Hacı Ramazan Yıldırım’ın hikmet haykırışı.
Gizlidir münafıkın, kalbinde gizli putlar
Namussuz namusunu, sattığı günü kutlar
Dini dünya aracı, yapan soysuz sahtekâr
Tapındığı mal makam; lüks araba, çaputlar!
Bak çıktı dilinizin, altındaki baklalar
Papa’nın karşısında, attığınız taklalar
Umresini anlatır, faizini saklarlar
Temizler mi günahın, Palu’lar ve Harput’lar!
Cemaat medyasına ve aylardır kuru yaygara koparılan Paralel Yapı’ya yönelik operasyonlar; a) Ciddiye ve cesaretten uzaktır. b) Hukuki gerekçeleri zayıf halkalar ele alınmıştır. c) İktidarın ve Sn. Erdoğan’ın kendi tabanına ve topluma “Bakın biz gereken adımları attık, ama bir şey çıkmadı” mesajıyla bir nevi ayıp savmaya ve konuyu kapatmaya çalıştığı sırıtmaktadır. d) Sn. Cumhurbaşkanı’nın “Paralel Yapı’yla mücadeleyi kazandık” anlamındaki sözleri de, bu kanaatimize kuvvet katmaktadır. e) Çünkü CIA-MOSSAD maşası Paralel Yapı’nın elinde Erdoğan’ı ve iktidarı derinden sarsacak belgeler ve kasetler bulunduğu konuşulmaktadır. f) Oysa bu gözaltı ve soruşturmaların “tahşiye” komplosundan öte, çok ciddi ve gerçekçi kumpasların kurulduğu ve nice komutan, kurmay ve aydının yıllarca hapiste tutulduğu Ergenekon, Balyoz tezgâhları ve Silivri tuzakları için açılması lazımdır ve hala niye yapılmamaktadır? g) Milli Çözüm Ekibi olarak aynı iftira ve isnatlarla bize yönelik tertip ve tutuklamaları Cemaat’le Hükümet birlikte yapmış, haftalarca aleyhimize yandaş medyada linç kampanyaları başlatılmış, defalarca dergimizden savcılıklara suç duyurusunda bulunduğumuz halde neden hiçbir hukuk adamı bu feryadımızı duymamıştır? h) Paralel Yapı’nın en yaygın suçu, hükümet üyelerini ve tehlikeli gördüklerini (!) yasadışı dinlemek ve izleyip kasetlemek ise, bunu Türkiye’de Almanya ve Amerika’nın da yaptırdığı saptanmıştı. Şimdi Avrupa ve Amerika ile stratejik ilişkilerini ve işbirlikçiliğini ısrarla ve sadakatle sürdüren bir iktidarın, onların sadece bir uzantısı olan Cemaat’e müdahalesi ne denli ciddiye alınacaktı?
Hatırlayacaksınız F tipinin medya ayağına yönelik yapılan operasyon sonrası AB Dışişleri Temsilcisi Federica Mogherini ve Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Johannes Hahn tarafından yapılan ortak açıklamada, “Türkiye’de medya çalışanlarına yönelik yapılan gözaltı operasyonları, Avrupa’nın basın özgürlüğü değerleri ile uyumlu değildir ve demokrasinin özüne de terstir. Masumiyet prensibinin işletilmesini ve konuya ilişkin şeffaf ve bağımsız bir soruşturmanın yapılmasını bekliyoruz. Gözaltına alınanların tüm haklarının gözetildiği bir şeffaf ve bağımsız bir soruşturmanın en temel haklardan olduğunu hatırlatıyoruz” ikazı yapılmıştı. Öte yandan, ABD Dışişleri Bakanlığı da operasyonu eleştirmiş, Bakanlık Sözcüsü Jen Psaki “Türk polisinin Türkiye çapındaki yerlerde bir takım baskınlar ve tutuklamalar yaptığı hakkındaki haberleri yakından takip ediyoruz. Türk kolluk kuvvetlerinin baskınları Türk hükümetini açıkça eleştiren medya organlarına yaptığı görülmektedir. Medya özgürlüğü, yargı süreci ve yargılamanın bağımsızlığı her sağlıklı demokrasi için anahtar unsurlardır ve Türkiye Anayasası’nda kutsal bir şekilde yer almaktadır. Türkiye’nin dostu ve müttefiki olarak Türk yetkililerin eylemlerinin, bu temel değerleri ihlal etmemesini ve Türkiye’nin demokratik kurumlarına zarar vermemesini temin etmelerini ısrarla teşvik ediyoruz” şeklinde uyarılar sıralamıştı.
Hükümet’le cemaat’in ciddiyetsiz atışması!
Hükümet’le cemaat’in birbirine seviyesiz ve samimiyetsiz sataşmaları “Benim anam senin anana, ahlaksızlık yuvasında rastlamış!?” deyimini hatırlatmaktaydı. 14 Aralık Operasyonu sonrası taraflarca yapılan açıklamaların hangisine inanılacaktı? Mesela Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca’nın “senaryoyu kimin yazdığını bilmediği” yolundaki açıklaması mantıklı mıydı? Genel Müdürü olduğunuz kanalda bir dizi yayınlanacak ve senaryoyu “kimin yazdığını” bilmemeniz akla sığar mıydı?
Yine Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı’nın Pensilvanya sakini “Gülen’den hiç talimat almadığını” açıklamasındaki sahtelik sırıtmaktaydı. Hiçbir şey olmasa bile medyadaki o fotoğraf başlı başına bir tekzip sayılırdı ve Gülen’in karşısındaki “hazır ol” pozu her şeyi açığa vurmaktaydı. Hep cemaat mensuplarından örnek vererek “taraf tutar” gibi bir hava oluşturmayalım. AKP sözcüsü Beşir Atalay’ın 14 Aralık Operasyonu ile ilgili olarak, “Parti olarak ilgimiz yok, vatandaş davacı olmuş” açıklaması tam bir kaçamaktı. Çünkü Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, “Tahşiyecilere şikâyetçi misiniz? diye soruldu” itirafı bu operasyonda Hükümet’in parmağı olduğunu ağzından kaçırmaktı. Ya da bir dönem AKP’nin Genel Başkanlığı ve Başbakanlık yapan şimdi ki Cumhurbaşkanı’nın, “İnlerine gireceğiz, inlerine!” açıklaması henüz unutulmamıştı. Velhasıl Cemaat kanadı da iktidar kanadı da daha gerçekçi olmalıydı. En azından herkesin bildiği şeyleri “bilmezden” gelerek milletin aklıyla alay etmekten sakınmalıydı”[1] diyenler haklıydı.
Kaldı ki, “twitter fenomeni” sayılan Fuat Avni imzalı haberlerin bir kısmının aynen çıkması… Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın cezasının Yargıtay’da onanması, bu Paralel Yapı eleman-ajanlarının hala Emniyet, İstihbarat ve Yargı’da ve diğer devlet kurumlarında aktif olarak bulunduklarını ve Cemaat kurmaylarına ihbar sızdırdıklarını ortaya koymakta ve tabi bu durum başta Sn. Cumhurbaşkanı bütün AKP iktidarını korkutmaktaydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan TUBİTAK ödülleri töreninde yaptığı konuşmada, “Türkiye paralel yapı ile mücadelesini kazandı” buyurmuşlardı. İlk günden itibaren hiçbir engel tanımayarak paralel yapıya savaş açmış bulunan Erdoğan’ın bu açıklaması erken yapılmış sayılmaz mıydı? Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kadar iddialı açıklamalar yaparken paralel yapı mensuplarının kendi aralarında, herhalde “Sen öyle san” deyip duruyorlardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Paralel Yapı’nın bir ur gibi tüm bünyeyi sardığını” açıklamıştı. Malum ur bünyeyi sardığı anda siz bir noktayı temizlersiniz ur başka bir noktadan çıkardı. Bu nedenle paralel yapı ile mücadele de benzer durumlarla karşılaşılması kaçınılmazdı. Kaldı ki bu mücadele sırasında akıl almaz hatalar yapıldığı da ortadaydı. Mesela paralel yapı mensupları çoğunlukta diye tüm polis koleji ve akademilerinin kapatılmasın gibi kararların pire için yorgan yakmaktan farkı var mıydı?[2]
. Recep Tayyip Erdoğan Başbakanken, “Cumhurbaşkanı seçildiğinde oturan değil terleyen Cumhurbaşkanı” olacağını, Anayasal yetkilerini kullanacağını, bu çerçevede “Bakanlar Kuruluna Başkanlık yapacağını” açıklamıştı.
. AKP E. Bakanı ve Erdoğan’ın gayrı resmi Danışmanı Binali Yıldırım, 5 Ocak 2015’te toplanması beklenen Bakanlar Kurulu’na Erdoğan’ın Başkanlık edeceğini duyurmuşlardı.
. Başbakan Ahmet Davutoğlu, 5 Ocak 2015’te Bakanlar Kurulu toplantısının olmadığını vurgulanmıştı.
. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Yıldırım’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanı veya sözcüsü olmadığını, kendisine böyle bir görev ve yetki aktarılmadığını hatırlatmıştı. Acaba bu restleşmenin finali nasıl sonlanacaktı?”[3] Sn. Erdoğan Paralel Yapı’yla mücadeleden bu kuşkularla geri adım atmış olmasındı?
“Milli Görüş’ün sözde yenilikçi kaypaklarına kurdurulan AKP ile Nurcuların liberal ve diyalogcu versiyonu “Cemaat” şimdi bizzat Abdurrahman Dilipak ve Ali Bulaç’ın itirafıyla “Batılı güçlerce ittifak kurdurulup iktidara taşınmışlardı.” Bu evlilik, Milli Görüşü çökertmek ve BOP’a hayatiyet kazandırmak için yapılmıştı. AKP evlilik masasına Milli Görüş, Cemaat de Nurculuk gömleğini çıkararak oturmuşlardı. Nikâh kıyılmış, evlilik şöleni 3 Kasım 2002 Pazar günü yapılmıştı. Tam on yıl güdümlü iktidar şatosunda mutlu bir hayat (tahribat) yaşanmıştı. BOP ve diyalog karşıtlarını (TSK mensuplarını ve millici aydınları) tasarlanmış operasyonlarla birlikte tasfiye etmeye çalışmış, Ordu’ya birlikte kumpas kurmuşlardı. Milli Görüş’ün kırk yıllık birikimini hileli yollardan kendilerine sermaye yapıp Erbakan ve Milli Görüş’ten Siyonizm’in intikamını almak için yoluna diken koymuşlar, tuzaklar kurmuşlardı. Saadet Partisi’nin sesini birlik olup kısmış. Saadet Partisi’ni unutturmaya çalışmışlardı. Yaptıklarını millet için değil kendileri için yapmışlardı. Devasa havuzlar oluşturup paylaşmış, birbirlerine methiyeler düzerek, büyük saadet zincirleri oluşturmuşlardı. Ağababalarından birlikte cesaret ödülleri almışlardı. Ne olduysa oldu bilinmez, büyük bir kavgaya tutuşmuş, ortalığı toz duman kaplamıştı. Cemaat, AKP ile ilgili doğru şeyler söylüyordu, AKP de Cemaat ile ilgili doğru şeyler söylüyordu. Çünkü birbirinin gizli işlerini bilenler ancak birbirleri hakkında doğru şeyler anlatacak konumdaydı”[4] diyen muhterem kardeşimiz ve SP yöneticimiz el hak doğru tespitler yapmıştı. Ancak bu Cemaat ve AKP’nin ortak kumpasıyla Ergenekon kapsamında uyduruk ithamlarla gözaltına alınan Milli Çözüm ekibine yönelik iftiralara maalesef kendileri de katılmış ve aleyhte kampanya başlatmışlardı. O nedenle şimdi Ahmet Akgül’den ve ekibinden özür dilemek ve helallik istemek için iyi bir fırsattı. Yoksa herkes gibi bunların da yakında boyunları eğik kalacaktı.
Tam otuz yıldır, Sn. Recep T. Erdoğan ve arkadaşları hakkındaki saptama ve uyarılarımız, Fetullah Gülen ve Cemaat kurmaylarının kirli irtibatlarını ve gizli tahribatlarını yazmamız yüzünden bize nasıl sataşıp saldırdıklarınız tek tek önünüze konulacaktı.
İktidar sözcüleri Cemaat’e, Cemaat de iktidar mensuplarına demediklerini bırakmıyorlardı. Ta Pensilvanya’dan yapılan açıklamalarda iş “münafıklık” suçlamasına kadar vardırılmıştı. Bir ara araları “yağlı-ballı” olanları bu hale getiren sebep aynı pazarda “müşteri aramaları” ve dünyalık çıkar ve iktidar hesaplarıydı. Aradaki sebep her ne olursa olsun iktidar sözcülerinin her açıklamasında “müthiş bir kırgınlık” ve kızgınlık” yer almakta, beraber yola çıktıkları insanlar tarafından “aldatılmış” olmalarını, “çok yakın” arkadaşları olarak gördükleri insanların kendilerini sırtlarından bıçaklaması gibi tanımlıyorlardı. Hepsi birden 17-25 Aralık operasyonlarını arkadaşlarının “arkalarından bıçaklaması” olarak değerlendirip buna göre konuşuyorlardı. Sırtlarından bıçaklananlar sitemlerini, “Ne istediniz de vermedik” diye dile getirirken aslında, “Al gülüm ver gülüm geçinip gidiyorduk şimdi size ne oldu?” demiş olmuyorlar mıydı? Gerçekten de Cemaat’in her isteği karşılanmıştı ve aralarındaki saadet zincirinin bozulmaması için elden gelen her şey yapılmıştı! Dün kafa kafaya verip rahmetli Erbakan Hocanın “kuyusunu” kazmaya çalışanların bugün Erbakan Hoca’dan örnek vererek birbirlerini suçlamaları adaleti ilahiden başka ne ile açıklanırdı? Özellikle de Cemaat tarafından yapılan açıklamalarda, “Merhum Erbakan” diye başlayan cümlelere sıkça rastlanıyor olması hem bir riyakarlık ve sahtekarlıktı” hem de Milli Çözüm’ün bir kez daha haklı çıkmasıydı.
“Oysa, dün Erbakan aleyhtarlığı gibi bir asgari müşterekte buluşmuş ve el ele tutuşarak iktidar yolculuğuna çıkmışlardı! Bugün ise merhum Erbakan’ın açıklamalarından medet umarak, O’nun sözleriyle birbirlerini köşeye sıkıştırmaya çabalıyorlardı.” diyen muhterem yazarlar, yıllardır bu gerçekleri konuşup yazan Milli Çözüm ve Ahmet Akgül’ü “fitne-fesat çıkarmakla” itham ettiklerini ne çabuk unutmuşlardı!?
“Hep böyle olmaz mıydı? Hizbullah Lideri’nin yakın koruması MOSSAD’ın köstebeği çıkmıştı. Zaten hep böyle olmaz mıydı? Köstebekler “en has, en sadık, en bağlı” elemanları gibi görünüp hep “en yakınlara” sokulmaz mıydı? Benzer durum sanki ülkemizde de “İktidar Cemaat” kapışmasında yaşanmaktaydı. İktidara oldukça yakın bir yerde duran “köstebekler” olmasa bu kadar çok “Fuat Avni” mesajı nasıl ortaya çıkacaktı?”[5] diyen sevgili Zeki Ceyhan’a sormak lazımdı: Acaba bu değindiğin köstebek tiplerden, Rahmetli Erbakan Hocamızın etrafına da yerleştirilmiş, görünüşte muhterem ve mücahit, ama gerçekte münafık ve müfsit kimseler olacağı niye hiç hesaba katılmazdı? Üstelik kardeşi Kemalettin Erbakan bu konuya dikkat çeken ETRAFINDAKİLER diye bir kitap yazmıştı!?
“Savruluyorsun be Ahmet (Taşgetiren) Abi” şaşkınlığı!
90’lı yılların zor dönemlerinde kaleme aldığın yazılarınla tanıdım seni. Zihin dünyamızda önemli katkılarının olduğu bir gerçek. Sevdik seni. Hele dönüp dönüp okuduğumuz “Savunan Adam” yazın yok mu… Geçen gün kaleme aldığın yazının başlığı ise “İttifaklar” idi. Yazıyı okudum. Seni tanımasak neredeyse “İliştirilmiş gazeteci” sıfatını sana yakıştırmış olacaktık. Bu yazıyı öyle bir zamanda kaleme aldın ki, tam da “AK Parti’nin bir proje partisi” olduğuna dair açıklamalar ortalıkta serencam ediyor, herkes eteklerindeki taşları döküyordu. Yoksa bu itirafların etkisi ortalığı sarmasın diye mi yaptın bunu Ahmet (Taşgetiren) Abi? Senin gibi vicdan sahibi, “Akil İnsan” olmadan önce de zaten “Akil” olan bir şahsiyet nasıl olur da bu noktaya gelir anlayamadım doğrusu. İttifakını milletiyle yapmış bir hareketin, 28 Şubat gibi at izinin it izine karıştığı çetrefilli bir döneminde, senin bugün yere göğe sığdıramadığın iktidar sahipleri kimlerle ittifak yaptı Ahmet Abi? Kim “Milli Görüş” hareketine ve onun liderine “Kumpas” kurdu? Ve o hareketin “Savunan Adam”ını o zor dönemlerinde kim yalnız bırakıp başkalarıyla iş tuttu?
Yazında Ebu Gureyb’de tecavüze uğrayan kadınları hatırlatıyorsun. Irak’ın paramparça edilmesi sürecinde kim işgalcilerle ittifak yapıp bu olanlara dolaylı da olsa ortak oldu Ahmet Abi? “Yazımızı kışa çeviren” sahte baharlarla İslam dünyasını yerle bir edenlere kim destek verdi? Bu memleketi Birinci Dünya Savaşı’nın yüzüncü yılında aynen o dönemlerde olduğu gibi kim bu denli kuşattırıp, doğrudan namluların hedefi haline getirdi? Büyük Ortadoğu Proje’sinin eşbaşkanı olduğunu çok matah bir şeymiş gibi miting meydanlarında kim haykırdı? Kim, “Medeniyetler Arası İttifak” daki rolünün büyüsüne kapılıp, “Diyalog” tuzağına tepetaklak yuvarlanıverdi? Bunca yıllık emeği, birikimi, isyanı “Biz toplumun gazını aldık” diyerek bir bağırsak gürültüsü mesabesine kim indirdi Ahmet Abi? Faiz lobileriyle iş tutup sonra da “Gezi” planlayıcıları arasında bu lobiler var deyip, ki bunlar en çok bizim zamanımızda kazananlardı diye kim açıklamalar yaptı? Bugün “Yalancı Peygamber, âlim müsveddesi, haşhaşiler” diye yeri göğü inlettiği yapıya karşı “Ne istediler de vermedik” diye kim açıklamalar yaptı Ahmet Abi? Daha 2 yıl önce, Türkçe Olimpiyatları’nda “Biz, gurbette olup, şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz” diye kim konuşmalar irad etti? Varsa devlet içinde paralel bir yapı elbette onunla hukuki zeminde mücadele edilmelidir, doğru. Ancak bu yapı ile mücadele edilirken acaba yolsuzluk iddialarının üzerini örtme gayretleri mi var Ahmet Abi? Dün yaptığın yanlışı bugün de yapıyorsun Abi. Biz dün “Ergenekon’da ABD karşıtı subaylar tutuklanıyor” dediğimizde bizi karşı kamplara itmiştiniz ya, kim dün Ergenekon’un savcısı iken birden bire bugün avukatı oluverdi Abi?”[6] şeklinde çok değerli ve gerçekçi tespit ve tahlillerde bulunan kardeşimize şunu hatırlatmamız lazımdı:
1- Sizin asıl hatanız, olayları ve insanları Kur’an i ölçülerle ve Milli Görüş terazisinde tartmıyor olmanızdır. Çünkü Ahmet Taşgetiren gibileri “Savunan Adam” yazısını yazarken de iyi niyet ve samimiyetten uzaktı ve o yazı sizin gibi safları avlamak-tavlamak için bir tuzaktı.!. “Biz Cemaat’in ayarını ve amacını 11 yıl boyunca anlayamadık” diyen AKP’lilerle şimdi Ahmet Taşgetiren’e “sana bunları yakıştıramadık” diye yakınanların ne farkı vardı?
2- “Ergenekon kumpasları ABD karşıtı subayları ve aydınları susturmak ve kan kusturmak için CIA ve MOSSAD destekli Cemaat-Hükümet eliyle başlatılmış operasyonlardır” gerçeğini daha ilk anlarında ve en zor zamanlarda yazıp konuşan Ahmet Akgül’e ve Milli Çözüm Dergisi’ne neler yaptığınızı hatırlarsanız, Ahmet Taşgetiren’den çok da farklı olmadığınızı anlamak ve geç de olsa pişman olmak fırsatını yakalarsınız, inşallah “Sen sen iken “Savunan Adam”ı yazdın, biz de seni baş tacı yaptık. Eğer geçtiğimiz günkü yazıyı sen kaleme aldıysan, ben de seni anlatan “Savrulan Adam”ı yazacağım” diyen kardeşimizi yine de tebrik ve takdir ediyoruz.
Habertürk TV’deki 25 Aralık 2015 Perşembe günü Pelin Çift’in sunduğu “Vatan Şairi Mehmet Akif” konulu Öteki Gündem programına katılan şair-yazar Yavuz Bülent Bakiler ve Elazığlı hemşehrimiz ve iktidar yalakası Prof. Dr. Mehmet Çelik (Celal Bayar Üniversitesi) programın ilerleyen saatlerinde Atatürk’le ilgili birkaç anekdot aktarmışlardı. Konuşmacı Prof. Mehmet Çelik, “Atatürk’ün etrafında kimler vardı ve bu insanların haletiruhiyesi nasıldı? sorusuna yanıt olacak bir olay anlatmıştı:
Gazi’nin meşhur akşam yemeklerinin bir özelliği vardı: gece en sona kalanlara soru sorar ve cevabını alırdı. Bunlar ya bir bilmece olurdu veya bir konu hakkında ne düşündüklerini sorardı. Bir gün yemeğin ardından Gazi: “Ben öldükten sonra bu millet benim arkamdan nasıl konuşacaktır?” diye sormuşlardı. Birisi “O bir güneşti, doğdu ve battı” diyecekler, “O asrın dâhisi, en büyük devlet adamıydı..” diyecekler… Diğeri “O Türklerin kurtarıcısıydı” diyecekler diyor ve devam ediyorlar. Hatta “Bu milletin Tanrısı, Peygamberi” diyenler bile çıkmıştı. Sofrada 26 kişi vardı ve usul olarak da doğru cevap verilmezse Gazi Paşa kendisi yanıtlardı. Hepsini dinledikten sonra “Hayır bu millet benim için diyecektir ki; etrafındaki bu puş… ve dalkavuk takımı olmasaydı, o adam daha çok büyük işler yapacaktı!” buyurmuşlar ve masada oturanlar “yaşa paşam” diye alkışlamışlardı.
Şimdi aynı durum Erbakan Hocamız için de geçerli sayılırdı. Evet Hoca’nın etrafını kuşatan bir takım Muhterem ve Müstesna(!) adamlar olmasaydı (ve yine Sn. Recep T. Erdoğan’ın Mehmet Çelik gibi yalakaları bulunmasaydı) Erbakan daha net anlaşılacak ve takdir toplayacaktı. Hoca’ya hıyanetleri ve hakaretleri yüzünden haklı olarak eleştirdiğimiz şu AKP kurmaylarından ve Fetullahçılardan hiçbirisi “Erbakan cihat için toplanan paraları, mala çevirip kendi üzerine tapulamış ve çocuklarına miras bırakmıştır!” iftirasını atacak kadar alçalmamıştır. Şimdi elini öpmek ve gözüne girmek için sıraya geçtiğiniz bu muhteremlerin ayarı sizin de hakikat aynanızdır.
Yeri gelmişken şunu da hatırlatalım ki, büyük liderler çevrelerine yerleştirilen adamların gerçek amacının ve ayarının farkındadır. Bu tiplere katlanmalarının başlıca iki sebebi vardır:
1- Uzun bir yozlaşma ve özünden uzaklaşma süreci sonunda, liyakatli ve sadakatli insanların çok azalmasıdır.
2- Etkin odakların, bu zatları kontrol altında tutma hesaplarına bilerek fırsat tanınması; dengeleri gözetme ve gelişmeleri kendi lehine çevirme çabalarıdır.
3- Böylece düşman güçlere bazı tavizler verilmiş olsa da, sonuçta milli çıkarlar açısından kendileri daha karlı çıkmışlardır.
Fıkra:
Atatürk’ün değişmeyen Dışişleri Bakanı Sabataist Tevfik Rüştü Aras’tır ve Moskova’ya bir ziyaret yapacaktır. Cumhuriyet Gazetesi de buna nasıl çarpıcı bir manşet atarız arayışı sonunda “Tevfik Rüştü Moskova’ya uçtu” yazılması kararlaştırılmıştır. Bu arada Latin alfabesine yeni geçildiğinden gazetelerde bu harfler metal olarak bulunmakta ve dizgiciler bunu elleri ile uyarlamakta ve gazete baskıları bu şekilde yapılmaktadır. Fakat bu harfleri sipariş ederlerken ince sesli harflerden ö-ü-i gibi noktalı olanları unutmuşlardır. Dizgici de Tevfik Rüştü’nün “R” si yerine yanlışlıkla “P” koyunca ertesi gün manşet “Tevfik Puştu Moskova’ya uçtu” olarak çıkmıştır. Gazete sahibi Yunus Nadi hemen Çankaya’ya Atatürk’ün yanına çıkıp titreyerek “vallahi paşam bilerek olmadı, aynı anda gazeteyi toplattım, yanlışlıkla yapılmış”diye yalvarırken Gazi Paşa elini, Yunus Nadi’nin omzuna koyuyor; “zararı yok çocuk, böyle yanlışlıkla ve ara sıra da olsa senin gazeten doğruları da yazıyor!”diyerek başından savmıştır.
Ulusalcıların “Recep T. Erdoğan’a muhtaç ve mecburuz!” zavallılıkları
Aydınlık Gazetesi F Tipi yapı ile AKP arasındaki çatışmaya şöyle batmaktaydı:
1) F Tipi yapı mutlaka tasfiye olunmalıdır.
2) AKP Hükümeti’nin F Tipi yapıyla mücadelesinden yararlanılmalıdır.
3) Ancak AKP’nin F Tipi ile mücadelede kendi iktidarını sağlamlaştırmasına fırsat tanınmamalıdır.
4) F Tipi’yle mücadelenin asıl hedefi, Türkiye’yi ABD’ye bağımlılıktan çıkartmak olmalıdır.
Sözleri Ulusalcı Aydınlıkçıların, yıllarca O’nun bahanesiyle İslam’a saldırdıkları ve “Cumhuriyet tarihinin en büyük baş belası” saydıkları, Sn. Recep T. Erdoğan’a şimdi, Cemaat şebekesinden kurtulmak için nasıl can simidi gibi sarıldıklarını yansıtmaktaydı. Bu tavır Ulusalcıların Recep Bey’e mahkûm, mecbur ve muhtaç kaldıklarının açıkça itirafı ve ilanıydı.
Bunun gerekçeleri ise kendilerince şöyle sıralanmaktaydı:
1) Niyeti ve hedefine olursa olsun, F Tipi yapının AKP’nin yolsuzluklarını ortaya çıkarmaya yönelik hamlesi, Türkiye’nin yararına olmuştur. AKP Hükümeti, yolsuzlukla anılmaktan artık kurtulamayacaktır!
2) Niyeti ve hedefi ne olursa olsun, AKP Hükümeti’nin F Tipi yapıyla mücadele etmesi, Türkiye’nin yararınadır ve yararlanılabildiği oranda iç dinamikleri rahatlatır.
3) Ergenekon tertipleri boyunca onlarca gazeteciye yapılan operasyonlarda bizzat görev alanların, manşetleriyle açık yalanlara imza atanların, yalan haberleriyle insanları intihara sürükleyenlerin, bugün “basın özgürlüğü” diye ağlamasının hiçbir inandırıcı yanı yoktur! Asıl basın özgürlüğü, basının bu kumpasçı zihniyetten arınmasıdır!
4) AKP ile F Tipi yapının çarpışmasının; bağlı bulundukları üst yapının durumundan bağımsız yapılacağı sanılmamalıdır.
5) AKP Hükümeti’nin F Tipi çeteyle mücadele ederken, kendi çetesini kurmasına ve devlet içinde özel bir yapı oluşturmasına karşı uyanık olmalıdır.
6) AKP Hükümeti, F Tipi yapıdan 12 yıl boyunca yararlanmıştır. Onun operasyonlarıyla TSK’ya ve milli odaklara karşı operasyon yapmış, gücünü sağlamlaştırmış ve iktidarını uzatmıştır.[7]
Cemaat’in kurduğu kumpasla yıllarca hapis yatan Yargıç Ahmet Zeki Üçok bile: “Tayyip Erdoğan’ın hayatı ciddi olarak tehlikededir. O’nu öldürebilirler. O’na bir şey olmaması için dua edelim.” demeye başlamıştı. O’na göre Türkiye’nin üstüne çöken bu F tipi beladan kurtulmak için Tayyip Erdoğan’a bile bir süre razı olunmalıydı. Evet F tipi Gladyo Türkiye ve hatta inancımızın kanserli hücresi konumundaydı. Dolayısı ile onun kesilip atılması gerekiyor ki doğru konuşalım bugün bunu Tayyip Erdoğan’dan başkası yapamazdı. İşte bu önemli bir fırsattı ve şerden hayır doğar misali bundan yararlanmak lazımdı. Dolayısıyla denize düşen misali bu konuda Tayyip’e mecbur konumdayız. Hayır bunun adı bizim gibi düşünenlerin Tayyip ile işbirliği yapması değil, Tayyip’in bizimle işbirliği yapmasıdır ve zira F tipi örgüte yıllar yılı karşı çıkan biz, 11 yıl onlarla beraber yürüyen ve ne istedilerse veren Tayyip Erdoğan’dır. İlaveten eninde sonunda sıra Tayyip’e gelip dayanacaktır. Dolayısıyla bugün bu operasyona omuz vermek Tayyip ile bir olmak değil, emperyal bir haşhaşi güruhunun temizlenmesine katkı sunmak ve Türkiye ile İslam’ı bu çeteden kurtarmaktır”[8] diyen Sabahattin Önkibar, böylece hem ayarını hem de amaçlarını ortaya koymaktadır.
Abdurrahman Dilipak’la Ali Bulaç’ın “İşbirlikçilik” itirafları
Bir öğretim üyesi/işadamının Çamlıca sırtlarından Marmara’ya bakan yamaçlarındaki villasında kamuoyunun yakından tanıdığı 5-6 gazeteci vardı. Mevsim, sonbahardı. Misafirler bahçede ve havuzun etrafında dolaşıp ayaküstü sohbet ettikten sonra bir üst kattaki geniş salona taşınmış, 100 metrekareye yakın salonun denize bakan taraftaki koltuklarına kurulmuşlardı. Toplantıyı organize eden eski gazeteci, yeni siyasetçi kadın sohbetin uygun bir yerinde şu soruyu ortaya atmıştı:
– AK Parti ile ilgili düşünceniz nedir? Biz yeni bir parti kurduk, bu parti ile ilgili yaklaşımınız nasıl?
Soru “ortaya karışık” misali bir kişiye yöneltilmeden seslendirilmişti. Ama İslamcı kesimce yakından tanınan ve belli çevrelerce “kanaat önderi” sayılan Abdurrahman Dilipak soruyu kendisine yöneltilmiş kabul edip söze başlamıştı: “AK Parti bir proje partisidir. 90’lı yılların ortalarına doğru Batı’da hazırlanıp Türkiye’de hayata geçirilmiş bir partidir.”
Abdurrahman Dilipak sadece İslamcı kesimin değil, AK Partililerin de iyi bildiği, “Abi” diye hitap ettikleri, partiye açıktan verdiği destekten dolayı da minnettarlık hissettikleri bir insandı ve şunları anlatmıştı: “Bakın 90’lı yılların ortasına doğru, siyasal İslam rüzgârları güçlü esmeye başladıktan sonra Türkiye’ye sık gidip gelmeye başlamıştı. ABD, İsrail ve İngiltere’den gelenlerdi bunlar. Kendileri ile işbirliği yapacak gruplar arıyorlardı. Farklı isimlerle görüşmeler yapılmıştı ve bizimle de temas kurmuşlardı. Görüşmelerde dile getirdikleri konu şunlardı:
– Biz Türkiye’de siyasal İslamcılarla çalışmak istiyoruz, çünkü yükselen trend siyasal İslam’dır. Erbakan Hoca bu yükselen trendin en iyi göstergesi konumundadır. Biz sizinle çalışmak istiyoruz. Bunun şartlarını gelin birlikte hazırlayalım.” diyorlardı. “Görüşülen isimler arasında Tayyip Bey ve Abdullah Bey de bulunmaktaydı. Hatta bu müzakere ekibinin içinde ben de vardım.”
Aynı villada bulunan gazeteciler Abdurrahman Dilipak’ı yakından tanıdıklarını sanmaktaydı. Hatta onun bazı karmaşık ilişkileri konusunda kafasında soru işaretleri de vardı. Ama hem Erdoğan’ın Batı işbirlikçi olduğunu söyleyip hem de müzakere ekibinin içinde kendisinin de olduğunu itiraf etmesi karşısında şaşkınlığa uğramışlardı. Dilipak, bu kez o görüşmelere şahitlik eden birinin adını açıklamıştı. Üstelik adını verdiği kişi de aynı villada bulunmaktaydı. Bakın bu görüşmelerin bir kısmının içinde Ali Bey de vardı” diyerek kocaman elinin başparmağı ile hemen yan tarafta oturan Ali Bulaç’ı gösteriyorlardı. Ali Bulaç da kafası ile onay işareti yapmıştı. Dilipak, bu teklifin Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan’a da yapıldığını, ama O’nun kabul etmeye yanaşmadığını da açıklamıştı.
Aslında bu görüşmelerde, Batılı muhataplar öyle diplomatik dil falan kullanmamıştı: ‘Bize düşen yükümlülükler’ ve ‘sizden beklentilerimiz’ diye bunları net bir şekilde ortaya koymuşlardı ve kendilerinin yapacaklarını şöyle sıralamışlardı:
1- Biz sizi iktidara taşıyalım.
2- Size gereken finansı (topluma tanıtma ve taraftar toplama masraflarını, imkânlarını) sağlayalım.
3- İktidarınızda size sıkıntı çıkaracak unsurların etkinliklerini ortadan kaldıralım.
Sizden istediğimiz şeyler de şunlardır:
1- İsrail’in güvenliğini artıracaksınız. Önündeki engelleri kaldıracaksınız.
2- Sınırların yeniden düzenlenmesi anlamına gelen Büyük Ortadoğu Projesini hayata geçirip uygulayacaksınız.
3- İslam’ın yeniden yorumlanmasında (ılımlı İslam algısında) bize yardımcı olacaksınız.”
İslamcı yazar Abdurrahman Dilipak konuşmasıyla bu kez salondaki bir kişi hariç herkesi şaşırtmış, ev sahibi Abdurrahim Karslı’ya dönüp parmağıyla işaret ederek: “Ben o zaman ‘beraber çalışalım’ diye bir hafta bu arkadaşa gittim geldim. Beyefendi kabul etmedi” itirafında bulunmuşlardı.[9]
Ali Bulaç Zaman’daki köşesinde bunları doğrulamış, başka marifetlerini de yazmıştı:
“Geçenlerde Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı, +1 TV’ye verdiği röportajda Abdurrahman Dilipak’ın, “AKP’nin bir proje olarak ABD, İngiltere ve İsrail tarafından kurulduğunu iddia ettiğini”, kuruluşuna destek veren güçlerin, şu üç şeyi talep ettiğini söylediği o toplantıda Ben de vardım, 40 senedir tanıdığım Abdurrahman Dilipak, bunları –ifadelerde bazı değişiklikler olsa da- anlattı. Mesele şu: 1998’lerden başlamak üzere Amerikalılar, sıklıkla bizlerle görüşmeye başladılar. Biri gidiyor, üçü geliyordu. Sordukları şuydu: “Türkiye’de dindar zemini kuvvetli bir iktidar mümkün mü?” Ben ana fikir olarak şunları söylüyordum: “Türkiye’de İslami-muhafazakâr aktörlerin belirleyici rol oynadığı bir döneme giriyoruz. Kronikleşmiş sorunlarımızı eski zihniyetle çözemeyiz; bölge gibi Türkiye de yeniden şekillenmek durumunda, Batı İslam’a, Müslümanların hayat tarzına ve kaynaklarına saygı göstermelidir. Batı ile savaşmak zorunda değiliz ama Batı’nın süren tahakküm ve hegemonyası altında Ortadoğu böyle devam edemez. İsrail sınırlanmalı, rejimler demokratikleşmeli, kaynaklar adil dağıtılmalı, İslam’ın cevaz verebileceği siyasetlere engel olunmamalı.
Amerikalılar, ikna edebilselerdi söz konusu projeyi Erbakan Hoca’ya uygulatmayı düşünüyorlardı, ancak O reddetti. Erbakan Hoca vefatından önceki son görüşmemizde AKP’nin nasıl kurulduğunu uzun uzun anlattı, elindeki bazı belgeleri bana gösterdi; Ertan Yülek Bey şahittir.
Karslı’nın evinde Dilipak, şunları da söyledi: “AKP böyle kuruldu ama Erdoğan artık bağımsız hareket ediyor.”
Bu köşeyi takip edenler, benim ilk günden AK Parti’nin BOP merkezli politikasına muhalefet ettiğimi; kuruluşta Amerikalılara ve Batı’ya –bölge ve İsrail adına– verilen taahhütlerin çok ağır olduğunu yazdığımı, bol keseden taviz ve taahhütlerde bulunmadan da bölgesel politika yürütmenin mümkün olduğunu savunduğumu bilirler. (Batı güdümlü) sistemin onayını al, imkânlarını kullan, sonra “Ben yokum” deyip diklen! Arkasından Saddam’ın Batı adına İran’la savaştıktan sonra Kuveyt’i işgal etmesini andırırcasına Suriye “Bizim iç meselemizdir, birkaç hafta sonra Beni Ümeyye Camii’nde namaz kılacağız” diye silahla rejim devirme ve müdahale arzularını açığa vur. Bu ilk günden yanlıştı. Bugün faturası hepimize kesiliyor!” diyen Ali Bulaç Siyonist-Haçlı Batı sistemine sadakati savunmaktaydı.
Kısaca Abdurrahman Dilipak ta, Ali Bulaç ta, Türkiye’nin ılımlı İslamcılık kılıfı altında Siyonist Batı düzenine entegrasyonunda rol almışlardı ve malum odakların arabulucu adamlarıydı. İstanbul ve İzmit merkez ilçe teşkilatlarının eğitim toplantısında bu konuyu gündeme taşıyan Sn. Mustafa Kamalak’ın hemşehrisi Abdurrahman Dilipak’ın adını vermekten çekinmesi ise dikkatlerden kaçmamıştı. TV 5’te yayınlanan 2 Ocak 2015 tarihindeki Avrupa Saadet Şöleni’nde konuşan Sn. Kamalak, geçmişte ve günümüzde Milli Görüş’e emeği geçmiş muhterem kişilerden bazılarına şükranlarını arz ederken bir sefer olsun Erbakan’ı rahmet ve minnetle hatırlamamış ve ağzına almamıştı. Bunun gibi Siyonizmi de bir kelime olsun kullanmamıştı. Yoksa Batılı odaklara “Erbakan’dan Farklı olduklarını” ispatlamaya mı çalışmıştı? Ve konuşmasının başında herhalde heyecandan unuttu, ama o kadar da nankör olmaz belki ortasında ve sonunda bu davanın Lideri ve şahsi manevisi olan Erbakan’ı bir sefer olsun hatırlayıp rahmet okur diye beklentimiz de maalesef boşa çıkmıştı…
Anlaşılan, Batılı ajanların, Türkiye ve Erbakan’ı saf dışı bırakıp, İslam soslu AKP’yi kurup iktidara taşıma operasyonlarında Abdurrahman Dilipak siyasal İslamcı münafıkların, Ali Bulaç ise Cemaatçi yapının temsilcisi konumuyla o toplantılara katılmışlardı. Sahi, “Şeriat düzenini yıkıp Batılı değerleri getirdiği gerekçesiyle, Mustafa Kemal’i KAFİR sayan Dilipak’la ve Cemaat mensupları, şimdi Batı’nın güdümünde ve dünya sistemine entegre bir AKP’nin iktidara taşınması için, gavurlarla işbirliği yapmanın, kafirden daha aşağı sayılan MÜNAFIK durumuna düşmüyorlar mıydı?
AKP bir projeydi tartışmasını başlatan Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı, Milli Gazete’ye şu açıklamaları yapmıştı: Bu sessizlik projeyi onaylamaktır!
Merkez Parti Genel Başkanı Prof. Dr. Abdurrahim Karslı, AKP kanadından bu konuda hiçbir açıklamanın gelmediğini söyleyerek, sessizliğin projeyi doğruladığını vurgulamıştı. Bir televizyon kanalında kendi evinde gerçekleşen bir toplantıdan söz eden ve ‘AKP bir projeydi’ tartışmasını başlatan Merkez Parti Genel Başkanı Prof. Dr. Abdurrahim Karslı, Milli gazetemize çarpıcı değerlendirmeler yapmıştı. Gazeteci Abdurrahman Dilipak ve Ali Bulaç’ın da konuya ilişkin teyit yazılarından sonra konuşan Karslı, iktidar cephesinden bir ses çıkmamasını, projeyi doğruladığının teyidi olarak yorumlanması gerektiğini hatırlatmıştı. “Çözüm süreci PKK’nın faaliyet alanını genişletme sürecidir” diyen Karslı, PKK bu güne kadar bütün dediklerini yaptırdığını vurgulamıştı.
Tabi bu arada Merkez Parti Başkanı Prof. Abdurrahim Karslı’ya sormak lazımdı: İyi de, Dilipak ve Ali Bulaç gibi bir Batı projesi olan AKP’nin kuruluşunda rol oynayan şahısların sizin villanızdaki çok özel toplantıda ne işleri vardı? Yoksa Batılılar yeni projeleri için sizleri mi uygun bulmuşlardı?
“Türkiye’de yatırım adına, tesis adına, eser adına geriye kalan ne varsa… Havaalanları, barajlar, limanlar, köprüler, üniversiteler, bulvarlar, tesisler, otoyollar, stadyumlar, duble yollar, hızlı trenler, metrolar… Saymakla bitmeyecek köklü yatırımlar… Bunların bir kısmı rahmetli Adnan Menderes’ten, bir kısmı Sayın Süleyman Demirel’den, önemli bir kısmı rahmetli Turgut Özal’dan, çok büyük kısmı da Sayın Tayyip Erdoğan’dan hatıradır. (Bu serlere) Yapanın adı verilse, Türkiye’nin her yerinde karşımıza “Recep Tayyip Erdoğan” ismi çıkardı.”[10] diyen Yeni Akit Yazarı Yavuz Bahadıroğlu’na sormak lazımdı:
1- Bu saydığınız ve saygıyla andığınız Başbakanların yaptığı fabrikaların tam on katını hem de koalisyon zorluklarında başarıp bu ülkeye kazandıran Rahmetli Necmettin Erbakan’ı hiç hatırlamamanız, erken bunamanın mı, yoksa nankörlük damarınızın mı bir alameti sayılmalıydı?
2- 13 yıllık AKP iktidarında ve çoğu Sn. Recep T. Erdoğan’ın Başbakanlığında, arsa fiyatlarının bile çok altında, çoğu yabancı firmalara satılan ve kapatılan milli kazanımlarımız ve fabrikalarımız niye yazılmamıştı?
Hakkı gizlemenin, imkân ve iktidar sahiplerine riyakârlık ve yağcılık etmenin nasıl bir vicdan kaymasına ve hidayet kararmasına alamet olduğunu, bu zerzevat zevata hatırlatacak iz’an ve insaf ehli Akit okuyucu kalmamış mıydı?
[3] Adnan Öksüz, 29 Aralık 2014, Milli Gazete
[4] İ.Hakkı Akkiraz, 24 Aralık 2014, Milli Gazete
[5] 22 Aralık 2014, Milli Gazete
[6] Mustafa Kaya, 26 Aralık 2014, Milli Gazete
[8] 17 Aralık 2014, Aydınlık
[9] Ünal Tanık, 16 Aralık 2014, Rota Haber
[10] 23 Aralık 2014, Yeni Akit

ALLAH İSTİKAMETİMİZİ BOZMASIN İNŞAALLAH
Her insan hayatını idame ettirdiği müddetçe bir tercihle karşı karşıya..Allah Milli Çözüm den sonsuz razı olsun ki u hakıkatleri taaaa yıllarevveli farkederek bızlere duyurmuş ve batıldan işbirlikçilik yapmaktan bizleri korumuştu..O yuzden piyasada bir çok kıtab dergı vs var ama bir alayı odun dolu … bunca eserin içinden faıdeli olan ilacı bulmamızı bize lutfeden rabbıme sonuz şukurler ederim. Bu Milli Çözüm ilacını bızlere sunan ve ikram eden tum ekibe sonsuz teşekkurler… ALLAH HEPİNİZDEN RAZI OLSUN…
sadıklara selam
TARİHİN HİÇ BİR DÖNEMİNDE BU KADAR BOZULMA OLMAMIŞTIR.insanlar bunları gördükleri halde hemen hikmetlerini uydurmaktalar.artık akp,cemaat,saadet hiç fark etmiyor.Artık vicdanlar konuşmuyor.CEMAATten tanıdığım birisine artık uyanın .kararınızı islama uygun verin.açık ,açık ABD ye hizmet etmekte hocanız.cevabına bakın adamcağızım .Bu kadar yanlış ise o kadar prof ve müslüman neden peşinde hem o kadar,insanı hidayete erdirdi.akp liler de buna benzer.Diğerleride bunlardan farkı yok .ARTIK ANLAMALIYIZ COK AZIN AZI HARİÇ İNSANLAR ĞÜNÜ KURTARMA PEŞİNDE AHİRET DÜŞÜNCESİ YOK.DİLİPAK gibileri bitmiyorki.NERDEN BESLENDİĞİ BELLİ.ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜN BU KADARINA PES KOKMAYA BAŞLADI.SABREDEN SADIKLARA SELAM .BUNLARIN DERBEDER OLACAĞI GÜNLER YAKINDIR İNŞALLAH.MİLLİ ÇÖZÜM E SELAMLAR.
İslamcı geçinen yazarlar Haçlılara Rehberlik Yaparken
Günümüz Müslümanlarının söz söyletmedikleri; Dilipak, Bulaç, Akp, Çemaat… Nelere alet olmuş
ABD-İsrail-İngiltere, Akp Projesi için Dilipak ve cemaat yazarı Ali Bulaç’la görüşmüş. Öyle yoğun görüşme ki kendi tabirleriyle “biri gidiyor üçü geliyor” muş. Ve bunu hiç sıkılmadan, utanmadan köşelerinde yazıyorlar. İşte bu olay “işbirlikçikğin” en güzel tarifi. Hiçbir kimse tarafından da bir yalanlama olmuyor. Aslında Siyonizm’in bunları adam yerine koymaları, bunların adam olduklarından değil; ERBAKAN korkularından ve Adil Düzen’in yeryüzüne hakim olma endişelerinden. İslam’a ihanet projeleri uygulanırken, İslamcı geçinen yazarlar Haçlılara rehberlik yaparken; asıl hedefin ERBAKAN Hocamız olduğu, gözlerden ustaca saklanıyordu. Milli Çözüm dergisi her zaman olduğu gibi bu hainliği de, Dilipak, Bulaç vs…lerin çapsızlığını da haykırdı. Duyarlı-vicdanlı-akıllı insanları uyararak bu ihanete alkış tutmalarını ve alet olmalarını engelledi. ZAMAN yine ERBAKAN Hocamızı ve Milli Çözüm’ü haklı çıkardı. Zaman yine inşallah; Batılın-İşbirlikçilerinin yıkılışı, ERBAKAN Hocamız-Milli Çözüm-Adil Düzen ZAFERİYLE zamanımızı TAÇLANDIRACAK…
DİNCİ MASONCUKLAR
-Operasyonların ses var içerik yok şeklinde devam etmesi..Aynı merkezin kontrolünde hareket ettiğinin..
Sözde büyük operasyonlar yapılacak havası estirilip kamuoyuna algı operasyonu yapılması, ardından ihanet derecesinde icraatlar yapılacak oluşunun alametidir.
Özellikle AKP ve CEMAATİN dini referansları ve medya ayaklarındaki isimlerin ZAHİREN BİRBİRLERİNİN KARŞISINDA GÖRÜNMERİ Hayrettin Karamanların, A. Dilipaklların Ali Bulaç ve Ahmet Taşgetirenlerin MİLLİ GÖRÜŞ ve ERBAKAN karşı oluşlarının arkasındaki gizli gerçeğin , çok organizeli MASONİK yapının kontrolü dışında olamasının mümkün olmadığı gerçeği aşikardır.
Hatta bazılarının kendilerinin AKP de çocuklarının Cemaat içerisinde oluşlarıda ayrıca anlamlıdır.
Yine Hadisi şerifteki “ümmetimin yahudileri” tanımıda bu yapıya uymaktadır.
EĞER 28 ŞUBAT HAKKIYLA YOKLANDIĞI VAKİT ALTINDAN TAYYOLAR VE DİNCİ EKİP ÇIKACAKTIR.
ONUN İÇİNDE OPERASYONLAR GÖSTERMELİK ŞEKİLDE DEVAM ETMEKTEDİR..
KİM BİLİR BELKİ DE TAYYOLARIN – VE ONLARIN REFERANSI OLAN HOCA TAKIMININ MASONİK KİMLİKLERİNİN ORTAYA ÇIKACAĞI GÜNLERDE ÇOK YAKINDIR.
Olacaktır
Yazının da en net ve gerçekçi bir şekilde ortaya koyduğu gibi akp ve cemaat(tabandaki samimi insanları tenzih ederiz) İslam’ın yozlaştırılması,siyonist sistemin daha sağlam temellere oturtulması,kurdukları ‘köle düzeni’ni tehdit eden Erbakan Hoca -Milli Görüş hareketini engelleyerek -büyük israi-in önündeki engelleri kaldırmak misyonuna hizmet eden birer-turuva atı-dır! Siyonist sistem akp ve cemaat yanında diğerişbirlikçi islamcı yapılanmaları da hedefine yürürken -yardımcı unsurlar,yedek lastikler- niteliğinde değerlendirmeyi ihmal etmemişlerdir.Dilipak,bulaç,akit,şafak vb işbirlikçi kişi ve kurumlar siyonizmin dünya hâkimiyeti projesinin bilal elemanı-taşeronu niteliğindedirler! Ülkemizde ve yeryüzünde hak ve adaleti esas kabul edecek -Yeni Bir Dünya- kurmayı hedeflemiş Erbakan Hoca mevcut dünya sisteminin en büyük handikapı ve engelleyicisi idi.Elbetteki böyle bir tehlikenin bertaraf edilebilmesi için AKP haricinde;Milli Görüş icinde de bir kısım nifak unsurlarının; ta hareketin başından itibaren yapıya sızdırılarak sürekli çelme takmalarının sağlanması,en sonunda ise kalan sağlam-sadık insan potansiyelini çürüterek Milli Görüş’ün hedefinden saptırılması sağlanmaya çalışılmıştır.
Ancaak!.. Yegane kuvvet ve kudret sahibi Cenab-ı Hak’tır.Şeytanın bu en büyük şaheseri olan siyonizm pek yakında ve hiç beklemedikleri bir tarzda;Evrensel Lider Erbakan Hocanın gösterip ortaya koyduğu esas ve prensiplerle dağıtılacak;yüzyıllardır -ahh çeken insanlik inş ohh diyecek tarihin-müjdelenen devri-yaşanmış olacaktır!..
EDEP YA HU
İmam hatipte bir hocamız “yaptığınız yanlış işlerinizi gizleyiniz..En azından mahallenizden uzakta yapın” diye telkinde bulunurdu..sohbetinin sonunda “oğlum unutmayın edepsizliğinde bir adabı vardır” derdi..
ARTIK MUBAREK BİR ELİN TOKAT ATMA ZAMANI GELMEDİMİ.