Adnan Menderes’in 1959’da üyelik müracaatı üzerine başlayan Avrupa sevdası, uzun zaman, sadece “ekonomik bir işbirliği” şeklinde tanıtıldı ve milletimiz aldatıldı. 1970’li yıllarda Erbakan Hoca “AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) ve AT (Avrupa Topluluğu) olarak önümüze konulan şey, Avrupa ile ve onların istediği şekilde siyasi bütünleşmeyi ve hükümranlık haklarımızı devretmeyi hedefleyen sinsi ve siyonist bir girişimdir. Şimdilik bu gerçek gizlenmekte ve sadece “ekonomik işbirliği” gibi gösterilmektedir.
Avrupa, İslam alemine ve yeni bir medeniyetine öncülük edebilecek potansiyel, imkan ve fırsatlara sahip ülkemizi içine alıp eritmek ve bitirmek niyetindedir.
O takdirde “kanunlarımızı Brüksel yapıp gönderecek… Mehmetçiklerimize Hans’lar kumanda edecek: Karavanalarımızda Domuz eti pişirilecektir.” Diye haykırdığı ve toplumu uyardığı zaman, dönemin Demirel ve Ecevit gibi Bilderberg’ci masonları ve marazlı medyası:
“Bu Erbakan, kurduğu hayallere saldırıyor! İsmi üzerinde; Avrupa Ekonomik Topluluğu… “Bu bir siyasi bütünleşmedir… Bağımsızlığımızın Avrupa’ya devridir.” Gibi uydurma tehlikelerle halkımız tedirgin ediliyor!..” şeklinde tepinir ve hırçınlaşırdı.
Maalesef zamanla toplum “layt” laştırıldı, AB ile siyasi bütünleşmeye ve bağımsızlık devrine alıştırıldı…
Şimdi:
- Türk ordusunu zayıflatıp etkisiz bırakmak…
- Alevilere azınlık statüsü tanımak…
- Kürtlere ve Güneydoğu’ya özerklik sağlamak…
- Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Rumlara (ve Amerika’ya) satmak
- K. Irak’ta kurulacak Kürdistan’a razı olmak…
Gibi hizmet (ve hıyanetler) karşılığı iktidara taşınan Tayyip Erdoğan, “Avrupa ile münasebetlerimiz ve AB üyeliğimiz, asimilasyon değil, entegrasyon şeklinde olacaktır.” Gibi, manasını kendisinin de bilmediği bir maceraya figüranlık yapmaya başladı.
Ama hele şükür ki, Batılı gazeteciler ve Avrupa’lı yöneticiler, yerli işbirlikçilerden çok daha net ve mert biçimde, asıl niyetlerini ve mahiyetlerini açıklayıp ortaya koyuyor… Yani Erbakan Hoca’nın tabiriyle “Allah Gavurlar eliyle bize yardım ediyor!..”
İşte 18 Eylül 2004 tarihli Herald Tribune gazetesinde Giles Merrit adlı kişi “Türkiye’de AB’yi istemeyen asıl güç…” başlıklı, Türk ordusunda NATO kafalı olmayan milli tavırlı Generallerimizi hedef alan bir yazı yazdı…
24 Eylül 2004 tarihli Zaman gazetesi de, bu gavura sahip çıkıp, yazısının bozuk bir çevirisini yayınladı…
Haydi, buyurun birlikte okuyalım:
Türkiye’de AB’yi istemeyen asıl güç
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olma sürecinin en sıkıntılı ve sancılı yani, aslında hiç kimsenin konusunu dahi etmeye yanaşmadığı bir nokta var; Türkiye’nin büyük ordusu tarafından elde tutulan politik güç! Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra NATO içindeki ikinci büyük konumda olan ordu, Türk politikasında hâlâ etkin ama, antidemokratik bir rol oynuyor. Yakında ya da daha sonra bu konu, AB için gerçek bir zorluk oluşturacak. Ordu darbeleri 1960, 1971, 1980’deki Türk hükümetlerini devirdi; 1997 yılında ise tanklar gönderilmeksizin ustaca bir yöntemle hallediliverdi.
Türkiye bugünlerde fazlaca manşetlerde. Avrupa Komisyonu’nun, 6 Ekim’deki Ankara ile AB üyelik müzakerelerinin başlamasının vaktinin gelip gelmediği konusunda beklenen tavsiye kararından önce, Türkiye’nin uzun zamandır bir “Hıristiyan kulübü” olan Birliğe üye olmasının uygunluğu şiddetli bir biçimde tartışılıyor. Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkanlar, seslerini yeterince yüksek çıkarırlarsa; AB ulusal liderleri tarafından Ankara’nın Brüksel ile müzakerelere başlamasına izin verecek aralık ayındaki kararı engelleyebileceklerini umut ediyor.
Türkiye’de generallerin ülkenin politikalarında oynadığı rol, henüz belirgin bir biçimde AB’nin gündemine taşınmış değil. Ölüm cezasının kaldırılmasını ve polis merkezlerindeki sistematik işkencenin sonlandırılmasını da içeren insan hakları, AB baskısına karşılık olarak Erdoğan hükümetinin yürüttüğü politik reformlara yön veren konu oldu. Fakat, Türk demokrasisinin yeniden yapılandırılması ve özellikle ordunun gizli gücünün kaldırılması, erişim sürecinde çok önemli unsurlar olacağın kesin.
Silahlı kuvvetlerin statüsü ve gücü, Türkiye’deki yaşamla şaşırtıcı bir benzerlik taşıyor. Her kamu binası önünde ayakta duran çok sayıdaki şık üniformalı asker, devlet içindeki devletin sadece zahirdeki sembolü. Ordunun, Avrupa’da kabule ve tasavvur edilemez biçimde, sivil hükümet ve Parlamento ile muğlâk ve iyi tanımlanmamış bir ilişkisi var. Ordu liderleri, Türkiye’deki son reformlardaki yeni düzenlemelere ve dizginlemelere “razı olduklarını” söylüyorlar. Ancak Orduyu Parlamento kontrolüne bağlı yapmak için bazı adımlar atılmış olsa bile, uygulamada hâlâ Büyük Millet Meclisi’ne bağlı değil. (Bunun fiilen aşılması ve hükümetin askeri vesayetten kurtarılması gerekir.)
Kamuoyu araştırmaları gösteriyor ki, Türk seçmenleri tüm kalpleriyle mevcut durumu onaylıyor. Tüm Türk erkekleri askerlik hizmetini yerine getiriyor ve halk sıklıkla yolsuzluk yapan politikacılardan çok daha fazla generallere güveniyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hükümeti iki yıllık iktidarı sırasında mümkün olandan çok daha fazlasını başardı. Müzakereler muhtemelen 10 ya da 15 yıl sürecek olsa bile, Avrupa Birliği üyeliğini belli bir çizgiye getirdi, Birliği ikna etti; fakat Türkiye’de “politik İslam’ı” isteyenleri de köşeye sıkışmış durumda tuttu.
Ne var ki, AB ile gelecek yıl müzakereler başladığında yapılanlar yeterli olmayacak. Avrupalılar, savunma bütçesinin büyüklüğü konusunda generallerin değil Parlamento’nun karar verdiği bir biçimde politik sistemin güçlenmesini isteyecek. Ve hükümette olsun ya da olmasın, kesinlikle üst rütbeli subayların (MGK’nın) nihai karar vericiler olarak kalması fikrini kabul etmeyeceklerdir. Türkiye’deki generallerinin, politikaların üstünde özel bir statüden vazgeçmeleri için en ikna edici argüman, onların Avrupa’nın sivil politika yapıcılarıyla direkt olarak bağlantı kurmaya ihtiyaç duyacak olmalarıdır. AB’nin savunmasını ve güvenlik politikalarını modernleştirmek bir NATO müttefiki için çok zor bir süreç olacaktır.
Evet, işte elin gavuru, sonunda ağzında gevelediği gerçeği ortaya döküyor:
“Türkiye’deki generaller, gerçekten AB’ye girmek istediklerine bizi inandırmak ve samimiyetlerini ispatlamak istiyorlarsa:
Sadece Türkiye’deki hükümetler üstü statülerinden vazgeçmeleri yeterli değildir. Aynı zamanda Avrupa Birliğinin sivil ve siyonist merkezlerinin emrine girmeye hazır olduklarını da göstermeleri gerekir.
Yani, AB üyeliği, Türkiye’nin egemenlik devridir. Türk ordusu da artık milli ve müstakil hareket yerine, Avrupa’nın hizmetindeki Jandarmalığı kabul etmek mecburiyetindedir?
Erbakan Hoca’nın otuz sene önce fark edip uyardığı, ama en akıllı ve anlayışlı geçinenlerin bile karşı çıkıp, kendi ayarlarınca alay konusu yaptığı bir feraseti daha gerçekleşmiştir.
Avrupa’nın Gavuru, şimdi Generallerimize “Laik ve demokrat bir kafa taşıdıklarını ve Batı’lı değerleri paylaştıklarını kanıtlamak üzere, NATO’nun güdümüne girdikleri gibi, şimdi de direk Avrupa’yı yönetenlerin emrine girmeye hazır olduklarını ilan etmeleri gerektiğini” söylemektedir.
Artık yeter!…
Asker ve sivil, bütün Kuvay-ı Milliye’cilerin; Yurdumuzun güvenliğine ve ulusumuzun geleceğine ve Mustafa Kemal’in emanetine sahip çıkacakları gün gelmiştir, hatta geçmektedir.
Bakınız; 1 Mart 2003’te kabul edilmeyen bir hıyanet ve teslimiyet tezkeresi, şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi devre dışı bırakılarak NATO anlaşmaları kılıfıyla “Tebliğe dönüştürülmüş ve ülkemiz Amerika’nın, Asya, Avrupa ve Afrika’yı kontrol edeceği bir genel üs haline getirilmeye girilmiştir.
Böylece Amerika, her türlü askeri malzeme ve mühimmatını, Dışişleri Bakanlığının yayınladığı bu “Tebliğ” sayesinde, Türkiye üzerinden sevk edebilecektir.
1 Eylül 2004 tarihli resmi Gazete’de yayınlanan tebliğe göre; İstanbul, İzmir, İskenderun, Yumurtalık, Antalya, Karaağaç ve Ağalar limanlarıyla, Ankara (Esenboğa), İstanbul (Atatürk), İzmir (Çiğili), Adana (İncirlilk) ve Muğla (Dalaman) Hava alanları da ABD’nin hizmetine verilmiştir.
1 Mart’ta Mecliste reddedilen tezkerenin aynısı, bu sefer tebliğ olarak hayata geçirilmiştir.
Bu çok açık bir anayasa ihlalidir. Böyle bir tebliğe imza koyanlar suç işlemiştir.
Yoksa; Demokratlık, Batıcılık, Çağdaşlık, Atatürkçülük ve Laik kafalılık: AB aşıklığını ve ABD uşaklığını mı gerektirmektedir?

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Yahudi kucağında keramet satan O ırzı kırık, sahte; ermişe lanet! Hem parsel parsel elden; giderken…
Ve bekleyin göreceksiniz, Kur’an’ın İsrâ Suresi 4-7 ayetlerinde haber verildiği gibi, İslam coğrafyasının çıbanbaşı ve…
BUGÜN "HAMAS"SIZ KURULMAK İSTENEN BİR GAZZE VAR. O HAMAS VAR YA O HAMAS AZİZ ERBAKAN…
Atatürkçülük adına uydurulan Kemalizm sizi kurtarmaya yetecek mi? “Bugünün Türkiyesi’nde, AKP hükümeti ve yandaşlarının hemen…
Siyonist Merkezler, Türkiye için yeni bir izm arayışlarına başlamışlardı 40 sene önce diyebiliriz... Hatırlayınız Üstad…
A'raf 2 (Bu Kur’an öyle) Bir Kitap'tır ki Onunla (insanları) uyarman için ve mü'minlere bir…
Bil ilimsiz, irfansız; yol yok ümrana Ya Kur’an’a uyarız, ya da buhrana İslamsız bütün yollar,…
"...Kula kulluğu bozan, cumhuriyettir İslam’a uygun nizam, çün hürriyettir..." Ne güzel mısralar! İşte aydın olmak…
AHZAP SURESİ 67. AYETİ KERİME TAM DA BU KİMSELERDEN BAHSETMEKTE. LANET OLSUN KAFİR VE ZALİM…
İmam Gazali'nin Nasihatül Mülük (Hükümdarlık Ahlakı) adlı eserinde Yöneticilere yaptığı uyarılardan birisi de şöyledir: "Kalbinde…