Siyonist İsrail’le Normalleşme Girişimleri
ve
ERDOĞAN İKTİDARININ ÖZEL DİPLOMAT TAYİNLERİ
Bazı İranlı Siyasilerin Erdoğan Küstahlıkları!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile bir telefon görüşmesi yaparak, “Bilim adamı Muhsin Fahrizade’nin uğradığı menfur suikast sonucu hayatını kaybetmesinden derin üzüntü duyduklarını” belirtmiş ve “kardeş İran halkına ve merhumun ailesine başsağlığı” dileklerini iletmişti. Suikastın zamanlamasına dikkati çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, “saldırının bölgenin barış ve huzurunu hedef aldığını; ancak bölgeyi istikrarsızlığa sürüklemek isteyen karanlık çevrelerin ümitlerinin bir kez daha boşa çıkarılacağına inandığını” dile getirmişti.
Sn. Erdoğan, ayrıca Hasan Ruhani’ye; Dağlık Karabağ ihtilafında artık yeni bir döneme girildiğini söyleyerek: “Bu dönemde de Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne ve egemenliğine gölge düşürebilecek her türlü eylemden hassasiyetle kaçınılmasının fevkalade önemli sayıldığını; kalıcı barış ve istikrarın tesisinin yeni fırsat pencereleri açacağını, bunun Ermenistan dahil tüm bölge ülkelerinin yararına olacağını” da ifade etmişti. Bu sözler, diplomatik bir dille; Haçlı Batı ve Rusya tarafından kışkırtılan saldırgan Ermenistan’a herhangi bir şekilde destek verilmesinin yanlışlığına ve bunların yanıtsız kalmayacağına İran’ın dikkatlerinin çekilmesiydi ve Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kanaat ve kararlığını, mecburen dile getirmişti.
Ancak bu haklı talep, İran yönetimindeki bazı art niyetli siyasilerin zoruna gitmiş olacak ki, Karabağ Zaferi kutlamalarında; Laçin kentinden geçen ve İran’la sınır teşkil eden Aras nehriyle ilgili okuduğu bir şiiri bahane ederek, Sn. Erdoğan’ı hedef alan ayarsız ve ahlâksız beyanlara girişmişlerdi. Kendilerine saldıran kuduz İsrail orada dururken, “Katıra göz kestiremeyip, palanına sataşmak” cinsinden bu talihsiz tepkilerin, ne Türkiye-İran ilişkilerine ve ne de bölgemizde barış ve güvenin tesisine hiçbir yararı olmayacağı kesindi. Sn. Erdoğan’ın Dinimize, Devletimize, Milletimize ve İslam Ümmetine zararlı gördüğümüz yaklaşım ve davranışlarına karşı çıkmamız, onun şahsında ülkemize ve Milli Menfaatlerimize yönelik saldırıları hoş göreceğimiz anlamına gelmezdi.
Gelelim asıl konuya; Sn. Erdoğan’ın birtakım kurusıkı çıkışları nasıl okunmalıydı?
On sekiz yıllık iktidarı süresince Erdoğan’ın şu taktiği artık su yüzüne çıkmıştı ve iyice sırıtmaya başlamıştı. Bu taktik aslında onun karakteri halini almıştı. Şöyle ki: Zahirde (görünüşte) hangi ülkelerin ve güçlerin aleyhinde en sert ve sivri çıkışlar yapıyorsa, gerçekte ve gizlice; en sıkı ve samimi irtibat ve ittifakları da işte onlarla kurmaktaydı… Ve yine sürekli ve en hararetli şekilde, hangi değerleri ve dinamikleri sahiplenip savunuyorsa, aslında en çok onların istismarını yapmakta, şahsi ikbal ve ihtirasları uğruna işte onları bozuk para gibi harcamaktaydı!.. Bu konuya en başından beri defalarca dikkat çekip vurgu yapmış ve her seferinde haklı çıkmıştık.
Bakınız, Sn. Erdoğan en açık, hatta acıtıcı tenkitlerini İsrail’e yapmakta, ama en sinsi ve tehlikeli tavizlerini İsrail’e sunmaktaydı. Ve işte şimdi de Siyonist merkezlerin yetiştirmesi ve SETA üyesi Ufuk Ulutaş’ı İsrail’e büyükelçi atamaktaydı. Ve yine sıkça ve sıkıca uyardığı Haçlı AB’nin bütün gizli talimatlarını kutsal görev gibi ve harfiyen uygulamaktaydı. AB’nin hatırına Ege, Akdeniz ve Kıbrıs’taki tavizleri ve teslimiyetçi tavırları, hatta zinayı suç olmaktan ve ceza almaktan çıkarması, eşcinselliğe ve lezbiyenliğe meşruiyet sağlayan İstanbul Sözleşmesi’ni imzalaması bunların sadece birkaçıydı!..
Ve öyle anlaşılıyor ki; malum ve mel’un merkezler, Sn. Erdoğan’ın bu özelliklerini keşfettikleri, makam ve çıkar uğruna hangi tavizleri (özverileri) yerine getireceğini bildikleri için iktidara taşımışlardı ve orada bunca yıl kalmasını sağlamışlardı. Böylece, “eski Millî Görüş’ün adamı ve Erbakan’ın devamı” palavrasıyla, dindar halkı oyalayıp oylarını devşirme ve demokrasi kılıflı demagoji dalaveresiyle sömürü ve tahakküm çarklarını çevirme imkânı da bulacaklardı. Bu tespit ve tahlilleri, Sn. Erdoğan’ı ilk gençlik yıllarından itibaren yakinen tanıyan ve kendisiyle ilgili kanaatlerini her fırsatta paylaşan birisi olarak yaptığımız da hesaba katılmalıydı.
Bu arada, Sn. Erdoğan’ın en büyük şansı da, karşısında ciddi ve gerçekçi bir muhalefetin bulunmamasıydı. Gerek “sağ”dan gerek “sol”dan, ona muhalefet edenler, Erdoğan’ın işini kolaylaştırmaktan ve ona mazeret ve malzeme sağlamaktan başka işe yaramamaktaydı. Çünkü hepsi de Erdoğan ve AKP gibi AB’ci, ABD’ci, hepsi de İsrail’ci, hepsi de faizci, hepsi de İstanbul Sözleşmeci takımıydı. Hatta bu sağcı solcu muhalefet kanadı, Erdoğan üzerinden Erbakan ve İslam gıcıklıklarını kusma ve tatmin olma fırsatı yakaladıkları ve bununla rahatladıkları için de sinsi ve şeytani bir memnuniyet duymaktalardı…
Erdoğan’ın Yeni İsrail açılımı ve Gizli Kodları!
Joe Biden’ın ABD seçimlerinde Başkanlık koltuğuna oturmasının ardından Türkiye’nin dış politikasında da dikkat çeken hamleler ardı ardına gelmeye başlamıştı.
Washington Büyükelçiliğine AKP kurucularından ve Erdoğan’a yakın kurmaylarından Murat Mercan’ın atanmasından sonra, İsrail için de Ufuk Ulutaş ismi konuşulmaktaydı. Al Monitor’den Amberin Zaman’ın haberinde Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) Başkanı Ufuk Ulutaş’ın İsrail Büyükelçisi olarak hazırlandığı (hatta atandığı) aktarılmıştı. Kudüs İbrani Üniversitesinde bir süre eğitim alan Ulutaş’ın Ortadoğu siyaseti ve tarihi, İsrail siyaseti ve Yahudi tarihi, Türk dış politika çizgisi ve ABD’nin Ortadoğu hedefleri üzerine çok sayıda akademik makale, kitap, kitap bölümü ve raporu bulunmaktaydı. Bu atamanın önemini ise İsrail’de 2018’den beri büyükelçi bulunmaması oluşturmaktaydı. Yabancı basın kaynakları son dönemlerde, iki ülke arasında ilişkileri iyileştirmeye yönelik gizli görüşmelerin yapıldığına dikkat çekiyorlardı. Son olarak 8 Aralık 2020’de ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, İngiltere’deki Türkiye Çalışmaları Merkezi tarafından düzenlenen panelde, ABD’nin Mısır-İsrail ve Türkiye arasında bir anlaşmayı memnunlukla karşılayacağını vurgulamıştı. Siyonist Jeffrey, ‘‘Bu konuda özellikle Türkiye tarafında bazı işaretler gördük. Joe Biden yönetimi de bunu destekler’’ ifadelerini kullanmıştı.
Emekli Tümamiral Cihat Yaycı’nın İsrail’de yayınlanan makalesi de Ankara’nın İsrail’le ilişkileri düzeltmek istediğine dair bir sinyal olarak yorumlanmıştı.
“İsrail Türkiye’nin Denizaşırı Komşusu: Türkiye ile İsrail arasındaki deniz yetki alanlarının belirlenmesi” başlıklı makalede Türkiye ile İsrail arasında Kıbrıs’ı görmezden gelen yeni bir deniz yetki alanları anlaşması olasılığı tartışılmaktaydı. Bir diğer deyişle Kıbrıs’ın hâlihazırda hak iddia ettiği ihtilaflı bölgelerin aslında İsrail’in egemenliğinde olması gerektiğini savunan makale eşliğindeki haritada Akdeniz’de şu an Güney Kıbrıs’ın üzerinde hak iddia ettiği 8, 9, 11 ve 12’nci parsellerin Kıbrıslılardan İsrail’e devredilmesi gerektiği savunulmaktaydı.
Al Monitor’den Rina Bassist’in haberine göre makale daha yayınlanmadan bile İsrail basınından büyük ilgi toplamıştı. E. Amiral Cihat Yaycı’nın makalesi İsrail’de olumlu bir gelişme olarak algılanmıştı. İsrail televizyonu i24 News kanalına konuşan Kohen Yanarocak da makalenin ciddiye alınması gerektiğini vurgulayarak:
“Bu İsrail-Türkiye ilişkileri için yeni bir adım niteliğindedir. Kıdemli bir Türk isminin böyle bir öneride bulunması İsrail-Türkiye ilişkilerinde yeni bir alt yapının zeminini hazırlamaya ve Doğu Akdeniz’de yeni bir müttefik olarak İsrail’in itibarını düzeltmeye yöneliktir.” yorumunu yapmıştı. İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkiler Gazze yolundaki Türkiyeli aktivistlerin İsrail askerleri tarafından öldürüldüğü 2010’daki Mavi Marmara olayından bu yana kötüleşmeye başlamıştı. İsrail’in olayın ardından özür diler gibi yapıp kurbanların ailelerine tazminat ödemeye yanaşması samimiyetten uzaktı. Ancak Erdoğan’ın bilhassa da Filistin meselesi konusunda İsrail’e yönelik söyleminin sertleşmiş olması İsrail tarafından sert tepkilerle karşılansa da, perde arkasında Siyonist odakların arzuları doğrultusunda adımlar atılmıştı. İsrail, Ankara’ya Hamas’ın karargâhını Türkiye’ye taşımasına izin verdiği ve kıdemli Hamas yetkililerine Türk pasaportu verildiği için tavırlıydı. İki taraf arasındaki bir diğer anlaşmazlık da Doğu Kudüs’teki Filistinli vakıf ve dernekleri destekleyen göstermelik Türk faaliyetleri olmaktaydı.
Ufuk Ulutaş’ın Aslı ve Astarı!
Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olan Ufuk Ulutaş, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde lisansını, ABD Ohio State Üniversitesi Tarih bölümünde yüksek lisansını ve Ankara YBU Uluslararası İlişkiler’de Suriye’deki DAİŞ varlığı üzerine doktorasını tamamladı. Kudüs İbrani Üniversitesi’nde İbranice ve Ortadoğu politikası dersleri aldı. Mershon Uluslararası Güvenlik Çalışmaları Merkezi’nde araştırma asistanı ve Melton Yahudi Çalışmaları Merkezi’nde önce Samuel M. Melton ardından George M. & Renée K. Levine araştırmacısı olarak çalıştı. Ohio State Üniversitesi’nde dünya tarihi derslerine katıldı. Bu arada SETA DC Ortadoğu Program Koordinatörlüğünü yaptı. Mogadişu merkezli Heritage Institute for Policy Studies isimli düşünce kuruluşunun yönetim kurulunda yer aldı. Hâlihazırda SETA’nın Dış Politika Direktörü olarak görev yapan Ulutaş, Akşam gazetesinde köşe yazmakta ve TRT Haber kanalında “Küresel Siyaset” isimli haftalık televizyon programını yapmaktaydı. Ortadoğu siyaseti ve tarihi, İsrail siyaseti ve Yahudi tarihi, Türk dış politikası ve ABD’nin Ortadoğu politikası üzerine çok sayıda akademik makale ve rapor kaleme almıştı. “The State of Savagery: ISIS in Syria” isimli kitabın yazarı olan Ulutaş, Suriye, Filistin, İsrail ve devlet dışı şiddet kullanan aktörler üzerine çalışmaktaydı. Melton Yahudi Çalışmaları Merkezinde bulunması, Siyonist odaklarla sıkı-fıkı irtibatını ve tabi gerçek ayarını ve amacını da ortaya koymaktaydı. 2020 yılının aralık ayındaki bu talihsiz gelişmeler, Erdoğan iktidarının başına çok işler açacaktı.
Evet, İsrail çok heyecanlıydı; çünkü Türkiye yeni büyükelçisini yakında Tel Aviv’e gönderme telaşındaydı. Yeni Büyükelçi Ufuk Ulutaş; İsrail’de okumuştu, Yahudi tarihini çok iyi biliyordu, İsrail’de ve ABD’de Yahudi kuruluşlarla çok iyi ve hatta gizli ilişkisi olan bir adamdı.
“Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesinden sonra Mayıs 2018’de Tel Aviv’deki büyükelçisini geri çeken ve sonrasında İsrail’e ağır söylemlerle yüklenen Erdoğan, şimdi hızlı ve çok keskin bir U DÖNÜŞÜ ile bu ülkeyle dost olmaya hazırlanmaktaydı. Bu kutsal(!) göreve İsrail’i ve Yahudi tarihini iyi bilen Ulutaş’ı oraya büyükelçi atamadan önce MİT Başkanı Hakan Fidan’ın İsrailli mevkidaşı Kohen’le bir görüşme yapması enteresandı. Farklı alanlarda teknoloji şirketlerinin işbirliği zaten hiç aksatılmamıştı. Bu nedenle yakın gelecekte çok önemli sürprizlere hazırlıklı olunmalıydı. BAE, Bahreyn, Suudi Arabistan, Sudan ve Mısır, İsrail’le dost olur da Türkiye geri kalır mıydı!? 23 Aralık’ta BAE’yi ve öncesinde Mısır ve Sudan’ı ziyaret edeceği beklenen Netanyahu Ankara’yı da ziyaret ederse hiç kimse şaşırmasındı!” diyen Hüsnü Mahalli haklıydı… İyi de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şimdiye dek İsrail ve Netanyahu hakkında söyledikleri ne olacaktı? İsrail’e söylemediğini bırakmayan yandaş medya ve İslamcı çevreler “yeni dost ve müttefik” İsrail’e karşı nasıl davranacaktı?
Belki de Biden’e yaklaştığı gibi davranacaktı!
Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan oraya da yeni büyükelçi atamıştı. ABD’de okuyan, orada ve özellikle Siyonist odaklarla birçok dostu olan ve AKP’nin kurucularından Murat Mercan’dı. 9 Aralık 2020’de Tele 1 televizyonu Mercan’ın Gülen’le ilişkisini anlatmıştı. 15 Temmuz 2016’da FETÖ’cü darbe girişiminden bir yıl sonra Tokyo’ya büyükelçi atanan Mercan, Washington’a gönderilerek Biden’e “zeytin dalı” uzatılmış olacaktı. Çünkü Mercan; 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün çok yakınındaydı, bir dönemler FETÖ’cülerin adamıydı ama sonra Erdoğan’cı olup çıkmıştı. Bir zamanlar bu SETA’cılar da Malezya Ekolü’nün en önemli figürlerinden biri olan Ahmet Davutoğlu’nun çok yakınındaydılar. Ama şimdi İbrahim Kalın, Fahrettin Altun, Burhanettin Duran ve İsrail’e gidecek olan Ufuk Ulutaş gibi isimlerin kurduğu ve yönettiği SETA, Erdoğan’ın iç ve dış politikada motor gücünü oluşturmaktaydı. MİT’in basın danışmanı Nuh Yılmaz da SETA’cıydı. Ayrıca WikiLeaks belgelerine dayandırılan Stratfor Belgeleri’ne göre ABD; SETA’ya sahip çıkmaktaydı.
Mercan ve Ulutaş’ı Washington ve Tel Aviv’e atayan Cumhurbaşkanı Erdoğan Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un üniversite arkadaşı Ali Onaner’i Paris’e büyükelçi olarak atamıştı. “Ne güzel” diyebilirsiniz ama 2017’de seçimi kazanan Macron’u Twitter hesabından kutlayan Onaner, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la kavgasından dolayı da Macron’a kişisel hakaretlerde bulunmuşlardı. Erdoğan’ın Macron’la ilgili çok ağır söylemlerinden sonra şimdi Onaner gidip Macron’a güven mektubunu sunacaktı. (Çünkü çifte standartcılık (yani münafıklık) bunların karakter mayasıydı.) Bütün bu curcunada yeni Başkan Biden’ı kollayacak olan Ankara eski Suriye temsilcisi James Jeffrey’in deyimiyle “İsrail ve Mısır’la aynı anda barışmanın” hesaplarını mı yapmaktaydı?[1]
Yeni Washington Büyükelçimizi biraz daha yakından tanıyalım.
Yeni Washington Büyükelçiliğine Murat Mercan atanmıştı. 2011’de Teksas Eyaleti’nde Fetullah Gülen için yapılan önemli bir oturumda, AKP’den 7 milletvekili de hazır bulunmuşlardı. İşte bunlardan birisi de Murat Mercan’dı… Yeni Washington Büyükelçisi Mercan’ın başka özellikleri ve icraatları da vardı. Murat Mercan, Ağrı-Tutak doğumlu, Boğaziçi Üniversitesi mezunu. ABD’de master yaptı, burada yardımcı doçent unvanını almıştı. Erbakan’ın yasaklı olduğu 1999 seçimlerinde ve Hocadan habersiz aday gösterilse de kazanamamıştı. Aslında Millî Görüş’ün üst kademesi dahil kimse Murat Mercan’ı tanımazdı… O çok sonradan katılmıştı ve Fazilet Partisi’nde yenilikçi isimlerin elebaşısı Abdullah Gül’e yakındı, hatta onun danışmanlığını yapmıştı. Sonrasında da AKP kurucuları arasında yer almış, AKP MKYK üyelerine katılmıştı. Onu “Erbakan’ın beyin takımından” göstermeye çalışanlar konuyu çarpıtma ve Erdoğan üzerinden Erbakan’ı suçlama çabasındaydı. Ve tabi bu talihsiz tavır bir karakter marazını yansıtmaktaydı.
Murat Mercan 3 Kasım 2002 seçimlerinden 1 ay kadar önce neden Erbakan’ı değil de AKP’yi tercih ettiğini şu sözlerle açıklamıştı.
“Bizim siyaset yapma, dünyayı algılama, Türkiye’yi konumlandırma biçimimiz farklıdır. Bizim Türkiye’nin dinamiklerini anlama biçimimiz ayrıdır. Örneğin, işte IMF, AB meselesinde de bu ortaya çıkmıştır; biz çok gerçekçi politika güdüyoruz. Siyasetin şimdiye kadar maruz kaldığı tüm olumsuzlukları üzerimizden atmak istiyoruz. Düzgün, dürüst, açık, şeffaf, gerçekçi, Türkiye’nin çıkarlarını düşünen bir siyaset izliyoruz. O bakımdan sadece kapatılmış olan FP’den değil, diğer bütün siyasi partilerden de farklıyız… Bir yandan uzlaşmacı, bir yandan batıya dönük, bir yandan global dünyanın gereklerini ve dinamiklerini anlamış, kadrolarını oluşturmuş bir partidir, AK Parti… Neysek oyuz, yani kapalı kapılar arkasında ayrı, halkın gözünde ayrı bir tavır içinde değiliz. Türkiye’de etik değerlerin bizim partimizle beraber Türkiye siyasetine geldiğini düşünüyorum. Artık hiçbir siyasetçi bugün söylediğinin aksini yarın yapamaz, kapalı kapılar ardında ne söylüyorsa, açıkta da onu söyler… Meclis’ten halkın menfaatine olmayan hiçbir yasayı geçirmeyeceğiz…”
Aynı konuda 2007’de de şu dikkat çekici ifadeleri kullanmıştı:
“RP, iç veya dış politikada farklı davransaydı, her şey çok daha farklı olurdu. Ne yazık ki, o süreçte ve daha önceki dönemlerde partiyi yöneten arkadaşlarımız Türkiye’yi ve dünyayı okuyamadılar. Globalleşmeyi görüp algılayamadılar. Duvarlar yıkıldıktan sonra ideolojik kökenli partilerin Türkiye’de yaşaması imkânsızdı. Siyasi hareketler ideolojik olmamalı, yenilikçi olmalı, hizmet bazlı olmalıdır.” Yani küresel güçlerin ve Siyonist merkezlerin taşeronluğunu yapmalıydı!
Murat Mercan AKP’nin Tanıtım ve Medyadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı’nın yanı sıra, hem Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde (AKPM) hem de Batı Avrupa Birliği Asamblesi’nde (BAB) Türk Grubu Başkanlığı yaptı. Avrupa Konseyi Meclisi Başkan Yardımcılığı’na taşındı. TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanlığı görevinde bulundu, özetle, Türkiye’nin dışarıdaki yüzü(!) yapıldı. AKP’den milletvekili seçildiğinde ABD’de yıllardır gazetecilik yapan Savaş Süzal, Mercan’ın Amerikan ABC televizyonunda, Türkiye’deki türban yasağını anlatırken, kendisinin ve oğlunun takkeli, eşinin tesettürlü fotoğraflarını gösterip, “Kendi ülkemizde bu resimlerdeki gibi giyinip dışarı çıksak, herkes bize yobaz diye saldırır. Ama ABD’de böyle bir sorun yok. ABD özgürlükler ülkesi” dediğini ortaya çıkarmıştı. Murat Mercan, 2005’teki bir ABD seyahatinde, “İran ve Suriye politikaları konusunda ABD ile hedeflerimiz aynı, ancak yöntemlerimiz farklı olabilir” buyurmuşlardı! Aralık 2008’deki İsrail ziyaretinde Haaretz Gazetesi’ne yaptığı açıklamada, “Nükleer bir İran’ın Türkiye için de tehdit olduğunu ve bu ülkeye karşı alınan yaptırım önlemlerinin, ancak etkili uygulandığı takdirde sonuç vereceğini” belirtirken, “İsrail de kendini tehdit altında hissetmediği zaman nükleer silahlarından vazgeçebilir” diyerek, bir anlamda, İsrail’in nükleer silahlara sahip olmasını normal, hatta hak olarak gördüğünü vurgulamıştı.
Murat Mercan’ın Avrupa Konseyi’ndeki faaliyetleri de kafa karıştırıcıydı.
Avrupa Konseyi Kültür, Bilim ve Eğitim Komitesi’nin Raportörü İngiliz Lord Russel-Johnston, “Kürtlerin kültürel durumu” hakkında bir rapor hazırlamak üzere 8-12 Haziran 2004 tarihleri arasında Türkiye’ye uğramıştı. “Kürtlerin kültürel merkezleri” diye nitelendirdikleri Diyarbakır, Mardin ve Hakkari’nin yanı sıra, “Kürt dilinin merkezi” dedikleri Van’da kalmışlardı. Ardından Ankara’ya gelip dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik başta olmak üzere birçok yetkiliyle görüşmeler yapmışlardı.
Lord Russel’in Türkiye seyahatinden 17 gün sonra 29 Haziran 2004’te Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ne bir “kararlılık” önergesi sunulacaktı. Konu yine, “Türkiye’deki Kürtler” olmaktaydı. Lord Russel’in başkanı olduğu komite, 2006 başlarında bu defa Irak, Suriye ve İran Kürtleri ile Batı ülkelerinde yaşayan Kürt diasporasının kültürel sorunlarının tartışıldığı, basına kapalı ve dar kapsamlı bir toplantı yapmışlardı. Aslında toplantının 2005 sonbaharında yapılması planlanmıştı. Ancak davetlilerin büyük bölümünün PKK’nın Avrupa’daki yandaşlarından seçildiği ortaya çıkınca Türkiye itiraz etmiş ve güya toplantının yapılmaması, Türkiye’nin de katılmaması kararlaştırılmıştı. İşte bundan birkaç ay gecikmeli yapılan bu toplantıya, o dönem AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ndeki Türk Grubu Başkanı Murat Mercan da katılmıştı.
Lord Russel ise PKK’nın yayın organı Fırat Haber Ajansı’na şu açıklamayı yapmıştı:
“İtiraf etmeliyim ki, raporun örneğin Suriye ve İran için fazla anlamı olmayacaktır. Çünkü bu ülkeler bizim etkimiz dışındadır. Ama eminim ki Türk hükümeti dinleyip dikkate alacaktır. Çünkü Türkiye Avrupa Konseyi üyesi ve AB’yle müzakere sürecinde bulunmaktadır.”
Neticede Lord Russel’in hazırladığı bu “Kürt raporu” önce Kültür, Bilim ve Eğitim Komitesi’nde, ardından Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde kabul edilip onaylanmıştı. Türk Grubu Başkanı Murat Mercan ise bu rapora, hazırlık veya sonuçlanma aşamalarında müdahale etmediği gibi, Komite’deki oylamada da hazır bulunmamıştı. “Kürtlerin dünyadaki devletsiz en büyük millet olduğu” öne sürülen raporda “Kürt sorununun” çözümü için Türkiye’ye şu dayatmalar yapılmıştı:
“Kürt sorunu, global şekilde çözülsün… Ankara, Kürtlerin varlığını tehdit değil, zenginlik olarak algılasın… Nüfus sayımında Kürtlerin sayısı tam olarak belirlensin… Kürtçe öğrenim imkânı tanınsın… Üniversitelerde Kürtçe dil ve edebiyat dersleri verilsin… Kürt kültür merkezleri ve dernekleri açılsın.”
Mercan’ın, AB’ye bakışı da enteresandı…
Tarih 3 Ekim 2004… Yer Almanya… Dönemin Başbakan’ı Erdoğan’a “Quadriga-Yılın Avrupalısı” ödülü sunulacaktı. Aynı zamanda iki Almanya’nın birleşmesinin yıldönümü kutlanacaktı. Bir uçak dolusu milletvekili, bürokrat ve gazeteci Berlin’e taşınmıştı. Devamını gazeteci-yazar Fatma Sibel Yüksek’in “Başbakanlığın Bilinmeyenleri” kitabından aktaralım. Sn. Yazar, Başbakanlık Muhabirliği döneminde tanıyıp, çok iyi dost olduğu Berlin Büyükelçimiz Mehmet Ali İrtemçelik’i arar, buluşurlar. İrtemçelik’in, 6 Ekim’de açıklanacak Türkiye İlerleme Raporu’na canı çok sıkkındır ve politikacılarımızın pembe tablolar çizmesinden endişelidir. İrtemçelik-Yüksek sohbeti bu minvalde sürerken, Murat Mercan yanlarına gelir. Berlin’den, Strasbourg’a geçecektir, uçak bileti için İrtemçelik’ten yardım ister. Sonra AB ile ilgili sohbete devam edilir. İrtemçelik, endişelerini ona da aktarır. O günlerde Türkiye’nin hiç haberinin olmadığı bir hazırlıktan söz edip, Avrupa’da bir süredir görülmemiş bir “Alevi lobiciliği” başlatıldığını, bunları Ankara’ya rapor ettiğini anlatır. Önemli bir şey daha ekler; İlerleme Raporu’nda, “Alevilik de bir azınlıktır” cümlesinin yer alacağını söyler. Mercan dehşetle bakarken İrtemçelik, “Daha bitmedi.” diye devam eder; “Otonomi dahil daha pek çok talebi önümüzdeki dönem göğüslemeye hazır olun.” uyarısında bulunur. İrtemçelik ve Yüksek, gözleri faltaşı gibi açılan Mercan’ın, “Bunlar kabul edilemez.” demesini beklerken, o kahvesinden bir yudum aldıktan sonra aynen şunu sorar:
“Sayın Büyükelçi, biz bu durumu kamuoyuna nasıl satarız? Sizce bunun yolu nedir?”
İrtemçelik, “Politikacı sizsiniz, ben diplomatım” karşılığını vermekle yetinir!..[2]
AB zirvesinde Türkiye ve Doğu Akdeniz ile ilgili hangi kararlar alınmıştı?
Tam bu sırada (11 Aralık 2020) Avrupa Birliği (AB) liderleri, Brüksel’deki iki gün süren zirvede Doğu Akdeniz’deki tartışmalı sularda süren sondaj çalışmalarından sorumlu olduğu gerekçesiyle yaptırım uyguladığı Türk şirketleri ve vatandaşları listesine yenilerinin eklenmesi kararını almışlardı. AB liderleri, Türkiye ve Doğu Akdeniz konusunu ABD ile eşgüdüm içerisinde yürütmek istediklerini de vurgulamışlardı. Fransa’nın Avrupa İşleri Bakanı Clement Beuaune, “Konsey, Türkiye’nin ‘tek taraflı eylemleri ve provokasyonları’ karşısında yaptırımlar başlatıyor” uyarısı yapmıştı. Reuters haber ajansına konuşan Fransız bir yetkili, alınan kararların şu aşamada Türkiye ile “bozulan duruma bir yanıt olduğunu” hatırlatmıştı. AFP konuyla ilgili haberinde, çıkan kararın Yunanistan’da “hayal kırıklığı yaratacağı” yorumunu aktarmıştı.
AB sonuç bildirgesinin Türkiye ile ilgili bölümünde Konsey’den 11 Kasım 2019’da kabul edilen kararlar çerçevesinde “Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yetkisiz bir şekilde gerçekleştirdiği sondaj faaliyetleri nedeniyle yeni kısıtlayıcı önlemlerle ilgili ek listeler hazırlaması” kararına varılmıştı. 2019’da yapılan Konsey toplantısında Kıbrıs’ın egemenlik haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bazı isimlerin AB ülkelerine girişi yasaklanmış ve bazı şirketlerle birlikte mal varlıkları dondurulmuş durumdaydı. Ayrıca AB üyesi ülke vatandaşlarının da bu kişi ve şirketlere fon sağlaması yasaklanmıştı.
Şubat 2020’de de listeye Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) yöneticileri Mehmet Ferruh Akalın ve Ali Coşkun Namoğlu eklenmiş durumdaydı. Akalın ve Namoğlu’na AB ülkelerine giriş yasağı kondu ve bu ülkelerdeki mal varlıklarının dondurulması kararı alınmıştı. Ayrıca, Kıbrıs konusunda da AB liderlerinin adanın yeniden birleşmesi için Birleşmiş Milletler çatısı altındaki görüşmelerin hızlı bir şekilde yeniden başlanmasına destek verdiği belirtilerek, Türkiye’den de aynısının beklendiği vurgulanmıştı. Sonuç bildirgesinde, Türkiye’ye “göçmen akınını sorumlu bir şekilde yönetmesi ve insan kaçakçılığı şebekeleriyle mücadele etme çabalarını artırması” çağrısı da yer almıştı.
Bu arada Almanya; Alevileri heyecanlandırıp kışkırtan bir karar almıştı!
Türk kökenli göçmenlerin yoğun olarak yaşadıkları Almanya’nın NRW (Kuzey Ren-Vestfalya) eyaletinde Alevilik ile ilgili tarihi bir karara imza atılmıştı. Almanya’da Aleviler ilk kez Kuzey Ren Vestfalya (NRW) Eyaleti Parlamentosu tarafından “kamu tüzel kişiliği” statüsünde bir inanç toplumu olarak tanınmıştı. Alevilerin tarihi bir gün yaşadığı devlet nezdindeki statüyü NRW Parlamentosu onaylamıştı. Daha önce Eyalet Bakanlar Kurulu tarafından onaylanmış ve ardından Başbakan Armen Laschet imzalamıştı. Ardından parlamentoda okunup kabul edildiği, aynı zamanda resmi gazetede yayımlanıp resmileşeceği anlaşılmıştı. Bu kararla, Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti Parlamentosu Aleviliği bir inanç toplumu olarak en üst seviyede tanınmış olmaktaydı. Parlamento kararını Avrupa Alevi Konfederasyonu ve Almanya Alevi Birliği Federasyonu yöneticileri NRW Parlamentosu önünde düzenledikleri basın toplantısıyla duyurmuşlardı. Böylelikle;
-Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde Cemevleri, artık Kiliseler ile eşit statüde temsil hakkı kazanmıştı.
-Alevilik diğer din ve inanç grupları gibi eşit haklara sahip olacaktı.
-Alevilerin hakları, Alman devletinin güvencesinde olacaktı.
Kuzey Ren-Vestfalya eyaleti, Alevilik inancına devlet nezdinde “Kamu Tüzel Kişiliği” statüsünü veren ve ilk tanıyan eyalet olurken, AABK Eşit Başkanı Hüseyin Mat, “Aleviler tarihi bir gün yaşıyor” diyerek duygularını şu şekilde aktarmıştı:
“Artık kamu kurumu olduk. Almanya’da Alevilik diğer din ve inanç grupları gibi eşit haklara sahiptir. Yani Almanya’daki Katolik, Ortodoks, Protestan kiliselerinin anayasal olarak hangi hakları ve yetkileri varsa Aleviler de aynı haklara sahiptir. Kiliselerin konumu neyse bizim de konumumuz bu olacaktır. Cemevlerimiz, kiliseler ile eşit statüde temsil edilecek. Alevilerin hakları, bundan böyle Alman devletinin güvencesinde olacaktır. Bugünden sonra elde ettiğimiz bu hakların içini doldurmaya başlayacağız. Ne gibi haklar ve yetkiler doğuyorsa bunların hepsini kullanacağız. Bizim açımızdan da yeni bir dönem. Devletten bu hakkı aldık sıra Alevilerin bu hakları kullanmasına geldi. Artık dernek değiliz, resmi ismimizde kamu tüzel kişiliği geçecek. Bütün Alevilere ve emek verenlere armağan ediyoruz. Bu karar Alevi hareketi için onurdur. 30 yıllık mücadele sonrası alınan başarıya geçmişten bugüne birçok canımız ciddi anlamda katkı sunmuştur.”
Bütün bu girişim ve gelişmeler, Almanların Alevilere sağladığı bir temel insan hakkı sanılsa da, aslında Kürtleri kışkırttıkları gibi, şimdi de Alevileri kışkırttıkları ve Türkiye’yi parçalama hesapları yaptıkları açıktı.
Bunlar yetmezmiş gibi Fransa hükümeti, “İslam ve Müslümanları hedef aldığı” gerekçesiyle eleştirilen yasa tasarısını kabul etmişti. Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet, Fransa’daki güvenlik yasa tasarısının Afrika kökenliler ve diğer azınlıklar için olumsuz etkisinden ve Müslümanları “fişleme” olasılığından endişe duyduğunu belirtmişti.
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından 2 Ekim 2020’de açıklanan yasa tasarısı, Bakanlar Kurulu’nda görüşülmesinin ardından kabul edilmişti.
Fransa Başbakanı Jean Castex, Bakanlar Kurulu toplantısının ardından düzenlediği basın toplantısında, Müslümanları ötekileştirdiği eleştirilerinin aksine tasarının İslam dinini hedef almadığını, “radikal İslamcılık” ile mücadele etmeyi amaçladığını iddia etmişti. “Radikal İslamcılığın, toplumda nefret ve şiddeti yaydığını ve toplumu böldüğünü” iddia eden Castex, bunun karşısında Cumhuriyetin boyun eğmeyip kendi değerini savunmayı seçtiğini söylemişti. Diğer yandan Fransa’da solcu Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) Hareketinin lideri Jean-Luc Melenchon ise hükümeti, yasa tasarısı ile Müslümanları yaftalamayı amaçlamakla suçlamaktan çekinmemişti. Tasarı parlamentoya sunulduğunda, çok sayıda değişiklik talebinde bulunacaklarını belirten Melenchon, yasa tasarısının Müslümanları damgalama niyeti taşıdığını ifade etmişti. Yasa tasarısı, İslami derneklerin finansmanlarının denetlenmesi ve Fransa tarafından imamlara yeterlilik sertifikasının verilmesi şartlarını da içeren 54 maddeyi içermekteydi.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 2 Ekim’de düzenlediği basın toplantısında, “İslamcı ayrılıkçı” fikirlerle mücadeleye ilişkin hazırlanan yasa tasarısının 9 Aralık’ta Bakanlar Kuruluna sunulacağını belirterek; “Fransa’da, Cumhuriyetin ortağı olması için İslam’ın yeniden yapılandırılması gerekiyor.” demişti. “Fransa’daki Müslümanların ayrılıkçı fikirleri savunan ideolojilerinin olduğunu, bu kişilerin, kendi yasalarını Fransa’nın yasalarından üstün gördüğünü” öne süren Macron, “İslam, dünyanın her yerinde kriz yaşıyor.” iddiasını gündeme getirmişti. Bu tasarı ile camilerin finansmanının daha sıkı denetlenmesi, Müslüman derneklerin daha sıkı kontrol edilmesi ve din görevlilerinin yurt dışından gelmesinin engellenmesi hedeflenmekteydi. Oysa Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet dahi, Fransa’daki güvenlik yasa tasarısının Afrika kökenliler ve diğer azınlıklar için olumsuz etkisinden ve Müslümanları “fişleme” olasılığından endişe duyduğunu belirtmişti. Bachelet, BM Cenevre Ofisi’nde 2021’i değerlendiren bir basın toplantısı düzenleyerek bunları söylemişti. Ama bütün bunlar sadece laftan ibaretti.
Sn. Hulusi Akar’dan, Fransız Senatosu’na onurlu uyarı!
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Fransız Senatosunun sözde ‘Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’ni’ tanıyan kararına ilişkin, “Fransız Senatosu’nun aldığı karar, Karabağ sorununun 30 yıldır neden çözümlenmediğinin açık bir göstergesidir. Fransa’nın AGİT MİNSK grubunun eş başkanı olarak tarafsız olması gerekmektedir. Bu karar ise bunun böyle olmadığını, Fransa’nın Karabağ ile ilgili çözümün değil, sorunun parçası olduğunu bir kez daha göstermiştir” uyarısında bulunmuşlardı. Bu konuda en net ve sert açıklamanın Hulusi Akar’dan gelmesi dikkatlerden kaçmamıştı. Üstelik Sn. Akar’ın uyarıları, öyle beylik laflar değil, diplomatik edebe uygun, kararlı ve caydırıcı beyanlardı.
Türk ticaret gemisine Akdeniz’de yapılan hukuk dışı aramanın ardından, başta Almanya Savunma Bakanı tarafından yapılan açıklamalar hatırlatılarak değerlendirmesi sorulan Akar, şunları hatırlatmıştı:
“Olaydan sonra yapılan açıklamalarda herkesin sorumluluğu üstlenmekten kaçındığını net şekilde görüyoruz. Ortada uluslararası hukuka aykırı bir durum olduğunu bildikleri için suçu birbirlerine atma gayretindeler. Courbet olayında olduğu gibi gerçekleri örtbas etmeye, çarpıtmaya çalışıyorlar; hukuki bir temele dayanmayan, temeli sağlam olmayan bu olayın altında kalmamak için kaçıyorlar. Bu arada Courbet olayını da hâlâ takip ettiğimizi, Fransa’nın hâlâ gecikmiş bir özür borcunun olduğunu hatırlatmak isterim. Hukuksuz, yanlı ve tartışmalı bir harekât olan İrini’yi NATO harekâtlarıyla ilişkilendirmeye yönelik çabalar olduğunu da biliyoruz. Fransa, Akdeniz’de açıkça deniz serbestisini ihlal eden bu harekâtı NATO ile ilişkilendirmek suretiyle kendince meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu tür girişimlere karşıyız. Ayrıca olayı NATO ile ilişkilendirme çabalarına en güzel cevabı da NATO Genel Sekreteri Sayın Stoltenberg vermiştir. Türkiye’nin NATO’daki önemi ve katkıları NATO Genel Sekreteri tarafından bir kez daha vurgulanmıştır. Stoltenberg, daha önce olduğu gibi objektif açıklamalarıyla gerçekleri gözler önüne sermiştir. Türkiye’nin tatbikatlar, harekâtlar, NATO karargâhlarına personel desteği gibi konularda ve diğer alanlarda İttifak’a karşı tüm sorumluluklarını yerine getirdiği ve NATO’ya en fazla katkı veren ülkelerden biri olduğu unutulmamalıdır.”
Hulusi Akar bu çıkışlarıyla da, AB ve NATO yetkililerine: “Türkiye NATO içerisinde, sorumluluklarının olduğu kadar, haklarının ve çıkarlarının da farkındadır ve ne pahasına olursa olsun bağımsızlık ve bekasını koruma kararlılığındadır” mesajını vermiş olmaktaydı.
Tam bu süreçte, 15 Aralık 2020 tarihinde Amerika’nın Türkiye’ye karşı aldığı ambargo kararı ise, Erdoğan Hükümetine değil, DEVLETİMİZE yönelik bir uyarı şantajı ve düşmanlık ilanıydı!..
Bu tespit ve tahlillerimiz, herkesin anlaması için değil; Kur’an’ın “Ulül-elbâb” dediği, temiz akıl ve mümeyyiz (ayırt edici) mantık sahiplerinin, yani siyaset ve strateji bilenlerin kavraması içindi. Evet Erdoğan iktidarını, malum ve mel’un merkezler işbaşına getirmiş ve kendi Siyonist hedefleri istikametinde yönlendirmişlerdi. Ama “DEVLET” ise bu tavizci ve teslimiyetçi gidişat altında, Milli plan ve projelerini yürütme becerisini de göstermişti. Ne var ki bu tarihi ve talihli neticelerde, Erdoğan ve ekibinin zerre kadar bilinçli bir gayeleri ve payeleri (övünç hisseleri) mevcut değildi. Ve elbette herkes niyetinin ve tıynetinin karşılığını görecekti. “Hayrül Makirin”, yani hile ve tuzak kuranların en hayırlısı ve sonunda mü’minleri kârlı çıkaranı olan Allah (CC), şerlileri ve şeytanileri de kendi hesabına kullanabilirdi…
İşte CAATSA kapsamında Türkiye’ye uygulanması planlanan 12 maddelik yaptırım kararı.
ABD yönetimi Türkiye’ye Rusya’dan satın aldığı S-400 füze savunma sistemi nedeniyle kısa adıyla CAATSA olarak bilinen Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası kapsamında bir dizi yaptırım kararı almıştı. ABD’de 2021 yılı savunma bütçesi, Temsilciler Meclisi ve Senato’da yüksek çoğunlukla kabul edilip onaylanmıştı. Yasa tasarısı 3’te 2 çoğunlukla geçtiği için, ABD yasalarına göre Başkan’ın veto yetkisi de ortadan kaldırılmıştı. ABD tarihinde hiçbir Başkanın, Temsilciler Meclisi ve Senato’nun 3’te 2 çoğunlukla kabul ettiği bir yasa tasarısını veto ettiğine rastlanmamıştı.
ABD Başkanı En Az 5 Maddeyi Seçmek Zorundaydı.
Türkiye’ye S-400 alımı sebebiyle yaptırımların uygulanması istenen bütçeye göre; ABD Başkanı 30 gün içinde Türkiye’ye uygulanacak yaptırımları seçmek zorundaydı. CAATSA uyarınca, ABD Başkanı’nın 12 yaptırım kaleminden en az 5’ini seçmesi lazımdı. Trump isterse bu maddelerden bazılarını seçip yürürlüğe koyacak, isterse de topu Joe Biden’a bırakacaktı.
CAATSA Adı Verilen Yaptırımlar 2017’de Ortaya Çıkmıştı
Bu yaptırım kalemlerinin bazıları direkt Türkiye ekonomisini hedef alırken, bazılarıysa kişi ve kurumları hedef alan adımlarla sınırlıydı. 2017 yılında ABD Kongresi tarafından kabul edilen ve ABD Başkanı Donald Trump’ın imzasıyla da yasalaşan CAATSA kapsamında yer alan 12 yaptırım seçeneği şunlardı:
1- Yaptırım kapsamına alınan kişi ve kurumlara ABD İhracat-İthalat Bankalarının kredi desteği sağlamaması,
2- ABD’nin (Türkiye’ye yönelik) mal ve hizmet ihracatını durdurması,
3- ABD mali kurumlarından büyük miktarda kredi alamaması. 12 aylık bir süre içinde toplamı 10 milyon doları bulan kredilerin tedarik edilmesinin yasaklanması,
4- Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi küresel mali kurumlardan kredilerin bloke edilip durdurulması,
5- ABD hükümeti fonlarına sahip olan ya da ABD’nin doğrudan iş yaptığı mali kurumlara yaptırım uygulanması,
6- Yaptırım kapsamına alınan kişi ve kurumlarla ABD mal ve hizmetlerine ilişkin sözleşme yapılmaması,
7- Döviz üzerinden işlem yapılmasının durdurulması,
8- ABD’nin yetki alanına giren banka ödemeleri ve para transferlerinin yaptırım kapsamına alınması,
9- Yaptırım kapsamına alınan kişi ya da kurumların ABD topraklarında gayrimenkul edinmesiyle ilgili işlemlerin yasaklanması,
10- ABD’deki kişi ve kurumların yaptırım uygulanan kişi ve kurumlarla sermaye veya borç alışverişi ya da yatırım yapmasının sonlandırılması,
11- Yaptırım kapsamına alınan kişi ya da kurumlarla bağlantılı kurumsal yetkililere vize yasağı konulması,
12- Yaptırım kapsamına alınan kişi ya da kurumların üst düzey görevlilerine yaptırım uygulanması.
[1] 11 Aralık 2020 / H. Mahalli
[2] Müyesser Yıldız / Odatv.com
Siyonist güçler kendisine hizmet edecek hükümetleri….
Siyonist güçler kendisine hizmet edecek hükümetleri ve muhalefeti dizayn ettiği gibi onların emirlerini uygulaycak emir erleri olan bürokratlarıda hemde sıradan değil aldıkları görevleri layıkı ile yapacak karakterde ve özellikte olan şahsiyetleri göreve getirmektedir. Ne yaparsa yapsınlar gerçekleri örtbas edemeyecekler. Milli Çözüm halıyı kaldırmış ve halının altındaki gizlenen pislikleri çok şükür gözler önüne sermiştir.Ve inşaAllah kutlu devrimin arefesinde ülkemiz ve Milletimiz bu Ur’lardan kurtulacak tarihi değişim ve dönüşümler, Milli Çözüm’ün ve şahsi manevisi Üstadımız Ahmet Akgül liderliğinde yaşanacak.İnşaAllah
“Ya Rabbi Nurunu ve va’dini tamamla. Siyonizm’i yıkıp Adil Düzeni hakim eyle!” Amin..
Hasımlık Meselesi
Siyonist güçlerin ve tetikçisi olan ülkelerin (ABD, AB, Rusya, Çin, vs.) hasımlığından korkan, “Eyvah ! Koltuk gitmesin, imkan ve fırsatlar elden çıkmasın!..” kaygısıyla kendi akıllarınca bu odaklara yaranacak, onların hoşuna gidecek işleri yapma hevesi güden AKP iktidarının; inancımıza düşmanlıktan korkmadan, Rabbimizin açık emirlerini umursamadan faaliyetlerine devam etmesi nasıl açıklanırdı? [i][b]”Allah’ın ipine (Kur’an hükümlerine) hepiniz birden (elbirliği içinde) sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. …) (Al-i İmran-103)[/b][/i] açık emrine rağmen “İslam Birliği hayaldir” diyen, [i][b]”Şayet böyle yapmazsanız, (yani faizi, faizci düzenleri ve yöneticileri bırakmazsanız) Allah’a ve Resulüne karşı savaş açtığınızı (adil devlet ve hükümet düzeninin temellerini yıktığınızı) bilip anlayın (ve ona göre davranın). …”[/b][/i] (Bakara-279) ayetine rağmen “Faiz dünya gerçeğidir” diyen, [i][b]”(Ve sakın) Zinaya yaklaşmayın (sizi fuhşa sürükleyecek yayın ve yasaklardan da sakının). Gerçekten o çirkin bir hayâsızlık ve kötü bir yoldur.”[/b][/i] emrine rağmen zinayı suç olmaktan çıkaran, “İstanbul Sözleşmesi” gibi bir melanete imza atan ekip; acaba Rabbimize karşı giriştikleri hasımlık davasından kârlı çıkacaklarını mı sanıyorlardı? Çevirdikleri dalavereleri göremeyeceğimiz ve şeytani hamlelerini gizli örtüler altında yapabileceklerini mi sanıyorlardı? Elbette yanıldılar ve yanılmaya devam ediyorlar. Güç, kuvvet ve kudret sahibi olan Rabbimiz inşallah müstehak olduklarını karşılarına çıkaracaktır.
“… Allah da (buna karşılık onlara) bir düzen kurdu (ve şeytani oyunlarını bozdu)…” (Âl-i İmran Suresi 54)
Washington Büyükelçiliğine, AKP kurucularından ve Erdoğan’a yakın kurmaylarından Murat Mercan gibi geçmişi karışık kafa yapısı bozuk kişinin seçilmesi; AKP’nin işbirlikçi zihniyetinin göstergesiydi.
Yetmez aynı zamanda Siyonist merkezlerin yetiştirmesi ve SETA üyesi Ufuk Ulutaş’ı İsrail’e büyükelçi atamaktaydı. Bu atamanın önemini ise İsrail’de 2018’den beri büyükelçi bulunmaması oluşturmaktaydı. Ve İsrail’in, zulümlerden, işgalden; ülkemize yönelik fitne ve fesadından vaz geçmediği halde İsrail’in gönlünü hoş edecek atmaların yapılmasıydı.
Sn. Erdoğan en açık, hatta acıtıcı tenkitlerini İsrail’e yapmakta, ama en sinsi ve tehlikeli tavizlerini İsrail’e sunmaktaydı.
Buna rağmen “DEVLET” ise bu tavizci ve teslimiyetçi gidişat altında bile “Milli Çözüm şuuruyla” projelerini yürütme becerisini de göstermişti. “Milli Çözüm şuuruyla” hareket edinilerek kazanılan tarihi ve talihli zaferlerde, Erdoğan ve ekibinin zerre kadar bilinçli bir gayeleri ve payeleri (övünç hisseleri) mevcut değildi.
Yani hile ve tuzak kuranların en hayırlısı ve sonunda mü’minleri kârlı çıkaranı olan Allah (CC), şerlileri ve şeytanileri de kendi hesabına kullanabilirdi…
Olaylar ve sonuçları göstermektedir ki, zahiri hakim güç zalimlerim ellerinde görünse de kesin zafer alacaklarını bilseler dahi; zalimlerin, hilecilerin ve hıyanet ehlinin hezimeti; Milli Çözüm Şuurunun muzafferiyeti kaçınılmaz.
“Ve mekeru ve mekerallah vallahü hayrul makirın”
“Onlar (Yahudilerden inanmayanlar, Hz. İsa’yı öldürmek üzere) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık onlara) bir düzen kurdu (ve şeytani oyunlarını bozdu). Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır.” (Âl-i İmran Suresi 54)
İçeride başka dışarıda başka
Efendimiz (SAV) “Müminin ferasetinden korkun, çünkü o Allah’ın (c.c.) nuruyla bakar” buyurmaktadır. İşte Milli Çözüm, asıl amaçları siyonizme hizmet olan fakat milletimizdenmiş gibi gözüken çok yüzlüleri tüm aleme tanıtıyor. İçeride başka dışarıda başka davranarak asıl amaçlarını gizlediklerini zannediyorlar ama Rabbimizin ayırt etme kabiliyeti ile donattığı ve kendi nuruyla bakan müminlerin takibinden kaçamıyorlar ve kaçamayacaklar. Dünyada da rezil olacakları günler yakındır İnşaallah.
Yâsîn 49
(Oysa) Onlar, (inanmasalar ve farkında olmasalar da, aslında) sadece korkunç bir çığlık bekleyip gözetlemektedirler. (Belki de şeytan ordularının hezimetini bildiren bir TV. haberi bütün ümitlerini yıkıverecektir.) Onlar birbirleriyle çekişip-dururken o (kahredici çığlık) kendilerini yakalayıverecektir.
Tarihi artık İyilerin ve Milli’lerin yazacağı Kaçınılmazdır. Anahtarların Teslim Edileceği Günlerin Arefesindeyiz İnşaallah!..
Görülüyor ki makaleden anladığımız, Biran evvel ülkemizin sevdalısı vatansever ihanetten uzak insanlığın hizmetine kendini adamış kimselerin Milli Mutabakat yoluyla Ülkeyi idare ediciler seçilmeli ve şimdiki kafaların yer değiştirilmesi sağlanarak ülkemiz ve insanlık maddi ve manevi sahada düzlüğe çıkarılmalıdır. Tabiki sadece ülkemiz değil tüm insanlığın saadetine vesile olacak ADİL DÜZEN MEDENİYETİNİN kurulmasına, bu yeni kadrolar yani Milli Mutabakat yoluyla ülkemizin yeni idarecileri olacak olanlar Adil Düzen’e geçişin öncülüğünü etmeleri elzemdir. Tabi kafalar değiştikten sonra Milli bir restorasyon gerçekleştirildikten sonra öncelik, Aziz Erbakan Hocamızın TEKNOLOJİ HARİKALARI ile Siyonizmi etkisiz ve çaresiz bırakacak hatta tarihin çöplüğüne gömmek ve daha sonra Adil Düzen’i resmiyete geçirmek önem arzetmektedir. MİLLİ MUTABAKAT HÜKÜMETİ diyebileceğimiz bu yapının öncülüğünü önderliğini elbette Aziz Erbakan Hocamızın da yıllar evveli vurguladıkları gibi MİLLİ ÇÖZÜM ZİHNİYETİNE SAHİP bir kimsenin Liderliğinde gerçekleşmesi gerektiği unutulmamalıdır. Artık insanlığın ne madden ne de manen mecali kalmamıştır. ACİLEN ANAHTARLARIN TESLİM EDİLMESİ GEREKTİĞİ GÜNLERİN AREFESİNDE OLDUĞUMUZ DİKKATE ALINMALIDIR.
ÇIKIŞ YOLUNUN İPUÇLARI…
Son derece kritik ve kaotik bir süreçten geçen ülkemizi ve insanlık alemini;böylesine ciddi buhranlardan çıkarabilecek yegane;ilmi,fikri,siyasi…birikimi;teolojik,psikolojik,sosyalojik ,teknolojik…pek çok yeterlilik ve derinliği temsil edip taşıması…Başta ülkemiz ve İslam Alemi olmak üzere,tüm insanlığın maruz kaldığı; çoğunluk itibariyle bir proje dahilinde karşılaşılan bu çok sıkıntılı süreci aşabilecek birikimi temsil eden ZAT ve önderliğini yaptığı MİLLİ YAPI’nın aynı zamanda yüksek bir inanç,cesaret,basiret ve dirayetle hareket etmesi kaçınılmazdır…Ve öyle de olmaktadır!..
Milli Çözüm’üm varlığı ve yayınları bu YÜKSEK BİLİNÇ’in bir yansıması olarak;günümüzde çıkış yolu arayan tüm insanlık için büyük bir NİMETTİR…
Aşağıda bir kısım paragrafların tekrar alıntısını yaptığımız makale,dikkat ve şuurla okunursa ÇIKIŞ YOLU’ba dair önemli ipuçları yakalanmış olacaktır!..
…Bu sözler, diplomatik bir dille; Haçlı Batı ve Rusya tarafından kışkırtılan saldırgan Ermenistan’a herhangi bir şekilde destek verilmesinin yanlışlığına ve bunların yanıtsız kalmayacağına İran’ın dikkatlerinin çekilmesiydi ve Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kanaat ve kararlığını, mecburen dile getirmişti…
…Sn. Erdoğan’ın Dinimize, Devletimize, Milletimize ve İslam Ümmetine zararlı gördüğümüz yaklaşım ve davranışlarına karşı çıkmamız, onun şahsında ülkemize ve Milli Menfaatlerimize yönelik saldırıları hoş göreceğimiz anlamına gelmezdi…
…On sekiz yıllık iktidarı süresince Erdoğan’ın şu taktiği artık su yüzüne çıkmıştı ve iyice sırıtmaya başlamıştı. Bu taktik aslında onun karakteri halini almıştı. Şöyle ki: Zahirde (görünüşte) hangi ülkelerin ve güçlerin aleyhinde en sert ve sivri çıkışlar yapıyorsa, gerçekte ve gizlice; en sıkı ve samimi irtibat ve ittifakları da işte onlarla kurmaktaydı… Ve yine sürekli ve en hararetli şekilde, hangi değerleri ve dinamikleri sahiplenip savunuyorsa, aslında en çok onların istismarını yapmakta, şahsi ikbal ve ihtirasları uğruna işte onları bozuk para gibi harcamaktaydı!.. Bu konuya en başından beri defalarca dikkat çekip vurgu yapmış ve her seferinde haklı çıkmıştık.
Bakınız, Sn. Erdoğan en açık, hatta acıtıcı tenkitlerini İsrail’e yapmakta, ama en sinsi ve tehlikeli tavizlerini İsrail’e sunmaktaydı. Ve işte şimdi de Siyonist merkezlerin yetiştirmesi ve SETA üyesi Ufuk Ulutaş’ı İsrail’e büyükelçi atamaktaydı. Ve yine sıkça ve sıkıca uyardığı Haçlı AB’nin bütün gizli talimatlarını kutsal görev gibi ve harfiyen uygulamaktaydı. AB’nin hatırına Ege, Akdeniz ve Kıbrıs’taki tavizleri ve teslimiyetçi tavırları, hatta zinayı suç olmaktan ve ceza almaktan çıkarması, eşcinselliğe ve lezbiyenliğe meşruiyet sağlayan İstanbul Sözleşmesi’ni imzalaması bunların sadece birkaçıydı!…
…Sn. Erdoğan’ın en büyük şansı da, karşısında ciddi ve gerçekçi bir muhalefetin bulunmamasıydı. Gerek “sağ”dan gerek “sol”dan, ona muhalefet edenler, Erdoğan’ın işini kolaylaştırmaktan ve ona mazeret ve malzeme sağlamaktan başka işe yaramamaktaydı. Çünkü hepsi de Erdoğan ve AKP gibi AB’ci, ABD’ci, hepsi de İsrail’ci, hepsi de faizci, hepsi de İstanbul Sözleşmeci takımıydı. Hatta bu sağcı solcu muhalefet kanadı, Erdoğan üzerinden Erbakan ve İslam gıcıklıklarını kusma ve tatmin olma fırsatı yakaladıkları ve bununla rahatladıkları için de sinsi ve şeytani bir memnuniyet duymaktalardı…
…Emekli Tümamiral Cihat Yaycı’nın İsrail’de yayınlanan makalesi de Ankara’nın İsrail’le ilişkileri düzeltmek istediğine dair bir sinyal olarak yorumlanmıştı.
“İsrail Türkiye’nin Denizaşırı Komşusu: Türkiye ile İsrail arasındaki deniz yetki alanlarının belirlenmesi” başlıklı makalede Türkiye ile İsrail arasında Kıbrıs’ı görmezden gelen yeni bir deniz yetki alanları anlaşması olasılığı tartışılmaktaydı. Bir diğer deyişle Kıbrıs’ın hâlihazırda hak iddia ettiği ihtilaflı bölgelerin aslında İsrail’in egemenliğinde olması gerektiğini savunan makale eşliğindeki haritada Akdeniz’de şu an Güney Kıbrıs’ın üzerinde hak iddia ettiği 8, 9, 11 ve 12’nci parsellerin Kıbrıslılardan İsrail’e devredilmesi gerektiği savunulmaktaydı.
Al Monitor’den Rina Bassist’in haberine göre makale daha yayınlanmadan bile İsrail basınından büyük ilgi toplamıştı. E. Amiral Cihat Yaycı’nın makalesi İsrail’de olumlu bir gelişme olarak algılanmıştı. İsrail televizyonu i24 News kanalına konuşan Kohen Yanarocak da makalenin ciddiye alınması gerektiğini vurgulayarak:
“Bu İsrail-Türkiye ilişkileri için yeni bir adım niteliğindedir. Kıdemli bir Türk isminin böyle bir öneride bulunması İsrail-Türkiye ilişkilerinde yeni bir alt yapının zeminini hazırlamaya ve Doğu Akdeniz’de yeni bir müttefik olarak İsrail’in itibarını düzeltmeye yöneliktir…
…Evet, İsrail çok heyecanlıydı; çünkü Türkiye yeni büyükelçisini yakında Tel Aviv’e gönderme telaşındaydı. Yeni Büyükelçi Ufuk Ulutaş; İsrail’de okumuştu, Yahudi tarihini çok iyi biliyordu, İsrail’de ve ABD’de Yahudi kuruluşlarla çok iyi ve hatta gizli ilişkisi olan bir adamdı.
“Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesinden sonra Mayıs 2018’de Tel Aviv’deki büyükelçisini geri çeken ve sonrasında İsrail’e ağır söylemlerle yüklenen Erdoğan, şimdi hızlı ve çok keskin bir U DÖNÜŞÜ ile bu ülkeyle dost olmaya hazırlanmaktaydı. Bu kutsal(!) göreve İsrail’i ve Yahudi tarihini iyi bilen Ulutaş’ı oraya büyükelçi atamadan önce MİT Başkanı Hakan Fidan’ın İsrailli mevkidaşı Kohen’le bir görüşme yapması enteresandı. Farklı alanlarda teknoloji şirketlerinin işbirliği zaten hiç aksatılmamıştı. Bu nedenle yakın gelecekte çok önemli sürprizlere hazırlıklı olunmalıydı…
…Ama şimdi İbrahim Kalın, Fahrettin Altun, Burhanettin Duran ve İsrail’e gidecek olan Ufuk Ulutaş gibi isimlerin kurduğu ve yönettiği SETA, Erdoğan’ın iç ve dış politikada motor gücünü oluşturmaktaydı. MİT’in basın danışmanı Nuh Yılmaz da SETA’cıydı. Ayrıca WikiLeaks belgelerine dayandırılan Stratfor Belgeleri’ne göre ABD; SETA’ya sahip çıkmaktaydı…
…Tam bu süreçte, 15 Aralık 2020 tarihinde Amerika’nın Türkiye’ye karşı aldığı ambargo kararı ise, Erdoğan Hükümetine değil, DEVLETİMİZE yönelik bir uyarı şantajı ve düşmanlık ilanıydı!..
Bu tespit ve tahlillerimiz, herkesin anlaması için değil; Kur’an’ın “Ulül-elbâb” dediği, temiz akıl ve mümeyyiz (ayırt edici) mantık sahiplerinin, yani siyaset ve strateji bilenlerin kavraması içindi. Evet Erdoğan iktidarını, malum ve mel’un merkezler işbaşına getirmiş ve kendi Siyonist hedefleri istikametinde yönlendirmişlerdi. Ama “DEVLET” ise bu tavizci ve teslimiyetçi gidişat altında, Milli plan ve projelerini yürütme becerisini de göstermişti. Ne var ki bu tarihi ve talihli neticelerde, Erdoğan ve ekibinin zerre kadar bilinçli bir gayeleri ve payeleri (övünç hisseleri) mevcut değildi. Ve elbette herkes niyetinin ve tıynetinin karşılığını görecekti. “Hayrül Makirin”, yani hile ve tuzak kuranların en hayırlısı ve sonunda mü’minleri kârlı çıkaranı olan Allah (CC), şerlileri ve şeytanileri de kendi hesabına kullanabilirdi…
.
Bu dışı Müslüman gerçekte ise İslam’a ve Müslümanlara en büyük ihaneti yapanlardan Allah bir bir bunların hesabını soracak mutlaka, sorarken de tabiki bunu inançlı kadrolar eliyle soracak rezil edecektir. Rabbım Azizin züntikam’dır tabiki mazlum ve mağdurların intikamını alacaktır ve bizleride inş. Bu işinde istihdam eder.
Allah nasıl ki Hz Süleyman’a cinleri ve şeytanları hizmetini verip onları kendi dini ve davası için kullandıysa bugün de aynı şekilde bazı şerlileri ve şeytani tipleri de yine davasına hizmet için kullanmaktadır. Mevla öyle bir iş tutar ki bak gör nasıl tutar, yer ve gök ehli ona nasıl hizmet eder, herkes şaşar kalır.
DÜNYA YANIYOR, LİDERİNİ VE KURTULUŞ YOLUNU ARIYOR
Siyonizm dünyaya hakim olabilmek için son kozlarını oynarken, işbirlikçi piyonları ve yandaşları da bu yıkıma her türlü katkıyı sağlayarak ateşe odun taşımaya devam etmektedirler. Bir koltuk, makam, para, servet, şan ve şöhret uğruna davasına ve Hak davanın liderine ihanet edenlerden tutunda, çok küçük dünyalık hevesler uğruna vatanına, milletine, bayrağına, milli ve manevi değerlerine zarar vermekten geri durmayan hainlere kadar hepsi Şeytan İsrail Siyonizminin hedefine ulaşma yolunda kullandığı kuklalardır. Dünya her geçen gün dahada karışmakta ve içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Başta Abd ve Rusya olmak üzere birçok batı ülkesinin karışması, Ortadoğuda belirsizliklerin ayyuka çıkması,Türkiyede iç siyasetin cadı kazanı gibi kaynamaya başlaması ve Saadet Partisinde çok başlılık nedeniyle karışıklığa doğru bir görüntünün ortaya çıkması göstermiştir ki, artık dünya sönmesi zor bir ateşin içerisinde ve alevler her tarafa sıçramış durumda. Ozaman bu ateş sarmalı alevleri söndürmenin tek yolu, Erbakan Hocamızında ifadeleri ile, “Milli Çözüme inanan bir Cumhurbaşkanın” biran evvel işbaşına geçmesi ve Milli Görüş, Milli Çözüm kadrolarının yönetime gelmeleriyle mümkün olacaktır.
Siyasi İrade ve DEVLET Mefhumu Farkı!.. Bu farkı anlamak kavramak İmanlarımızın canı hükmünde olan UMUTLARIMIZI ÜMİTLERİMİZİ DİRİ Tutmakta ve Yüreğimize Su Serpmekte!..
Makaleden görmekteyiz ki; SİSTEMİN KENDİSİ BOZUK OLDUĞUNDAN, sistemin devamlılığını yürütücülüğünü temsilciliğini veya görüntüdeki yönetici idareci kadroların da mayaları sisteme uygun şekilde olmakta… Evet bakıyorsunuz öyle kadrolar var ve öyle kimselere yetki makam mevki verilmiş ki istisnalar kaideyi bozmaz (o istisnalar devletin devamlılığı için önemli tabi); 5 vakit namazında niyazında halk tabiriyle İslamcı düşünüşe yani halkın milletin daha kolay aldatılabilinmesi için ve vatan millet sevdalısı gözüken kimseler belli etkin yerlere koltuklara oturtulmuş ki görüntüde bir karıncayı bile ezmekten korkan insanlar… Ama özleri yozlaştırılmış vaziyete getirilen kadrolar olunca ne doğruyu görebilmekteler ne de doğrunun hakim olması için doğruyu haykırabilmekteler… Bunca yozlaşmışlığa bunca sorumsuzluğa bunca haysiyet ve karakter yoksunluğuna rağmen şu paragrafta ifade edilen hakikatler :
[b]Bu tespit ve tahlillerimiz, herkesin anlaması için değil; Kur’an’ın “Ulül-elbâb” dediği, temiz akıl ve mümeyyiz (ayırt edici) mantık sahiplerinin, yani siyaset ve strateji bilenlerin kavraması içindi. Evet Erdoğan iktidarını, malum ve mel’un merkezler işbaşına getirmiş ve kendi Siyonist hedefleri istikametinde yönlendirmişlerdi. [u]Ama “DEVLET” ise bu tavizci ve teslimiyetçi gidişat altında, Milli plan ve projelerini yürütme becerisini de göstermişti. Ne var ki bu tarihi ve talihli neticelerde, Erdoğan ve ekibinin zerre kadar bilinçli bir gayeleri ve payeleri (övünç hisseleri) mevcut değildi. Ve elbette herkes niyetinin ve tıynetinin karşılığını görecekti. “Hayrül Makirin”, yani hile ve tuzak kuranların en hayırlısı ve sonunda mü’minleri kârlı çıkaranı olan Allah (CC), şerlileri ve şeytanileri de kendi hesabına kullanabilirdi…[/b][/u]
yüreğimize su serpmekte ve HERŞEYİN KONTROL ALTINDA OLDUĞU VE HASSATEN BU ÜLKENİN VE İNSANLIĞIN SAHİPSİZ OLMADIĞI GERÇEĞİNİ GÖSTERMEKTE…Şöyle internetten, kurum kuruluşlar hakkında partiler hakkında Sivil Toplum Kuruluşları olsun vakıflar dernekler olsun tarikatler cemaatler olsun gazeteler dergiler olsun tv ve radyo camiası olsun HAKSIZLIKLAR ADALETSİZLİKLER KÖTÜLÜKLER AHLAKSIZLIKLAR konusunda yüksek derecede yozlaşmışlık sessizlik hakim vaziyette. Ama bu sessizliği bozan gürültü çıkaran TEK BİR CENAH var ve TEK BİR CAMİA KALMIŞ VAZİYETTE … İşte o sessizliği bozan, tabiri caizse gürültü çıkarıp uyanmaya uyandırmaya vesile olmaya çalışan haksızlıklar karşısında dilsiz şeytan olmamak için HAYKIRAN ve İNSANLIĞIN SAADETİ İÇİN SİYONİZMİ YIKMAYA ve ADİL DÜZEN KURMAYA KARARLI TEK MİLLİ ÇÖZÜM VAR!…
[u][b]AL-İ İMRAN SURESİ 104. AYET[/b][/u]
İçinizden (insanları Hakka ve) hayra davet edecek, (ve bunun sonunda elde edecekleri devlet ve hükümet imkânlarıyla ma’rufu) iyilikleri emredip yürütecek ve (münkeri) kötülükleri de nehyedip önleyecek bir ümmet bulunsun. (Hizmet için bir liderin çevresinde organizeli bir teşkilat kurulsun.) İşte asıl kurtuluşa erecek olan bunlardır.
(www.mealikerim.com)
SİYONİST DİPLOMALI DİPLOMATLARIN ÇOK DİSİPLİNLİ DİPLOMASİSİ!
[b]Milli Çözüm, çok disiplinli Siyonist diplomasisinin dilini çözüyor![/b]
Siyonistler, Büyük İsrail hedefine hizmet edecek diplomatları belirlemiş ve çok disiplinli bir şekilde eğitmiş ve diplomalarını vermiştir.
Milli Çözüm, Türkiye’yi Büyük İsrail’in bir vilayeti yapacak Siyonist Stratejiye hizmetkârlık yapan Siyonist yetiştirmesi diplomatları deşifre etmektedir.
Siyonistler, Siyonist diplomasiyi yürütecek diplomatlara ve siyasilere ihtiyaç duyacakları bilgileri üretmeyi ve üretilen Siyonist bilgileri sorun çözücü formüller halinde sunmak ve mevcut en iyi bilgilere dayalı kararlar almasına yardımcı olmak için Strateji Araştırma (!) kuruluşları kurmuşlardır.
Milli Çözüm, Siyonist Strateji gereği Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini düzeltmek için Siyonist İsrail’le normalleşme girişimlerinin gerçek amacını göstermekte ve bu sinsi senaryoda rol üstlenen işbirlikçi politikacıları ve hain diplomatları deşifre etmektedir.
Milli Çözüm, Siyonist Strateji gereği iktidarın da muhalefetin de sağın da solun da, yerlisinin(!) de yabancısının da aslında aynı Siyonist Senaryoda rol alıp figüranlık yaptıklarını, sözde muhalefete iktidarların işbirlikçi politikalarına meşruiyet kazandırmak için rol verildiğini ve bu rolün gereğini yaptıklarını gözler önüne sermekte ve oyunu bozmaktadır!
Zalimin Düzeni Yıkılacak !
Âl-i İmran 119
(Ey mü’minler!) Sizler, işte böylesiniz; (hâlâ) onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler (üstelik düşmandırlar). Siz Kitabın tümüne inanırsınız, onlar (münafıklar ise sadece) sizinle karşılaştıklarında “inandık” derler (ama Kur’an’ın bazı şeriat hükümlerini inkâr ve itiraz ederler), kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: “Kin ve öfkenizle geberin!” Şüphesiz Allah, gönüllerin özünde saklı duranı Bilendir.
Yapılan yaptırımları ve haksızlıkları kınıyoruz…
İslâm alemine , müslümanlara ve tüm insanlığa yapılan zulümlerin ahı inşaAllah en yakın zamanda zalimleri bulsun! Onlara yardım eden işbirlikçi münafık larda hakettikleti rezilliklere dücar olsunlar inşaAllah…