YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66326c758ccf2
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 9
Bugün : 18739
Dün : 23368
Bu ay : 18739
Geçen ay : 737322
Toplam : 23535025
IP'niz : 3.145.171.58

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Fener Rum Patrik'i Bartholomeos, ayin için Amerika'ya; hem de ekümenik sıfatıyla çağırıldı.

ABD'nin, Patrik'i BOP için hazırladığı kesinlik kazandı

Fener Rum Patrik'i Batrholemeos, Amerika Başpiskoposluğu'nun davetlisi olarak vaftiz bayramı ayinini yönetmek için Amerika'ya gitti. Her yıl Türkiye'de gerçekleştirilen İsa Mesih'in vaftiz günü kutlamasının bu yıl Patrik Bartholemeos'un yöneteceği bir ayinle Amerika'nın Florida sahilinde kutlanacak olması kuşkuyla karşılandı.

Patrikhane konusunda kapsamlı araştırmalarıyla gündeme gelen Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal ise: "ayinin Amerika'da yapılacak olmasını Amerikan-Rus kapışması şeklinde yorumlayarak, "Türkiye ile bunun bağlantısı ise Amerika'nın BOP çerçevesinde bu patrikhaneyi Rusya'ya karşı kullanmak istemesidir"görüşünü açıkladı.

 

Fener Rum Patrikhanesi Patrik'i Barthelemeous, Ortodokslar tarafından 6 Ocak'ın Mesih İsa'nın vaftiz günü olarak kabul edilmesi dolayısıyla düzenlenecek töreni yönetmek için Amerika'ya gitti.

Mesih İsa'nın vaftiz günü Ortodoks kilisesi tarafından her sene 6 Ocak'ta ayinlerle kutlanıyor. Ortodoks inancında yer alan, Mesih'in Ürdün nehrinde vaftiz olduğu günün anısına ve onu temsilen göl ve nehirlere yakın olan kiliselerde kutsal haç suya atılır ve orada hazır bulunan gençler haçı sudan çıkarmak için yarışırlar.

Amerika Başpiskoposluğu ve cemaati patrik Barthelemeous'u Mesih İsa'nın vaftiz bayramı için Amerika'ya davet etmişti. Patrik bu davete uyarak ABD'ye hareket etti. Patrik'in 6 Ocak'ta yöneteceği büyük ayinin akabinde kutsal haç Florida sahilinden denize atılacak. Ancak her yıl Türkiye'de gerçekleşen bu ayinin bu yıl ABD'de yapılacak olması çeşitli kuşkulara neden oldu.

Rusya'ya gözdağı mı?

Patrikhane ve Hıristiyanlık inancı konularında kapsamlı araştırmalara imza atan Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal ise bu olayın Amerika'nın Rusya'ya verdiği bir gözdağı olarak anlaşılması gerektiğini belirtiyor.

Altındal, dinen Patrik'in istediği yerde bu günü kutlayabileceğini, bu ayinin bin yıldan beri tekrarlanan bir ayin olduğunu kaydederek, "Amerika bu ayini Florida'da yaptırarak Rusya'ya bir gözdağı veriyor. Bunun Türkiye ile doğrudan bir bağlantısı yok. Özellikle de son doğalgaz krizinden dolayı Amerika böyle bir girişimde bulundu. Patrikhanenin Rusya'ya karşı kullanılması BOP'UN bir parçası. 6 Ocak Protestanlar, Katolikler veya Anglikanlar tarafından değil, yalnızca Ortodokslar tarafından kutlanır. Türkiye ile bunun bağlantısı ise Amerika'nın BOP çerçevesinde bu patrikhaneyi Rusya'ya karşı kullanmak istemesidir. Çünkü Türkiye'de ki Ortodoks sayısı 2 bin, Rusya'daki Ortodoks sayısı 220 milyon."

Teslimiyet devlet politikası olabilir mi?

"Türkiye'nin Avrupa Birliği macerası ile ilgili stratejik karar, 1999 yılında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Bülent Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz tarafından verildi. Bu karar, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu tarafından da paylaşıldı ve desteklendi."

Foreign Affairs dergisinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Avrupa Birliği''ne bakışıyla ilgili konu ile ortak bir makaleleri yayınlanan Ersin Aydınlı, Nihat Ali Özcan, Doğan Akyaz'ın tespitlerine göre, Türk Silahlı Kuvvetleri, uzun süredir mücadele verdiği İslamcı ve Kürt ayrılıkçı hareketleriyle başa çıkma konusunda, Türkiye'nin AB üyeliğini en iyi strateji olarak görüyordu.

Fikret Bila'nın makaleden çıkardığı özete göre, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "Neden AB?" sorusuna bakışı şöyleydi:

"TSK'nin bu kararı, ordunun bir asır boyunca desteklediği modernizasyon sürecinin son aşamasının AB üyeliği olduğu düşüncesiyle uyumluydu.

Genelkurmay Başkanlığı, belirsiz ve tehlikeli de olsa AB üyeliğine giden yolun Türkiye'nin büyük sorunlarından bazılarına çözüm olabileceği görüşündeydi. (Kürt sorunu, yükselen İslamcılık, Yunanistan'la kötüleşen ilişkiler. Kronik ekonomik sorunlar, Irak''ta ABD politikaları konusundaki anlaşmazlıklar, Türkiye'nin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının dışında tutulması olasılığı gibi sorunlar) TSK''da, Kürt ayrılıkçılığı, Marksist eylemler, radikal İslamcılık, ultra milliyetçilik gibi tehditlerin onlarca yıl geçmesine karşın yok edilememiş olması nedeniyle doğan yorgunluk."

Oysa Türk Silahlı Kuvvetleri'nin AB üyeliğinin devlet politikası haline getirilmesine dayanak olarak gösterdiği iddia edilen gerekçelerin hiçbiri geçerli değildir.

Zira modernizasyon sürecinin dayandığı noktanın, egemenliği Avrupa''ya teslim etmek olduğu, bağımsız bir ülkenin silahlı kuvvetlerinin düşüncesi olamaz. Zaten bu karar demokratik bir karar de değildir, apaçık bir dayatmadır!

Ayrıca, modernizasyonun götürdüğü noktanın teslimiyet olduğunu öngören bir anlayıştan medeniyet diye söz edilemez!

Bizce bu karar, Türkiye''de, Türkiye'nin karar mekanizmaları tarafından verilmedi! Türkiye'nin karar mekanizmaları, kendilerine önerilen ve hatta dayatılan bu sözde stratejiyi, Türk halkına rağmen uygulamak kararı aldı sadece!

Sözde strateji diyorum, çünkü milli egemenliği sona erdirmek kararından strateji diye söz edilemez. Olsa olsa buna teslimiyet kararı denilebilir!

Türkiye'nin iradesi demek, Türk halkının iradesi demektir ve bu iradenin eksik ve hatta yalan-yanlış verilerle oluşması, iradenin de sakatlanması demektir. Kısacası, Türkiye'nin AB''ye katılım konusunda net bir iradesi oluşmamıştır.

Atatürk''ün kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti''ne kazandırdığı kuruluş felsefesinin, AB''ye girişle birlikte değiştirilmek istendiği, ancak, "Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milleti'nindir" ilkesi ile yetişmiş Türk subaylarının ve Türk gençliğinin, egemenliğin AB''ye teslim edilmesine şiddetle karşı çıktığı ortadadır.

Suat İlhan'ın belirttiği gibi, "Atatürkçülük; altı ilkesine taban oluşturan tam bağımsızlık, millet egemenliği, hukukun üstünlüğü ve ulus devlet genel ilkelerine dayanır."

Emekli orgeneral ve eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur, konuyla ilgili olarak bize şu açıklamaları yapmıştır:

"AB''ye katılmak teorik olarak bir devlet politikası olabilir. Ancak, TC'nin kuruluş felsefesine aykırı, TC'yi asli dayanaklarından, hayat damarlarından koparıcı bir yolda ilerlediği açık olan bir maceranın devlet politikası olarak kabulü uygun olamaz. AB'nin dayatmacı talepleri sebebiyle Türkiye'nin AB''ye katılım politikası yürütülemez hale gelmiştir. AB'nin talepleri sebebiyle, başlangıçta kurgulanan çağdaşlaşma projesi uygulama alanında esaret projesi haline getirilmiştir. Büyük Türk ulusunun tek seçeneği bu olamaz.

Düşüncelerimizi bu şekilde ifade ederken, Atatürkçü dünya görüşünün çok önemli bir yanının doğruluğunu da teyit etmiş bulunuyoruz. Bu önemli yan ''Tam Bağımsızlık'' ülküsüdür.

''Çağın değişimi'nin tam bağımsızlık ülküsünde değişiklik gerektirdiği düşüncesine katılmıyorum. Atatürk''ün ifade ettiği gibi, ''bağımsızlık bizim karakterimizdir.''

Anlaşılıyor ki, AB üyeliğini devlet politikası olarak belirlemek ve bu düşünceyi dış politikanın merkezine oturtmak yanlış olmuştur."

Amerika'nın ambargo uyguladığı Küba ile Bolivya işbirliği anlaşması imzaladı ABD'ye ilk darbe Latin Amerika'da sol ve merkez-sol partilerin iktidara gelmesi ABD'nin Küba'yı izole etme politikasına darbe vuruyor. Uruguay, Brezilya ve Arjantin hükümetleri Castro'ya sırt çevirmezken, Venezüella lideri Hugo Chavez Castro'nun en önemli müttefiki haline geldi.

HAVANA
Bolivya'da iki hafta önce yapılan seçimlerden zaferle ayrılan sosyalist Evo Morales, ilk yurt dışı gezisi için Küba'yı tercih etti.

Küba Devlet Başkanı Fidel Castro ve Bolivya'nın yeni Devlet Başkanı Evo Morales, Küba'nın başkenti Havana'da önceki gün yaptıkları görüşmeden sonra iki ülke arasındaki işbirliğinin arttırılmasını planladıklarını duyurdu. Bolivya'nın 49 yaşındaki lideri basın toplantısında 79'undaki Castro'ya bakarak, "Bu görüşme haysiyet ve istiklal savaşçısı iki nesil arasında gerçekleşti" dedi.

Liderler; Bolivya ve Küba arasında eğitim, enerji ve sağlık alanında işbirliğini içeren bir bildiri imzaladı.

Morales, ocak ayında Avrupa, Çin, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Brezilya'yı ziyaret edecek.
Latin Amerika'da sol ve merkez-sol partilerin iktidara gelmesi ABD'nin komünist Küba'yı izole etme politikasına darbe vuruyor. Uruguay, Brezilya ve Arjantin hükümetleri Castro'ya sırt çevirmezken, Venezüella lideri Hugo Chavez Castro'nun en önemli müttefiki haline geldi. Karay ip'teki küçük ada ülkeleri de Küba'yla siyasi ve ekonomik ilişkilerini geliştirdi.[1]

AB'nin Kıbrıs ‘askeri' tatbikatı…

MILEX 2005, 22 Kasım-1 Aralık 2005 tarihleri arasında, Brüksel'den yürütülen bir masa başı askeri tatbikat. Tatbikat senaryosu gereği, harekâtın operasyon karargâhı Fransa'daki Mont Valerien kışlası, kuvvet karargâhı da Almanya'nın Ulm kışlası olarak belirlenmiş… Avrupa Birliği'nin Güvenlik Komitesi'nin talimatları doğrultusunda hareket edecek AB Askeri Komitesi'nin çekirdek ülkeleri zaten, Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere olarak sıralanıyor. Şimdi sıkı durun, eğer hazırlıklarını tamamlarsa, Yunanistan da 2008 yılında, AB ordusunun çekirdek ülkesi olacak. Diğer AB üyesi ülkelerin orduları, kısa bir zaman içinde NATO'suz Avrupa Ordusu oluşturmaya dönük bu projede çekirdek ülkeler ile eşgüdümlü olarak operasyonlara katılıyorlar…

Bu senaryo size bir yerlerden tanıdık geldi mi… Hedef Kıbrıs…  Aslında senaryoda adı geçirilen Atlantia adası Kıbrıs'tan başka bir yer değil… Bu tür bir senaryonun Kıbrıs benzeri sorunlu bir bölgeye dönük olması, bir tesadüf olarak değerlendirilebilir mi… Demek… Avrupa Birliği'nin, Kıbrıs Rum yönetimini, tüm Kıbrıs'ın yasal hükümeti olarak tanıyıp AB üyeliğine alması da planlı bir girişim… Bugüne kadar söylenenler, Kıbrıs'ın AB üyeliğinin adadaki sorunu hızlandırıcı bir etki yapacağı yönündeydi…  Bunun böyle olmadığını, aradan geçen süre içinde anlamış bulunmaktayız. Arkasına AB'yi alan Rum yönetiminin, KKTC'den gelen tüm uzlaşma girişimlerini reddediyor olması, Mehmet Ali Talat gibi Rumlarla yakın işbirliğine çok yatkın bir politikacıyı bile çileden çıkartıyorsa varın, durumu siz anlayın…[2]

Siyaset ve asalet

Şu soruya verilecek pek çok cevap olmalı: Türkiye'de siyaset neyi kaybetmiştir ki, bu denli sıradanlaşmış ve çorak bir tarlaya dönüşmüştür.

Modern tarihin akışında iki önemli gelişmenin altı çizilir; Fransız ve Rus devrimleri. Aralarında ne tür yakınlık ve farklılıklar olduğu konumuz değil. Ama her ikisinin de çok önemli bir sonucu vardır: Asaletin tasfiye edilmesi. Burada kastedilen, basitçe hanedanların iktidardan indirilmesi değil; bugünün dünyasını şekillendiren bir zihinsel değişim ve dönüşümdür.

Kuşku yok ki çürümüş ve içi boşaltılmış, üzerinde "kadim gelenek"ten hiçbir esinti taşımayan, zamanın üzerinde bıraktığı tortulardan ibaret bir asaletin böyle bir sonu yaşaması mukadderdi. Ama bu durum, tarihi "asalet ve ona savaş açan güçler" ekseninde okumamıza engel değil.

Cumhuriyetin kuruluşunu da Türk Devrimi olarak tanımlayanlar vardır. Bu tanım tartışmaya açık olsa bile, burada da diğer devrimlere benzer bir tasfiyenin varlığı açıktır. Ancak imparatorluk zihniyle kavranabilecek bir var oluşun, ulus devlet bünyesinde merkezi konuma sahip olması zaten mümkün olamazdı.

Cumhuriyetin ilk yılları, dimağında en azından "asalet"ten bir parça taşıyanların olduğu bir dönemdi. Ancak zihinleri "geçmiş"ten arındırma projeleri hızlı işledi, zaten kırık dökük olan kaleleri birer birer devirdi.

Bugün çaresizlik içindeki devlet ricali, bazı "sorunlar" ın varlığını kabul ettiğini ilan ediyor. Oysa tıpkı Abdullah Öcalan'ın öykündüğü devrimlerde olduğu gibi, PKK'nın varlık sebebi de aynı savaşın bir başka cephede ilanından başka bir şey değildi. Türkiye'yi yönetme iddiasında olanlar bunu anlamadılar, anlayamadılar. Onların, kendi ürettikleri sözde asalete hürmet edeceklerini, ona bağlı kalacaklarını gerçekten düşündüler mi bilmiyoruz. Ama şundan eminiz ki, kendi kullandıkları bir silahın, zamanın akışında bu kadar hızla geriye dönüp kendilerini vuracağını belki de hiç düşünmemişlerdi. O yüzden PKK'nın kendi etkinlik alanında elde kalan birkaç çürümüş kaleyi nasıl yerle bir ettiğini elleri kolları bağlı seyrettiler. Şimdi "sorun"un varlığını kabullenmeyi marifet diye yutturmaya çalışıyorlar.

PKK sadece bir örnek. Ortada böyle bir anlayışın asla kavrayamayacağı derinlikte bir büyük mesele var. Her şeyden önce giderek kıskacına daha çok girdiğimiz çatışma; sanıldığı üzere küreselcilikle ulusçuluk arasında cereyan etmiyor.

Bu çatışma, tarih boyunca asaleti yok etmek üzere hareket eden güçlerin, kendi zihinsel bozukluklarıyla oluşturdukları "sahte seçkinler" i daha da egemen kılma arayışı.

Ulusçuluğun ya da ulus devlet modelinin buna karşı direnecek gücü yoktur, olamaz da. Çünkü o da bir dönem bu "sahte seçkinler" in kullandığı bir araçtan başka bir şey değildi.

Şimdi önce Afganistan'ı, ardından Irak'ı ve bugün İran'ı konuşurken, bu sözlerin ne anlamı var diyenler olabilir.

Sadece şu söylenebilir. Asaletini kaybeden bir siyasetten neler bekleyebileceğinizi bir kez daha gözden geçirin. Çünkü asalet; asıldır, bir işin ruhudur, özüdür, safiyetidir.

Etrafınıza bir bakın. Bunlardan bir eser var mı?

Bizim gözümüze sadece iş bitirici, kotarıcı, becerikli, babalar gibi satıcı birtakım adamlar çarpıyor. Siz ne görüyorsunuz?

AKP-CHP KAOS koalisyonu

Siz daha önce böyle bir örnek gördünüz mü bilmiyorum. Ama galiba CHP'nin yaptığı muhalefetin muhtevası, en çok Başbakan Erdoğan'ı memnun ediyor olmalı.

Uzun bir bütçe maratonu sona erdi. Hemen herkes bütçe tartışmalarının çok sert geçtiğini söylüyor. Peki bu tartışmalardan akıllarda kalan ne? El-kol hareketleri üzerinden bir zamanların en çok seyredilen dizisi Bizimkiler' in "Katil" tiplemesini andıran diyaloglar. Bir de onları çılgınca alkışlayan milletvekilleri. Peki Türkiye'de olup bitenle ilgili ne söylendi, üzerimize adım adım giydirilen "ekonomik operasyon"un kodları üzerinde neler konuşuldu. Kocaman bir hiç.

CHP, kendisine gösterilen alanda muhalefet yapıyormuş gibi görünmekten çok memnun. Çünkü Deniz Baykal çok iyi biliyor ki, bugün uygulanan programa temelde karşı çıkma ya da eleştirebilme şansı yok. Bu programın sahipleri, AKP'nin hükümet olması kadar, CHP'nin muhalefet olmasını da tasarladı. Ne Erdoğan'ın, ne de Baykal'ın bu sınırların dışına çıkabilmesi mümkün değil.

Bir yandan "kadehli" görüntülerle "gelişerek değişen" çağdaş yüzünü gösteren AKP; diğer yandan CHP'nin din-laiklik ekseni üzerinden attığı eşsiz paslarla şovunu sürdürüyor. Elbette sürecek. Çünkü paylaşım böyle. Kemal Derviş'in oluşturduğu çatıyı korumak iki tarafın da görevi. AKP, toplumun geleneksel ekonomik direnç noktalarını kırmak, "borsa" ve benzeri araçlar üzerinden sisteme entegre etmek için eşsiz bir koridor. CHP ise bu duruma karşı çıkması muhtemel kesimlerin tepkilerinin yükseleceği zemini işgal ediyor. Muhalifmiş gibi, öfkeliymiş gibi yapıyor. Hepsi bu kadar.

İki tarafın da kendi tabanlarına ya da destek veren kesimlere mesaj yollamasının yolu da bu. Birisi laikliğin, öteki dindarların savunucusu. Bu aldatmacanın arkasına, birlikte yürüttükleri programı saklamaları hiç te zor olmuyor. Aksini düşünenler, ana muhalefet partisinin bütçe görüşmelerinde ya da öncesinde hükümetin ekonomik politikasına yönelik bir tek eleştirisini göstersinler. Söylenenler, meselenin özüne değil, uygulamadaki bazı "aksaklıklar"a yönelik. Şu halde hükümet, Erdoğan'ın ifadesinden uyarlarsak, bünyesinde daha profesyonel adamlar çalıştırsaydı, bu sözde eleştirilerin muhatabı da olmayacaktı.

Küreselleşme, Türkiye'yi her geçen gün biraz daha hırpalıyor. Dünyanın başka bir bölgesinde olsaydık, buna karşı direnecek bir anlayışın farklı bir temelde yükselebileceğinden bahsedebilirdik. Soldan ya da şartlara göre yeni bir dil oluşturan bir sosyalist akımdan söz açabilirdik. Nitekim dünyada yeniden böyle güçlü bir yöneliş var.

Fakat bizim ülkemiz söz konusu olunca, bu büyük saldırı karşısında İslam'ın dışında bir ruhun harekete geçirici olması mümkün değil. Böyle bir başkaldırının önüne geçilmesi için, sanki bu ruha sahipmiş gibi davranan bir iktidara ihtiyaç vardı; işte o da karşımızda. Mesela milletin "yastık altı" diye tanımlanan birikimlerini "sistem"e kazandırma konusunda CHP, AKP kadar inandırıcı olabilir miydi? Elbette hayır. Ancak ve ancak "sistem"e inancı tam, "borsa"ya imanı kayıtsız şartsız olan ve hamburgeri lahmacunla yeneceğini düşünen bir hareket bu iş için biçilmiş kaftan olabilirdi; oldu da.

Derviş'le Unakıtan'ın tek ortak noktalarının isimleri olmadığını artık kabul edelim.

 

 

 

 

 

 

 

 


[1] Arslan Bulut / Yeni Çağ Gazetesi / 01.01.2006

[2] Ardan Zentürk / Star Gazetesi / 02.01.2006

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Osman ERAYDIN

Osman ERAYDIN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx