Türkiye’nin Asıl Sorunu, Erdoğan İktidarıdır, ve;
TOPRAK, AYAKLARIMIZIN ALTINDAN KAYMAKTADIR!
Yanlış adımlar ve duyarsız tavırlar sonucu, çok derin bir uçuruma doğru yaklaşan insanın, uçurumun kenarından bile pişman olup geri dönmesi, elbette yararlıdır ve akıllılıktır. Ancak uçurumdan kayıp düşmeye başladıktan sonraki pişmanlık ise, sahibine hiçbir yararı olmayan ve çok geç kalınan bir ahmaklıktır. Bu hatırlatma, Türkiye’yi yöneten iktidara ve suç ortaklarına yönelik bir uyarıdır. Çünkü, artık uçurumun kenarına varılmıştır ve hâlâ geri adım atmak ve kurtulmak için bir şansları vardır. Ama buna rağmen, inatla burnu doğrultusunda ve kapıldıkları koyu gaflet uykusunda yol alanların, faydasız pişmanlık ve perişanlıkları yakındır.
İşgalci İsrail onlarca camiyi kapatırken ve Mescid-i Aksa’yı yıkmaya hazırlanırken dokuz sinagog ziyarete açılacaktı! İzmir’de Yahudi mahallesi mi oluşturulmaktaydı?
Mart ayının ortalarında Türkiye’ye gelmesi planlanan Siyonist İsrail rejimi Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un ziyaretinin öncesinde Türkiye’den İsrail’e bir jest yapılmıştı. İzmir’in tarihi Kemeraltı Çarşısı bölgesinde 9 tarihi sinagog restore edilerek ziyarete açılacaktı. İzmir’de Musevi Cemaati Vakfı tarafından hazırlanan İzmir Jewish Heritage projesi, 2021 Nisan ayında faaliyetlerine başlamıştı. Bu proje ile “Yahudi Mahallesi” oluşturulmaktaydı. Gazeteci Salih Eser, İzmir’deki Yahudi Vakfı’nın projelerinin Avrupa Birliği tarafından finanse edildiğini aktarmıştı. Proje kapsamındaki eski yapıların pek çoğu da Havralar bölgesi olarak belirttikleri Kemeraltı ve çevresinde yer almaktaydı. 9 sinagog, 1 hahamhane, 5 kortejo ve “juderia”dan oluşan bölgeyi Yahudi mahallesi olarak ileri sürüyor ve projelerin tamamlanmasıyla bu mahallenin de yeniden canlandırılması hedefleniyordu.
Herzog’dan sonra Erdoğan da BAE’ye koşmuşlardı!
Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, Birleşik Arap Emirlikleri ziyareti kapsamında “TC-TRK” uçağıyla TSİ 15.40’ta Abu Dabi’ye ulaşmıştı. 15 gün önce de İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed Bin Zayid ile buluşmuşlardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Abu Dabi Uluslararası Havalimanı’nda Abu Dabi Federal Bakanı Tani bin Ahmed Al Zeyouidi, Türkiye’nin Abu Dabi Büyükelçisi Tugay Tunçer ile Dubai Başkonsolosu Mustafa İlker Kılıç tarafından karşılanmıştı. Oysa Siyonist Herzog’u bizzat Veliaht Prens Şeyh Muhammed bin Zayid hürmetle karşılamıştı. BAE’ye uçmak, İsrail’e yanaşmak anlamındadır. Siyonist Herzog’dan sonra gidilmesi de manidardır. Oysa Süleyman Soylu “BAE, 15 Temmuz’un ve FETÖ kalkışmasının patronudur” buyurmuşlardı!?
Körfez ülkelerinde petrol çıkarılır amma, petrol piyasası İngiltere ve Amerika’dadır. Ve kazandıkları Petro-Dolarlar ise ABD ve İngiltere’deki Yahudi Bankalardadır.
Bunlar DEVLET falan değil, Siyonist Batı güdümlü AŞİRET ŞİRKETLERİ konumundadır! Şimdi Sn. Erdoğan’a sormak lazım; Beşşar Esad için, “Bu katille asla barışmam ve buluşmam!” derken, katil Herzog’u 10 Mart’ta hangi vicdanla ağırlayacaktır?
Herzog’un Türkiye ziyaretinin asıl sebebi, İsrail’in Filistin’den gasp ettiği doğalgazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya pazarlatmaktır. Yani, Türkiye’ye İsrail adına taşeronluk yaptırmaktır! Türkiye, önce Filistin ve İslâm dünyası ile normalleşsin de, doğalgaz konusunda malın sahibi Filistinlilerle anlaştıktan sonra pazarlamaya kalkışsın. Dış politikada “İslâm Birliği” vizyonuna sahip olmanın zorunluluğunu ve sorumluluğunu unutanlar, utanma duygusunu da yitirmiş görünüyorlar! İşgal, terör ve saldırıları ile anılan zalimlerle normalleşmek, hak ve adaletle anılan şerefli tarihimize bir leke çalmaktır. Abdülhamit Han’ın Siyonizm hassasiyetini yok saymaktır. Ömrünü huzur ve barış dünyasının kurulmasına ve İslam Birliği davasına adayan; bu sebeple Siyonizm’in bütün planlarını açığa vuran Millî Görüş Lideri Necmettin Erbakan’ın mücadelesine ve Filistin davasına ihanettir. Tarihî misyonumuz mazlum ve haklıların yanında yer almayı gerektirir.[1]
Herzog’a Yanaşan, Türkiye’ye Yaramazdı!
SİYONİST zihniyet insanlığın baş belasıdır. Ariel Şaron, Netanyahu neyse, Herzog da aynıdır. Hepsi de katı Siyonist emeller taşımaktadır. Herzog da Siyonist emelleri olan bir aileye bağlıdır. Dedesi, Siyonizm’in hedefine ulaşması için istihbarat görevleri yapmıştır. 1949’da şehit edilen Müslüman Kardeşler teşkilatının kurucusu Hasan el-Benna’nın bu süreçte şehadete yürüdüğünü unutmamalıdır. Babası da terör işlerini yürütmüş bir Siyonist’tir. Herzog ve yönetimine karşı Erdoğan’ın yaklaşımı mide bulandırıcıdır. Peres, 2008’de TBMM’de konuşturulurken Cahit Sıtkı’nın “Memleket İsterim” şiirini okumuştu. Siyonistler kendilerini sembol ve rumuzlarla anlatmaktadır. Peres’in istediği “memleket”in Türkiye olmadığından nasıl emin olunmaktadır? Sn. Erdoğan’ın Ak Saray’da ağırladığı Yahudi Baş Hahamları da “Tanrı Yüce Devletimiz Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Ulu Efendimiz Erdoğan Hazretlerini korusun!?” duasını niye yapmışlardı? Hep; işgal, terör, saldırı ve katliamlarla anılan bir kişinin Meclis’te konuşturulup milletvekillerine, elleri patlarcasına ayakta alkışlatılması, nasıl bir şaşkınlıktı? Ümit ederiz, benzeri bir ayıbı tekrar yaşamak zorunda kalmazdık!…
ABD ve Avrupa ülkeleri İsrail’in güvenliğini savunmayı vazgeçilmez görev olarak görüyorlar. Bölgede işgal, terör ve saldırıları ile tanınan bir gücün İslam dünyasını sürekli huzursuz etmesini sömürgeci emellerine uygun buluyorlar. Türkiye yöneticileri Batı ülkelerine gittikçe, onlara “İsrail’le normalleşme” telkin ediliyor. Bunu yapmazlarsa soğuk davranıyorlar. Hükümetin Siyonist işgalciye karşı sıcak ve yumuşak mesaj vermesi bu dayatmalardan kaynaklanıyor. Türkiye “dayatılmış” bir dış politika izliyor. Dış politikasını kendisi oluşturmuyor. İsrail’le normalleşmeyi kabul etmek, bizim “normal olmadığımız” anlamını taşıyor. Türkiye buna alıştırılmak isteniyor.” tespitleri gerçekleri yansıtıyordu.
Erbakan Hocamızın dediği gibi: “Zalimler sözden değil güçten anlardı!”
İsrail’in 1948 öncesinde işgal, yağma ve terörle başlayan ilerlemesi 1948, 1956, 1967 ve 1973’te yapılan savaşlarla durdurulamamış, bilakis İsrail’in yayılmacılığı azıtmıştı. Mısır 1978’de Camp David Anlaşması’nı imzalayarak İsrail’in varlığını kabul eden ilk Arap devleti olmuştu. Arkasından İsrail 1982 Eylül’ünde Lübnan’ı işgal ederek bir hafta içinde Beyrut’a girmişti. İsrail’in askeri üstünlüğü adeta bir efsaneye dönüşmüş, İsrail’in yenilemeyeceği düşüncesi zihinlerde yer etmeye başlamıştı. Tam da o günlerde, 1982’de, Lübnan’da Hizbullah kuruldu. Amacı İsrail’i Lübnan’dan çıkarmak ve bölgedeki İsrail tehdidine son vermekti. Bu amacın ilk merhalesi 2000 yılında gerçekleşti, İsrail Lübnan’dan çıkarıldı. Ardından 2006 yılında 33 gün savaşları başladı. Lübnan direnişi, İsrail’e karşı açık bir zafer daha kazandı. Kum saati tersine dönmüş, İsrail’in ömür yıldızı kararmaya başlamıştı. İsrail, tarihinde ilk defa yenildiğini kabul etmiş, hiçbir şart öne süremeden geri çekilmeye mecbur kalmıştı. İsrail’in 2008 ve 2014 yılında Gazze’ye gerçekleştirdiği saldırılar HAMAS’ın azmini ve gücünü kırmaya yeterli olmamıştı. Geçtiğimiz 2021 Mayıs ayında Filistin direniş gruplarının topluca yürüttüğü Kudüs’ün Kılıcı Savaşı ise beklenen zaferin ilk adımlarıydı.
Artık taş atan çocuklar büyümüş, Gazze’de füze üretmeye başlamıştı. Sadece Filistin’den değil, sadece Türkiye’den, Irak’tan, İran’dan, Yemen’den, Lübnan’dan değil, dünyanın her bir köşesinden “Kahrolsun İsrail” sloganları atılmaktaydı. Bir zamanlar henüz Milli Görüş gömleğini çıkarmamışken aynı sloganları atan Recep T. Erdoğan’ın, şimdi İsrail’le normalleşme çabaları kafa karıştırıcıydı. Kudüs ve Mescid-i Aksa, sadece Müslümanların değil, dünyanın bütün mazlum ve mustazaf insanlarının kalplerini birbirine yakınlaştırmıştı. Dünyada hiçbir mesele bu kadar farklı coğrafyadan; dinden, milletten, mezhepten insanı aynı slogan ve şiar altında buluşturamazdı. Bu, Kudüs’ün; Mescid-i Aksa’nın bereketiydi. Bu, Filistin davasının tertemiz bir dava olmasından dolayıydı.”[2]
SADAT’ın ve Nureddin Nebati’nin “İslami Düzen” istismarcılığı!
Güya, anayasa modeli hazırlamışlardı. Başkent, İstanbul… Resmi dil, Arapça olacakmış… Bayrak, kırmızı-yeşil zemin üzerine beyaz ay ve milli devlet sayısı kadar yıldız bulunacakmış… Para birimi ise Dinar olacakmış… Temel amaç, İslam şeriat ve akidesini hâkim kılacak İslam Birliği Federasyonu kurmakmış!..
İlk toplantı, 23-24 Kasım 2017 tarihinde İstanbul’da yapıldı. İkinci toplantı, 1-2 Kasım 2018 tarihinde İstanbul’da yapıldı. Üçüncü toplantı, 19-20 Aralık 2019 tarihinde İstanbul’da yapıldı. Dördüncü toplantı, 12-13 Aralık 2020 tarihinde İstanbul’da yapıldı. İlk toplantının konusu, “Geçmişten Geleceğe Yönetim Biçimleri” idi. İkinci toplantının konusu, “İslam Ekonomisi ve Ekonomik Sistemler” idi. Üçüncü toplantının konusu, “İslam Birliği İçin Ortak Savunma Sanayi Üretimi” idi. Dördüncü toplantının konusu, “İslam Birliği İçin Ortak Savunma Sistemi Usul ve Esaslarının Tespiti” idi.
Toplantıları düzenleyen; Türkiye merkezli askeri danışmanlık şirketi SADAT’ın düşünce kuruluşu: Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi/ASSAM’dı. SADAT toplantılarının vazgeçilmez isminin Adnan Tanrıverdi olmasında şaşılacak bir yön yok; çünkü toplantıyı başında bulunduğu şirket düzenliyor. Ancak, toplantıların bir diğer müdavimi kimdi dersiniz: Nureddin Nebati. Yani, Hazine ve Maliye Bakanı… Öyle ki; üçüncü toplantının açılış konuşmasını yapmıştı.
Münafıklar; sohbetlerde konuşunca İslamcı, ama iktidar olunca “Faizci Finansçı” olmaktaydı!
“İslam Ekonomisi ve Ekonomik Sistemler” konulu toplantıda şu kararlar alınmıştı:
-İslam ülkeleri arasında gümrük birliği kurulmalı…
-İslam ülkeleri arasında ortak pazar kurulmalı…
-İslam ülkeleri arasında para birliği oluşturulmalı…
-İslam ülkeleri arasında ticaret odaları, ticaret mahkemeleri, vakıflar kurulmalı, İslami elektronik dinar para birimine geçiş yapılmalı…
-Zekât müessesi devletlerin kontrolünde kurumsal hüviyet kazanmalı ve ortak fon halinde toplanarak değerlendirilmeli…
-İslam ülkeleri arasında maden, enerji, tarım, ulaşım, telekomünikasyon, gıda sektörlerinde el birliği sistemleri kurulması ve İslami bankacılık sloganı ile faaliyet gösteren finans kuruluşları desteklenmeli…
-İslami kurallara göre faaliyet gösteren ortak bir finans kurumu ve SWIFT sistemi geliştirilmeli…
-Sanayileşmiş ülkelere karşı ortak strateji takip ederek üye ülkeler arasında dış ticaret hacmini arttırmaya yönelik tedbirler güçlendirilmeli…
-İslam ülkeleri arasında “Barter Ticareti, Katılım Bankacılığı, Elbirliği Sistemi ve Vakıflar” yaygınlaştırılmalı ve geliştirilmeli…
Ancak, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, bu göreve atanır atanmaz çeşitli bankaların ve yatırımcıların üst düzey yöneticileriyle iki gün süren toplantılar yapmak üzere Londra’ya koşmuşlardı! 18 varlık yönetim şirketi, 19 uluslararası kalkınma ve yatırım bankası ile 10’dan fazla özel Siyonist sermaye, altyapı ve girişim sermayesi fonu ile teknoloji şirketi temsilcilerinin katıldığı toplantılarda Bakan Nebati konuklarına; “Türkiye’ye güvenin ve faizli borç verin!” diye uğraşmıştı. Evet, Bakan Nebati; hiçbir İslam ülkesi başkentine uğramayıp, doğruca faizci ve Siyonist sermaye finansının merkezi Londra’ya uçmuşlardı.
“Ne oldu; İslam Birliği Federasyonu’na? Yazımın başlığını bu sebeple ‘hayaller ve gerçekler’ koydum. Finans krizi gibi hayatın gerçekleriyle karşılaşınca hemen soluğu Londra’da alıp mesaj veriyorlar: Aman bankacılar bize güvenin!.. Aman finansçılar bize yardım edin!.. Aman foncular bize para gönderin!.. Yani bunların hayalleri Dinar, gerçekleri Dolar! Gerçekleri görmezden gelemezsiniz. Gerçekler size değil, siz onlara uymak zorundasınız!” diyen Soner Yalçın ise Erdoğan iktidarının riyakârlık ve faizci Siyonist Sermaye’ye hizmetkârlık politikası bahanesiyle; “İlmi, insani ve İslami gerçekleri ve faizsiz ekonomik Adil Düzen’in gerekliliğini” inkâra ve alay konusu yapmaya çalışmıştı. Yani bizim solcu salaklar, kapitalist sömürü çarkını “Doğru ve gerçek” gösterme çabasındaydı!?
Ey Soner Yalçın, gerçek şuydu; Bakın, ABD Afganistan’ın parasını ABD halkına dağıtacaktı!
ABD Başkanı Joe Biden’ın, Afganistan Merkez Bankası’na ait 7 milyar doların yarısını, 11 Eylül kurbanlarının aileleri arasında dağıtacağı bildirilmişti. ABD Başkanı Joe Biden’ın, Afganistan Merkez Bankası’na ait 7 milyar doları özel başkanlık yetkisiyle dondurmaya hazırlandığı belirlenmişti. New York Times (NYT) gazetesinin “son dakika” olarak dünya kamuoyuna duyurduğu habere göre, rezerv ikiye bölünecekti. Amerikan bankasındaki bu paranın yarısı 11 Eylül saldırılarının kurbanlarına dağıtılacak. Paranın diğer yarısı ise, Afganistan’daki insani yardım kuruluşlarına verilecekti. Afganistan’da gücün Taliban’a geçmesinden önce, Afgan yetkililerin yüklü miktarda parayı ABD’ye aktardığı bilinmekteydi.
Türkiye Siyonist Sermaye Şirketleriyle ve Yandaş Kesimiyle Nasıl Soyulmaktaydı?
“Asıl mesele Azerbaycan’la Türkiye arasındaki milyarlarca dolarlık doğalgaz alım anlaşmalarıdır. Bunları ben söylemiyorum, Sayıştay gibi kaynaklardan bu tespitleri iletiyorum. Azerbaycan’la aramızda bir anlaşma yapıyoruz ve bu anlaşmaya göre de bir fiyat bandı var. 70 doların altına inemiyor gaz fiyatı sene 2007-2008-2009, 120 doların üzerine çıkamıyor. Bu Türkiye’nin çok lehine bir durum, Azerbaycan’ın da lehine, çünkü Türkiye Cumhuriyeti istemezse Azerbaycan’ın doğrudan gaz satması mümkün değil. Taa Kuzey’i dolaşması lazım, hatta Karadeniz’i geçmesi lazım ama bizim kardeş milletimiz elbette ki bu hakkı vereceğiz. Ama 2009-2010 yıllarında AKP yönetiminde iken bu madde değiştiriliyor, 70 dolarla 120 dolar arasındaki fiyat bandı Türkiye’nin 120 dolar ödemesi gereken gaza 300-400 dolar ödediği oluyor ve Sayıştay diyor ki; buradan bir yıldaki 1 milyar 400 milyon dolar Türkiye’nin zararı var. Şimdi bunu sormayalım mı? Ben bunu sordum diye Azerbaycanlılar kırılacak mı? Mesele bununla sınırlı değil, buradan söylüyorum değerli halkım. Hatta Azerbaycan’daki kardeşlerim, burada SOCAR diye bir şirketiniz var. Bu devlet şirketi SOCAR buraya büyük yatırım yaptı. Ancak burada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ailesiyle ilgili sıkıntılı durumlar var. Çok ciddi suç şüphesi var. SOCAR milyarlarca dolarlık Türkiye’de şirket kurarsa bu şirketin yüzde 30 hissesinin Ziya İlgen ile Kalyon şirketinde ne işi var? Ziya İlgen Erdoğan’ın eniştesi, bu adamın milyarlarca dolarlık şirkette ne işi var? SOCAR şirketi neden BUMERZ’e dönüşüyor? Şirkette Erdoğan’ın yakınları; Burak, Mustafa Erdoğan, Ziya İlgen; BUMERZ bu adlardan çıkıyor. BUMERZ şirketinin gemilerini SOCAR niye alıyor, ben bunu sormayayım mı? Ve döneminde daha önce şimdi araları bozuk SOCAR şirketine gaz taşıyan kesimlerle Erdoğan Ailesi arasında çok karışık ilişkiler var. Şimdi ben bunları Azerbaycanlılar ve Türkler ile ilgili anlatmayayım mı? Ve ben bunları söyledikten sonra Aliyev yönetimi çok inciniyor ve Dışişleri Bakanlığı bana, bakın şimdi arayan (o sırada telefonla arıyor) Yaşar İbrahim Selçuk, demin beni tehdit etmeye kalktı ki siz görüyorsunuz. Ve SOCAR şirketi bu tip karışık ilişkilerde ise ve benim ülkemde doğalgaz ve elektriğin pahalı olmasının önemli bir sebebi yolsuzluklarsa, ben bu ülkenin anayasasına göre denetim görevi olan bir Milletvekili olarak bununla uğraşmak zorundayım. Bunlarla uğraştığım ve gerçekleri açıkladığım için Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı bana diyor ki Ermenistan Lobisi taraftarı! Yav arkadaş ben o anlaşmanın olduğu gün mecliste bekledim ve Azerbaycan’la iyi ilişkiler kurulduğunu düşündüğüm anlaşmaya ben milletvekili olarak Evet dedim, siz bana nasıl Ermeni lobisinin adamı dersiniz? Yazık günah değil mi? Ben gariban Azer’in hakkını savunuyorum. Gariban Türk’ün hakkını savunuyorum. Savunmayım mı? Global TV Azerbaycan sermayesine ait. Üç saat bana küfür ettiler! Üç saat! Niye ben bu yolsuzluğu açıkladım diye. Oysa yolsuzluk bir milli güvenlik sorunudur. Çocuklarınızın geleceğini çalıyorlar! Bu bir tarafta milyarlarca dolarlık her şeyi satın alabilecek hırsızlar, diğer tarafta 83 milyon çaresiz insan var. Savcı uğraşmaz, polis uğraşmaz, devlet uğraşmaz herkes gözünü başka tarafa çeviriyor. O milyarlarca dolar nereden kazanılıyor ve bizim halkımız niye aç kalıyor!? Isparta’da o adam niye soğuktan ve yoksulluktan donuyor 70 yaşındaki adam!? Hiç mi bir şey söylemeyeceğiz? Hepimiz mi susacağız, hepimiz mi korkacağız? Şimdi beni arayan İbrahim Yaşar Selçuk mavi hatta BOTAŞ’ta bütün yolsuzlukları tezgâhlayan adam. Dinlemelerle hayat kadını vermişler, kullanıyorlar… BOTAŞ Genel Müdürü muhafazakârım diyor değil mi? Odasına hayat kadını gönderiyorlar, bunlar dinleme tutanağında var. Karısı arıyor, kadıncağız niye telefona bakmadın diyor, diyor ki namaz kılıyordum. Bunlar böyle ahlâksız adamlar.
Soru: Tabii bu adı geçenlerin bize yanıt hakkı var arayabilirler, bağlayabiliriz konuşabilir ya da mesaj atabilirler. Bunların da cevap hakkı var ama biraz önceki telefon konuşmasına ben de tanık oldum. Sayın Aykut Erdoğdu’nun gerçekten o telefonu açan o aynı şahıs bir milletvekilinin Türkiye Büyük Millet Meclisi milletvekilini açık ve galiz olarak tehdit etti. Yani gitme bu işlerin üzerine daha sonrasını da getirdi ve bunun üzerine öfkelendi Sn. Erdoğdu. Bakın bu çok ciddi bir olay, hiç kimse hiçbir bürokrat Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyesi bir parlamenteri tehdit edemez. Buradan Meclis Başkanı Mustafa Şentop’a da çağrımız olsun, hiçbir meclis üyesini hiçbir bürokrat tehdit edemez. Yanlış bulduğunu söyleyebilir, yargıda yolunu arayabilir, hukukta arayabilir, dava açabilir ama asla ve asla bir milletvekilini yasama görevi yaptığı için kimsenin tehdit etmeye hakkı yoktur. Tanık olduğum için söylüyorum biraz önce.
– Bakınız, şimdi size göstereceğim bu benim anlattığım dosyada yargılandılar, hüküm giydiler. Yargıtay’da kesinleşti: O dönem 2005 yılında Hanefi Avcı da o emniyet müdürlerinden biridir. Bunların bütün rüşvet konuşmaları, nasıl ihalelerden çıkma parası aldıkları, bu doğalgaz kompresör istasyonları yapımında kendilerine “Tuz Gölü Çetesi” diyen bu ekip içinde çok büyük iş adamları var. Hepsinin adlarını söyleyeyim; Nihat Özdemir var, Cemil Kazancı var. Var oğlu var Fernas Nasıroğlu şirketi var. Şimdi bunlar bu kadar yolsuzluk yapacaklar, bu kompresör istasyonlarının hepsi milyon dolarlık, o tuz gölü zamanında yapılamadığı için biz gaz çekemeyeceğiz. Bunun organizatörü Yaşar Selçuk mu ne, sen diyor benim adımı nasıl yayınlarsın? Sen bu halkı soyarken bana mı sordun? Şimdi Yargıtay’da dosyayı dolaştırıp duruyorlar, zaman aşımına uğratacaklar. Milyonlarca dolarlık o ihaleye siz fesat karıştıracaksınız ben de susacağım öyle mi? Ben tek başımayım, sizin milyarlarca dolarınız var öyle mi? Ben Nihat Özdemir’den korkacağım, Cemil Kazancı’dan korkacağım, Nasıroğlu’ndan korkacağım. Onların ayakçılarından korkacağım. Bu millet soyulacak öyle mi!? Yapmamışlar mı, ya Allah aşkına ya bir tane namuslu adam yok mu? Yargıda şu mavi hat dosyasında hayat kadınlarının bile rüşvet sunulduğu… İçkilerin, paraların, milyonlarca doların nasıl savrulduğunu açıklayacak bir tane namuslu adam yok mu? Yargıda yok mu, emniyette yok mu, gazetelerde yok mu bu halkın nasıl soyulduğunu söyleyecek? Şimdi önüne gelen beni tehdit ediyor. Azerbaycan’dan tehdit ediliyorum.
Soru: Nedir bu yolsuzluk olayının tam tarifi?
– AKP döneminde oturduk rasyonel tahmini hesap yaptık. Kamu ihaleleri, imarlar, teşvikler bankalar yurt dışı işlemler, enerji işleri, bayındırlık işleri, TOKİ (1 trilyon dolar rüşvet şüphesi var) ve en az 5 trilyon dolar bu ülkenin zararı var. Çünkü bakın oradaki polislerin dinlemesinde, Enerji Bakanlığı’nın ne alacağına bu İbrahim Selçuk’un lideri olduğu suç çetesi karar veriyor. Nasıl alacağına, kimlerin katılacağına 5 şirketi ayarlıyorlar. İçinde Limak, Fernas bir sürü büyük şirket var. “Abi sen geleceksin şu fiyatı vereceksin, ihaleyi kapacaksın” deniyor. Bürokratlar, müsteşar yardımcıları ve daire başkanları giren şirketlere birer milyon dolar çıkma parası veriyor. Sahte teklif atacaklar aralarında anlaşmışlar bir tanesi alıyor milyonlarca dolar yüksek para ödetiyor bu ülkeye… Bu gariban ülkeye, bu fakir ülkeye hepsi görüntüleriyle, dinlemeleriyle yapılmış 2005 tarihinde, şimdi gelmiş beni tehdit ediyor. Peki bir gün hapis yattılar mı?
Soru: Siz bu bilgileri nereden alıyorsunuz? Kendiniz mi uyduruyorsunuz?
– Şimdi göstereyim size; bir mahkeme kayıtları, iki Sayıştay raporlarıdır. Bunlar Sayıştay’la teyit edilmiş açık kaynaklardır. Birileri dosya gönderse memnun kalırım. Bir müfettiş, bir savcı bunları yalanlayan bir dosya gönderirse çıkarım bunu topluma açıklarım. Bugün benim baktığım 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi mavi hat yolsuzluğu ile ilgili Yargıtay kararı var bunlar hakkında ve bu Sayıştay raporlarında geçiyor. Öğrendiğim yer bunlardır. Benim halkımın içine sığıyor mu Ziya İlgen’in SOCAR’a ortak yapılması, onun şirketinden başka şirket kalmamış mı? Erdoğan ailesine bir Azeri’nin gemi alması, Erdoğan ailesine bütün gemilerinin satılması tekrar kiralanması… Bu işlerin MAN ADASI, MALTA’da olması hiç konuşulmayacak mı? Yok eğer bizim milletimiz karışma diyorsa, vallahi karışmayayım… Ve bunu AKP seçmenine soruyorum, seçmeni desin ki karışma biz Erdoğan’ın arkasındayız, ben de susayım!..
Bunlar bize yönelik her şeyi; beni içeride ve dışarıda küçük düşürmek için yaptılar. Çünkü bunlar fiyatı belli olan her şeyi satın alırlar! Bunların televizyonu var, gazetesi var… Daha diğer dosyalara girmedim, eğer enerji ve bayındırlık işine giriyorsanız; Türkiye’nin en güçlü aileleriyle, en güçlü televizyonlarda kafa kafaya gelirsiniz. Biliyorum beni perişan edecekler ama en azından perişan oluncaya kadar mücadele edeyim. Başsavcılar siz de utanın be utanın, utanın! Başsavcısınız, makam arabalarınız ve korumalarınız var. Neredesiniz bu ülke soyulurken, neredesiniz? Bana da sakin ol diyorlar, nasıl sakin olayım ya nasıl? Millet evinde donuyor, millet gitmiş perperişan olmuş, korkup köşemize mi saklanalım?
Soru: Sayıştay raporlarında var. Sadece bu işten Türkiye’nin 5 milyar dolar zarara uğradığı TANAP projesi ile ilgili var. Yine bu Mehmet Ağar’la ilişkileri olan Mansimov’un ismi bir daha burada gündeme geliyor. SOCAR’ın PETKİM’i almasına kadar iddialar doğru mu?
-PETKİM’in alınışıyla da ilgili henüz bir şey açıklamadım. SOCAR’a verilen haksız ve dayanaksız teşvikleri de hiç konuşmadım. Benim söylediğim Erdoğan ailesiyle girilen bu ticari ilişkiler ve buna daha sonra Mehmet Ağar giriyor, şu giriyor bu çıkıyor! Bilmem neler oluyor! Bunlara karşı susalım mı? Adam beni aramış, sizin yanınızda tehdit ediyor. FETÖ falan diyor, lan ne FETÖ’sü, bu iş rüşvet işi, milyarlık vurgun, soygun işi!.. Biri dava açıyor, biri tehdit ediyor, ötekisi mafya gönderiyor! Bu ne ya Haber Global’de 3 saat bana küfür ediyorlar. Aradım Haber Global’in genel yayın yönetmenini; ya dedim üç saat bana küfür ettirdiniz ayıp değil mi, cevap hakkımı niye kullandırmıyorsunuz? Ahu diye bir kızcağız, Aykut Bey dedi biz Azerbaycan televizyonuyuz. Hayır dedim hanımefendi siz Azerbaycanlılara sermayesi ait bir Türk şirketisiniz, Türkiye Cumhuriyeti’nde faaliyet gösteriyorsunuz. Basın ahlâkı var, 3 saat bana Mehmet Metiner’i küfür ettirdiniz. Oysa orada bir tane büyükelçi var SOCAR’ın yönetim kurulu üyesi, hadi yazsana altına SOCAR’ın yönetim kurulu üyesi diye! Yalan mı söylediklerim? Sizlerin, Sn. Saynur Tezel’in çok kıymetli bir hanımefendi, Ahu Hanım, oradaki büyükelçi. Cumhurbaşkanı’nın ailesinin gidip de SOCAR şirketiyle bu kadar gri ilişkilere girmesine razı mısınız? Sonra demeyin Türkiye niye bu halde? Siz yüksek maaşınız için bunu yaptığınız için, siz bir gariban milletvekilini yargısız infaza kalkıştığınız için Türkiye bu halde! Böyle yaparsanız kim gerçekleri konuşur? “Benim günahım yok, ekmek parası…” deyip susarlar. Ben daha önce müfettiştim, sınavla girmiştim ve çok iyi işim vardı. Kömür yolsuzluğunu yazdım bana dediler ki kapat seni terfi ettireceğiz. Ama ben gerçekleri yazdım, bütün görevleri üzerimden aldılar. Ama sen susarsan ben susarsam ne olacak bu işin sonu? Başsavcısı susmuş, emniyet müdürleri susmuş, herkes susmuş. Teftiş kurulları susmuş herkes başını kuma gömmüş sermaye burada halkı yağmalasın diye![3]
Erbakan Hoca’nın: “Ayaklarımızın Altından Toprak Kayıyor, Toprak!” Uyarısı
“İkinci Körfez Savaşı’ndaki Amerikan yandaşlığı, Manavgat suyunun İsrail’e akıtılması, AB’ye girmek için verilen tavizlerin yığılması, Kıbrıs politikası, nüfus cüzdanlarından din hanesindeki İslam kaydının çıkarılması, FETÖ’nün ‘hoşgörü ve diyalog’ safsatalarının yaygınlaştırılması Erdoğan iktidarının en büyük günahlarıdır. Son 19 yılda yabancılara 115 milyon metrekare toprak satılmıştır. Filistin’de bu kadar toprakların yüzde 1’i üzerinde İsrail devleti kurulduğu unutulmamalıdır. Emlakçılar yabancıların 700 dönüm, 1.000 dönüm ve üzerindeki büyüklükte bölünmemiş arazi aradıklarını aktarmaktadır. GAP bölgesinde ve Trakya’da binlerce dönüm arazilerin yabancılara satıldığı bilinip durmaktadır.
Hem bizim topraklarımız; canımız, kanımız, vatanımızdır. Her karışı şehit kanıyla sulanmıştır. Dolayısıyla maddeyle, parayla, pulla ölçülmesi yanlıştır. 250 bin dolarlık emlak satın alan yabancıya vatandaşlık verilmesi de bu iktidarın yüzkarasıdır. Bu ülkenin vatandaşı olan kişi, yeri zamanı gelince bu vatanı korumak için canını ortaya koymalıdır. Para ile vatandaşlık satın alan yabancı bunu yapar mı? Yarın arazilerimiz çok daha değerli olacaktır. Yabancılar ekip biçecek, ürünü bize istedikleri fiyattan satacaklardır. Bizleri de o arazilerde ucuz işçi olarak çalıştıracaklardır. Ey millet, aklınızı başınıza alın! Toprağınıza sahip çıkın, satmayın. Satarsanız da anası belli, babası belli birine, yani bu vatanın öz evlatlarına satın!..” diyen değerli Milli Gazete yazarımız Burhan Bozgeyik’in feryatları haklıdır ve mutlaka bunlara kulak asılmalıdır. İşte bu noktada, Rahmetli Erbakan Hocamızın: “Artık uyanın! Çünkü vatan toprakları ayaklarımızın altından kaymaktadır!” uyarılarını hatırlamalıdır.
Ülkemiz Enerji Kriziyle Boğuşmaktadır, Oysa Toryum Yer Altında Yatmaktadır!
Dünyanın ve ülkemizin en büyük ihtiyacı olan enerji ile ilgili temin sorunu her geçen yıl giderek artmaktadır. Türkiye’nin geçtiğimiz günlerde başlayan elektrik ve doğalgaz temini sorunu sanayi merkezlerinde kısıtlama kararları alınmasına yol açmıştır. Ülkemizde enerji; kömür, su rezervleri, doğalgaz ve petrolden sağlanmaktadır. Tamamlanması beklenen nükleer santraller de bunun bir parçası olacaktır. Ancak dünyadaki büyük ve gelişmiş ülkelerin son yıllarda yöneldiği ve adına da “yeşil nükleer enerji” denilen toryuma bağlı çalışmalar ülkemizde neredeyse sınırlıdır. Ülkemizin gündemine 2007 yılındaki bir uçak kazasında Prof. Dr. Engin Arık ve ekibinin sır ölümüyle yeniden gelen toryuma ilişkin ciddi bir çaba harcanmamıştır. Dünyadaki toryum rezervlerinin büyük bir bölümünü topraklarımızda bulundurmamıza rağmen toryum rezerv olarak yer altında yatmaktadır. Enerji ihtiyacımız ise her geçen gün artmaktadır. Yani toryum yer altında yatmakta, Erdoğan iktidarı ise sadece bakmaktaydı.
Türkiye’yi, Enerji Üretimi İçin Dışa Bağımlı Kılanlar Utanmalıdır!
Türkiye enerji kaynaklarının yetersiz olmasından dolayı enerji üretiminde dışa bağımlı bir durumdadır. Kişi başı yıllık enerji tüketimi dünyada yılda 3 bin 155 kilovatsaat olup, Türkiye’de 3 bin 58 kilovatsaat iken dışa bağlılıktan dolayı ülkemizde milyarlarca dolar para, sadece enerji üretimi için yurt dışından satın alınan birincil enerji kaynaklarına harcanmak zorunda kalmaktadır. 2019 yılında Türkiye’de elektrik üretimi için yüzde 32 kömür, yüzde 29 doğalgaz, yüzde 32 hidroelektrik santraller, yüzde 8 rüzgâr, yüzde 6 güneş ve yüzde 1 jeotermal sayesinde sağlanmıştır. Her geçen gün enerji ihtiyacı daha fazla artarken, enerji üretimi için gereken kaynakların çoğunun rezerv kaynaklarının az olmasından dolayı Türkiye, birincil kaynakların büyük kısmını ithal etmek zorundadır. Toryum bazlı nükleer enerji santrallerinde, uranyum bazlı nükleer tesislere kıyasla çok daha verimli enerji üretimi gerçekleşirken, tekrar uranyum bazlı nükleer tesislere oranla neredeyse yok denecek kadar az nükleer atığa sebep olmaktadır. Atık oranının az ve verimliliğinin çok yüksek olmasından dolayı da toryum “yeşil nükleer enerji” adı ile anılmaktadır. Eti Maden verilerine göre dünyada toplamda 6 milyon 730 bin ton toryum bulunurken, en çok rezerve sahip olan ülke 846 bin 500 ton ile Hindistan’dır. Eğer var olduğu tahmin edilen rezervleri dahil edilirse, Türkiye dünyada 880 bin tonluk toryum rezervi ile Hindistan’ın da önüne geçerek birinci sırada yer alacaktır. Ardından ise 606 bin ton ile Brezilya, 521 bin ton ile Avustralya, 434 bin ton ile Amerika Birleşik Devletleri, 380 bin ton ile de Mısır vardır.
İktidar partisi 2013’te rapor hazırladı, ancak çaba sadece raporda kaldı
AKP tarafından 2013 yılında “Perspektif Enerji” başlığı ile yayınlanan enerji raporunda, Türkiye’nin enerji sorunu ile ilgili çözüm yolları araştırması yapılmış olmasına rağmen üzerinden geçen 8 senede enerji sorununa karşı çözümler uygulamaya konulmadı. Raporda doğalgaz, kömür, petrol, uranyum ve toryum bazlı nükleer enerji konuları uzmanları tarafından ele alınarak enerji sorununa çözüm potansiyelleri karşılaştırmalı olarak araştırılmıştı. Fakat raporda belirtilen toryum çalışmaları hayata geçirilmedi.
Türkiye’de Toryum 2002’de gündeme geldi, ama sistemli çalışmalar başlatılamadı
Türkiye’de ilk defa “Toryumun enerji değeri ve Türkiye’de bulunan toryum rezervleri” 2002 senesinde Prof. Dr. Engin Arık tarafından verilen bir röportaj ile kamuoyunun gündemine geldi. Röportaj ile Türkiye’de bulunan toryum kaynaklarının tespiti için çalışmalar yeniden başlamış olsa da Türkiye’de tespit edilen 330 bin ton toryum olduğu kayıtlara geçti. Fakat 880 bin ton toryum rezervi olduğu tahmin ediliyor. Toryumun 2002 senesinden sonra tekrar gündeme gelmesi ise Prof. Dr. Engin Arık’ın da içinde bulunduğu uçağın 2007 senesinde Isparta’da düşmesinin ardından şehit olması ile gerçekleşti. 6-7 Ocak 2003’te Eskişehir’de gerçekleştirilen “Toryum Yakıtlı Nükleer Teknolojiler” başlıklı çalıştay ile 4 çalışma grubu ve koordinasyon grubu kuruldu. Zamanın TAEK Başkanlığı süreci devam ettirmedi. Çalıştayın ardından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığında bir günlük toryum toplantısı düzenlendi, daha sonra ise toryum ile ilgili ilk Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu kararı alındı.
Toryum çalışmalarına katkıda bulunan Profesör Saleh Sultansoy’un uyarıları!
Günümüzde yaşayan ve ülkemizde yüksek enerji fiziği alanında çalışan önemli bilim insanlarından biri olan Prof. Dr. Saleh Sultansoy, toryum çalışmalarına ilişkin önemli açıklamalar yapmıştı. Sultansoy, toryumun Türkiye’nin gündemine 2007 yılında bir uçak kazasında şehit olan Prof. Dr. Engin Arık’ın 2002 yılında yayınlanan bir söyleşi ile gündeme geldiğini belirterek, “Toryum konusunda defalarca en yüksek düzeyde alınan kararlar alınmasına rağmen uygulanmadı. 2003 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’nın CERN’de toryum ile ilgili çalışmalara Türk bilim insanlarının katılabilmesi için ayırdığı bütçe, o zamanki TAEK yönetimi tarafından harcanmadan iade edildi. Günümüzde hızlandırıcı sürümlü sisteme dayalı toryum çalışmaları Avrupa Birliği’nin MYRRHA projesi çerçevesinde (Rusya, Japonya, Kazakistan ve diğer ülkelerin katılımıyla) yürütülmektedir. Defalarca önermemize rağmen Türkiye, bu projeye üye olmadı. 1 milyar avroluk MYRRHA projesinin 2020’lerin ikinci yarısında gerçekleşmesi planlanıyordu. Her şey yolunda giderse 2030’larda ticarileşmesi söz konusu olabilir” ifadelerini kullandı.
Ukrayna Krizi, Türkiye’ye Yönelik Bir Tuzak Olmasındı!
ABD eski Kara Kuvvetleri Komutanı Ben Hodges, ABD’nin Ukrayna krizinde Türkiye ile işbirliği yapması gerektiğini söyleyerek, “Türkiye Bölgenin anahtarıdır. Karadeniz’deki ve Boğazlar üzerindeki gücü ve bölgedeki herkesle ilişkisi ortadadır” iltifatlarını yağdırmıştı. Bu sinsi tavrın, Türkiye’yi tuzağa çekme amaçlı olduğu sırıtmaktaydı. ABD eski Kara Kuvvetleri Komutanı Ben Hodges, CNN Türk’e yaptığı açıklamada, Ukrayna-Rusya krizine değinirken, Suriye’de terör örgütü PKK/YPG’ye verdikleri desteğin yanlış olduğunu da itiraf buyurmuşlardı. Öyle ise neden hâlâ arka çıkıyorlardı?
Rusya’nın iki hafta içerisinde Ukrayna’ya yönelik askeri harekât başlatacağını iddia eden Hodges’in, “Büyük çaplı bir saldırı olacağını sanmıyorum. Karadeniz ve Azak Denizi’ne çıkartma olacağını tahmin ediyorum” öngörüleri -veya Rusya ile gizli projeleri- bir hafta sonra gerçekleşmiş, Putin Ukrayna’ya ait iki bölgenin bağımsızlığını tanıdığını bildirmişti.
“Türkiye’nin önümüzdeki aylarda kritik bir rol üstlenebileceğinin” altını çizen Hodges’in şu sözleri Türkiye’yi bir tuzağa çekme hazırlığıydı.
“NATO’nun en ileri askeri komutanlığını Türk askerler yönetmektedir. Bence birçok kişi bunun farkında değildir. Türkiye kendi bilgi kampanyasını başlatmalı ve dünyaya Türkiye’nin yaptığı işlere bakın, kritik bir rol oynuyoruz! demelidir. Böylece birçok kişiyi bilgilendirebilir. Kongre delegasyonları Türkiye’ye davet edilmelidir. İnsanlar Türkiye’nin önemini görmelidir. Bence Türkiye önümüzdeki aylarda kritik bir rol oynayabilir.”
Rusya’nın Moğol-Tatar ve Türk saplantısı!
İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Rusya’nın Ukrayna’da Rus yanlısı yönetim kurma planı yaptığının tespit edildiğini açıklamıştı. Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada, “Elimizde, Rus hükümetinin Kiev’de Rus yanlısı bir lideri göreve getirmek istediğini gösteren bilgi var. Eski Ukraynalı milletvekili Yevhen Murayev potansiyel bir aday olarak görülüyor.” iddiasını tekrarlamıştı. Açıklamada Rus istihbaratı ile bağlantısı olduğu öne sürülen beş eski üst düzey yöneticinin daha adı sayılmıştı.
Rusya Dışişleri Bakanlığı, İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın iddiasını yalanlayarak şunları aktarmıştı.
“İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nı kışkırtıcı faaliyetleri sonlandırmaya, saçma sapan şeyleri yaymayı durdurmaya ve Tatar-Moğol istilası tarihini araştırmaya odaklanmaya çağırıyoruz.” ifadeleri kullanılmıştı. Rus Dışişleri Bakanlığı, Tatar-Moğol istilasına atıfta bulunarak, Kırım’daki Tatar ve Türk varlığını kabul etmediğini ortaya koymuşlardı. Tarihe bakarsanız Rusya’nın çekirdeğini oluşturan Moskova Knezliği, başlangıçta Altınordu Türk devletine bağlıydı. Rus Dışişleri Bakanlığı’nın mantığıyla, bugünkü Rusya’nın, Altınordu devletinin varisi durumunda olan Kazakistan’a bağlanması lazımdı.
Yoksa Rusya; “Tatar-Moğol istilası” diyerek, aslında Türkiye’nin güçlenmesine karşı işbirliği çağrısı mı yapmıştı?
Putin’in tanıdığı Donbas, kömür ve maden zengini bir bölge konumundaydı!
Donetsk ve Lugansk bölgelerinden oluşan Donbas, özellikle zengin kömür madenleriyle dikkati çekiyordu. Bölgeden Rusya’ya kadar uzanan geniş kömür sahası, 10 milyar tonun üzerinde tahmin edilen rezervle “Avrupa’nın en büyük 4’üncü kömür madeni” konumunda bulunuyordu. Ukrayna’da kömür üretimi 2013’te 84 milyon ton düzeyinde gerçekleşirken, 2014’te Rusya yanlısı ayrılıkçıların sözde bağımsızlıklarını ilan etmesinden önce ülkedeki kömürün yüzde 75’i Donetsk ve Lugansk’ta üretiliyordu. Ukrayna’nın, hem Avrupa Birliği hem Rusya’ya sınır olması hasebiyle stratejik bir önem taşıyordu. Ülke, NATO üyesi olmasa da ittifaka üye olabileceğine dair bir mutabakat imzalıyordu. Rusya ise bu üyeliğe tamamen karşı çıkıyordu. Ukrayna’da çok sayıda Rus yaşıyor ve Rusya ile çok yakın sosyo-kültürel ilişkileri bulunuyordu.
Dolayısıyla böylesine kritik bir coğrafyayı Rusya elinden yitirmek istemiyordu. Burada Batı ile Rusya arasında siyaseten de çok ciddi rekabet yaşanıyordu. En sonunda Batı yanlısı kanat biraz ülkede siyasete hâkim gibi oldu. Hatta Rusya yanlısı iktidar kaçarak ülkeyi terk etti ve Rusya’ya sığındı. O zamandan beri yürüyen bu süreçte Rusya hem coğrafi anlamda hem de stratejik anlamda kırmızı çizgi ilan ettiği bir Ukrayna davası güdüyordu. Burayı kendince kaybettiği an Rusya’nın stratejik anlamda gelecekte çok büyük kayıpları olacağını da hesap ediyordu. Bu açıdan baktığımızda Rusya kırmızı çizgim diye ilan ediyor ve bu konuda da geri adım atacağa benzemiyordu. ABD ise, güya Rusya’yı ekonomik ve siyasi anlamda köşeye sıkıştırma, aynı zamanda Rusya’yı dengelemenin yollarını arama çabası içinde görünse de, aslında Rusya ile ve özellikle Türkiye aleyhine çok gizli ve tehlikeli bir anlaşma yaptıkları seziliyordu. Acaba Türkiye’nin sırtını sıvazlayarak, Rusya ile bozuşması mı isteniyordu?
Türkiye ne NATO’ya, ne Amerika’ya ne de Avrupa’ya asla güvenip yaslanmamalıydı. Bakınız Ekim 2019’daki Avrupa Birliği Konseyi Zirvesinde Güney Kıbrıs’ı korumak için Türkiye’ye karşı alınan yaptırım kararlarının, Avrupa Birliği Konseyi tarafından bir yıl daha uzatıldığı açıklanmıştı. Böylece AB, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğal gaz arama çalışmaları nedeniyle aldığı yaptırım kararını bir yıl daha uzatmıştı. Konseyden yapılan açıklamada halihazırda uygulanan önlemlerin 12 Kasım 2022’ye kadar devam etmesine karar verdiği vurgulanmıştı.
ABD ise parasını peşin verdiğimiz F-35 savaş uçaklarını 5 yıldır teslime yanaşmamış, hatta eski F-16’lardan bile karşılamamış, üstelik 1,5 milyar dolar paramızın da üstüne yatmıştı. İşte bu nedenle Rusya Avrupa’ya “Müslüman Tatarlara-Türklere karşı Haçlı ittifakı kuralım” anlamını taşıyan mesajlar verip durmaktaydı. Bu şartlarda Siyonist İsrail Terörbaşından medet umacak kadar gaflet ve dalâlet içindeki bir AKP iktidarı, elbette başlı başına bir sorun oluşturmaktaydı ve mutlaka kurtulmak lazımdı.
Vladimir Putin, Donetsk ve Lugansk’ın bağımsızlıklarını tanıyacağını ve barış güçlerinin bölgeye sokulacağını açıklamıştı. Bu gelişmenin ardından 93 Harbi’nde savaş tazminatı olarak Ruslara bırakılan ancak 16 Mart 1921’de imzalanan Moskova Antlaşması’yla yeniden Türk toprağı sayılan Ardahan’la ilgili dikkat çeken paylaşımlar yapılmaya başlanmıştı.
Tanıma kararının ardından Putin, Rusya Silahlı Kuvvetlerine Donetsk ve Lugansk’de barışın korunması talimatını vermiş bulunmaktaydı. Böylece Rus güçleri, Ukrayna’nın doğusunda Donbas bölgesine ayak basmış olacaktı. Putin’in “Ukrayna’nın Rusya tarihinin bir parçası olduğunu” ifade etmesi ve o toprakları Rusya’nın hakkı olarak görmesi, sosyal medyada gündem oldu. Dünyanın dikkatle takip ettiği bu gelişmeler, akıllara Rusya’nın zamanında Türklere karşı kaybettiği toprakları hatırlatmıştı. Bilindiği gibi 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında yani 93 Harbi’nde Osmanlı’nın yenilgisi üzerine Berlin Antlaşması imzalanmıştı. Alınan karara göre Rus ordusu Erzurum’dan geri çekilmiş ama Kars, Ardahan, Artvin ve Batum’u almıştı. Bu şehirler daha sonra Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Sovyetler Birliği ile 16 Mart 1921’de imzaladığı Moskova Antlaşması ile geri alınmıştı.
Türk Dışişleri Bakanlığı, Rusya’nın sözde Donetsk ve Lugansk Cumhuriyetleri’ni tanıma kararına ilişkin “Rusya’nın söz konusu kararını kabul edilmez buluyoruz ve reddediyoruz.” açıklamasını yapmıştı. Bakanlıktan yapılan açıklamada, Rusya Federasyonu’nun, sözde Donetsk ve Lugansk Cumhuriyetleri’ni tanıma kararının, Minsk Anlaşmaları’na aykırı olduğu gibi, Ukrayna’nın siyasi birliğinin, egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün açık ihlali anlamına geldiği vurgulanmıştı.
ABD Ankara Büyükelçisi Jeffry Flake’nin: “Erdoğan’ın, Putin’in kararını reddetmesini memnuniyetle karşılıyoruz!” kışkırtması.
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Ankara Büyükelçisi Jeffry L. Flake, “Recep Tayyip Erdoğan’ın Başkan Putin’in sözde Donetsk ve Lugansk Cumhuriyetleri’ni tanıma kararını reddetmesini memnuniyetle karşılıyoruz” sözleriyle Türkiye’yi kışkırtmaya çalışmaktaydı.
AB’den acı itiraf: Putin’in gazına çok fazla bağımlıyız!
Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Leyen, son krizde “Rus gazına fazla bağımlı olduklarının ortaya çıktığını, başka seçenekler için büyük yatırım yapmalarının şu anda imkânsızlığını…” açıklamıştı. AB Dışişleri Bakanlarının Paris’teki toplantılarında Rusya’ya karşı yeni yaptırım paketi üzerinde siyasi uzlaşı sağladıklarını kaydeden Von der Leyen, Vladimir Putin’in, Donetsk Halk Cumhuriyeti ile sözde Lugansk Halk Cumhuriyeti’ni tanıma ve bölgeye asker gönderme kararının kabul edilemez olduğunu vurgulamıştı.
“Bu krizi Rusya üretti ve mevcut gerginlikten Rusya sorumludur. Şimdi yaptırım paketini süratle sonlandıracağız. Şimdiye kadar yaptığımız gibi ortaklarımızla yakından koordine edeceğiz.” diyerek yaptırımların Rusya’nın eylemlerinden sorumlu kişi ve şirketleri hedef aldığını belirten Von der Leyen, ayrıca Rus ordusunu finanse eden, Ukrayna’nın istikrarsızlaştırılmasına katkı veren bankaların yaptırım kapsamında olacağını bildirmişti. Ancak, Von der Leyen; “Kuzey Akım 2, Avrupa’nın tamamına enerji arz güvenliği ışığında değerlendirilmelidir. Çünkü bu kriz Avrupa’nın Rus gazına hâlâ çok fazla bağımlı olduğunu göstermiştir. Tedarikçilerimizi çeşitlendirmeli ve yenilenebilir enerjiye muazzam yatırımlar yapmamız gerekir. Bu enerji, bağımsızlığımıza stratejik bir yatırım demektir.” sözleriyle enerji bağımlılıkları nedeniyle Rusya’ya pek fazla bir şey yapamayacaklarını açığa vurmuşlardı.
Ve sonunda 24 Şubat 2022 tarihinde, Rusya üç cepheden Ukrayna’ya saldırı başlatmıştı. Ukrayna halkı Polonya sınırına doğru kaçmaktaydı. Umarız bu ateş Türkiye’ye sıçramazdı. Rusya Savunma Bakanlığı; Ukrayna’nın hava savunma rampalarını, askeri havalimanlarını ve hava kuvvetlerine ait uçaklarını “Yüksek hassasiyetli silahlarla” etkisiz hale getirildiğini açıklamıştı.
[1] sakirtarim@milligazete.com.tr
[2] mgultekin@milligazete.com.tr
[3] CHP Milletvekili Aykut Erdoğdu, Tele 1 “Türkiye Nereye?” Programında (6 Şubat 2022) moderatör Fatih Ertürk’ün sorularını yanıtlarken.
Münafıklar; sohbetlerde konuşunca İslamcı, ama iktidar olunca “Faizci Finansçı” olmaktaydı!
TÜİK’in açıklamasına göre 2021 yılında GSYH yüzde 11 oranında büyüdü ve 7.209.040 milyon TL’ye,
kişi başına gelir de 85.672 TL’ye yükseldi.
Bu değerleri Dolara çevirirsek GSYH 803 milyar Dolar, kişi başına gelir de 9.539 Dolar ediyor. Buna göre Türkiye uzun bir aradan sonra GSYH’sini ve kişi başına gelirini artırmış görünüyor.
Ama kimse sormuyor ki;
Büyüme rakamları değersizleşen türk lirası üzerinden ölçüldüğü için hep büyük çıkıyor. Her ne hikmetse büyüme oranınız, değersizleşme oranın hiçbir zaman üzerine çıkamıyor neden diye soran olmadı…
Ayrıca şu soruda önemli olmalı, ey Akp iktidarı; Enflasyon rakamlarının ne kadar doğru olduğu herkesin malumu, peki bu büyüme rakamları ne kadar gerçek???
Akp nin TÜİK verileri her yıl aynısını tekrar eden süreç değilimdir?? her yıl büyüme açıklanır ama kime gittiği kime gitmediği yazılmaz söylenmez..
Geçenlerde Hollywood komedyenlerinden biri konuşuyordu tv de adama sordular bir gün herkes 15 dk meşhur olacak sen ne düşünüyorsun diye.
Adam doğrusunu söyledi; O söylediğiniz 15 dakika ortalamadır dedi. Karşısındaki seyircileri gösterdi, bu seyirci dedi 0 dakika meşhur olacak, şu 0 dakika, yanındaki 0 dakika, öbürü 0 dakika, diğeri 0 dakika; ben hayat boyu meşhur olacağım, beni dahil edince burdaki herkes ortalama 15 dk meşhur oluyor.
TÜİK büyüme verilerini 90 miona dağıttığımızda, ekonomik dağıtım mekanizmaları çarpık olduğu sürece, ortalama alındığında, büyüyen 500 kişi, geri kalan 89,5 mio fakir
Ama sorarsan kişi başı milli gelir şu, şu kadar büyüdük diye hava atan iktidar
Ortalamadan payına düşen olmadan, tabiri caizse cebinde beş kuruşu olmadan ben ekonomik büyüdüm diye sevinip gezen kasketli Hüsnü..
Biran gaflete düşüp hüsnü gibi düşünelim, hadi diyelim ki, gelir dağılımındaki adaletsizliğin çığ gibi artmasını, büyümede yatırımların katkısının %1,7’de kalmasını, tarım kesiminin 2021 verilerine göre %20 ye yakın küçülmesi v.s. bir yana bırakıp bu büyümeyi gerçek ve olumlu bir gelişme olarak kabul edelim…edemeyizde ettik farz edin!!
Ocak ayında dış ticaret açığının %235 artması, iktidarın “cari açık vermeden büyüme” iddiasının da çöktüğünü göstermiyor mu Allah aşkına.. Aslında bunu belirtmek bile gereksiz ama hangi iddialarınız çökmedi ki..!!!
Hocamızın yazının başlığında ikaz edip belirttiği gibi:
Yanlış adımlar ve duyarsız tavırlar sonucu, çok derin bir uçuruma doğru yaklaşan insanın, uçurumun kenarından bile pişman olup geri dönmesi, elbette yararlıdır ve akıllılıktır. Ancak uçurumdan kayıp düşmeye başladıktan sonraki pişmanlık ise, sahibine hiçbir yararı olmayan ve çok geç kalınan bir ahmaklıktır. Bu hatırlatma, Türkiye’yi yöneten iktidara ve suç ortaklarına yönelik bir uyarıdır. Çünkü, artık uçurumun kenarına varılmıştır ve hâlâ geri adım atmak ve kurtulmak için bir şansları vardır. Ama buna rağmen, inatla burnu doğrultusunda ve kapıldıkları koyu gaflet uykusunda yol alanların, faydasız pişmanlık ve perişanlıkları yakındır.
Amaç nedir?
Ülkemizde yahudilerin sinagoğa mı ihtiyacı var.Hiç böyle bir gündem oluşmadı ya da oluştuda biz mi duymadık.Amaç gerçekten sinagog mu açmak yada siyonizme hizmet eden hücre evleri görevi görecek türevler mi üretmek hakikaten bu jestlerin amacı nedir.Gün geçmiyor ki fabrikalarımız toparaklarımız satılmasın. Halbuki ülkemizdeki bir çok fabrika cumhuriyetimizin ilk yıllarında açılmış halkımız tarafından fabrika arazileri devlete bağışlanmış milli seferberlik içinde imkanlar zorlanarak kazanılmıştır.Erbakan hocamız ise ağır sanayi hamlesi ile sanayimizi çok farklı yerlere taşıyarak ülkemizi bu günlere taşıyacak projeler üretmiş ve çoğunun temelini atmıştır.Gelinen noktada ise yabancıların çok kolay imkanlarla kanla aldığımız bu toprakları satın alması özellikle fabrikalarımızın elimizden tek tek çıkartılması bu devletin bekasına tehdit değilde nedir acaba?
Erbakan hocamızın dediği gibi
Siyonizm’in bütün planlarını açığa vuran Millî Görüş Lideri Necmettin Erbakan’ın mücadelesine ve Filistin davasına ihanettir. Tarihî misyonumuz mazlum ve haklıların yanında yer almayı gerektirir.
Artık uyanın! Çünkü vatan toprakları ayaklarımızın altından kaymaktadır
Hem bizim topraklarımız; canımız, kanımız, vatanımızdır. Her karışı şehit kanıyla sulanmıştır. Dolayısıyla maddeyle, parayla, pulla ölçülmesi yanlıştır. 250 bin dolarlık emlak satın alan yabancıya vatandaşlık verilmesi de bu iktidarın yüzkarasıdır. Bu ülkenin vatandaşı olan kişi, yeri zamanı gelince bu vatanı korumak için canını ortaya koymalıdır. Para ile vatandaşlık satın alan yabancı bunu yapar mı? Yarın arazilerimiz çok daha değerli olacaktır. Yabancılar ekip biçecek, ürünü bize istedikleri fiyattan satacaklardır. Bizleri de o arazilerde ucuz işçi olarak çalıştıracaklardır. Ey millet, aklınızı başınıza alın! Toprağınıza sahip çıkın, satmayın. Satarsanız da anası belli, babası belli birine, yani bu vatanın öz evlatlarına satın!..” diyen değerli Milli Gazete yazarımız Burhan Bozgeyik’in feryatları haklıdır ve mutlaka bunlara kulak asılmalıdır. İşte bu noktada, Rahmetli Erbakan Hocamızın: “Artık uyanın! Çünkü vatan toprakları ayaklarımızın altından kaymaktadır!” uyarılarını hatırlamalıdır.
Siyonizmin Ana Vazifesi…
Erbakan Hocamızdan dinlediğimiz üzre, siyonizmin kendi emellerine ulaşmak için ana vazifesi (işbirlikçisi) akp iktidarını ayakta tutmaktır.
Türkiye mizin ve tüm insanlığın kurtuluşu ise katil ve zalim siyonist sömürü sisteminden ve işbirlikçi lerinden kurtulmatadır.
Vesselam…
https://youtu.be/nfB98Ndw5Vc
Bütün insanlığın saadeti için ADİL DÜZEN
[b]A’raf 183
Ben onlara (şahsi ikbal ve ihtirası için dine ve davaya hıyanete kalkışanlara, bunların gerçek ayarları ortaya çıksın diye) belirli bir süre (mühlet ve fırsat) veriyor (yularlarını uzatıyorum. Ancak) Benim “keyd”im (planım ve tuzağım) sapasağlamdır. (Hiç kimsenin yaptığı yanına kâr kalmayacaktır.)[/b]
Âl-i İmran 178
(Allah’ın rızasını ve Hakk davayı bırakıp) O küfre ve nankörlüğe sapanlar (var ya); onlar kendilerine tanıdığımız fırsat ve mühleti, sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar. Biz onlara, ancak günahları (ve sorumlulukları) daha da artsın diye süre (ve fırsat) vermekteyiz. (Sonunda mutlaka) Onlar için aşağılatıcı (pişman ve perişan kılıcı) bir azap (ve kötü bir akıbet) vardır.
Meryem 75
De ki: “Kim (Hakk’tan ve hayırdan) sapıtıp (küfre ve nankörlüğe kayarsa), Rahman ona, (istediği kadar) uzun bir süre tanısın (ve yularını oldukça uzatsın, ne çıkar… Ama mutlaka sonunda vakti gelip de), kendilerine va’ad edilen, ya azabı veya kıyamet anını gördükleri zaman, artık (o gün) kimin yeri ve durumu daha kötüymüş ve (çok güvendiği) askeri gücü (ve taraftar kesimi, aslında) daha zayıfmış, ileride bilecek (ve görüp anlayacak)lardır.”
Dogal Gaz-Petrol -İsrail e Tahliye Savaşı
Gazi Ünv. İktisat Hocamız savaşlar neden çıkar biliyor musunuz ? dedi ve şöyle sözlerine devam etmişti .Savaşlar aslında petrol savaşıdır..O zaman ögrenciydik bu kadar dünya gerçeklerini bilmiyorduk!Aziz Erbakan Hocamız ve Aziz Ahmet Hocamız vesilesiyle anladık ki Nato – BM – AB- USA vs vs hep kurtlar sofrası misali mazlum insanlara kurulmuş bir birlikteliktir….
Rusya – Ukrayna savaşı da dogalgaz ,petrol, maden ve ekonomik iflasın fitilini yakmaktı..3.dünya savaşının çıkmasına bir ön hazırlıktı..Ve acaba ülkemizin kuşatılmasına başlanma niyeti mi taşıyordu…
Amenna Allah nurunu tamamlayacaktı ve herkesin kozlarını ortaya koyma zamanı gelmiş gibi duruyordu..Allah CC yar ve yardımcımız olsun…Allah vatanımızı şerlerinden korusun inşaAllah
Sohbet İslamcıları
Günümüz dünyası maalesef ikiyüzlü tiplerin belasına uğramış, her yerde olmaları nedeniyle büyük sıkıntıların yaşandığı bir yer olmuştur. Her konuda en büyük suçlular, ahkâm kestikleri hususları maharetle istismar eden tipler. Dünyada olan bu belâ ülkemize de sıçramış ve çevremizde, yöremizde bu tiplerin sıkıntılarıyla uğraşır olmuşuzdur. “Tevbesine tevbe gerek” misali İslamcı geçinen tipler, göreve gelir gelmez faiz çukurlarında takla atarken, sohbet ortamında sundukları çarelerin de ayrı bir yara sebebi olduğunu anlamak çok zor değil…
Yıkılacaksın ey siyonizm!
Dünyanın en zengin topraklarında yaşayan halkın %90 ımın emeği %10 luk tabakaya aktarıldığı için sefalet içerisinde yaşıyoruz. ABD ve Rusya Suriye’de olduğu gibi Türkiye’ye karşı anlaştıkları kesin. Seçimlerde kazanma ihtimali olmayan AKP büyük vurgunlar yaparken, son görevini yerine getirmek ve ucuz kahramanlık yapmak ekonomik yıkımı ise savaşa bağlamak için ülkemizi ateşe mi atmaktaydı? Kapitalizmin nefesinin bitmek üzere olmasından dolayı siyonizm, Rusya ve Çin merkezli sosyalizm tarzı bir sistem mi amaçlamaktaydı? Siyonizm ve işbirlikçilerinin sonu gelmiş ve çıban başı İsrail, Milli Çözüme inanan bir hükümete yıkılması an meselesi İNŞALLAH
Böylesine Tehlikeli Bir Dönem Ancak Milli Çözüme İnanan Bir Cumhurbaşkanın İşbaşına Geçmesiyle Atlatılabilir
“AKP döneminde oturduk rasyonel tahmini hesap yaptık. Kamu ihaleleri, imarlar, teşvikler bankalar yurt dışı işlemler, enerji işleri, bayındırlık işleri, TOKİ (1 trilyon dolar rüşvet şüphesi var) ve en az 5 trilyon dolar bu ülkenin zararı var.”
Evet ülke içeriden 5 trilyon dolar zarara uğratıldığı konuşulurken dış politikada gelinen nokta:
“ABD ise parasını peşin verdiğimiz F-35 savaş uçaklarını 5 yıldır teslime yanaşmamış, hatta eski F-16’lardan bile karşılamamış, üstelik 1,5 milyar dolar paramızın da üstüne yatmıştı. İşte bu nedenle Rusya Avrupa’ya “Müslüman Tatarlara-Türklere karşı Haçlı ittifakı kuralım” anlamını taşıyan mesajlar verip durmaktaydı. Bu şartlarda Siyonist İsrail Terör başından medet umacak kadar gaflet ve dalâlet içindeki bir AKP iktidarı, elbette başlı başına bir sorun oluşturmaktaydı ve mutlaka kurtulmak lazımdı.”
Makalemizin vurguladığı bu gerçekler [b]Aziz Erbakan Hoca’mızın: “Ayaklarımızın Altından Toprak Kayıyor, Toprak!”[/b] Tarihi uyarısını hatırlatıyor ve böylesine tehlikeli bir dönemin ancak [b]Milli Çözüme inanan bir cumhurbaşkanın işbaşına geçmesiyle atlatılabileceği de bir kez daha aşikar oluyordu.
[/b]
Haşr Suresi Tecellileri ve Kansız Fethe Doğru…
ABD-Rusya sözde kapışırlarken İsrail bu işin neresindedir?
Yazıyı okuduktan sonra, İsrail cumhurbaşkanının yapacağı Türkiye ziyareti şimdi daha bir anlam kazanıyordu. Batı birden bire mi aydınlanmış aklı başına gelmiş de, Rus doğalgazına fazla bağımlı olduklarını öğrenmişlerdi? Yoksa, İsrail’in gasp ettiği Filistin doğalgazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşımanın bahanesi mi üretilmekteydi? Hatta Ukrayna’da; bazı kaynaklara göre 15 bin, bazılarına göre 200 bin civarında olduğu söylenen Yahudi nüfusun, acil tahliye edilerek İsrail’e taşınması için harekete geçen İsrail hükümeti, Filistin’de inşa ettikleri yerleşim birimlerini bunlarla doldurmak için miydi bu savaş tamtamları… Yoksa tarih tekerrür mü ediyordu? 2. Dünya Savaşı da, Avrupa’daki Yahudileri Filistin’e sürmek için çıkarılmamış mıydı?
Ülkemizde iktidar ne kadar İsrailci, NATO’cu, ABD’ci AB’ci ise, sözde muhalefet onlardan daha fazlasıdır. Aralarında bir fark olmadığını, hatta en az 40 aynı yönlerini yazdığımız yazılarımız arşivlerde durmaktadır. Dünyanın sıcak gündemine rağmen iktidar partisi ile muhalefet partileri hala kayıkçı kavgasıyla meşguller. Ne onlarda ne bunlarda, herhangi bir strateji üretecek akıl zaten mevcut değildir. Hepsi de Siyonist maşalarıdır.
Suriye’de işbirliği yaparak Türkiye’ye karşı terör örgütü PYD’yi destekleyen ABD ve Rusya, Ukrayna’da da danışıklı bir dövüşün içindelerse -ki öyle görünüyor-; Türkiye’yi tuzağa çekmeye çalışırlarken, tuzağa düşürülebilirler mi? Elbette bu mümkündür. Ama bugünkü iktidarda bunu yapacak stratejik akıl ve dirayet ne gezer. Kendileri bizzat zaten yazımızda da belirtildiği gibi ülkemizin en büyük güvenlik sorunudurlar.
Peki Siyonizm, Türkiye’de Erbakan Hocanın zihniyetinin iktidara gelmesini ve ADİL DÜZEN’in kurulmasını önlemek için; tek kutuplu dünya düzeninden yeniden çok kutuplu dünya düzenine geçmeye çabalarken, ve bunun için gözünü bile kırpmadan yeni bir dünya savaşı çıkarmanın hesapları yapılırken, Türkiye başıboş mudur?
Kur’an’a göre: “(…Müşriklerin ve münafık kesimlerin) Kendi aralarındaki çarpışmaları (birbirlerine kin ve haset duyguları) ise pek daha şiddetlidir. Sen onların (zahiren) birlik ve dirlik (içerisinde olduklarını zan ve) hesap edersin; oysa onların kalpleri paramparça vaziyettedir (çıkarları ve ihtirasları uğrunda her an kapışmaya hazır haldedir). Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir.” (Haşr:14)
İşte kâfirlerin bu durumlarından faydalanarak, akılcı politikalarla ABD-AB-Rusya-Çin gibi ülkelerin ipini birbirine bağlayıp hepsini karşı karşıya getirmek mümkündür. Ülkemizin stratejik konumu ve caydırıcı askeri gücünün varlığı da Türkiye için en büyük bir fırsattır.
Biz; elbette kan akmamasından yanayız. Prensibimiz; Yurtta Sulh, Cihanda Sulh, anlayışıdır.
Evet; Biz Milli Çözümcüler olarak; inancımız odur ki:
Siyonistler, her ne kadar Türkiye’ye tuzak kursalar da, tüm tuzakların sahibi elbette Allah’tır. Önümüzdeki günlerde, çok ama çok yakın bir süreçte, Aziz Erbakan Hocamızın yürürlükte olan plan ve projeleri ile İsrail ve onun işbirlikçisi tüm zalimler dize getirilecek; ADİL DÜZEN’E geçilecek ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti İlelebet Payidar Kalacaktır.