YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6606473f1f441
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 5 8 8
Bugün : 9831
Dün : 16551
Bu ay : 405039
Geçen ay : 338123
Toplam : 22730989
IP'niz : 54.226.210.133

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 
 

ERBAKAN’LA ERDOĞAN ÇOK FARKLI

VE

AYKIRI KUTUPLARDAYDI!

        

Erbakan Hoca’nın Tayyip Bey ile ilgili tespitleri:

ABD ve Batı Avrupa basını, Necmettin Erbakan’ın ölümü ile ilgili haberlerinde O’nun “Batı ve Avrupa karşıtı, milliyetçi” duruşuna vurgu yapmıştı. Hatta Amerikan Wall Street Journal gazetesi, “Türkiye’nin mevcut hükümetindeki haleflerinin aksine, Erbakan’ın görüşleri, arsızca Batı karşıtı ve İslami idi” diyerek Yahudi-Siyonist kinini kusmuşlardı.

İngiliz Guardian gazetesinden Thomas Faulkner ise; “Erbakan’ın liderliğini yaptığı İslamcı hareket, marjinal bir grup olmaktan çıkıp AKP ile Türk siyasetinin ana parçası konumuna ulaştı. Zamanla merkez-sağ ve merkez-solun yerine oturmayı başardı. Erbakan’ın yerini ise genç ve modern liderler aldı” değerlendirmesini yaparak, Recep T. Erdoğan’ın günahlarını Erbakan’ın sırtına yükleme çabasındaydı.

Oysa Erbakan’ın o “genç ve modern liderler” hakkındaki görüşü net ve açıktı. Hoca, bu konudaki kanaatini sık sık kamuoyuna yansıtmıştı. Son olarak 2010 yılı Kasım ayı başında Die Welt gazetesine bir demeç vermiş; Die Welt, bu görüşmeyi, “Erdogan ist ein Kassierer des Zionismus” başlığıyla yayınlamıştı. Erbakan, Die Welt’e “Erdoğan Siyonizm’in veznedarı oldu” şeklinde, gerçeği net olarak ortaya koymuşlardı.

Erbakan, AKP iktidarı için; “Onları bazı dış güçler buraya getirdi. Şu andaki dünya düzeninin sahibi ırkçı, Siyonist emperyalizmin güçleridir. Bizimkiler; Batılı, Siyonist dünya düzenine bilmeden destek oluyor. Yaptıklarının çoğu yanlış. Vergiler ve borçlarla Siyonistlere para kazandırıyorlar. Erdoğan Siyonizm’in veznedarı oldu. O benim öğrencimdi. Ama şimdi amacımız onu devirmek” diye konuşuyor ve ekliyordu: “1923’te kurulan Türkiye, o tarihten 2002’ye kadar 82 milyar dolar dış borç yaptı. Erdoğan ise sekiz yılda bu borcu 580 milyar dolara çıkardı.”

Arslan Bulut’un güzel tespitiyle: “Görüldüğü gibi Erbakan’ın başlattığı Milli Görüş Hareketi, AKP ile merkeze otururken, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın merkezindeki Siyonist güçlerle ittifak yapmış ve kendisi olmaktan çıkmış, Evangelist Batı’nın İslam dünyasındaki Truva atı rolünü benimseyerek gayrı milli bir şebeke halini almıştı. Tabi, Saadet Partisi’nde kalanlar da bu durumun farkındaydı.”

Yeniçağ’dan Arslan Bulut haklı olarak şunları sormaktaydı:

“Erdoğan, 26 Ağustos 2001 günü Kurultay gazetesinde açıkladığım gizli CFR memorandumunu, nasıl partisinin programı haline getirdi? CFR, yani Dış İlişkiler Konseyi adlı Amerikan kuruluşu, TBMM’nin üzerinde midir?

Ben iftira atmıyorum! 2001’in 2 Temmuz tarihinde New York’tan Ayla Bakkallı’ya ait bir lobi şirketi üzerinden Tayyip Erdoğan’a hitaben gönderilen ve küresel güçler adına Erdoğan’dan taleplerde bulunulan gizli memorandumdaki ifadelerin, AKP programına hangi gerekçelerle alındığını tam sekiz yıldır soruyorum. Ve tam sekiz yıldır Erdoğan bu konuda en küçük bir açıklama yapmadı! Bu durumda “ak”lık iddiası geçersiz olmuyor mu? Yine “Türkiye partisi” iddiası geçersiz olmuyor mu? Türkiye partisi ise programı neden Amerika’dan ve CFR destekli bir lobi şirketinden geliyor?

Geçen süre içinde AKP’yi çeşitli yollarla devirmek isteyenler olmuştur. Fakat benim AKP’nin milletin iktidarı olduğunu kabul edebilmem için şu CFR kaynaklı memorandumun neden AKP’nin programı haline getirildiğini öğrenmem gerekiyor!

New York’tan gönderilen memorandumla kurulan ve böylece bir zihniyet değişimine uğrayanların partisinin “ak siyaset” yapabileceğine inanmak mümkün değil! Sekiz yıldır gizli memorandumu yazıyorum ama ne bir dava konusu oldu, ne bir tekzip veya açıklama yapıldı ne de diğer partiler bu meselenin hesabını sordu? Basında da Yeniçağ yazarları dışında kimse bu konuya değinmedi.

Yoksa bütün partilerin Amerika’dan gönderilen bir memorandumu var da onun için mi kimsenin sesi çıkmıyor?

Programı, Anayasa’ya ve Siyasi Partiler Yasası’na aykırı olarak yurtdışından gönderilen bir partiyi başta Anayasa Mahkemesi, Yüksek Seçim Kurulu ve Yargıtay olmak üzere devletin her kademesi meşru kabul etti.

Yayınladığımız CFR belgesinde, AKP’ye dayatılan Anayasa’ya aykırı “yerel yönetimlere otonomi vermek” şartının gerekleri de yasal olarak bir bir yerine getirildi ama gerek devletin kurumları gerekse siyasi partiler, bu bilgi ve belge yokmuş gibi davrandı! Gözlerini kapattılar! Çünkü karşılarındaki güç, AKP’den önce ABD idi!

Hangi milletin iktidarı?[1]

Milli Eğitim Bakanlığı, “Mesleki Eğitim ve Öğretim Hizmeti’nin Güçlendirilmesi Projesi” çerçevesinde Milli Eğitim Müdürlükleri üzerinden Lise Müdürlerine 29 Mayıs 2009 tarihinde resmi yazı göndererek “Eğitim hizmetlerinin yerel yetkililere devri ve Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatları için roller, sorumluluklar ve görev kodlarının belirlenerek ihtiyaçlara göre yeniden tanımlanması” gibi konularda 3 Haziran 2009 tarihine kadar görüş bildirilmesini istedi.

Peki, nereden icap etti Tevhid-i Tedrisat’ın yerine “Yerinden Eğitim”in getirilmesi? Okulların devletin elinden alınıp belediyelere devredilmesini kim istiyor?

2001 yılı Temmuz ayında bir lobi şirketi vasıtasıyla Tayyip Erdoğan’a ABD’den gönderilen CFR kaynaklı memorandumda, “Ankara, yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır. Dünya, bütün hükümetlerden bunu istemektedir” deniliyordu.

Başlangıçta belgenin gerçek olduğuna ben de inanamamıştım. Fakat AKP kurulup programı açıklandığında gördüm ki memorandumda yazılanlar, neredeyse aynı ifadelerle partinin programı haline getirilmiş!

AKP Program ve tüzüğünde, CFR memorandumundaki talepler şöyle karşılanıyordu:

Kurucular Kurulu kitabının 8’inci sayfasında “Partimiz merkeziyetçi devlet anlayışından vazgeçilmesini öngörür” deniliyordu.

Kurucular Kurulu kitabının 11’inci sayfasında da “Partimiz küreselleşmenin gerektirdiği yapısal dönüşümlerin kaçınılmazlığını ve en az maliyetle gerçekleştirilmesini savunur” deniliyordu.

Hemen arkasından 12’nci sayfada, “Partimiz, eğitim hizmetlerinin yerelleşmesinden ve özelleştirilmesinden yanadır” ifadeleri de aynı bakışın ürünüydü.

Parti programının 41’inci sayfasında, eğitimin küreselleşme odaklarının şehir devletleri planı gereği gibi fakat aşama aşama uygulanacağı şu ifadelerle belirtiliyordu:

“Temel eğitim hizmetlerinin verilmesi, pilot uygulamalarla merkezi idarenin taşra birimlerine ve yerel yönetimlere aktarılacaktır.”

– Programın 35’inci sayfasında, “Çağımız bir yönüyle küreselleşme çağı, diğer yönüyle yerelleşme ve yerel yönetimlerin devlet sistemleri içindeki ağırlıklarının arttığı bir çağdır” denilmesi, Tayyip Erdoğan’a verilen memorandumdaki taleplerin kabul edildiğini ortaya çıkarıyordu.

Projeyi uygulayanları uyarıyorum! Bu hareket, CFR’nin Türkiye’yi federe devletçiklere bölme plânının bir uygulamasıdır. Yolun sonunda Yüce Divan görünüyor!”[2]

İşte Erbakan Hoca bu gerçekleri bildiği için:

“Recep T. Erdoğan, Siyonizm’in sömürge tahsildarıdır ve emperyalizmin işbirlikçi ortağıdır” diyerek, hem AKP’lileri hem de Türkiye’yi defalarca uyarmıştı.

“AKP’ye oy vermek Milli Görüşçüler için bir görevdir” safsatası!

HaberVakti.com 2011 Haziran seçimleri öncesi şöyle bir haber yayınlamış ve AKP’ye yalakalık yapmıştı:

Milli Görüş hareketinin temellerini köy köy, belde belde gezerek atan, Milli Görüş’ün gerek Avrupa’da ve gerekse Türkiye’de halk nezdinde tanınmasını sağlayan Rize eski milletvekili ve Belediye Başkanlarından Şevki Yılmaz’ın, 12 Haziran seçimlerinde AKP’yi desteklediğini açıklamasının ardından; Milli Görüş’e 20 yılı aşkın hizmet vermiş, Avrupa Milli Görüş Teşkilatlarının efsane Genel Başkanı Ali Yüksel’den de AKP’ye büyük destek gelmişti!

“AKP’ye oy vermek Milli Görüşçüler için bir görevdir.”

“Safların belirlendiği ve içinde bulunduğumuz bu durumda AKP’ye oy vermek tüm Milli Görüşçüler ve davamız için büyük bir gerekliliktir.’’ diyen Avrupa Milli Görüş Teşkilatlarının efsane Genel Başkanı Ali Yüksel, Saadet Partisi içerisinde birtakım kişilerin AKP’ye destek verdiğini açıklayan Şevki Yılmaz hakkında sosyal paylaşım sitelerinde ve bazı web sitelerindeki beyanlarına da yanıt vermişti.

Onlar sadece Tayyip Erdoğan’ı dışlamadılar, al işte kendi elleriyle Genel Başkan yaptıkları Numan Kurtulmuş’u da dışladılar, TV’lere çıkıp Şevki Yılmaz gibi dava adamlarına iftira atacaklarına başlarını ellerinin arasına alıp biraz da kendilerinin nerede hata yaptıklarını düşünsünler, hep onlar mı haklı, kendilerinin hiç mi hataları yok’’ diyerek Şevki Yılmaz’a sahip çıkan ve şok açıklamalarda bulunan ALİ YÜKSEL’in bu açıklamaları ses getirmiştidiyen yalakalar, Şevki Yılmaz ve Ali Yüksel gibilerin Milli Görüş camiasında hangi istismar ve suiistimaller yapıp sonunda yüzlerini kara çıkardıklarını, daha önce şiddet ve hiddetle karşı çıktıkları ve küfür saydıkları Siyonizm işbirliğine ve AB’ye girmeye şimdi nasıl destek olduklarını halkımızdan gizlemeye çalışmışlardı.

Ve tabi hâlâ koyu Erbakancı geçinen ama bütün güçleriyle Recep Erdoğan’ı destekleyen şu El-azizcilerle, Şevki Yılmaz’ların, Ali Yüksel’lerin, AKP şakşakçılığında buluşmaları da, hepsinin aynı ayarda olduğunun kanıtıydı.

Hatta Erbakan Hoca’nın “Vatan toprakları altımızdan kaymaktadır; bu nedenle milli şuur ve sorumluluk sahiplerinin AKP’ye karşı bir seçim ittifakı kaçınılmazdır” düşüncesiyle Namık Kemal Zeybek’e vasiyet ettiği sürecin, bizzat Şevket Kazan tarafından sabote edildiğini BTP Genel Başkan Yardımcısı İbrahim Berk açıklamıştır. (Bak: 16.06.2011 – Yeni Mesaj) Bu şahsın iddialarına göre Şevket Kazan’a “ittifak görüşmelerini niye savsakladığı?” sorulduğunda yanıtı:

Biz Pensilvanya’yı rahatsız edecek bir oluşuma giremeyiz. Ve yine biz AKP’yi zor duruma düşürmek istemeyiz!?” olmuştu.

Yani Şevket Kazan’ın yanında Amerika’nın ve Recep Erdoğan’ın hatırı, davasından ve Erbakan’dan üstün bulunmaktaydı.

Ve tabi Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk’e sabataist diye sataşan El-azizcilerle Şevket Kazan ekibi AKP gayretinde buluşmuşlardı.

İşte Erbakan Hoca’nın tarihi uyarıları:

Kongre Sonrası Teşekkür Yemeği (28 Ekim 2010)

“17 Ekim kongremiz, aynı şekilde tarihi olaylardan biridir. Türkiye’nin ve insanlığın kurtuluşuna açılan kapıdır. Saadet Partisi bu milletin kendisidir, aslıdır, özüdür, kimliğidir, tarihidir, inancıdır. Bundan dolayıdır ki, bu milletin doğal, kalıcı iktidarı Saadet Partisi’dir. Milletimiz her zaman Saadet Partisi’ni aramıştır ve özlemiştir.”

Bozuk düzeni kim mesele yapıyor?

Milliyet-Fikret Bila’nın Yazısı (8 Kasım 2010)

“Şimdi bakın Türkiye’de 61 tane parti var. Peki, bunlar arasında düzeni mesele yapmış bir parti var mı? Saadet Partisi dışında yok. Hepsi düzenin partisidir. Hiçbirinden saadet gelmez. Bu nedenle seçimde hezimete uğrayacaklar.”

Üçüncü Şahlanışı başlatıyoruz

Eyüp Sultan’da 3. Şahlanış Duası ve Seçim Startı (26 Kasım 2010):

“12 Haziran 2011 günü yapılacak olan genel seçimler için 6,5 ay önceden seferberlik ilan ediyoruz, üçüncü şahlanış çalışmalarını buradan başlatıyoruz.

Burası Ebu Eyyub El-Ensari Hazretlerinin dizinin dibidir. Medine-i Münevvere’den gelip Efendimize ilk biat eden Müslüman. Allah onun şefaatinden bizleri ayırmasın. Takriben 6,5 ay sonra, çok önemli bir seçim var. Bu seçimde yok olmayı mı tercih edeceğiz, köle olup, sömürülüp İsrail’e vilayet olmayı mı tercih edeceğiz, yoksa tarihteki şerefli yerimizi mi alacağız?”

6 ay hep beraber gece gündüz Allah’ın yardımıyla çalışacağız. İktidar olacağız, en büyük zaferi kazanacağız ve bu meydanda gelip seçimden sonra şükranlarımızı sunacağız. Rabbimize şükredeceğiz, hamd edeceğiz ve Eyyub Sultan Hazretlerine de tekrar rahmet okuyup, şefaat dileyeceğiz. İşte yaşadığımız bugün böyle tarihi bir gündür. Ve ondan dolayıdır ki biz bu toplantıyı burada, bu tarihi meydanda yapıyoruz.

350 seneden beri Siyonizm, dünya kuruluşlarıyla, dolar denen parasıyla ve işbirlikçi teşkilatlarıyla maddi gücü ele geçirdi ve dünyayı bugünkü gözyaşı, ateş, kan ve savaşın içine getirdi soktu. Şimdi bu seçimle bütün insanlığın kurtuluş savaşını yapmış bulunuyoruz. O sebepten dolayıdır ki büyük bir gayretle çalışmak mecburiyetindeyiz.

Hiç unutmayalım ki bir saadet dünyası geçtiğimiz tarih boyunca olduğu gibi ancak Milli Görüş’le kurulabilir. Milli Görüş’ün dışındaki diğer taklitçi ve işbirlikçi görüşler, yok ortanın sağıymış, soluymuş, muhafazakârmış, şuymuş, buymuş gibi taklitçi görüşlerle insanlığa saadet getirilemez. Bizim bu çalışmamızla yeniden iktidar oluşumuz Mimar Sinan’ın hayatına benzemektedir. Mimar Sinan’ın meşhur sözünü biliyorsunuz; “Ben Şehzade Cami’ini çıraklık döneminde, Süleymaniye Cami’ini kalfalık döneminde, Selimiye’yi ise ustalık zamanımda yaptım” diyor.

Biz de Milli Görüş’ün 41 senelik tarihine baktığımız zaman, Milli Görüş’ün 69’dan 96’ya kadarki döneminde çıraklık dönemini yaptık. MC hükümetleri ve diğer iktidarlar zamanında, ağır sanayi hamleleri ve çeşitli hizmetler yaptık. Fakat bu hizmetler çıraklık dönemi hizmetiydi. 96-97 döneminde kendi hükümetimizi kurduk ve bu hükümetle çeşitli hizmetlerde bulunduk. Bu da kalfalık hizmetleridir. 96 senesinde Adil Düzen’in kokusunu kokladık. Şimdi Adil Düzen’in kendisi geliyor 12 Haziran’dan sonra. Şimdi Selimiye’yi yapmaya geliyor Allah’ın izniyle.

12 Haziran’dan sonra bolluk geliyor, bereket geliyor

“Önce D-8’ler canlanacak. Etrafında 60 tane Müslüman ülke toplanacak. Onun etrafında bütün ezilen ülkeler toplanacak ve yeni bir dünya kurulacak. Bu dünya adil düzene dayanan bir dünya olacak. Böylece insanlığa en büyük hizmeti yapmış olacağız. Ecdadımızın yaptığı gibi.

Neden biz 12 Haziran’da bugünkü yönetimi değiştireceğiz. Çünkü bugünkü yönetim bildiğiniz gibi, evet bizim talebelerimizdi. Ama bunlar arka kapıdan kaçıp top oynayan kimselerdi. Bunu rakip olarak söylüyorum. Hepsi evladımız yerindedir. Kendilerini şahsen severiz. Fakat vatanımızı, milletimizi daha çok seviyoruz. Türkiye gibi tarihin en büyük devleti ve coğrafyanın merkezindeki bir devleti idare etmek yedi tane Allah vergisi ister. Bilgi, tecrübe, hidayet, feraset, dirayet, şuur ve vizyon. Bunlar olmadan da yönetim olmaz.

İşte şimdi 12 Haziran’da yapacağımız iş budur. 8 sene sabrettik, bekledik, olmuyor, olmuyor, olmuyor!…

Maneviyatçı bir Türkiye istiyorsa, Hakkı üstün tutan bir Türkiye istiyorsa, barışı koruyan bir Türkiye istiyorsa, milletiyle vatanıyla bütünlük içinde bir Türkiye istiyorsa, tarihteki şerefli yerini almak istiyorsa, bağımsız, hür, müreffeh, öncü, lider ülke Türkiye istiyorsa; işte Saadet Partisi, işte Milli Görüş! İşte 12 Haziran seçimleri. İşin özeti budur.”

Altımızdan toprak kayıyor!…

Kanal D Arena (30 Kasım 2010)

“Bu AKP’liler bizim evlatlarımız, çocuklarımızdır. Kendilerini şahsen severiz. Ancak, yanlış bir yola sapmışlardır. İyi niyetle, Türkiye’yi idare ederiz, hevesine kapılmışlardır. Türkiye’nin idaresini istemek yetmez, hizmet etmek gerekir. Ülkenin yönetimi için, Allah vergisi olan şu 7 şeye ihtiyaç vardır: Bilgi, tecrübe, hidayet, feraset, dirayet, şuur ve vizyon.

Toprak kayıyor, herkes görmese de ben görüyorum. Bunlar nasihat dinlememiştir, onun için yetkiyi ellerinden almamız gerekiyor!”

AKP sürüklenen yaprak

NTV röportajı (8 Aralık 2010)

“Siyonizm propaganda yapıyor. AKP’ye oy vermezseniz Halk Partisi çıkar. Siyonizm medya ve bütün bankaları satın almıştır. Toleransı arttırmıştır. Halk oyunu buna versin diye danışıklı dövüş yapıyor Siyonistler. Burada AKP’nin kendisi sürüklenen yapraktan ibarettir. Ne yaptığını bilmiyorlar, belki bilerek hata yapmazlar, fakat bilmeden İsrail’e alet oluyorlar. ‘Bana çat’ diyor. ‘One minute’ de diyor İsrail. ‘Suriye ile vizeleri kaldır, Müslümanlarla ilişki içinde gözük’ diyorlar. Maneviyatçı insanlarımızın oyunun AKP’ye gitmesini sağlıyorlar.”

AKP yöneticileri evlatlarımızdır ama…

“Milli Görüş İktidarı; Niçin ve Nasıl?” ESAM Konferansı (10 Aralık 2010)

“Bugünkü iktidarda olan AKP, bunlara aferin deyin, siz de şereflenin diyorlar. İyi niyetlerinden, yaptıkları şeyleri memlekete ve millete iyilik olsun diye yaptıklarından eminim, hiçbir şüphem yoktur. Bilerek memlekete kötülük yapmak istemezler. Fakat bu iyi niyetlerine rağmen politikaları yanlıştır. Dolayısıyla vatan ve millet sevgimiz, bunlara aferin demek yerine yanlış olduklarını söylemek vazifesini yerine getirmemizi bize bir vecibe kılmaktadır. Türkiye’de toprak kayarken biz nasıl seyirci oluruz? Vatan bölünürken, insanlar işsizlikten kıvranırken, milyonlar geçim sıkıntısı çekerken, biz nasıl aferin deriz. Böyle şey mi olur? Bunun için şefkatle kendilerine nasihat ediyorum. Nasihati dinlemiyor. Neden? Hidayeti kararmış.

Siyonizm, son 350 yıldır demokratur diye bir sistem bulup ülkeleri kontrol altına almıştır. Köşe yazarları, basın, sermaye, bankalar ve milli sermayeyi ele geçirmiş. İstediği partiyi seçtirip, sonra sen seçtin diyor. Demokrasi değil demokratur. Efendim AKP’ye bak sen, yüzde 45 oy alıyor. Sen kimi alkışlıyorsun? Onun rejisörü olan Yahudi’yi. Yahudi yapıyor o işi. Öbürünün haberi yok. Su pompasının üzerine oturmuş. Yahudi şişiriyor, yukarı çıkarıyor. Çıkınca, ben çıktım deyip yukarıdan bakıyor. Kendinin bir şey yaptığını sanıyor. Kendisi su üzerinde bir yaprak. Keramet, pompacıda. Pompacı kim, Siyonizm.”

Şimdi bütün bu sözlerin ve serzenişlerin, “ülkemizi parçalamaya ve altımızdaki vatan toprağını kaydırmaya alet olan AKP’yi uyarmak ve onun tahribatlarına karşı mutlaka önlem almak” için değil de;

“AKP’liler de bizim evlatlarımız ve devamımızdır. Onun desteklenmesi bizim davamıza bir katkıdır” mesajı vermek üzere sarf edildiğini çıkarmak için; bir insanın ya “süper alık” veya “sinsi münafık” olması gerekir.

Başbakan “demokrasi kazandı” diyordu, kendine sunulan(!) balkonundan… Oysa, Erbakan Hoca’nın dediği gibi, kazanan da, kazandıran da Siyonist odaklardı.

Savaş Süzal Yeniçağ gazetesindeki (08 Mart 2011) tarihli yazısında “ABD Seçim Sonuçlarını Şimdiden Biliyor” başlıklı bir yazı yazmıştı. O yazıda;

“Hatırlarsanız geçmiş ve gelecek seçimler için kuşku duyduğumu yazmıştım. Washington’da geçenlerde bu konuda tüylerimi diken diken eden ve kuşkularımı doğrulayan bazı duyumlar aldım. Kaynağım Amerikalı bazı yetkililer. Wikileaks falan değil. Bir vesile ile söylediklerinin bende kalacağından emin olan, Amerikalı bazı üst düzey yetkilileri ile yakın bir tarihte yaptığımız bir sohbet sırasında duyduklarım beni dehşete düşürdü. Konumuz yaklaşan seçimlerdi. Amerikalılar öylesine emin ki kankaları Erdoğan’ın seçimi kazanacağını, hem de büyük fark atacağını söylüyorlardı. Hele hele hiç şans tanımadılar kaybetme olayına. Ben alternatiflere değindikçe kabullenmediler, bıyık altından da güldüler. Yalnız bu sözlerinin temelinde yaptırdıkları bir kamuoyu yoklaması mı var, yoksa bildikleri başka bir şey mi? Bilemiyorum. Düşünün seçime yaklaşık üç ay var ve Erdoğan’ın Amerikalı ağabeyleri Türk halkının nasıl ve kime oy atacağından çok emin. Daha halk sandık başına gitmeden seçimler için emin olmak, nasıl bir oyun acaba?

Ama onların en ufak tereddüt duymadan yaptıkları açıklamalar, Türk halkı için bence felaket habercisi. Zira, eğer ABD işbaşına getirdiği Erdoğan’ı bir dönem daha Türkiye’nin başında tutacaksa, anlaşılan ülkemin başına gelecek inanılmaz kötü şeyler var demektir. Bunların başında Türkiye’nin bölünmesinden tutun da bir katilin Meclis’e girmesine kadar bir dizi felaketi sayabiliriz. Hoş, ne yani memleketi hırsızlarla katiller paylaşırsa ne olurmuş da diyebilirsiniz?” diyordu.

Sandığa umut bağlayanları uyarmıştık. Küresel güçlerin 3. paylaşım savaşının kilit noktası olan Türkiye’yi kendi seçimine bırakacağını mı sanıyordunuz? SEÇSİS seçim sisteminde niye bu kadar diretildiğini bazıları hâlâ anlamıyordu.

Siyonist stratejist Henry Barkey Amerika’dan seçim sonuçlarını yorumlamıştı. Mesajları gayet açıktı. Diyor ki:

a) “AKP %50 civarında oy almasına rağmen milletvekili sayısı azaldı. Bu iyidir. Daha uzlaşmacı olacaktır.”

Tercümesi: “Daha uzlaşmacı ol, toplumda biriken gazı al. Uzlaşmaz bir tutumla istediğimiz yeni anayasayı yapamazsın. Ve gizli görevini tamamlamış sayılmazsın!”

b) CHP beklenen oyu alamadı. Sebebi Silivri sanıklarını aday olarak göstermesidir. Kendini anlatmak yerine sanıkları aday göstermesini halka anlatmakla zaman geçirdi. Halk bu durumdan hoşlanmadı.”

Tercümesi: “Bizim AKP’ye verdiğimiz ve Türkiye’nin bölünmesini hedeflediğimiz projeleri engellemeye kalkmanın cezasız kalacağını mı sandın? Halk (gerçekte Amerika) bu durumdan hoşlanmadı.”

c) “BDP aldığı oy ile Kürtlerin temsilcisi olduğunu ispat etmiştir.”

Tercümesi: “Hani siz BDP yüzde kaç oy alıyor ki de Kürtleri temsil ettiğini söylüyor diyordunuz. İşte, aldığı (aldırdığımız) oyla Kürtlerin Temsilcisi yaptık. Artık PKK’nın siyasi kanadı Kürtleri temsil ediyor. Sonuçlarına hazır ve özerk Kürdistan’a razı olun.”

d) “Yapılacak yeni anayasa uzlaşmayla yapılmalı ve son anayasa olmalı.”

Tercümesi: “Yeni anayasayı istediğimiz gibi çıkartın. Bu anayasa son anayasanız olacak. Çünkü benim istediğim biçimde yazılacak ve T.C. fiilen tarihe karışacak.”

Anlaşılan Amerika acele ediyor ve Barkey üzerinden seçtirdiklerinden DİYETİNİ istiyordu![3]

İyi de İlahi kader ve adalet hep unutulmaktaydı. Oysa Amerika’nın bir hesabı varsa, elbette Allah’ın da bir hesabı vardı.

Ya “AKP iktidar olmalı… Ki, yarattığı canavar onu yesin ve önümüzdeki süreçte henüz ikinci yılını tamamlayamadan kriz ve kaosların altında kalıp, tarihten silinsin” isteniyorsa!?

Bilderberg hangi partilere arka çıkmıştı?

Türkiye 12 Haziran Pazar günü yapılacak seçimlere kilitlenince, küresel faizci düzenin baronlarının ve Siyonist patronların yıllık toplantısı da arada kaynamıştı. Bilderbergciler 9-12 Haziran tarihlerinde İsviçre’nin güneydoğusundaki St. Moritz kentinde toplanmıştı.

Her yıl ülkemizden en az 5-6 iş adamı-gazeteci-siyasetçinin de katıldığı bu toplantıların bu yılki bölümünde Türkiye’deki seçimler ve sonrasıyla ilgili konuşmalar yapılmıştı. Toplantıya Türkiye’den kimlerin katılacağı saklanmıştı, ancak iktidar partisinin yanı sıra muhalefetteki CHP’den de bir ismin çağrılacağı kulislere yansımıştı. Zira, Financial Times’dan öğrendiğimize göre küresel tefeciler yeni bir AKP iktidarı ve güçlü bir muhalefet istiyordu.

Gazetede çıkan yazı bir anlamda Rockefeller’in başını çektiği tefecilerin Türkiye’de nasıl bir siyasi tablo istediğini gösteriyordu. Gazetenin “İktidar AKP ve güçlü CHP” temennisi şu anlama geliyor: “AKP başta bulunduğu 9 sene boyunca küresel düzene uyum sağladı. Ancak kazara bir yanlışlık yapma ihtimaline karşı CHP’nin de yedekte güçlü bir şekilde durması gerekiyordu.”

Bilderberg hem AKP’yi hem de CHP’yi tutuyor ve milletimiz hâlâ “Aman AKP’ye oy vermezsek, CHP gelir” diye korkutuluyordu. Bunun sebebi hikmetini en iyi Zaman Yazarı Fehmi Koru biliyordu.

Ama sandıktan çözümsüzlük çıkmıştı!

Türkiye AKP’yi yüzde 49,9 oyla tekrar iktidara taşıdı. Ancak çıkardığı milletvekili sayısı AKP’nin gündemindeki ilk madde olan anayasa değişikliğine yetmiyordu. BDP’den destek alması gereken AKP’nin oylarının Yeni CHP ve MHP sayesinde arttığı ifade ediliyordu. El-azizcilerin de korktuğu başlarına geliyor, AKP tek başına anayasayı yapacak güce erişemiyordu.

Oysa bu neticeyi ABD ve Yahudi Lobileri planlıyor, BOP kapsamında Türkiye’nin bölünmesinin yolunu açacak yeni Anayasayı, BDP ile birlikte yapmaya AKP’yi mecbur bırakıyordu. Ve tabi ABD de, AKP de mukadder akıbetlerine ve hezimet günlerine doğru hızla yaklaşıyordu.

Milli Görüşçülerin tarihi sorumlulukları:

1- İnancımız ve çağdaş ihtiyaçlarımız doğrultusunda Erbakan Hoca’nın isabetli yorumları ve uygulamalarıyla oluşan MİLLİ GÖRÜŞ düşüncesine MİLLİ ÇÖZÜM PROJELERİNE ve ADİL DÜZEN’e; ülkemizin, İslam ve insanlık âleminin çok acil ihtiyacı vardır.

2- Milli Görüş’ün tek adresi olan Saadet Partisi’nin, bugün düşürüldüğü acziyet ve hezimetin asıl sorumluları olan; artık ne kamuoyunda ne de tabanımızda kendilerine asla güven duyulmayan kişi ve ekiplerden kurtulması mutlaka lazımdır.

3- Aziz Hocamızın daha sağlığında iken, hem Numan Kurtulmuş’un yerine, hem Recai Kutan Bey’in yerine Saadet Partisi Genel Başkanlığına teklif buyurduğu, ama kendisinin tevazu ve teslimiyetinden dolayı uzak durduğu ve o makama Erbakan Hocamızı layık bulduğu bilinen ve yine vefatından kısa bir süre önce “kendisinin aramızdan ayrılması durumunda Genel Başkan yapılması ve etrafında toplanılması için” nasihat ve talimat verdiğine Recai Kutan Bey ve benzeri şahsiyetlerce şahadet edilen bilgili, birikimli ve en azından samimi ve seviyeli bir beyefendiye destek verilmesi; Hocamıza ve davamıza vefamızın, ülkemiz ve milletimize hizmet aşkımızın bir gereği ve görevi sayılmalıdır.

4- Aziz Hocamızın evladı olması nedeniyle kendisine duyulan sevgi ve saygının gerektirdiği sadakati maalesef gösteremeyen Sn. Fatih Erbakan Bey’in de, Mart 2011 Ankara Anadolu Otel’de söylediği: “Rahmetli Babamızın ve Hocamızın vasiyet ve tavsiyesine aykırı olarak, Yüksek İstişare Heyeti ve partimizin yetkili birimleriyle görüşülüp, üzerinde mutabakata varılmadan birilerinin kendisini Yeni Lider ilan ettirme gayretleri yanlıştır ve böylesi şahsi kaprislere kapılmamalıdır” anlamındaki uyarılarının muhatabı olan Oğuzhan Asiltürk ve ekibinin,

• Şimdi taşıdığı şerefli soyadından dolayı kendisini öne çıkarıp yararlanmak heveslerine asla alet olmayacağı umutlarını boşa çıkarmıştı.

• Fatih Bey’in taşıdığı tarihi ve vicdani sorumluluğun gereğini yapacağı, bizzat Hocamızın tavsiye ve tayin ettiği Sn. Mustafa Kamalak Bey’in yanında ve tabi yetkili bir pozisyonda, biraz daha deneyim ve donanım sahibi olarak mutlu geleceğe hazırlanması en hayırlı olanıydı, ama yapamamış ve yalpalamıştı.

5- Camiamızda hizmet ve samimiyetle sivrilip sevilen, başından beri davamıza ve Hocamıza sadakat gösteren, çok değişik ve etkili kesimlerde de saygı gösterilip güvenilen; ama maalesef partimize çöreklenmiş malum kişilerce sürekli dışlanıp-suçlanıp itilen, ilim ve itibar ehli kadroların da yeniden devreye sokulmasının ve hizmetlere kuvvet ve katkı sağlanmasının da tam zamanıydı, ama başarılamamıştı.

6- Sn. Mustafa Kamalak’ın, Muhterem Recai Kutan Bey gibi, kendilerine itimat ve itibar edilen dava kurmaylarımızla kesinlikle irtibat halinde olması, önemli açıklamalarını onların da hazır bulunduğu ortamlarda yapması daha inandırıcı ve toparlayıcı olacaktı, ama bu konuda beklenen duyarlılık ve tutarlılık ortaya konulamamıştı.

7- Türkiye’miz, maalesef BOP çerçevesinde, resmen olmasa da, fikren ve fiilen bölünme aşamasına gelip dayanmıştı. Milli vicdanın ve sorumluluk taşıyanların bu talihsiz gidişata fırsat vermeyeceği, ama stratejik bir sabırla şartların olgunlaşmasının beklendiği hesaba katılmalıydı. Maalesef basiretsiz ve gayri milli politikalar sonucu Türkiye’de siyaset ve Meclis tıkanma noktasına gelip dayanmış, hatta devre dışı bırakılmıştı. Bazı muhtemel ve mutlu gelişmeler sonucu, sadık ve sağlam ellerdeki bir Saadet Partisi’nin, kendi partilerinden kopan milletvekilleri için sığınılacak bir liman konumunda olacak, tarihi ve talihli hizmetlere merkezlik yapacak potansiyeli de boşa harcanmıştı.

8- Şevket Kazan 14 Temmuz 2010 tarihinde Star TV’de gözyaşı dökerek yaptığı konuşmada:

“Biz gidiyoruz yav… Biz ömrümüzün sonuna gelmişiz. Numan Bey’e kolaylık sağlıyoruz, Numan Bey’e zemin hazırlıyoruz, Numan Bey’in Türkiye çapında değil, dünya çapında bir lider olması için çırpınıyoruz, çırpınıyoruz yav… Ama bunu kendisinin anlamaması bizi fevkalade üzüyor…” diyerek ayarını ve amacını açığa vurmuşlardı. Oysa aynı Numan Kurtulmuş hakkında Erbakan Hocamızın söyledikleri ortadaydı ve zaten Saadet Partisi GİK üyesi ve Oğuzhan Asiltürk ekibinden Abdulvahap Ekinci’nin Elazığ Saadet Partisi İl Binasındaki toplantıda 100 kişinin huzurunda yaptığı konuşmada:

“Erbakan Hoca’nın Numan Kurtulmuş’un Genel Başkan olmasını istemediğini, ancak teşkilatların Numan Kurtulmuş Genel Başkan olsun isteklerine müdahale etmediğini bildiğini”, bütün katılımcıların önünde açıklamıştı.

Tabi bu açıklamayı; “Numan Kurtulmuş’un gerçek niyeti ve mahiyeti ortaya çıktıktan sonra sırf partililere hava olsun diye söyledikleri ve niçin bunları daha önce dile getirmedikleri ve hele Oğuzhan Asiltürk ve Şevket Kazan’ın neden Numan’ın Genel Başkanlığına yardım ettikleri ve iki yıl boyunca onca tahribatına rağmen, asla tenkit ve ikaz etmedikleri” de soru işaretleri oluşturuyor ve kafa karıştırıyordu.

Abdulvahap Ekinci’nin; Numan Kurtulmuş’un Genel Başkanlığını Erbakan Hoca’nın istemediğini bilmesi, bu durumun GİK üyesi çoğu kişi tarafından da bilindiğini gösterdiği halde ve tabi Şevket Kazan’ın bundan haberinin olmaması mümkün olmadığına göre, Şevket Kazan’ın Star TV’de “Biz Numan Bey’in Türkiye çapında değil, dünya çapında bir lider olması için çırpınıyoruz” demesi üzerinde durmak gerekiyordu. Acaba Şevket Kazan, “BİZ” dediği hangi kesim ve kişilerle Numan Kurtulmuş’u sadece Türkiye değil, hatta dünya çapında bir lider yapmaya ve Milli Görüş’ü rayından saptırmaya çalışıyordu? Öyle ya Erbakan Hoca Numan’a soğuk baktığına göre Şevket Bey’in “BİZ” dediği hangi gizli ve kirli kesimler oluyordu?

İşte, Sn. Fatih Erbakan Bey’in böylesine dava samimiyetine aykırı ve kuşku uyandırıp kafa karıştırıcı davranışları artık kesinleşen ve haklı olarak şüphe edilen Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk’le en başından itibaren samimi, seviyeli ve cesaretli bir siyasi mücadele başlatması gerekirken, bunu yapacak çapta olmadığının anlaşılması pek çok insanımızı hayal kırıklığına uğratmıştı.

Sonuç:

“… (Sonunda) azmettiğin zaman, artık Allah’a tevekkül edip (hayırlı işe giriş)…” (Al-i İmran: 159)

Ayetinde emrolunduğu gibi, Allah’ın rızası ve insanların huzur ve hatırı yolunda, haklı ve hayırlı bir niyet ve gayretle, her türlü hazırlığını yapıp, sonunda başarı için sadece Allah’a güvenmek, mü’minlerin şiarıdır.


[1] 14.06.2009 / haberler

[2] 12.06.2011 / Yeniçağ

[3] Z_eucar@yahoo.com.tr

 

 
0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Abdullah AKGÜL

Abdullah AKGÜL

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx