YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
664b62f2cc8af
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 7 0 1
Bugün : 15038
Dün : 21806
Bu ay : 422281
Geçen ay : 737322
Toplam : 23938567
IP'niz : 3.14.8.206

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

TÜRKİYE LİBYA’DA

Emperyalist Zalimlerin Hesaplarını Bozmalı

ARABULUCULUK VE OYUN KURUCULUK YAPMALIYDI

        

Türkiye, elbette Akdeniz’deki ve bölgemizdeki haklarını ve çıkarlarını korumalı, bu yönde gerekli tedbirleri almalıydı. Ama bunu yaparken, kardeş ve Müslüman bir ülkenin tahrip edilip parçalanmasına, doğal zenginliklerinin yağmalanmasına asla ortak olmamalıydı… Ve sonunda Siyonist ve emperyalist odakların iç savaş başlattıkları ve mazlum Müslüman kanı akıttıkları Libya’daki kardeş kavgasında bir tarafın destekçisi ve yangının körükleyicisi olmaktan sakınmalı, Libya’nın birliğini, halkının dirliğini sağlayacak bir arabuluculuk ve emperyalizme karşı yeni bir oyun kuruculuk rolü oynamalıydı.

Libya Ulusal Ordusu, Türkiye’yi Düşman Saymaktaydı

ABD ve Rusya destekli, General Halife Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu Sözcüsü Mismari; Trablus’a inmek isteyen Türk uçaklarının, limanlara yanaşmak isteyen Türk gemilerinin ve Türkiye’nin ülkedeki askeri varlığının hedef alınacağını açıklamıştı. Libya’da, son dönemde Ulusal Mutabakat Hükümeti ile yaşanılan çatışmalarda güç kaybeden General Halife Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu’nun sözcüsü Ahmed Mismari; “Türk hedeflerin düşman hedef olarak tanımlandığını, Libya hava sahasının Türk uçaklarına kapatıldığını ve Libya karasularındaki Türk gemilerinin vurulacağını” iddia eden bir açıklama yapmıştı. Mismari ayrıca “Türkiye’ye ait bir İHA’nın düşürüldüğünü” de hatırlatmış ve “Türkiye ile Katar, militanların lehine müdahil oluyor. Türkiye, Trablus savaşına denizden, havadan ve karadan müdahale ediyor” ifadesini kullanmıştı. Libya, 2014 seçimlerinin ardından siyaseten ikiye bölünmüş durumdaydı. Bunlardan birisi ülkenin doğusunda, Mısır sınırına yakın Tobruk’ta bulunan Temsilciler Meclisi, diğeri ise Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti olmaktaydı.

Merkezi Trablus’ta bulunan Ulusal Mutabakat Hükümeti, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere Türkiye, Avrupa Birliği ve uluslararası kurumlarca meşru kabul ediliyor ve destekleniyordu. Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi ise; Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Fransa ve kısmen Rusya’dan destek buluyordu.

General Halife Hafter, Kimlerden Destek Almaktaydı?

1943 Ecdebiye doğumlu General Halife Hafter, petrol zengini Libya’da son 5 yıldır yaşanan krizin önemli aktörlerinden birisi konumundaydı. Sovyetler Birliği’nde askeri eğitim görüp, Kaddafi’nin liderliğindeki orduya katılmıştı. 1969’da Kaddafi’nin Kral İdris’i devirmesinde rol oynamıştı. Bu adımı, onu Kaddafi’nin en çok güvendiği isimlerden biri haline getirmiş ve Kaddafi başa geçince Genelkurmay Başkanlığı yapmıştı. 1986 yılında, Fransa’nın desteklediği Çad güçleriyle çatışan birliklerin başına getirilmesi ise sonunu hazırladı. Libya yenildi, 1987’de Hafter ve askerleri esir düştü. Kaddafi askerleri geri çekince de bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Yıllarca hapis yatan Hafter, ABD’ye sürgüne yollandı. Libya’nın “yeni Kaddafi’si” olarak tanımlanan General Halife Hafter, uzun yıllar ABD’de sürgünde kalmıştı. Kaddafi’nin devrilme sürecinde Libya’ya dönen Hafter’in CIA ile iş birliği içinde olduğu konuşulmaktaydı. 2014’ün Şubat ayında, BM destekli seçimlerde yeniden güç kazandı. Hafter güçleri, 2014’ten beri ülkenin doğusunda Tobruk ve önemli petrol limanlarının da olduğu büyük bir alanı kontrolü altında tutmaktaydı. Libya’da olası bir barışı baltalayan ve Türkiye dahil uluslararası arenada tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) karşı savaş açan Hafter’i, bu süreçte Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Suudi Arabistan’ın desteklediği biliniyordu. Ayrıca, ABD ve Rusya da onun arkasındaydı.

Libya’yı kimler karıştırmaktaydı?

Erdoğan iktidarının da desteklediği 2011’deki NATO müdahalesiyle; Muammer Kaddafi’nin devrilmesinin ardından tam bir kargaşa ortamına atılan ve yerel hükümetler arasındaki nüfuz mücadeleleriyle anılan Libya, bölgesel güçler arasındaki örtülü savaşın yeni sahası yapılmıştı. Libya’da UMH ile Hafter’e bağlı güçler arasındaki savaş, Katar ve Türkiye ekseni ile Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır arasındaki bölgesel güç mücadelesinin arasındaki askeri çatışmaya dönüşmüş durumdaydı. Geçtiğimiz aylarda Hafter’e bağlı güçler tarafından Trablus’a başlatılan askeri operasyon, Türkiye’den UMH’ye, BMC üretimi “Kirpi” model zırhlı araçların ve “Bayraktar” model insansız hava araçların (İHA) hibe edilmesinin yanı sıra yapılan geniş çaplı askeri sevkiyat neticesinde durdurulmuş ve bunu takiben Libya Ulusal Ordusu Generali Ahmed Manfur, “Türkiye’ye ait bir İHA’nın düşürüldüğünü” açıklamıştı.

ABD ve Rusya Kimin Tarafındaydı?

Libya’daki mevcut krizde, ABD ile Rusya’nın kiminle çalışmayı seçtiği henüz muğlaktı. ABD tarafından Libya krizi için şu ana kadar iki kez görüş açıklanmıştı. İlkinde; ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Hafter’in eylemlerini kınayarak ateşkes çağrısında bulundu, ikincisinde ise; ABD Başkanı Donald Trump, Hafter’le bir telefon görüşmesi gerçekleştirdikten sonra “yanlışlıkla” desteğini açıklamıştı. Libya’ya yönelik bu yaklaşımların hangisinin Washington için geçerli olacağı muammaydı. Görünüşe göre, ABD içerisinde Mısır’da Sisi-İhvan çekişmesine benzer bir ikilik söz konusuydu. Rusya ise Libya ihtilafında her iki tarafla da ilişkileri sürdürmeye çalışmaktaydı. Rusya’nın zımni olarak Hafter’i desteklediğine dair emareler görülse de Moskova; Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’ın aksine, kırmızıçizgiyi aşmamıştı. 

Türkiye, Libya’da Ne Yapmaya Çalışmaktaydı?

“Maalesef, Suriye gibi Libya’daki kriz de giderek Türkiye’yi içine çekiyordu. AKP iktidarının 2011’deki ‘Arap Baharı’ ile birlikte Batılı müttefikleri hesabına işin içine dalıp, daha sonra kendi küçük heveslerini araya sıkıştırdığı ucuz kahramanlıkların bizi nereye sürükleyeceği bilinmiyordu. Başlangıçta Türk şirketlerin 19 milyar dolarlık alacağını garantileme adına; ‘sahada olmayan masada olamaz’ palavrasıyla Haçlı Batı’ya destek çıkan Erdoğan iktidarı, şimdilerde: ‘Doğu Akdeniz’deki enerji savaşında Türkiye’ye karşı oyunu bozmak için Libya’daki müttefik güçlerin galip gelmesi şart.’ politikasına sığınmaktaydı.

Bu lanetli hikâye, bir ihanetle başlamıştı. Libya’nın linç edilen lideri Muammer Kaddafi, “Biz dostuz, arkadaşız” diye seslendiği Recep T. Erdoğan’ın müdahale komplosunu boşa çıkaracağını sanmıştı. Son röportajını TRT’ye vererek, ‘El Kaide Libya’yı ele geçirirse büyük bir facia yaşanır. Türkiye olayların gerçek yüzünü öğrendiğinde doğru tutum takınacaktır.’ diye yakınmıştı. Erdoğan önce ‘NATO’nun Libya’da ne işi var?’ diye çıkışmış, fakat 24 saat geçmeden çark ederek İzmir’i NATO müdahalesi için ana karargâh yapmıştı. Zaten Suriye’deki kirli müdahale için de Türkiye’yi sıçrama tahtası ve lojistik hattı olarak kullanmışlardı. Sonunda NATO, Libya’yı tahrip edip, cinayetlerini işleyip çekip çıkmıştı. Gerisi tufandı. Libya; El Kaideciler, IŞİD’ciler, Selefiler, İhvancılar, aşiret güçleri, çeteler ve liberal-milliyetçi savaş şebekeleri elinde paramparçaydı ve perişandı.

Kutuplaşmanın öncesinde Temmuz 2013’te Libya’nın komşusu Mısır’da, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) desteklediği darbeyle İhvan iktidarı yıkılmıştı. İhvan üzerinden hesaplaşmanın, Libya’ya yansıması fazla gecikmemiş, Katar ve Türkiye yeni iktidara sahip çıkmıştı. Bu eksende biraz geride kalsa da üçüncü ayak Sudan’dı. Buna karşın Suudi-BAE-Mısır üçlüsü; Tobruk merkezli meclis, ona bağlı hükümet ve Libya Ulusal Ordusu’nu kuran eski firari General Halife Hafter’i destekliyordu. Mısır’ın darbeci lideri Abdulfettah el Sisi, 10 Ağustos 2014’te Riyad ziyaretinde Libya’ya müdahale planını Suudi kralıyla paylaştı. Ardından Mısır’dan havalanan BAE uçakları, 18 Ağustos ve 23 Ağustos 2014’te Libya’da İslamcı milislerin mevzilerini bombaladı. Vekâlet savaşı böylece daha da kızışmıştı. Türkiye geri adım atmamış, ilk zamanlar Tobruk kanadıyla teması korusa da sonradan tüm ağırlığını Trablus’a vermeye başlamıştı.

En mühim mesele tabii ki BM ambargosuna rağmen yapılan silah sevkiyatıydı. ‘BAE yapıyor da biz neden yapmayalım’ mantığıyla davranılmaktaydı. Sevkiyat, iki eksen arasındaki vekâlet savaşı ayyuka çıkmadan önce başlamıştı. Ocak 2013’te Libya’ya giderken fırtınaya yakalanıp Yunanistan sahiline demir atan bir gemide, Türkiye’den yüklenmiş silahlar çıkmıştı. Ağustos 2014’te Hafter, Türkiye’den Derne’ye giden geminin silah yüklü olduğunu belirtip vurulacağını açıklamıştı. Aralık 2014’te Mısır’da durdurulan bir gemide yine silahlar çıkmıştı. Aralık 2014’te Mısrata limanına yanaşan Kore gemisi de Türkiye’den yüklenen silahlarla doluydu. Eylül 2015’te İskenderun’dan mühimmat yüklenmiş bir gemi yine Yunanistan’da yakalanmıştı. 23 Kasım 2017’de Mısır’ın Port Said limanında durdurulan gemide 29 konteynır silah vardı ve Mersin’den yüklenmişti. 18 Aralık 2018’de silah yüklü bir gemi Khoms limanında, Türk yapımı silahlarla yakalanmıştı. BM’nin silah ambargosunu denetleme komitesi, 5 Eylül 2018’de Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda Türkiye’den silah sevkiyatını doğrulamıştı.

BM’nin çözüm arayışları sürerken Hafter, tarafların önüne konulan yol haritasına aldırmadan tüm ülkede kontrolü ele almak üzere harekete geçti. Daha önce Bingazi’deki İslamcıları yendikten sonra Ecdebiye, Sidra ve Ras Lanuf gibi yerlerde kontrolü sağlamış olan Hafter, Ocak 2019’dan itibaren petrol sahalarının bulunduğu güney bölgelerine sarkmıştı. Fizan’daki Tuareg ve Tubu gibi kabileleri “petrolden pay vaadiyle” kendine bağlamıştı. Güneybatıda petrol sahalarının bulunduğu Şerare ve El Fil’i ele geçirmiş durumdaydı. Hafter; 27 Mart’ta Riyad’da Suudi Kralı Selman’la görüştükten sonra, 4 Nisan’da Trablus’u ele geçirmek üzere yeni bir harekâta kalkıştı. Bu hamle karşısında Türkiye’nin yardımları da artmıştı. Libya Ulusal Ordusu Sözcüsü Ahmed el Mismari, 19 Nisan’da Türkiye’nin Suriye’den Libya’ya militan taşıdığı suçlaması eşliğinde, bir de insansız hava aracı temin ettiği iddiasını gündeme taşımıştı.

Bu arada karşı cephede de saflar kalabalıklaşmıştı. Hafter, 15 Nisan’da bir telefon görüşmesiyle ABD Başkanı Donald Trump’ı arkasına almıştı. Beyaz Saray’a göre Trump, Hafter’in terörle mücadele ve petrol kaynaklarını korumadaki rolünü takdirle karşılamıştı.

Hafter’in güç kaynakları şunlardı:

Suudi Arabistan, mali kaynak sağlıyordu.

BAE, cephane ve insansız uçak temin ediyordu.

Mısır, savaş uçakları gerektiğinde devreye giriyordu.

Fransa, askeri danışmanlık hizmeti sunuyordu. Fransız uçaklarının çaktırmadan belli hedefleri vurduğu da söyleniyordu.

Bingazi’ye konuşlanan Rus özel savaş aygıtı Wagner Grubu, silah ve mühimmat temin ediyordu. Tarafsızlık görüntüsüne rağmen Moskova’nın tercihi Hafter oluyordu!

26 Haziran’da Trablus merkezli güçlerin, başkentin güneyindeki Giryan’ı geri almaları Hafter’i kızdırmıştı. Hafter, Türkiye’ye karşı adeta savaş açmıştı. Giryan’da 43 asker kaybeden ve büyük bir cephane bırakan Libya Ulusal Ordusu’nun sözcüsü Ahmed el Mismari; 28 Haziran’da Türkiye-Libya arasındaki sivil uçuşları yasakladıklarını, Libya limanlarına yanaşan Türk gemilerini vuracaklarını, yakaladıkları Türk vatandaşlarını tutuklayacaklarını ve Türk şirketlerini hedef alacaklarını açıklamıştı. Giryan’da bıraktıkları cephane BAE’nin yaptığı yardımın boyutlarını da göstermişti. Silahlar arasında Amerikan yapımı FGM-148 Javelin tanksavar füzeleri de vardı. ABD bunları 2008’de BAE’ye satmıştı. Bir de Giryan’da Çad ve Sudan’dan gelen paralı savaşçıların esir alındığı söyleniyordu. Karşı tarafın asker tutacak kadar parası da vardı.

2011’de hesapsızca içine daldıkları macera, bu şekilde Türkiye’yi kolayca kaçamayacağı bir bataklığa mı saplanmıştı?

Erdoğan’ın “BM’nin tanıdığı hükümete destek oldukları” söylemi, bizi bataktan kurtaracak mıydı? Türkiye aleni bir şekilde bir iç savaşın tarafı ve parçası olup çıkmıştı. Evet, Serrac hükümeti BM tarafından tanınmış olsa da Avrupa Birliği, Arap Birliği, Afrika Birliği ve BM Güvenlik Konseyi’nde Hafter’in başarısına oynayanların sayısı artmaktaydı. Batı kanadında İngilizler ve İtalyanlar şimdilik Türkiye ile aynı tarafa oynuyorlardı.”[1]

Bizim asıl kuşkumuz ve dikkat çekeceğimiz husus şudur:

Siyonist odaklar Libya’yı tamamen çökertmek, petrol ve doğalgazını kolayca sömürmek için, oradaki iç savaşın devamını ve Libya halkının birbirleriyle sürekli boğuşmasını istiyorlardı. ABD, Rusya, Suudi Arabistan, Mısır ve BAE gibi ülkeler General Hafter’in yanındaydı. İngiltere, İtalya ve Katar ise mevcut BM destekli Serrac İktidarının tarafındaydı… Bu iç savaş sadece dış güçlerin işine yaramakta, Libya halkı kan ağlamaktaydı. Bu şartlarda, hangi amaçlarla ve kimin tarafında olduğunuzun, sonuçta bir anlamı kalmamaktaydı.

General Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu uluslararası suça kalkışmış, MİT ve Özel Kuvvetler askerlerimizi açığa vurmuşlardı.

Libya haber portalı Almarsad, Libya iç savaşında Trablus merkezli Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti‘nin askeri ve istihbarat operasyonlarını yürüten, aralarında çok sayıda üst düzey generalin de bulunduğu Türk uzmanların pasaport bilgilerini yayınlamıştı. Almarsad, kimlik bilgileri yayınlanan kişilerin son günlerde stratejik Al Garyan ve Abu Raşada bölgelerinin ele geçirilmesinde kritik rol oynayan Türk dronların operasyonlarını yönettiklerini de vurgulamıştı. Habere göre, Türk ekibinin başında Milli Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı T.G.K bulunmaktaydı. Ekibin diğer önemli bir ismi ise, verdiği ifadelerle ‘FETÖ’ duruşmalarının önemli bir danışmanı haline gelen Genelkurmay Genel Sekreteri ve Genelkurmay İstihbarat Başkanı Tümgeneral İ.Ö. olmaktaydı. Yine pasaport bilgileri yayınlanan önemli isimlerden biri de, Balyoz davalarından 13 yıl hapis cezasına çarptırıldıktan sonra, ikinci yargılamada beraat ederek Tümgeneralliğe terfi eden L.E. ise Mardin’in Nusaybin ilçesinde Hendek operasyonları olarak bilinen PKK eylemlerini bitiren isim olarak tanınmıştı. Ayrıca İzmir merkezli askeri casusluk davasının önemli isimlerinden İ.A da uzmanlar arasındaydı. Habere göre İçişleri Bakanı Fathi Ali Bashaagha’nın, Türk uzmanların Libya’ya girişlerinde vize verilmesini isteyen bir direktifi de yayınlanmıştı. Haberin detaylarında Türk uzmanların Libya’ya gelişleri ve bir otelde kalışlarını gösteren video görüntüleri de vardı.[2]

Halife Hafter’in liderlik ettiği Libya Ulusal Ordusundan (LUO), Türkiye menşeli insansız hava araçlarının (İHA), başkent Trablus’ta bulunan Fayiz es-Serrac başkanlığındaki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) bağlı silahlı güçler safında çatışmalarda kullanıldığını da duyurmuşlardı.[3]

Türkiye’den Libya’ya Çok Sayıda Zırhlı Araç Yollanmıştı.

Samsun’dan çıkan zırhlı araç yüklü gemi, Libya’nın başkenti Trablus’a ulaşmıştı.

Türkiye, Libya’nın batısı ile başkent Trablus çevresini elinde tutan Birleşmiş Milletler (BM) destekli Ulusal Birlik Hükümetine, BMC üretimi “Kirpi” adı verilen zırhlı araç ve ağır silah yollamıştı. (Kirpi, BMC Otomobil’in “Mayına Karşı Korumalı ve Çok Amaçlı Zırhlı Araç” sınıfında bulunuyordu.) Libya Ulusal Birlik Hükümeti’nin resmi Facebook hesabından yapılan açıklamada, “Ulusal Birlik Hükümeti, Trablus’u savunan güçlerini zırhlı araç, mühimmat ve kaliteli silahlarla donatıyor” ifadeleri yer almıştı. Hükümetin açıklamasının ardından sosyal medyada onlarca Kirpi türü zırhlı aracın, Trablus Limanı’na indirildiği görüntüler yayınlanmıştı. Konuyla ilgili şu ana kadar Türkiye’den herhangi bir resmi açıklama yapılmamıştı.

Ama Hafter Güçleri, Kendilerini İsrail’in Desteklediğini Gizliyorlardı! Çünkü İsrail, Hafter’e Silah Yollamaktaydı.

BAE’ye ait kargo uçaklarının, Nisan ayı başında İsrail üzerinden Libya’da darbeci General Halife Hafter’e silah taşıdığı ortaya çıkmıştı. El Cezire Arapça’nın haberine göre, İsrail-Mısır-Ürdün arasında şüpheli rota izleyen BAE kargo uçaklarının, Halife Hafter’in kontrolündeki askeri üslere iniş yaptığı ve silah taşıdığı saptanmıştı. Uçaklar ile birlikte Hafter’in başkent Trablus’a saldırısı eş zamanlı olarak başlamıştı. Habere göre kargo uçakları, iç savaşın yaşandığı Libya’ya yöneldiklerinde uçuş transponderlerini kapatarak, izlerini kaybettirmeye çalışmışlardı. Bu gizlilik çabasında, Birleşmiş Milletler tarafından Libya’ya uygulanan silah ambargosundan kaçınma çabasının etkili olduğu vurgulanmıştı. Hafter güçleri tarafından yayınlanan bir videoda da UP-I7645 numaralı bir kargo uçağının, Libya’nın güneyindeki Tamanhant askeri üssüne iniş yaptığı ve FF ile başlayan dört basamaklı bir kodun bulunduğu, 64 kilogram ağırlığında sandıkların uçaktan indirildiği anlaşılmaktaydı.

Hafter ve MOSSAD İrtibatı

Libya’nın doğusunu kontrol eden Halife Hafter’in, Birleşik Arap Emirlikleri aracılığıyla MOSSAD ile yaptığı görüşmeler sonrası İsrail’den askeri yardım aldığı ortaya çıkmıştı. Hafter kuvvetlerinden yüksek rütbeli bir askeri kaynağın ifadesine göre; Birleşik Arap Emirlikleri destekli Hafter, iki yıldır İsrail istihbaratıyla gizli görüşmeler yapmaktaydı. İsmi gizli tutulan kaynak; “Hafter ve İsrail arasındaki iş birliği, Ürdün’de MOSSAD ajanları ile görüştüğü 2015 yılından beri devam ediyor. Birleşik Arap Emirlikleri aracılığıyla gerçekleştirilen görüşmeler büyük bir gizlilikle yürütülüyor” ifadelerini kullanmıştı. İsrail tarafından tedarik edilen silahların genellikle keskin nişancı silahları ve gece görüş dürbünleri olduğu saptanmıştı. Söz konusu kaynak, Hafter’in cihat yanlısı gruplara karşı başlattığı Kerame (Haysiyet) operasyonunda da İsrail ile iş birliği yaptığını aktarmıştı.

Hafter’in; Fransa ve Rusya’nın yanı sıra İsrail devletiyle de iş birliği yaptığı ortaya çıkmış ve İsrail Maariv gazetesi istihbarat işleri yorumcusu Yossi Melman, 7 Ağustos 2019 tarihinde Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, “Halife Hafter’in MOSSAD’la iş birliği yaptığını” açıklamıştı. Sosyal medyada büyük yankı bulan bu açıklama; BAE, Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkeler dahil olmak üzere dünya basınında nedense yer almamıştı.”

Evet, maalesef; İsrail, ABD, Rusya ve Fransa, Libya’daki HAFTER kuklasını kullanıp kışkırtmakta; İngiltere ve İtalya, Türkiye’nin de desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne ve Başkanı SARRAC’a arka çıkmakta, sonuçta her iki taraftan da sürekli Müslüman kanı akmakta ve bu arada Libya’nın petrol ve doğalgaz yatakları Siyonist Merkezlerin ve Haçlı emperyalistlerin kasalarını doldurmaktaydı.

Hulusi Akar’dan, Libya’daki Hafter Güçlerinin Tehdidine Sert Yanıt

Libya’da; Trablus’a gerçekleştirdikleri saldırıda, başkentin güneyindeki Giryan kentinin kontrolünü kaybeden Halife Hafter’e bağlı güçlerin sözcüsü Ahmed Buzeyd el-Mismari’nin, tüm Türk hedeflerini düşman hedefi saymakla tehdit ettiği hatırlatılarak değerlendirmesi sorulan Bakan Hulusi Akar, Libya’nın toprak bütünlüğü ve egemenliği ile halkının huzur ve mutluluğuna, Libya’daki ulusal mutabakat ruhuna önem atfettiklerini vurgulamıştı. Birleşmiş Milletler tarafından Libyalılar arasındaki anlaşmazlıkların çözümüne yönelik çabalara destek vermeye ve uluslararası hukuka ve anlaşmalara uygun olarak barış ve istikrar için çalışmalara devam edileceğine dikkati çeken Akar, şunları aktarmıştı:

“Bölgede barış ve istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmaya devam ederken hasmane tutum veya saldırıların bedeli çok ağır olacak, en etkili ve şiddetli şekilde mukabele edilecektir. Tarafımıza yöneltilebilecek her türlü tehdit ve düşmanca hareketlere karşı tedbirimizi aldığımız bilinmelidir.”

Hatırlanacağı üzere; Libya’nın doğusundaki Libya Ulusal Ordusu isimli silahlı grubun lideri olan Halife Hafter, haddini aşan bir Türkiye açıklaması yapmıştı. 4 Nisan’da ülkedeki aktörler barış görüşmelerine hazırlanırken, aldığı emirlerle başkent Trablus’u ele geçirmek için sürpriz bir saldırı başlatarak Libya’yı yeniden bir iç savaşa sürükleyen Hafter’in ilerleyişi, başkentteki uluslararası meşruiyete sahip Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) bağlı güçlerce kısa sürede durdurulmuştu. Ancak, aradan geçen uzun sürede taraflar arasında belirli bölgelerin hızla el değiştirmesine rağmen, iki taraftan biri üstünlük sağlayamazken UMH’ye bağlı güçler, Hafter birliklerinin başkentin yaklaşık 100 kilometre güneyinde ikmal ve harekât noktası olarak kullandıkları Giryan kentini ele geçirdiğini açıklamıştı. Hafter’e bağlı güçlerin arkalarında ağır silahlarını ve mühimmatlarını bırakarak kaçması, UMH tarafından bir “bozgun” olarak tanımlanmıştı.

İşte, Hafter’e bağlı güçler başkent saldırısında Giryan kentinde yaşadığı bozgunun ardından Türkiye’yi suçlamaya başlamıştı. Hafter’e bağlı güçlerin sözcüsü Ahmed Buzeyd el-Mismari, Libya Hava Kuvvetlerinin, ülke karasularına yaklaşan tüm Türk gemilerinin hedef alınması yönünde talimat verdiğini, Libya Kara Kuvvetlerinin de Türk hedeflerini düşman hedefleri olarak gördüğünü açıklamıştı. Mismari, Libya’da yatırımları olan Türk şirketlerine yönelik de yaptırım uygulanacağını da hatırlatmıştı.

Bu olaydan 2 ay kadar sonra (28.08.2019’da) Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Libya İçişleri Bakanı Fathi Ali Bashaagha ile buluşmuşlardı.

Bakanlıkta yapılan görüşmede askeri eğitim ve iş birliği konuları ele alınmıştı. Milli Savunma Bakanlığından görüşmeye ilişkin yapılan açıklamada: “Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, ülkemize ziyaret gerçekleştiren Libya İçişleri Bakanı Fathi Ali Bashaagha ile Bakanlıkta bir araya geldi. Görüşmede askeri eğitim ve iş birliği konuları ele alındı” ifadeleri yer almıştı.

Zaten daha önce 05 Kasım 2018’de, Hulusi Akar yine Libya’ya uğramıştı.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başkanlık Konseyi Başkanı Fayiz es-Serrac ile görüşmeler yapmıştı. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, resmi temaslarda bulunmak üzere geldiği Libya’nın başkenti Trablus’ta askeri törenle karşılanmıştı. Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti İçişleri Bakanı Fathi Ali Bashaagha ile de görüşen Akar, daha sonra Libya Devlet Yüksek Konseyi Başkanı Halid el-Meşri ile de buluşmuşlardı. Görüşmelerde, iki ülke arasındaki savunma ve askeri alanlarında iş birliği ile bölgesel güvenlik konularının ele alındığı açıklanmıştı. Savunma Bakanı Akar, Libya ziyaretinde Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki işgalini masaya yatırmıştı. Türkiye’nin Libya ile deniz yetki alanı anlaşması imzalaması halinde Yunanistan’ın işgal projeleri bozulacaktı.

Hulusi Akar, Libya ziyaretinde Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki işgali ile ilgili açıklamalarda bulunarak, Yunanistan’ın ihlallerini ve uluslararası hukuka uygun gerçek sınırları gösteren haritaları muhataplarıyla paylaşmıştı. Atina, Kaddafi’nin devrilmesinin ardından yaşanan karışıklığı fırsat bilerek, Libya’ya ait 39 bin kilometrekarelik deniz alanını sahiplenirken; Türkiye, bu konuda ve ülkenin imarında Libya’ya destek vereceğini açıklamıştı. Türkiye ile Libya arasında artan temaslar Yunanistan’ın yakın markajındaydı. Yunan basını, Hulusi Akar’ın ziyaretini “Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının belirlenmesi” kapsamında ele almış ve Akdeniz’de Barbaros ve Fatih gemileriyle yapılan çalışmalarla da birlikte değerlendirip, Türkiye’nin hedeflerini sorgulayan makaleler yazılmıştı.

Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki işgal planları.

Yunanistan, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilanını ve Deniz Yetki Alanı anlaşmalarını kendi anakarasını değil, Girit adasını baz almak suretiyle ve uluslararası hukuku hiçe sayarak yapmayı amaçlamıştı. Rumların da aynı yolu izlemesi suretiyle Türkiye, Akdeniz’de Antalya Körfezi açıklarında 41 bin kilometrekarelik bir deniz alanına mahkûm edilmeye çalışılmaktaydı. Türkiye’nin Libya ile deniz yetki alanı anlaşması imzalaması halinde işgal projeleri bozulacaktı. Türkiye; Libya’daki mevcut muhataplarıyla deniz yetki sınırlandırmasını öngören MEB anlaşması imzalarsa, GKRY’den Yunanistan’a uzanan işgal hattına, Türk kalkanı indirilmiş olacaktı. Çünkü halen Yunanistan, Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail arasında yapılan görüşmelerde, Doğu Akdeniz enerjisini Avrupa’ya ulaştıracak hat olarak Türkiye ve Libya kıta sahanlığı üzerinden planlamalar yapıyorlardı.

Aselsan üretimi Lazer Savunma Sistemi’nin Libya’da kullanılması bazılarının uykularını kaçırmıştı!

ASELSAN’ın ürettiği Lazer Savunma Sistemi’nin (LSS) Çin yapımı bir SİHA’yı düşürmek için Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti mensupları tarafından kullanıldığı ortaya çıkmıştı. Türkiye bir süredir savunma alanında kullanmak üzere lazer teknolojisi üzerinde çalışmalar yapmaktaydı. Bu kapsamda TÜBİTAK Savunma ve Güvenlik Teknolojileri Araştırma Destek Grubu’nun (SAVTAG) öncülüğünde başlatılan çalışmalarda “Yüksek Güçlü Lazer Silah Sistemi” geliştirildiği haberleri ise zamanında ülke gündeminde yer almıştı. Geçtiğimiz süre zarfında ASELSAN’ın da dahil olduğu projede önemli gelişmeler yaşanmış ve Lazer Savunma Sistemi (LSS) adı verilen silah, 500 m odaklama mesafesine sahip ve 2.5 kW çıkış gücü sağlayan bir sistem halini almıştı.

Silah sistemleri analizleri yapan ArmyRecognition adlı siteye göre ise söz konusu sistem, 4 Ağustos tarihinde Libya’da Türkiye’nin de destek verdiği Ulusal Mutabakat Hükümeti mensupları tarafından kullanılmıştı. Ulusal Mutabakat Hükümeti, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere Avrupa Birliği ve uluslararası kurumlarca da meşru kabul edilip destek çıkılmaktaydı. İddiaya göre silah, Tobruk merkezli General Halife Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu’na (LNA) ait Çin yapımı Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA) Wing Loong II’yı düşürmek için kullanılmıştı. Paylaşılan bilgiler; kullanılan sistemin ilk örneklerine nazaran çok daha güçlü olduğu, 50 kW güç ürettiği ve SİHA’nın ise Libya’nın Misrata kenti üzerinde uçarken vurulduğu aktarılmıştı. Özellikle kara muharebe araçları üzerine monte edilen lazer silah sistemlerinin ne ABD ne de Rusya gibi ülkelerde hâlihazırda kullanılmıyor oluşu, ülkemiz savunma sanayinin gösterdiği gelişmelerin önemini bir kez daha kanıtlamıştı.

Libya, zalimlerin insafına bırakılamazdı…

Trablus, Turgut Reis ve Kaptan-ı Derya Sinan Paşa tarafından 1551’de Osmanlı’ya bağlanırken, Fizan bölgesi ise 1577’de Osmanlı Devleti’nin topraklarına katılmıştı. Tamamen Türk olan Yeniçeri ve Leventlerin yerli kadınlarla evlenmelerinden doğan erkek çocuklardan meydana gelen ve “Kuloğlu” adı verilen Türk-Arap karışımı nesil bugün Libya’da halen varlığını korumaktaydı. “Kuloğlu”, yerel Arap ağızlarında “Köroğlu” olarak kalmıştı. Arap kabilelere mensup hanımlarla evlenen Kuloğlular, kuşaklar boyunca önemli askeri görevlere atanmışlardı. Sadece Leventler değil, din hizmetleri ile diğer askeri ve idari görevler için gönderilen binlerce Osmanlı Türk’ü de 3 asır bu bölgede yaşayarak adeta kök salmışlardı. Ayrıca Girit’ten sürgün edilen Türklerin bir kısmı da Libya şehirlerinde konaklamışlardı. Türklerin yoğun yaşadığı Mısrata; 19’uncu yüzyılda Libya’ya yerleşen, Çerkes ya da İslam’ı kabul eden Yahudilerden oluşan eski Osmanlı asker ailelerinin çoğunlukta olduğu bir yerleşim alanıydı. Hatta modern Libya’nın kuruluşunun ilk yıllarında, Türk Hükümeti’nin izni ve görevlendirmesi ile Sadullah Koloğlu; nam-ı diğer ‘Arap Kaymakam’ bu ülkenin ilk Başbakanı olarak üstün hizmetler yapmışlardı. Basın-Yayın eski Genel Müdürü, bir dönem Bülent Ecevit’e danışmanlık da yapmış, akademisyen-yazar-tarihçi Orhan Koloğlu, Sadullah Bey’in ikinci oğluydu.

Mustafa Kemal de Libya’da savaşmıştı…

Trablusgarp savaşı başladığında Osmanlı bölgeye ilgisiz kalamazdı. Bir avuç subay, kendilerinden 10 kat fazla kuvvete karşı savaşmak üzere karayoluyla ve gizlice bölgeye koşmuşlardı. Onların arasında Mustafa Kemal de vardı. İngiliz istihbaratının devşirdiği bazı alçakların “Yahudi asıllı Sabetayist” dedikleri Mustafa Kemal, canı pahasına bugünkü Libya topraklarını savunmaya ve İtalyan işgalinden kurtarmaya koşmuşlardı. Oysa Osmanlı Mebusan Meclisi’ndeki Mason ve İttihatçı Milletvekilleri, İtalya Mason Locasının kendilerine destek çıkacağı ve İtalyan hükümetini böylesi bir işgalden alıkoyacağı gibi salakça bir beklentiye kapılmışlardı. Mustafa Kemal ise gerçekçi bir insandı ve böyle bir şeyin olmayacağının farkındaydı. Mustafa Kemal Paşa’nın Şeyh Senusi ile tanışıklığı Trablusgarp savaşı yıllarına uzanırdı. Şeyh Senusi, Birinci Dünya Savaşı boyunca Teşkilatı Mahsusa’da vazife almıştı. Mondros Mütarekesi imzalanınca, maiyetiyle birlikte Bursa’ya taşınmıştı. İtalya, 19. yüzyılın sonlarında Kuzey Afrika’daki Trablusgarp ve Bingazi’yi ele geçirmeyi planlamıştı. O dönem İngiltere Mısır’a, Fransa da Tunus’a hâkim olmuş, İtalya da gözünü Trablusgarp’a dikmiş durumdaydı. İtalya; İngiltere ve Fransa’yla yaptığı gizli ve açık anlaşmalarla Trablusgarp’ı işgal onayını aldıktan sonra, 29 Eylül 1911’de Osmanlı Devleti’ne savaş açmıştı. İtalyanlar 5 Ekim 1911’de Trablus’a asker çıkarmış, 20 Ekim’e kadar peş peşe Tobruk, Derne ve Bingazi’yi işgal altına almışlardı. Osmanlı ordusunun genç subaylarından bir bölümü Trablusgarp’ı savunmak için gönüllü olarak Mısır, Tunus yoluyla bu cepheye koşmuşlardı. Binbaşı Enver, Kolağası Mustafa Kemal, Fuat Bey (Bulca), Nuri Bey (Conker), Fethi Bey (Okyar), Albay Neşet Bey bu subaylar arasındaydı. Mustafa Kemal, 1905 yılında kurmay yüzbaşı olarak ordudaki görevine başladıktan sonra çeşitli hizmetlerde bulunmuş; 13 Eylül 1911’de İstanbul’da Genelkurmay’da bir göreve atanmıştı. Mustafa Kemal, “Gazeteci Mustafa Şerif” adıyla, sahte belge ve pasaportlarla İstanbul’dan 15 Ekim 1911’de Naci, Hakkı ve Yakup Cemil Beyler ile yola çıkmışlardı. Mustafa Kemal, Kasım ayı süresince Arap önderleriyle görüşmeler yapmışlardı. 3 Kasım 1911’de Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa, Trablus Tümen Komutanı’na yazdığı bir mektupta, Mustafa Kemal’in bazı şeyhleri ve Senusileri teşkilâtlandırmak için Calu’ya vardığını, buradan topladığı yerli kuvvetleri Bingazi ve Trablus’a yollayacağını bildiriyordu. Mustafa Kemal, Trablusgarp’ta şeyhler ve aşiret reisleriyle toplantılar yapıyor ve düzensiz kalabalığı teşkilâtlandırmaya çalışıyor, bir kısmına “din kardeşim” diye hitap ediyor ve kâfirlere karşı savaşmaya çağırıyordu. Senusiler, İtalya’nın 1911 Trablusgarp (Libya) işgaline karşı kahramanca direniyordu.

“O gün Mustafa Kemal’in askerleri, bugün de Libya’daydı…” diyenlere hatırlatmak lazımdı.

O günlerde Mustafa Kemal; Libya’yı ve Müslüman halkını İtalyanların işgal ve zulmünden kurtarmak ve Haçlı emperyalistler karşısında kardeş Libya’yı (ki vatan topraklarımızdı) yalnız bırakmamak için oradaydı. Ama bugün; Siyonist kâfirler Irak’ta, Yemen’de ve Suriye’de yaptıkları gibi, Libya’da da maalesef Erdoğan iktidarının da suç ortaklığıyla saldırıp ülkeyi viraneye çevirdikten sonra, şimdi halkı cephelere ayırıp Müslümanları birbirlerine kırdırmaktadır. Türkiye’ye düşen, bari şimdiden sonra arabuluculuk ve oyun kuruculuk yapmaktır.

Türkiye karşıtı General Hafter, “Libya hava sahasının Türk uçaklarına kapatıldığını” ve komuta ettiği birliklerine “Bölgedeki Türk gemilerine ve tesislerine saldırmaları emrini verdiğini” açıklamıştı. Arkasından onun Sözcüsü Ahmed el Mismari, 28 Haziran’da, Libya limanlarına yaklaşan Türk gemilerini ve hava sahasına giren Türk uçaklarını vuracaklarını, Libya-Türkiye arasındaki sivil uçuşları durduracaklarını, Libya’daki Türk vatandaşlarını tutuklayacaklarını, Türk şirketleri ve projelerini meşru hedef sayacaklarını duyurmuşlardı. Bunun üzerine Savunma Bakanı Hulusi Akar; “Hasmane tutum veya saldırıların bedeli çok ağır olacak, en etkili ve şiddetli şekilde mukabele edilecektir” diye paylamıştı. Mismari’nin çıkışını Ecdebiye’de 6 Türk vatandaşının alıkonulması izlemişti. Türk Dışişleri, Türklerin alıkonulmasını ‘İllegal milis güçlerinin haydutluk ve korsanlığı’ diye niteleyip, derhal serbest bırakılmazlarsa Hafter unsurlarının meşru hedef olacağı uyarısını yapmıştı. Türkiye, bölgedeki aşiret liderlerini devreye sokarak Hafter tarafına 72 saat süre tanımıştı. Farklı müdahale senaryoları için hazırlıklar sürerken tanınan süre dolmadan alıkonulan Türkler bırakılmıştı.[4] Libya’da “Türk Beyaz Hayaletler” sahadaydı!.. El Mirsad sitesinin, Libya’da insansız uçaklardan sorumlu olup karadan ve havadan keşif-istihbarat operasyonlarını yürüten ve aralarında üst düzey subayların da bulunduğu 25 Türk askerinin pasaport görüntülerini yayınlaması, alıkonulanlar arasında askerlerin de olabileceği iddiasına yol açmıştı.

General Halife Zeydan Hafter CIA elemanıydı!

1991’de New York Times, Hafter’in CIA tarafından finanse edilip eğitildiğini sayfalarına taşımıştı. Halife Zeydan Hafter, 2011 yılına kadar 20 yılını, Virginia eyaletindeki CIA merkezine yakın bir evde yaşamıştı. “Sakla samanı gelir zamanı” hesabıyla CIA; özel günler için Hafter’i yedekte saklamıştı. ABD’de bulunduğu dönemde Hafter, Kaddafi’ye karşı her türlü faaliyetin içerisinde yer almıştı. Mart 2011’de Libya’ya dönen Hafter, hemen Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanmıştı. Libyalıların siyasi planları olduğu gerekçesiyle mesafeli yaklaştığı Halife Hafter, 2013’te bir muhtıra yayınlayarak “Meclisi feshettiğini” açıklamıştı. 60 bin civarında savaşçının lideri konumundaydı. Hafter, ABD ile bağlantısını perdelemek amacıyla oportünist ve pragmatik arayışlara sapmıştı. Bu yüzden, başka bölgesel ve küresel aktörlere yanaştı. Batılı ülkelerden aldığı desteğin, Halife Hafter’in Libya’da Meclis üstü bir güç haline gelmesinde büyük rol oynadığı açıktı. Libya’nın doğusundaki muhalif gruplara yönelik düzenlenen askeri operasyonlarda Fransa, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır, Hafter’e destek çıkmışlardı.

Türkiye, Kendi Çıkarlarını Koruma Çabasındaydı!

Türkiye’nin, Kıbrıs Rum Kesimi’ne misilleme olarak başlattığı Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama amaçlı sondaj çalışmaları, Akdeniz sularını bırakın ısıtmayı fokur fokur kaynatmaya başlamıştı. Avrupa Birliği’nin, Türkiye’nin faaliyetlerini yasa dışı bularak tepki göstermesinin ardından Doğu Akdeniz, uluslararası platformlarda yeni bir çatışma alanı olarak ortaya çıkmıştı. Libya’nın bu çatışma alanının kapsamında yer alması, jeopolitik önemi nedeniyle, Doğu Akdeniz’deki yeni enerji savaşında, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı sınırlarının belirlenmesinde Türkiye için kritik önem taşımaktaydı. Hesap içinde hesap vardı. Mısır, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi; doğalgaz kaynaklarının paylaşımında Türkiye’ye karşı ittifak kurmuşlardı. Türkiye de boş durmamıştı. Türkiye, Libya ile buna karşı koymanın hukuki ve askeri alt yapısını oluşturma çabasındaydı. Yunanistan yangından mal kaçırırcasına Libya’daki karmaşayı fırsat bilip oldubittiyle kıta sahanlığını genişlettiğini açıklamıştı. Türkiye bu oyunu bozacak tedbirleri almakta haklıydı. Ancak Türkiye’ye; Siyonist ve emperyalist planların bir parçası değil, Libya’da yeniden birlik ve dirliği tesis etme yönünde güvenilir ve sözü dinlenir bir aracı olmak yakışırdı.

Türkiye’ye; Libya’da, geçmiş hatalarını telafi etme fırsatı doğmuş durumdaydı

Libya’da, Halife Hafter milislerinin kullandığı Silahlı Wing Loong II İHA’nın Türkiye’ye ait lazer silahı ile düşürüldüğü iddiası uluslararası basında yankılanmıştı.

Avrupa’nın saygın medya kuruluşlarından Belçika merkezli Army Recognition Group bu iddiayı merkeze alarak, Türk Savunma Sanayi’nin gelişmesi hakkında uzun bir yazıyı kaleme almıştı. Zaman zaman inceleme, bazen yorum halini alan yazı “Türkiye, Libya’daki Çin Wing Loong II’yi düşürmek için lazer teknolojisi kullanıyor” (Turkey uses laser weapon technology to shoot down Chinese UAV Wing Loong II in Libya) başlığını taşıyan bir itiraf cümlesi ile başlamaktaydı. Yazıda; “Gerçekten önemli haberler bazen fark edilmiyor. Onlar gerçekleşiyor, kimse fark etmiyor ancak haberlerde bahsedilen olaylar daha sonra çok daha büyük ölçekte yeni sonuçlara neden oluyor” cümlesiyle konuya giriş yapılmıştı.

“4 Ağustos 2019 tarihinde Libya’da düşürülen bir SİHA’ya ait. Laser ile donatılmış bir muharebe aracı bir başka muharebe aracını harp sahasında etkisiz hale getirdi. Gerçek bir savaşta bu oldu ama kimse fark etmedi” sözleriyle açılan konunun devamında, Türkiye’nin askeri alanda yeterince tanınmış bir ülke olmamasıyla devam ediyor ve şu ifade yer alıyor; “Ama görünen o ki Türkler bu yüzyılda gezegenimizdeki herkesi şaşırtma yeteneğine sahipler. Türkler endüstriyel bir güç olarak güçlü bir başlangıç yaptı ve Müslüman dünyasında ihaleye katılan her firma ne kadar güç kazandıklarını biliyor.”

Belçikalı Uzman Yazar şu yorumlarını aktarmıştı:

“Türkiye’nin geçmiş dönemde kazandığı tecrübeleri hatırlatan yazı, bölgesel güvenlik endişelerinden dolayı yenilikçi silahları geliştirmeye önem verdiğini vurgulamıştı. Firmaların ürünlerinin gelişmesini sıralayan yazı, TÜBİTAK’ın 2015 yılında bu programa 450 milyon ABD doları fon ayırdığını hatırlatmıştı. ASELSAN’ın 2018 yazında bir İHA’yı 500 metre mesafeden etkisiz hale getirdiğini aktaran yazıda, lazer silahın hareketli hedefler üzerinde de görevi yerine getirdiğini yazmıştı. Başta ASELSAN olmak üzere Türk firmalarının arka arkaya basın açıklamalarıyla başarılarını duyurduğunu, ancak kimsenin bu gelişmelere kulak asmadığını ifade eden yazıda, “Türkler daha da heyecanlı bir şekilde çalışıyorlardı. Ürünleri hakkında en ilginç basın duyurularının henüz yayımlanmadığını biliyorlardı” ifadesi ile son başarıya atıfta bulunmuşlardı.

Libya’daki savaşta Türkler Hafter’e karşıtlardı. Hafter, ABD’den Rusya’ya, Suudi Arabistan’dan Fransa’ya kadar birçok ülkeden yardım alıyordu. Hafter’e, Rus paralı askerlerden, Blackwater firmasının kurucusu Erin Prince’den destek çıkılmaktaydı. Birleşik Arap Emirlikleri ise hava saldırılarına karşı korumak üzere Hafter’e hava savunma sistemi hazırlamıştı. Türkiye, Libya hükümetini desteklemekte ve bu hükümete silah desteği sağlamaktaydı. Bu destek sonucunda olması gereken ortaya çıktı. Wing Loong II, Birleşik Arap Emirliği’ndeki sahipleri için keşif ve muharebe görevleri için hazırlanmış standart bir SİHA idi. SİHA üzerindeki tanksavar füzeleri ile hedeflere direkt taarruz ediyordu. Bu SİHA bir silahla düşürüldü ve dünya bu SİHA’nın etrafında dönmeye başlamıştı.

Detaylar kısa sürede ortaya çıkmıştı. SİHA’yı düşüren lazer silahı zırhlı bir arazi aracına takılmıştı. Bir önceki ASELSAN modeli gibi bu da Türk yapımı elektro-optik hedef takip sistemine sahip bir silahtı. Sistem, hedefi dikkatle yakından gözlemlemeye ve en zayıf noktasını tespit etmeye imkân sağlamaktaydı. Ardından lazer seçilen bölgeye yönlendiriliyor ve sistem tamamen imha edilinceye kadar seçili noktaya tutuluyordu. Lazerin gücü 50 kW. Türk muharebe aracında kullanıldığı bilinen bugüne kadarki en yüksek güç oluyordu. Bu deneysel bir araç değil, tamamen fonksiyonel, lazerle teçhiz edilmiş muharip araçtı. Şimdi muharip sahada denendi, ancak hedef eBay’dan satın alınacak ticari bir drone değildi. Böyle bir silah zırhsız bir helikopteri de etkisiz hale getirebilirdi. Türkiye bu silahtan istediği kadar üretebilir ve böyle bir araç, herhangi bir silahlı araç kadar rahat hareket edebilir. Standart bir asker, silahı kullanabilirdi.”

Yazıyı bir analizle tamamlayan yazar; Türkiye’nin bugüne kadar göz ardı edildiğini, yeni dönemde sektörde yenilikçi yaklaşımlara yer açıldığını hatırlatıyordu. Teoride ABD ve Rusya’nın Türkiye’den önde olduğunu, ancak deneyimde Türklerin önde olduğunu anlatıyordu. Yazı, gelecekteki lazer silah yarışında Türkler ilk madalyalarını kazandı ve bu onların son madalyası olmayacak sözleriyle sona eriyordu.

ABD, Türkiye’den çok geri durumdaki Lazer silahı için 150 milyon dolarlık anlaşma imzalamıştı.

ABD Deniz Kuvvetleri’nin lazer silahı projesi kapsamında, Lockheed Martin ile 150 milyon dolarlık bir anlaşma imzaladığı ortaya çıkmıştı. ABD Donanması’nın 2020’de bu lazer silahına sahip olacağı vurgulanmıştı. ABD Donanması, 30 kW güçteki bir lazer silahına 2020 yılında sahip olacaktı. CNN International, geçtiğimiz aylarda ABD Donanması’nın Basra Körfezi’nde dünyanın ilk insansız hava aracı (İHA) imha eden lazer silah sistemini (LaWS) test ettiğini açıklamıştı. Ancak bu silah, projenin prototipi niteliği taşımaktaydı. Söz konusu habere göre, USS Ponce adlı amfibik nakliye gemisine konuşlandırılan LaWS, belirlenen hedefleri başarıyla vurmaktaydı.

NOT: Türkiye 50 kW gücündeki Lazer Silahını kullanmaya başlamıştı. ABD ve İngiltere ise bu silah için ihaleye çıkmıştı. O da Türkiye’nin ürettiğinin yarı gücü 30 kW gücünde olacaktı.

Bu makaleyi sesli olarak dinleyebilirsiniz:

{mp3}turkiyelibyada{/mp3}

 

 

 


[1] ftastekin@gazeteduvar.com.tr

[2] Ahval Özel / 2019-07-01

[3] 15.5.2019 / www.timeturk.com

[4] 5 Temmuz 2019 – www.haber-sanliurfa

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
9 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Yakup G.

Türkiye ancak arabuluculuk ve oyun kuruculuk yaparsa bu oyunu bozacaktır
Makalede etraflıca ele alınan gelişmeler aslında şu cümlede kilitlenmektedir; “Türkiye, Akdeniz’de Antalya Körfezi açıklarında 41 bin kilometrekarelik bir deniz alanına mahkûm edilmeye çalışılmaktaydı. Türkiye’nin Libya ile deniz yetki alanı anlaşması imzalaması halinde işgal projeleri bozulacaktı.”

Makaleden de anlaşıldığı üzere, Ülkemizin Doğu Akdeniz’de enerji hususundaki menfaatini korumanın yolu Libya’dan geçmektedir. Siyonizm ise Türkiye’yi devreden çıkarmak ve Yunanistan üzerinden oldu bittiye getirtilen kıta sahanlığının Libya tarafından tekrar ele geçirilememesi için Libya’da kaos istemektedir. Milli Devletin bu planı bozmaya yönelik girişimleri, BOP eşbaşkanı RTE ile siyonist hedeflere hizmet eder hale gelmektedir.

İşte bu sebeple makalede önemle vurgulanan husus Türkiye ancak arabuluculuk ve oyun kuruculuk yaparsa bu oyunu bozacaktır. Ve inşallah o günler yakındır…

Uveysi Toprak

Güzel analiz edilmiş bir makale …
Bir araştırmacı olarak şınu itiraf etmeliyim ki Milli Çözüm Dergisi yayınlarının en önemli özelliği piyasadaki onca kirli bilgi içerisinden temiz doğru ve doyurucu bilgiler olarak önümüze seriyor olması… Bu özelliğiniz hem dünya da hem de ahirette cennetiniz olur inşaallah..
Sağolun varolun…!

Kemal Serkan

Milli Mutabakat Yolu İle MİLLİ ÇÖZÜM HÜKÜMETİ Kaçınılmaz Hal Almıştır!.. Yani Şimdiki Kafaların Değişmesi Yerine Milli Çözüme İnanmış Kafaların İşbaşı Yapması En Öncelikli İcraatların Başında Gelmektedir.!!
Siyasi iktidar ciddi ve cesaretli ülkemizin insanlığın ve tüm mazlumların yararına bir dönüşüm sağlayamayacağı 18 yılın sonunda kesinlik kazanmıştır. Artık tek çare ve çözüm kalmıştır: Milli Mutabakat Yolu ile MİLLİ ÇÖZÜM HÜKÜMETİ kaçınılmaz hal almıştır. Hem iktidar üyelerinin hem muhalefet üyelerinin kısacası mecliste ve üst katmanda vazifede bulunanların, ülke için değil dış mihrakların işbirlikçiliğini – köleliğini yapan çevrelerin ve milletimizin manevi ve maddi huzuru , birlik ve dirliğimizin tek çaresi buna bağlıdır.
[b]Milli Mutabakat Yolu İle MİLLİ ÇÖZÜM HÜKÜMETİ Kaçınılmaz Hal Almıştır!.. Yani Şimdiki Kafaların Değişmesi Yerine Milli Çözüme İnanmış Kafaların İşbaşı Yapması En Öncelikli İcraatların Başında Gelmektedir.!! [/b]

A.Hakan

Milli Çözüm İktidarının Önemi
Dünya Savaşı başlamış taktik ve Stratejik hamlelerle devam ederken, Erbakan teknolojisi ve Stratejileri yer yer alenen gözükmektedir.
Milli Çözüm ana fikri bu savaşta kendini gösterirken, final yaklaştıkça Siyasi iktidarın da Milli Çözüm elinde olması ve bu sayede hiçbir hıyanete eli bulaşmamış siyasi kadronun dünyada sözü geçecek, Liderlik ve arabuluculuk konumu herkes tarafından kabul görecektir.

Veysel

Bu oyun bitecek
Siyonizm ve uşağı batı uzun zamandır sağdan soldan saldırdığı İslam dünyasına ve Müslümanlara; Afganistan saldırısı, Irak işgali ve ardından Arap baharı safsatasıyla topyekün saldırıya geçmiş, bu soykırım girişimini engelleyebilecek güçlerin de elini kolunu işbirlikçi hükümetler ve adamları aracılığıyla bağlamış durumundadır. Canavarca hisle saldıran ve Müslümanları bir av görüp hileli oyunlar kuran siyonizm, kısa sürede elde etmeyi planladığı hedeflerin büyük kısmına ulaşsa da süreci tıkayan hamleler karşısında şaşkına dönmüş ve daha agresif tavır sergilemeye başlamıştır.
Oysa plan, BOP eşbaşkanı beyefendi tarafından itiraf edilmiş ve “Fas’tan Malezya’ya tüm İslam ülkelerinin” hizaya sokulacağı söylenmişti. Ancak evdeki hesap çarşıya uymamış, operasyon türlü hamleler ile zayıflatılmış ülkemizin direnci nedeniyle akamete uğramış ve ülkemizi işgal etmek üzere kuşatmış olan kara ve deniz kuvvetleri avuçlarını yalamıştır. İşte tam da bu noktadan sonra, Cenabı Hakkın lütfu ile son hedef olan ülkemiz, batının diğer ele geçirdiği kaleleri başlarına yıkmaya başlamıştır. Aziz Erbakan Hocamızın buyurduğu gibi inşallah aslan yattığı yerden kalkacak ve siyonizm belasını kurduğu tuzakları başından aşağı geçirip bu oyunu bozacaktır!

Necmettin

Yapılması Gereken
Makalede detaylarıyla, hikmet ve isabetle bahsedildiği üzere Türkiyenin görevi her ne bahane ile olursa olsun, asla;batıl-emperyalist-siyonist güçlere taşeronluk yaparak ,mazlum cografyaların işgal,tahrip ve yağmalanmasına ortak olmak değil!..Kardeşlerin birbirlerini kırmasına destek olmak,hatta seyirci kalmak değil!..Müslüman ve tüm diğer mazlum coğrafyaların maddi-manevi sömürü ve işgale uğramasına destek çıkmak değil tüm bunlar bir yana!..Elden gelen ve yapma potansiyeli bulunan bütün imkan ve araçları seferber ederek;her türlü haksızlık,tecavüz tahribatı bir şekilde önleme gayreti içinde bulunmaktır!..Bu konuda sorunlar nasıl çözülebilecekse çözmenin azminde olmak;ilgili teşkilat,organize yapıları mutlaka harekete geçirerek gerekeni yapmaktır!..

Asrımızın büyük devlet,siyaset ve dava adamı ,Aziz Erbakan Hocamızın ,her türlü iç-dış tehdit ve engellmelere rağmen,11 ay gibi çok kısa bir sürede,D8 gibi tarihi oluşumlara önderlik yaparak,zulumları engelleme ve Adil bir Dünya kurma çabaları,başta ülkemizi yönetenlere ve de tüm akıl vicdan sahibi kimse ve kesimlere ne büyük bir ders ve örnektir!..

Fakat,sakın kimse asla, bu çabalar akim kalacak sanmasın!..Alt ve üst yapıları hazırlanarak uygulama safhasına getirilen tüm bu hazırlıklar,inanmış ve hedefine kilitlenmiş asil bir önder ve Üstad şahsiyet ve O’nun sadık- samimi takipçileri eliyle mutlaka ve pek yakında hedefine ulaşacaktır!..

“(Unutmayınız ki!) Ancak Mü’minler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin (barış ve bereket düzenini yerleştirin) ve Allah’tan korkup (haksızlık ve ahlaksızlıktan) sakınıverin; umulur ki esirgenirsiniz.”Hucurat 10

Necmettin Harun GÜL

İNANANLAR GELİYOR
Gözü yaşlı mazlumların dualarıyla
Zulme son vermek için, inananlar geliyor
Şeytani sistemi yıkma kararlılığıyla
Cesur kadrolar ve inananlar geliyor

Akp ile Chp, ne farkı var
İkiside Avrupaya, sevdalılar
Meclisten geçiyor uyum yasalar
Batıya hoş görünme yarışındalar

Ekonomi batık, kasa boş
Zora kaldın mı, kırmızı Turpa koş
Hep hava civa, meydanlarda coş
Ampül patlak, bağırmalar artık boş

Bak Filistin, Suriye, Doğu Türkistan
Irak, Libya, Lübnan ve Mısır’dan
Mesaj var dünyaya, Arakandan
Dursun artık akan, gözyaşı ve kan

Milli Görüşe sızmış, Pakradun Durduyan
Gör artık bu gerçeği, ey gafil, uyan be uyan
Aslıda özüde Türk değil, tam bir uyuzhan
Ayrılmaz hiç, iyi polis rolündeki, Kazan’dan

Adi sistem yıkılır, Adil Düzen kurulur
Erbakan projeleri, bir bir uygulanır
Yeni bir Dünyanın, temelleri atılır
Bunu gören Siyon, kudurdukça kudurur

Harun AKGÜL

IRAK, MISIR, LÜBNAN, LİBYA, SURİYE, İRAN VE TÜRKİYE!
Ortadoğuda ve Akdenizde sular iyiden iyiye ısınırken bugün Mısır’da halk ayaklanması olması gündeme bomba gibi düştü. Sisi’ye ve mevcut yönetime karşı başlatılan bu ayaklanmanın sonuçlarını ve kimlere yarayacağını önümüzdeki günlerde daha da net göreceğiz. Ortadoğuda bu kadar belirsizlik varken, dünyada iki kutup arasındaki kavga iyiden iyiye kızışmaya ve dönülmez bir noktaya doğru hızla yol almaktadır. Siyonist ve emperyalist güçler tüm kozlarını ve kartlarını oynayıp şeytani planlarını gerçekleştirmeye yönelik son kozlarını ve hamlelerini oynamaya çalışsalarda, artık değişmeyen bir gerçek var. O da, Hak Batıl mücadelesinde, dünyanın seyrini değiştirecek olan bu savaşı Hak kazanacak, Batıl ise zail olacak. Rahmaniler kazanacak, şeytaniler kaybedecek. Gerçek mümin ve mücahitler kazanacak, kafirler, alçaklar, hainler, münafıklar, kanı ve sütü bozuklar kaybedecekler. Yani bu savaşı Milli ve yerli bakış açısıyla, Kur’an’ı ve Resulullahı tek ölçü alan Adil Bir Düzen kurulması yolunda canla-başla ve şuurla
-cesaretle mücadale edenler ve Hakkın hakimiyeti için tüm dünyayı karşısına alıp gece gündüz bu yolda gayret gösterip koşturanlar kazanacaklar inşallah. ZAFER YAKINDIR VE ZAFER İNANANLARINDIR.

K. GÜLFİDAN

Yeni bir dünya
Putin, G-8’ler toplantıları esnasında yaptığı açıklamada; Türkiye’nin de G-8’e alınmasının veya Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu yeni bir birlikteliğin kurulması hususundan bahsetmişti.

Aynı Putin, Ankara’daki üçlü zirvede de Kur’an-ı Kerim’den ayetler okuyarak mesajlar verdi.

Türkiye ve Suriye’nin aynı masada karşılıklı görüşmesine vurgu yaptığı yorumları da yapıldı.

Aynı zirvede yaptığı açıklamada; petrol tesislerine saldırı yapılan Suudi Arabistan’ın da S-400 alabileceğini söyledi.

Yani; savaşlardan nemalanmaya devam etmek istediklerini de dolaylı olarak ifade etti.

Emperyalist ve komünist devletler, Enerji alanlarını-Ticari alanları kontrol etme ve bu alanları yönetme amaçlı politikalarıyla, savaşlar çıkararak her iki tarafa da silah satma çabasındalar.

Bu da; Müslüman ülkelerin bulunduğu bölgelerde yoğunluk kazanıyor.

Müslüman ülkeleri birbirine düşürerek, kışkırtarak, ayrımcılık yaparak, fitne sokarak aralarında husumetler oluşturuyorlar.

İran ve Irak geçmişte senelerce savaş halindeydiler.

“Keşke 1 Mart’ta Irak’a gitme kararı çıksaydı” demişti akepe genel başkanı.

Siyonistlerin orada bir planı var ve siz de gidip ona taşeronluk yapacaktınız yani.

Zaten tezkere çıkmamasına rağmen akepe hükümeti ellerinden gelen desteği vermişlerdi gâvurlara.

akepenin Suriye politikası da bilinmezliklerle devam ediyor.

Yine siyonistlerin planıyla, akepe hükümetinin de iştirakiyle Libya’ya NATO müdahalesi yapılmıştı.

Şu sıralarda bir iç savaş halindeler.

akepe Türkiyesi de bir tarafı destekleyerek olayın içinde.

Ahmet Akgül hocamızın her daim üzerinde durduğu; doğru ve yanlışı tespit etmede beş temel değer ölçümüz hangileriydi:

1 – Aklı selim,
2 – Müsbet ilim,
3 – Tarihi birikim,
4 – Evrensel Hukuk prensipleri
5 – İlahi dinlerin öğretileri.

Peki, Erbakan hocamızın D-8 prensipleri:

1) Savaş değil barış,
2) Çatışma değil diyalog
3) Çifte standart değil Adalet,
4) Üstünlük değil eşitlik
5) Sömürü değil işbirliği
6) Baskı ve tahakküm değil insan hakları ve Demokrasi

akepe hükümeti, tarihindeki ibni Sebe’lerden hiç ders almıyor mu?

Müslümanlar arasına fitne fesat sokanları tanıyamıyor mu?

Hak’la Batıl’ı ayıramıyor mu?
Öyle gözüküyor.

Yakında İran’a da bir operasyon olacağı sezilmektedir.

Yine Siyonist cenah; Türkiye’ye de orada bir rol üstlendirebilir.

Bakmayın üçlü zirvede Ruhani ile sarmaş dolaş olunduğuna, daha dün Esad’la da daha samimi pozlar veriliyordu.

Bu gidişle; akepe Türkiyesi, yeni bir emperyal ülke konumuna taşınmak isteniyor.

Türkiye bir an evvel tarihi sorumluluğunu tekrar üstlenmelidir, fakat bu; işbirlikçi akepe hükümetinin yapacağı bir iş değildir.

Adil Düzen değerlerimize ve D-8 prensiplerine bağlı bir milli mutabakat hükümeti kurularak, “Yaşanabilir bir Türkiye” “Yeniden büyük Türkiye” ve “Yeni bir dünya” amacına hizmet etmelidir.

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
9
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx