YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
660663dfed172
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 5 8 8
Bugün : 10345
Dün : 16551
Bu ay : 405553
Geçen ay : 338123
Toplam : 22731503
IP'niz : 44.210.237.223

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Hasan Ünal, seçim öncesinede önemli bir hatırlatma yapmış ve şu başlığı atmıştı:

"Krizin ayak sesleri"

Anayasa Mahkemesi'nin aldığı karar yeni bir krizin habercisi olabilir. Bu kararla cumhurbaşkanlığı seçimi iyice çıkmaza girebilir. AKP'nin ısrarı nedeniyle cumhurbaşkanı seçilememesi üzerine başlayan kriz yılsonuna hatta 2008 başlarına kadar sürüp gidebilir.

 

Anayasa Mahkemesi'nin 6/5 ile aldığı karar Mahkeme hakkında son aylarda ileri geri laf söyleyenlerin özür dilemesini gerektiren cinsten. Çünkü bir yandan AKP'liler öbür yandan da liboş takımı Mahkeme'nin 367 konusunda bir önce verdiği kararı tamamen TSK'nın zorlamasıyla aldığını söylüyorlar ya da ima ediyorlardı.

Mahkeme'nin CHP ve Cumhurbaşkanı Sezer tarafından yapılan itiraz başvurularını beşe karşı altı oy ile reddetmesi üzerine bu kişilerin aslında gerek Mahkeme'den gerekse Türk kamuoyundan özür dilemeleri gerekir; ancak şu ana kadar böyle bir şey görmedik. Beni arayan yabancı basın mensuplarındaki şaşkınlık da burada anmaya değer derecede. Sadece liboş takımıyla konuşan yabancı basın mensupları Mahkeme'nin TSK'nın vesayetinde olduğu görüşüne kendilerini o derece kaptırmışlar ki, karar karşısında ne diyeceklerine karar veremediler.

22 Temmuz'da yapılan Milletvekili seçiminin ardından Ağustos ayında yeni Meclis teşekkül etmiş. Meclis Başkanı'nı (Köksal Toptan) seçmiş Meclis başkanlık divanının oluşturulmuş. Danışma kurulu cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili olarak bir takvim hazırlayarak bu takvimin bir ay içinde sonuçlandırılması lazım.

Yani Meclis başkanının 10.08.2007 tarihinden itibaren bir ay içerisinde cumhurbaşkanının seçilmesi gerekiyor; aksi takdirde, hala mevcut anayasa hükümleri yürürlükte olduğundan, Meclis cumhurbaşkanını seçemediğinden dolayı kendini feshetmiş olacak. Yani yeniden genel seçimlere gidilecektir.

AKP süreci bu denli zorlar mı? Geçmiş tecrübeler zorlayabileyeceğini gösteriyor. Meclis Başkanı Arınç'ın açıklamaları da böyle bir zorlama ihtimalini akla getiriyor. Buna karşılık Başbakan Erdoğan ve Bakan Gül son günlerde yaptıkları açıklamalarla cumhurbaşkanı seçiminde uzlaşma yoluna gidebileceklerini ifade ediyorlar. Uzlaşma demek Meclis'de temsil kabiliyeti elde edecek olan partilerle uzlaşma demek olduğuna göre, acaba başta CHP ve MHP cumhurbaşkanının AKP'den biri olmaması ve hatta Meclis dışından bir cumhurbaşkanı adayı konusunda uzlaşma sağlayabilecekler mi?

Bunlar şimdilik meçhul. Eğer uzlaşma sağlanamaz ve 21 Ekim'de yapılacak referandum beklenirse Türkiye bir kaosa sürüklenebilir. Anayasa Mahkemesi'nin yapılan itirazları reddetmesi, anayasa değişikliği paketinin kabul edildiği anlamına gelmiyor. 21 Ekim'de yapılacak referandumda halk değişikliklere onay verirse o takdirde cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin önü açılacak. O zaman da Aralık veya Ocak ayında cumhurbaşkanlığı seçimleri için yeniden sandığa gidilmesi gerekecek.

Meclis'in cumhurbaşkanı seçmesi yukarıda izah edilen senaryolardan biri doğrultusunda gerçekleşmezse, o zaman önce 21 Ekim referandumu ardından da Aralık veya Ocak aylarında cumhurbaşkanlığı seçimi için yeniden sandığa gideceğiz… Bu aylar Türk dış politikası açısından en kritik gelişmelerin yaşanmasının muhtemel olduğu bir dönemdir. Barzani-Talabani ikilisi tam da bu dönemde Kerkük referandumunu zorlayacaklar ve Bush'un İran'a karşı hava harekâtı konusu bu aylarda muhtemelen gerçekleşecektir. Biz de o günlerde cumhurbaşkanlığı tartışmasına gömülmüş olacağız… Hayırlısı olur inşaallah…76[1]

Başbakanın son aklı: Uzlaşma arayacakmış! 

AKP Genel Başkanı Erdoğan seçimden sonra Cumhurbaşkanı seçebilmek için uzlaşma arayacağını ve muhalefet partilerine alternatifli liste sunacağını söylüyordu!.

Seçimlerde kendisinin birinci parti çıkmasından sonra tek başına iktidara gelen ve Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilen R.T.Erdoğan kendisini bile şaşırtan sonuçlar ortaya çıktıktan sonra yine uzlaşmadan bahsediyordu. Ama şimdi, seçim öncesi duruma tekrar dönülmüştür. Acaba! milleti meydanlara döken BOP'un eş Başkan yardımcısı olan Abdullah GÜL'ü tekrar Cumhurbaşkanı adayı gösterilecek mi ?

Ne diyelim!

Sabah şerifler hayrola demek herhalde en güzeli!

Elinde imkân varken bunu kullanamayan, uzlaşma lafını telaffuz etmekten bile çekinen ve ülkeyi durduk yerde bir siyasi bunalımın içine iten Erdoğan'a başka ne denebilir ki!

"Uzlaşma gerekli idiyse ülkeyi siyasi bunalımın içine itmeden önce aklın neredeydi?" diye sormazlar mı adama?

Yoksa bu siyasi bunalımlar bazı çevrelerce iddia edildiği gibi parti içindeki kimi rakiplerini tasfiye etmek için mi çıkarılmıştı?

Öyle görünüyor ki, Abdullah Gül ismi etrafındaki söylentiler sıradan bir spekülasyondan ibaretmiş!

Evet, şimdi uzlaşma arayacağım denildiğine göre geçmişte bu iş bilerek yapılmayarak parti içindeki önemli bir ismin yıpranmasına göz yumulmuş!

İş işten geçtikten sonra AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın uzlaşma arayışı içine gireceğini açıklaması AKP içinde ne kadar tartışılsa yeridir!

Bugün ifade ettiği uzlaşma arayışını bir süre önce göstermiş olsaydı bugün Türkiye Cumhurbaşkanını seçmiş bir ülke olarak genel seçimlere gidiyor olacaktı!

Ama o zaman Erdoğan ve partisi, mağdurları oynayamayacaktı!

Hakları yenmiş mazlum ve masumlar gibi davranamayacaklardı!

Büyük kitleleri bu propagandanın esiri haline getirip oylarını alamayacaklardı.

AKP'ye sırt çevirecek yüz binlerce insanın akıllarını bu yöntemle çelmeyi başaramayacaklardı.

Uzlaşma yerine çatışma ve sürtüşmeyi tercih ederek mağdurları oynamak ve ardından yeniden iktidar olurlarsa uzlaşma arayacağını açıklamak aslında AKP kadrolarını çok çok aşan bir politika olarak karşımızda duruyor.

Bu senaryoyu kim kaleme alıyorsa belli ki çok hesaplı kitaplı(!) biri!

Bir sonraki adımda neler olacağını hesaplayarak politika geliştiriyor!"77[2]

Yasemin Çongar: "İkinci büyük Irak pazarlığı" yazısında, ABD ve İsrail'in kaos beklentilerini, kendi endişeleri gibi yansıtıyordu.

"AKP, 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra hükümeti kurduğunda, karşısında Irak'a savaş açmaya niyetli bir Washington bulmuştu. Bu durum, çiçeği burnundaki hükümeti, kritik bir pazarlık sürecine apar topar itiverdi. Sadece Türk-Amerikan ilişkilerini ve bölgesel dinamikleri değil, Türkiye'nin güvenliğini, iç barışını ve iktidar dengelerini de ilgilendiren bu sürecin tortularını bugün hala siyasi hayatımızın merkezinde hissediyoruz.

Şimdi, yaklaşık beş yıl sonra, 22 Temmuz seçimlerinin işbaşına getireceği yeni hükümet, bu kez Irak'tan çıkmanın yolunu arayan bir Washington ile karşı karşıya kalacağa benziyor.

Anketlerin yansıttığı tablo sandıkta gerçekleşti ve yeni hükümeti de AKP kurdu diyelim. Bu hükümeti, toplumun 27 Nisan ertesinde iyice billurlaşan daha fazla özgürlük, adalet ve şeffaflık talebini karşılayacak bir demokratik gündemi hayata geçirmek ve cumhurbaşkanlığı seçimini, bu gündemi tıkamayacak şekilde gerçekleştirmek gibi hayli zor bir görev bekliyor.

Diğer yandan da, Irak konusunda, Türkiye'nin sadece dış politikasını değil, güvenliğini ve barışını da ilgilendiren kritik bir süreç başlıyor. Üstelik, Irak'la ilgili yeni karar ve olası pazarlık, 2002-2003 dönemindekine benzer şekilde, yine Türkiye'deki iktidar mücadelesinden etkilenmeye aday.

Bu, ikinci büyük Irak pazarlığına ilişkin ipuçları, New York Times'ın başyazısında yer aldı.

Bush yönetimine'daha fazla oyalanmadan Irak'ı terk et' çağrısı yapan başyazı, Amerikan toplumundaki hakim beklentiyi yansıtmanın ötesinde, ciddi bir muhasebeye dayanıyor. Bu muhasebe, hem ABD'nin çekilmesinin Irak'ta daha kanlı ve kaotik bir ortama, bölgede ise ciddi kargaşaya yol açabileceğini görüyor, ama hem de, Amerikan askeri varlığının sürmesinin, Irak'taki durumu artık asla iyileştiremeyeceğini kabulleniyor.

New York Times'ın yaklaşımı, ABD Kongresi'nde sadece Demokratların değil, Cumhuriyetçilerin de giderek genişleyen bir kesimi tarafından paylaşılıyor.

Ayrıca Bush yönetimi, Irak'taki 'ilerleme' konusunda, gelecek hafta Kongre'ye bir ara rapor sunmakla, 15 Eylül'e kadar da çok daha kapsamlı ve bir anlamda 'nihai' değerlendirme yapmakla yükümlü bulunuyor.

Bu raporlara yansıyacak Irak tablosunun, Kongre'nin asgari beklentilerini karşılamaması ve yılbaşında alınıp uygulanan kuvvet artırımı kararının işe yaramadığı izlenimini yaratması kuvvetle muhtemel görünüyor. Bu durumda, Washington'un, Irak'tan çıkmanın yolunu aramaya başlamasını ve bu arayışın, New York Times'ın işaret ettiği türden bir Türkiye boyutu taşımasın bekleniyor!

2002 sonu ve 2003 başında, ABD askerlerinin Türkiye üzerinden Irak'a saldırması talebiyle karşı karşıya kalan AKP, 2007 sonu ve 2008 başında, bu kez belki de, Irak'taki askerlerini Türkiye üzerinden geri çekmek isteyen bir Washington'a cevap arayacak.

New York Times'ın şu satırları önemli:

"ABD, Irak'ın kuzeyindeki Kürt topraklarını, çıkışa yönelik hazırlıklar için güvenlikli bir alan olarak kullanmanın yolunu aramalıdır. Türkiye'nin üslerini ve limanlarını kullanabilmek de, geri çekilmenin daha hızlı ve güvenli olmasını sağlayacaktır. Türkiye, savaşta, her zaman aynı kararlılığı göstermeyen bir müttefik oldu, ancak diğer ülkeler gibi o da, savaş sonrasının yüküne omuz vermenin kendi çıkarına olduğunu anlamalıdır."

Kısacası, ABD'nin Irak'tan çekilmesinin olası mekaniği, Ankara ile Washington arasında yeni bir pazarlığı ima ediyor. Ancak bu, Türkiye'nin üs ve limanlarının kullanımıyla sınırlı bir pazarlık olmayacaktır.

Bir yandan, başyazının devamında da değinildiği gibi, Washington açısından, Irak Kürdistanı'nda üs kurma ve Türk ordusunun bölgeye girmesine engel olma sıkıntıları..

Öte yandan, Türkiye'nin 'hayati' çıkar ve beklentileri söz konusu:

ABD'nin çekilmesi ardından, Irak'ta iç savaşın yayılarak sınırlarımıza dayanma olasılığı… Sünni-Şii çatışmasına, Kürt-Arap, Kürt-Türkmen çatışmasının katılması… Kerkük'ün statüsünün böyle bir çatışmayı hızlandırmayacak şekilde oluşturulması… Ve tabii, buradaki PKK varlığına resmiyet kazandırılması…

Bunları içerecek bir Irak pazarlığı, Türkiye için, 1 Mart 2003 öncesindeki pazarlıktan daha kritik gözüküyor.

İşin bu noktaya gelebileceğini hesaplayan bazı ABD'li uzmanlar, 'ABD sonrası Irak'ın şekillenmesinde, Ankara'nın Washington'la, Bağdat'la ve Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti ile işbirliğini içerecek bir 'büyük pazarlığın' hazırlığını nicedir yapıyor.

Seçimlerden sonra yeni hükümeti kurmaya en yakın parti olan AKP'nin de, benzer bir zihinsel hazırlık içinde olması dikkatlerden kaçmıyor.

Zira Türkiye için Irak, hiçbir zaman Irak'tan ibaret değil. Sınırlarımızın ötesi, sınırlarımızın içini de etkiliyor. Güvenlik meselesi, sadece güvenliğimizi değil, 22 Temmuz sandığının asıl konusu olan ülkemizin kaderini de ilgilendiriyor.78[3]

Ve aynı günkü Milliyet'te Semih İdiz: "Sınır ötesi operasyon kolay mı?" diye soruyor ve Milli Türkiye'yi ve askerimizi korkutmaya çalışıyordu:

"Türkiye'nin Kuzey Irak'taki PKK'ya karşı bir operasyon yapması için gereken koşullar mevcuttur. BM Şartı'nın 51'inci maddesi, Güvenlik Konseyi tedbir alana kadar saldırıya uğrayan ülkelerin her türlü adımı atabileceklerini belirtiyor. İlgili tezkere de Meclis'ten geçti mi, yasal altyapı tamamlanmış olacaktır.

Peki, her şeyin kâğıt üzerinde yerine oturması bir operasyonun rahatlıkla yapılabileceği ve başarıya ulaşacağı anlamına geliyor mu? Bunun tek yanıtı "hayır"dır. Önce işin "uluslararası boyutu" var.

Türkiye Kıbrıs'a yasal açıdan haklı olarak girdi. Ancak bu, BM tarafından "işgalci" ilan edilmesini engelleyemedi. Bu tanım hâlâ sürmektedir ve Türkiye Kıbrıs konusunda yalnızdır.

'Barışçıl yollar tüketilmemiş"miş!..

Bugün de Kuzey Irak'taki PKK varlığı konusunda Türkiye'nin tüm barışçıl yolları tüketmediğine dair bir kanı var. Iraklı Kürtler de zaten uluslararası platformlarda buna oynuyorlar.

Iraklı Şiilerin sınır ötesi operasyon halinde Kürtlerin yanında duracaklarını açıklamaları ise Türkiye'nin sorununun sadece Batı ile olmayacağını gösteriyor. Ankara'nın bunları ciddiye alması tabii ki gerekmez.

Hayati bir saldırıyla karşı karşıya olduğuna inanan ve askeri açıdan güçlü olan bir ülkenin, gerekli yasal zemin dahi olmadan, tek taraflı olarak müdahale hakkını her zaman kullanacağını ABD'nin Irak müdahalesi gösterdi.

İşte bu noktada ikinci soru devreye giriyor. Yani, böyle bir operasyondan istenen sonucun alınabileceği kesin mi? Her şeyden önce bir operasyon yapılacaksa, bu, bizde olduğu gibi, borazanla ilan edilmez.

Operasyonun sonuçları iyi belirlenmeliymiş!..

İsrail'in geçmişte sık sık başarıyla yaptığı gibi, "beklenmedik" bir şekilde ve önceden iyi belirlenmiş hedeflere karşı "acıtmak" amacıyla yapılır. Kandil çoktan boşaltıldığına göre, söz konusu operasyonun vurucu timleri tarafından Erbil ve Süleymaniye gibi kentlere dağılmış olan PKK'lılara karşı yapılması gerekecektir.

Bu ise peşmergeler ile ABD unsurlarının, hatta Erbil'deki Koreli birlik gibi başka ülkelerin askerlerinin konuşlu oldukları yerlerde operasyon anlamına gelmektedir.

Söz konusu operasyonun Mahmur kampına karşı yapılması ise başka bir zorluk içermektedir. Zira bu kamp şu anda "BM mülteci kampı" statüsündedir.

İşin ciddiye alınmasını gerektiren bir başka boyutu daha var ki buna birçok analist de işaret ediyor. Bu da ilk etapta, bir sınır ötesi operasyon çerçevesinde PKK unsurlarının Türkiye'deki kanlı saldırılarını artırmaları ve Türk-Kürt ayrışmasını hızlandırmaları sorunudur.

Yaraları kanatmaktan çekinmeliymiş!..

İkinci etaptaysa, Kuzey Irak'ta son günlerde yüzlerce masum insanın ölümüne neden olan El Kaide türü örgütlerden gelecek olan risktir. Bu örgütlerin yalnız Irak'ta değil, tüm bölgedeki ortamı iyice germek için TSK'yı da hedef tahtalarına yerleştirmeleri olasılığı yüksektir.

Hükümetin ve askeri kanadın en yetkili isimleri sınır ötesi operasyon konusunda "her türlü planın yapıldığını ve her olasılığın düşünüldüğünü" belirtiyorlar. Umarız öyledir. Çünkü burada "asimetrik bir mücadele" söz konusudur.

Bu nedenle de başarıya ulaşamadan zaten kanayan birkaç yarayı birden daha da kanatma riski göz ardı edilemeyecek düzeydedir"79[4] diyerek Amerika'ya, Kürdistan'a ve PKK'ya teslimiyeti öneriyordu.


[1] 12.07.2007 / Hasan Ünal / Milli Gazete

[2] 11.07.2007 / Zeki Ceyhan / milli Gazete

[3] 09.07.2007 / Milliyet

[4] 09.07.2007 / Milliyet

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Nevzat GÜNDÜZ

Nevzat GÜNDÜZ

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx