis sivile bağlansın” gibi boyundan büyük laflar söyleyip, yapamayacağı işlere soyunmakta, ucuz halkçılık yapmaktaydı. (Erbakan Hocanın özel dirayet ve cesaretiyle başlatılıp başarılan ve 20 Temmuz 1974 tarihinde kardeşlerimizi katliamdan kurtaran) Mutlu Barış Harekâtı sonrası halen daha Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkler arasında “Ateşkes Anlaşması” bile imzalanmamıştı. Hâl böyle iken ve de savunmaya ve sınırlarımızı gerektiği gibi korumaya dünden daha çok gereksinim duyduğumuz bu kritik günlerde, hangi amaçla hükümetimiz ikiyüzlü bir oyun oynuyor ve milletvekillerini askerlik süresini kısaltmaya ve de gençlerimizi asker kaçağı olmaya yönlendiren öneriler vermeye teşvik ediyor anlamak mümkün değil” diyen Prof. Hakkı Atun yerden göğe haklıydı.

Milli Haysiyetli tavırlarına ve TSK duyarlılığına rağmen, bazı askerler ve siviller, şimdi Erbakan karşıtlığından dolayı utanmalıydı.

Spiker: “Bu uygulanan politikalarda AKP Hükümetini devletin diğer kurumlarıyla uyum içerisinde görüyor musunuz?

Erbakan: “Hayır görmüyoruz. Silahlı Kuvvetlerimiz demokrasiye saygılı davranıyorlar, bundan dolayı bunların (AKP iktidarının) büyük hataları karşısında ölçülü hareket ediyorlar, (Ama) dediklerini tasvip etmiyorlar“

Spiker: “Silahlı Kuvvetler ölçülü hareket ediyorlar, öyle mi efendim? “

Erbakan: “Evet ölçülü hareket ediyor, yani bunları ikaz için demokrasi görüntüsüne halel getirmeden yapabileceğini yapıyor. Ama şahsen bana sorarsanız yine tabi demokrasi içinde kalmak üzere ben onların çok daha etkin olmalarını istiyorum “

Spiker: “Türk Silahlı Kuvvetleri çok daha etkin olmalarını mı istiyorsunuz!?“

Erbakan: “Şu manada; yani Milli menfaatlerin korunması hususunda daha etkin olunmasını (bekliyorum) Şimdi mesela ne diye Tayyip Bey gidip te orada Kıbrıs’ın verilmesi için konuşacakmış! Ne münasebet. Bu Milli Güvenlik Kurulunda oturup konuşulmalı. Bunların hepsi bizi zayıflatıyor. Çünkü bu çorap söküğü gibi; Kıbrıs’la kalmaz ki, arkasından Ege de elimizden gider!“

Spiker: “Efendim, son derece önemli şeyler söylüyorsunuz. Özellikle şu son söylediğiniz, yani Türk Silahlı Kuvvetleri biraz daha girişken mi olmalı?“

Erbakan: “Demokrasi esastır, Türkiye’yi siyasi güç idare eder. Ancak bir takım istişare meclisleri de var, Milli Güvenlik Kurulu bunun bir platformudur. Bu platformda yapılmış olan görüşmelerde ben (askerimizin) daha etkin olunmasını, bu milli menfaatlerin çok daha şiddetli bir şekilde korunmasını temenni ediyorum! “

Spiker: “Peki bu şiddetin ölçüsü ne olabilir?“

Erbakan: “Şiddetin ölçüsü, milli güvenliğimiz ve geleceğimizle alakalıdır. Yani bu yapılan şeyler yanlıştır; Annan planı esas alınamaz. Böyle şey mi olur? Topraklarımızı verecekmişiz, oradaki kuvvetlerimizi, gücümüzü çekecekmişiz. Ne demek bu yav? Oraya İtalya, Amerika gelip üst kuracakmış… Yav Kıbrıs bizim vatanımızın korunması bakımından çok önemli bir stratejik konumdadır. Biz burayı nasıl bırakırız? Bu maksatla Kıbrıs’ın pazarlığı için masaya oturacakmışım yav?  Ne münasebet? Oraya gelmişsiniz, kıtır, kıtır, kıtır insanlarımızı, soydaşlarımızı doğramışsınız kaç defa, 1974 şanlı Barış harekâtıyla adaya huzur gelmiş, ne istiyorsunuz? İlla Ada’da, tıpkı Yugoslavya’daki gibi, Rusya’daki gibi herkes biri birini yesin, Irak’taki gibi, bunu mu istiyorsunuz? “Efendim, yoksa sizi Avrupa Birliğine almayız”, almazsanız almayın. Sen koş gel benim kuracağım birliğe katılmak için arkamda dolaş. Sen bizi ne zannediyorsun yav? Biz nereden geliyoruz, hangi milletiz biz? Bir insan bu kadar tarih şuurundan mahrum kalır mı yav? Bunlar uyansınlar diye söylüyorum. Kendinize gelin, ne yapıyorsunuz yav? Bu Kıbrıs’ı verdiğiniz takdirde maazallah yedi sülaleniz gece gündüz Cenabı Allah’tan affını dilense af olur musunuz zannediyorsunuz? Ne demek bu? Kıbrıs’ı vermek bütün Türkiye’nin verilmesi demek Allah muhafaza buyursun! “

Spiker: “O zaman başta Kıbrıs olmak üzere yine sizin yaklaşımınızla siz Türk Silahlı Kuvvetlerini daha etkin olmaya çağırıyorsunuz. Peki, bu noktada efendim, yine medyada bazı kalemler ‘asker konuşmaz, asker bu şekilde tepki vermez, bu demokrasi dışı bir yöntemdir‘ eleştirilerini getiriyor“

Erbakan: “Şimdi bakınız ben baştan söyledim. Demokrasi esastır. Ancak bizde bir tabir var: Arabanın önüne yatmak! Bu öyle bir konu ki “Dur arkadaş, napıyorsun?” denmesi lazım! Ben bunu temenni ediyorum. Çünkü bu o kadar önemli bir milli mesele ki, vatanın birliği, bütünlüğü açısından; bunların ikaz edilmeleri lazım“

Spiker: “Evet, peki efendim hemen burada bu soruyu sormak aklıma geliyor. Bunların ikaz edilmesi gerekir derken sizin başbakanlığınız döneminde, 28 Şubat süreci de böyle bir ikaz mıydı?“

Erbakan: “Hayır, o tam tersine. Şimdi “bugün Kıbrıs’ı verin” diyenler o zaman da “Refah Partisi’ni uzaklaştırın!” diyorlardı. %100 tersineydi. Kıbrıs’ı verin demekle Refah Partisi’ni uzaklaştırın demek eşit şeydir.  Çünkü Refah Partisi olduğu zaman Kıbrıs verilmezdi. Denk bütçe yaptı Refah Partisi, Yeniden Büyük Türkiye’yi kuracağım dedi, D-8’leri kurdu, Yeni Bir Dünya kurmağa başladı, dış güçler elbette buna seyirci kalamazlardı“

Spiker: “O dönemde yapılan toplantılar?“

Erbakan: “O dönemde, evet. 25 Ocak 1997’de, Amerikan Hariciyesinin 7. Katında yapılmış olan toplantının zabıtları elimize geçmiştir“

Spiker: “Nedir efendim o zabıtlar?“

Erbakan: “Bu ‘Türkiye’de Refah Partisi geldi, ekonomiyi düzeltti. Bu, Türkiye’nin bağımsız olması demektir, bu bizim işimize gelmez. Biz bunları her zaman borç vasıtasıyla yönlendiriyorduk, ama Türkiye toparlanıyor‘, Diğer yandan bunlar “D-8’ler diye Yeni Bir Dünya” kuruyorlar. Bizim dünya hegemonyamızı ortadan kaldıracaklar, Hakka adalete dayalı bir düzen kuracaklar. Buna fırsat tanınmamalı ve Erbakan iktidarı yıkılmalıdır!”

Spiker: “Peki efendim burada 25 Ocak 1997 tarihini veriyorsunuz, yani 28 Şubat olayından bir ay önce, Amerika’da 25 Ocak 1997 tarihinde bir toplantı yapılıyor. Bu toplantı kimin tarafından düzenleniyor, kimler katılıyor ve buradan ne kararlar çıkıyor?”

Erbakan: “Söyleyebildiğim kadarıyla anlatayım: buradan çıkan kararı “bu Refah Partisi’nin gelişmesini mutlaka önlemeliyiz. Neyimiz varsa her şeyimizi kullanarak, Refah Partisinin daha da güçlenmesini engellemeliyiz. Çünkü borçsuz, bağımsız, Yeniden Büyük Türkiye bizim büyük İsrail projemiz için en büyük tehdittir. Ne yapıp edip Milli Görüş’ün önü kesilmelidir” şeklindedir. Bunların ellerinde çeşitli etkileme imkânlarının olduğu bilinmektedir. Bu etkileme imkânlarını kullanmak suretiyle bu yaşadığımız olaylar meydana gelmiştir. Bizim yerimize diğer partileri getirdiler, onlar da pek hoşlarına gitmedi. Mesela Ecevit’i etkisiz hale getirdiler. Niye? Kıbrıs’ı vermiyor, Irak’ı vermiyor diye. Öyleyse AKP’yi getirelim dediler. Çünkü bunlar AKP’yi kullanmak istiyor, alkışlıyor, sırtını sıvazlıyor. Cesaret madalyası veriyor. “korkma yürü” diyor niye? “Eee bir adım kaldı, Büyük İsrail’i kuracağım işte!“ Böylece bütün bu oyunları oynuyorlar, öyleyse Milli Görüş sahibi, vatanın, milletin, tarihine inancını her şeyine sahip bir memleket evladı olarak bütün yetmiş beş milyon insanımızın hepsini kastediyorum, ayrım yapmadan, bizim bu milletin evladı olarak yapacağımız nedir? Bu oyunu bozmaktır! Hayır (biz ülkemizin parçalanmasına razı olamayız) bunlar gidecek yerine Milli Görüş gelecek!” diye (haykırmak zamanıdır)”[3]

Demirtaş işi azıtmış ve konfederasyon istemeye başlamıştı!

Selahattin Demirtaş Avrupa Parlamentosu’nun “Kürt Kongresi”nde yaptığı konuşmada konfederasyon istediklerini açıklamıştı. Yürütülen müzakere sürecinin amacının da bu olduğunu vurgulamıştı. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş Avrupa Parlamentosu’nun “Kürt Kongresi”nde yaptığı konuşmada niyetlerinin ne olduğuna ağzından kaçırmıştı. Yerel güvenliğin yerel meclislere ya da belediyelere verilmesini isteyen Demirtaş, “En nihayetinde yerelde demokratik düzeni, oradaki kazanımları koruyabilecek savunma birimlerinin oluşması da lazımdır. Ulusal savunmanın da ortak bir çerçevede, merkezi hükümete bağlı şekilde kurgulanması şarttır” ifadelerini kullanmıştı. Komşu oldukları diğer devletlerle ilişkileri olması gerektiğini de belirten Demirtaş, “Demokratik bir toplum ve devlet yarattığınız coğrafyada bunu yaşatabilmenizin, koşullarından biri de o bölgede başka halklarla, devletlerle ve güçlerle bu anlayışa uygun ittifaklar kuracak olmanıza bağlıdır. Bu da demokratik konfederalizmle mümkün olacaktır. Yani konfederal bir örgütlenmeyle aynı şartlarda ve kurucu unsur anlayışıyla komşu halklarla sınırların anlamsızlaştığı, yeni ittifaklar ve yeni irtibatlar sağlanmalıdır” diyen Demirtaş, müzakere sürecinin esasının da bu olduğunu hatırlatmıştı.

TSK’dan tarihi uyarı: “Savaştığımız birini muhatap almayız!”

Genelkurmay Başkanı Özel, kendisini ziyaret eden gazi subaylara sözde süreçle ilgili hala bilgi aktarılmadığını ve Öcalan’la masaya oturmayacaklarını hatırlatmıştı. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, sözde açılım süreci ile ilgili olarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’i bilgilendirme sözü vermesine rağmen bunu yapmadığı ortaya çıkmıştı. Gazilerle bir araya gelen Özel, AKP iktidarının, bebek katili Öcalan ile yürüttüğü sözde “çözüm süreci”nden duyduğu rahatsızlığı “Hükümet süreçle ilgili bize bilgi vermiyor. Görüşme ve gelişmeler bizden gizleniyor” anlamındaki sözleriyle anlatmıştı.

ABD ikiyüzlü davranmıştı!

ABD Temsilciler Meclisi İç Güvenlik Komitesi’nde, yasadışı yollarla Meksika’dan sınırı geçerken yakalanan 4 PKK’lı teröristten ikisinin serbest bırakılmaları tartışmaya neden olurken, emekli Büyükelçi Onur Öymen, bu ülkenin Türkiye’ye karşı ikiyüzlü davrandığını hatırlatmıştı. ABD’nin PKK’yı sözde terör örgütü olarak gördüğünü ancak mücadele söz konusu olduğunda bunu yapmadığını anlatan Öymen, “PKK’yı hem terör örgütü olarak kabul edeceksin hem de muhatap alacaksın. ABD, PKK konusunda ikiyüzlü davranmaktadır. Türkiye’nin PKK ile mücadelesine karşı çıkarak siyasi çözüm önerisinde bulunmaktadır. Kendisine gelince teröristlerle en şiddetli şekilde savaşmaktadır” şeklinde çıkışmıştı.

AKP, iktidar mensuplarının ikide bir “yanıldık!”, “Sırtımızdan bıçaklandık!”, “Aldatıldık!”, açıklamaları, hem akıl ve feraset ayarlarını ortaya koymaktadır, hem de kendilerini kurtarmayacaktır!

Oysa, “Bundan 12 yıl önce bu iktidarın ele başları; “Biz Milli Görüş gömleğini çıkardık. Erbakan Hoca 33 yıldır bizi yanıltmış, safmışız” diye yola çıkmışlardı. Şimdi de 12 yıl kendi iktidarları zamanında yanıldık, aldatıldık diyorlardı. Paralelciler “Sırtımızdan bizi hançerlemişler” diyen bu zavallılara sormak lazımdı: Peki Erbakan Hoca’yı hem sırtından, hem kalbinden hançerleyenler kimler olmaktaydı? 12 yıl beraber yol aldıkları, aynı yağmurda ıslandıkları bir kısım arkadaşlarına “Bizi sırtımızdan hançerlediler” diyorlardı. Oysa bunların yanıldığı 12 yıl süreçte TÜBİTAK işgal edilmiş, adliye bütünüyle ele geçirilmiş, emniyete çöreklenilmiş durumdaydı. Allah aşkına bütün hayatı yanılgı ile geçen bir zihniyete koskoca bir ülkenin yönetimi nasıl bırakılırdı?

Cizre’de Devlet uykuda yakalanmıştı!

Saat 03:00 sularında uykunun en derin olduğu bir zaman da Cizre’de 6-7 Ekim manzaraları yaşanmıştı. “Kamu güvenliği”nin ağır bir şekilde tacize uğradığı gece boyunca evler uzun namlulu silahlarla taranmıştı. PKK’nın bir süre önce özerklik ilan ettiği Nur Mahallesi’ndeki olaylara  hendekler kazıldığı için güvenlik güçleri sabah saatlerinde müdahale edebilmiş ve 3 kişinin hayatını kaybetmesine engel olunamamıştı. Suriye’nin Kobani bölgesinde öldürülen bir YPG’linin cenazesinin Cizre’ye getirilmesi nedeniyle ilçede olaylar çıkmış, PKK’nın gençlik ve asayiş yapılanması olduğu iddia edilen YDG-H üyeleri, cenaze nedeniyle Nur Mahallesi’nde çadır kurarak nöbet tutmaya başlamıştı. Bu sırada yaşanan gerginlikten dolayı YDGH üyeleri ile HÜDA-PAR’a yakın kişiler arasında kavga çıkmış, olayların büyümesi üzerine silahlı çatışma yaşanmıştı. Çatışmalar sırasında HÜDA-PAR’a yakınlığıyla bilinen bazı kişilerin evleri ateşe verilip yakılmış. YDHG’liler uzun namlulu silahlarla Hüda-Par üyesi olan kişilerin evlerini kuşatıp ateş altına almıştı. Çatışmalar özellikle Nur Mahallesi’ndeki bazı sokaklarda yoğunlaşmış, çatışmaya müdahale etmeleri için gönderilen, polis panzerleri PKK’nın bir süre önce özerklik ilan ettiği Nur Mahallesi’ndeki olaylara YDGH üyeleri tarafından daha önceden kazılan hendekler nedeniyle araya sokulamamıştı. Devletin bile ancak panzerle ve sadece gündüz vaktinde girebildiği pek çok ilçe PKK’nın kontrolü altındaydı.

CHP’yi Dersim’le sıkıştıran AKP, Uludere’nin sorumlularını hala ortaya koyamamıştı!

Suçunu ve sorumluluğunu TSK’nın sırtına yıkmak ve ordumuzu yıpratmak üzere, askeri makamlara ve MİT aracılığıyla kasıtlı ve yanlış haber ulaştıran Amerika’nın tezgâhı sonucu PKK’lı anarşistler sanılarak, sınırdan geçmeye çalışan 34 insanımızın bombalanıp parçalanmasının günahı hala AKP iktidarının sırtındaydı. Yoksulluğun verdiği çaresizlikle, Kuzey Irak’tan katır sırtında taşıdıkları kaçak mazot bidonlarıyla ekmek parası kazanmaya mecbur bırakılmış Uludere’nin Ortasu köyü halkı ve tüm bölge insanları, sanki bilinçli olarak PKK’nın kucağına atılmaktaydı.

 


[1] Milli Gazete / 31 12 2014

[2] Milli Gazete / Adnan Öksüz / 31 12 2014

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Rahmet PAKGÜL

Rahmet PAKGÜL

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
2 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
KEMAL  SERKAN

ALLAH BU İŞTE!…
Herkesin ayarının ortaya çıktıgı, hiçbir kimsenin o yevmil kıyamette ben bılmıyordum bana bir fırsat daha ver demeye yuzu olmayacağı kaldıki tekrar tekrar fıratlar verılse bıle ınsanın yıne aynı davranışları göstereceği bu ımtıhan gunlerımızde cenabı hak ayaklarımızı hakktan alıkoymasın inşaallah..

Ahmet Er

Cezaen Vifaka
Ordu kafeslenirken(haksızca) ve Milli Çözüme(Ergenekon 7.dalga) operasyonu yapılırken; Paralel Cemaat ellerini ovuşturuyordu AKP ile beraber ve tüm medyasıyla; bu 20.haçlı operasyonların halkın nazarında haklılık kazanması için de en gür perdeden çığırıyorlardı… Ordumuzun itibarının yitirilmesinden ve harekat kabiliyetin bitirilmesinden, Milli Çözüm(milli sesin-duruşun) susturulmasından en çok kim memnun oluyordu? Tabi ki Ülkemizin düşmanları! ABD-AB-Siyonizm. Öyle ise bu hainlik karmı kalırdı yanlarına? Kulun gücü yetmese bile AZİZ olan HAKKIN bir intikamı mutlaka olacaktı ve yaptıkları hainliğin cinsinde cezaları kendilerini bulacaktı. “Cezaen vifaga: (işlediklerine muvafık) Denk ve uygun bir ceza olarak” (Nebe: 26) karşılık görülmesi ilahi adaletin gereğidir. Hangi Hak davaya hıyanet girişimleriyle ve hangi bavul belgeleriyle yükseldiyseniz, aynı tür tertiplerle ezilip silineceksiniz!

YORUMLAR

Son Yorumlar
2
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx