Yeni Çözüm Safsataları
ve
ÇÖZÜLME TUZAKLARI
Peygamber Efendimiz, bir hadisinde: “Bir mü’min aynı delikten iki sefer ısırılmaz!” buyurmaktadır.
Akrep, yılan gibi zehirli yaratıkların yuvalarına, elini sokup da ısırılan ve o zehirden zor bela kurtulan bir insanın, aynı deliğe tekrar elini sokması imkânsızdır. Ahmakça bir merakla aynı deliğe ikinci sefer tekrar elini sokan bir insan, zekâ özürlü sayılır ve böylesi kimselerin akıllı bir mü’min olamayacağı vurgulanır. Şimdi hem iktidar yetkilileri hem de onların taraftarı halk kesimleri olarak, 1’inci Açılım Süreci’ni ve bize çok pahalıya mâl olan acı neticelerini yaşamış insanlar olarak, 11 yıl sonra şimdi aynı yanlışları tekrar etmek, akıl ve anlayış kısırlığından öte, kasıtlı ve karanlık bir amacı yansıtır. Erbakan Hoca’nın “Denenmiş denenmez!..” sözlerini hatırlamanın tam zamanıdır.
PKK/BDP/DTK’nın Bağımsızlık İçin Ara Aşaması: “Demokratik Özerklik” Safsatası[1]
Terör örgütü PKK’nın kontrolündeki Demokratik Toplum Kongresi (DTK), 2007 yılında düzenlediği kongre ile ilk defa “Demokratik Özerklik” önerisini gündeme taşımıştı. Bütün bu siyasi çalışmaların başlamasının sebebi, müzakerelerle biçimlendirilecek bir projeye hazırlıktı. Başka bir deyişle, hazırlanacak anayasada “Kürt Sorunu”nun çözümünün formüle edilebilecek bir taslağının oluşturulmasıydı.
26-27-28 Ekim 2007 tarihinde Diyarbakır’da 600 delege ile toplanan Demokratik Toplum Kongresi‘nin ilan ettiği sonuç bildirgesinde “Demokratik Özerklik” ilk defa kamuoyuna açıklandı. Toplanma gerekçesinin konjonktürel bir zamanlamaya dayandığı vurgulanan Kongre’de “Yeni Anayasa Süreci”nin hazırlığının etkili olduğu vurgulandı. Çünkü böylece “Kürt halkının temel haklarının anayasal güvence altına alındığı oranda Türkiye’nin bütünlüğü içerisinde Kürt Sorunu’nun demokratik ve barışçıl çözümü için tarihsel bir fırsat yakalandığı” tespiti yapılmıştı. Kongre, Kürtçü retoriğin kendini meşrulaştırma gerekçeleri, bir ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti ve Türk kimliği ekseninde biçimlenen “anayasa”, “vatandaşlık” gibi kurumların “Kürtleri yok saydığı ve asimile etmeye çalıştığı” gibi klasik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşıtlık söylemi ile başlamıştı.
Sonraki yıllarda toplanacak olan DTK toplantılarında açıklanan sonuç bildirgelerine temel olmasıyla dikkat çeken bu bildiride öncelikli olarak “Kürt olgusu ve sorunsalı” tanımlanarak, Türkiye’nin demokratikleşmesini de içeren, güya en somut ve halklar adına en gerçekçi çözüm perspektifini açığa çıkardığı vurgulanmıştı. “En temelde Kürt Sorunu, bu coğrafyanın asli unsurlarından olan Kürt halk gerçekliğinin ve bundan kaynaklı ulusal, toplumsal, kültürel, sosyal, ekonomik, siyasal ve en temel insani haklarının inkârı ve reddi sorunudur. Kısacası Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşememe sorunudur. Tarihsel ve güncel olarak Kürt Sorunu denilen olgu; başta Anadolu halkları olmak üzere, Ortadoğu halklarının tarihsel kardeşlik bağlarının özellikle son yüzyılda gelişen milliyetçi, şoven, tekçi ve otoriter felsefe ve siyasal anlayışlardan kaynaklı tahrip edilme sorunudur.” ifadeleri yer almıştı.
Türkiye’den koparak ayrı bir devlet talep etmeyi; “felsefik ve konjonktürel gerçeklikten uzak ve halkların birbirini boğazlamasına kadar gidebilecek bir süreci tetikleyecek siyaset anlayışı” olarak değerlendirip “demokratik özerklik” savunulmaktadır. Bildiriye göre, ülke bütünlüğü içinde halkın yerelde söz ve karar sahibi olmasını sağlayacak ve tüm farklılıkların kendini özgürce ifade edebileceği düzeyde özerklik kazanması temeline dayanan modelin çağdaş kavramlaştırılışını “demokratik özerklik” biçiminde tanımlamaktadır. Buna göre; demokratik öz yönetim anlamına gelen demokratik özerklik, Demokratik Cumhuriyet’in içinin doldurulmasıdır.
Kongre “Demokratik Özerklik” modelini şu temelde ele almıştı:
• Türkiye siyasi ve idari yapısında demokratikleşmeyi sağlamak amacıyla köklü bir reformu amaçlar…
• Sorunların çözümünde geliştirilecek yöntemler için, yereli güçlendirme, halkı söz ve karar sahibi kılma felsefesinden yola çıkar…
• Halkın karar süreçlerine dahil olması için demokratik katılımcılığı savunur ve tüm yerel birimlerde meclis sistemini esas alır.
• Salt “etnik” ve “toprak” temelli özerklik anlayışı yerine kültürel farklılıkların özgürce ifade edildiği bölgesel ve yerel bir yapılanmayı savunur.
• “Bayrak” ve “resmi dil” tüm “Türkiye ulusu” için geçerli olmakla birlikte her bölge ve özerk birimin kendi renkleri ve sembolleriyle demokratik öz yönetimini oluşturmasını öngörür.
• Sorunların çözümünü sadece devlet sistemini değiştirmede aramaz, toplumun öz yeterliliğini esas alır.
Kongre, Anayasadaki mevcut “ulus” kavramının etnik vurgularla değil, demokratik uluslaşmanın bir ifadesi olarak “Türkiye ulusu” ortak aidiyetiyle yeniden tanımlanmasını zorunlu görür.
Ayrıca, herkesi Türk olarak tanımlayan bir vatandaşlık tanımı yerine kültürel kimlikleri kabul eden ve bu kültürel kimliklere dayalı Türkiye ulusunun tümünü kapsayan “Türkiyelilik” üst kimliği çerçevesinde “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” esas alınmalıdır. Ayrıca bildiride demokratik özerklik ile “bölge meclisleri”, bunların yöneticileri, modelin merkezle ilişkileri tek tek anlatılmıştır. “Demokratik özerklik” modeli; “demokratik ulus”, “demokratik vatan”, “demokratik cumhuriyet” ve “demokratik anayasa” olarak formüle edilmiş olmaktaydı. Ayrıca “Devletten bekleyerek değil, kendi çözümünü kendi geliştirerek ‘Demokratik Özerklik’i kurumsallaştırma esas alınacaktır” denilerek, özerklik için, “Kendi öz emeğimiz, fedakârlığımız, bedel vererek bugüne getirdiğimiz mücadeleyle kesin çözümü yaratacak bir aşamaya ulaştırma esas alınacaktır” ifadeleri de takip edilecek sinsi yöntemi açığa vurmaktaydı.
AKP İktidara Geldiğinde Terör Neredeyse Sıfırlanmıştı!
Erbakan Hoca’nın Efsane Başbakanlığındaki Refah-Yol iktidarınca başarılan (28 Haziran 1996 – 30 Haziran 1997) ıslahat ve kalkınma hamleleriyle başlayan barış ve bereket süreciyle, terör ateşi sönmeye başlamıştı. Öyle ki; 2000 yılından önce, yılda 200’ün üzerinde şehit verilirken 2000 yılında bu sayı 29’a, 2001 yılında 20’ye düşürülmüş durumdaydı.
Evet, 2000’lerin başlarında terör durma noktasına dayanmışken, AKP iktidarıyla beraber 2003’ten itibaren devamlı artmaya ve azıtmaya başlamıştı. Durma noktasına gelmiş olan terörün yeniden canlanmasına sebep olanlar bunlardı. Sonra da “güvenlik politikalarıyla önlenemiyor, o hâlde gelsin açılımlar, gelsin İmralı süreçleri” diyen bunlardı. Oysa terör, ekonomik ve sosyal kalkınma programlarıyla ve tüm halkımıza temel insan haklarının sağlanmasıyla… Ve tabi ülkemizin dış güçlerin güdümünden kurtulmasıyla, yani milli ve dirayetli iktidarlarla ortadan kaldırılırdı.
Şimdi, “Biz Orta Asya’dan gelmişiz ve adamların topraklarını almışız!” iddiasına bakalım. Evet, biz Orta Asya’dan geldik, fakat “adamların” diye ifade ettikleri Ermenilerin veya Kürtlerin topraklarını almadık. Biz Bizans topraklarını ve Abbasilerin zayıflamasıyla kâh şu, kâh bu yönetim altına giren bazı Arap topraklarını aldık. Bunu da halifeliği himayemize alarak yaptık. İlk Türk Beyliklerini de Doğu ve Güneydoğu Anadolu topraklarında kurmaya başladık. Şimdi bu Beylikleri, hüküm sürdükleri yılları ve hâkim oldukları toprakları hatırlatalım:
Saltukoğulları (1072-1202): Erzurum, Bayburt, Kemah ve çevresinde.
Mengücekoğulları (1080-1228): Kemah, Erzincan, Divriği, Şebinkarahisar ve çevresinde.
Danişmentoğulları (1071-1178): Sivas, Tokat, Niksar, Çorum, Amasya, Kastamonu, Malatya, Elbistan, Kayseri ve çevresinde.
Dilmaçoğulları (1084-1393): Bitlis ve Erzen çevresinde.
Çubukoğulları (1085-1113): Harput, Palu, Çemişkezek, Arapkir ve çevresinde.
İnaloğulları (1098-1183): Diyarbakır ve çevresinde.
Sökmenoğulları / Ahlatşahlar (1110-1207): Ahlat, Erciş, Van, Tatvan, Adilcevaz, Silvan ve Muş çevresinde.
Artukoğulları (12.-15. yüzyıllar): Diyarbakır, Mardin, Hasankeyf, Silvan, Harput ve çevresinde.
12. yüzyılın sonlarından itibaren Anadolu Selçukluları, Anadolu’da duruma hâkim olur ve bu Türk Beyliklerinin toprakları Selçuklu Türklerine geçer. 13. yüzyılın ortalarında İlhanlı hâkimiyeti başlar. 15. yüzyılda Doğu ve Güneydoğu Anadolu topraklarına iki büyük Türk devleti hükümran olur: Karakoyunlular ve Akkoyunlular. Çok kısa bir süre Safevi hâkimiyetinde kalan bölge 1514 Çaldıran Savaşı ve 1516-1517 Ridaniye ve Mercidâbık Savaşları ile Osmanlı Türklerinin eline geçer.
990-1085 yılları arasında 100 yıl kadar Diyarbakır ve çevresini yöneten Mervanîlerin kökenleri tartışmalıdır. Bu sülale, Kürt veya Arap kökenlidir. Ancak Kürt kökenli olsa bile onların yönetimleri sırasında Diyarbakır ve çevresindeki halk Arap idi. Kürtlerin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu topraklarının yerlileri olduğu da abartılı ve asılsızdı. Evet, Kürtler Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun bazı yörelerinde bulunmaktaydı. Hatta meşhur Malazgirt Savaşı’nda Sultan Alparslan’a 10 bin kadar askerle destek çıktıkları da kayıtlıydı.
ABD’nin Ortadoğu Planları!
ABD’nin bölgeden çekilmesi tam bir palavraydı, çünkü kendi yerine vekil güç olarak kuklalarını bırakacaktı. Kuzey Irak’ta kurmuş olduğu Kuzey Irak Kürt Yönetiminin (Barzanistan devletçiğinin) geleceğini garanti altına aldıktan sonra ayrılacaktı. ABD’nin bölgeden çekilmesi sonrasında en çok korkulan, bir Kürt/Arap çatışmasının çıkmasıydı. Nitekim Birinci Körfez Savaşı sonrası böyle bir durum yaşanmıştı. Kürtler, kitleler hâlinde Türkiye’ye göç etmek zorunda bırakılmıştı. Böyle bir durum ABD’nin bölgede inşa ettiği yapının tümüyle çökmesi anlamını taşıyacaktı. Bunun için de Türkiye ile Kuzey Irak Kürt Yönetimi arasında iyi ilişkilerin kurulması doğal bir zorunluluk olarak dayatılmıştı. PKK, bölgedeki istikrarsızlığa büyük katkı sağladığı gibi Türkiye ile Erbil Yönetimi arasında iyi ilişkilerin kurulmasına da dolaylı katkı sunacaktı. Barzani’nin Kuzey Irak’taki varlığını sürdürebilmesi büyük ölçüde Türkiye ile birlikte hareket etmeyi zorunlu kılmaktaydı. Bu nedenle;
1- Kuzey Irak Yönetimi, ekonomik havza olarak Türkiye ile entegre edilmeli ve güvenceye alınmalıydı.
2- Kandil’de üslenen militanlar, Erbil Yönetimiyle Türkiye arasında bariyer olmaktan çıkarılmalıydı.
3- ABD, uzun süreden bu yana kullandığı ve koruduğu PKK’nın rızaya dayalı bir biçimde dağdan indirilmesini sağlamalıydı. (ABD desteği Suriye Kürtlerine kaydırılmalıydı.)
4- Bu arada, ABD’nin bölgeden ayrılmasından sonra PKK’nın bölgede barınma kapasitesi de giderek zayıflayacaktı.
5- Hem PKK’nın dağdan indirilmesinin sağlanması hem de Kürtlerin Türkiye’deki konumlarının yeniden tanımlanması için, Türkiye’nin askeri seçenekler dışında yeni bir şeyler yapması ve sözde Barış Süreci başlatması, Türkiye’deki iktidardan talep olunmalıydı. (Daha doğrusu dayatılmalıydı.)
Bütün bu şartların olgunlaşması ve ABD’nin dikkatlerini başka bölgelere yoğunlaştırması, Türkiye’nin “Kürt Açılımı”nı bir an önce başlatmasıyla mümkün olacaktı. Bu nedenle “Kürt Açılımı / Demokratik Açılım” adı altında Türkiye’de yürürlüğe konan proje, öncelikle ABD’nin bir dayatmasıydı. Nitekim Türkiye’deki iktidar “Kürt Açılımı” projesini henüz tartışmaya açmadan, ABD Atlantik Konseyi bu konuda ne yapılması gerektiğini açık bir program olarak ilan etmiş bulunmaktaydı.
“Kürt Açılımı” için Atlantik Konseyi’nin Önerileri Tam Bir Tuzaktı!
ABD’nin “Atlantik Konseyi” adlı kuruluşu, yapılması gerekenlerle ilgili olarak bir rapor yayımlamıştı. Bu rapor, yalnız Irak’ın kuzeyindeki Kürtlerle ve onların devletleriyle değil, aynı zamanda bölgedeki bütün Kürtlere yönelik açılımları da barındırmaktaydı.
Atlantik Konseyi’nin raporunu kaleme alan David L. Philips’in, Türkiye’ye “Kürt Sorunu” ile ilgili olarak yaptığı önerilerin başlıkları şunlardı:
• Öcalan ile konuşmaya yanaşmalısınız ve DTP’yi muhatap alınız!
• Barzani ve Kuzey Irak Kürt Yönetimiyle iyi ilişkiler kurmalısınız!
• PKK’lıların dönüşünü sağlayınız!
• Yargıyı ıslah edip katı kuralları yumuşatınız…
• “Terör örgütüne üye olmak suçundan” cezaevinde yatan tutuklu ve hükümlüleri serbest bırakınız!
• Ülkeye dönen ya da cezaevlerinde tutuklu iken serbest bırakılan PKK’lılara seçme ve seçilme hakkı başta olmak üzere, tüm haklarını tanıyınız!
• “Özerk Kürt Bölgesi” kurulması için yasaları ve Anayasa’yı değiştiriniz. Bölünme havası vermemek için, bunu “yerinden yönetim, yerel yönetimlerin güçlenmesi” adı altında yapınız!
• Türklüğü “vatandaşlık” olarak tanımlayan Anayasa’nın 7. maddesini değiştirip yumuşatınız!..
• Türk Ceza Yasası’nın 216. maddesinde değişiklik yaparak “etnik amaçlı tahrik”i suç olmaktan çıkarınız… 217. maddeyi değiştirerek “halkı kanunlara uymamaya tahrik” edenlere verilen cezaları azaltınız… 220. maddede düzenlenen “silahlı terör örgütü” üyelerine verilen cezaları hafifletmeye bakınız!
Maalesef, Erdoğan iktidarları ve Cumhur İttifakı, Atlantik Konseyi’nin bütün bu telkin ve tavsiyelerini, aşama aşama gerçekleştirmiş durumdadır. Açılımın bizzat kendisinin bu yönlendirmenin bir ürünü olduğu da açıktır. Nitekim devletin tepesindeki yetkililerin “Açılımı biz yapmazsak başkaları yapar” anlamına gelen üstü kapalı imalarda bulunmaları bu durumu yansıtmaktadır!
“Demokratik Açılım” Çabası mı, yoksa “Öldüren Kucaklama” mı?
“Öldüren Kucaklama” tabiri, öldürene kadar sevmek, sonra da “kullanıp atmak” anlamındadır. Cüneyt Zapsu, ABD’lilere “Erdoğan’ı süpürmeyin, kullanın” derken böyle bir ilişkiyi anlatmıştı.
ABD’li tarihçi Tarpley, bu bağlamda olmak üzere AKP iktidarının Amerika ve İngiltere’yle olan ilişkilerini “öldüren kucaklama” olarak tanımlamıştı. Tarpley; İngiliz ve Amerikalıların Türkleri öldürene kadar seveceklerini aktarmıştı. ABD’nin Türkiye’yi, Suriye’ye karşı kullanacağını ve meydana gelen çatışmayı modern Türkiye’yi yok etmek için kullanacakları iddiasını tekrarlamış ve maalesef dediklerinin birçoğu yaşanmıştı.
Tarpley, Simon Hersh’in şu görüşlerini de iddialarının gerekçesi olarak aktarmıştı: “PKK, CIA’nın desteklediği bir örgüttür. CIA, PKK’yı Türkiye’ye ve İran’a karşı kullanmaktadır. Yakın geçmişte Fransa’da Cumhurbaşkanı Mitterand’ın eşi Danielle Mitterand, PKK’nın koruyucu azizesi konumundaydı. 2011’de, İsrail Dışişleri Bakanı Liberman, Mavi Marmara’daki davranışından dolayı Türkiye’yi cezalandırmak için İsrail’in PKK’yı destekleyeceğini açıklamıştı. NATO’nun Yunanistan aracılığıyla PKK’yı desteklediği bilinip durmaktaydı…”
Tarpley’in analizine, bölge ülkeleriyle Türkiye arasında yaşanan gerilim ilave edildiğinde durumun vahameti ortaya çıkmaktaydı. Türkiye’nin Suriye ile olan ilişkileri karşılıklı ajitasyonlara varacak boyutun da ötesine geçmiş durumdaydı. Irak’taki Maliki hükümeti Türkiye’ye tehditler savurmaya başlamıştı. İran ise her fırsatta Türkiye’ye çatmaktaydı. Bu üç ülke de Türkiye’nin en zayıf yanı olan PKK üzerinden Türkiye’yi vurmaktaydı…
Tarpley, o süreçte Türkiye’nin kevgire dönmüş olan istihbaratına, Başbakan’ın resmi konutunda dahi dinlemek amaçlı olarak yerleştirilmiş “böcek” konusuna hiç değinmemiş, Türkiye’nin güneyindeki ABD’nin faaliyetlerini ve manzarayı şöyle anlatmıştı: “Türkler, güney bölgelerinin tamamını CIA’ya devrettiler. Oralarda CIA başıboş, kontrolsüz dolaşıyor. İskenderun otellerinde CIA cirit atıyor. Oteller El-Kaide teröristleri ile dolu. CIA, Adana yakınlarındaki İncirlik Üssünden, bölgeye getirdikleri teröristleri kullanıyor. Bunun Türkiye’ye dönüşü feci olacak” diyordu!?
Erdoğan Türkiyesi ise; kendisini ilgilendiren çok yönlü, çok faktörlü, çok aktörlü ve çok boyutlu gelişmeleri izlemek ve gerekli önlemleri almak yerine, günü kurtarmaya çalışıyor, yabancı istihbarat servisleri ise adeta cirit atıyordu.
Türkiye medyası, Öcalan güzellemeleriyle uğraşırken, İmralı’daki hükümlü “barış havarisi” olup çıkmıştı. “PKK ha silah bıraktı, ha bırakacak”, “PKK, silahlı güçlerini Türkiye’den çekti çekecek” söylemleri almış yürümüşken Kandil, “güç bende” mesajı veriyordu. Tam da bu sırada, PKK 100 kişiyi aşkın teröristiyle Karataş Karakolu’na saldırıyor ve Irak’ın kuzeyindeki Zap Kampı’nda kalabalık bir PKK’lı grubun da Türkiye’ye sızmaya çalıştığı tespit edilmesi üzerine, TSK sınır ötesi hava operasyonu düzenliyordu. İmralı ile görüşmeciler silahlı PKK güçlerinin sınırın ötesine geçeceği iddialarında bulunurken Kuzey Irak’tan PKK’lılar silahlarıyla birlikte Türkiye’ye gelirken hava harekâtına muhatap oluyordu.
Bu durumda, bilumum İmralı işbirlikçisi hem kendilerini yanıltıyor hem de halkı aldatıyordu.
ABD’yi deniz ya da su; Erdoğan’ı balık; PKK’yı karınca olarak düşündüğünüzde şöyle bir hükme varmamız mümkündür: Sular yükseldiğinde balıklar karıncaları yiyor. Sular çekildiğinde de karıncalar balıkları yiyor. Bu durumda kimin kimi yiyeceğine balıklar ve karıncalar değil, sular karar veriyordu.
İsrail’in has adamı Mesut Barzani, rakibi Celal Talabani gibi bir siyaset cambazı sayılmazdı. Ancak, o da zamanında PKK ile ilişkilerini bir protokole bağlamıştı ve gerek Türkiye’de gerekse Kuzey Irak’ta PKK’nın tabanını ve imkânlarını kullanarak güçlenmek istiyordu. PKK ile I-KDP arasında 1984 yılında imzalanan protokolden bir bölümde şunlar yazıyordu;
“Her iki parti (PKK ile Barzani) Türkiye’nin faşist diktatör rejimine karşı, Türkiye’nin, Türkiye Kürdistanı’ndaki katliam girişimlerine, ulusal çıkarlarımızı inkâr etmesine ve halkımız için çalışanlara yönelik uyguladığı terörizme karşı Irak Kürdistanı’na destek verecek ve düşmanı korkutacak planların geliştirilip halkımızın amacına hizmet için görüşmelerini sonuna kadar sürdüreceklerdir.”
İşte bu Barzanistan’ı meşrulaştıran, Devlet Protokolüyle karşılayıp ağırlayan, Dindar Kahraman Erdoğan iktidarıydı!
Sayın okurlar:
O süreçte Kuzey Irak’ta, şimdi Suriye topraklarında kurulmak istenen Kürdistan Stratejisi emperyalizmin denetimi altında bir yapılanmadır. •Türkiye’de bir Kürt partisi veya Kürtçü kişiliklerle yürütülen bir politika geliştirmek, •İran’daki Kürtleri etkilemek ve İran’ın radikal İslamcı faaliyetlerini denetlemek, •O gün Saddam Hüseyin’i, şimdi kukla Irak Hükümetini tehdit etmek, •Petrol yataklarını ele geçirmek, •Ortadoğu’da kalıcı üsler temin etmek, çerçevesinde hazırlanmış senaryolardır. Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti diğer parçalara da örnek olacaktır. PKK veya değişik isimli örgütler, bu ülkeleri kan gölüne çevirecek daha sonra da Kuzey Irak’taki Kürdistan Devleti ve patronları, demokratik ve ılımlı yaklaşımlarla hedef ülkeyle (Türkiye ile) temasa geçerek: “Ben seni bu beladan kurtarırım.” rolü oynayacak ve hedef ülkede terörist örgüte alternatif Kürt milliyetçisi başka bir politika sahneye koyacaktır. PKK terörist faaliyetler açısından artık görevini tamamlamış durumdadır. Bu nedenle artık siyasi bir kimliğe sarılmalıdır.
Asla unutmayalım; ABD ve İsrail’in amacı, Kuzey Irak Kürdistanı’yla, şimdi Suriye Kürdistanı’nı birleştirip Akdeniz’e ulaştırmak ve Türkiye’yi tamamen kuşatmaktır!
PKK İLE BARZANİSTAN’IN ANTLAŞMA METNİ 29.10.1992 günü PKK adına Osman ÖCALAN (FERHAT), Kürdistan Bölgesi Başbakanlık binasına gelerek 05.10.1992 tarihli anlaşmaya, Irak Kürdistan topraklarında bulunan bütün elemanlarının bağlı olduklarını söylediler. Binaenaleyh; A) Kürdistan topraklarında bulunan bütün PKK militanları ve elemanları, burada kaldıkları sürece bölgesinin yasalarına uyacaklar. Buna göre: 1- Irak Kürdistan topraklarını askeri faaliyetler için kullanamazlar. 2- Irak Kürdistan topraklarında kalmak isteyen PKK militan ve üyeleri, Türkiye sınırından uzak ve bölge hükümetinin tespit edeceği yere taşınacaklar. 3- İçişleri Bakanlığının vereceği vesikalarla bölgede serbestçe seyahat edip dolaşacaklar. 4- PKK, Kürdistan Hükümeti aleyhine sürdürülen siyasi faaliyetlerini sonlandıracaklar. B) _________ 1- Kürdistan Hükümeti, bu bölgede kalmak isteyen bu gruba -zaten bunlar Türkiye Kürdistan’ı vatandaşıdırlar- gerekli korumayı sağlayacak. 2- PKK üyeleri, kendilerine ait olan bütün mal varlıklarını koruyacak. 3- Bölge içerisinde siyasi faaliyetlerini serbestçe yapacak. 4- Barzani Bölge yönetimi, PKK’lı yaralı ve hastalara sağlık hizmetleri sunacaklar. ANLAŞMAYI İMZA EDENLER |
PKK İLE BARZANİSTAN’IN ANTLAŞMA METNİ 29.10.1992 günü PKK adına Osman ÖCALAN (FERHAT), Kürdistan Bölgesi Başbakanlık binasına gelerek 05.10.1992 tarihli anlaşmaya, Irak Kürdistan topraklarında bulunan bütün elemanlarının bağlı olduklarını söylediler. Binaenaleyh; A) Kürdistan topraklarında bulunan bütün PKK militanları ve elemanları, burada kaldıkları sürece bölgesinin yasalarına uyacaklar. Buna göre: 1- Irak Kürdistan topraklarını askeri faaliyetler için kullanamazlar. 2- Irak Kürdistan topraklarında kalmak isteyen PKK militan ve üyeleri, Türkiye sınırından uzak ve bölge hükümetinin tespit edeceği yere taşınacaklar. 3- İçişleri Bakanlığının vereceği vesikalarla bölgede serbestçe seyahat edip dolaşacaklar. 4- PKK, Kürdistan Hükümeti aleyhine sürdürülen siyasi faaliyetlerini sonlandıracaklar. B) _________ 1- Kürdistan Hükümeti, bu bölgede kalmak isteyen bu gruba -zaten bunlar Türkiye Kürdistan’ı vatandaşıdırlar- gerekli korumayı sağlayacak. 2- PKK üyeleri, kendilerine ait olan bütün mal varlıklarını koruyacak. 3- Bölge içerisinde siyasi faaliyetlerini serbestçe yapacak. 4- Barzani Bölge yönetimi, PKK’lı yaralı ve hastalara sağlık hizmetleri sunacaklar. ANLAŞMAYI İMZA EDENLER |
Şimdi soruyoruz; inançlı ve dindar, onurlu ve namuskâr Kürt kardeşlerimiz; şu sapkınlık ve safsataların sahibi olan APO’nun, dinsiz ve terörist PKK’nın ve bunların arkasındaki İsrail ve Amerika’nın “Özgürlük ve Özerklik” safsatalarına inanıp razı olurlar mı?
a- “Ben Allah’ımla yıllarca uğraşmış adamım. Allah’ımla delicesine pençeleşip çarpıştım.”
b- “İslamiyet bir emperyalist ideoloji olarak başlamıştır!”
c- “Şimdi kadın-erkek ilişkilerini söz konusu yaptık. İslami aile yapısı ve nikâh bağı Kürt halkını geri bırakmıştır.”
d- “REFAH Partisi, bizim için en tehlikeli kirli güç konumundadır!..”
e- “İslam’ın, Kürt milli rengine bürünmesi sağlanamadı. Bazı tarikatlar ve mezhepler var… Bir Saidi Nursi var, Bir Şeyh Sait var, başka tarikatları var, Nakşiler var… Hepsi İslami emperyalist ekollerin ajan temsilcileri durumundadırlar.” (“Parti Önderliğinin Kasım-1991 Çözümlemeleri” isimli PKK yayını…)
- Bu notlar; PKK ile Pazarlık, Ü. Özdağ, Kripto Yay. 11. Baskı 2019’dan alınmıştır.
“Erbakan Hoca’nın Efsane Başbakanlığındaki Refah-Yol iktidarınca başarılan (28 Haziran 1996 – 30 Haziran 1997) ıslahat ve kalkınma hamleleriyle başlayan barış ve bereket süreciyle, terör ateşi sönmeye başlamıştı. Öyle ki; 2000 yılından önce, yılda 200’ün üzerinde şehit verilirken 2000 yılında bu sayı 29’a, 2001 yılında 20’ye düşürülmüş durumdaydı.
Evet, 2000’lerin başlarında terör durma noktasına dayanmışken, AKP iktidarıyla beraber 2003’ten itibaren devamlı artmaya ve azıtmaya başlamıştı. Durma noktasına gelmiş olan terörün yeniden canlanmasına sebep olanlar bunlardı. Sonra da “güvenlik politikalarıyla önlenemiyor, o hâlde gelsin açılımlar, gelsin İmralı süreçleri” diyen bunlardı. Oysa terör, ekonomik ve sosyal kalkınma programlarıyla ve tüm halkımıza temel insan haklarının sağlanmasıyla… Ve tabi ülkemizin dış güçlerin güdümünden kurtulmasıyla, yani milli ve dirayetli iktidarlarla ortadan kaldırılırdı.”
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/yeni-cozum-safsatalari-ve-cozulme-tuzaklari/
BÜYÜK İSRAİL PROJESİNİN ADIMLARINDAN BİRİ OLAN, SURİYE-KUZEY IRAK VE TÜRKİYENİN DOĞU VE GÜNEYDOĞUSUNU İÇİNE ALAN KÜRDİSTANIN KURULMASI İÇİN ADIMLAR ATILMAKTADIR. KUZEY IRAKTA BARZANİSTANI KURDULAR. SURİYEDE DE BENZERİNİ KURMAK İÇİN YENİ ABİR AÇILIM YAPMAKTALAR. ALLAH FIRSAT VERMEYECEK, BU ÇIRPINIŞLARI SON ÇIRIPINAIŞLARI OLACAKTIR. ALLAHIN İZNİYLE YENİ DEVİR BAŞLAYACAK MİLLİ ÇÖZÜM HÜKÜMETİ İLE TÜRKİYE VE BÜTÜN İNSANLIĞIN KURTULUŞU GERÇEKLŞECEKTİR İNŞALLAH. KURUTULUŞ HAREKETİNİN MİLLİ ÇÖZÜM ÖNCÜLÜĞÜNDE OLACAĞI MÜJDESİNİ ERBAKAN HOCAMIZ 45 YIL ÖNCESİNDEN VERMİŞ ŞÖYLEKİ;
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki; TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
(PROF.DR. NECMETTİN ERBAKAN 1980 TRT)
“İslamla bütünleşmiş Kürt, merhamet ve sadakat sahibi olur.. İslamdan kopmuş bir kürt ise canavardan bile beterdir..
İslamla bütünleşmiş bir Türk, yeryüzünde nizam kuracak bir seviye kazanır. İslamdan kopmuş bir Türk, münafıktan beter bir hal alır.. “evet Ahmet Akgül Hocamızın bu manadaki sözü ne kadar anlamlıdır… Çözülmenin önündeki en büyük engel İslam kardeşliğidir, İslam Birliğini kurmaktır.. Bunu da ancak Milli Çözüm iktidarının Adil Düzen inkılabı gerçekleştirecektir..
“Türk ile Kürt’ü ayırırsanız, ne Türk kalır ne de Kürt. Eğer Çanakkale misali birleştirirseniz, ne İngiliz kalır ne de Fransız.”
Prof.Dr.Necmettin ERBAKAN
Aziz Erbakan Hocamızın bu sözündeki duruşa sahip olan kadrolara ülkemizin acilen ihtiyacı var.
Üstad Ahmet Akgül Hocamız, siyonist yahudiler için “insanlığın nefsi emmaresi” demişti. Nefsi emmare olarak tarif edilen ve sürekli kötülüğü emreden nefis olarak bilinen nefis mertebesinin temel özelliklerinden birisi de inatla kötülüğe devam etmesidir. Bu pencereden bakınca siyonist şeytan israil, inatla bölgeyi karıştırmak ve özellikle kan dökerek büyük İsrail denen safsatayı hayata geçirmek için gayret çekmektedir. Bu çalışmalarının neticesi olarak da vadedilmiş toprakların parçası olarak gördükleri bölgemizde karışıklık ve kargaşa peşinde koşmaktadırlar. Bu kargaşa çalışmalarının ülkemizdeki en popüler olanı ise “kürt sorunu” başlığı ile organize edilen süreçlerdir. Şimdi sürekli bu sorunu! var etmeye çalışanların, yukarıda ifade ettiğimiz gerçekler açısından değerlendirmesi yapıldığında karşımıza çıkan neticeye şaşırmamamız gerekir.
ABD’yi deniz ya da su; Erdoğan’ı balık; PKK’yı karınca olarak düşündüğünüzde şöyle bir hükme varmamız mümkündür: Sular yükseldiğinde balıklar karıncaları yiyor. Sular çekildiğinde de karıncalar balıkları yiyor. Bu durumda kimin kimi yiyeceğine balıklar ve karıncalar değil, sular karar veriyordu.
Makalede hatırlatılan şu hadisi şerif hayatımızın her safhasında aklımızda olması ve gereğini yapmamızı ikaz buyurmakta:
“Bir mü’min aynı delikten iki sefer ısırılmaz!”
Eğer ki ısırıldı o zaman mü’minlikten çıkıyor ısırılan … Veya ısırıldığı deliğe elini ikinci kez uzatması durumunda o canlıya insan denmez manasıda çıkabilir.
Daha evvel açılım süreci denen süreci deneyen şimdiki AKP İKTİDARI ülkenin başına ne belalar açtı hepimiz gördük yaşadık… Şimdi tekraren benzer ve daha kötüye götürme noktasında ki hamleleri insanlığı mü’minliği geçtik bunlar ancak ve ancak ülke düşmanı veya haini olmalı ki bu hamleyi tekrarlasınlar… Başka bir sonuç çıkmıyor böyle olunca…
Biranevvel Türkiye merkezli MİLLİ ÇÖZÜM ZİHNİYETLİ MİLLİ BİR MUTABAKAT HÜKÜMETİ VE YİNE MİLLİ ÇÖZÜM’E İNANMIŞ BİR CUMHURBAŞKANININ O MAKAMA OTURMASI EN ACİL KONULARIMIZ ARASINDADIR… Çünkü ülkemizi eskiden gizli gizli Siyonizmin hedeflerine yamamaya çalışanlar şimdi artık herşeyi aşikar bir şekilde açık açık yapmaktalar… Hem Cumhur ittifakı ortaklarının hem de muhalefetin günü kurtarmak ve ülke insanlığını oyalayıp aldatmaktan başka bir işe yaramadıkları ortada.. Artık Milli Çözüm merkezli bir Milli mutabakat iktidarı kaçınılmazdı!..
Siyonist şeytanlar bukalemun gibidirler. Bir bakmışsın Fetö, bir bakmışsın PKK, bir bakmışsın DEAŞ olup yani her türlü kılığa girip yeryüzünü ifsat için çalışırlar.
Aklı başında, ehli vicdan hiçbir Kürt göremezsiniz ki, PKK ve teröre taraf olsun… Onlar da vatanını seven temiz özlü insanlardır. Biz; İslam mayasıyla yoğrulmuş bir milletiz vesselam…
Aziz Erbakan Hocamız konunun özünü bir cümleyle ne güzel özetlemişlerdi:
“(Bu Siyonist sistemde) Sömürüldükten sonra Türk olsan ne olur, Kürt olsan ne olur?
Adil bir Düzen’de yönetildikten sonra, Türk olsan ne olur, Kürt olsan ne olur?”
Velhasıl; herkesin huzur ve adalet içinde yaşaması için, her yol ADİL DÜZEN’e çıkıyor.
Adil Düzen’e ulaşmanın yolu da sadece MİLLİ ÇÖZÜM’den geçer.
Bu bizim iddiamız değil, bizzat Erbakan Hocamızın tespitidir.
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki; TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN
Yıllarca milletimizi Sağ-Sol, Türk- Kürt kavgalarıyla ayrıştıran dış güçler aynı piyesi ıslatıp ıslatıp sahneye koymaktadır. Bizim kürt kardeşlerimizle hiç bir sorunumuz yoktur olamaz.İslam ve Vatan ortak paydamızdır. Bazı mekanizmaları kontrolüne alıp harekete geçirip kaleyi içten feth etmek isteyen mihraklar şimdi BOP uğruna 2. Açılılım safsatasının peşine düşmüşler tahribatlarına kaldıkları yerden devam etmek istemekteler hemde Devlet Bahçeli gibi sözde Milliyetçi parti söylemiyle ve eliyle..Azıcık vicdanı olan MHP tabanındaki insanlara sormak istiyorum 1. Açılımın ülkeyi hangi duruma getirdiği belli iken ve siz ozaman hükümeti eleştiriyorken şimdi düştüğünüz veya düşürüldüğünüz bu durumu nasıl açıklarsınız? Halkımıza ve tabanınıza…Bu yanlıştan derhal dönülmeli PKK Barzanistan ardından büyük Kürdistan planlarına yani BOP’a taşeronluk yapılmamalıdır.Ama inşaAllah Milli Çözüm feraseti tüm oyunlarını bozacak şuur ve dirayet sahiptir.Elhamdülillah
“Konstantiniyye mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır! Ve o asker, ne güzel askerdir!” Hz. MUHAMMED (SAV)
Anadolu neden Türklerindir?
Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimizin, müjdesini mazhar olabilmek için İslamiyetin yayılmasıyla birlikte Müslümanlar, İstanbul’u fethetmek için büyük seferler düzenlediler ve büyük mücadeleler ettiler.
Ebu Eyyub el-Ensari Hazretleri ve Fatih Sultan Mehmet başta olmak üzere Osmanlı Sultanları, İstanbul’un en büyük simgelerindendirler.
Bereketli toprakları, Avrupa’nın Kudüs’e geçiş güzergahı olması ve tarihin büyük medeniyet ve imparatorluklarına ev sahipliği yapmış olması da İstanbul ve Anadolunun önemini artıran başlıca sebeplerden sayabiliriz.
Alparslan, Anadolunun kapısını Türkler’e açtıktan sonra “size öyle bir vatan aldım ki, ebediyen sizin olacaktır!” derken neyi kastediyordu?
Tarihin en büyük İmparatorluklarından biri olan Doğu Roma (Bizans İmparatorluğu) ya karşı çok büyük bir zafer kazanmıştı. Bu kutsal topraklardan, şerefli Türk milletini kimsenin söküp atmayacağının farkındaydı.
Ecdadımızın, Tüm Cihana Karşı Verdiği Mücadele!
Anadolu Selçuklu Döneminde, Selçuklu Sultanları; Haçlı Birliği,
Doğu Roma (Bizans İmparatorluğu) ve Moğollara karşı büyük mücadeleler vermiş ve Kudüs’ün koruyuculuğu yapmışlardır. Ardından dağılma dönemine girdikten sonra hanedan değişikliği ile Osmanlı Devleti kurulmuştur. Dünyanın en Adil Süper Gücü kabul edilen Osmanlı İmparatorluğu, yüzlerce savaş ve isyana rağmen bütün dünyaya adalet getirmişlerdir. Farklı mezhep, ırk ve dine mensup olan halkına adaletle hütmetmişlerdir. Ve bedel olarak, şuan toprakları üzerinde yaşayan evlatları kadar da toprağın altına şehit vermişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasıyla birlikte, Atatürk önderliğinde bir rejim değişikliği yaşanmıştır ve İslam’ın son ordusu olan Mehmetçik ve Türk halkı bu kutlu mücadeleyi sürdürmektedir ve hiçbir güç Türk milletini Anadolu’dan söküp atmaya, esir etmeye, parçalamaya güç yetirememiştir ve yetiremeyecektir Allah’ın izniyle.
Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti
Osmanlı ve Selçuklularda olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin politikası hiçbir zaman ırkçılık ve asimile etme gayesi üzerinde olmamıştır. Erbakan Hocamızın buyurdukları gibi ülkemizde Kürt sorunu yoktur, Güneydoğu meselesi vardır. Ve Erbakan Hocamız bu sorunların büyük kısmını çok kısa sürede çözmüşlerdir. AKP İşbaşına gelip, terörü hortlatmıştır.
Ülkemizde Kürt sorunu var diyenlere ve kimlik kargaşası yaşayanlara;
“Türk milleti olarak kimlik sorunumuz yoktur. İslam, ortak kimliğimizi belirlemektedir. ‘Türk Milleti’ belli bir ırkı ve belli bir dili konuşanları ifade etmez. Bu kavram, ırkî bir kavram değildir. Bu kavram inanç, düşünce, söylem ve eylem birliğini ifade eden, ortak tarihe ve ortak dünya görüşüne, milli ve manevi değerlere sahip olan insanların birliğini ve kimliğini ifade eder.”
İşte bizi Millet olarak ayakta ve Anadolu’da tutan güç, birlik ve beraberliğimizdir. Bu düşünce haricinde olanlar, Siyonistlere bilerek veya bilmeyerek askerlik yapmaktadır.
Terörden ve Muhalefetten Beslenenler!
DEM Parti, PKK’nın siyasi Partisi’dir ve kapatılmayı yüzlerce defa haketmiştir.
Peki hükümetin bahanesi nedir? “Kapatsak, adını değiştirir yenisini açarlar.”
Peki yenisini açamayacakları önlemleri almak neden işlerine gelmemektedir? Siyonist ağabeyleri, izin vermemektedir!
Seçimlerde koalisyon kurulamadığı günlerde, Fetö ve PKK işbirliği ile (fetöyle aynı yatakta yatan hükümetide unutmamak gerekir) ülkemizin büyük şehirlerinde bombalar patlarken Sn. Erdoğan çıkıp “halkım huzur istiyorsa, sandıkta ne yapması gerektiğini bilmelidir!” anlamında beyanatlarda bulunurken, Türk Halkına aba altından sopa göstermiştir!
Suriye’de Kahraman TSK’mız operasyon yaparken, ABD’den gelen “mal varlığını açıklarız.” tehdidi ile ordumuz operasyonu durdurmak zorunda kalmışlardır.
1. Dünya Savaşında, Ecdadımız 10 yıl savaşmış ve 19. Haçlı Seferini yapan Siyon güdümlü Emperyalistleri topraklarımızdan sürmüştür. Savaşla bizi yenemeyeceğini anlayan Siyonistler, Haim Nahum Doktrinini uygulamaya geçmişlerdir.
Öldüren Kucaklama (Öldürene Kadar Sevmek, Sonra da Kullanıp Atmak)
Siyonistlerin kullandığı Siyasal İslamcılar, Din Düşmanı Kemalistler ve PKK’lılar.
“Bunlara ne Mü’minler tarafından rağbet edilir ne de zalimlerce kıymet verilir.”
Kemalizm’i uyduran Mason odaklar ve uygulayan İnönü, ardından tarihte ki ilk Siyasal İslamcı Menderes ve kandırılarak PKK’yı destekleyen Kürt vatandaşlarımız…
İnönü’ye rahmet okuyan olmadığı gibi Siyonistlerce kullanılan diğer isim Menderes’e de sahip çıkan olmamıştı..
Hendek Olaylarında ise PKK, Kürt Halkına zulmederken, Türk Askeri Kürt kardeşlerimizi kurtarmıştı..
Bugün ise mal, makam ve şahsi ihtiraslarla vatanımıza ihanet eden Siyasilerin akıbeti ne olacaktı? Elbette son kullanma tarihleri bitince, Siyonistler tarafından bir kenarıya atılacaklardı..
Bugün, Haim Nahum Doktrininin en büyük uygulayıcısı Cumhur İttidakı’dır. BOP Projesinin en büyük hizmetkârıdırlar.
Siyon – Haçlı Birlikleri, Ordumuzun karşısına çıkamadığı için, yeni bir ayaklanma, Yeni Bir Anayasa, Türk Halkını çarpıştırıp küçük lokmalar halinde yutma hesabındadırlar.
Kürdistan hayallerine bilerek hizmet edenler, tarihten ibret almalıdırlar ve acı akıbetine koşmaktadırlar.
Kürdistan hayaliyle kandırılan Müslüman Kürt kardeşlerimize ise hatırlatmak lazımdır. İsrail ve ABD’nin ortaya çıkardığı DAEŞ militanları, Suriye ve Irak’ta PKK’lılar yok etmediler mi? Şimdilerde beraber hareket etseler de, Dünya nüfusunu 500 milyona indirmek isteyen Siyonistler, 5765 yıldır çalıştıkları Büyük İsrail hayallerinden vazgeçip, Kürdistan’ı tanıyacaklar mıydı?
Elbette böyle bir şey imkansızdı, çünkü Türk Milletinin karşısında hiçbir güç duramamış ve duramayacaktı.
Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti ilelebet pâyidar kalacaktır.
1969 yılında Erbakan Hocamız tarafından başlatılan Milli Görüş Harekatı, Sultan Alparslan’dan günümüze kadar bütün şanlı zaferlerimizin ortak gayesidir.
Ve bu sancağı günümüzde Milli Çözüm devralmıştır!
Vakit artık kalmamıştır çünkü zulüm arşa dayanmıştır. Türkler çok yakında yeniden sahne alacak ve Milli Çözüm iktidarı ile birlikte, Türkiye merkezli Yeni Adil Bir Dünya mutlaka Kurulacak ve herkes hak ettiğini bulacaktır. Zafer inananlarındır ve zafer yakındır!
Siyonist şebeke adım adım bop hedefi için çalışıyor. Yerli yabancı işbirlikçileri eliyle zehrini janjanlı ambalajlara sarmış halkımıza yedirmeye çalışıyor. Sözde dindar kahraman akp ve milliyetçi mhp eliyle işlerini yürütüyor. Bu işbrlikçi iktidar zannetmeyin acemiliğinden yada işbilmezliğinden bu iha etleri yapıyor. Bile isteye getirildikleri koltuk ve dünyalık bir takım menfaatler karşılığı bu ihanetleri gerçekleştiriyor.
Ancak kimse haberimiz yoktu, kandırıldık, bilemedik yada yanıldık diyemez. Tüm bunları haykıran MİLLİ ÇÖZÜM var.
Terör, ekonomik ve sosyal kalkınma programlarıyla ve tüm halkımıza temel insan haklarının sağlanmasıyla… kurutulacağını Aziz Erbakan Hocamızın hükümetleri uygulamalı olarak milletimize yaşattı.
Terörü kışkırtan/azdıran en önemli hatta neredeyse tek etken dış güçler ve güdümündeki işbirlikçi hükümetlerdi. Milli ve dirayetli (Erbakan) iktidarının, terör sorununu nasıl kuruttuğu evet, gözler önündeydi. Bölgeye terörün yuvalanmasını engelleyen yaklaşımı ise başlı başına devletimizin tez konusu ve ülkemizin “teröre karşı” şuan içmesi gereken tek ilacıdır.
İşte bugün o ilacı üreten ve suna bilen doktor, terörü kurutmaya ve tekrar terörün üremesine engel olmaya yönelik tek kurtuluş çaresizdir!
Çünkü Erbakan sadece devlet gücü ile terörün belini kırmadı aynı zamanda terörün fıtrata/insanlığa aykırı fikrini duyurdu. Yetmez Türk Kürt, Alevi Sünni… arasından köprü oldu ve vatandaşlarımıza asıl düşmanı/topraklarımızda gözü olan Yahudi hariç tüm ırklara hayvan gözüyle bakan bebek katili Siyonizm’i ve bunların işbirlikçilerini (parti, tarikat, cemaat, yazar, işadamı… uzantılarını) tanıttı.
İşte bugün terörü yok etmek, kardeşliği tesis etmek, Adil Bir Düzen kurmak için gereken tek şey Erbakan izinde şaşmadan, şaşırmadan giden ve olaylara Erbakaca bakan Bilgenin iş başına gelmesiydi!!!
Peygamber Efendimiz, bir hadisinde: “Bir mü’min aynı delikten iki sefer ısırılmaz!” buyurmaktadır.
***Yıllardır Ülkemizde ve İSLAM BELDELERİNDE insanlara kan kusturan ölüm saçan insanlar elbette zulümden vazgeçmezlerdi…İsrail ve Abd politikasını benimsemiş varlıklar elbette ki ne yaptıklarına pişman olurlar ne de bundan sonra zarar vermeden durabilirler…Bu asla mümkün olamaz…
Ülkemizi İnönü misali masada verilmeye çalışılmaktadır sanki….
Düşman biliyor ki Türkiye Prof.Dr.Necmettin Erbakan Hocamızın teknolojileri ile korunmaktadır…Fakat başbelaları bunu bilmedikleri gibi bilmek için bir çaba göstermemektedirler…Çünkü yularları Abd ve İsrail e bağlıdır…
Allah CC planlarını bozacaktır Elhamdülillah…
Serok Bahçeli’nin başlattığı pkk söylemleri ardına atanan kayyumlar çok karmaşık geliyor. Sonucuna baktığımda ırkçılığın ve sataşmanın ciddi anlamda arttığını görüyorum ülkemizde sanki Türklerle Kürtleri ayırıyorlar nefret tohumlarını ekiyorlar. Zaten terörist veya yanlısı olduğu bilinen şahıslar seçilene kadar sorun yok sonrasında kayyum bukadar yanlış strateji ancak bilinçli yapılır. Ülkemizi iyi karıştırıyorlar. Dışarıya bakmamızada fırsat kalmıyor çok acı. İnşallah milliçözüme inanan yönetimi en kısa zamanda görürüz Allah’ın izni ile
Yeni Çözüm Safsataları ve Çözülme Tuzakları
• Milli Görüş Dergisi’nde yayınlanan makalede, Türkiye’deki Kürt sorununa ilişkin olarak geçmişte yaşanan hataların tekrar edilmemesi gerektiği vurgulanıyor.
• 1996-1997 yıllarında Refah-Yol iktidarının uyguladığı ıslahat ve kalkınma hamleleriyle terörün azaldığı, ancak AKP iktidarıyla birlikte 2003’ten itibaren yeniden arttığı belirtiliyor.
• Makalede, Kürtlerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun yerlileri olmadığı, ancak bölgede bazı yörelerde bulundukları ifade ediliyor.
• ABD’nin bölgeden çekilmesinin bir palavra olduğu ve yerine vekil güç olarak kuklalarını bırakacağı belirtiliyor.
• ABD’nin Kuzey Irak’ta kurduğu Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin geleceğini garanti altına aldıktan sonra ayrılacağı ve en çok korkulanın bir Kürt/Arap çatışmasının çıkması olduğu vurgulanıyor.
• PKK’nın bölgedeki istikrarsızlığa büyük katkı sağladığı gibi Türkiye ile Erbil Yönetimi arasında iyi ilişkilerin kurulmasına da dolaylı katkı sunduğu ifade ediliyor.
• Türkiye’nin “Kürt Açılımı” projesinin öncelikle ABD’nin bir dayatması olduğu ve Atlantik Konseyi’nin bu konuda Türkiye’ye yaptığı önerilerin bir tuzak olduğu belirtiliyor.
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/yeni-cozum-safsatalari-ve-cozulme-tuzaklari/
1’inci Açılım Süreci’ni ve bize çok pahalıya mâl olan acı neticelerini yaşamış insanlar olarak, 11 yıl sonra şimdi aynı yanlışları tekrar etmek, akıl ve anlayış kısırlığından öte, kasıtlı ve karanlık bir amacı yansıtır. Erbakan Hoca’nın “Denenmiş denenmez!..” sözlerini hatırlamanın tam zamanıdır.
Evet aynen öyle Mümin aynı delikten iki defa ısırılmaz kökü kesilmiş terörizmin yeniden canlandırılmasının bir manası yok