YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6634a08ce69f6
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 3
Bugün : 6104
Dün : 20782
Bu ay : 51487
Geçen ay : 737322
Toplam : 23567773
IP'niz : 3.141.200.180

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Rahmet-i Rahmana Uğurlanan;

MAHMUT EFENDİ HAZRETLERİ

VE

HİZMETLERİ

        

Toplumda, Fatih’teki semtinden dolayı “Çarşamba Cemaati” olarak tanınan tasavvufi hareketin şahs-ı manevisi olan Muhterem Mahmut Efendi Hz.leri 93 yaşında Rahmet-i Rahmana uğurlandı. Henüz ilk gençlik yıllarında, 15-16 yaşlarında Medrese tahsilinden icazet alan Mahmut (Ustaosmanoğlu) Hoca Efendi (Rh. A.) 1952 yılında Mürşidi Ali Haydar Efendi (Rh. A.) ile tanışıp manevi halkasına katıldı. Askerlik dönüşü 1954 yılında ise Fatih Çarşamba’daki İsmailağa Camisinde imamlık görevine başladı. 1996 yılında emekli oluncaya kadar aynı görevde kaldı.

Nakşi Yolunun önemli pirlerinden Mevlana Halid Bağdadi’nin izinden giderek, Medrese ile Tekke hizmetlerini birlikte yürütmeye başlayan ve bu ilmi ve manevi gayretlerini ülke çapında, hatta yurt dışında yaygınlaştıran Muhterem Mahmut Efendi Hz.leri, henüz tamamlanmayan ve çeşitli rivayetlerden oluşan Ruhül Furkan Tefsiri, Risale-i Kudsiye Tercümesi, Kur’an-ı Kerim Kelime Manalı Mealisi gibi önemli eserlerin yazılmasına da öncülük yaptı. Yüksek edep ve hürmeti, örnek ibadet ve istikameti ve Sünnet-i Resulüllah’a riayeti, samimiyetle sevilip sayılmasını sağladı.

Kitaptan ziyade “Adam” yazdı!

Dünya Âlimler Birliği Başkanı Prof. Dr. Yusuf el-Karadavi’nin çok güzel tespitiyle, Rahmetullah Mahmut Efendi Hz.leri, kitaptan ziyade, mü’min, muttaki, ilim ve irfan ehli insan yetiştiren bir Mürşidi Kamil konumundadır. Yüz binlerce istikamet sahibi ve gönül ehli Müslümanın eğitilip olgunlaşmasında büyük gayreti ve himmeti olan bir müstesna şahsiyet olarak anılacaktır.

Dine ve dindar kesimlere yönelik ağır hücumların ve baskıların yoğunlaştığı bir süreçte; imani, ahlâki ve ilmi hakikatleri yayma mücadelesinden asla caymamış ve takva disiplininden ayrılmamış böylesi ZAT’ların, bazılarına göre; eksik bıraktıkları, aşırıya kaçtıkları, net ve kesin tavır koyamadıkları hususlar da vardır.

Böylesi müstesna ve mübarek şahsiyetlerin; “iman ehli oldukları, namaz kıldıkları, büyük günahlardan sakındıkları” hüsnü zannıyla, aslında icraatlarıyla İslam’ın açık hükümlerine aykırı davranan ve Dinin özünü yozlaştıran siyasi hareket ve şahsiyetlere iltifat ve taraftarlık göstermeleri; Kur’an-ı Kerim’in özellikle vurgulayıp sakındırdığı ve mü’minlere en şiddetli ve tehlikeli düşman olarak tanıttığı YAHUDİ SİYONİZMİNİ, bunların Müslümanlar arasından İŞBİRLİKÇİ DEVŞİRME stratejisini tam sezemediklerinden kaynaklanan ve inşaallah hüsnüniyetlerine bağışlanacağı umulan davranışlardır.

Ve zaten Ezeli Kaderin, her insana farklı bir meziyet ve marifet tayin ve takdir ettiği asla unutulmamalıdır!

Bu gibi malum ve meşhur ZAT’ları, birbirleriyle karşılaştırıp bir kanaate ulaşmak, oldukça yaygın, ama aslında temelinden yanlış bir yaklaşımdır. Çünkü insanlar, birbirleriyle değil, sadece 1- Kur’an-ı Azimüşşan’â, 2- Resulüllah’a (SAV) göre tartılıp değer kazanmalıdır. Zira herkesin fıtratı da, fırsatı da farklıdır.

Maide Suresi 82. ayetinde: “Andolsun, insanlar içinde, mü’minlere en şiddetli (ve tehlikeli) düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri (ve Protestan, Evanjelik gibi Siyonistleşmiş Hristiyan kesimleri ve sözde Müslüman geçinen işbirlikçileri) bulursun. Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: ‘Biz Nasarayız (Hakka ve hayra yardımcı Hristiyanlarız.)’ diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım iyi niyetli ve istikamet ehli) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları (Kur’an’a ve İslam’a saygılı davranmaları) nedeniyledir.” şeklinde haber buyrulan sapkın Yahudi Siyonizm’inin, bütün insanlığı ve maalesef İslam dünyasını etkisi altına alan Şeytani tuzak ve teşkilatlarını… NATO, BM, AB gibi oluşumların perde arkasını… Kapitalizm ve Komünizm gibi Bâtıl sistemleri ve yan kuruluşlarını… Masonluk ve alt yapılanmalarını… Siyonist Merkezlerin çeşitli makam ve çıkar karşılığı kiralayıp kullandıkları İŞBİRLİKÇİ takımını, nasıl topluma İŞBİLİR kahraman diye yutturduklarını çok iyi bilip anlayan… Bunlara karşı gerekli ve yeterli kurum ve oluşumları ortaya koyan Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız gibi çok seçkin ve yetkin şahsiyetler dışında, bilgi eksikliğinden ve iyi niyetten kaynaklı bazı siyasi tercih yanlışlığına düşmekten kurtulan zevata, maalesef az rastlanmaktadır. Bu arada Rahmetullah Mahmut Efendi Hazretiyle, Aziz Erbakan Hocamızın birbirlerine samimi hürmet ve muhabbetleri de mutlaka hatırlanmalı ve örnek alınmalıdır.

Böylesine yaygın ve saygın Cemaatlerin bağlıları, hatta meşhur olup öne çıkanları arasında bile; istismarcılık, suistimalcılık, kılık kıyafette farklılık fantezisine kapılmacılık, hatta şalvar-çarşaf dışındaki tesettür giysilerine bile kötü gözle bakmacılık, maddi ve manevi sahtekârlık ve fırsatçılık gibi yanlış, yakışıksız tavırlara ve riyakârlıklara rastlanması da olağandır. Ama bunları bahane edip, bir hayırlı hareketin tamamını töhmet altına sokmak hem iz’ana hem vicdana aykırıdır. Yukarıda saydığımız ifrat ve tefrit benzeri aşırılık ve şaşkınlıkların ise münasip yöntemlerle hatırlatılıp düzeltilmesine çalışılmalıdır.

Hizmet Metodu ve Stratejisi, Sünnetullah’a Uygun Olmalıdır!..

Stratejik hedeflere, İslami ve insani modellere ulaşmak için; günümüzde siyasi hizmetlerin ve buna bağlı girişim ve gayretlerin ne kadar gerekli, hikmetli ve isabetli olduğu giderek daha iyi anlaşılmaktadır. Şunu peşinen belirtelim ki; inandığımız, haklı ve hayırlı bildiğimiz için sahip çıktığımız bir kısım gerçekleri, başkalarına zorla kabul ettirmek gibi bir kastımız ve sıkıntımız yoktur; amacımız tarihi ve Kur’ani gerçekleri ortaya koymaktır. Öncelikle hatırlatalım ki, herhangi bir hizmet ve hareketin başarıya ulaşması için, onun Sünnetullah‘a uygun olması şarttır. Nasıl ki Cenab-ı Hakk; gece-gündüzün dönüşümünü, mevsimlerin dolaşımını, ekinlerin oluşumunu, belli esaslara ve kurallara bağlamıştır, “Tabiat Kanunu” olarak bilinen bu doğal düzene “Sünnetullah” ve “Âdetullah” denir ve bunlar asla değişmez İlahi kanunlardır. “Ve la tecidü li sünnetillahi tahvila. Ve la tecidü li sünnetillahi tebdila” gibi ayetler Sünnetullah’ta hiçbir değişiklik bulunamayacağını vurgulamaktadır.

Örneğin; Cenab-ı Hakk’ın âdeti, ekinleri baharda bitirmek ve yazın olgunlaştırmaktır. Biz, zamanı gelmeden, tarlayı istediğimiz kadar sürelim, en verimli gübreyi atıp ve en seçme tohumu ekelim, yine de kışın ortasında ekin yeşermeyecek, hasat ve harman olmayacaktır. Baharı ve yazı beklemek zorundayız. Doğan bir bebeğin olgun insan seviyesine gelmesi için yine çocukluk ve ergenlik çağlarını geçirmesi ve uzun yıllar beklemesi gerekli kılınmıştır. Hiçbir suni gayret ve zorlama ile, birkaç ay içinde çocuğun olgunlaşması sağlanamayacaktır. Çünkü, Allah’ın âdeti ve tabiat sistemi neyse öyle olacaktır. Öyle ise biz Âdetullah’a, yani doğal kurallara uygun iş yapmak zorundayız. Allah’ın bizim keyfimize, Kendi sünnetini, kural ve prensiplerini değiştireceğini sanmak saflıktır.

Bu durum, her asırdaki tevhid ve tebliğ hareketinin hizmet metodunda da böyle olmaktadır. İlim ve ibret nazarıyla, tarih boyunca devam eden Hak-Bâtıl mücadelesine baktığımızda, her çağda insanların en çok rağbet ettikleri, ve kıymet verdikleri ne ise, Peygamberlerin o cins mucizelerle, müceddid ve mürşitlerin de, o gün için gerekli ve geçerli olan hizmet ve hareketlerle halkın karşısına çıktıkları anlaşılmaktadır. İşte bu gerçek, hizmet ve faaliyetlerimizde başarılı olmak için mutlaka uyulması gereken bir Âdetullah ve Sünnetullah olduğunu ortaya koymaktadır.

Şimdi meseleyi daha iyi kavrayabilmek için bizzat Kur’an-ı Kerim’de Peygamberlerle ilgili kıssalara bir göz atalım.

Tarihi kaynaklardan anlıyoruz ki, Hz. Davud (AS) zamanında, halkın en çok ilgi gösterdiği ve öğrenmek istediği meslek, demircilik sanatıydı. Herkes bu sahada yarışıyor, herkes çocuğunu bu sanatta yetiştirmek istiyordu. Güncel sohbetlerin konusu bile, “Filan demirci ustası şöyle bir ev gereci veya av aletini yapmış” gibi şeyler oluyordu. İşte bu yüzdendir ki Cenab-ı Hakk; Hz. Davud (AS)’a, demiri avucunda hamur haline getirip yoğurmak ve istediği şekle sokmak gibi, hiçbir demirci ustasının erişemeyeceği bir mucize ve marifetle onların karşısına çıkarıyordu. Ta ki dikkatleri üstüne çekebilsin, merak ve menfaat damarıyla insanları etrafına toplayabilsin ve asıl tebligata zemin hazırlayabilsin.

Cenab-ı Hakk Sebe Suresi 10-11. ayetlerinde “Andolsun, Biz Davud’a tarafımızdan bir fazl (üstünlük) verdik. ‘Ey dağlar, onunla birlikte (Beni tesbih edip) yankıyla ses verin (ve tüm gizli hazine ve madenlerinizi hizmetine verin’ dedik) ve kuşlara da (aynısını emrettik). Ve ona demiri yumuşatıp (emrine verdik). ‘Geniş zırhlar imal et; (onları) düzenli bir biçime sok (ölçülü şekilde üret) ve hepiniz salih ameller yapın. Gerçekten Ben, sizin yaptıklarınızı görenim’ (diye vahyettik)”, buyurmakla bu gerçeği ifade ve ispat etmektedir.

Ayrıca Enbiya Suresi 80. ayetinde:

Bir de size harbin şiddetinden korunmanız için elbise (zırh) yapma sanatını (ve tekniğini) öğrettik (ki) bunlara karşılık siz şükredenlerden misiniz? (Deneyip görelim)”, buyrularak harp sanatı ve silahlarının yapımına ve ağır sanayiye teşvik ve işaret edilmektedir.

Yine tarihe ve Kur’an-ı Kerim’e bakıp anlıyoruz ki; Hz. Yusuf (AS) zamanında insanların en çok merak ve dikkat ettikleri konuların başında rüya tabiri gelmektedir. En çok hürmet ve rağbet ettikleri kimseler de rüya tabircileri oluyordu. Kur’an’da Yusuf Suresi’nde sık sık görülen rüyalardan ve bu rüyaların tabirlerinden bahsedilmesi, anlattığımız konuya açık bir örnektir. İşte böyle bir ortamda Cenab-ı Hakkın Hz. Yusuf’u; “Görülen rüyaları en doğru ve doyurucu olarak yorumlamak” şeklinde bir mucize ile desteklemesi ve göndermesi Âdetullah’ın icabı ve duyulan ihtiyacın bir sonucuydu. Önce Hz. Yusuf’un kendi gördüğü rüyayı babası Hz. Yakub’un tabiri ve doğru çıkması, sonra zindan arkadaşlarının rüyalarını Hz. Yusuf’un isabetli tabiri, derken kralın 7 semiz ineği, 7 cılız ineğin yemesi, yine 7 yeşil başağı, diğer 7 kuru başağın yutması şeklindeki rüyasını tabir için, bilge kişileri toplayıp;

“…Ey önde gelen (kâhin-bilginler), eğer rüya tabir ediyorsanız benim bu rüyamı çözüverin demişti.[1] Onlar da, ‘Bu gördükleriniz karmakarışık rüyalardır. Biz böyle karışık rüyaların te’vil ve tabirini bilemeyiz’ diyerek (acizliklerini itiraf etmişlerdi).”[2] İşte tam bu sırada Hz. Yusuf’un: “Bu Rabbimin bana ilettiği ve öğrettiği ilimlerdendir”, diye ifade ettiği bir mucizeyle kralın rüyasına isabetli bir yorum getirmesi ve Mısır’a Hazine Bakanı olmaya zemin hazırlaması, mevcut şartların tabii neticesiydi ve böyle olması gerekiyordu.

Yine bunun gibi, Hz. İsa (AS)’ın, abraşlık gibi tedavisi çok zor ve sıkıntı verici bir deri hastalığını iyileştirmek, kör gözleri açmak ve ölüyü diriltmek gibi, tıbbın, değil o gün, bugün bile erişemediği mucizelerle gönderilmesi, yine halkın dikkatini ve rağbetini çekmek ve asıl tevhid davasını izah ve ispat etmek içindi. Maide Suresi’nin 110. ayetini birlikte okuyalım:

“…İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş olup (uçuverdi). Doğuştan kör olanı ve (deri hastalığı olan) alacalıyı iznimle iyileştirdin, (yine) Benim iznimle ölüleri (tekrar hayata) çıkarıverdinZaten halkın da Hz. İsa’dan istediği mucize ve marifetler genellikle bu cins şeylerdi.

Hz. Musa (AS) döneminde en çok ilgi duyulan ve rağbet edilen meslek ve marifet ise sihirbazlıktı. Firavun, Hz. Musa’yı halkın huzurunda, bütün ülkeden topladığı seçme sihirbazlarla yarışmaya çağırdığı zaman, Hz. Musa; “Ben bir peygamberim. Hokkabazlıkla işim yok!” demiyordu. Sihirbazlık sahnesinde davasını tebliğ ve Hakk’ı temsil için bulduğu bu fırsatı değerlendirmeye koşuyordu. Cenab-ı Hakk da, Sünnetullah gereği orada, o anda lüzumlu ve geçerli olan sihirbazlık cinsinden bir mucizeyle peygamberini destekliyor ve ona Asa’yı gönderiyordu. Çünkü, halkın rağbeti ve dikkati sihirbazlığa idi ve o konudaki başarılar alkışlanıyordu ve herkes o konuda yarışıyor, o konuları konuşuyordu. Taha Suresi’nde Cenab-ı Hakk buyuruyor: (Artık herkes meydana toplanınca, sihirbazlar Hz.) Musa’ya, ‘Sen mi (önce marifetini ortaya) atacaksın, yoksa biz mi atalım?’ diye (sormuşlardı).”[3]

“(Hz.) Musa da ‘siz atın’ da (marifetinizi görelim) buyurmuşlardı. (Bunun üzerine sihirbazlar öyle acayip hünerler ortaya dökmüşler ve halkın gözlerini büyülemişlerdi ki, onları dehşet ve korku kaplamıştı. Böylece büyük bir sihirbazlık gösterisi yapmışlardı.) Sihir olarak yere attıkları ipleri ve değnekleri gerçekten koşuyormuş gibi göstermeyi (başarmışlardı).”[4]

Tam bunun üzerine Cenab-ı Hakk Hz. Musa’ya; “Şimdi sağ elindekini yere bırak, onların yaptıklarını (tek tek) yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hilekârlığıdır. Sihirbazlar hangi hünerle ortaya çıkarsa çıksın, nereye varırsa varsın, iflah olmayacak (ve başarıya ulaşamayacaktır).”[5]

(Artık gerçek anlaşılmış, böylece onların bütün yaptığı numara ve hileler boşa çıkmıştı. İşte orada hem sihirbazlar -dolayısıyla Firavun- yenilgiye uğramışlardı ve küçülüp, mağlup şekilde çekilmek zorunda kalmışlardı.) Bunun üzerine (gerçeği öğrenen) sihirbazlar hep birden secdeye kapanmışlar; ‘Biz Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik’ diyerek (herkesi şaşkınlığa uğratmışlardı).[6]

“De ki: ‘(Artık) Hakk geldi, bâtıl zail oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur. (Çünkü Hakk gelince bâtıl batacak, Güneş doğunca karanlık kaybolacaktır).'”[7]

İşte Hz. Musa sihirbazlık sahasında, Firavun’un oyunlarını bozduğu gibi; bizler de, Allah’ın izniyle, siyaset arenasında oynanan hile ve hıyanetleri boşa çıkaracağız. Bugünkü siyaset cambazlarının Hakk’ın karşısında secdeye kapanacakları dönem de yakındır. Medya sihirbazlarının, halkın gözünü büyüleyen ve gönlünü kirleten TV yayınlarının sihirlerinin de bozulacağı günler yaklaşmaktadır. Elbette her Firavun’un bir Musa’sı, her Musa’nın da bir asası mutlaka bulunacak ve mazlumların ahı, zalimlerin saltanatını yıkacaktır.

Şimdi gelelim bizim Peygamberimiz, Hz. Muhammed (SAV) dönemine: Efendimizin göreve başladığı zaman ve mekânda, Araplar arasında şiir ve edebiyata rağbet oldukça yüksek ve yaygındı. Şair ve hatiplere, “Yarı Tanrı” nazarıyla bakarlardı. Güzel konuşmak, akıcı ve etkili şiir okumak bir tutku halini almıştı. İşte Peygamber Efendimize, her peygambere verilen mucizeler yanında, en önemli ve en büyük mucize olarak verilen Kur’an-ı Kerim’in, erişilmez belâgat ve fesahatı (akıcılık ve tatlılığı) karşısında müşrikler, Arapların yarışmaları sonucu, yaldızlı harflerle yazıp Kâbe’ye astıkları meşhur şiirlerini, “Kur’an geldikten sonra, bunların asılı durması yakışıksızdır. Güneş doğduktan sonra mumları hâlâ yanık tutmak manasızdır” diyerek kendi elleriyle indiriyor ve yırtıyorlardı. Hatta, “Artık Ey Resulüm, emrolunduğun şeyi kâfirleri çatlatırcasına açıkla, cahillerden yüz çevir!” ayetini duyan meşhur bir şair hemen secdeye kapanmıştı… “Ne oldu, yoksa iman mı ettin?” diye soranlara da, “Hayır, bu sözün belâgatına secde etmekten kendimi tutamadım!” itirafında bulunmuşlardı…

Evet, mademki o çağın insanı şiir ve hitabete özellikle rağbet ediyor ve o konuda yarışıyordu. O konuda ilgisi ve bilgisi vardı; o halde o cinsten bir mucizeyle dikkatlerinin çekilmesi gerekiyordu. Efendimiz (SAV)’le artık nübüvvet kapısı kapanmıştır. Yeni bir peygamber gelmeyecektir. Ancak İslam, sadece belli bir asrın değil, kıyamete kadar değişen ve gelişen bütün çağların ve topyekün bütün insanlığın maddi ve manevi bütün ihtiyaçlarına cevap verip doyuracak bir hayat programı olarak, zaman zaman tecdid, yani yeniden doğuş ve diriliş hareketlerine sahne olacaktır.

İşte devr-i saadetten kısa bir zaman sonra, hatta daha bir kısım sahabe hayatta iken, “Kur’an’ı ve Sünnet’i herkes kendi keyfine göre yorumlama, aynı ayet ve hadislerden değişik hükümler çıkarma” sıkıntısı ortaya çıkmıştı. Siyasi tarafgirlik ve mezhep taassubuna, İslam’ı yozlaştırmak isteyen zındıka hareketleri de karışınca, durum daha da kötüleşip karmaşık bir hal almıştı. Müslümanlar bir şaşkınlık ve perişanlık içinde kıvranmaktaydı. Evet, kim haklıydı? Kimlerin sözlerine uyulacak; kimlerin tarafında olunacaktı? Halkın kalbi ve kafası bu sorular ve kuşkularla meşgul bulunmaktaydı. İşte böyle bir zamanda İmam-ı Azamlar, İmam-ı Malikler, İmam-ı Şafiiler gibi büyük müçtehid imamların çıkmaları, Kur’an ve Sünnet’teki en uygun manayı, en ilmi metotlarla ortaya koymaları, bir kuru heves ve tesadüfün eseri değil, ciddi bir ihtiyacın neticesi olmaktaydı. Ve Sünnetullah böyle bir hizmeti gerekli kılmaktaydı.

Yine, Emeviler elinde giderek saltanata ve zorbalığa dönüşen hükümet yönetimi ve İslami kuralların terk edilmesi, Müslüman toplumu ciddi ciddi düşündürdüğü ve artık herkesin her yerde, “Halimiz nedir, gidiş nereyedir, sonumuz ne olacak?” diye üzüldüğü bir dönemde, bir Ömer İbni Abdülaziz Hazretlerinin çıkıp yeniden “İslami adaleti devlet yönetimine hâkim kılma” şeklindeki değişim ve düzelme hareketini yapması, yine o günkü ihtiyacın ve Sünnetullah’ın icabıydı.

Daha sonra, tarikat ve tasavvuf hareketinin hızla yayıldığı, ahlâki disiplin ve düzenin bu sayede sağlandığı, ama giderek bu sefer tarikatlar içinde bid’at ve sapıklıkların baş gösterip, hızlı ve tehlikeli bir yozlaşmanın ortaya çıktığı bir ortamda, İmam-ı Rabbani hazretlerinin zuhur edip tarikat mesleğinin ıslahını esas alan tecdit hareketini yapması, elbette Âdetullah’ın bir gereği sayılmalıydı. Çünkü o gün insanların büyük çoğunluğunun dikkati ve rağbeti tasavvuf ve tarikatlar üzerinde yoğunlaşmıştı. Zaten bozulma ve yozlaşma da, o noktada başlamıştı. Öyle ise ıslah ve irşad hareketi de o cinsten olmalıydı.

Daha sonraları, eski Yunan felsefelerinin, Bizans ve Roma’nın safsata dolu eserlerinin tercümeleri sonucu, İslam âleminde, güya ilim ve hikmet perdesi altında, itikadi sapıklıkların yayılmaya başlaması üzerine, bu sefer bir İmam-ı Gazali Hz.lerinin çıkıp Kur’ani ve İslami ilimleri yeniden ihya ve felsefeyi fikren ve ilmen imha yoluyla tecdit hareketini ve hizmetini yürütmesi doğal ve sosyal bir ihtiyacın neticesi olarak algılanmalıydı.

Nihayet, ehli tarikat ve ehli şeriatın birbirine cephe açtıkları ve birbirini küfür ve sapıklıkla suçladıkları, medrese ile tekkenin birbirlerinden uzaklaştıkları bir sırada, Mevlana Halidi Bağdadi Hz.lerinin ortaya atılıp; “Tarikat, şeriati yaşamaktır. Maksadı ve manası aynıdır. Tarikat, şeriatın hayatımıza en güzel tatbikatıdır” diyerek bu lüzumsuz düşmanlık ve dedikoduyu kaldırarak, tefrika ve tecavüzleri önlemek amaçlı yaptığı tecdit hareketi, yine mevcut şartların ve tabii ihtiyaçların zaruri neticesi olarak yaşanmıştı. Ona “Zülcenaheyn” yani “Çift kanatlı” denmesi de; hem Kadiri, hem Nakşi tarikatına bağlı olmasından değil, medreseyle tekkeyi, ilim ile ameli, şeriatla tarikatı meczedip birleştirmesinden dolayı idi.

Ve derken, Siyonist odakların ve Mason localarının siyasi entrikaları sonucu yıkılan, I. Dünya Harbi sonunda fiilen parçalanan Osmanlı’dan arta kalan ve Kurtuluş Savaşı sonunda Cumhuriyet olarak ortaya çıkan Türkiye’mizde, fen ve felsefe kılıfıyla yaygınlaştırılan, ilim ve ilericiliğin bir gereği gibi sunulan ve sanılan bir “inkârcılık ve din dışılık” akımı karşısında, üstad Bediüzzaman Hz.lerinin çıkıp, şüphe ve vesveselerle bulanmış beyinleri ve bunalmış gönülleri, bizzat Kur’an’dan çıkardığı, hikmetli ve ibretli iman dersleriyle huzura ve itminana kavuşturmak üzere yaptığı Risale-i Nur hizmeti ve eserleri, yine ciddi bir ihtiyacın ve iştiyakın neticesi yazılmıştı. Çünkü Sünnetullah böyle istiyordu; önce imansızlık cereyanının önlenmesi, sağlam bir imanın kalplere yerleştirilmesi gerekiyordu.

Bu kadar uzun bir izahtan sonra, şimdi asıl günümüzde nasıl bir yöntem ve sistemle ortaya çıkılmalıydı?

Mademki “Allah’ın sünnetinde ve ezeli takdirinde bir değişiklik olmayacaktı”. Mademki Allah’ın iradesine ve Rabbani prensiplere uygun olmayan hiçbir hizmet ve hareket başarıya ulaşmayacaktı. Mademki devr-i Adem’den beri süregelen Hak-Bâtıl mücadelesinde, bütün peygamberler kendi zaman ve mekânlarına halkın en çok ilgi ve ihtiyaç duyduğu konular cinsinden mucizelerle ortaya çıkmıştı. Çünkü, “Hakk’a çağıran ve halkı uyaran bir Resul (Davetçi) göndermedikçe hiçbir kavme azap etmemek” Allah’ın hükmü ve rahmetinin gereği olmaktaydı. Mademki davetin ve tebliğin en önemli şartı da, o hizmete uygun bir ortam ve fırsat hazırlamaktı. Elbette halkın merak ettiği, kıymet verdiği ve dikkatle takip ettiği konularla, onlara yaklaşmak ve her seviyeden, herkesin ilgi gösterdiği bir sahadan halkın karşısına çıkmak, davamızda başarılı olmak için mutlaka uymamız gereken Allah’ın değişmeyen sünneti ve âdeti konumundaydı.

İşte bu nedenle mademki, günümüzde köylü-şehirli, âlim-cahil, zengin-fakir, genç-ihtiyar, herkesin doğrudan ve dolaylı, mutlaka bulaştığı ve hiç kimsenin ilgisiz kalmadığı şey, siyaset ve particilikti. Mademki, Siyonizm’in güdümündeki zulüm ve sömürünün bütün dehşetiyle hüküm sürdüğü günümüzde, inancını ve amacını icraata çevirebilmenin en geçerli yolu yine siyaset ve particilikti. Öyleyse, haksızlık ve ahlâksızlık saltanatını yıkacak olan hizmetin siyaset sahasında ortaya çıkması bekleniyordu, böyle gerekiyordu ve öyle oldu. Evet, evet; her şey kaybedildiği yerde aranmalıydı. Nasrettin Hoca’mızın ibretli fıkrasını hatırlayalım:

Hoca karanlık ve karışık samanlıkta kaybettiği anahtarını, evin önünde ve ay ışığında aramaktadır. Ne aradığını öğrenen konu komşu da Hoca’ya katılır. Hep birlikte uzun süre anahtarı ararlar, ama bir türlü bulamazlar… İçlerinden birisi: “Hocam, anahtarını burada düşürdüğüne emin misin, başka yerde düşürmüş olmayasın?” diye sorunca, Hoca: “Hayır anahtarı samanlıkta düşürdüm, ama o karanlıkta deve bile bulunmaz diye aydınlıkta arıyorum!” der ama, bir ömür aransa anahtarı bulmak mümkün olmayacaktı.

Evet; bu millet, savaş meydanlarında kazandığını maalesef, siyaset sahasında kaybetmiştir. Siyasette kaybettiğini yine ancak, siyasette arayıp bulmak mecburiyetindedir. Bu uğursuz kuyuya hangi merdivenle indirildi ise, yine aynı merdivenle çıkılması gerekmektedir. Siyasette kaybettiklerimizi başka yerde aramak bizi boşuna oyalayacak bir gayrettir. Elbette başka hizmetlerin de ayrı bir önemi ve kıymeti vardır; ama kaybedilen ve gasp edilen haklarımıza ancak siyasi gayret ve hükümetle erişilecektir. Siyasette kaybedilen şey sokak kavgalarında ve macera meydanlarında aranmakla da asla ele geçmeyecektir. İşte bu nedenle Siyonist güçler ve Masonik çevreler, Müslümanları siyasetten ve dolayısıyla yönetimden uzak tutmak için, bütün gayretlerini sarf etmekte ve “Müslüman siyasetle uğraşmaz” demektedir.

Oysa bu ülkede milli ve yerli düşünce, bir siyasi parti olarak ortaya çıkmasaydı, Anadolu insanının hamallıktan kurtulması mümkün değildi. Sağcılar inecek, Solcular binecekti. Masonlar binecek, Komünistler sürecekti. Müslüman camide -güya- Allah’ın karşısında eğilip bükülecek, ardından gidip masonların karşısında eğilip bükülecek, sonra patronların karşısında eğilip bükülecek ve bu perişanlık ve şaşkınlık içinde ömürleri tükenip gidecekti.

Artık bugün sürdürdüğümüz siyasi cihadımızda, metot olarak en uygun ve en geçerli olan yolu takip ettiğimizi anlamış olmalıyız. Mevcut kurum ve kanunlar çerçevesinde geçerli sayılan vasıtalarla bir hedefe varmak mümkün oluyorsa, bu aracı bu fırsatı değerlendirmek üzerimize şarttır. Gerçek demokrasiye ve örnek bir laikliğe de ancak böyle ulaşılacaktır. Dikkat ediniz, şimdi kendi kuracağımız bir matbaada en lüks kâğıtlara özel paralar bastığınızı düşünün, üzerine de Kâbe resmini ve Kelime-i Tevhid’i yazmış olalım. Bu parayla, Allah aşkına, Türkiye’de herhangi bir şey almamız mümkün olur mu? Hayır, çünkü geçersiz ve yapmacıktır. Üzerinde kadın resmi, köprü resmi bulunan bugünkü paraları ise hep koynumuzda taşıyoruz. Çünkü onlar geçerlidir, ihtiyacımızı onlarla karşılıyoruz. Zulmün sistemleştiği ve Siyonizm’in siyasi, iktisadi ve kültürel yönden dünyayı ele geçirdiği böyle bir dönemde, elbette ve sadece siyasi teşkilatlanma da yeterli olmayacaktı.

Hükümet ve devlet imkânlarını halkın hizmetinde kullanabilmek için, nasıl partiye ihtiyaç vardı, öyle de işçi haklarını savunmak için de sendika kurulmalıydı. Bu da yetmiyordu, toplumu yönlendirmede ve kamuoyu oluşturmada çok etkili olan basın sahasına da el atılmalı, Hakk’ın gözü, kulağı, dili olacak Milli bir gazete çıkarılmalıydı. Yurt dışında, özellikle Almanya’da ve Avrupa’daki işçi ve öğrencilerimize sahip çıkılmalıydı. Ayrıca çeşitli vakıflar kurulmalı, dernekler açılmalı, giderek İslam Birleşmiş Milletleri, İslam Ortak Pazarı, İslam Ortak Dinarı, İslam Ortak Savunma Paktı gibi evrensel dayanışma unsurları hazırlanmalıydı. Yani İlahi Kader; Erbakan Hoca’yı boşuna yaratıp donatmamıştı! Bu ne muazzam bir beyin, bu ne tükenmez bir enerjidir ki, bu hizmetlerin her birisi ayrı ayrı ilim, ihtisas, kabiliyet isteyen şeyler olduğu halde… Bu hizmetlerin bir tanesinin altında bile yüzlerce insan ezildiği halde, tek başına hepsinin üstesinden gelebilmek, ancak Cenab-ı Hakk’ın özel lütfuna mazhariyetle elde edilecek bir başarıydı. Ve Ona fikren ve fiilen destek çıkanlar ne kadar şanslı ve saygın insanlardı!..

Bir de “Efendim, batılın kanun ve kurumlarıyla Hakk’a hizmet edilmez. Bunların emrinde ve himayesinde görev yürütülemez” gibi tutarsız ve dayanaksız iddialarda bulunanlara Kur’an’dan bir ayetle cevap verelim: Yusuf Suresi 54. ayetinde: Kral; ‘Onu bana getirin’, diyerek (Hz. Yusuf’u yanına istemişti). ‘O’nu kendime özel (dost ve danışman) yapayım’ demişti. Kendisiyle konuşup (ondaki olgunluğu görünce, Yusuf’a): ‘Sen artık bugün yanımızda mevki sahibi, güvenilir (bir kimse)sin ve artık emniyettesin’ (diye teminat vermişti).

Açıkça görülüyor ve anlaşılıyor ki: Firavunlardan biri olan Mısır Meliki, yine kendi saltanatını ve hükümranlığını sürdürüyor olmalı ki, Hz. Yusuf’u koruması altına aldığını söylemekteydi. Çünkü ancak etkili ve yetkili yüksek bir makamda olan, zayıf ve güçsüz birini himayesine alabilirdi. Şimdi bizim kalkıp devletin valisine veya emniyet müdürüne giderek, “Efendi rahat uyu, endişe etme benim emniyetim ve himayem altındasın” dememiz gülünç düşmez miydi? Zaten Hz. Yusuf (AS) da bu güven veren sözler karşısında:

(Bunun üzerine Hz. Yusuf) ‘Öyleyse beni memleketin hazinelerine (bir nevi Maliye ve Sanayi Bakanlığı görevine) memur etsene, çünkü ben gerçekten (hazineyi ve serveti) iyi korurum, (ticaret ve ziraatı çok) iyi bilirim’ demişti.”[8]

Bu ayetten Hz. Yusuf’un, Melikin hükümetinde bir bakanlık seviyesinde görev talep edip aldığı kesin olarak anlaşılmaktadır. Aksini iddia etmek, eğer cahillikten gelmiyorsa, kuru bir inattır. Zaten Kur’an’ı bir sayfa daha çevirdiğimizde, Hz. Yusuf’un Hakk’a ve halka hizmet imkânı bulabilmek ve dinini yerleştirmek için Kralın mevcut kanun ve kurallarına uyarak hizmetini yürüttüğü anlaşılmaktadır. Uzun yıllar geçtikten sonra, buğday almak üzere Mısır’a gelen kardeşleri arasında bulunan öz kardeşi Bünyamin’i yanında alıkoymak için, Hz. Yusuf’un bizzat yetkisi bulunmadığından, Allah’ın vahyettiği ve öğrettiği hile ile onun yüküne devlete ait bir kabı bırakarak, güya çalınmış gibi önce kardeşlerinin yükünü, sonra da Bünyamin’in yükünü arayıp, kaybolan kabı ortaya çıkarmaktadır. Ve bu hırsızlık suçunun kardeşlerinin ülkesindeki cezası ne ise, -ki kendisi babasının şeriatını bildiği için- öyle muamele edeceğini önceden onlara hatırlatmaktadır.

“…İşte Biz, Yusuf’a bu şekilde bir ‘Keyd’ (hile-tedbir, plan) öğretmiştik. Aksi halde Melikin dinine (Kralın kanunlarına) göre kardeşini tutamayacaktı (tutsa da ağır cezadan kurtaramayacaktı)…”[9] buyrularak, Hz. Yusuf’un uzun müddet Kralın hükmü ve himayesi altında kaldığı da kesinlik kazanmaktadır. Bu konuda müfessir Mehmet Vehbi Efendi’nin “Hulâsatü’l Beyan fi Tefsiri’l Kur’an” adlı kıymetli eserinin, 7. cildinin 2450 / 2451. sayfalarında geniş ve güvenilir bilgiler aktarılmaktadır.

Hayatları gibi vefatları bile, bu manevi mesajları hatırlatan Zat’ların, bizlere şefaatçi olmalarını, Yüce Rabbimizden niyaz ediyoruz!..

 

Bu makaleyi sesli olarak dinleyebilirsiniz:

{mp3}mahmudefendimakale{/mp3}

 


[1] Yusuf: 43
[2] Yusuf: 44
[3] Taha: 65
[4] Taha: 66
[5] Taha: 69
[6] Taha: 70
[7] İsra: 81
[8] Yusuf: 55
[9] Yusuf: 76

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
18 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Mehmet Akif AVCI

İLİM=GERÇEK=İSLAM (Milli Görüş / Milli Çözüm)
Cenab-ı Hak Erbakan Hocamızdan ve Onu ve davasını bize en doğru şekilde yansıtan Ahmet Akgül Hocamızdan sonsuz razı olsun. Bir kere daha Hidayetin, Ferasetin ve Dirayetin ne olduğunu, bu makale vesilesiyle yeniden görmüş olduk. Sonsuz şükürler olsun. Rabbimiz ayağımızı bu hak dava üzere sabit kılsın inşallah.

İlim ve ibret nazarıyla, tarih boyunca devam eden Hak-Bâtıl mücadelesine baktığımızda, her çağda insanların en çok rağbet ettikleri ve kıymet verdikleri ne ise, Peygamberlerin o cins mucizelerle, müceddid ve mürşitlerin de, o gün için gerekli ve geçerli olan hizmet ve hareketlerle halkın karşısına çıktıkları anlaşılmaktadır. İşte bu gerçek, hizmet ve faaliyetlerimizde başarılı olmak için mutlaka uyulması gereken bir Âdetullah ve Sünnetullah olduğunu ortaya koymaktadır.

Bugün sürdürdüğümüz siyasi cihadımızda, metot olarak en uygun ve en geçerli olan yolu takip ettiğimizi anlamış olmaktayız. Mevcut kurum ve kanunlar çerçevesinde geçerli sayılan vasıtalarla bir hedefe varmak mümkün oluyorsa, bu aracı bu fırsatı değerlendirmek üzerimize şarttır. Gerçek demokrasiye ve örnek bir laikliğe de ancak böyle ulaşılacaktır.

Zulmün sistemleştiği ve Siyonizm’in siyasi, iktisadi ve kültürel yönden dünyayı ele geçirdiği böyle bir dönemde, elbette ve sadece siyasi teşkilatlanma da yeterli olmayacaktı.

Hükümet ve devlet imkânlarını halkın hizmetinde kullanabilmek için, nasıl partiye ihtiyaç vardı, öyle de işçi haklarını savunmak için de sendika kurulmalıydı. Bu da yetmiyordu, toplumu yönlendirmede ve kamuoyu oluşturmada çok etkili olan basın sahasına da el atılmalı, Hakk’ın gözü, kulağı, dili olacak Milli bir gazete çıkarılmalıydı. Yurt dışında, özellikle Almanya’da ve Avrupa’daki işçi ve öğrencilerimize sahip çıkılmalıydı. Ayrıca çeşitli vakıflar kurulmalı, dernekler açılmalı, giderek İslam Birleşmiş Milletleri, İslam Ortak Pazarı, İslam Ortak Dinarı, İslam Ortak Savunma Paktı gibi evrensel dayanışma unsurları hazırlanmalıydı. Yani İlahi Kader; Erbakan Hoca’yı boşuna yaratıp donatmamıştı! Bu ne muazzam bir beyin, bu ne tükenmez bir enerjidir ki, bu hizmetlerin her birisi ayrı ayrı ilim, ihtisas, kabiliyet isteyen şeyler olduğu halde… Bu hizmetlerin bir tanesinin altında bile yüzlerce insan ezildiği halde, tek başına hepsinin üstesinden gelebilmek, ancak Cenab-ı Hakk’ın özel lütfuna mazhariyetle elde edilecek bir başarıydı. Ve Ona fikren ve fiilen destek çıkanlar ne kadar şanslı ve saygın insanlardır!..

Mücahit Dinç

Kapitalizm dünyayı yaşanmaz hale getirdi
Bütün dünyada insanlar kapitalizm ile eziliyor.
Herkes bir çıkış yolu arıyor hastalığa teşhis konuldu, reçete yazılmış.
Adil Düzen medeniyeti, Erbakan hocamızın Milli Görüş davasına sadakat ile bağlı, projelerine sahip çıkan, çizgisinden sapmayan olaylara en güzel açıdan bakıp açıklayan Hakk davada sabit duranların eliyle
Allah’ın yardımı ile gerçekleşmesi an meselesi İnşallah.
Allah nurunu tamamlayacak…

Necati A.

HAYAT İMAN VE CİHATTIR!
[b]”Allah’a dininizin kurallarını ve kulluk imtihanını kazanma şartlarını siz mi öğreteceksiniz?[/b]
[i][b]”(Hakiki) Mü’minler ancak o kimselerdir ki: Allah’a (Kur’an’ın hükümlerine) ve Resulüne (Hz. Peygamberin öğretilerine tamamen ve samimiyetle) iman getirirler; sonra hiçbir kuşkuya (ve korkuya) kapılmadan (ve asla Hakk’tan caymadan) mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad ederler. İşte bunlar, (iman davasında) sadık olanların ta kendileridir. “[/b][/i]
[Not: Demek ki Hakk hâkim olsun ve adil bir düzen kurulsun da tüm insanlık huzura kavuşsun diye, mallarıyla canlarıyla ve bütün imkânlarıyla çalışıp çabalamayanlar veya dünyalık heves ve hesaplarla haklı davalarından yan çizip bâtıl yollara kayanlar ve Batılılara yaslananlar, iman şuurunu ve hidayet huzurunu kaybedeceklerdir.]
[i][b]”(Cihad mesuliyeti ve mecburiyeti kendilerine ağır gelenlere) De ki: “Allah’a dininizi(n kurallarını ve kulluk imtihanını kazanma şartlarını) siz mi öğreteceksiniz? (Yoksa nasıl mü’min ve makbul olacağınızı Kur’an’dan ve Resulüllah’tan mı öğreneceksiniz?) Oysa Allah, göklerde ve yerde olanları (ve sizin kuruntu ve kaytarmalarınızı) bilir. Allah, her şeyi Bilendir.”[/b][/i] (Hucurât Suresi: 15-16)

Elif G.

Siyasetle ilgilenmeyen Müslümanları, Müslümanlarla ilgilenmeyen siyasetçiler yönetir.
Bizi yaratan Rabbimiz bize şah damarımızdan daha yakın olduğu ve hangi sorunlarla karşılaşıp neler yaparak bu sorunları aşabileceğimizi bizden daha iyi bilmekte kısaca tüm hastalıklarımızın veya ihtiyaçlarımızın reçetesini bize ihtiyaca göre sunmaktadır.
İnsanlık tarihi boyunca insanların önem ve öncelik verdiği şeyler farklı olmuş ve bu da bir imtihan vesilesi olmuştur. Yazıda da belirtildiği üzere her peygamber içinde bulunduğu toplumun en çok önem ve öncelik verdiği şeylerde meziyetli olmuş ve insanlığın kurtuluşu için kendi alanında en önde olarak cihad etmiştir. [b]Günümüzde ise insanlığın kurtuluşu ancak siyasetle, Adil Düzen Projelerini hayata geçirmekle olacaktır. Aziz Erbakan Hocamız bu sebeple siyasete atılmış ve bunu bir cihad şuuruyla yapmıştır.
Siyonizm, siyasetin dünya hakimiyetinde söz sahibi olmadaki önemini çok iyi bildiği için çoğu toplumlarda, bazen dikkat çeken hacı hocalar vasıtasıyla siyasetin uzak durulması gereken kerih bir kurum olduğunu söyleterek; çoğu zaman da özellikle medya ve iletişim araçlarıyla bilinçaltına; siyasetle, yönetimle, dünyada olup biten olaylarla ilgilenmenin önemsiz ve gereksiz olduğu, bana dokunmayan yılan bin yaşasın sözüne binaen insanları nemelazımcı, bencil ve duyarsız yapma gayretine girmiştir.
Aziz Erbakan Hocamız ise: “Siyasetle ilgilenmeyen Müslümanları, Müslümanlarla ilgilenmeyen siyasetçiler yönetir.” Diyerek insanlığın kurtuluşunun siyasette olduğunu ancak bu alanda söz sahibi olunduğunda hayırlı çalışmalar yapılabileceğini bize hem söyleyerek hem de yaptığı çalışmalarla yaşatarak anlatmıştır. Rabbim kendisinden razı olsun.
Milli Çözümcü olarak da bizlere Aziz Hocamızın emek verip ortaya çıkardığı tüm bu çalışmalara hakkıyla sahip çıkıp, insanlığın kurtuluşu için hayata geçirme yolunda gayret etmeyi nasip etsin inşallah. Amin.[/b]

Orhan

Önceki İsmail Ağa cemaati lideri Muhterem Mahmut efendi ve Erbakan hocamızla, bugunki ismail ağa cemaati hocaları ve müridleri.??!!
Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız gibi çok seçkin ve yetkin şahsiyetler dışında, bilgi eksikliğinden ve iyi niyetten kaynaklı bazı siyasi tercih yanlışlığına düşmekten kurtulan zevata, maalesef az rastlanmaktadır. Bu arada Rahmetullah Mahmut Efendi Hazretiyle, Aziz Erbakan Hocamızın birbirlerine samimi hürmet ve muhabbetleri de mutlaka hatırlanmalı ve örnek alınmalıdır.

Ömer Ali

Hakkın ve Doğrunun karşısında secde edenler tebrik takdir edenler
Geçmişten günümüze Peygamberler tarihine baktığımız zaman,Devrin ilim adamları bilim adamları sihirbazları şairleri üstün gerçeği gördüğü zaman ölümü dahi göze alıp doğrunun tarafına geçtiklerini görüyoruz.
Ne hikmetse ,yaşadığımız dönemde aynı davranışları gördüğümü söyleyemem.
Hakka ;Adil Düzene bir çağrı var olmasına rağmen.

Mus ab

Faizden, Kumardan, Ahlaksızlıktan, Siyonizm Sömürüsünden Kurtuluş Projelerini Sunabilen Proje Ancak Sünnetullah’a Uygundur.
Hz. Davut hiçbir demirci ustasının erişemeyeceği bir mucize ve marifetle onların karşısına çıkması,
Hz. Yusuf (AS) “Görülen rüyaları en doğru ve doyurucu olarak yorumlamak” şeklinde bir mucize ile gönderilmesi,
Hz. İsa (AS)’ın kör gözleri açması, ölüyü diriltmesi,
Hz. Muhammed (SAV)in, şair ve hatiplere, “Yarı Tanrı” nazarıyla bakıldığı bir dönemde “Kur’an-ı Kerim” ile (erişilmez belâgat ve fesahatla) gelmeleri,
Resullerin halkın dikkat ve rağbetini çektiği konularda gelmesi hizmet metodu ve stratejinin Sünnetullah’a uygun olması gerektiğini göstermekle birlikte tevhid davasını izah ve ispat etmek içindi.
İslam bütün çağlara hayat programı sunduğu için Nübüvvet kapısı kapanmasından sonrada İmam-ı Azamlar, İmam-ı Malikler, İmam-ı Şafiiler gibi her asra gelen büyük müçtehit imamlar ile çağın insanına kurtuluş kapıları her daim sunulmuştur.
Örneğin;
Ömer İbni Abdülaziz Hazretlerinin İslami adaletini devlet yönetimine hâkim kılması,
İmam-ı Rabbani hazretlerinin zuhur edip tarikat mesleğinin ıslahı,
İmam-ı Gazali Hz.lerinin çıkıp Kur’ani ve İslami ilimleri yeniden ihya ve felsefeyi fikren ve ilmen imha yoluyla tecdit hareketleri… gibi bir çok örnek makalemizde en anlamlı şekilde izah edilmiştir.
Asıl vurgulamak istediğimiz konu ise;
Ülkemiz değil tüm insanlık madden, manen çürütülmekte ve her bir fert iliklerine kadar sömürülmektedir. Aynı zaman dünya kan ve göz yaşına boğulmuş durumda.
Milli Çözüm Dergisinin Aziz Erbakan Hocamızın Makam-ı Şeriflerinde düzenlediği Makam-ı Şerifi ziyarete gelenlere yönelik anket yaparken şu gerçeğe de şahit oldum:
SP, YRP, CHP, İYİ P, AKP, MHP, HDP gibi birçok partiden… yurt dışından, tarikatlardan, cemaatlerden, devlet görevlilerinden her kesimden Erbakan Hocamızın Makam-ı Şeriflerine yoğun ziyaret yapılmakta ve anketimize memnuniyetle katılmaktalar.
Ve her birinin ortak kanaati;
Ülkemizin, İslam aleminin ve tüm insanlığın kurtuluşu, ahlak ve maneviyatının tesisi, işbirlikçi yönetimlerin defi, barış içinde yaşam, ekonomik müreffehtik, istismarcı tarikatlardan sıyrılış, Siyonist düzenin yok oluş ancak Aziz Erbakan Hocamızın projelerinde. Buda ancak “Erbakan Hocamızın; siyaset ve stratejisini en iyi bilen, projelerine tam hakim, en sadık ve bilge talebesinin iş başına geçmesiyle mümkündür.
Evet asrımız insanın ilgi duyduğu, kurtuluş adresi olarak gördüğü, hasretle beklediği Aziz Erbakan Hocamızın “Adil Düzen, Yeni Bir Dünya Projelerinin, siyaset ve stratejinin” Milli Çözümün şahsı manevisi Üstad Ahmet Akgül Hocamızdan başka tam manasıyla bilen ve sadakatle bağlı olan yoktu.

Osman Nuri

Milli Çözüm; ölü kalplerimizi dirilten yürüyen cenaze olmaktan kurtaran, perde önü ve arkasını doğru görmeyi , anlamayı ve gereğini yerine getirmemize yine muhteşem bir makaleyle aydınlatmış… Ahmet Hocamıza ve Milli Çözüm’e sonsuz teşekkürler..
Öncelikle Mahmut Efendi Hz.lerine Allah’tan rahmet diliyorum…

Milli Çözüm; ölü kalplerimizi dirilten yürüyen cenaze olmaktan kurtaran, perde önü ve arkasını doğru görmeyi , anlamayı ve gereğini yerine getirmemize yine muhteşem bir makaleyle aydınlatmış… Ahmet Hocamıza ve Milli Çözüm’e sonsuz teşekkürler..

Bu makaleyle Aziz Erbakan Hocamızın neden siyasete atıldığı ve o uğurda ömür harcadığını ve şu an itibariyle de neden Aziz Erbakan Hocamızın yolunun yolcusu olmanın (projelerinin öğretilerinin canlandırılması ve uygulamaya konulmasının gayretinin güdülmesi) gerekliliğini muhteşem bir biçimde gönüllerimize nakşeden bir makale ile karşı karşıyayız elhamdülillah…

Geçenlerde katılım bankalarından birinde o bankanın çalışanlarıyla sohbet imkanı bulmuştuk…Bir kaç banka çalışanıyla uzun sohbet ettik… Başka bir mekanda öğretim üyeleri vb. iktisat sahasında öğrenim görmüşlerle de muhabbet etme imkanı bulduk… Hepsinde gördüğümüz ortak özellik malesef şu idi… 20 yıldır tek başına siyasi iktidar olan, halkın büyük çoğunluğunun desteğini alan şimdiki siyasi iktidarın icraatları sonucu ekonomide ahlakta adalette dış politikada insan haklarında, şimdiki halin yaşanmasını hayretle izlemekteler … Peki çözüm ne olmalıydı dediğimizde ise bu faizci kapitalist sistemin içinde çözüm üretmekte olduklarını üzülerek müşahede ettim. Beyinler öyle iğdiş edilmiş ki, halk tabiriyle; en İslamcısı da ve en sade vatandaşı da bu kapitalist düzene ve Abd’ye karşı farklı bir düzen ne kurulabiklir nede iş yaptırırlar diye düşünmekte olduklarını yüreğimiz sızlayarak dinledik… Makalemizde de ifade edilen Aziz Erbakan Hocamızın projeleri olan : İslam Birleşmiş Milletleri, İslam Ortak Pazarı, İslam Ortak Dinarı, İslam Ortak Savunma Paktı gibi evrensel dayanışma unsurları hazırlanmalı ve yeni adil bir dünya kurulmalı ve insanlık madden ve manen saadet bulmalı konularını anlattığımızda ; hayretle dinlediklerini bu projeleri duyduklarında gözlerinin ışıldadığını yeni bir ümit doğuyor olduğunu hissettik… Elhamdülillah Milli Çözüm ve hassaten Muhterem Ahmet AKGÜL Hocamız, Aziz Erbakan Hocamızı en iyi anlamış kavramış olmanın yanı sıra, en sadık talebesi ve takipçisi olma özelliğini tescillemiş günümüzün hakka çağıran ve halkı uyaran bir davetçi kısacası hakka tercüman olmaktadır…!

Cihat

Bir ışığın geriye bıraktığı izler
Allah razı olsun gani gani rahmet eylesin mekanı cennet olsun cennetinde peygamber efendimizin ışığında mesaj ve metotlarını takip eden toplulukta olanlardan olur inşallah…
Hocam öyle güzel izah buyurmussunuz ki mest olduk hayran olduk
Hükümet ve devlet imkânlarını halkın hizmetinde kullanabilmek için, nasıl partiye ihtiyaç vardı, öyle de işçi haklarını savunmak için de sendika kurulmalıydı. Bu da yetmiyordu, toplumu yönlendirmede ve kamuoyu oluşturmada çok etkili olan basın sahasına da el atılmalı, Hakk’ın gözü, kulağı, dili olacak Milli bir gazete çıkarılmalıydı. Yurt dışında, özellikle Almanya’da ve Avrupa’daki işçi ve öğrencilerimize sahip çıkılmalıydı. Ayrıca çeşitli vakıflar kurulmalı, dernekler açılmalı, giderek İslam Birleşmiş Milletleri, İslam Ortak Pazarı, İslam Ortak Dinarı, İslam Ortak Savunma Paktı gibi evrensel dayanışma unsurları hazırlanmalıydı. Yani İlahi Kader; Erbakan Hoca’yı boşuna yaratıp donatmamıştı! Bu ne muazzam bir beyin, bu ne tükenmez bir enerjidir ki, bu hizmetlerin her birisi ayrı ayrı ilim, ihtisas, kabiliyet isteyen şeyler olduğu halde… Bu hizmetlerin bir tanesinin altında bile yüzlerce insan ezildiği halde, tek başına hepsinin üstesinden gelebilmek, ancak Cenab-ı Hakk’ın özel lütfuna mazhariyetle elde edilecek bir başarıydı. Ve Ona fikren ve fiilen destek çıkanlar ne kadar şanslı ve saygın insanlardı!..

Elvide

İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak yaratılmıştır.
İnsan yeryüzünde Allah’ın
Halifesi olarak yaratılmıştır.
Allah insanı en güzel şekilde
Yaratmış. İyi ve kötüyü
İnsana ilham etmiştir.
Peygamberlerin mesleği,
Cihat ve siyasettir.
İslam’da sadık bir duruş
Serğilemek hak davanın yanında
Hakkı savunursak bizleri de
Bu davada nasiplendir.

Nazlı

Alimin Alemin ölümü gibidir
_*Bismillahirrahmanirrahim*_

_(Mutlaka)_ *Her nefis ölümü tadıverecektir. Kıyamet günü ise elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Yoksa, dünya hayatı* _(makam ve çıkar hırsı)_ , *aldatıcı meta’dan başka bir şey değildir.*

*Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden elbette çok eziyet verici* _(sözler)_ *işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takva gösterirseniz, muhakkak bu “azmi’l-umur”dan* _(değerli ve şerefli işlerden)_ *dir.* _(Zalimlerin ve hainlerin asılsız ithamlarına ve kasıtlı ezalarına; Allah için sabretmek ve Hakk yolda cihadını sürdürmek, kararlılık ve kahramanlık gerektirir.)_ Âl-i İmran suresi 185-186

https://www.mealikerim.com/3/ali-imran

Mehmet S.Pınar

Alim ;Bâtıl karşısında, Hakkın Safında yer alandır!
İnanan bir insanın en büyük şeref ve izzeti, batıl karşısında vazgeçmeden eğilip bükülmeden, bir ömür cesaret, feraset ve etkili bir dirayetle duruş sergilemesidir… Yirmibirinci asrın insanına bu şuuru aşılayan zat, şüphesiz Erbakan Hocamızdır..
Ne mutlu Erbakan Hocamızın dönemine ulaşıp ta, kendi ekol ve medreslerinde Hayatın İman ve Cihad olduğu bilincini, kendi talebelerine aşılayarak Erbakan Hocamızın çizdiği istikamette yürüme bilincini ortaya koyan Alimlerimize!!

Mahmut efendiye rahmet ve mağfiret olsun..

Hasan Çelik

İlahi Kader; Erbakan Hoca’yı boşuna yaratıp donatmamıştı!
İşte bu nedenle mademki, günümüzde köylü-şehirli, alim-cahil, zengin-fakir, genç-ihtiyar, herkesin doğrudan ve dolaylı, mutlaka bulaştığı ve hiç kimsenin ilgisiz kalmadığı şey, siyaset ve particilikti. Mademki, Siyonizm’in güdümündeki zulüm ve sömürünün bütün dehşetiyle hüküm sürdüğü günümüzde, inancını ve amacını icraata çevirebilmenin en geçerli yolu yine siyaset ve particilikti. Öyleyse, haksızlık ve ahlaksızlık saltanatını yıkacak olan hizmetin siyaset sahasında ortaya çıkması bekleniyordu, böyle gerekiyordu ve öyle oldu. [b]Evet evet; her şey kaybedildiği yerde aranmalıydı.[/b]

Hükümet ve devlet imkânlarını halkın hizmetinde kullanabilmek için, nasıl partiye ihtiyaç vardı, öyle de işçi haklarını savunmak için de sendika kurulmalıydı. Bu da yetmiyordu, toplumu yönlendirmede ve kamuoyu oluşturmada çok etkili olan basın sahasına da el atılmalı, Hakk’ın gözü, kulağı, dili olacak Milli bir gazete çıkarılmalıydı. Yurt dışında, özellikle Almanya’da ve Avrupa’daki işçi ve öğrencilerimize sahip çıkılmalıydı. Ayrıca çeşitli vakıflar kurulmalı, dernekler açılmalı, giderek İslam Birleşmiş Milletleri, İslam Ortak Pazarı, İslam Ortak Dinarı, İslam Ortak Savunma Paktı gibi evrensel dayanışma unsurları hazırlanmalıydı. [b]Yani İlahi Kader; Erbakan Hoca’yı boşuna yaratıp donatmamıştı! Bu ne muazzam bir beyin, bu ne tükenmez bir enerjidir ki, bu hizmetlerin her birisi ayrı ayrı ilim, ihtisas, kabiliyet isteyen şeyler olduğu halde… Bu hizmetlerin bir tanesinin altında bile yüzlerce insan ezildiği halde, tek başına hepsinin üstesinden gelebilmek, ancak Cenab-ı Hakk’ın özel lütfuna mazhariyetle elde edilecek bir başarıydı. Ve Ona fikren ve fiilen destek çıkanlar ne kadar şanslı ve saygın insanlardı!..
[/b]

N. Gündüz

Siyasi cihatın önemi…
Siyasette kaybedilen şey sokak kavgalarında ve macera meydanlarında aranmakla da asla ele geçmeyecektir. İşte bu nedenle Siyonist güçler ve Masonik çevreler, Müslümanları siyasetten ve dolayısıyla yönetimden uzak tutmak için, bütün gayretlerini sarf etmekte ve “Müslüman siyasetle uğraşmaz” demektedir.
Oysa bu ülkede milli ve yerli düşünce, bir siyasi parti olarak ortaya çıkmasaydı, Anadolu insanının hamallıktan kurtulması mümkün değildi. Sağcılar inecek, solcular binecekti. Masonlar binecek, Komünistler sürecekti. Müslüman camide -güya- Allah’ın karşısında eğilip bükülecek, ardından gidip masonların karşısında eğilip bükülecek, sonra patronların karşısında eğilip bükülecek ve bu perişanlık ve şaşkınlık içinde ömürleri tükenip gidecekti.
Artık bugün sürdürdüğümüz siyasi cihadımızda, metot olarak en uygun ve en geçerli olan yolu takip ettiğimizi anlamış olmalıyız. Mevcut kurum ve kanunlar çerçevesinde geçerli sayılan vasıtalarla bir hedefe varmak mümkün oluyorsa, bu aracı bu fırsatı değerlendirmek üzerimize şarttır. Gerçek demokrasiye ve örnek bir laikliğe de ancak böyle ulaşılacaktır.

SÜLEYMAN

Taraf olmak
“Dine ve dindar kesimlere yönelik ağır hücumların ve baskıların yoğunlaştığı bir süreçte; imani, ahlâki ve ilmi hakikatleri yayma mücadelesinden asla caymamış ve takva disiplininden ayrılmamış böylesi ZAT’ların, bazılarına göre; eksik bıraktıkları, aşırıya kaçtıkları, net ve kesin tavır koyamadıkları hususlar da vardır.

Böylesi müstesna ve mübarek şahsiyetlerin; “iman ehli oldukları, namaz kıldıkları, büyük günahlardan sakındıkları” hüsnü zannıyla, aslında icraatlarıyla İslam’ın açık hükümlerine aykırı davranan ve Dinin özünü yozlaştıran siyasi hareket ve şahsiyetlere iltifat ve taraftarlık göstermeleri; Kur’an-ı Kerim’in özellikle vurgulayıp sakındırdığı ve mü’minlere en şiddetli ve tehlikeli düşman olarak tanıttığı YAHUDİ SİYONİZMİNİ, bunların Müslümanlar arasından İŞBİRLİKÇİ DEVŞİRME stratejisini tam sezemediklerinden kaynaklanan ve inşaallah hüsnüniyetlerine bağışlanacağı umulan davranışlardır.”

ALİ ÇAĞIL.

DUA MAKAMINDA…
‌”Artık Ey Resulüm, emrolunduğun şeyi kafirleri çatlatırcasına açıkla, cahillerden yüz çevir!” ayetinin hakikati üzerinden her dönemin mücahit müctehitleri kendi dönemlerinin sıkıntıları üzerinden bir ilim ve manevi kuvvettle gönderilmiş, geldiği ve sonraki döneme ışık tutmuştu. Hiç birisinin görevi de ballı kaymak yiyerek rahat içinde geçmediği muhakkaktı. Çünkü her müceddid ilmi gayret yanında bir de o asrın istismarcılarıyla da ayrıca mücadele etmiş, risklere girmişti. Şimdi yaşadığımız dönemin zorluklarını o dönemin hakim güçlerinin gücü oranında olduğu da açıktı. İşte asrımızın sorunları, ihtiyaçları ve bu ihtiyaçlara cevap verecek müceddidlerin mücadeleleri de o kadar zor ve büyüktü. Dolaysıyla Allah cc nin adaleti gereği göndereceği dönemin zorlukları oranında da büyük müceddid, devrimci Zat göndermesi sünnetullahtı. Siyonizmin en güçlü olduğu dönem de bu Zatların mücadeleleri, ve büyüklükleri de bundandı. Bu nokta da Erbakan Hocamız gibi zatların sadece, kendi ülkesi değil, sadece islam alemi de değil, tüm insanlığı huzura yönlendirecek projelerle gelmesi onun aynı zamanda geniş bilgi, birikiminin yanında en geniş hoşgörülü olmasının da gerekliliğiydi. Milli Görüş davası işte böyle devasa bir mücadeleydi.
‌ Mahmut Efendi Hazretleri de işte bu bilinç ve bilgeliğin günümüz öncülerinden olmuş. Erbakan ona o da Erbakan’a sammi muhabbet duymuşlardır. Elbette cemaatin mümtesipleri bu muhabbetin manevi sorumluluğuyla da karşı karşıya kalmakta Milli Görüş hakikatine sahip çıkmalarını da gerekli kılmaktaydı. Mekanı cennet olsun…
‌Allah cc Yüce zatların şefaatlerinden mahrum bırakmasın Amin…

Veysel

Hayırla Yâd Etmek
Hangi iş olursa olsun, usulü bilinmezse zifiri karanlıkta yürümekten farksız neticeler ortaya çıkar. Her insan gibi yeryüzünde bir ömür sürmüş, kendi imtihanını verme gayreti çekmiş ve nihayetinde de Rahmet-i İlahiye (inşallah) ulaşmış kişiler nasıl yâd edilir hususunu Milli Çözüm ve Üstad Ahmet Akgül hocamız bizlere tekrar hatırlatmıştı. Yine bu vefat haberinden payımıza düşen taziye dışındaki bir diğer husus olan “ders almak” konusunda da elimize geçen fırsatı layıkıyla değerlendirmeyi Mevlam bizlere nasip eylesin. Hak yolunda mücadele etme şerefi ve imkanı yine yeniden bir fırsat olarak elimize geçmiştir. Duamız, vefat edenlerin seyyiatlarının hasenata döndürülüp, temiz bir amel defteri ile Hak Teala’nın huzuruna varmaları ve bizlerin de bu yolculuktan ders alarak; Aziz Erbakan Hocamızın dediği gibi “Kalkıp mücadele etmek” gayretine kavuşmamızdır. Mevlamız, merhum Mahmut Efendi Hz.’lerine rahmet eylesin, geride kalan kederli ailesine sabırlar ihsan eylesin. Bu ümmetin ferdi olan bizlere de Adil bir Düzen için çalışma gayreti ve kuvveti versin. Amin.

Elif .ÇAĞIL

Ahirete Yolculuk
Ülkemize ve insanlığımıza çok hizmetleri olmuş bir Hocamızdı.
Erbakan Hoca’nın arkasında bir kişi kalırsa O da ben olurdum buyuran Mahmut Efendi Hocamızdan Allah razı olsun…Allah CC şefaatlerine nail eylesin…

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
18
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx