SİYONİZM'İN 2023 PLANLARI
VE
İKTİDARIN İFLAS PALAVRALARI
Emekli General Özgür Tör çok önemli uyarılar yapmıştı:
“Fransa ve Yunanistan arasındaki savunma anlaşması ve ABD’nin bizim sınırımıza yakın bölgelerde üsler kurması, Türkiye’ye karşı bir saldırı hazırlığı olarak okunmalıdır. Ve aynı güçler, İsrail’in güvenliği için Irak ve Suriye’de Türkiye’nin işini zorlaştırma çabasındadır. Yani hem Trakya’dan, hem Kıbrıs’tan hem de Suriye ve Irak’tan Türkiye kuşatılmaya başlanmıştır. Karadeniz’in karıştırılması da bu amaçladır!”
Siyonizm’in “Dijital Para” Planları!
Siyonist sermayenin güdümündeki Dünya Ekonomik Forumu Davos, Haziran 2023 sonu Çin’de toplanmıştı. Merkez Bankalarının dijital para üretmesi ve son kullanma tarihi getirerek vatandaşın birikim yapmasının engellenmesine yönelik küreselci plan tartışılmıştı. Daha önce “iklim krizine” karşı insanlara “et yerine böcek yeme” programını öneren Davos, bu defa hükümetlere; kontrolü tamamen Siyonistlerin elinde olan dijital para birimini dayatmıştı. Çin’in ticaret, finans ve liman şehri Tianjing’te toplanan Dünya Ekonomik Forumu (WEF), Merkez Bankalarının üreteceği ve her adımını izleyip kontrol edeceği bir dijital para birimi planını gündeme taşımıştı.
ABD New York’ta yer alan Cornell Üniversitesi profesörü Eswar Prasad, “Fiziksel para birimi ortadan kaybolacak” diye başladığı konuşmasında şunları aktarmıştı: “Hükümetler bu para birimine son kullanma tarihi ekleyebilir. Kimileri için bu iyi, kimileri için karanlık bir dünya anlamına gelecek bu uygulamada hükümetler neyin satın alınıp alınmayacağına da karar verebilir. Örneğin bu para birimiyle mermi, uyuşturucu ve porno alınması engellenebilir.”
Ancak bu öneriye göre; “şahıslara ait dijital para birimlerinin, her türlü satın alma yetkisinin engellenebileceği” de vurgulanmıştı. Örneğin Kanada’da, geçen yıl Başbakan Justin Trudeau’yu protesto eden kamyoncuların ve işçilerin banka hesaplarını dondurmuşlardı. Hükümet kontrolündeki dijital para birimi uygulaması ile bu kişilerin hiçbir şekilde harcama yapamaması gibi uygulamalar da tamamen hükümetlerin takdirinde olacaktı.
Amaç; Vatandaşın Birikim Yapmasına Engel Olmaktı!
Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Klaus Schwab’ın tezine göre “İnsanlar hiçbir şeye sahip olmamalı ve bu şekilde ‘mutlu’ olmaya alışmalıydı!?” Schwab’ın küreselci planı uyarınca insanlar hiçbir şey satın alacak ekonomik güçte olmamalıydı. Bunun yerine her şeyde abonelik ve kiralama sistemi uygulanmalıydı. Bu ekonomik düzende vatandaş yani toplumun yüzde 99’u hiçbir şeye sahip olamazken, yüzde 1’i ise her şeyin sahibi olacaktı! Özetle; tüm insanlık, Siyonist Yahudi patronların kölesi yapılacaktı. Evler, arabalar ve hatta elektronik aletler dahi abonelik sistemi ile kullanılacaktı. Bunların sahibi olan dev Siyonist şirketler, kendi kuralları uyarınca diledikleri kişiyi barınma hakkından dahi mahrum bırakacaklardı.
Klaus Schwab’ın bu küreselci planına hizmet edecek dijital para birimi uygulamasında özellikle “son kullanma tarihi olan para” önerisi enteresandı. Vatandaşın son kullanma tarihi bitmeden parayı harcaması gerekecek ve bu sayede hiçbir şekilde birikim yapamayan insanlar, Klaus Schwab’ın deyimiyle “hiçbir şeye sahip” olamayacaklardı. Böylece çağdaş ve demokratik kölelik devri başlayacaktı. Ev, araba, cep telefonu ve hatta kıyafet sahibi bile olamayacak insanlar, tamamen dev şirketlerin insafına kalacaktı.
2022 Yılında IMF de Aynı Şeyi Açıklamıştı!
Uluslararası Para Fonu (IMF) Yürütme İşleri Müdür Yardımcısı Bo Li, 2022 yılında yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullanmıştı: “Dijital para birimleri için Merkez Bankalarına ve özel bankalara programlama yetkisi tanıyacaktı. Böylece, akıllı sözleşmeler üreterek paranın ne şekilde ve nasıl kullanılabileceği ve hatta kimlerin bu paraya sahip olabileceği kolayca ayarlanacaktı.”
Bugün İsveç’te birçok işletmede “nakit para kabul etmiyoruz” uygulaması başlamıştı. Hollanda’da ise bankalara 100 euro ve üstü para yatırmaların tamamının banka tarafından incelemeye alınmasına ve kolluk güçlerine bilgi aktarılmasına dair bir yasa tasarısı hazırlanmıştı. Güya, “Suç ve kara para aklama ile mücadele” edildiği iddia edilen uygulamaya göre; 100 euro ve üstü para yatırılması durumunda bu nakit paranın kaynağını sorgulama hakkı hükümete veriliyordu. Bankaların da hükümetin talimatına uyarak gerekli bilgileri yetkili mercilerle paylaşması gerekiyordu.
Kredi kartı, QR kod ve dijital para ile harcamalar yapılınca, Siyonist merkezlerin güdümündeki hükümetlerin adım adım her şeyleri takibe alınacak, özel küresel firmaların her türlü harcamadan haberi olacaktı. Böylece Siyonist Yahudilerin Tek Dünya Hâkimiyeti başlamış olacaktı.
Siyonizm’in Şeytanlıkları!
Günümüzde dünya kaynaklarını kontrol altında tutan küresel odaklar, ekolojik dengeyi bile isteye kendileri bozuyor ve bütün canlıların hak sahibi olduğu yerküreyi yaşanmaz hale getiriyordu. Savaşların, işgal olaylarının ve katliamların açtığı yaraları sarmaya çalışırken, yaşadığımız krize her gün bir yenisi daha ekleniyor ve insanlık kendisini bir girdabın içinde buluyordu. Şu günlerde gündemi işgal eden iklim krizi yeni bir tehlikenin sinyalini veriyor ve ne yazık ki bu sorunları üretenler bir de çözüm vaat etmeye kalkıyordu…
Toprak çatlıyor, yağmuru bereket olarak tanımlayan halklar başlarını göklere çevirmiş yeryüzüne düşecek rahmeti bekliyordu. Su kaynakları kuruyor ve bilim insanları yakın tarihte kuraklığın, susuzluğun, orman yangınlarının, kasırgaların ortaya çıkacağını ve birçok insanın kuraklık nedeniyle yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalacağını söylüyordu. Sanayi Devrimi ile başlayan iklimsel değişim, yavaş yavaş ilerleyerek hayatımızı tehdit eder noktaya dayanmış bulunuyordu. Ve bugünlerde hemen herkes bu tehlike ile nasıl başa çıkılabileceğini tartışıyordu.
Bütün canlıların hak sahibi olduğu kaynaklar hızla ve hoyratça tükenmeye yüz tutarken, küresel çeteler bunu bir araç olarak kullanıp, yeni dünya hayallerini hayata geçirmeye çalışıyordu. Paris İklim Zirvesi, mazlum halkların kaynakları ile servet edinmiş olan ülkelerin, iklim değişikliğinden etkilenen yoksul ülkelere transfer ve kapasite geliştirme imkânı sağlamayı öngörüyordu. Kurtarıcı bir el gibi lanse edilen iklim anlaşmaları, ne yazık ki doğayı korumak ve canlandırmak gibi hedefler taşımıyor, aksine tasarlanan yeni dünya kavramlarının güncellenmesini ve yapay et projesinin hayata geçirilmesini hedefliyordu. Hâkim Siyonist sistem benzinli araçlardan elektrikle çalışan araçlara geçilmesini gündeme taşıyor ve iklimden etkilenmeyecek bir dünya hayalinden bahsediliyordu.
Yani küresel organizasyon; varlığını, sömürmek ve tahrip etmek üzerine konumlandırıyordu. Aile kurumunu zayıflatmak ve bireyleri kolayca etki altına alabilmek için, eşcinsellik ve porno filmleri, sanal ve ahlâksız mutluluklar vaat ediyordu. Beşinci kol faaliyetler, işbirlikçi yerli ajanlar ve sivil kuruluşlarla birlikte hareket edip toplumların beyinlerini uyuşturuyordu. Siyonist sistem, kaynaklarını sömürdüğü toplumları hem içeriden hem dışarıdan kontrol ediyor ve sosyal medya araçları ile onların zihinlerini şekillendiriyordu.
Artık sorumluluğunun bilincinde olan yöneticilerin ve sesini yükseltebilecek iradeye sahip olan tüm şahsiyetlerin bu esarete karşı çıkmalarını ve Allah’ın koyduğu düzeni içeriden ve dışarıdan yıkmaya çalışan bu Siyonist çeteye dur demelerini bekliyoruz. Bunun için rahmetli Erbakan Hocamın vurguladığı; İslam Birliği’nin güçlendirilmesi ve harekete dönüştürülmesi gerekiyordu. Yoksa bu girdaptan kurtulma şansımız giderek tükeniyordu.[1]
Yeni Kamplaşma ve Kutuplaşma Hesapları, 3. Dünya Savaşı Hazırlığı mıydı?
2023 Temmuz’unda 31 müttefik NATO üyesi, 90 maddelik bir sonuç bildirisi yayımlamıştı. Aslında tırnak içinde “öneri” ya da daha kaba tabirle “tehdit”ler sıralamıştı. Hedefe Rusya, İran, Çin ve Kuzey Kore’yi koymuşlardı. Ülkeler elbette çıkarlarına göre hareket etmek arzusundaydı. ABD’nin veya İngiltere’nin böyle bir tavır alması doğal akışta çok da eğreti durmayacaktı. Ancak ABD’nin dünyanın herhangi bir noktasındaki herhangi bir ülkesine savaş açması, daha doğrusu o bölgeye “Demokrasi taşıması!?” maalesef aynı derecede tepki almamaktaydı.
Aslında Ukrayna’da savaş kilitlenmiş durumdaydı; ne Rusya ne Ukrayna kesin bir üstünlük sağlayamamıştı. Bu haliyle Ukrayna 2’nci bir Afganistan olma yolundaydı. Daha doğrusu, zaten Siyonist odaklar böyle bir sonucu planlamışlardı ve tüm tarafları avuçlarına almayı istiyorlardı. Ukrayna’ya sağlanan İDA’lar (İnsansız Deniz Araçları) da Batılıların ve Siyonist odakların bu horoz dövüşünün devamından yana olduklarını ortaya koymaktaydı. Yani Siyonist ve emperyalist merkezlerin, on binlerce sivil ve masum insanların hayatına kıyılmasından, binaların, fabrikaların ve okulların yakılıp yıkılmasından dolayı hiçbir vicdani duyguları ve duyarlılıkları kalmamıştı.
Litvanya’nın başkenti Vilnius’taki zirvenin ardından yapılan 90 maddelik sonuç bildirisinde elbette birçok detay vardı. Bunlardan ilki; Türkiye’nin yaktığı yeşil ışıkla İsveç’in, ittifakın 32’nci üyesi olmasının önünün açılmasıydı. Finlandiya’nın üyeliğinden duyulan memnuniyet ve savunma sistemlerinin entegrasyonuna kadar birçok ifade de bu bildiride yer almıştı. Zirvenin ana teması; “NATO’nun yeni tehditlere karşı savunma planlaması” olarak öne çıkmaktaydı. Bir diğer önemli özellik ise; NATO üyesi olmayan Japonya, Kore Cumhuriyeti, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerin de zirveye katılmasıydı! Bu durum, hep ve daimi düşman sayılan Rusya‘nın yanına Çin‘in de artık yüksek sesle konulduğunun önemli bir adımıydı. Pasifik’te gücünü korumak ve arttırmak isteyen ABD, bu adımlarını artık NATO şemsiyesi altında atmaya başlamıştı. Çünkü bu ülkelere ABD’nin doğrudan bir güvenlik garantisi söz konusu olmaktaydı. Bu, Pasifik’teki çekişmeye karşı ABD’nin NATO üzerinden Çin’e vermek istediği bir mesaj olarak da okunmalıydı. Bu şemsiye altında olmanın önemini son zirveyle yeniden hatırlayan bir ülke daha vardı. Daha önce “beyin ölümü gerçekleşti” dediği NATO’ya sıkı sıkı sarılmayı tercih eden Fransa Cumhurbaşkanı Macron da oradaydı.
Hatırlayacaksınız; Çin’e yaptığı ziyaret sırasında; Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile fotoğraf çekiminde elini cebine koyan Macron, protokol şefi tarafından uyarılmıştı. Vücut dilinin her şey olduğu günümüzde, protokolde eli cebe koymak, bir üstünlük aracı olarak kullanılmaktaydı, bu yüzden Macron’un bu hareketi hoş karşılanmamıştı. Son NATO zirvesine Pasifik’ten gelen ülkeler de eklenince Çin’e karşı duruş netlik kazanmıştı. Aynı şekilde Rusya da zirveden payına düşeni almıştı. Sovyet nüfuz bölgesi olarak tanımlanan Bosna Hersek, Moldova ve Gürcistan’ın da zirveye çağrılması, Rusya’ya karşı açıktan bir meydan okumaydı. Hatırlarsınız, Ukrayna-Rusya savaşının nedenlerinden biri de, NATO’nun coğrafi genişleme talebi ve Ukrayna’nın da bu talebe uygun hareket etmesi olarak gösterilmişti. Son yapılan hamle ile Rusya’nın büyük kaygı duyduğu bu adım, yeniden gündeme getirilmişti. Her saldırı topla, tüfekle olacak değil elbette. Bu da ciddi bir iletişim saldırısı olarak kayda geçmişti. NATO’nun, tehdit algısı olarak yaptığı açıklama, Rusya’yı tarif ediyor gibiydi. Elbette Rusya’ya destek veren Belarus ve İran da bu açıklamaların hedefindeydi. NATO, Ukrayna’ya verilen destek ile Rusya’nın yıpratılmasını ve politik olarak bir değişimin önünü açmak niyetindeydi. Bir diğer talebin muhatabı olan İran’dan balistik füze faaliyetlerinin durdurulması istendi. Bu tavır yeni ve bilinmedik değildi. Yıllardır devam eden çalışmalar, uzun yıllardır özellikle ABD’nin önemli gündemlerinden biriydi. Yapılan incelemeler, atılan adımlar hatta İran’ın ekonomisine yönelik sert politikalar da bu ilerleyişi henüz durdurmaya yetmemişti. Dünyada birçok ülkede ya nükleer silah ya da nükleer silah olma ihtimali vardı. Peki bu kadar ülkede varken hedefe neden İran ve Kuzey Kore oturtuluyordu? Aslında bu teknolojiye ulaşmak resmen yasak değildi, ama bu yasak kim olduğunuzla doğrudan ilişkiliydi. Mesela nükleer başlıkları yasaklayan anlaşmalar sürekli dünya gündemindedir; fakat bu anlaşmanın tarafları sayılacak 9 ülkenin, istedikleri takdirde çekilme yetkileri de vardır.
ABD ve Rusya arasında yapılan nükleer silahsızlanma anlaşması, iki ülkenin çekilmesiyle son bulmuştu. Maalesef, demek ki kuralı belirleyen olunca, bu kurallara uymama hakkınız da oluyordu… Mesela nükleer üreten ilk ülkelerden biri değilseniz, gördüğünüz gibi bu silahı üretmeniz, yine bu silaha sahip ülkelerce engellenmek isteniyordu. Kendi aralarında uzlaştıkları maddelere uymuyorlar ama yine de “siz bu silaha erişmeyin” diyorlardı. Dünya üzerinde yaptırım gücü en kuvvetli kurum Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi biliniyordu. Öyle ki bu kurumun işgal etme yetkisi dahi vardı. 5 daimi üyesi yine nükleer sahibi olan ABD, Rusya, Çin, Fransa ve Birleşik Krallık’tı. Hem bölgesel dengeler hem de küresel gücün devamlılığı için İran ve Kuzey Kore’nin nükleere erişiminin engellenme amacı, Siyonizm’in dünya hâkimiyetini koruma çabasıydı. İran ve Kuzey Kore birçok anlaşmaya hem taraf yapılıyor hem de peşi sıra gelen yaptırımlara maruz bırakılıyordu. Ama buna rağmen nükleerin caydırıcı gücü karşısında bu adımlardan geri durmadıkları anlaşılıyordu. Aslında olumlu ve onurlu bir sonuca varması için öncelikle uluslararası hukukun tüm ülkeler için ortak işlemesi gerekiyordu. Kuralları belirleyicilerin kurallardan muaf tutulması; dünyanın geleceği için nükleer bombaların ne kadar tehlikeli olduğuna ilişkin yapılan yorumların boş ve tutarsız olduğunu gösteriyordu. Rusya-Ukrayna savaşında, Rusya’nın nükleer gücünü her seferinde ortaya atması ve ABD’nin karşılık veririz çıkışları, danışıklı dövüşü hatırlatıyordu.
Çünkü, dünyadaki nükleer silahların yaklaşık olarak %90’ı ABD ve Rusya’ya ait olduğu biliniyordu. İsrail’in yüzlerce nükleer başlıklı füze rampaları ise özenle gizleniyordu. Birleşmiş Milletler dahil, nükleer ile mücadele kapsamında atılan her adımın boşa çıktığı bir döneme doğru hızla yaklaşılıyordu. Bu kapsamda yazılan birçok rapor, gelecek yıllarda savaş başlıklarının artacağı yönünde ortak bir kanaat oluşturuyordu. Yani Kuzey Kore ve İran’a yönelik sert tepkiler bu ülkeleri durduramayacağı gibi “silah üretmeyin” temennisinde bulunanlar da nükleer güçlerini artırmaya devam ediyordu. Askeri kapasitenin zirvesi olarak belirlenen nükleer güce yatırımlar on yıllardır sürerken kullanılmamasının altında yatan motivasyon; biri kullanırsa diğeri de kullanır mantığına dayanıyordu.
NATO, Çin’e güvenliği bozmaması ve çıkarlarına meydan okumaması yönünde telkinde bulunuyordu. Ucuz işgücünü avantaj olarak kullanan Çin, kendini merkezi bir üsse çevirmeyi başarıyordu. Avrupa başta olmak üzere yeni yollarla pazara ulaşmayı da lehine çeviren ÇİN, dünyadaki dengelerin değişmesine neden oluyordu. Küresel kutuplaşma, küresel güvenliğin dönüşmesine de yol açarken Çin, Asya-Pasifik bölgesi başta olmak üzere hem ekonomik hem de askeri gücünü artırmaya devam ediyordu. Hal böyle olunca Çin de bildiride kendine yer buluyor, NATO’nun dolaylı hedefi konumuna taşınıyordu. Çin’in politikalarının NATO’nun çıkarlarına, güvenliğine ve değerlerine zorluk çıkardığının altı çiziliyordu. Ayrıca Rusya ve Çin arasında stratejik ortaklık da yine dikkati çeken kısımlardan birini oluşturuyordu. Birleşmiş Milletler daimi üyesi olan Çin’den, Ukrayna’da devam eden savaşta Rusya’yı kınaması ve silah desteği vermemesi isteniyordu. Aynı talep İran için de yapılıyordu. NATO bildirisinin arka planında “Çin bizim düşmanımız değil” mesajı yatarken bir yandan da ABD’nin aksine Avrupa ülkelerinin, Çin’le iyi ilişkilerini, iş birliğini ve ticari faaliyetlerini sürdürmek istediğinden duyulan rahatsızlık sırıtıyordu. Kuzey Kore’nin de Rusya’ya “tam destek ve dayanışma” verdiğini bildiğimizden hedefe oturtulan ülkeler bizi şaşırtmıyordu. Caydırıcılık kavramı kapsamında Soğuk Savaş döneminde uluslararası barış ve güvenliğin teminatı olarak görülen nükleer silahların, günümüzde de bu bağlamda kullanıldığı sanılıyordu. ABD’ye rağmen nükleer silah denemeleri ve nükleer programları yapan Kuzey Kore ve İran, kontrol altına alınmaya çalışılıyordu. Mevcut nükleer yayılma rejiminin dışında kalan Pakistan, Hindistan ve İsrail gibi devletlerin ortaya koyduğu zorluklar da tartışılıyordu. Nükleer yayılma sorunu, Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası güvenlikle ilgili en önemli gündem başlıklarından biri olarak güncelliğini korusa da atılan adımlar ve tehditlerle bir sonuca varılamadığı görülüyordu. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından ABD’nin Ortadoğu politikasındaki en önemli hedeflerden biri haline gelen İran, Clinton yönetimi tarafından “haydut devletler” arasında sayılıyor, Bush yönetimi tarafından ise “şer ekseni” ülkeleri arasında gösteriliyordu. Tüm bunların nedeni, nükleer tehlikenin onların kontrolünün dışında gelişmesi oluyordu. Uzun süredir dile getirilen fakat aslında aşina olduğumuz bir terim söz konusuydu ve ”Yeni Soğuk Savaş dönemi” başlıyordu. Bu, Rusya ve Çin’in liderliğinde bir blok ile, ABD ve NATO tarafının bir blok haline geldiği bir senaryoydu. Jeopolitik güçler arasında yeniden siyasi ve askeri gerginliğin üst düzeye çıkmasını NATO bildirisiyle yeniden hissettiğimiz günler yaşanıyordu. Yakın gelecekte nükleer güçlerin daha da artması, ekonomik zorluklar ve ülkeler arası çatışmaların yoğunlaşacağı bir döneme hızla yaklaşıyordu. Bakınız, bugünlerde sinemalarda bir film gösterime giriyordu, adı Oppenheimer. Amerikalı teorik fizikçi ve atom bombasının babası Robert Oppenheimer’ın biyografisini anlatıyordu. Bu şahıs, hem atom bombasını üreten hem de bu bombayı yapmanın ahlâki değerlerine dokunduğunu söyleyen biri oluyordu. Hatta pişman olduğunu söylediği açıklamaları dahi vardı. Fakat çok ince bir ayrıntı dikkatlerden kaçmıyordu, Oppenheimer bu yaptığından dolayı hiçbir zaman özür dilemiyordu. Bunun altında yatan motivasyonun ise “milyonlarca insanın ölümünün önüne geçtiğine inanıyor” olması gösteriliyordu. Bu, bazılarına biraz saçma geliyordu. Evet, Japonya’ya atılan bombalarla yaklaşık 500 bin kişi hayatını kaybediyordu fakat atom bombasının kullanılmasıyla İkinci Dünya Savaşı da sona eriyor ve böylece milyonlarca insanın ölümüne engel olunuyordu. İşte Siyonist ve emperyalist zulümlere böyle kılıflar uyduruluyordu. Yani güzel bir dünya için Japonya’ya atom bombası atılması gerektiğine inanmış bir bilim adamı rolüyle karşımıza çıkıyordu!?[2]
Yazar tarafından fark edilmese veya gündeme taşıma cesareti gösterilmese de, Siyonist ve Emperyalist odaklar, dünya hâkimiyetlerini pekiştirmek ve tüm rakip ülkeleri sindirmek üzere, 3. Dünya Savaşı’nın altyapısını oluşturmaya yoğunlaşmışlardı. Çünkü, aslında ÇİN ve RUSYA da bu Siyonist-Emperyalist tezgâhın parçalarıydı. Yeni bir savaş, kontrolden çıkmaya başlayan dünya dengelerini tekrar Siyonizm’in güdümüne sokacaktı.
İşte bu şahsi ve tehlikeli 3. Dünya Savaşı hazırlıklarının kendileri açısından başarılı sonuçlara ulaşması için; Afrika, Asya ve Ortadoğu’da Osmanlı hatırasını istismar ederek kahramanlık rolü oynayacak… Ara sıra Amerika ve Rusya’ya da kof çıkışlar yapacak bir kahramana ihtiyaç vardı… Ve tabi bunun için Sn. Erdoğan’dan iyisini bulamazlardı!?
Osmanlı belgelerinde Rothschild ailesine dair kayıtlar!
Rothschild ailesinin hedefi; hızlı şekilde servet sahibi olmak, bu serveti aile içinde dağıtmak ve harcamak; dinen ve ruhen Yahudi olarak kalmaktır. On sekizinci yüzyılda tefecilikle zengin olan Yahudi Mayer Amschel, işlerini aile dışında hiç kimseye emanet etmeyerek beş oğlunu işlerinin başına geçirdi. Yahudi şeriatında Yahudi olmayanlardan faiz almak caizdi. Bu beş kardeşten Nathan Londra’da, James Paris’te, Amschel Frankfurt’ta, Salomon Viyana’da ve en küçükleri Napoli’de iş yapmaya başlamıştır ve hayret, o ülkelerin Merkez Bankalarının başına taşınmışlardır!? Yabancıları içerisine almayan ailede evliliklerin çoğu kuzenler arasında yapılmıştır. 1800’lerin ilk yarısında Rothschild ailesi, Avusturya ve Paris’teki ilk demiryolunu inşa etmiş, Napolyon’a, Danimarka’ya, Brezilya’ya ve İngiltere’ye borç vermeye başlamışlardır.
Rothschildler’in Osmanlı Devleti ile ilk teması Yunan devletinin kuruluşu ve Yunanistan tarafından ödenecek olan tazminatla alâkalıdır. Yunanistan Osmanlı’ya ödeyeceği tazminatı yüzde 5 faizle Rothschildler’den borç almıştır. O dönemde mali açıdan zor yıllar yaşayan Osmanlı Devleti daha öncesinden aldığı borçları ödeyememiş ve bu tazminatın mahsubu gündeme taşınmıştır. Rothschildler’den borç alınması Tanzimatçı Mustafa Reşit Paşa’nın öncülüğünde 1855 yılına rastlamaktadır. Rothschild ailesi, İngiltere hazinesinin tüm emisyonlarını üstlenmesi ve 1853’te Kırım Savaşı’nı finanse etmesi nedeniyle, Osmanlı’yı avucuna alan İttihatçı Mason bürokratlar arasında muteber bir banker sayılmışlardır.
Osmanlı Devleti’nin Mali Kontrolü Yahut Yahudi Rothschildler’in Faizli Borçları!
Yukarıda da belirttiğim gibi Rothschildler’den büyük miktarlı ilk borç Kırım Savaşı devam ederken alınmıştı. Bundan önce 1850 yıllarında Fransa’daki bankerlerle görüşmeler yapılmış ve borç almak (devlet tahvili çıkarmak) üzere bir mukavele imzalanmıştı. İttihatçılarca imzalanan mukavele Padişah tarafından tasdik olunmamış ve sonucunda Osmanlı devleti tazminata mahkûm bırakılmıştır. Osmanlı Devleti’ni yöneten İttihatçılar, mukavelenin feshinden dolayı Avrupa’da itibar kaybetmek istemediğinden imzacı bankerlere hızlıca ödeme yapmaya başlamıştır. Tazminatın tamamı zamanında ödenememiş, geciken kısım için ise Rothschild ailesinden borç para alınmıştır. Devlet maliyesinin kaos içerisinde olduğu bu dönemdeki kötü yönetim Ahmet Cevdet Paşa’ya göre bilgili ve yetişmiş maliyeci yokluğundan kaynaklanmıştır, yani Tanzimatçı ve İttihatçı Masonların beceriksizlik ve uyumsuzluklarından…
1854 yılından sonra Osmanlı Devleti 220 milyon sterlin borçlanmış, karşılığında ise kasasına sadece 116 milyon sterlin alınmıştır. Yani borcun faizi olan 104 milyon sterlin peşinen kesilip alınmıştır. Mali iflastan sonra Padişah Abdülaziz’in tahttan indirildiğini ve sonrasında Feriye Sarayı’nda ölü bulunduğunu biliyoruz. Yerine geçen 5. Murat tahtta çok kısa kalabilmiş, onun da yerine II. Abdülhamid tahta çıkmış, hemen ardından Meşrutiyet ilan edilmiştir. İflasın ardından Rothschildler’le Osmanlı Devleti arasında borçlar konusunda önemli bir sorun yaşanmamıştı. Bu borçlar İngiltere ve Fransa’nın kefaletleri altındaydı! Rothschildler’in Osmanlı Devleti’ne borç veren diğer bankerlerden farklı yanı, her şeyi hesap etmeleri ve öngörülerinin doğru çıkmış olmasıydı!? Çünkü, maalesef Osmanlı ve Avrupa piyasaları onların denetimleri altındaydı.
1879 yılına gelindiğinde Osmanlı’da artık borçlar aynen şimdiki Erdoğan iktidarları gibi borçlarla ödenir hale geldiğinden sermayedarlar ile hükümet arasındaki anlaşma sonucu hükümetin 6 kalem geliri Dış alacaklılara devredilmiş, Duyun-u Umumiye (Genel Borçlar) dönemi yaşanmış, 1886 ile 1908 arasında 19 kez daha borçlanmaya gidilmiş ve İkinci Meşrutiyet’ten sonra da 8 kez dış borçlanmaya mecbur kalınmıştır. Osmanlı Devleti’nden intikal eden bu borçlar ancak Cumhuriyet döneminde ödenip kapatılmıştır.
Sultan Abdülhamid, Rothschildler ve Filistin Toprakları!
Rothschildler dini bütün Yahudi kılıflı Siyonist ve Kabbalist bir aile olarak her zaman Filistin’e özel ilgi duymuşlardır. Ailenin Fransız üyesi Baron Edmond James de Rothschild ziraata çok önem vermiş ve bazı Yahudilerin zirai eğitim alarak uzmanlaşmalarını sağlamıştır. Filistin bölgesindeki birçok bataklık kurutulmuş ve tarıma açılmıştır. Baron öldüğünde 30 yerleşim biriminde 500 bin dönümden fazla arazisi vardı. İsrail’in ilk Başbakanı David Ben-Gurion bir konuşmasında; “Kimse ondan daha fazla İsrail’e hizmet etmemiştir” diye şükranla anmıştır. Bir diğer ilginç bağlantı; Rusya’da Yahudilere uygulanan baskıların başlangıcı ile Rothschild ailesi adına Filistin’de toprak satın alımı aynı tarihlerde yaşanmıştır. 1880’lerin ortasında Filistin’de toprak satışlarından ve bina yapımından endişe duyan II. Abdülhamid bu işlemleri yasaklamıştır. 1890’larda ise artık Museviler Osmanlı tebaasına geçiş için müracaatlara başlamış, yasaklara rağmen rüşvet, hile ve kayırma ile bunların sürdüğü kayıtlardan anlaşılmıştır.
Artık uluslararası bir sorun haline gelmeye başlayan Musevilerin Filistin’e yerleşmesi 1893 yılında Babıali Meclisi’nde tartışılmıştır. Fakat Kudüs mutasarrıfı İbrahim Hakkı Paşa’nın “muhacir Musevilerin ileride sorun olacağına” dair öngörüsü Babıali’deki İttihat ve Terakki iktidarınca dikkate alınmamıştır. Bu tehlike; ‘Gerekli tedbirler alınmaktadır’ şeklinde bir cevapla geçiştirilmeye çalışılmıştır. Fakat yapılan yazışma ve müzakerelerde, aslında Filistin ve Suriye’de birçok şeyin artık idarecilerin kontrolünde olmadığı anlaşılmıştır. Böylelikle bölgeye gelen muhacir Musevi sayısı 40 bine dayanmıştır. Belgeler göstermektedir ki merkezden gelen emirlere rağmen Rothschild başta olmak üzere Yahudilere arazi satışının yapılması hiç aksamamıştır. Bunda en büyük etken, bahşiş adı altındaki rüşvet kavramıdır. Üstelik İttihatçı masonların bütün bu haksızlık ve ahlâksızlıklarının suçu, tüm yetkileri budanmış olan padişahların üzerine atılmıştır. Bu göç akınının sebebi ise, o gün Yahudilerin yaşadığı Batılı ülkelerde hor görülmesi ve diğer Batılı ülkelerce zaten yerleşmelerine imkân verilmemesi sayılmıştır. Dönemin güçlü devletleri İtalya, Almanya, Fransa, Rusya ve İngiltere; Yahudilerin Filistin’de iskânı konusunda iş birliği yapmışlardı ve destek vermeye devam ediyorlardı. Bundan güç alan Yahudiler Müslüman halkı bezdirecek davranışlarda bulunuyorlardı. Müslüman halkın bu şikâyetlerine karşılık Yahudiler de karşı şikâyetlerde bulunuyor ve ortam daha da geriliyordu. Asıl maksat ise Siyonist İsrail’i kurmak ve Dünya Hâkimiyeti yolunu açmaktı.
Ve nihayet 1908 yılına gelindiğinde 1876 yılına kıyasla Filistin’de yaşayan Yahudi nüfus 80 binden fazladır. Baron Rothschild ise kurduğu 40 yerleşim yerinde ‘Yishuv’un Babası’ (Kutsal Topraklar’ın yerel sakini olan Yahudilere Yishuv denilmektedir; Rothschild’e de bunların hamisi manasına ‘Yishuv’un babası’ denilmiştir) unvanını almaya hak kazanmıştır.
İttihatçıların Tavrı, Filistin ve Rothschild Ahtapotunun Kolları!
İkinci Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra Meclis Reisi Ahmet Rıza, hahambaşı vasıtasıyla JCA ve Baron Rothschild ile ilişki kurmak için çırpınmaktadır. II. Abdülhamid’in 1909’da tahttan indirilmesinden sonra Filistin politikası değişmiş ve Rothschild ailesi yeniden arazi alımları için girişimlere başlamıştır. Hatta Sultan’a ait araziler bile artık Rothschildler’e bırakılmaktadır.
1917 yılında İngiliz ordusu Filistin’de ilerlerken İngiliz hükümetince onaylanan ve Dışişleri Bakanlığınca Rothschild’e yazılan mektupta “Majestelerinin hükümeti, Filistin’de Museviler için bir milli yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır” yazılıdır. Bu belge ile Yahudi devletinin hayata geçirilmesinin ilk adımı atılmıştır. Rothschild ailesinin kontrolündeki hareket, Siyonist Theodor Herzl ve Haim Wiezma’nın sert politikalarından uzak, sabır ve uygun zamanda doğru yerde bulunma ilkesine göre yürütülmüştür. Böylece Musevi nüfus Araplara göre yüzde 10 oranında olmasına rağmen Yahudiler Filistin’de devlet kurmak için icazetlerini almışlardır.
Rothschildler’le Diğer İlişkiler ve Osmanlı’da Rothschild İmajı
1838 yılında yapılan ticaret anlaşmasıyla Osmanlı, Avrupa sermayesine açılmış ve Batılı tüccarlar Osmanlı ekonomik alanına nüfuz etmeye başlamışlardır. Rothschildler de bundan geri durmamıştır. Aile, Osmanlı ülkesinde çıkarılan bakır, kurşun ve diğer madenleri işletmek ve ihraç için teklifler sunmuşlardır. Tüm bunlar olurken Rothschild ailesi fertleri Osmanlı’yı yöneten İttihatçı Masonlar tarafından çeşitli nişanlara, madalyalara ve hediyelere layık bulunmuşlardır. 1854 yılında ilk nişan Padişah Abdülmecid dönemine rastlamaktadır. Bu tarihten itibaren Sultan Abdülaziz ve Sultan II. Abdülhamid döneminde ve tabi İttihat ve Terakki Masonları marifetiyle Rothschildler’e iltifatlar yoğunlaşmıştır.
Artık anlıyoruz ki, Osmanlı Devleti Tanzimatçı ve İttihatçı Masonlar eliyle 1854’ten yıkılışına kadar 41 defa bankerlerden borç almıştır. 1855, 1891 ve 1894 yılındaki borçlanmalar Rothschildler’den yapılmıştır. Rothschildler’in asıl amaçları, Filistin’deki Yahudi yerleşimleri için zemin hazırlamaktır. Bu da yüz yıl öncesinden Yahudi asıllı İngiliz devlet adamı Benjamin Disraeli’nin hayallerinin doğru çıkmasına yol açmıştır.
Hayret; tam 21 yıldır, Dindar Kahraman rolüyle ve mağdur edebiyatıyla iktidara taşınan Recep T. Erdoğan iktidarları da, aynen Osmanlı’nın yıkılışını hazırlayan Tanzimatçı ve İttihatçı Masonlar gibi, Siyonist Rothschild ve Rockefeller gibi küresel sermaye baronlarının bankalarından aldıkları yüksek faizli borçlarla, ülkeyi rehin konumuna taşımıştır. Bu 21 yılda iç ve dış borçlara karşılık 1 trilyon 547 milyar dolar faiz aktarılmış ve ayrıca toplam dış borcumuz 1 buçuk trilyon doları aşmış durumdadır!..
[1] F. Tuncer – Milli Gazete – 3 Şubat 2023
[2] https://www.youtube.com/watch?v=HhX0PWeePTk&list=
Çıkarttıkları pandemi ile dünya piyasalarındaki kayıt dışı olan hareketleri mümkün olduğu kadar internet alış verişlerine çevirmeyi başarmışlar ve bu sayede paranın hareketini takip etmeleri kolaylaşmıştı. Daha sonra planın diğer bölümü vardı. Piyasalardan nakit parayı tamamen kaldırıp yerine dijital paralar geçmek ve sayede en ufak dahi kaçak vermeden her türlü alış verişin kontrolünü sağlamaktı.
Bunların hepsinin tek amacı vardı dünya siyonizminin dini inancı olan dünya hakimiyetini gerçekleştirmek, bunun için savaşlar çıkartmak, suni kıtlıklar, bir sürü krizler kaoslar vs. tek amaç Mesih planını gerçekleştirmek.
Ama son süreçte ne yazık ki her şeyi kontrol etme delisi olan bu şeytanlar, büyük kırılmaları maalesef kendi kontrollerinde başlamıyordu hesaplar artık tutmuyor tutturamıyorlardı. Düzen ve tuzak kuranların en büyüğü olan Rabbimizin sadık kulları eliyle boşa çıkartılıyordu.
En yapılan Aksa tufanı harekatıyla artık söz bizde deniliyor ve elhamdülillah değişim başlamıştı.
“Hayret; tam 21 yıldır, Dindar Kahraman rolüyle ve mağdur edebiyatıyla iktidara taşınan Recep T. Erdoğan iktidarları da, aynen Osmanlı’nın yıkılışını hazırlayan Tanzimatçı ve İttihatçı Masonlar gibi, Siyonist Rothschild ve Rockefeller gibi küresel sermaye baronlarının bankalarından aldıkları yüksek faizli borçlarla, ülkeyi rehin konumuna taşımıştır. Bu 21 yılda iç ve dış borçlara karşılık 1 trilyon 547 milyar dolar faiz aktarılmış ve ayrıca toplam dış borcumuz 1 buçuk trilyon doları aşmış durumdadır!..”
Aslı bir, nesli bir; aynı ayarda
Yahudi aşığı, rüşvetçi bunlar
Şahsi hesabında, milyar dolarla
Karun gibi yere batacak bunlar…
Allah ihmal etmez,imhaldir olan
İnanır, güvenmez sahtekar bunlar
Bakalım şeytan mı galip gelecek!
Satışa gelecek, köledir bunlar…
Hûd 18
(Yahudiler ve Hristiyan Siyonistler gibi Müslümanlar içinde de rastlanan bazı kesimler: “Bizler Allah tarafından seçilmiş ve günahları peşinen affedilmiş kimseleriz. Bu amaçlar için her şey bize mübah ve caizdir” düşüncesinde olanlar sapıtmış kimselerdir. Ve bazı işbirlikçiler gibi; şahsi makam ve menfaat için bunları destekleyip, bu hıyanetlerine de çeşitli mazeret kılıfları geçirerek) Allah’a karşı yalan uydurup iftira atandan daha zalim kim olabilir? İşte bunlar (hesap günü huzura getirilip) Rablerine arz edilerek (meleklerden ve mü’minlerden) şahitler şöyle diyeceklerdir: “Rableri üzerine yalan söyleyenler (dinlerini ve Allah’ın ayetlerini eğip bükenler) işte bunlardır!” Haberiniz olsun; Allah’ın laneti (böylesi hain ve gafil) zalimlerin üzerinedir. (Ve bu zalimler Allah’ın kahrına uğramışlardır.)
https://www.mealikerim.com/11/hud/18
Kuduz köpek siyonizm salyalarına akıtmaya devam ediyor. Allah nezlindeki kredisini gün geçtikçe tamamlıyor. Allah’ın vaade haktır Allah nurunu tamamlayacaktır.
Artık sorumluluğunun bilincinde olan yöneticilerin ve sesini yükseltebilecek iradeye sahip olan tüm şahsiyetlerin bu esarete karşı çıkmalarını ve Allah’ın koyduğu düzeni içeriden ve dışarıdan yıkmaya çalışan bu Siyonist çeteye dur demelerini bekliyoruz. Bunun için rahmetli Erbakan Hocamın vurguladığı; İslam Birliği’nin güçlendirilmesi ve harekete dönüştürülmesi gerekiyordu. Yoksa bu girdaptan kurtulma şansımız giderek tükeniyordu.
Yaşayan tarih,müspet, gerçek ilim adamı Muhterem Hocam. Bu yazınızda yine bizi derin bilgi ve tefekkürle hissettirdiniz. Siyonizmin şeytanlıkları, son kullanma tarihi olan para, yapay et ve benzeri tuzaklar, tüm dünyayı kuşatmak üzeredir. Yöneticilerimiz ekseriyetle bu inancımızı dejenere edebilecek dogmalara tedbir almalıdır. Maalesef son 21 yıllık iktidarın neticesi,Osmanlı’nın yıkılışını hazırlayan safhalarının birebir kopyası gibidir. Zafer inananların dır. Allah’ın izni ile, Milli Görüş ruhu ile tüm bu zalimin debdebesinden kurtulunacaktır.
Ülkemiz kuşatılmış gibi gözükse de
Allah’ın dediği olur.
Allah Adil düzene gebe
ADİL DÜZEN mutlak doğruları esas alarak yine mutlak yanlış lardan sakınılarak hazırlanmış
A ilmi. B insanı. C. İslami D. orjinal bir sistem olmaktadır.
1 aklı Selim’in
2 müsbet bilimin
3 tarihî tecrübe birikimin
4 vicdanı kanaat ve tatminin
5 evrensel hukuk ve adalet pirensiplerin
6 ilahi dinin ve Kur’an ı Kerim’in
Ortaklaşa yararlı güzel buldukları doğru, ve yine bu altı temel ölçü biriminin ortaklaşa kötü zararlı çirkin buldukları ise yanlıştır.
İşte Adil düzen doğrulara dayanan ve yanlışları bırakan yepyeni orijinal bir yeni sistem olmaktadır.ve tarihte başka bir örneği bulunmamaktadır. Üstat Ahmet Akgül.
Üstad Ahmet Akgül Hocamızın; “Tekerrür eden tarih değil hatalardır! Aynı hataları tekrarlayanlar, aynı vartalara yuvarlanacaklardır!..” uyarılarının ne kadar hayati olduğunu, artık milletimiz iş işten geçmeden anlayacak mıydı?!.
“Artık sorumluluğunun bilincinde olan yöneticilerin ve sesini yükseltebilecek iradeye sahip olan tüm şahsiyetlerin bu esarete karşı çıkmalarını ve Allah’ın koyduğu düzeni içeriden ve dışarıdan yıkmaya çalışan bu Siyonist çeteye dur demelerini bekliyoruz. Bunun için rahmetli Erbakan Hocamın vurguladığı; İslam Birliği’nin güçlendirilmesi ve harekete dönüştürülmesi gerekiyordu. Yoksa bu girdaptan kurtulma şansımız giderek tükeniyordu.”
“Tekerrür eden tarih değil, hatalardır! Aynı hataları tekrarlayanların, aynı vartalara yuvarlanması kaçınılmazdır!”
(Varta; derin ve tehlikeli uçurumlar… İnsanı sonunda pişman ve perişan edecek kötü durumlar anlamını taşır.)
Hayret; tam 21 yıldır, Dindar Kahraman rolüyle ve mağdur edebiyatıyla iktidara taşınan Recep T. Erdoğan iktidarları da, aynen Osmanlı’nın yıkılışını hazırlayan Tanzimatçı ve İttihatçı Masonlar gibi, Siyonist Rothschild ve Rockefeller gibi küresel sermaye baronlarının bankalarından aldıkları yüksek faizli borçlarla, ülkeyi rehin konumuna taşımıştır. Bu 21 yılda iç ve dış borçlara karşılık 1 trilyon 547 milyar dolar faiz aktarılmış ve ayrıca toplam dış borcumuz 1 buçuk trilyon doları aşmış durumdadır!..
İbrahim 46
Gerçek şu ki, onlar (zalimler ve hainler, mü’minlere ve İslami girişimlere karşı) hileli planlar kurdular (ve kuracaklardır). Oysa eğer onların (şeytani) hile ve hazırlıkları, dağları yerinden oynatıp kaydıracak (zelzeleler oluşturacak derecede bugün nükleer silahlara ve teknolojik imkânlara dayanmış) olsa bile, Allah katında da (kesinlikle onları boşa çıkaracak ve etkisiz kılacak kudret) planları ve programları vardır! (Allah zalim güçlerin mekir ve tuzaklarını kendi başlarına saracaktır.)
https://www.mealikerim.com/14/ibrahim/46
Emekli General Özgür Tör çok önemli uyarılar yapmıştı:
“Fransa ve Yunanistan arasındaki savunma anlaşması ve ABD’nin bizim sınırımıza yakın bölgelerde üsler kurması, Türkiye’ye karşı bir saldırı hazırlığı olarak okunmalıdır. Ve aynı güçler, İsrail’in güvenliği için Irak ve Suriye’de Türkiye’nin işini zorlaştırma çabasındadır. Yani hem Trakya’dan, hem Kıbrıs’tan hem de Suriye ve Irak’tan Türkiye kuşatılmaya başlanmıştır. Karadeniz’in karıştırılması da bu amaçladır!”
***Siyonistler Rahmetli Erbakan Hocamızın D8 başta olmak üzere birçok projesini durdurmaya çalıştılar ki Arap dünyası ve Türk Devletleri de güdümlerine girsin…Böylece tüm Dünya yı köleleri haline getirsinler..
Rabbimiz zalimlerin düzenlerinin bozulacağı Adil Düzen medeniyetini acilen lutfeylesin…Amiiin
Siyonizm ve İşbirlikçilerinin Sonu
Gerçek şu ki, onlar (zalimler ve hainler, mü’minlere ve İslami girişimlere karşı) hileli planlar kurdular (ve kuracaklardır). Oysa eğer onların (şeytani) hile ve hazırlıkları, dağları yerinden oynatıp kaydıracak (zelzeleler oluşturacak derecede bugün nükleer silahlara ve teknolojik imkânlara dayanmış) olsa bile, Allah katında da (kesinlikle onları boşa çıkaracak ve etkisiz kılacak kudret) planları ve programları vardır! (Allah zalim güçlerin mekir ve tuzaklarını kendi başlarına saracaktır.)
İbrahim Suresi 46
Erbakan Hocamızın İzmit Konferansı (2010): “İSLAMSIZ SAADET MÜMKÜN DEĞİLDİR”
bu ülkenin yeniden insanlığı kurtarması yerine, biz herkesi sömürelim diye, her türlü hilelere başvuruldu. Bu mücadele devam etmektedir. Fakat Cenabı Allah’ın bize vaadi var, siz bakmayın, Allah’ın yoluna ihlâs ile hizmet edin, böyle yaparsanız ben size yardım ederim, ancak siz galip gelirsiniz, kimse size galip gelemez. Yine Rabbimiz İbrahim Suresinin 46. ayetinde “onların dağları devirecek kadar kuvvetli organizasyonları, hile ve tuzakları olsa bile bilin ki, Allah’ın dediği olacak, onların bütün plan ve tuzaklarını boşa çıkaracaktır, siz Allah’ın yoluna hizmet ederseniz, O sizi muvaffak kılacaktır.” Bizim ölçülerimiz bunlardır. İşte 40 seneden beri siz mücahit kardeşlerimiz bu inançla çalıştınız, haklı çıktınız, hayır kazandınız ve inşallah büyük zafere yaklaştınız!..
Ülkem kuşatılmış,doğu batıdan
O koltuktan öte,bir şey görmezmiş
Borca esir olmuş siyon bankadan
Zalime güvercin,halka şahinmiş!..
Katiline aşık,ahmak gibidir
Batıl’ın peşinde,ömür tüketir
israil şeytanı, bundan yüzlenir
Zanneder daha çok,hüküm sürermiş
Zalim,hain,seyirci,hesap çetinmiş!..
Makale ufuk açıcı… Dostu düşmanı tanıtan bir makale yetmez düşmanın hedefinden haberdar olan, atacağı qdımların farkında olmak ne büyük şevket… Aziz Erbakan Hocamızın Altınsözleeinden olan şu sözünü hatırlıyoruz: “İnsan bastığı zemini tanırsa, kaymadan nasıl duracağını da bilir.”
Şu kainatta 8 milyarlık insanlık aleminde ŞEYTANİLER VE RAHMANİLER birbiriyle mücadele halindeler. At izinin , it izine karıştığı günümüzde kim şeytanilerin tarafında kim rahmani farkedebilmek hakikaten yüksek bir hidauet yüksek bir feraset gerektirmekte… Ama sonsuz şükürler ediyoruz ki rabbimize, günümüzün rahmanisini yani HAKKA TERCÜMANINI bulmak her işimizi kolaylaştırıyor ve ayrı bir konfor sağlıyor… İşte günümüzde KAYMADAN NASIL DURACAĞIMIZI öğreten MİLLİ ÇÖZÜM’Ü tanıma arayıp bulma , tâbi ve taraf olma lütfuna eriştiren rabbimize sonsuz hamdü senalar ediyoruz… Rabbim gereğini yerine getirmek için gayretlerimizi artırmamızı lütfeylesin…
Firavunluk iddiasında bulunanlar, giydiğimiz çuvalın bile sahibi olmak istiyorlar!
5765 yıldır dünya hakimiyeti için çalışan Siyonist Yahudiler;
Dünya nüfusunu 500 milyona indirmek, Büyük İsrail’i kurduktan sonra güvenliğini sağlamak, devletleri ve halkları mülksüzleştirmek ve istedikleri zulmü işlerlerken, karşılarına çıkabilecek tek bir güç bile olmasın istiyorlar.
En yukarı tabakada kendi soylarından gelen %1 lik siyonist,
bir aşağı tabakada yardımcıları Emperyalist (Evanjelist) Hristiyanlar ve son olarak
En aşağı tabakada ise Müslümanları köle olarak kullanmak istiyorlar.
Kendi elleriyle tahrip ettikleri Tevrat ve sapık din adamlarının yazdıkları Kabala öğretilerinde, kendilerini üstün ırk olarak kabul eden ve Nil ile Fırat arasının kendilerine vaad edilmiş topraklar olduğunu öne sürmekte ve Mescid-i Aksayı yıkıp, yerine Süleyman Mabedini inşaa ettikten sonra dünyaya kendi mesihlerinin geleceğine ve dünya hakimiyetini tam manasıyla elde edeceklerine inanmaktalar.
Ahiret inancı olmayan, “ahiret varsa bile biz üstün ırkız bize ateş sayılı gün haricinde dokunmaz, diğer ırkların soyu maymundan gelme ve bize hizmet etmek için varlar.” inancına sahip olanlar, sapkın öğretilerinde haşa “siz İsrailoğulları, Tanrı’yı bile yendiniz.” yazmakta..
Dünyaya yaptıkları zulmün adını ise “Tanrıyı kıyamete zorlamak” olarak adlandırmaktalar.
Nüfusları az olduğu için, önce Hristiyanlık dinini tarif eden sonra Hristiyanları kandırarak kendi bâtıl dinlerine hizmet ettiren Siyonistler, Filistin’e göç etmek istemeyen Yahudilere (kendi amacına hizmet eden hırslı diktatörler aracılığıyla) soykırım yaptıracak kadar acımasız ve zalimler.
Dünyada ise İslam dinini yok etmek için Katı İslam, Ilımlı İslam gibi Projelerle İslam dinini kötü göstermek, Müslüman geçinen işbirlikçi münafık liderleri kullanarak BOP Projesini adım adım ilerletmektedirler!
Küfür tek millettir! Şimdilik zıt kutuplar gibi görünseler bile doğu ve batı bloğu (emperyalist Hristiyan ülkeler) yine Mü’minlerin karşısında birleşeceklerdir.
Çözüm ise;
Komünizm ve Kapitalizm haricinde Kur’an ve Sünnete uygun, kendi çağımızın ihtiyaçlarını karşılayabilecek yeni bir düzen ortaya koymaktır.
Bunun için ise zalimlerin atom bombalarını etkisiz hale getirecek, attıkları füzeleri kendi başlarında patlatabilecek güce ve teknolojiye sahip olmaktır.
Erbakan Hoca tarafından Kıbrıs Barış Harekatının hemen sonrasında atılan teknolojik adımlarla tarihin seyrini değiştirecek sistemler, gerektiği zaman kullanılmak üzere Milli TSK’ya teslim edilmiştir. Bu sistemlerin fragmanları;
Suriye’de, Doğu Akdeniz’de, Karabağ’da devletimizce gösterilmiş ve Siyon Haçlı birliğine gereken mesaj verilmiştir.
Allah’ın vaad ettiği Mehdi ve Mesiyet döneminde dünyaya huzur getirecek faizsiz Adil Düzen Projeleri, Erbakan Hoca tarafından yazılmış, noksan tarafları ise Üstad Ahmet Akgül tarafından tamamlanmıştır.
Geriye tek engel, İsrail’in güvenliğini sağlayan işbirlikçi iktidar yerine Milli Çözüm İktidarının işbaşına gelmesidir.
Bir asırdır özellikle Avrupa’da İslam’ı yok etmek isteyen Siyonistlerin planlarını Allah boşa çıkarmış, her geçen sene Avrupa’da İslam hızla artmaktayken, Hamas Mücahitlerinin imanı sayesinde, insanlar fevc fevc İslam’a akın etmeye başlamışlardır.
Dünya yeni bir değişime artık hazırdır!
Bakanlar için değil, görenler için her geçen gün farklı mucizeler yaşanmakta ve Mü’minler, Allah’ın yardımını iliklerine kadar hissetmekteler.
Mazlumun ahının arşa değdiği ve bir avuç sadakat ehlinin zafere olan inancı hatrına, Allah çok yakında nurunu tamamlayacaktır İnşAllah!…
ARTIK BÜTÜN İNSANLIĞIN BİRLİK BERABERLİK VAKTİ GELMİŞTİR.
insanlığı kendine köle edinmek isteyen siyonist sisteme karşı bütün insanların Adil Düzen sisteminin etrafında toparlanıp yeryüzüne hakim olması için çalışması zamanı gelmiştir.
siyonistler diğer şekilde amaçları ve hedefleri ortadadır.
Adil Düzen sisteminden başkaca bir kurtuluş reçetesinde bulunmamaktadır.olan varsa çıkıp söylesin.
geçmişten günümüze yaşadığımız dönemde Erbakan hocamızın projelerine engel olanlar bakınız hangi sisteme inanca hizmet etmişler ve etmeye devam ediyorlar.
dünya bu siyon çetesine bırakılamaz.
bütün milletler insanca yaşamak,insanca ibadetlerini yapmak istiyorlarsa Adil Düzenden başkaca bir çıkar yol yoktur.
Tez zamanda Adil Düzen sisteminin kurulması batılın batıl fikirleriyle yok olması duası ile.????
Görüldüğü üzere şeytan ve şaheseri siyonizm geçmişte yaptıkları maddi ve manevi tahribatları, yine mevcut sosyolojik ve teknolojik şartlara göre güncelleyerek şeytanlıklarını yapmaktalar!.. ancak her zaman olduğu gibi yine kaybedecekler!.. hemde bu kez; Ahir zamanda, kendilerini en güçlü ve yenilmez hissettikleri anda!.. Artık siyonist israil çıbanı Aksa Tufanı ile deşilmeye başlanmış!.. işbirlikçilerin gerçek yüzleri ortaya çıkmaya başlamış! ve geri kalan insanlığın uyanmaya başlamasına vesile olmuştur.. işte bu kutlu mücadele ve dönüşüm Erbakan Hocayı bir kez daha haklı çıkarmış.. ve Erbakan teknolojileri, Adil Düzen projeleriyle, sadık takipçileri eliyle tüm insanlığın kurtuluşu sağlanacak!.. siyonist israil yok olacak işbirlikçileri kahru perişan olacaktır!..
Ülkemizin, içine düştüğü kuşatılmışlığı kırıp paramparça edip “Yeni Bir Dünya” kurmasının tek yolu “Milli Çözüm Projelerinin” tatbikiydi.
Ülkemiz resmen dört biryandan kuşatılması askeri alanda uzman isimler tarafından bile açıkça dile getirilmekte!
Yetmez, Osmanlının (devletlerin) yıkılmasının önemli sebeplerinden biri olan “borçlanma” iktidar tarafından 21 bir yıldır istikrarlı bir şekilde artarak devam etmekte.
Sonuç olarak;
“İslam, Kur’an, Ahlâk, Maneviyat!..” diye ucuz kahramanlık gösteren medrese mollalarından tarikat hocalarına, Diyanet prof.larından İslamcı yazarlara, hâlâ Kur’an’a, Sünnet esaslarına, bilimsel doğrulara, temel insan haklarına ve çağdaş standartlara uygun ve sorunlarımıza çözüm olacak bir “ANAYASA hazırlanması” hususundaki çağrılara yanıt veren birilerinin çıkmaması ülkemizin en büyük sorunuydu bu kesimlerin ayarının da göstergesiydi.
Sorunlarımıza çözüm olacak “tek ve örnek Anayasa’yı ve Hukuki kurum ve kuralları” hazırlama şerefi-başarısı da sadece Milli Çözüm’e aittir.
Ülkemizin, içine düştüğü kuşatılmışlığı kırıp paramparça edip “Yeni Bir Dünya” kurmasının tek yolu “Milli Çözüm Projelerinin” tatbikiydi.
Siyonist ve Emperyalist odaklar, dünya hâkimiyetlerini pekiştirmek ve tüm rakip ülkeleri sindirmek üzere, 3. Dünya Savaşı’nın altyapısını oluşturmaya yoğunlaşmışlardı. Çünkü, aslında ÇİN ve RUSYA da bu Siyonist-Emperyalist tezgâhın parçalarıydı. Yeni bir savaş, kontrolden çıkmaya başlayan dünya dengelerini tekrar Siyonizm’in güdümüne sokacaktı.
Dengeler Değişiyor
çok güzel ve ilginç tespitlerin olduğu bir yazı olmuş çok faydalandım keşke bu detayları herkez görebilse ve okuyabilse.
kaleminize sağlık.
İyi güzel ve açıklayıcı. Peki Çözüm ne?
Bu konuda Erbakan Hocamız şunları buyurmuşlardı:
Evet, Siyonizm laftan anlamaz, müeyyide uygulayacağız!.. Ama bunu, çok özel ve yüksek teknolojilerle, silahsız ve çatışmasız başaracak, zalim güçleri teslime mecbur bırakacağız!..
Bunun için “teknoloji Allah’ın biz Müslümanlara bir lütfudur” onların füzelerini geri çevirip, kendi üzerlerine yönlendirecek teknolojiler hazırlanıyor. Sürtünme ve özel etkilenme sonucu kendi enerjisini üreten ve uzaktan kumanda ile yönlendirilen birkaç ince tel yumağını uçaklara gönderip imha edecek sistemler geliştiriliyor. İşte İran, uranyum zenginleştirdim diyor, iyi güzel, ama bu gelişme onlarınkine göre henüz hiçbir şey ifade etmiyor… “Biz de uçak gemisi yapalım, biz de atom füzesi yapalım” derseniz, siz bunları hazırlamaya uğraşırken, dış güçler on katını hazırlıyor… Öyle ise emperyalist ve Siyonist ülkelerin yıllardır üzerinde çalıştığı ve hazırladığı bütün silah sistemlerini ve teknolojilerini etkisiz ve geçersiz kılacak, hem de çok daha ucuza mal olacak yeni ve üstün teknolojiler gerekiyor!..
Pilotsuz uçakların ve her türlü bilgisayarlı araç gereçlerin,
Duvardan, kapıdan, mayınlı ortamdan, tel örgülü ve elektrikli mânialardan aşan ve hedefine ulaşıp görevini yapan yürüyen teknolojik böceklerin,
Ulusal ve uluslararası her türlü stratejik konuşma ve yazışmaları dinleyecek ve değerlendirecek, ama kendisi asla çözülmeyecek son sistem iletişim aletlerinin,
Bilgisayar sistemlerini, teknolojik projeleri, hıyanet ve saldırı girişimlerini, çok özel ve gizli casusluk şebekelerini takip ve tahrip edici, sentetik ilaç kapsülleri benzeri, uzaktan kumandalı ve fark edilmesi imkânsız; bir nevi “suni cin” modellerinin;
Tasarım ve proje başlangıçlarını,
Model ve deneme safhalarını,
Seri üretim ve geliştirme aşamalarını,
Gerçek ve örnek video çekimleriyle gösteren tanıtım filmi, hayret ve hayranlık uyandırmış ve:
“Ahir zamanda ve Hz. Mehdi’nin Deccal’a karşı kutlu savaşında ‘barut ateş almayacak, silahlar patlamayacak’ mealinde müjdelenen haberlerin nasıl hakikat olacağı böylece ispatlanmıştı.
Bütün bu harika hazırlıklar, kesinlikle güdük kalmayacak ve boşa çıkmayacaktı. Bu üstün teknolojileri ve insani projeleri uygulayacak ekipler ve takipçiler elbette görevini yapacak ve Erbakan’ın Milli Görüş gayesini Milli Çözüm gayretiyle hedefine taşıyacaktı…
Böylece, ayet-i kerimelerde işaret edildiği ve hadis-i şeriflerde müjdelendiği gibi, tarihin en kutlu Medeniyet ve Mehdiyet dönüşümünde, kansız ve kavgasız bir zafere ulaşılacaktır. Sadece işgalci ve Siyonist zalim İsrail’in kibirli burnu kırılacak, teslime mecbur bırakılacak ve diğer süper güç sanılan Siyonist Ahtapotun zehirli kolları böylece hizaya sokulmuş olacaktır!..
Haşr Suresi 6’ncı ayeti de bu mutlu neticeye işaret buyurmaktadır:
“Onların Allah’ın Elçisine verdikleri “FEY’e” (savaşsız kazanılan ganimet, servet ve devlete) gelince; ki buna karşı (bu zaferi kazanma kastıyla) siz at ve deve koşturmamış (silah kuşanmamış ve kullanmamış)tınız. Ancak Allah, elçilerini (zulüm ve kötülük ehlinden) dilediklerinin üstüne musallat (edip muzaffer) kılmaktadır. Çünkü Allah her şeye gücü yetendir.” (Haşr Suresi: 6)
Evet, Allah’ın izni ve inayetiyle savaşsız ve saldırısız bir büyük galibiyet yaşanacak, bazı kangrenleşmiş çıbanların deşilip temizlenmesi dışında, tüm dünyayı kapsayan ve kasıp kavuran… Ve insanlığın mahvına sebep olan çatışmalara gerek kalmayacak… Muhyiddin-i Arabi gibi büyük zatların ihbarıyla, “Barut patlamayacak” yani tahrip gücü korkunç olan, başta atom bombalarının ve diğer nükleer füze başlıklarının ateş almayacağı yüksek ve özel teknolojiler sayesinde Siyonist-Haçlı güdümlü, sömürü, haksızlık ve ahlâksızlık zulmü son bulacaktır. Böylece son ve en büyük İslam devrimi, beklenen tarihi barış ve bereket medeniyeti, acısız ve sancısız gerçekleşmiş olacaktır.
https://www.millicozum.com/mc/2023/kasim-2023/dunyanin-fikri-degisimi-turkiyeden-fiili-degisimi-ise-filistinden-baslamistir-2/