- Ahmet AKGÜL
SONUN BAŞLANGICI VE ERDOĞAN'IN TELAŞI
SONUN BAŞLANGICI
VE ERDOĞAN'IN TELAŞI
AYM’den Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne Dikkat Çeken İptal Kararı
Anayasa Mahkemesi’nin, 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra yayımlanan ilk Cumhurbaşkanı Kararnamesi’nin 37 hükmüne iptal kararı vermesi bazılarını telaşlandırmıştı.
DW Türkçe’nin haberine göre Anayasa Mahkemesi, 10 Temmuz 2018’de yayımlanan 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin bazı maddelerinin iptali için CHP ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun açtığı davayı karara bağlamıştı. Buna göre Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk düzenlemesi olan ve Cumhurbaşkanlığı ile bakanlıkların teşkilatlarını düzenleyen 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne ilişkin 37 ayrı iptal kararı alınmıştı.
İptal kararının gerekçesi 27 Şubat 2024’te Resmi Gazete’de yayımlanmıştı.
Anayasa Mahkemesi, verdiği ihlal kararları ile Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın tepkisine yol açmış, Erdoğan; AYM kararlarının “kendilerini rahatsız ettiğini” hatırlatmış, Anayasa değişikliğine gidileceğini aktarmıştı. Meclis gündemine gelen 8. Yargı Paketi’nde AYM’nin tazminat davaları ile ilgili maddeler de bulunmaktaydı.
20 Nisan 2024’te görev süresi sona erecek olan AYM Başkanı Zühtü Arslan, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın katıldığı etkinlikte; AYM kararları sonrasında ortaya çıkan yargı kriziyle ilgili konuşmuş, “AYM kararlarına uyulmamasının yasal zemini yoktur” diye çıkışmıştı.
İptal kararı: “Cumhurbaşkanı temel haklara ilişkin düzenleme yapamaz.”
AYM, Cumhurbaşkanı Kararnamesi’ndeki düzenlemeleri iptal gerekçesinde, “Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’da güvence altına alınan temel haklara ilişkin düzenleme yapma yetkisinin olmadığı, bu konuda kararname çıkarılamayacağı ve düzenlemelerin ancak kanunla yapılabileceğini!” vurgulamıştı.
“İptal edilen ve iktidara dokuz ay süre verilen düzenlemeler arasında Cumhurbaşkanlığına personel ataması, maaşlarının düzenlenmesi, hâkim ve savcıların Cumhurbaşkanlığınca görevlendirilmesi, üst kademe yöneticileri hakkında bilgi toplanması ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığına belediyelere ait yetkiler verilmesi gibi yetkiler” de iptal kapsamına alınmıştı.
Çevre Bakanlığı’nın imar ve yapılaşma yetkileri de iptal kapsamındaydı!..
İptal edilen düzenlemeler arasında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na imar ve yapılaşmaya ilişkin verilen yetkiler de vardı. Bunlar arasında “gecekondu, kıyı alanları ve tesisleri ile niteliğinin bozulması nedeniyle orman ve mera dışına çıkarılan alanlar dâhil kentsel ve kırsal alan ve yerleşmelerde yapılacak iyileştirme, yenileme ve dönüşüm uygulamalarında idarelerce uyulacak usul ve esasları belirlemek” gibi belediyelerde olan bazı yetkiler de yer almaktaydı. AYM, Anayasa’da güvence altına alınan mülkiyet hakkıyla ilgili düzenlemenin kararnameyle yapılamayacağını belirterek iptal kararına imza attı. Kararda, “Bu alanlarda yapılacak iş ve işlemler, kişilerin maliki bulundukları arsa, arazi ve yapılar üzerindeki kullanım ve tasarruf biçimlerini kısmen veya tamamen değiştirme, yeniden düzenleme veya sona erdirme gibi mülkiyet hakkına müdahale teşkil edebilecek niteliktedir” uyarısı yapılmıştı.
Erdoğan’ın “Kırmızı Kitap” Kuşkuları!
Devletin “gizli anayasası” olarak nitelendirilen ve kamuoyunda “Kırmızı Kitap” olarak adlandırılan Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi’nin güncellenmesine yönelik çalışma başlatılmıştı. Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın talimatı üzerine, Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi’nin güncellenmesi için Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği harekete geçmiş durumdaydı. Gizliliği nedeniyle kamuoyunda, “Kırmızı Kitap” olarak da anılan belgenin güncellenmesine yönelik Bakanlıklardan ve ilgili kuruluşlardan görüşler istenmeye başlanmıştı. Bu çalışmaların ardından konunun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında, nisan ayının başında yapılması planlanan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında ele alınacağı konuşulmaktaydı. Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi, içeriği itibarıyla devletin iç ve dış tehdit algılamalarını madde madde ortaya koyan bir belge niteliğini taşımaktaydı. Belge, tehditteki değişikliklere göre belirli aralıklarla Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında görüşülüp tartışılmaktaydı. Milli güvenliğin sağlanması ve milli hedeflere ulaşılması amacıyla Milli Güvenlik Kurulu’nun belirlediği görüşler dahilinde iç, dış ve savunma hareket tarzlarına ait esasları kapsayan Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi, son olarak 30 Eylül 2019’da Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında gerçekleştirilen Milli Güvenlik Kurulu toplantısında ele alınmıştı.
Yapay zekâ ‘Kırmızı Kitap’a alınacaktı!
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, 10. kez yenilenme hazırlığındaydı. İç güvenlik, dış güvenlik ve savunma ana başlıklarından oluşan belgede, yapay zekâ ve afetlere de bir parantez açılacağı bilgileri sızmıştı. Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminden bu yana 2005, 2010, 2015, 2020 yıllarında yenilenen belgenin bir kez daha yenilenmesi için çalışma başlatılmıştı. 2014’ten bu yana Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği görevinde bulunan Seyfullah Hacımüftüoğlu’nun 3. kez yenilenme çalışmalarını koordine edeceği medyaya yansımıştı. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Bakanlıklardan ve kurumlardan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne eklenmesini istedikleri hususları öneri olarak toplamaya başlatmıştı.
Nüfus yönetimi ve “göç” de belgede olacaktı!
CNN Türk’ün haberine göre, bu yıl içinde çalışmaların tamamlanması, belgenin bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısında görüşülerek onaylanması ve belgenin 2025 yılında yürürlüğe konulması planlanmıştı. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne, yapay zekânın ilk kez girmesi tasarlanmıştı. Belgede nüfus yönetimi başlığının olması, göç meselesinin de bu alanda irdelenmesi beklentiler arasındaydı. Terör örgütleri ile mücadele ise hem iç hem de dış güvenlik meselesi olarak bütüncül bir bakış açısıyla belgede yer almaktaydı.
Bu belge iç güvenlik siyaseti, dış güvenlik siyaseti, savunma güvenliği siyaseti olmak üzere 3 ana bölümden oluşmaktaydı. İç güvenlik kısmını İçişleri Bakanlığı, dış güvenlik kısmını Dışişleri Bakanlığı, savunma kısmını ise Milli Savunma Bakanlığı hazırlamaktaydı.
Acaba Sn. Erdoğan, “iç güvenlik” konusunda hangi kuşkuları taşımaktaydı ve hangi tedbirleri alacaktı?
20 Nisan 2024’te süresi dolacak olan AYM Başkanı Zühtü Arslan, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymanın ‘zorunluluk’ olduğunu haykırmıştı!
AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın, Yılmaz Akçil’in Anayasa Mahkemesi Üyeliği ve Ant İçme Töreni Konuşmasında:
Bilindiği üzere Anayasa Mahkemesi üyeleri olarak göreve başlarken, Anayasayı ve temel hak ve hürriyetleri koruyacağımıza, görevimizi sadece vicdanımızın emrine uyarak yerine getireceğimize Büyük Türk Milleti önünde söz veriyoruz. Verilen sözün tutulması anlamına gelen Ahde Vefa; toplum ve devlet hayatı için vazgeçilmez öneme haiz ahlâki ve hukuki bir ilkedir. Ancak bu ahde vefa ilkesinin (İsrail’de) yaşanan ters dalgalarla zedelendiğini görüyoruz. Öldürmeyeceksin emrine muhatap olanlar, hiçbir ilke ve değer tanımadan aylardır çocuk, kadın ve masum on binlerce insanı katlediyorlar. Dahası, katlettikleri kişileri insan değil insansı yaratıklar olarak tanımlayarak, yaptıklarını meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Dünyanın her yerine yayılan akıl ve vicdan tutulması, bu marazi zihniyetin ıslahı, ancak ahlâka ve adalete dönüşle mümkündür. Bu bağlamda 2000 yıl önce yazılan Kelile ve Dimne’de Filozof Beydeba, bugün de geçerli olan şu tavsiyede bulunuyor: “Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma! Adalet ancak böyle sağlanır. Üstelik adalet, hem Allah’ın rızasını kazandırır hem de insanları memnun eder!”
Adaletin sembollerinden biri, hiç kuşkusuz hâkimlik görevine başlarken giyilen cübbedir. Giydiğimiz cübbelerin anlam ve önemini ifade etmek için özellikle genç hâkim ve savcılara anlattığım çok güzel bir kıssa var. Bu kıssaya göre, yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek kanadını bir dervişin kırdığını söyler ve dervişten şikâyetçi olur. Hz. Süleyman hemen dervişi çağırtır ve yargılamaya başlar. Derviş, kendini şöyle savunur: “Efendim, kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, teslim olacağını düşünüp üzerine atladım. Bu esnada kanadı kırıldı.” Hz. Süleyman kuşa dönerek der ki: “Bak, hata senin. Derviş senin yanına yaklaşmış, ama sen kaçmamışsın. Kaçmayınca da kanadın kırılmış!” Müşteki kuş itiraz eder: “Efendim, avcı olsa hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez diye düşündüm!” der. Hz. Süleyman bu sözleri haklı bulur ve ceza olarak dervişin kolunun kırılmasına karar verir. Fakat yaralı kuş bu karara da itiraz eder ve: “Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi üzerindeki derviş hırkasını çıkarın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra ona aldanmasın!” der. Yargı mensupları olarak bu kıssadan çıkaracağımız hisse bellidir. Üzerimizdeki cübbeler toplumun adalete güveninin sembolüdür. Bu güveni sarsacak, aşındıracak davranışlardan kaçınmak da yeminlere sadakatin, ahde vefanın bir gereğidir. Sn. Cumhurbaşkanım, anayasal adaleti tesis etmekle görevli olan Anayasa Mahkemesi, norm denetimi ve bireysel başvuruda özellikle son 10 yılda karşı karşıya kaldığı ağır sınamalardan başarıyla çıkabilmiştir. Mahkememiz, bir yandan kanunlaşan onlarca Olağanüstü Hâl Kanun Hükmünde Kararnamelerinin ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin denetiminde, temel ilkeleri ve kriterleri ilk kez belirlemiş, Kanunlaşan OHAL KHK’larının denetimini de tamamlayıvermiştir. Diğer yandan da Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuruda ağır iş yükünü başarılı bir şekilde yöneterek, anayasal hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin standartları ortaya koymuş ve ortaya konulan standartları somut bireysel başvurulara uygulayarak çok sayıda karar vermiştir.
2010 yılında bu Anayasa değişikliğinin gerekçesine ve o dönemde Anayasa Komisyonu Raporuna bakarsak, bireysel başvurunun kabul edilmesindeki amaç; anayasa koyucunun ifadesiyle, bireyin sahip oldukları temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunmasını sağlamak ve bu suretle sorunu ülke sınırları içinde çözerek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvuru sayısını azaltmaktır. Anayasa Mahkemesi, anayasa koyucunun ortaya koyduğu bu amaçlar doğrultusunda hak eksenli bir yaklaşımla Anayasayı yorumlamış, verdiği karar, kesinleşmiş birçok hukuki meselenin çözümüne katkı sağlamıştır. Bu kapsamda bazı örnekler vermek gerekirse, başörtüsü kullandığı için duruşma salonundan çıkarılan avukatın, üniversiteden atılan öğrencinin ve işine son verilen devlet memurunun başvurularında mahkememiz ihlal sonucuna ulaşmıştır. Anayasa Mahkemesi bu kararlarda çok önemli ilkesel tespitler yapmıştır. Başörtüsünü yasaklayan bir kanuni düzenleme bulunmadığını, ayrıca bu yasağın gerekçesi olarak gösterilen mahkeme kararlarının da öngörülen kanunilik şartını sağlamadığını açıkça ifade ederek ihlal kararları almıştır. Benzer gerekçelerle azınlık cemaatlerinin dini liderlerinin seçimine müdahale edilmesi de din ve vicdan özgürlüğünün ihlali olarak sonuçlandırılmıştır.
Bireysel başvuru ile ilgili olarak yanlış anlaşılan bazı hususları bu vesileyle bir kez daha ifade etmek istiyorum. İlk olarak Anayasa Mahkemesi, Anayasa şikâyeti olarak da anılan bireysel başvuruda temyiz incelemesi değil, anayasaya uygunluk denetimi yapmaktadır. Bu anlamda norm denetiminde olduğu gibi bireysel başvuruda da Anayasa Mahkemesi’nin baktığı herhangi bir anayasal hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediği hususlarıdır. Ancak norm denetiminden farklı olarak, bireysel başvuruda normların yorumu ve uygulanması sonucu tesis edilen kamu gücü işlemlerinin anayasallık denetimi yapılmaktadır. Bireysel başvuruya konu uyuşmazlıkla ilgili aşamalarda ilk derece mahkemesi istinaflar, temyiz mercileri Anayasayı yorumlamakla da yükümlüdürler esasen. Ancak Anayasanın 148. Maddesine göre bireysel başvuru, olağan kanun yolları tüketildikten sonra, yani kural olarak karar temyiz aşamasından geçip kesinleştikten sonra bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi’nin önüne gelebilmektedir. Kesinleşen bir karara karşı bireysel başvuru yapıldığında da artık Anayasayı yorumlamak ve uygulamak konusunda nihai yetki Anayasa Mahkemesi’ne verilmiştir. Bu bağlamda temyizden geçerek kesinleşmiş yargı kararlarından sonra Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar ve yaptığı yorumdan sonra görüş farklılıklarının, yorum farklılıklarının bulunduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uyulmamasının hiçbir anayasal ve yasal zemini yoktur, temeli yoktur. Son olarak bireysel başvurunun etkili olabilmesi, ihlalin giderilmesine ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Bu sebeple Anayasa Mahkemesi, ihlalin tespiti yanında bu ihlalin nasıl giderileceğini ve ihlalin sonuçlarının nasıl ortadan kaldırılacağını da göstermek zorundadır. Bu, Anayasa Mahkemesi’ne, Anayasa ve kanunlarla yüklenen bir yükümlülüktür. İhlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması da kural olarak ihlal öncesi hale getirmeyi gerektirmektedir. Bunun yolu da, ihlal şayet yargı kararından kaynaklanıyorsa bu yargı kararının ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir.
“Elbette Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını ve Anayasa hükümlerine ilişkin yorumunu beğenmeyebilir, bunlara katılmayabiliriz. Ancak bir hukuk devletinde, katılmasa da bu kararlara uyulması anayasal bir zorunluluktur. Nitekim Anayasamızın 153. Maddesine göre; Anayasa Mahkemesi kararları kesin olup, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Esasen Anayasada 153. Madde diye bir madde olmasaydı da bu sonuç değişmeyecekti. Zira ihlal kararlarının icrası sadece Anayasanın 153. Maddesinin bir gereği değildir. Kararların uygulanması aynı zamanda ve her şeyden evvel Anayasanın hepimizi bağlayan ve kullandığımız yetkilerin meşruiyetini sağlayan bir toplum sözleşmesi olmasının, bu sözleşmeye yükümlülüğünün ve ahde vefa ilkesinin zorunlu bir sonucudur.”
Bu açık ve ağır uyarılar karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Danıştay’ın FETÖ ihraçlarının iadesi kararına da işaret ederek: “Yüksek yargı kurumlarımız arasında bazı müessif tartışmalara şahit oluyoruz. Bu konuda taraf değil hakem mevkiindeyiz. Bize düşen taraf olmak değil, sorunu çözecek mekanizmaları işletmektir” demek zorunda kalmıştı. Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde Adli Yargı Hâkim ve Cumhuriyet Savcıları ile İdari Yargı Hâkimleri Kura Töreni’ne katılan Erdoğan, şu ifadeleri kullanmıştı:
“Yasama gibi, yürütme gibi, yargımızın da hâlâ çözüm bekleyen sıkıntıları vardır. Bunların bir kısmı Anayasa ve yasalarımızda yapılması gereken değişikliklerle alâkalıdır. Sıkıntıların bir kısmı da kurumsal işleyişlerden, kurumlar arası anlayış farklılıkları ve eski alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır. Daha önce hayata geçirdiğimiz çalışmaların bir üst safhasını oluşturan Yargı Reformu Strateji Belgemizi 2019 yılında kamuoyuyla paylaştık. Geçtiğimiz günlerde Gazi Meclisimizin takdirine sunulan 8. Yargı Paketi, bu strateji belgesinin adımlarından birisi konumundadır!..”
Son günlerdeki tuhaf gelişmeleri yorumlayan müstafi Amiral Yaycı “MOSSAD’ın güdümündeki FETÖ’cü hainler ve işbirlikçileri yeni darbeye hazırlanıyor” uyarısı yapmıştı. İstanbul’daki kilise saldırısı ve artan terör eylemleri, ekonomik gelişmeler, MOSSAD imzalı provokasyonlar ve son olarak Danıştay’ın FETÖ ve hükûmet karşıtları için verdiği kararlar nelerin yansımasıydı? Kamu ve yargıdaki kriptolara dikkat diyen Cihat Yaycı, Türkiye’nin hızla yeni 15 Temmuz’a sürüklendiğini vurgulamıştı!.. Acaba bu tespitler Türkiye’yi korumak için mi, yoksa Erdoğan’ı kurtarmak için mi yapılmıştı?
Türkiye Gazetesi’nin yorumları da enteresandı:
Yeni bir kalkışma tehlikesi! FETÖ ve İsrail’den ortak darbe planı!
MOSSAD’ın desteğini alan FETÖ, diğer terör örgütleriyle birlikte kaos çıkarmak için harekete geçmiş durumdaydı. Hedef; en geç 2026’da darbe yapmaktı. Son günlerdeki tuhaf gelişmeleri yorumlayan müstafi Amiral Yaycı “MOSSAD’ın güdümündeki FETÖ’cü hainler ve iş birlikçileri yeni darbeye hazırlanıyor” uyarısı yapmıştı. Batı destekli terör örgütü FETÖ, İsrail ile anlaşmıştı. Gazze’deki soykırım sonrası ilişki trafiği yoğunlaşan taraflar, yeni bir darbe ajandası hazırlamıştı. MOSSAD destekli bir yapı ihdas eden İsrail-FETÖ ittifakı; Arap Baharı, 28 Şubat, 17-25 Aralık, Hendek Olayları, 15 Temmuz ve Gezi Kalkışması dâhil son 20-30 yıllık ayaklanma ve darbeleri inceleyip yeni eylem planı için düğmeye basmıştı. Müstafi Amiral Cihat Yaycı, İstanbul’daki kilise saldırısı ve artan terör eylemleri, ekonomik gelişmeler, MOSSAD imzalı provokasyonlar, FETÖ ve hükûmet karşıtları için yargıdan çıkan lehte kararların doğru okunması gerektiğini açıklamıştı. Yaycı, Türkiye’nin hızla 15 Temmuz ihanetine benzer bir sürece doğru sürüklenmek istendiğini de vurgulamıştı. FETÖ’nün önceliği 15 Temmuz’da yaşadığı yenilgiye bağlı olarak gelişen psikolojik kaybı telafi etmenin hesabındaydı. FETÖ, Erdoğan’ı devirmek üzere Tel Aviv ile mutabakat yapmıştı. En geç 2026 yılında büyük çaplı bir toplumsal karmaşa üretmek isteyen kirli ittifak, FETÖ’nün maliye, güvenlik ve yargıdaki uyuyan hücreleri ile birlikte PKK, DEAŞ, DHKP-C gibi paydaşları kullanacaktı. Ayrıca muhalif medya ve sivil toplum örgütleri gibi araçları da algı operasyonları için devreye sokmayı hedefliyorlardı.”[1]
Şimdi hatırlatmak ve sormak lazımdı:
Siyonistlerin Gazze Katliamı boyunca İsrail’e silah ve gıda yollayan Erdoğan iktidarına İsrail niye karşı çıksındı?
Saadet Partisi’nin; Türkiye’nin İsrail’e gönderdiği malzemelerin içeriğini, miktarını ve Gazze katliamına etkilerini belirlemeye yönelik araştırma önergesinin TBMM’de AKP ve MHP oylarıyla reddedilmesi, Cumhur İttifakı’nın İsrail ile suç ortaklığını gün yüzüne çıkarmıştı. Güya dindar ve duyarlı sanılan YRP’nin ve HÜDA PAR’ın bu konulardaki sessizliği ve iktidara yönelik tepkisizliği ise riyakârlık ve münafıklığın daniskasıydı.
İşte bu işbirlikçi iktidarın, Gazze Katliamları boyunca İsrail’e yolladığı radyoaktif elementler dahil bütün silah metallerinin ve kimyasal maddelerin resmi dokümanı: Türkiye İstatistik Kurumu Dış Ticaret İstatistikleri Veri Tabanı olarak Milli Çözüm Dergimizde yayımlanmış ve İsrail’e 900 gemi dolusu malzeme taşındığı açığa çıkınca Erdoğan’ın özel talimatıyla bu resmi belgeler TÜİK sitesinden kaldırılmıştı!
Bak: https://rapory.tuik.gov.tr/17-01-2024-20:13:26-248574937982937111723158287.html
Yeniden Refah’tan istifa eden Suat Pamukçu’nun: “Genel Başkan’ın yanında FETÖ’cüler var!” iddiaları!..
Yeniden Refah Partisi’nden istifa eden parti Genel Sekreteri ve İstanbul Milletvekili Suat Pamukçu, istifa gerekçesi olarak sunduğu “İnancımızla uyumlu olmayan adaylar gösterildi” sözlerine açıklık kazandırmıştı. Pamukçu, “Genel Başkan’ın yanında FETÖ’cüler var. Özellikle şunu söyleyeyim; ısrarla ittifaka karşı olanlar FETÖ’cüdür. Bu FETÖ’cülerin de şu anda tek hedefleri Reisicumhur’dur. İntikam almak duygusuyla yanıp tutuşuyorlar” ifadelerinde bulunmuşlardı.
Yeniden Refah Partisi Genel Sekreteri ve İstanbul Milletvekili Suat Pamukçu, partinin Milli Görüş çizgisiyle bir ilgisinin kalmadığını aktarmıştı.
Suat Pamukçu, Yeni Şafak’ın sorularını yanıtlamıştı:
Yeniden Refah’ın amacının, AKP’nin misyonunu tamamladığında tabana sahip çıkmak olduğunu belirten Pamukçu “Amacımız bu tabanın (Milli Görüş’ten AKP’ye kayanların) sempatisini kazanarak siyaset yapmaktı. Kızdırmadan, Saadet Partisi gibi kışkırtma yapmadan bunu başarmaktı. Böyle bir ilkeyle kuruldu parti. Biraz daha erken kurabilseydik, AKP’den ayrılanların bir kısmını da bu siyasetle kazanabilirdik” iddialarını ortaya atmıştı.
“İstifa açıklamanızda gerekçe olarak Yeniden Refah’ın ‘Kuruluş inanç ve felsefesinden uzaklaşmasını’ gösterdiniz ve oy hesabı yapıldığını söylediniz. Bir partinin oy hesabı yapması siyasetin doğası değil mi?” sorusunu Pamukçu “Yapacak tabii. Ama adayının sağlam olması lazım. AKP’den istifa eden adamı aday gösteriyorsun. Yanlış. Dün AKP’li olan bugün Yeniden Refahlı olmuyor” şeklinde yanıtlamıştı.
Aynı Suat Pamukçu, YRP’den ayrıldıktan sonra gidip kendisi de AKP’ye katılmıştı!?.. Daha önce Oğuzhan Asiltürk de, SP’yi ve tüm yan birimlerini AKP’ye katmak üzere Sn. Erdoğan’la defalarca görüşmeler yapmışlardı… Yoksa, Suat Pamukçu da, Oğuzhan Asiltürk’ün Fatih Erbakan’ı kontrol altında tutmak üzere YRP’ye kaydırdığı özel elemanı olmasındı? Bütün bunları kendisine defalarca hatırlattığımız Fatih Erbakan ise, maalesef bunları anlayacak basiret ve dirayetten çok uzaktı.
Yerel seçimler için aday listelerinin YSK’ya teslim edilmesine az bir süre kala gazeteci Murat Yetkin’e konuşan Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan da dikkat çeken açıklamalar yapmıştı. Erbakan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yarışında adaylarını çekmeyeceklerini belirterek, “Bizim değerlendirmemiz İstanbul’da Ekrem Bey’in daha şanslı olduğu, kazanabileceği yönünde” kanaatini aktarmıştı.
“Bize AKP il ve ilçe adaylıkları ilan edildiği gerekçesiyle artık değiştiremeyeceklerini beyan ettiler. Oysa biz 14 Mayıs öncesinde, Cumhur İttifakı çerçevesinde, anlaşmamız çerçevesinde Cumhurbaşkanı adaylığımızdan vaz geçmiştik. Bize il ve ilçe adaylıkları yerine 2-3 Belediye Meclisi üyeliği teklif ettiler. Anketlerde binde 6-7 civarında oyu görünen BBP’ye teklif ettikleriyle aynı. 14 Mayıs’ta Türkiye genelindeki yüzde 3 oyu da, kendileriyle işbirliğinin ‘yüzü suyu hürmetine’ aldığımızı söylediler bize. Bunu kabul edemezdik. Üstelik tabanımızda AKP’yle yerel seçimlerde iş birliği yapmamıza destek de yok, hatta 14 Mayıs nedeniyle tepki var. Biz de bu durumda İstanbul, Ankara ve İzmir adaylarımızı ilan ettik. Çekilmemiz söz konusu değil, artık çekilirsek kendimizi inkâr etmiş oluruz. AKP’nin yedek lastiğine döneriz. Bize, destek vermediğimiz takdirde Murat Kurum’un kazanamayacağını söylüyorlar. Bakın, DEM Parti, hiçbir partiye seçim kazandırmak zorunda olmadıklarını söyleyince mesele olmuyor ama biz kendi adayımızla çıkınca mesele yapılıyor. Bizim değerlendirmemiz de İstanbul’da Ekrem Bey’in daha şanslı olduğu, kazanabileceği yönünde. Özellikle Fatih, Üsküdar, Eyüp gibi ilçelerde sürpriz yapabilirler. Eyüp deyince bazı arkadaşlar sadece Eyüp Sultan Camii etrafı zannediyor; oysa Göktürk’e kadar hep Eyüp” diyen Fatih Erbakan, “PKK uzantısına göz kırpan CHP ile ittifak kurmasına” karşı çıktığı SP’nin durumuna düşmesine ise bir kılıf bulamamıştı.
Eski Emniyet Müdürü MOSSAD elemanı çıkmıştı!
MİT’in İstanbul’da düzenlediği operasyonda İsrail gizli servisi MOSSAD’a bilgi sattığı gerekçesiyle 7 kişi gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınanlar arasında dikkat çeken isim ise ATV’nin haberleri başta olmak üzere çeşitli yayınlarda boy gösteren emekli Emniyet Müdürü Hamza Turhan Ayberk olmaktaydı. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve İstanbul Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ortak operasyon yapmışlardı. İktidara yakın televizyonlardan A Haber’de ‘silah teminatı’ konulu dosya haberinde görüşüne başvurulan Ayberk, çeşitli televizyonlara da çıkarılmaktaydı. MİT, yaptığı çalışmalar kapsamında, özel dedektif Ayberk’in para karşılığı MOSSAD’a bilgi sızdırdığını saptamıştı. Ayberk’in aldığı talimatlar üzerine Türkiye’deki Orta Doğulu kişi ve şirketler hakkında bilgi derlediği anlaşılmıştı…
Eski bir kamu görevlisi olan ve özel dedektiflik yapan Ayberk’in MOSSAD’a bilgi temin etmek için aralarında kamu görevlilerinin de bulunduğu kişilerden ekip kurduğu ortaya çıkmıştı. MOSSAD’ın Victoria kod adlı ajanı aracılığıyla Ayberk ile temasa geçtiği anlaşılmıştı. Ayberk, 2019 yılında Belgrad’da yapılacak işlerle ilgili MOSSAD’dan eğitim almıştı. Ayberk, MOSSAD’ın yönlendirmesiyle gizli haberleşme uygulamaları kullanmış ve resmi kayıtlara yansımaması için ödemeleri kripto para üzerinden almıştı.
Evet Türkiye çok yönlü bir İsrail ve Yahudi Lobileri kuşatması altındaydı, bu nedenle Erdoğan iktidarından mutlaka kurtulması lazımdı.
Koç’un petrolü alenen gaspa uğramıştı, Erdoğan sahip çıkmamıştı!
“Türkiye’nin en büyük holdingi olan KOÇ’ların 100 milyon dolarlık petrolü, 11 Ocak 2024 tarihinde İran tarafından gasp edilmişti. Koç’un petrolünü İzmit Rafinerisi’ne nakleden tankere, İran donanmasına bağlı askerler helikopterle inmişti. Tanker, İran donanması tarafından Kızıldeniz’den İran limanlarından birine yönlendirilmişti. Neredeyse 1,5 ay geride kalırken, Saray sessiz ve tepkisizdi. İran, sadece Koç’a mesaj vermek için uluslararası hukuku hiçe saymayı göze alabilir miydi? Koç’un değil de yandaş bir iş adamının hatta Bilal Erdoğan’ın tankerlerinden biri kaçırılsaydı, İran’a nota bile verilirdi. Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan ile Koç ailesi arasında zahiren bir mesele yokmuş gibi görünse de işin aslı öyle değildi. Sadece bu vaka bile Koç ile Erdoğan arasındaki soğuk savaşı ispat etmeye kâfiydi…” diyenler yanılmaktaydı, çünkü bu kavga göstermelikti…
Erdoğan, Rahmi Koç’un “Dünyanın en zengin siyasetçisi bizde. Recep T. Erdoğan’ın 1 milyar doları var.” beyanatını hiç unutabilir miydi? 2002 yılında Rahmi Koç’un ifşa ettiği sırrın bedelini peyderpey Koç’a ödetmekteydi. Siyasette acemilik, kendi ifadesi ile çıraklık dönemine rastlayan Türkiye Petrol Rafinerileri Anonim Şirketi (TÜPRAŞ) özelleştirme ihalesi hariç hemen her adımda Koç’u engellemiş gibi davranması rol gereği idi.
Koç, 2011 yılında otoyol-köprü ihalesini Ülker ile müşterek 5,8 milyar dolar tutarında teklif vererek kazanıvermişti. Ancak ihale, dönemin Başbakanı Erdoğan tarafından “Bu ihaleyi onaylamak vatana ihanettir.” denilerek iptal edilmişti. Mesaj gayet berraktı: “Koç da olsan, hatta yanına muhafazakâr Ülker’i de alsan ben ‘tamam’ demeden tamam olmaz.” Koç tek başına Türkiye’nin ihracat gelirinin yüzde 10’una sahipti. Ancak KOÇ’un bu ihraç malları içinde, yerli ve Milli tek bir kalem bulmak mümkün değildi. Çeşitli otomobil markaları dahil, tamamı yabancı firmaların, Türkiye’de KOÇ’lar üzerinden ürettikleri mallardan ibaretti.
İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) 500 Büyük Sanayi Kuruluşu listesinin ilk 10’unda dört Koç şirketi vardı. Listenin ilk sırasındaki TÜPRAŞ yıllardır açık ara şampiyondu ve bu TÜPRAŞ, Erdoğan’ın KOÇ’a hediyesiydi!
Tüpraş için yeni değerleme hazırlığı hangi amaçlıydı?
Koç Holding gibi bir sömürü sermayesi devinin attığı hiçbir adım sebepsiz değildir. Hele hele seçim gibi kritik siyasi bir kavşağa yaklaşırken atılıyorsa bu adımlar daha da ilginçtir. TÜPRAŞ için bir danışmanlık firması ile yeni değer tespiti için mukavele imzalandığı iddia edilmektedir.
Borsa İstanbul’da (BİST) 16 Şubat 2024 tarihindeki kapanış fiyatı dikkate alındığında piyasa değeri 10,4 milyar Amerikan dolarına tekabül eden TÜPRAŞ için değer tespitinin zamanlaması ile satış hazırlıkları arasında bir irtibat kurulabilir miydi? Koç, işletme süresi dolmadan elindeki hisseleri Erdoğan’ın işaret ettiği gruba ya da gruplara mı devredecekti? Koç durup dururken niye değer tespiti için para harcayıp harekete geçsindi? Resmi bir beyan olmasa da bu hamle kulislerde satış hazırlığı olarak görülmekteydi.
Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç’un Londra’ya taşınacağı kulislere düşen son bomba haberdi. Bu iddia ile TÜPRAŞ hamlesi yan yana getirildiğinde fotoğraf daha berrak hâle gelmekteydi.
Ömer Koç Londra’ya kaçacak; Ali Koç Nakkaştepe’ye mi oturacaktı?
Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı ve Koç Holding Başkanvekili Ali Koç da haziran ayında Fenerbahçe başkanlık seçiminde aday olmayacağını söylemişti. Zira Ali Koç, ağabeyi Ömer Koç’un halefi olarak holdingin İstanbul Nakkaştepe’teki güvertesinde dümene geçebilirdi. Koç’un İtalyan UniCredit ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’ndan (TMSF) 2006 yılında devraldığı Yapı Kredi Bankası’nda da hisse devri ihtimalini masaya yatırdığı da kulislerde gündemdeydi. İtalyan ortak, paylarının tamamını Koç’a devredip, Türkiye’yi terk etmişti. TÜPRAŞ’ın İzmit Rafinerisi’nde imalatın 90 gün duracağı söylenmekteydi. Koç kırmızı düğmeye 1 Mart’ta basmıştı. Romanya başta olmak üzere, Koç da yeni yatırımlardan aslan payını yurt dışındaki tesislerden almaya devam edecekti. Güney Kore’nin teknoloji ve batarya devi LG’yi 2 milyar dolarlık yatırıma ikna edemediği için Koç’un Ankara’da batarya imal etme hayali tükenmiş, elektrikli tren fırsatı kaçıvermişti.
Hayret! “KOÇ’larla Erdoğan’ların arası açık…” iddialarına rağmen, AKP iktidarları sürecinde ve sayesinde KOÇ’lar özellikle faiz ve rantiye gelirleriyle servetlerini tam 40 kat artırmışlardı!? Ne diyelim, böyle düşmanlık dostlar başına gelsindi!..
[1] 21 Şubat 2024 – Türkiye Gazetesi
AYM’den Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne Dikkat Çeken İptal Kararı
Evet Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin son aylardaki telaşının ne olduğu şimdi anlaşılıyor sanki. Anayasa Mahkemesi üyelerinin büyük çoğunluğunu şimdiki iktidar seçtiği halde, işler umdukları gibi gitmiyor iktidarın…. Demek ki bilenin üstünde bir başka bilen vardı.
…
Evet Türkiye çok yönlü bir İsrail ve Yahudi Lobileri kuşatması altındaydı, bu nedenle Erdoğan iktidarından mutlaka kurtulması lazımdı.
…
Siyasiiktidar artık zıvanadan tam anlamıyla çıkmıştı. İsrail ve avanesiyle tüm gücüyle bir olan bu siyasi iktidardan ( Akp’den) biranevvel kurtulup MİLLİ ÇÖZÜM ZİHNİYETLİ bir yönetim modeline geçmek olmazsa olmazımızdı.
Şimdi hatırlatmak ve sormak lazımdı:
“Siyonistlerin Gazze Katliamı boyunca İsrail’e silah ve gıda yollayan Erdoğan iktidarına İsrail niye karşı çıksındı?
Saadet Partisi’nin; Türkiye’nin İsrail’e gönderdiği malzemelerin içeriğini, miktarını ve Gazze katliamına etkilerini belirlemeye yönelik araştırma önergesinin TBMM’de AKP ve MHP oylarıyla reddedilmesi, Cumhur İttifakı’nın İsrail ile suç ortaklığını gün yüzüne çıkarmıştı. Güya dindar ve duyarlı sanılan YRP’nin ve HÜDA PAR’ın bu konulardaki sessizliği ve iktidara yönelik tepkisizliği ise riyakârlık ve münafıklığın daniskasıydı.”
Gerçekler tokat gibi vurulmuş. Zalim güçlere kâhyalık yapan bir bayağılığı okumuş, görmüş olduk. Bunca tahribata, bu yıkıntının altında kalmamak tabi olmaz. Kıvransanızda, kıvırsanızda güzel bir son bekliyor sizi.Bazı sonların başlangıcı, yeni baharların geleceğinin müjdesi inşallah.
Insanlık için korkaklık bir esarettir. ikiyüzlülük ve Riyakarlık ve esarettir.
Evrensel hukuk kuralları kitaplarda Mahpus.. Müslümanlar Öz vatanında mağdur ve temel insan haklarından mahrum bulunurken…. Yeryüzünde mazlumların feryadı arşa çıkarken…
Toplumlar mafyanın, masonların, medyanın ve sömürücü sermaye baronlarının elinde kıvranırken…
insanlar işsiz, güvencesiz ve ümitsiz dolaşırken,..
Bazıları da Karun gibi servetin, Lut Kavmi gibi şehvet in, şeytan gibi enaniyet in, Nemrut gibi nefsaniyetin köleleri,
Dünyanın dört bir yanında mazlumun ahını alan, zalime destek verenler.
İsmi ha feto, ha Fatih, ha Mehmet hiç fark etmez..
Vatanına, milletine, dinine, davasına ihanet edenler, Karunun hazinesi, firavunun saltanatı, onları kurtaramadı?.
Kazdığınız kuyu saltanatınızı yıkacaktır.
Bekle ey Musa firavunun ordusunun tamamı denize girsin, sonra asanı vurki hepsi helak olup gitsin,..
Bizde bekliyoruz herkes safını belli edip içleri dışa dökülsün, ve Adil Düzen kurulsun….
AHDE VEFA! TÜRK DEVLET AKLI VE HASSASİYETİ!
Biz Müslüman Türkleri; tarihin en şerefli milleti yapan özelliklerin başında;
Hakka taraf, zulme karşı ve adaletli olmamız gelir.
Ecdadımızın yazdığı şerefli, tertemiz tarihimize leke sürülmektedir!
At yarışı spikerliği yapan Erdoğan iktidarı daha önce ”benim emir komuta zincirim, papaz elbisesi giy derse papaz elbisesi giyerim!” demişti.
Siyonistlerden aldıkları emirlerle dünyada eşi benzeri olmayan ”Başkanlık Sistemini” ülkemize getirmişler ardından ise kanun hükmünde kararnameler ile ülkemizi ”kanun devletine getirmişlerdi!”
BOP Projesi kapsamında; Türkiye’yi bölmek için son hamleleri Anayasamızı değiştirmek ve Dini yozlaşmış tarikatların eline bırakmak istediklerini Milli Çözüm yazmış ve uyarmıştı!
Erdoğan İktidarının son süreçte; Kendi çıkardıkları kanunlar ayaklarına dolanmış, hukuk çıkmaza girmişti. Dahası, Anayasayı takmayacak kadar kibirlilerdi!
“Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
Yücelik ve kudret (izzet) benim izârım, büyüklük de benim ridâm sayılır. Bunlardan biri kendisinde de varmış gibi davranan olursa, onun cezasını veririm.”
Müslim, Birr 136. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 26; İbni Mâce, Zühd 16
Devlet ise; Filistin zulmüne ortak olan ve Anayasa ihlali yapan din istismarcısı dindar kahraman Erdoğan’a gerçekleri hatırlatmış ve uyarmıştı!
Hükümet; her iş başına getirdiğini (atadığı) şahısları kendilerinden zannediyordu ancak durum istisnalar kaideyi bozmazdı?!
SİHİRBAZLAR, AKP İKTİDARINI AYAKTA TUTMAYA ÇALIŞIYORLARDI!
Siyonizm’in at değiştirme ve ülkemizi hızlıca işgal etme projesi olan 15 Temmuz Darbe Girişimi;
Vatansever, antiemperyalist kolluk kuvvetlerimiz tarafından kahramanca bertaraf edilmiştir!
50 yıllık plan tek gecede boşa çıkartılmıştır. Ayrıca;
Fetö’nün gerçek yüzünü Erbakan Hoca yıllar öncesinden anlatmış, Hükümet Olduğu dönemde ise: ”Fethullah Gülen’in CIA ajanı olduğunu MİT raporuna yazdırmış” ve yılanın başını sürgün ettirmişti!
Üstad Ahmet Akgül iktidarın Fethullah Gülen Hocalarına ilk Fetö diyen kutlu şahsiyettir ayrıca yıllar öncesinde ”Küresel Fesatçılık ve Fetullahcılık” kitabını yazmıştı!
Ülkemizde Türk Siyaseti ve Türk Futbolu hariç fetö temizlenmiştir Elhamdülillah.
Ülkemizde yandaş yalaka yazar takımının darbe korkusu üzerinden Erdoğan İktidarını ayakta tutma çabaları boşa çıkacaktır çünkü ”askeri darbeler tehlikelidir ancak gerektiğinde devlet müdahalesi kaçınılmazdır!”
FİRAVUN’UN EN BÜYÜK DESTEKÇİLERİ, KARUNLAR!
Türk Siyasetinde ”güneş motel” olayı gibi ve ibret alınması gereken derslerde vardı!
Rantiyecilerin yani halkı sömüren faizci kapitalist sistemin ülkemizde ki Yahudi Dönmesi temsilcileri kendi çıkarlarına ters düşen hükümetlerin düşmesi için bütün imkanlarını seferber etmektelerdi!
Erbakan Hoca gibi denk bütçe yapan, havuz sistemi oluşturan bir lider istememelerini süper ahmaklar bile anlardı!
İşbirlikçi iktidar ile çıkar ilişkisine sahip olan Karunların serveti Firavunlar gibi hızla büyümekteydi!
Ancak, yıllardır yetimin hakkını yiyen hainler elbet hesap vereceklerdi!
”SİYONİZM ÖYLE USTADIR Kİ…”
Siyonizm öyle ustadır ki, ”kim ben mi? Ben hiç Siyonizm’e hizmet eder miyim!” şarkısını söylettirerek, kendi ordusunda işbirlikçilere askeri talim yaptırır! buyurmuştu Erbakan Hocamız..
YRP’nin kuruluşundan itibaren Milli Çözüm’ün uyarını dikkate almayan Fatih bey maalesef şaşırıp sapıtmıştır!
Batıldan taraf olup, batılın bir kaç günahını dile getirmekle ahiretinin kurtulacağını sanıyorsa yanılmaktadır!
Danışmanlarının Mason Localarında eğitim verdiği ortaya çıkmakta ve gaflet içerisinde bocalamaktadır!
”Akıllı kişi bir işin sonucunun kime yaradığına bakmalıdır.”
Attığı her adım Siyonizm’in işine yarayan Fatih bey siyasette ”çocuk akıllıdır”
AKP’nin yıkılacağını anlayanlar, ülkeyi terk ederken, YRP’yi fes edip Saadet Partisine katılmak son çıkış şansıdır.
Allah’ın dediği olur! Zafer inananlarındır ve Zafer yakındır!
Örnek Devlet Adamı Olarak ERBAKAN HOCA’NIN FARKI
Erbakan Hoca’nın Refah Partisi’nin Kapatıldıktan Sonraki Açıklamasını Hatırlayalım!
Partisinin haksız ithamlar ve alâkasız iddialarla kapatılması üzerine Erbakan Hocamız, büyük bir dirayetle ve tam bir devlet adamı metanetiyle şöyle buyurmuşlardı:
“Anayasa Mahkemesi Refah Partimiz hakkında (kapatılmasına dair) bir karar almıştır ve biraz önce bu kararını açıklamıştır. Her şeyden evvel huzurlarınızda ifade ediyorum ki; Anayasa Mahkemesi Türkiye’nin kuruluş itibarıyla en yüksek mahkemesidir. Bu nedenle almış olduğu kararlara bütün kuruluşların riayet etmesi gerekir. Hatta bu kararlar, adli ve hukuki bakımdan birer vahim hata olsalar dahi, bir hukuk devletinde, en yüksek mahkemenin kararlarına, elbette itaat edilip uyulması gerçeğini ortadan kaldırmaz.” (16 Ocak 1998 – TBMM)
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/yuksek-bilim-erbabi-ve-ornek-devlet-adami-olarak-erbakan-hocanin-farki/
Umut ediyoruz bekliyoruz ki Anayasa Mahkemesi ülkenin içinde bulunduğu bu sosyal ve siyasal buhrandan çıkaracak milli çıkarlarımıza paralel haklı ve hayırlı bir değişim ve dönüşümle Türkiye de yeni barış ve huzuru tesis edecek yapılacak dönüşümle AYM ‘yi gerçek hüviyetine kavuşturacaktır. Özgür ve milli menfaatleri ön plana koyacak iradeye ortaya koyacaktır.Milli Çözüm şahsi manevisi Üstat Ahmet AKGÜLtüm İslam Aleminin umutla beklediği karanlık çağı kapatacak ve aydınlığa çıkaracaktır.Aziz Erbakan Hocamızın Adil düzen projeleri hayata geçirilecektir. Bununla birlikte inşaAllah Milli Çözüm iktidarına geçiş yapılacaktır. O haberi bekliyoruz…
Yâsîn 49
(Oysa) Onlar, (inanmasalar ve farkında olmasalar da, aslında) sadece korkunç bir çığlık (ve kahredici bir haykırış) bekleyip gözetlemektedirler. (Belki de şeytan ordularının hezimetini bildiren bir TV haberi bütün ümitlerini yıkıverecektir.) Onlar birbirleriyle çekişip-dururlarken o (ödleri patlatıcı ve şaşkınlığa uğratıcı ses ve haber dalgası) kendilerini yakalayıverecektir.
https://www.mealikerim.com/36/yasin/49
Hicr 83
Derken (intikam gününün) sabah vaktine girdiklerinde, onları o dayanılmaz çığlık (korkunç gök gürültüsü ve şimşek çakması) yakalayıvermişti.
https://www.mealikerim.com/15/hicr/83
AKP iktidarı döneminde kamu kurumlarının ileri düzeyde laçkalaştığı ve çalışma disiplinini yitirdiği aşikardır. Buna ek olarak AKP iktidarı tarafından yapısal değişiklikler yapılabilen kurumlarda, memleket faydasına projeler üretilmeyen sadece lobicilerin ve yandaşların menfaatlerine uygun çalışan kurumlar oluşturulmuştur.
Söz konusu üst düzey laçkalaşma sonucu ülkemizde MOSSAD gibi yabancı servisler daha rahat faaliyet yürütmektedir. MOSSAD elemanı olduğu ortaya çıkan emekli emniyet müdürünün kurduğu ekipte FETÖ’cülerin de yer aldığı hususu dikkate alındığında AKP tarafından oy sebebiyle kadrolaşma imkanı verilen ve hayırlı faaliyetlerden uzaklaşarak eksen kayması yaşayan bazı cemaat ve tarikatlarında ne tür bir tehlike potansiyeli taşıdığı da anlaşılmış olmaktadır.
Haim nahum planını adım adım uygulayan Akp iktidarı ve ortağı ülkemizi İsrail’e vilayet yapmanın son virajlarını dönerken, devletin temellerini oynatmaya çalışmaktaydı. Ancak unuttukları ve hesaba katmadıkları bir husus vardı; Tarihin akışı içerisindeki en büyük devrim olan ve hızla yaklaşan Erbakan devrimi yaklaşmaktaydı. Milleti rahatlıkla kandırdıklarını ve tüm şer şebekesinin yanlarında ve arkalarında olduğunu düşünerek özgüven sarhoşlukları içerisinde şımarırlarken rahmaniler, mazlumlar ve onurlu yaşamak isteyen garibanların ahı ile beraber artık bu sefer insanlığı saadet iklimine taşıyacak olan Milli Çözüm vardı. Merhum Erbakan Hocamız böylesine birlik olan şeytanın şaheserini devirmek için tüm hazırlıkları yaparken, kendisinden sonrasına birisini yetiştirmemek yada tüm çalışmaların boşa gitmesini hesap etmemiş sanılmasındı. Tüm şeytani şebekeden ve işbirlikçilerinden hesap sorup onları Zelil edecek has talebesini çoktan yetiştirip hazırlamıştı. Hem Gazze’ye, hem doğu Türkistan’a ve tüm insanlığa müjdeler olsun. Öylesine büyük ve şen bir zafer olacak ki bu acılar unutulsun insanlık nura gark olsun inşallah.
AKP’nin İsrail’le yaptığı ticaretin, Filistin’e ihanet boyutunda olduğunu ispatlayan girişim Saadet Partisi tarafında yapılmıştı. Artık Cumhur ittifakının ve taraftarının kuyruklarını kısmaktan başka alternatifleri kalmamıştı. Bu zillet inşallah onlara yetecekti.
Makalemizde geçen konuyla ilgili bölüm “Saadet Partisi’nin; Türkiye’nin İsrail’e gönderdiği malzemelerin içeriğini, miktarını ve Gazze katliamına etkilerini belirlemeye yönelik araştırma önergesinin TBMM’de AKP ve MHP oylarıyla reddedilmesi, Cumhur İttifakı’nın İsrail ile suç ortaklığını gün yüzüne çıkarmıştı.
Güya dindar ve duyarlı sanılan YRP’nin ve HÜDA PAR’ın bu konulardaki sessizliği ve iktidara yönelik tepkisizliği ise riyakârlık ve münafıklığın daniskasıydı.”
Evet, olayları böylesine mükemmel ve tam analiz edebilmek ancak üstün bir bilgeliğin sonucuydu.
Makalemizi okuduktan sonra ülkemizde ferasetin, hikmetin, milli bakışın, Milli Görüşün kaynağının Üstad Ahmet Akgül Hocamız olduğunu anlamamak ahmaklık değilse kuru bir inadın/inkarın sonucu olsa gerek.
AYM Başkanı Zühtü Arslan, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın katıldığı etkinlikte ki konuşmalarında “Elbette Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını ve Anayasa hükümlerine ilişkin yorumunu beğenmeyebilir, bunlara katılmayabiliriz. Ancak bir hukuk devletinde, katılmasa da bu kararlara uyulması anayasal bir zorunluluktur…” açıklaması ve “Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi üzerindeki derviş hırkasını çıkarın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra ona aldanmasın!” konulu hikayesi; ülkemizin, Siyonizm ve işbirlikçilerinden kurtuluşunun ve Milli Görüş=Milli Çözüm şuuruna geçişinin göstergesiydi.