"Acaba Ortadoğu veya aynı nedenle dünya, nükleer ırkçılığı normal mi kabul etmeli, yani seçilmiş bir grup devletin nükleer silahlara sahip olma hakkı bulunurken bu tür bir silahlanma arayışındaki diğer ülkelere askerî müdahaleyi hak eden "yaramaz devletler" olarak mı muamele edilmelidir?" diye soran Prof. Falk, şu değerlendirmeyi yapıyor:
"Özellikle İsrail, geniş ölçüde sahip olduğu nükleer silah tekeline dayalı bölgesel hakimiyetini devam ettirmek için hiçbir bölgesel gücün nükleer silaha sahip olmaması konusunda kararlıdır. İsrail açısından hikayenin aslı, dikkatleri gerçek endişelerden uzaklaştırarak gelecekteki muhtemel bir savunma zaafından sakınmak üzerine kurgulanmıştır. Bütün bunlardan sonra, İran önümüzdeki birkaç yılda bir nükleer silah edinecek olsa bile, onun bu imkanı şüphesiz İsrail'in nükleer hakimiyetini sürdürmek için atacağı ilave adımların yanında gölgede kalacaktır.
8 Şubat 2006 Star 19:30 ana haberde; Gökyüzünde görülen, asker ve sivil ilgilileri telaşa sevk edip tenakuza geçiren uçak; 6 Şubatta, Bağdat'tan izinsiz ve habersiz olarak İstanbul'a doğru yola çıktı.
Kürdistan Hava Yollarına ait olduğu söylenen uçak Türkiye'yi baştanbaşa geçip ta İstanbul'a ulaştı.
Normalde sınırdan ülkemize geçer geçmez düşer düşmez hemen fark edilip alarm sisteminin devreye sokulması gerekli uyarıyı yaptıktan sonra sahamızı terk etmemesi halinde hemen F-16'ların uçup takibe alması ve tacizde bulunması gerekirken sivil ve askeri yetkililer niçin bu yola başvurmadı?
Yoksa Kürdüstanı resmen tanıdığımızı göstermenin bir nabız yoklamasımıydı?
Gençleri Hıristiyanlaştırmak ve ülkesine düşman yapmak için sürekli verdiği aylıkları kestiği için 16 yaşındaki bir çocuk tarafından öldürülen İtalyan papazına karşılık İtalya'da bir kısmı Hacdan dönen 12 Türk'ün şüpheli ölümü trafik kazası süsü verilmiş bir intikam tuzağımıydı?
Otobüsün frenlerinin önceden boşaltıldığı gibi iddialar niye yasaklanmıştı?
Papaz cinayetine hemen Avrupanın "Karikatür rezaletine aşırı tepki gösterenlerin sebep olduğu bir çılgınlık" yakıştırması yapıştıran ılımlı İslamcı entel eneyilerle, Batı şakşakcısı sözde solcu ve 2.cumhuriyetciler 12 vatandaşımızın can verdiği bu feci ve şaibeli kaza'yı, niye hiç gündemlerine almıyorlardı?
Papazı vurduk Papazı bulduk
Sabah'tan Yılmaz Özdil, bizim gündeme taşıdığımız "misilleme" kuşkusunu, cesurca dile getiren tek yazar oldu,,. Özdil İtalyan meslektaşına kazayı sorunca aldığa cevap şu olmuş:
"Otomobil icat edildiğinden beri, Roma şehir merkezinde böyle bir kazanın örneği yok,"
Yer, Trabzon. Bir papaz öldürüldü… Papaz için Roma'da cenaze töreni yapılacak… İtalya'nın en önemli devlet adamları, askerleri, polisleri ve sanatçıları için bu katedralde cenaze töreni yapılıyor. Yani bir anlamda, "devlet kilisesi…"
Yer Roma… Şehrin göbeğinde bir trafik kazası oluyor. İtalyan papaz Öldürüldükten 24 saat sonra… Turist otobüsünün freni boşalıyor, uçuyor.
12 Türk ölüyor. Çoğu ağır, 18 Türk yaralı.
Merak ettim… Marcello Ugolini'ye sordurdum… Kendisi, 60 küsur yaşında, İtalya'nın en tecrübeli ve en saygın gazetecilerinden biridir. "Roma şehir merkezinde bugüne kadar böyle bir kaza oldu mu?"
Cevap şu: "Otomobil icat edildiğinden beri, Roma şehir merkezinde böyle bir kazanın örneği yok. En son 1980'de bir trafik kazası olmuş ve 3 kişi ölmüştü. 3 ölümlü bu kaza Roma şehir merkezinin en önemli trafik kazasıydı. 12 ölümlü kaza, Roma tarihinin rekoru…"
Allah Allah? Enteresan… Peki, kaza neden olmuş? Başka bir otomobil ile mi çarpışmış mesela? "Hayır…" Peki nasıl olmuş? "Mekanik arıza gibi görünüyor. Ya freni boşalmış, ya da lastiği fırlamış yerinden… Yol kenarındaki duvarı, yıkıp. 15 metrelik boşluğa uçmuş…"
İki millet. İki ülke. İki din. Arada sadece 24 saat var. Coincidenza… Yani tesadüftür, tesadüf… (öylemi ?!)[1]
AB yetkilisi agendijk lejyonu: Ordu içinde, PKK mücadelesinin sürmesinden çıkar sağlayan bazı paşalar Şemdinli olaylarını çıkarmıştır. Bu iddialarından pişman değilim, yine söylüyorum, söyleyeceğim.
Benim bu demokrat tespitlerime CHP'den ve bazı milliyetçi hâkimlerden cılız tepkiler aldım, ama AKP hükümetinden, resmi değilse de, samimi ve destekleyici mesajlar aldığımı belirtmeliyim."diyordu.
Ama aynı gün ajanslar Hakkari'de kar yüzünden yolları kapanan iki köyümüzdeki acil doğum hastası kadınlarımızın imdadına askeri helikopterlerle kahraman Mehmetçiğin yetiştiğini yazıyor ve Lagendijk gavurunu yalanlamış oluyordu.
Suriye-İran: Batıya karşı ortak cephe
Konu İsrail'in güvenliğiyle alakalı olunca Batı'daki iktidar sınıflan, ortak cep'he oluşturmaya hız vermek için çelişkilerini unutuveriyorlar. Dolayısıyla üçüncü dünya ülkelerinden müteşekkil karşı bir cephenin oluşturulması zamanı geldi de geçiyor bile.
Suriye ve İran'a yönelik artan Batı kampanyasının arka planında Şam ve Tahran'ın aralarında stratejik ortaklık kurma konusunu istişare ettiklerine dair haberler geldi. Haber umut vaat etse de Batı cephesiyle mücadele için iki ülkelik bu koalisyon yeterli değil.
Fakat bu iki ülke niçin geniş ve kapsamlı bir 'üçüncü dünya ülkeleri cephesi' oluşturmayı düşünmüyor? Belki de böyle bir düşüncenin öncelenmesi yani bu konuda faydalı bir araştırmanın yapılması en hayırlı başlangıç olabilir.
Aslında Öyle gerçek bir faydalı araştırmaya da gerek duymamakta konu. Zira üçüncü dünya ülkelerinde Arap Birliği'nden başlayarak Latin Amerika Ülkeleri Örgütü'nden Afrika Birliği ve İslanı Konferansı Örgütü'ne kadar bölgesel organizeler ve teşkilatların tamamı, tam bir başarısızlıkla son bulmuş durumdalar.
Fakat bununla birlikte bazı organize ve örgütlerin tarihinin yemden okunması, dersler çıkarmaya götürebilir. Zira geçen yüzyılın altmışlarında Arap Birliği varlığını ispatlarken Afrika Birliği Örgütü o zamanın iki emperyalist gücü İngiltere ve Fransa'ya karşı radikal bir yöntem izliyordu. Hatta Batı'nın 'bağlantısızlar hareketine' karşı bile bir hesabı vardı. Cemal Abdünnasır ve Fidel Castro gibi bir vizyona ve iradeye sahip ulusal liderler zamanında yaşanıyordu bunlar.
Fakat bu liderler gibi modellerin sahneden çekilmesine rağmen üçüncü dünya ülkelerinde şartlar tamamen umutsuz değil. İşte tam bu noktada pratik faydalı araştırmanın kaçınılmazlığı kendini göstermektedir. Bu araştırma, bölgesel organizelerin faal pozisyonlarının yokluğu içinde Batı cephesinin her zayıf ülkeyi sert biçimde izole ettiğini gözümüzün önüne serecektir.
Fakat diğer taraftan Batı'ya isyan eden ülkelerin sayısının, isyanın farklı derecelerine göre ve çeşitli karşı koyuşlar şeklinde artış içinde olduğunu göreceğiz.
Suriye, Arap-İsrail çekişme denkleminden koparılmasını hedefleyen siyasi bir ablukayla mücadele ediyor. İran, nükleer programını hedef alan siyasi bir savaşla boğuşuyor. Sudan, Arap kimliğini hedef alan Güvenlik Konseyi aracılığıyla bir Amerikan kışkırtmasıyla karşı karşıya.
Buna Asya'daki isyan durumlarını kıyas edebilirsiniz: Hindistan, Batı ile ilişkilerindeki yönteminin bağımsız olmasını savunuyor. Afrika'da Zimbabwe, topraklarını Güney Afrika Cumhuriyeti destekli yerleşimci beyazlardan almak istiyor. Latin Amerika'da pazar ekonomisinden ve zararlarından kurtulmak için sosyalist sol uzantı büyüyor. Uzantı Küba'dan Venezüella'ya ve Bolivya'ya taşındı. Son haberler Şili'deki başkanlık seçimlerini sosyalist eğilime sahip Michelle Bachelet'in kazandığı yönde.
Şam ve Tahran'ın dikkate alması gerekli soru şu: Her ülkeye yönelik sert Batı izolasyonuna son noktayı koymak amacıyla Batılı cepheye karşı birleşik bir üçüncü dünya ülkeleri cephesinin sağlam nüvelerinin oluşturulması için bu kadar isyancı ülke yetmez mi? Gerçekten de bu konu faydalı bir araştırmayı hak etmiyor mu?[2]
ABD, İsrail, İran
Princeton Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr, Richard Falk'ı, bu köseyi izleyenler yakından tanıyacaktır, özellikle "Dünya düzeni nereye" isimli kitabıyla dikkat çeken Falk'ın Bush yönetiminin sahip olduğu zihniyete vurgu yapan şu analizi çarpıcıdır;
"ABD, oyunun kurallarını koymayı da içerecek bir küresel egemenlik hakkı talep etmekle kalmıyor aynı zamanda toplumsal refah arayışlarının nihai yanıtına sahip olduğunu da iddia ediyor. Bu İddiada bulunurken, kendi evsiz yurttaşlarını, kalabalık ve giderek sayısı artan hapishanelerini, kentlerindeki çürümeyi ve sayısız sorununu unutmuş görünüyor. Bush'un dünya görüsü, diğer küsurlarının yaraşıra, farklılığın ve deneyimlerin geçerliliğini yok sayıyor. Ayrıca sıra ABD'nin dünyadaki rolü konusunda diğerlerinin meşru yakınmalarını kabullenmeye geldiğinde, koyu, karanlık bir inkarcılığa başvuruyor. Kendinden hiç kuşu duymayan bu yaklaşım, ABD tarafından teşvik edilen postmodern tutumu köktenci jeopolitikanın tehlikeli bir biçimi haline de getiriyor. Bu postmodern jeopolitika vizyonu, güçlü bir protestan ahlakçılık dozuyla desteklendiğinden yine tehlike sinyalleri veriyor…"
Prof. Falk'ın önceki gün Zaman Gazetesinde yayınlanan "İran'a saldırı medeniyetler savaşına dönüşebilir" başlıklı makalesi de önemli tesbitler içeriyordu.
Bush yönetiminin son aylarda İran'a yönelik baskılarını ele alan Faik, bu arada gözlerden kaçan "İsrail faktörüne" vurgu yapıyor. Faik, İsrail'in "İran tehdidi" görüntüsüyle aslında artan fakirlik. İşsizlik ve gelir dağılımındaki büyük uçurumu gözlerden kaçırdığına dikkat çekiyor. Faik; . "İsrail'de martta yapılması planlanan ulusal seçimler öncesinde İsrail halkı güvenlik konusuyla meşgul edilerek, ülke içindeki sıkıntıların unutturulması ve güvenlik-ile dış politika konularındaki dayanıklılığını ispat etmiş bir liderin seçtirilmesi amaçlanmaktadır…" yorumunu yapıyor.
"İran tehdidi", İsrail için adeta bir cankurtaran görevi görüyor. İsrail, İran tehdidi bahanesinin arkasına saklanarak, kendi halkının temel ihtiyaçları için harcayacağı kaynakları silahlanmaya yönlendiriyor. İsrail'de giderek derinleşen ekonomik ve sosyal krizin üzeri, "üretilen düşmanlarla" örtülmek isteniyor.
Prof. Dr. Richard Falk'ın ABD'nin İran'a yönelik operasyon hazırlığı ile ilgili görüşleri de oldukça dikkat çekici: "İran'a karşı askerî harekât ihtimali, bu noktada korkutucudur. Belirsizlikler büyüktür ve gerçek bir medeniyetler savaşına yol açabilecek bir dizi reaksiyona sebep olabilecektir. Bunun da ötesinde, bu derece yüksek riskli bir müdahaleyi meşru kılacak derecede ciddi bir İran tehdidi de söz konusu değildir. Bu durumda bir saldırı savaşı başlatmak, zaten savunmasız olan Irak'taki tek taraflı istila ve işgalle ciddi anlamda tahribata uğramış olan Birleşmiş Milletler ile uluslararası hukuku daha da zayıflatacaktır…"
Falk'ın "medeniyetler savaşı" vurgusu, İran'ın ne kadar kilit konumda bir ülke olduğunu da ortaya koyuyor. İran'a yönelik bir Amerikan müdahalesinin sonuçlarının tahmin edilenden kat be kat daha büyük olacağı tahmin ediliyor.
Falk'ın üzerinde durduğu bir diğer konu da, uluslararası düzenin İran'ın nükleer faaliyetlerine böylesine karşı çıkarken, İsrail'in nükleer silahlarına hiçbir tepki göstermemesi…
"Acaba Ortadoğu veya aynı nedenle dünya, nükleer ırkçılığı normal mi kabul etmeli, yani seçilmiş bir grup devletin nükleer silahlara sahip olma hakkı bulunurken bu tür bir silahlanma arayışındaki diğer ülkelere askerî müdahaleyi hak eden "yaramaz devletler" olarak mı muamele edilmelidir?" diye soran Prof. Falk, şu değerlendirmeyi yapıyor:
"Özellikle İsrail, geniş ölçüde sahip olduğu nükleer silah tekeline dayalı bölgesel hakimiyetini devam ettirmek için hiçbir bölgesel gücün nükleer silaha sahip olmaması konusunda kararlıdır. İsrail açısından hikayenin aslı, dikkatleri gerçek endişelerden uzaklaştırarak gelecekteki muhtemel bir savunma zaafından sakınmak üzerine kurgulanmıştır. Bütün bunlardan sonra, İran önümüzdeki birkaç yılda bir nükleer silah edinecek olsa bile, onun bu imkanı şüphesiz İsrail'in nükleer hakimiyetini sürdürmek için atacağı ilave adımların yanında gölgede kalacaktır. Bu şartlarda, İran tam olarak sindirilemese bile kesinlikle vazgeçirilecektir, her şeye rağmen nihayette Tahran'ın vazgeçmeye karar verebilme sinin nedenlerinden biri olabilecek husus silahsızlanma seçeneğidir. İsrail için daha can sıkıcı olan şey, İran'ın İsrail'i tehdit etmek için değil, İsrail'in bölgede savaş çıkarma seçeneğini elinde tutmasını sona erdirmek için birkaç nükleer savaş başlığı edinmeye karar vermesi ihtimalidir."
Falk'ın bu değerlendirmeleri, ABD'nin İran'a yönelik politikalarının içyüzünün anlaşılmasında ve İsrail faktörünün oynadığı rolün bilinmesinde büyük önem taşıyor.
Prof. Dr. Richard Falk'm yorumlarına bakıldığında hiçbir şeyin aslında hiç de göründüğü gibi olmadığı anlaşılıyor. Ve İran'a yönelik Amerikan/İsrail askeri müdahalesinin sanıldığı gibi kolay gerçekleşemeyeceği.', Allah korusun gerçekleşse bile, sonuçlarının ernperyal zorbaları büyük hayal kırıklığına uğratacağı görülüyor.
ABD resmen Türkiye'den İran'a baskı yapmasını bekliyor
Türkiye'yi de oyunlarına alet etmek istiyorlar
İran'ın her fırsatta ‘kötü amaçla' yapılmadığını söylediği uranyum zenginleştirme çalışmaları, paranoyak Washington yönetimince ‘İran'ın tek başına atom bombası yapabileceği' şeklinde yorumlanıyor. İşgalci ABD, İran'a karşı baskılarını artırarak, şimdi de kirli oyunlarına Türkiye'ye alet etmek istiyor.
ABD'nin, silahların kontrolü ve uluslararası güvenlik işlerinden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Robert Joseph, Washington'ın Türkiye'den, İran'ın nükleer silah sahibi olmasını kabul etmeyeceği yönünde Tahran'a mesaj iletmesini beklediğini söyledi.
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın uluslararası nükleer konulardaki en üst düzeyde yetkilisi olan Joseph, İran konusundaki son gelişmeleri, Washington'da Yabancı Basın Merkezi'nde düzenlediği basın toplantısında değerlendirirken, İran'ın nükleer silah imal etme ve bunu kullanma yeteneğine sahip olduğunu söyledi.
Türkiye'den destek bekliyorlar!
Joseph, İran'ın Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) tarafından BM Güvenlik Konseyi'ne sevk edilmesinin ardından Washington'ın Ankara'dan ne beklediğinin sorulması üzerine, Türkiye'nin çok önemli bir rol oynadığını ve UAEA'nın kararını güçlendirici yönde Tahran'a mesaj verebileceğini söyledi.
Bakan Yardımcısı Joseph, ''Türkiye, uluslararası topluluğun diğer üyeleri gibi İran'ın nükleer silah elde etmesine tolerans göstermeyeceğini ve bunun Basra Körfezi bölgesinin ötesi için de çok tehlikeli ve istikrar bozucu olduğunu Tahran'a açık şekilde iletebilir'' dedi.
Joseph, ''İran'ın giderek gelişen balistik füzeler yoluyla nükleer silahları kullanma imkan ve kabiliyeti de göz önüne alındığında, Türkiye'nin bu durumu not etmesi ve uluslararası topluluğun diğer üyeleriyle birlikte davranmayı sürdürmesi gerekiyor'' diye konuştu.
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK), İran'ın nükleer dosyasını geçen cumartesi BM Güvenlik Konseyi'ne havale etmeyi kararlaştırmıştı.
Washington'a göre, İran tek başına atom bombası yapabilirmiş
Amerikan yönetimi, İran'ın tek başına nükleer bomba yapabileceğini düşünüyor. Dışişleri Bakan Yardımcısı Robert Joseph, ''İran müthiş kaynaklara, müthiş mali kaynağa, bilimadamlarına ve teknik kadroya sahip. İran tek başına nükleer silahlar üretip bunları kullanabilme kapasitesine sahip'' dedi.
Basın toplantısında konuşan Joseph, ''Uluslararası topluluk, İran'ı nükleer silah üretmeye çalışmanın yararlı olmayacağına ikna etmek için gereken tedbirleri almalı'' ifadesini kullandı. Joseph, İran'ın ne zaman atom bombası yapabileceğine ilişkin bir şey söylemedi.
Rusya: "İran'la görüşmelerimiz tüm alanları kapsayacak"
Öte yandan, Rusya, İran ile 16 Şubat'ta Moskova'da yapılacak görüşmelerin, iki ülke arasındaki ilişkilerin tüm alanlarını kapsayacağını bildirdi. Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Kislyak, İran ile 16 Şubat'taki görüşmelerinin yalnızca Moskova'nın İran uranyumunun Rus topraklarında zenginleştirilmesi teklifini değil, iki ülke arasındaki ilişkileri ilgilendiren tüm alanları kapsayacağını söyledi.
Kislyak, Rusya'nın uranyumun ortak zenginleştirilmesi teklifinin, İran'ın nükleer programıyla ilgili tüm endişeleri gidermeyi amaçladığını belirtti.
Rusya da İran'ın işbirliği çağrısına uymasını istedi
Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Kislyak, yaptığı açıklamada, bu ülkeye uranyum zenginleştirme alanında ortaklık önerdiklerini anımsatarak, ''Ancak İran, öncelikle Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun (UAEK) işbirliği çağrısına uymalıdır'' demişti. Zenginleştirilmiş uranyum, nükleer enerji reaktörlerinin yanı sıra nükleer savaş başlığının yapımında kullanılabiliyor.
UAEK'nın İran konusunu BM Güvenlik Konseyi'ne havale etmesinin ardından Tahran yönetimi, uranyum zenginleştirme çalışmalarına yeniden başlayacağını açıklamıştı.
İran Türkiye İçin Tehdit mi?
ABD gibi, dünyanın en büyük askeri gücünün saldırmaya hazırlandığı bir ülke, doğal olarak yeni düşmanlar yaratmak için çalışmayacak, tam tersine dostlar kazanmak için çaba gösterecektir. Iran, bu durumdadır. Kaldı ki Türkiye, Iran açısından dostluğu kazanılacak bir ülke değil, 367 yıldır zaten dost olan bir ülkedir.
İran'ın nükleer silah edinmesi bizi rahatsız eder."
Bu sözler, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Yiğit Alpogan'a ait. Alpogan, hiç şüphe yok, AKP Hükümetİ'nin görüşlerini dile getirmektedir. CIA Başkanı Porter Goss'un Türkiye ziyareti sırasında Tayyip Erdoğan'ın "İran konusunda sizinle aynı düşünüyoruz. Ancak bir süre verelim"[3] dediğini yazdılar.
Tayyip Erdoğan yönetiminin Iran konusunda ABD ile aynı görüşte olduğunu, bu ülkenin Ankara Büyükelçisi TBMM'de kendisi için verilen bir yemekte, "İran ve Suriye konusunda Türkiye ile tamamen aynı şekilde düşünüyoruz" diyerek açıkladı.
Iran Türkiye için tehdit mi gerçekten?
Cumhuriyet Gazetesinin Başlıkları
İran'ın Türkiye için bir tehdit olduğu konusunda Amerika ve AKP Hükümeti yalnız değil.
Cumhuriyet gazetesi; Mustafa Balbay'ın kaleminden 23 Ocak günü "İran'ın nükleer yolculuğu" başlıklı bir yazı dizisi başlattı. Fazla söze gerek yok. Yazı dizisinin sadece başlıklarına bakalım:
"Molla şah'ın izinde"
"İran gerçekleri gizledi"
"İran'ın Nükleer gücü sanılanın çok üzerinde"
"Tahran'da yeraltı lâboratuarları."
"İran, Atom bombasının eşiğinde"
"Türkiye İran füzelerinin menzilinde"
Bütün bu başlıklar, İran'ın yanında değil, karşısında konuşlanmış bir bakış açısının eseri. Okuyucuya, bir felaketin adım adım Türkiye'ye yaklaştığı mesajı veriliyor.
Balbay dostumuzun, yazı dizisinin mesajı üzerinde düşünmesi gerekiyor.
Dört Asırlık Barış
Bağımsızlıkçı duruşu ile İran, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin önünde önemli bir engel durumunda. Ve bundan dolayı bu ülkenin; askeri, ekonomik ve psikolojik savaşının hedefi haline gelmiş bulunuyor.
ABD gibi dünyanın en büyük askeri gücünün saldırmaya hazırlandığı bir ülke, doğal olarak yeni düşmanlar yaratmak için çalışmayacak, tam tersine dostlar kazanmak için çaba gösterecektir. İran da, bunu yapmaktadır. Kaldı ki Türkiye, İran açısından dostluğu kazanılacak bir ülke değil, 367 yıldır zaten dost olduğu bir ülkedir.
Evet, 1639 Kasrı Şirin Antlaşmasından bu yana tam 367 yıl geçti. Yani neredeyse tam dört asırdır, Türkiye ile İran arasında hiçbir ciddi sorun söz konusu olmadı.
Onun için İran'ın elinde nükleer silah olsa bile, bunun Türkiye için bir tehdit olması söz konusu olamaz.
İran tehdidinden bahsedenler, Türkiye penceresinden değil, Amerika penceresinden Ortadoğu'ya bakanlardır.
Bölge Barışının Güvencesi
Tam tersini söylemek kesinlikle daha doğrudur, İran'ın elinde nükleer silah olması bölge barışı için tehdit değil güvence olacaktır. Irak'ta içine düştüğü çıkmazdan sonra ABD'nin, İran'a yönelik bir kara harekatına girişmesi pek mümkün görünmüyor. Ama hava saldırıları veya çeşitli provokasyonların sonucunda, çıkabilecek bir savaş İhtimalini kesin olarak önleyecek olan, İran'ın elinde nükleer silah olmasıdır.
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'nin elinde nükleer silah var. Kore üstelik ülkesine yönelik bir emperyalist saldırı durumunda nükleer silah kullanacağını da. İlan etti.
Ve Amerika başta olmak üzere hiçbir emperyalist, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'ne saldırmayı aklından geçirmiyor.
Komşumuz İran'la ilgili olarak son zamanlarda yaşanan gelişmeler, bir ülkenin nükleer teknolojiye sahip olmasının ne kadar önemli olduğunu göstermiştir.
Emperyalist Çıkar
İran Aralık 2003 tarihinde, Suriye, Mısır ve Ürdün ile birlikte Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne, tüm Ortadoğu'nun nükleer silahlardan arındırılması yönünde bir karar tasarısı verdi Tasarı, ABD tarafından reddedildi
Çünkü bölgede nükleer silah sahibi olan ABD'nin sadık müttefiki İsrail'dir. Ayrıca bölgedeki ABD filolarında ve üslerinde, nükleer silah bulunduğu bilinmektedir.
Kısacası ABD, nükleer silah tekelinin hiçbir şekilde bozulmasını istememektedir. Dünya çapında askeri gücüne ve nükleer üstünlüğüne dayanarak sürdürdüğü zorbalık ve sömürünün, ancak bu tekelin devamına bağlı olduğunu bilmektedir.
Gerçek Tehdit
Türkiye'ye yönelik tehdidin nereden kaynaklandığım saptamak için nereye bakacağız? ABD'nin psikolojik savaş makinesinin yalan bombardımanına mı itibar edeceğiz?
Yoksa olguları mı dikkate alacağız.
Elbette önemli olan olgulardır.
"Millenium Challenge" tatbikatları ile Türkiye'yi işgal provasını, ABD yaptı.
Daha iki yıl önce Süieymani-ye'de, Türk askerinin başına çuval geçireni hatırlayın!
Türkiye'yi hedef alan ayrılıkçı şiddeti; koruyan, kollayan ve yönlendirenin kim olduğu konusunda bir şüphe var mı?
Kerkük ve Musul'u, Irak'ın kuzeyinde kurduğu kukla devlete dahil ederek yanıbaşımızda Türkiye'nin toprak bütünlüğünü l tehdit eden bir oluşumu bugün, artık hayata geçirmiş olan da "büyük müttefikimiz."
17 Batılı ülkenin parlamentosunda kabul edilen sözde Ermeni soykırımı kararının asıl sahibinin kim olduğunu da biliyoruz.
Condolezza Rice'ın "sınırları değişecek" dediği 22 ülkeden birisi de bizim ülkemiz.
Altı olgu saydık. 16 olgu daha sayabiliriz. Hepsinin arkasında ABD var.
Bu durumda bile ABD'nin işaret parmağına bakarak dost ve kardeş İran'ı tehdit olarak gösterenler, sadece ve sadece, Türkiye'ye karsı suç işlemektedirler.
[1] Yılmaz Özdil / Sabah / 08.02.2006
[2] Katar'da yayımlanan El Vatan gazetesi / 20 Ocak 2006
[3] Cumhuriyet / 05.01.2006

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Yahudi kucağında keramet satan O ırzı kırık, sahte; ermişe lanet! Hem parsel parsel elden; giderken…
Ve bekleyin göreceksiniz, Kur’an’ın İsrâ Suresi 4-7 ayetlerinde haber verildiği gibi, İslam coğrafyasının çıbanbaşı ve…
BUGÜN "HAMAS"SIZ KURULMAK İSTENEN BİR GAZZE VAR. O HAMAS VAR YA O HAMAS AZİZ ERBAKAN…
Atatürkçülük adına uydurulan Kemalizm sizi kurtarmaya yetecek mi? “Bugünün Türkiyesi’nde, AKP hükümeti ve yandaşlarının hemen…
Siyonist Merkezler, Türkiye için yeni bir izm arayışlarına başlamışlardı 40 sene önce diyebiliriz... Hatırlayınız Üstad…
A'raf 2 (Bu Kur’an öyle) Bir Kitap'tır ki Onunla (insanları) uyarman için ve mü'minlere bir…
Bil ilimsiz, irfansız; yol yok ümrana Ya Kur’an’a uyarız, ya da buhrana İslamsız bütün yollar,…
"...Kula kulluğu bozan, cumhuriyettir İslam’a uygun nizam, çün hürriyettir..." Ne güzel mısralar! İşte aydın olmak…
AHZAP SURESİ 67. AYETİ KERİME TAM DA BU KİMSELERDEN BAHSETMEKTE. LANET OLSUN KAFİR VE ZALİM…
İmam Gazali'nin Nasihatül Mülük (Hükümdarlık Ahlakı) adlı eserinde Yöneticilere yaptığı uyarılardan birisi de şöyledir: "Kalbinde…