“RABB” KAVRAMI
VE
Gizlenen Hakikat: KABİR SUALİNİN ANLAMI VE AÇILIMI
Yaklaşık 25 yıl kadar önce, Milli Gazete’de “Kabir suali nedir, nasıl anlamak ve hazırlanmak gerekir?” konusunu izah etmiş, Kabir sualinin bu imtihan âleminden, hesap ve mücazaat ülkesine geçerken, “sınır kapısı olan kabirdeki ilk pasaport tetkiki ve kimlik tespiti” olduğunu belirtmiştik. Daha sonra birkaç medyatik ilahiyat prof.u, bu teşbih ve tahlillerimizi kopya edip kendi bulguları ve bilgileri gibi TV ekranlarında ve maalesef asıl önemli kısımlarını atlayarak şov yapmaya ve bilgiçlik taslamaya girişmişlerdi. 16 Eylül 2016 Cuma günü aramızdan ve dünyamızdan ayrılan sadık ve sağlam bir Müslüman, sapmaz ve sarsılmaz bir dava adamı olan Elazığ Kesirikli Hüseyin Öztürk kardeşimizi 52 yaşında ahirete uğurladığımızda Asri Mezarlık’ta kabrinin üzerinde telkin yapılırken, cenazedeki bazı kardeşlerimize bu “Kabir Suali” gerçeğini bir kez daha hatırlatmış ve “Hoca efendiler kalıplaşmış duaları ve Arapça metinlerle okumanın yanında, acaba asıl bu hikmet ve hakikatleri niye hatırlatmazlar?” diye de hayıflanıvermiştik.
İşte bu soruların doğru ve doyurucu şekilde yanıtlanıp, “ama”, “fakat”, “ancak” gibi kelimelerle başlayan ve kalbi marazlarına mazeret kılıfı uydurulan saptırmacalara kalkışmadan verilecek samimi cevaplar, bir kişinin (veya kesimin) gerçek ayarını ve amacını ortaya koyan mihenk taşlarıdır. Bu hakikat aynasına bakanlar, kendi iç dünyalarıyla karşılaşacak, nasıl bir inanca ve amaca sahip olduklarını kavrayacaklardır. Bazıları, hep gizlemeye çalıştığı bu çirkin yüzünü gösteren aynayı kırmaya, böyle bir ayna tuttuğumuz ve içini dışa kusturduğumuz için bize sataşıp saldırmaya başlayacak, inşaallah bir kısmı da bâtıl saplantılarını ve bağnaz sapkınlıklarını bırakıp yeniden hakikat kulpuna ve Kur’ani kurallara yapışacaktır. Bir hadis-i şerifte: “İman, (misal olarak) gömlek gibidir. (Taat ve takva ile) Bazen onu giyinip kuşanır, (isyan ve günahlarla) bazen de onu çıkarıp atarsın”[1] buyrulmaktadır. Başka bir hadiste Hz. Peygamber Efendimiz: “Yüce Allah örnek olarak size her iki tarafında duvar bulunan dosdoğru bir yolu veriyor. Bu duvarın da açık olan kapıları ve kapıların da perdeleri vardır. Bu yolun başında birisi: ‘Ey insanlar! Bu yola girin ve bir yere sapmadan yürüyün!’ diye seslenmektedir. Yolun üzerinde aynı şekilde bir uyarıcı vardır. Yolda giden insanlardan biri duvardaki kapıların perdesini aralamak istediği zaman yolun üst tarafında bulunan iki kişi: ‘Sakın! Orayı açma! Şayet açarsan içeriye girmek zorunda kalırsın!’ diye onu uyarır. Bu örnekte dosdoğru yol, İslam’dır. Yolun kenarındaki duvarlar da, Yüce Allah’ın buyruklarıdır. Açık kapılar, Yüce Allah’ın yasaklarıdır. Yolun başında insanları uyaran kişi, Yüce Allah’ın Kitabıdır. Yolun üst tarafında durup insanları uyaran kişi de, her Müslümanın gönlünde bulunan vicdandır!”[2] buyurmaktadır.
İşte kabir suali ve bu imtihan sorularının yanıtları:
1- Rabbin Kimdir?
a- Benim Rabbim, âlemlerin ve her şeyin yegâne sahibi, yoktan var edip terbiye edicisi olan Cenab-ı Hak Zül Celal Hazretleridir.
b- Bizi tabiat güçleri meydana getirmiştir. Ben maymun soyundan türemeyim, annemin ve babamın sayesinde, kendiliğinden ve tesadüfen dünyaya gelmişim. Rabbimi bilmemekteyim…
c- Ben Allah’ın oğlu İsa Mesih’in takipçisi, teslis (üç ilah) akidesinin temsilcisi ve dinler arası diyalog düşünceliyim. Siyasi Siyonizm’in gönüllü hizmetçisiyim…
d- Ben çağdaş Batı medeniyetinin bir kulu-kölesiyim. Tüm dini ve ahlâki kurallardan bağımsız hayvani bir hürriyetin tarafgiriyim…
2- Dinin Nedir?
a- Benim dinim; Faizci ve fahişeci demokratik Kapitalizmdir…
b- Benim dinim; Darwinist Sosyalizm ve Komünizmdir…
c- Benim dinim; Irkçı Liberalizm ve taklitçi Şovenizmdir…
d- Benim Hakk Dinim; İslam Dini ve adalet düzenidir…
3- Nebin (örnek ve önder rehberin) Kimdir?
a- Benim rehberim; Yahudi Siyonizm’inin küresel liderleri ve ülkemizde bulunan kahraman kılıflı yöresel çömezleridir.
b- Benim Hakk Nebim; Hz. Muhammed (SAV) Efendimizdir…
c- Benim önderim; Karl Marx Dinsizi, Lenin, Mao türevleridir…
d- Benim peygamberim; Feto, Reto, Apo, Haydo gibi din istismarcısı ve dış güçlerin hizmetkârı kiralık kişilerdir…
4- Milletin Hangisidir?
a- Irkçı, ayırımcı-kayırımcı kavmiyet bağnazlığı illetidir, yani başkalarını dışlayıcı ve aşağılayıcı milliyetçiliktir.
b- Batı (Avrupa ve Amerika) takipçiliğidir…
c- Benim Milletim; 1,5 milyarlık İslam Ümmeti (ki Kürt, Laz, Arap, Boşnak gibi farklı köken ve kültürden oluşan ve İslam mayasıyla kaynaşan Müslüman Türk Milleti de bu ümmetin, necip, aziz ve asil bir üyesidir.)
d- Benim tercihim; Hümanizm (sahte insan sevgisi) taklitçiliği ve masonluk biraderliğidir…
5- Kıblen (yönelişin) Neresidir?
a- Benim Kıblem; Kâbe merkezli İslam kardeşliği hedefidir…
b- Benim hedefim; Haçlı Avrupa Birliği gayesidir…
c- Benim tercihim; ABD himayeli İsrail işbirlikçiliğidir…
d- Benim beğendiğim; Ateist, Budist ve Komünist ülkeler birlikteliğidir…
6- Kitabın (Anayasa kaynağın ve hayat programın) Hangisidir?
a- Benim bağlandığım; Kopenhag (Haçlı AB) Kriterleridir…
b- Benim peşine takıldığım; Marx ve Engels’in öğretileridir…
c- Benim Hakk Kitabım; Kur’an-ı Kerim’in hükümleridir…
d- Benim dayandığım; Doğal hukuka, genel ahlâka ve milli çıkarlara aykırı Avrupai yasaların Meclis’ten geçirilip T.C. kanunları kılıfı sarılmış halidir…
7- Dünyada iken asli gayen ve görevin ne idi?
a- Benim tek emelim; Şahsi makam ve çıkar uğruna BOP’a hizmetçilik, Büyük İsrail hedefine şövalyelikti…
b- Benim ideolojim; Sınırsız, sınıfsız, İslamsız ve insafsız Komünizm cenneti hayaliydi…
c- Benim asıl gayem ve görevim; Ülkemizde ve yeryüzünde; Kur’an’a, Resulüllah’a, akla, ahlâka, vicdana ve bilimsel doğrulara dayalı Adil bir Düzenin yerleştirilip yürütülmesiydi…
d- Benim tek hevesim; Helal-haram demeden kazanıp tüketmek, keyfince yemek-içmek, gezip eğlenmek düşüncesiydi…
Kur’an’ın ve Resulüllah’ın çok açık uyarılarına rağmen:
Faizi; kâr payı, mevduat neması ve enflasyon farkı olarak tanımlayan ve resmen faiz sistemini sahiplenip yürütmekle Allah ve Peygamberle savaşan…
Zinayı; resmen ve hukuken ceza almaktan ve suç olmaktan çıkaran ve ülkede fuhuş reklamcısı TV programlarını ve porno yayınlarını yaygınlaştıran…
Kumarı; şans kapısı, kazanç yarışı ve devlet yasası yapan…
Haçlı AB’ye katılmayı; medeniyet aşaması, modernizm sıçraması ve demokrasinin sigortası olarak kutsayan…
İslam’a, ahlâka ve insanlık fıtratına aykırı olarak; idamı (kısası) kaldırmayı, Haçlı dayatması kanun paketlerini Meclis’ten geçirip yasalaştırmayı çağdaşlık görevi ve demokrasi gereği olarak yorumlayan…
Siyonist ve zalim işgalci İsrail’le uzlaşıp anlaşmayı; barışçı ve akılcı dış politika çizgisi olarak yutturan…
Kısaca; helali haram, haramı helal, günahı mübah, mübahı günah sayan liderlerin, hükümetlerin, bunlara fetva veren ve mazeret gösteren âlimlerin ve uyarıldıkları halde peşlerinden gidenlerin ve destekleyenlerin hepsi, Allah’tan gayrı Rabbler edinip şirke sapmışlardır.
Fatiha Suresi’nin başındaki: “Elhamdü lillahi Rabbil âlemin=Her türlü hamdü sena, övgü ve minnet, hürmet ve itaat âlemlerin Rabbi olan Allah içindir ve O’na aittir” ayet-i kerimesinden: Lafza-i Celal olan ve tüm sıfatlarını kapsayan “Allah” kelimesinden sonra, Cenab-ı Hakkın en şamil isimlerinin başında Rabb sıfatının yer aldığı anlaşılmaktadır.
Rabb: Terbiye etmek, yetiştirmek, ıslah ve tamir etmek, yönetmek ve hayra yönlendirmek, sorumluluk yüklemek, istediğini yapabilmek; ayrıca başkan olmak, toplamak, yığmak, hazırlamak; mâlik ve sahip olmak ve nimeti artırmak manalarını taşır. Arapça üstünlük ve efendilik anlamlarındaki “r-b-b” kökünden türeyen Rabb; efendi, mâlik, sahip, terbiye edici, yetiştirici, düzeltici, tedbir alıp sorumluluk üstlenici, yönetici, nimet verici, ihtiyaçları giderici, kefil olan, otorite sahibi reis ve melik anlamındadır, çoğulu erbabtır. Kur’an’da 969 defa geçen Rabb kelimesi, Allah’ın ve insanların sıfatı olarak şu anlamlarda kullanılmıştır:
1- İhtiyaçları gideren “efendi, mâlik” anlamında insanın sıfatı Yusuf Peygamber, gayr-ı meşru ilişki teklif eden Zeliha’ya, “Allah’a sığınırım, gerçekten o (eşiniz Aziz Kıtfîr) benim efendimdir (Bana ikramda bulunmuştur, ona hainlik edemem) dedi.” (Yusuf: 23) ayetinde geçen (Rabb) Mısır Azizinin sıfatı olarak kullanılmıştır.
2- İtaat edilen, sözü geçen, otorite sahibi, reis, efendilik ve üstünlüğü kabul edilen kişiler mesela; “(Yahudi ve Hristiyanlar) Allah’ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih’i de (rab edindiler)” (Tevbe: 31) ve “Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabler edinmeyelim” (Âl-i İmrân: 64) ayetlerinde geçen “Erbab”; emir ve yasaklarına boyun eğilen, koyduğu kurallara uyulan, İlahi vahye dayanmadan helal ve haram dediklerine inanılan, ilahlık mertebesine yükseltilen kimseler anlamında kullanılmıştır.
3- Melik ve sahip olma, yaratma, hidayet buyurma, yedirip içirip doyurma ve bağışlama anlamında Allah’ın sıfatı olarak kullanılmıştır. Mesela “Onlar bu Beyt’in Rabbine ibadet etsinler” (Kureyş: 3) ayetindeki “Rabb” kelimesi bu anlamdadır. Allah’ın sıfatı olarak “Rabb”, bütün varlıkları yaratan, yetiştirip olgunlaştıran, terbiye edip donatan, ihtiyaçlarını giderip barındıran, rızık verip görüp gözeterek sahip çıkan (Şuarâ: 77-82), insanlara, yerlere, göklere, gezegenlere, hayvanlara, bitkilere, ağaçlara, çiçeklere, toprağa, suya, havaya her şeye düzenini, güzelliğini, yeteneklerini bağışlayan, yaşamalarını sağlayan, her şeyin maliki ve sahibi olan anlamında kullanılmıştır. Rabb kelimesi; Kur’an’da “Er-Rabb” şeklinde hiç kullanılmamış, “çok merhametli Rabb” (Yâsin: 58) ve “çok bağışlayan Rabb” şeklinde iki yerde nekre, bunun dışında; “âlemlerin Rabbi” (Fatiha: 2), “ulu arşın Rabbi” (Tevbe: 129), “göklerin, yerin ve ikisi arasında olanların Rabbi” (Meryem: 65), “Musa ve Harun’un Rabbi” (Taha: 70), “yedi göğün Rabbi” (Mü’minun: 86), “doğu, batı ve ikisinin arasında olanların Rabbi” (Şuarâ: 28), “Kâbe’nin Rabbi” (Kureyş: 3), “sabahın Rabbi” (Felak: 1), “insanların Rabbi” (Nâs: 1), “her şeyin Rabbi” (En’am: 164) ve daha çok “Rabbin” (243 defa), “Rabbiniz” (118 defa) ve “Rabbimiz” (111 defa) terkipleriyle kullanılmıştır.
Rabb; sözlükte “bir şeyi yetkinlik noktasına varıncaya kadar kademe kademe inşa edip geliştirmek” manasındaki rab (rabb) kelimesi mübalağa ifade etmek üzere daha çok sıfat gibi kullanılır ve kelimenin, hepsi de Allah Teâlâ hakkında olmak üzere “mâlik, seyyid, idare eden, terbiye eden, gözetip sahiplenen, nimet veren, ıslah edip geliştiren, Ma’bud-u hakiki, gibi anlamları vardır.[3] İbn Cerîr et-Tâberi bu manaların Mâlik, Seyyid ve Muslih kelimelerinde yoğunlaştığını kaydeder. Mâlik “evreni yaratan ve yöneten”, Seyyid “hâkimiyetinde dengi ve benzeri olmayan”, Muslih de “lütfettiği nimetler vasıtasıyla yaratılmışların halini düzeltip geliştiren” demektir.[4] Ebü’l-Beka el-Kefevi rab kelimesinin Allah için kullanıldığında içerdiği manaları şu şekilde sıralar: Rab “mâlik” anlamına alındığı takdirde Allah’tan başka bütün varlıklarla, “muslih” olarak düşünüldüğünde kendi başına mevcudiyeti bulunmadığından ıslaha elverişli olmayan arazların dışındaki nesnelerle, “seyyid” diye açıklandığında sadece akıllı yaratıklarla, “mâ’bud” manası verilmesi halinde ise mükelleflerle ilgili bir muhteva taşır.[5]
Özetle, Kur’an-ı Kerim’de RAB kelimesi genellikle şu 5 anlamda kullanılmıştır:
1. Yaratıp yönetici, gereksinimleri giderici, terbiye edici ve yetiştirici.
2. Kefil, himaye edici, koruyup gözetici, ıslah edip düzeltici.
3. Çeşitli kimselerin oluşturduğu bir toplulukta merkezi bir sıfata sahip olan kişi.
4. Kendisine bağlananların efendisi, sözü geçen, üstünlüğü ve yüceliği kabul edilen ve tasarruf hakkına sahip, itaat ve boyun eğilen birisi, güç ve egemenlik sahibi reis;
5. Mâlik, efendi.
Rab kelimesi Kur’an-ı Kerim’de yukarıda açıkladığımız tüm manalarıyla yer almıştır. Ayetlerde, bazen bu manalardan sadece bir ya da ikisi bazen daha fazlası bazen de beş anlamıyla birden kullanılmıştır.
1. ve 2. şıktaki Rabb, Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır:
“De ki: “O, her şeyin Rabbi (ve gerçek sahibi) iken, ben Allah’tan başka bir Rab mi arayayım?..” (En’am: 164)
“(Allah) Doğu’nun ve Batı’nın (bütün yönlerin ve ülkelerin) Rabbidir. O’ndan başka ilah yoktur. Şu halde (yalnızca) O’nu vekil tut (va’adine güvenip sarıl).” (Müzzemmil: 9)
“Onlar, Allah’ı bırakıp (Allah’ın velisi ve şefaatçisi zannettikleri) bilginlerini ve rahiplerini rabler (ilahlar) edindiler…” (Tevbe: 31)
3. 4. ve 5. şıktaki Devlet yöneticisi ve hüküm verici anlamında:
‘“Ey zindan arkadaşlarım, ikinizden biri efendisine şarap içirecek (saraya özel hizmetçi olarak girecek), diğeri ise (işlediği suçtan dolayı) asılacak, kuş(lar) da onun başından (gagalayıp beynini) yiyecek. Böylece hakkında fetva istemekte olduğunuz iş (bu şekildedir ve ezeli kaderde her şey artık) olup bitmiştir’ (demişti ve idam edileceğini öğrenen genç, buna rağmen Hz. Yusuf’a ve tek Allah’a iman etmenin huzuruyla bu dünyadan ayrılıp gitmişti. Yusuf) O iki şahıstan kurtulacağını sandığı kişiye dedi ki: ‘(Buradan çıkıp tekrar kralın hizmetine alınırsan) Efendinin (yöneticiniz ve mürebbiniz=terbiye ediciniz olan Melik’in) katında beni hatırla (ve gündeme taşı!)’ Fakat şeytan (Hz. Yusuf’un sözlerini) efendisine (Mısır Melikine) hatırlatmayı ona unutturdu, böylece daha nice yıllar (Yusuf) zindanda kalıverdi. (Hz. Yusuf’un tedbiri, takdiri değiştirmemişti.)” (Yusuf: 41-42)
“…Ona elçi geldiğinde (Yusuf kendisine dedi ki:) ‘Efendine (mürebbin olan Melik’e veya yetkili Vezir’e) dön de ona sor: Ellerini kesen o kadınların durumu neydi? Doğrusu benim Rabbim, onların hileli düzenlerini gerçekten Bilendir. (Ama benim de bu iftiradan temizlenmem gerekir.)” (Yusuf: 50)
Bu ayetlerde Hz. Yusuf Mısırlıları muhatap alarak Mısır Firavununu onların rabbi olarak nitelemiştir. Çünkü Mısırlılar Firavun’un merkezi kişiliğini ve üstün otoritesini kabul etmekte, onu emretme ve nehyetmeye tam yetkili olarak görmektedirler. Şu halde o, onların rabbi idi.
Kur’an-ı Kerim, isim vermeden Hz. İbrahim’in (AS) Nemrut’la yaptığı tartışmayı aynen şöyle aktarmaktadır:
“Allah, kendisine mülk (hükümdarlık) verdi diye, Rabbi konusunda İbrahim’le tartışmaya gireni (Nemrut kâfirini) görmedin mi? Hani İbrahim: ‘Benim Rabbim diriltir ve öldürür’ deyince; o da: ‘Ben de öldürür ve diriltirim (istediğimi katleder, istediğimi öldürmekten vazgeçerim)’ demişti. (O zaman) İbrahim: ‘Şüphesiz Allah Güneş’i doğudan (çıkarıp) getirir; (haydi) sen de onu batıdan (çıkarıp) getir (Allah’ın Güneş sistemi ve gezegenlerle ilgili mükemmel düzenini değiştir de görelim)’ deyince, o kâfir (Nemrut) böylece afallayıp kalıvermişti. Allah, (böylesi) zalimler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.” (Bakara: 258)
Kur’an’ın naklettiği bu konuşmadan, asıl tartışmanın Allah’ın varlığı hakkında değil de, İbrahim’in (AS) kimi “rab” olarak algıladığı konusunda olduğu anlaşılmaktadır. Şöyle ki; önce Nemrut Allah’ın varlığını kabul eden bir kavme mensuptu. İkinci olarak, Nemrut’un yerin ve göğün yaratıcısı, ve bütün mahlûkatın ihtiyacını karşılayıcısı olmak gibi ahmakça bir iddiaya kalkışabilmesi için, katıksız bir deli olması lazımdı. O halde o, “Ben Allah’ım” veya “Ben göklerin ve yerin rabbiyim” gibi bir iddiaya kalkışmış olamazdı. Bilakis Nemrut, İbrahim (AS)’ın da bir fert sıfatıyla yaşadığı ülkenin rabbi ve kanun koyucu meliki olduğunu savunmaktaydı. Onun bu rabblik iddiası, rububiyetin birinci ve ikinci anlamları itibarıyla sanılmasındı. Çünkü bu bağlamda bizzat Nemrut da; Ay, Güneş ve yıldızların Rabbi ve sahibi olamayacağının farkındaydı. Ancak, o kendisini ubudiyetin üçüncü, dördüncü ve beşinci manaları itibarıyla, ülkesinin rabbi saymaktaydı. Yani, onun iddiası şuydu: “Ben bu ülkenin sahibiyim, ülkenin tüm sakinleri benim kulum yerindedir. Benim merkezi otoritem onların toplum düzeninin temelini oluşturmaktadır. Benim buyruklarım vatandaşlarım için kanun sayılır.”
Nemrut gibi, Firavun’un da Rabblik iddiasında aynı konumdaydı:
“(Ona gidip aynı şeyleri tekrarladıklarında, Firavun onlara) ‘Sizin Rabbiniz kim ey Musa?’ demişti. (O da) ‘Rabbimiz her şeye yaratılışını (varlığının icabını, fıtrat kanunlarını ve yaşam koşullarını) veren ve sonra hidayet (hayır ve hizmet) yolunu Gösterendir’ yanıtını vermişti.” (Taha: 49-50)
“(Bunun üzerine) Firavun dedi ki: ‘Âlemlerin Rabbi nedir?’ (Hz. Musa) Dedi ki: ‘(Allah) Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan her şeyin Rabbidir (yaratıp terbiye edeni ve her şeyin ihtiyacını gönderenidir). Eğer ‘kesin bilgiyle inanıyorsanız (böyledir.’ Firavun) Çevresindekilere dedi ki: ‘İşitiyor musunuz? (Bu adam neler uydurup söylemektedir?’ Musa:) Dedi ki: ‘O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir. (Hepiniz ve her şey aciz bir kuldan ibarettir.’ Firavun) Dedi ki: ‘Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz (olduğunu iddia eden bu Musa), gerçekten bir delidir.’ (Hz. Musa ise) ‘Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, Doğu’nun da, Batı’nın da ve bunlar arasında olan her şeyin de Rabbidir’ (şeklinde cevap vermişti. Firavun) dedi ki: ‘Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek (benim düzenimi ve hâkimiyetimi istemeyecek) olursan, seni mutlaka hapse atacağım.’” (Şuarâ: 23-29)
“(Zulüm saltanatının yıkılacağı kuşkusuyla) Firavun dedi ki: ‘Ey Musa, sen bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp çıkarmaya (makam ve imkânlarımıza konmaya) mı geldin?’” (Taha: 57)
“Firavun; ‘Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarıversin (bakalım kendisini kurtarabilecek mi?) Çünkü ben, sizin dininizi (mevcut hayat sisteminizi) değiştirmesinden ya da yeryüzünde (ülkemizi) fesada vermesinden korkuyorum’ diyerek (halkı kışkırtıvermişti).” (Mü’min: 26)
“Dediler ki: ‘Bunlar (Musa ve Harun) herhalde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak (imkân ve iktidarınıza konmak) ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi, düzeninizi) ortadan kaldırmak istiyorlar.’” (Taha: 63)
“Beşerden hiç kimsenin, Allah kendisine Kitabı, hükmü ve hikmeti ve peygamberliği verdikten sonra, (dönüp) insanlara: ‘Allah’ı bırakıp bana kulluk edin!’ deme (hakkı ve yetki)si yoktur, (bu asla layık ve yakışık değildir!) Fakat o, (ilim ve eğitim ehline:) ‘Öğrettiğiniz ve ders verdiğiniz Kitaba göre Rabbaniler (Allah’ın dinine samimi ve daimi hizmetçiler) olunuz’ (demekle görevlidir). O (Elçi) size; melekleri ve peygamberleri rabler edinmenizi de (asla) emretmez. Siz, Müslüman olduktan sonra, size (tekrar) küfrü mü emredecekti? (Allah’ın elçileri şirkten ve kullarını şirke sevk etmekten münezzehtir.)” (Âl-i İmrân: 79-80)
Bu ayetlere bakarak, Ehl-i Kitab’ın sapıtmasına yol açan birinci noktanın şu olduğunu görüyoruz: Onları; dindeki mevki ve makamlarından dolayı peygamber, evliya ve melekleri, sevgi ve saygıya layık görmüşler, ancak onlara karşı hürmet ve tazimde çok aşırı gitmişler, böylece onların gerçek makamlarını gözlerinde aşırı derecede büyüterek, ilahlık makamına çıkarmış, Allah’ın işine ortak yapmışlardı. Sonunda onlara tapmışlar ve onlardan niyazda bulunmuşlardı. Onları, metafizik manada rububiyet ve uluhiyete ortak yapmışlar ve bağışlama, yardımda bulunma, koruma ve kollama yetkilerine sahip oldukları zannına kapılmışlardı. Cenab-ı Hak katında onları vesile kılmak, onların hatırına dualarının kabulünü ummak caiz olsa da; tutup doğrudan bunlara yalvarmak şirk sayılmıştır. Onların sapıttığı ikinci noktayı şu ayet açıklamaktadır:
“Onlar, Allah’ı bırakıp (Allah’ın velisi ve şefaatçisi zannettikleri) bilginlerini ve rahiplerini rabler (ilahlar) edindiler…” (Tevbe: 31)
Ayet-i kerimenin de belirttiği gibi; din düzeni ve disiplini içerisinde, görevleri sadece, Allah’ın şeriatını öğretmek ve toplumun ahlâkını Allah’ın rızasına uygun bir şekilde ıslah etmek olan kişiler, gitgide öyle bir özellik kazanmaya başladılar ki; artık onlar kendi arzu ve heveslerine göre istediklerini haram, istediklerini de helal kılmaya başladılar. Allah’ın Kitabından herhangi bir delil getirmeksizin istediklerini emreder ve istediklerini nehyeder, istediklerini sünnet ilan eder oldular. Böylece bu toplumlar da, daha önceleri Nuh, İbrahim, Ad, Semud, Medyen ehli ve diğer kavimlerin tutulduğu iki büyük temel sapkınlığa düşmüş oldular. Aynen onlar gibi metafizik nitelikte melekler ve büyüklerini rububiyet bağlamında Allah’a ortak koştular. Yine aynen onlar gibi, toplumsal ve hukuksal rububiyeti Allah’a mahsus kılacakları yerde insanları otorite ve kaynak saydılar. Kendi medeni, toplumsal, siyasi ve ahlâki kanun ve prensiplerini Allah’ın delillerine gerek duymadan insanlardan almaya başladılar. Öyle ki iş ta şu noktaya dayandı:
“Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri (ama bu bilgi ve becerilerini nefsi hevesler ve dünyevi hedefler için istismar edenleri ve halk arasında âlim ve fâzıl bilinen münafık tipleri) görmez misin? Onlar tağut’a (şeytani rejimlere ve zalim güçlere) ve cibt’e (hain ve işbirlikçi liderlere) inanıp (peşlerine takılıyorlar) ve (saldırgan) kâfirler için: ‘Bunlar, mü’minlerden daha doğru bir yoldadır!?’ diyorlar. (Hakk nizam kurulsun diye çalışanları fitne-fesat çıkarmakla suçluyorlar. Oysa asıl kendileri fasık ve münafık kişilerdir.)” (Nisa: 51)
“Onlara de ki: ‘Allah katında, sizin için kesinleşmiş bir ceza olarak (bu huysuzluk ve huzursuzluğunuzdan) daha şerlisini (ve beterini) haber vereyim mi? (Böyleleri) Allah’ın lanet ettiği kimselerdir. Allah’ın onlara gazaplandığı ve kahrına uğrattığı kişilerdir. Ki onları maymunlara ve domuzlara çevirmiştir.’ (Maymunlar gibi Batı’yı ve bâtılı taklit etme, onların hizmet ve himayesine girme aşağılığına düşmüşlerdir. Domuzlar gibi milli namus ve onurlarını kıskanmayan ve zalim güçlere kâhyalık yapan bir bayağılığa dönmüşlerdir.) Ve (onlar) tağut’a tapanlar (haline getirilmiş, zalim ve kâfir düzenlerin işbirlikçisi durumuna itilmişlerdir.) İşte bunların mevkii (konumu) çok daha şerli (ve değersiz)dir ve Hakk yoldan daha çok sapıtıp gitmişlerdir.” (Maide: 60)
Cibt; sihir, Kabalistik muska, tılsım, kehanet, falcılık, uğursuzluk ve fıtrata aykırı işler gibi vehmin bütün kısımları ile hurafeler için kullanılan geniş kapsamlı bir sözcüktür. Tağut ise; Allah’a karşı isyana kalkışmış ve kulluk sınırını aşarak ilahlık bayrağını açmış bütün şahıs, zümre ya da yönetimlerdir. O halde, Yahudi ve Hristiyanlar, yukarıda zikrettiğimiz iki büyük sapkınlıktan birinci sapkınlığı işlemekle her çeşit vehim ve hurafeleri kalp ve kafalarına iyice yerleştirmişler, ikinci sapkınlığı işleyerek de âlim, rahip, zahid ve sofilerine kul olmuşlar; böylece Allah’a açıkça karşı çıkan zalim ve despotların tutsağı ve birer kuklası durumuna düşmüşlerdir.
Tarih boyunca bütün kavimler ve toplum kesimleri; teorik planda Allah’ı mutlak otorite, egemen güç vs. anlamlarıyla Rab olarak görüyorlardı. Ama pratik hayatlarında ise toplum katında güçlü olan, nüfuz sahibi bulunan kimselerin, İslam’a aykırı ahlâki, siyasi ve toplumsal anlamdaki rububiyetlerini kabul ederek onlara itaat ediyorlar, onların tağuti otoritelerine itiraz ve karşı çıkmak yerine, severek ve isteyerek tâbi oluyorlardı. Bu sapkınlığı ortadan kaldırmak için Yüce Allah her dönemde değişik toplumlara kendi içlerinden peygamberler yollamış ve son olarak da bu görev için Hz. Muhammed (SAV)’i memur kılmıştır. Ondan sonra da hiçbir dönemde ve ülkede RASÜL’ler, tebliğ ve davet öncüsü elçiler eksik olmamıştır. Söz konusu bütün peygamberler ve Hakk rehberleri insanları şuna çağırmıştır; bütün anlamları itibarıyla Rabb sadece Allah’tır. Rububiyet, bölünmez imanı gerekli kılmaktadır ve kâinatta cari olan Allah’ın mutlak iktidarıdır. Rububiyette; hiçbir anlamda, hiçbir yaratığın Allah’tan başka hiçbir varlığın veya şahsın en ufak payı bulunmamaktadır. Kâinat nizamı tek bir İlah’ın yaratmış olduğu kâmil, külli bir nizamdır. Yine bu nizam üzerinde bir tek İlah’ın hâkimiyeti vardır. Bu nizamda bütün yetki ve güçlerin sahibi de yine O bir tek İlah’tır. Bu nizamın yaratılmasında başka bir varlığın herhangi bir şekilde herhangi bir katkısı söz konusu olmamıştır. Bu nizamın yönetim ve idaresinde herhangi bir kimsenin rolü yoktur ve O’nun hâkimiyeti mutlaktır, ortaksızdır. Merkezi otoritenin sahibi olması itibarıyla tek bir İlah olan sadece Allah’tır.
Buraya kadar sıraladığımız bütün bu ayetleri dikkatlice gözden geçirirsek, Rububiyet konusunda başka dönemlerde ve başka ülkelerde yaşamış toplumların içine düşegeldikleri sapkınlığın karanlık gölgesini Firavunlar sisteminde ve Nil vadisinde de görmekteyiz. Yine, Musa ve Harun (AS)’ın memur oldukları insanları çağırdıkları yönün de, onlardan önceki bütün peygamberlerin (AS) davet edegeldikleri taraf olduğunu ifade edebiliriz.
Evet, Yahudi ve Hristiyanlar da Rabb konusunda sapıtmışlardır:
Firavun ve kavminden sonra karşımıza İsrailoğullarıyla, Yahudi ve Hristiyan inanç-ibadet sistemini benimseyen toplumlar çıkmaktadır. Bu toplumlar için Allah’ın varlığını inkâr ettikleri ya da O’nu İlah ve Rab olarak görmedikleri gibi bir zanda bulunmak imkânsızdır. Çünkü bizzat Kur’an onları Ehl-i Kitap olarak tanımlamış ve onların bu konudaki inançlarına tanıklık yapmıştır. O halde, bizim asıl üzerinde durup düşünmemiz gereken şudur: Rububiyet noktasında Kur’an’ın bu insanları müşrik olarak nitelemesine yol açan, akide ve amellerinde alışkanlık haline getirdikleri belirgin sapmaların altında ne yatmaktadır? Bu sorunun kapsamlı cevabını bizzat Kur’an’da bulmaktayız:
“De ki: ‘Ey Kitap Ehli, haksız yere dininiz konusunda aşırılığa kaymayın ve daha önce kendileri sapmış, birçok kimseyi de saptırmış ve dümdüz yoldan ayrılmış bir topluluğun hevâ (istek ve tutku)larına uymayın. (Ki bu dalâlet ve azgınlık alâmetidir.)’” (Maide: 77)
Bu ayet-i kerimeden de anlaşılmaktadır ki, Yahudi ve Hristiyan kavimleri de kendilerinden önce gelen kavimler gibi aynı noktalarda sapıtmışlardır. Benzer şekilde bu sapıtmanın onlara dinde aşırı gitmeleri yoluyla sirayet ettiği anlaşılmaktadır. Şimdi, bu ayet-i kerimenin ayrıntılarını açıklayan diğer ayetlere şöyle bir göz atalım:
“Yahudiler: ‘Üzeyir Allah’ın oğludur’ diyerek; Hristiyanlar da: ‘Mesih Allah’ın oğludur’ diyerek (sapıvermişlerdi). Bu, onların ağızlarıyla (dile getirdikleri asılsız) söylemleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini (şuursuzca) taklit etmektedirler. Allah onları kahretsin; nasıl da (Hakk’tan) çevrilip (bâtıla gidilmektedir.)” (Tevbe: 30)
“Andolsun, ‘Meryem oğlu Mesih, kesinlikle Allah’tır’ diyenler küfre sapmıştır. Oysa Mesih’in dediği (sadece şudur:) ‘Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Çünkü O, kendisine ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı yoktur. (Hiçbir şey ve hiç kimse onları kurtaracak değildir.)’” (Maide: 72)
“Andolsun, ‘Allah üçün üçüncüsüdür’ diyenler de kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek bir İlahtan başka ilah yoktur. Eğer söylemekte olduklarından vazgeçmezlerse, onlardan inkâr edenlere mutlaka acı bir azap isabet edecektir.” (Maide: 73)
[1] Celalettin Suyuti. Camius Sağir-Öğütler Kitabı
[2] Celalettin Suyuti. Camius Sağir-Emsal Hadisleri
[3] Râgıp el-İsfahânî, el-müfredât, “rbb”md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “rbb”md.
[4] Câmiu’l-beyan, 1,93-94
[5] el-Külliyyât, s.466
Davamız kudüs
Haramı helali birbirine katanlar, Ahireti Dünya pazarında satanlar, Hakikati Batıl ile karıştırıp tuğyan ile taşanlar, Verecek hükmü Elbet Allah, Görecek, gösterecek Elbet Allah, Rububiyet nedir bilmeyen millete, Yetmedi bir de gizlediler uluhiyyet, Tağutlaşan tağut olan her şeye, Yaptılar sonsuz itaat, Sahte ilahlar oldu birer tanrı, Kabul görüldü, sevildi hepsi, Gücüne, servetine tapanlara, Verecek hükmü Elbet Allah, Görecek, gösterecek elbet Allah, Şirk denizinde boğululup Kuran deresinde yüzenler Küfür cephesinde olup Rasul izinde yürüyenler Nifak, fisk kanseri Almış toptan bedeni,
Verecek hükmü Elbet Allah Görecek, gösterecek Elbet Allah
1/2
Yayılsın yeryüzüne ilayikelimatullah
Yaylanın, yayıyılın gafiller Sallanın, salının cahiller Tadın, taslanın, takının Zevkten, eğlenceden Kendinden geçenler Hans, kirko değil bunlar Yabancı, el, değil bunlar Dışarı, dış kapı değil bunlar İçi başka, dışı başka Münkir, münafık bunlar Kaldırmışlar lügatten Küfrü, şirki, nifakı Adı yok Tağutun Tuğyanın ismi Kanun çıkarmış, Haktan değil Halka tuzak, halkta gidecek Hakka tuzak, Münafık, mütekebbir Kibrin helak, Ya Rab! Ne zaman nusretin Yakındır, yakalayacak, elbet gelecek azabın Yardım eyle, müminlere, Rahmetine gark
1/2
Yayılsın yeryüzüne ilaikelimetullah
Dünyadaki tarafımız ahiretteki yerimizi belirler.
1- Benim Rabbim, âlemlerin ve her şeyin yegâne sahibi, yoktan var edip terbiye edicisi olan Cenab-ı Hak Zül Celal Hazretleridir.
2-Benim Hakk Dinim; İslam Dini ve adalet düzenidir…
3-Benim Hakk Nebim; Hz. Muhammed (SAV) Efendimizdir…
4-Benim Milletim; 1,5 milyarlık İslam Ümmeti (ki Kürt, Laz, Arap, Boşnak gibi farklı köken ve kültürden oluşan ve İslam mayasıyla kaynaşan Müslüman Türk Milleti de bu ümmetin, necip, aziz ve asil bir üyesidir.)
5- Benim Kıblem; Kâbe merkezli İslam kardeşliği hedefidir…
6- Benim asıl gayem ve görevim; Ülkemizde ve yeryüzünde; Kur’an’a, Resulüllah’a, akla, ahlâka, vicdana ve bilimsel doğrulara dayalı Adil bir Düzenin yerleştirilip yürütülmesiydi…
Kısaca; helali haram, haramı helal, günahı mübah, mübahı günah sayan liderlerin, hükümetlerin, bunlara fetva veren ve mazeret gösteren âlimlerin ve uyarıldıkları halde peşlerinden gidenlerin ve destekleyenlerin hepsi, Allah’tan gayrı Rabbler edinip şirke
Kur’an’ın ve Resulüllah’ın çok açık uyarılarına rağmen:
Faizi; kâr payı, mevduat neması ve enflasyon farkı olarak tanımlayan ve resmen faiz sistemini sahiplenip yürütmekle Allah ve Peygamberle savaşan…
Zinayı; resmen ve hukuken ceza almaktan ve suç olmaktan çıkaran ve ülkede fuhuş reklamcısı TV programlarını ve porno yayınlarını yaygınlaştıran…
Kumarı; şans kapısı, kazanç yarışı ve devlet yasası yapan…
Haçlı AB’ye katılmayı; medeniyet aşaması, modernizm sıçraması ve demokrasinin sigortası olarak kutsayan…
İslam’a, ahlâka ve insanlık fıtratına aykırı olarak; idamı (kısası) kaldırmayı, Haçlı dayatması kanun paketlerini Meclis’ten geçirip yasalaştırmayı çağdaşlık görevi ve demokrasi gereği olarak yorumlayan…
Siyonist ve zalim işgalci İsrail’le uzlaşıp anlaşmayı; barışçı ve akılcı dış politika çizgisi olarak yutturan…
[b]Kısaca; helali haram, haramı helal, günahı mübah, mübahı günah sayan liderlerin, hükümetlerin, bunlara fetva veren ve mazeret gösteren âlimlerin ve uyarıldıkları halde peşlerinden gidenlerin ve destekleyenlerin hepsi, Allah’tan gayrı Rabbler edinip şirke sapmışlardır.[/b]
Nemrut gibi, Firavun’un da Rabblik iddiasında aynı konumdaydı:
De ki: ‘Ey Kitap Ehli, haksız yere dininiz konusunda aşırılığa kaymayın ve daha önce kendileri sapmış, birçok kimseyi de saptırmış ve dümdüz yoldan ayrılmış bir topluluğun hevâ (istek ve tutku)larına uymayın. (Ki bu dalâlet ve azgınlık alâmetidir.)’” (Maide: 77)
Erbakan hocamızın sözleri
Allah in intikamı çok acıklı olacak, o gün gözler yerlerinden Fırlayacak, dövecek dizimiz bile kalmayacak Bir zamanlar biz olmazsak, vatan gidiyor diye çığıranlar bugün kendileri varken milletin gözüne soka soka yasa çıkarıyor, sanki müslüman nesil bitti,
Kudüs davamız
Ümmetin başına felaketler, kasırgalar, hortumlar, seller, depremler, savaş, kaos katliamlar boş boşuna gelmedi herhal Müslümanım diyenler çoğunlukla Dünyevileşme, ölüm korkusunu gönlüne taç diye takınca, geldi Avm, Geziler, Tatiller, Lüks ve israf dolu evler, yemek ve içecek çeşitliliği ile sarhoş olunca rehavet çöktü Ve asırlardır uyanmıyacağımız uykuya daldık, rüyalarımız da kendimizi saraylarda Dünya yı ise kan gölünde boğulurken gördüysekte, el uzatmak varken dua edelim nede olsa rüya uyanırız diye Zalimlere kol kanat olup, Sessiz kaldığımız için devam ediyor kan göz yaşı… Akıttığımız kadar yaş ve kan elbette sorulur bir gün..
Amin…
Allah’ım, senden başka ilah yoktur. Tek ve yegâne güç sensin. Her an yeniden yaratmaya olduğun muhteşem kainat senin eserin. Biz sana inandık, sana güvendik, senin rızan için senden yardım istiyoruz.
Nolur Allah’ım kendilerini güçlü zanneden, güçlü olduğu için her zulmü, mazlumlara reva gören şu lanetlenmiş kavmi bizim ellerimizle helak et.
Son Sınav
İmtihan aleminden gerçek aleme geçişte, imtihan aleminde kesemize doldurduklarımızdan sorulacağımız süreçte Rabbimiz yardımcımız olsun. Bu sorulara cevap verecek imani olgunluğa erişebilmeyi nasip etsin. Dünya hayatında bunca nimeti görmüş olmaya rağmen inkar bataklığına sapmadan, yalnızca Allah’ı (cc) Rabb bilerek can verebilmeyi ve ahirette iyilerle birlikte cennete girebilmeyi nasip etsin. Öyle birileri gibi “inanıp ama güvenmeden” yaşayıp, münafık defterine yazılmaktan muhafaza buyursun. Amin.
Rabb sadece Allah’tır.
Tarih boyunca bütün kavimler ve toplum kesimleri; teorik planda Allah’ı mutlak otorite, egemen güç vs. anlamlarıyla Rab olarak görüyorlardı. Ama pratik hayatlarında ise toplum katında güçlü olan, nüfuz sahibi bulunan kimselerin, İslam’a aykırı ahlâki, siyasi ve toplumsal anlamdaki rububiyetlerini kabul ederek onlara itaat ediyorlar, onların tağuti otoritelerine itiraz ve karşı çıkmak yerine, severek ve isteyerek tâbi oluyorlardı. Bu sapkınlığı ortadan kaldırmak için Yüce Allah her dönemde değişik toplumlara kendi içlerinden peygamberler yollamış ve son olarak da bu görev için Hz. Muhammed (SAV)’i memur kılmıştır. Ondan sonra da hiçbir dönemde ve ülkede RASÜL’ler, tebliğ ve davet öncüsü elçiler eksik olmamıştır. Söz konusu bütün peygamberler ve Hakk rehberleri insanları şuna çağırmıştır; bütün anlamları itibarıyla Rabb sadece Allah’tır. Rububiyet, bölünmez imanı gerekli kılmaktadır ve kâinatta cari olan Allah’ın mutlak iktidarıdır. Rububiyette; hiçbir anlamda, hiçbir yaratığın Allah’tan başka hiçbir varlığın veya şahsın en ufak payı bulunmamaktadır. Kâinat nizamı tek bir İlah’ın yaratmış olduğu kâmil, külli bir nizamdır. Yine bu nizam üzerinde bir tek İlah’ın hâkimiyeti vardır. Bu nizamda bütün yetki ve güçlerin sahibi de yine O bir tek İlah’tır. Bu nizamın yaratılmasında başka bir varlığın herhangi bir şekilde herhangi bir katkısı söz konusu olmamıştır. Bu nizamın yönetim ve idaresinde herhangi bir kimsenin rolü yoktur ve O’nun hâkimiyeti mutlaktır, ortaksızdır. Merkezi otoritenin sahibi olması itibarıyla tek bir İlah olan sadece Allah’tır.
(Ne olur) Bizi Sırât-ı Mustakîme (dosdoğru Din çerçevesine ve istikamet çizgisine) hidayet buyurup (Hakka ve hayra ulaştır). (1:6)
“Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri (ama bu bilgi ve becerilerini nefsi hevesler ve dünyevi hedefler için istismar edenleri ve halk arasında âlim ve fâzıl bilinen münafık tipleri) görmez misin? Onlar tağut’a (şeytani rejimlere ve zalim güçlere) ve cibt’e (hain ve işbirlikçi liderlere) inanıp (peşlerine takılıyorlar) ve (saldırgan) kâfirler için: ‘Bunlar, mü’minlerden daha doğru bir yoldadır!?’ diyorlar. (Hakk nizam kurulsun diye çalışanları fitne-fesat çıkarmakla suçluyorlar. Oysa asıl kendileri fasık ve münafık kişilerdir.)” (Nisa: 51)
Kabir suali
Kabir suallerine vereceğimiz cevaplar için;
Dünya hayatının, bizim için sınav öncesi calisma yeri olduğunu, aslında yaratılış gerçeğine uygun olarak yaşadığımız taktirde bu sorulara kolayca cevap verebileceğimizi mükemmel bir şekilde anlatmış hocamız. Dualarımızla-yaşantımız bir olmazsa, niyetlerimizle-kalplerimiz temiz olmazsa, davamıza olan samimiyetimiz ve gayretimiz yeterli olmazsa bilelim ki bu sınavın soruları çalışmadığımız yerden gelir. Rabbım merhametiyle kusatsin hepimizi
Özetle, Kur’an-ı Kerim’de RAB kelimesi genellikle şu 5 anlamda kullanılmıştır:
1. Yaratıp yönetici, gereksinimleri giderici, terbiye edici ve yetiştirici.
2. Kefil, himaye edici, koruyup gözetici, ıslah edip düzeltici.
3. Çeşitli kimselerin oluşturduğu bir toplulukta merkezi bir sıfata sahip olan kişi.
4. Kendisine bağlananların efendisi, sözü geçen, üstünlüğü ve yüceliği kabul edilen ve tasarruf hakkına sahip, itaat ve boyun eğilen birisi, güç ve egemenlik sahibi reis;
5. Mâlik, efendi.
Rab kelimesi Kur’an-ı Kerim’de yukarıda açıkladığımız tüm manalarıyla yer almıştır. Ayetlerde, bazen bu manalardan sadece bir ya da ikisi bazen daha fazlası bazen de beş anlamıyla birden kullanılmıştır.
Benim asıl gayem ve görevim; Ülkemizde ve yeryüzünde; Kur’an’a, Resulüllah’a, akla, ahlâka, vicdana ve bilimsel doğrulara dayalı Adil bir Düzenin yerleştirilip yürütülmesiydi…
İman ve ihlas, ciddiyet ve cesaret gerektirir. Kaypaklık ve korkaklıkla beraber, samimi ve sağlam bir karakter, asla bir arada yürümeyecektir. Kâfirlerin ve kötülerin zararlarından korkarak Hakkı savunmaktan kaçanlar, sonunda zulmün ateşine odun olurlar. Karanlıklara karşı en azından bir mum yakanlar ise, aydınlık çağlara kapı açarlar.
Andolsun Biz her ümmete: ‘Allah’a kulluk yapın ve TAĞUT’tan (Bâtıl nizamlardan ve putlaştırılmış insanlardan) kaçının!’ diye bir elçi gönderdik. Böylelikle onlardan kimine (gerçekleri kabullenip Hakka ve hayra yönelene) Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine (dünya rahatı ve menfaati için tağut’a tapınan ve şeytani odaklara kapılan kesime) ise dalâlet (sapkınlık-doğru yoldan çıkmışlık) hak oldu…” (Nahl: 36)
Bunları (putları ve tağutları, onlara uyduruk isim ve sıfatlar takarak) adlandırıp (durun bakalım). Yoksa siz yeryüzünde (hâşâ Allah’ın) bilmediği bir şeyi mi O’na haber veriyorsunuz? Yoksa sözün zahirine (veya boş ve süslü olanına) mı (kanıyorsunuz)? Hayır, doğrusu inkâr edenlere kendi hileli-düzenleri süslü-çekici gösterilmiştir ve onlar (şeytanlar ve tağutlar tarafından, doğru) yoldan alıkonulmuşlardır…” (Ra’d: 33)
“Kötü (niyetle ve İslam’a aykırı biçimde) işledikleri (çirkin) amelleri kendisine çekici-süslü kılınıp da onu güzel gören mi (Allah katında kabul edilecektir)? Artık şüphesiz Allah (bile bile İslam’a ve insanlığa ters düşenlerden) dilediğini saptırır, (hayır işleyip hak edenlerden ise) dilediğini hidayete eriştirir…” (Fâtır: 8)
Elhamdullihi Rabbil Alemiin
İşte kabir suali ve bu imtihan sorularının yanıtları:
1- Rabbin Kimdir?
2- Dinin Nedir?
3- Nebin (örnek ve önder rehberin) Kimdir?
4- Milletin Hangisidir?
5- Kıblen (yönelişin) Neresidir?
6- Kitabın (Anayasa kaynağın ve hayat programın) Hangisidir?
7- Dünyada iken asli gayen ve görevin ne idi?
Çocukluğumuzdan bu yana büyüklerimiz bize; kabre gireceğimizi girince Rabbin kim?Peygamberin kim? Dinin ne? Kıblen neresi? şeklinde soruları soracağını; “eğer dünyada namaz kılıp oruç tutuyorsan işinden aşından kalan zamanlarda da Allah’ı zikrediyorsan melekler senin yerine bu soruları yanıtlar sende sıratı yıldırım hızıyla geçip,köprünün diğer tarafında senin için saklanan cennete girersin!” derlerdi…
Büyüdük, bir çok insan malesef ki şuan aynı şekilde düşünüp inanıyor! Oysaki şimdi makalenin “kabir suali ve imtihan sorularının yanıtları” bölümünü okuyunca görüyoruz ki iş o kadar basit değilmiş!.
Her bir soru içinde bizi insan yapan bize sorumluluk yükleyen bizi hakkın hakimiyeti insanlığın kurtuluşu için çalışıp gayret etmeye zorlayan cevaplarla doluymuş.
Rabbimize şükrederiz ki; iş işten geçmeden bizleri sorularla ve yanıtlarıyla her sendeleyişimizde her tökezleyişimizde elimizden tutup bizi doğru yola sevkeden Erbakan Hocamız Ahmet Hocamız varlar!..
Hem öyle keyfine göre çıkarına menfaatine göre değil, gözümüze kalbimize zihnimize tüm iyiyi doğruyu faydalıyı adaleti kısacası Hakkı hak olarak bilmeyi, Hakkı tutup kaldırmayı ancak bu şekilde kabirde doğru yanıtı verip Cenneti ve Cemali hak edebileceğimizi zerre kadar eğip bükmeden bizlere anlattılar öğrettiler yıllardır.
Bu güzellikler ve altından kalkılamayacak ikramlar için her bir nefesimiz adedince hamd ve şükürler olsun Rabbimize…
Her türlü hamdü sena, övgü ve minnet, hürmet ve itaate yegane layık olan Rabbimizedir..
Elahdülillahi Rabbil alemiin…
Milli Çözüm e uyanlar Milli Görüşte daim olup sabır-sadakat ve gayretle çelik gibi imana sahip oldular.
Milli Çözüm’e uyanlar; Milli Görüşte daim olup sabır-sadakat ve gayretle çelik gibi imana sahip oldular.
Milli Çözüm’e kulak tıkayanlar; Akp’ye, Haspa’ya, sapık (müslüm, kalkancı gibi) tarikatlara, itikadı bozuk (fetö gibi) cemaatlere “Gül Arınç Şevki Oğuzhan Kazan Dilipak Bulaç Mısıroğu Koru gibi” istikameti ve ayarı bozuk kirli ellerin etkisinde, düz yolda bile yalpalar oldular!
Çünkü Milli Çözüm’ün istikametini “sayısız birçok ilah çizmiyor.”
Tek bir ilah olan Allah (cc)ne, O’nun gönderdiği Kur’an’a, Peygamberine ve bu gerçekleri asrımızda en güzel yansıtan Aziz Erbakan Hocamıza göre Üstad Ahmet Akgül Hocamız “Milli Çözüm”ün istikameti belirliyor ve bu nedenle hiç yanılmıyor, şeytanın oyununa hiç gelmiyor ve hep Allah’ın razı olacağı kararları vermiş olduğu anlaşılıyor.
Bakar, görmez, köre ne! Bu gerçekler görenedir, görene!..
İman, (misal olarak) gömlek gibidir. (Taat ve takva ile) Bazen onu giyinip kuşanır, (isyan ve günahlarla) bazen de onu çıkarıp atarsın”.
Amasız, fakatsız, samimi cevaplarla ayarını ortaya koyanlara selam olsun. Allah razı olsun çok kıymetli bir makale.