YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
691851e0353d0
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 2 6
Bugün : 19266
Dün : 37133
Bu ay : 621071
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45024892
IP'niz : 216.73.216.10

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

"Dârülaceze'nin bahçesine, Abdülhamit Han tarafından yaptırılmış kilise ve havra onlara cesaret vermek için değil ibadet etmeleri içindi" dediğimiz vakit zorunuza gitmişti.  Abdülhamit Han böyle bir durumda ne yapardı öyleyse? Böyle durumlar onu da çok taciz etmişti. İngiltere'de Peygamber Efendimizi hedef alan birçok piyes oynatılmaya başladığında, İngilizlere haber yollayarak bütün İslâm âlemini harekete geçireceğini söyleyen de Abdülhamit'tir. Piyesler derhal sahneden kaldırılmıştı. Ziyad Ebüzziya'nın bu konuda bir incelemesi vardır. İş bununla bitmez. Ömer Faruk Yılmaz'ın Abdülhamit Han kitabında anlatıldığına göre, Abdülhamit, Avrupa'da İslâm aleyhine yazan gazeteleri satın alarak onlara İslâm lehinde yazılar yazdırmıştır. Rus ve Ermenilerin yaptığı mezalime karşı oralarda yaşayan Müslüman ahaliye de silah dağıttırmıştır.

Abdülhamit Han'ın bütün İslâm dünyasını ayağa kaldırma fikri, bugün Atatürk ve Erbakan'ın aynı fikrin takipçileri olarak izledikleri haysiyetli dış siyasetle gerçekleşme yolundadır. İslâm dünyasında siyonizme ve Batı'nın saldırganlığına karşı Cumhuriyet liderleri içinde sesini yükselten ilk ve tek lider Erbakan'dır".

 

Abdülhamit Han olsaydı ne yapardı?

Peygamberimize yönelik küstahlıklar bütün İslâm dünyasını harekete geçirdi, gazetelerin yazdığı gibi, sadece Türkiye dışında!… Ve sadece AKP iktidarı sanki kör sağır ve dilsizdi.

Peki, biz niye harekete geçmiyoruz? Çünkü biz bu edepsizliği yapanlarla AB ilişkileri "çerçevesinde", "gözaltındayız." Rasmussen'in adını ne zaman duyardık? AB müzakereleri sırasında değil mi?

Müslümanlar, AB'ye girmeyi neden istiyorlardı? Dini inançlarını daha özgürce yaşayacaklarını ümit ediyorlardı da ondan. Şimdi anlaşıldı ki o AB, Müslümanların dinine bırak saygıyı, insan hakları olarak da kayıtsızdır. Bunu daha önce AİHM'nin çeşitli davaları sırasında ve "Lihgt İslâm" dedikleri İslâmi yeti değiştirme projesinde de görmüştüm. "Onlar bu işi insan hakları ve ifade özgürlüğü sorunu olarak görüyor," demeyin. Antalya'daki dinler bahçesi yapıları, yani üç dinin yeni inşa edilen mabetleri bu işi bir "din" işi olarak gördüklerini gösterir. Ayrıca sokaklarında yabancı dilin konuşulmasını yasak eden bir Avrupa'nın ifade özgürlüğünden ve insan haklarından bahsetme hakkı yoktur.

"Dârülaceze'nin bahçesine, Abdülhamit Han tarafından yaptırılmış kilise ve havra onlara cesaret vermek için değil ibadet etmeleri içindi" dediğimiz vakit zorunuza gitmişti.  Abdülhamit Han böyle bir durumda ne yapardı öyleyse? Böyle durumlar onu da çok taciz etmişti. İngiltere'de Peygamber Efendimizi hedef alan birçok piyes oynatılmaya başladığında, İngilizlere haber yollayarak bütün İslâm âlemini harekete geçireceğini söyleyen de Abdülhamit'tir. Piyesler derhal sahneden kaldırılmıştı. Ziyad Ebüzziya'nın bu konuda bir incelemesi vardır. İş bununla bitmez. Ömer Faruk Yılmaz'ın Abdülhamit Han kitabında anlatıldığına göre, Abdülhamit, Avrupa'da İslâm aleyhine yazan gazeteleri satın alarak onlara İslâm lehinde yazılar yazdırmıştır. Rus ve Ermenilerin yaptığı mezalime karşı oralarda yaşayan Müslüman ahaliye de silah dağıttırmıştır.

Abdülhamit Han'ın bütün İslâm dünyasını ayağa kaldırma fikri, bugün Atatürk ve Erbakan'ın aynı fikrin takipçileri olarak izledikleri haysiyetli dış siyasetle gerçekleşme yolundadır. İslâm dünyasında siyonizme ve Batı'nın saldırganlığına karşı Cumhuriyet liderleri içinde sesini yükselten ilk ve tek lider Erbakan'dır". Erbakan o zaman Türkiye'de anlaşılmamıştı. Şimdi anlaşıldı mı, yeteri kadar, bilmiyorum. Ama İslâm dünyası onu bizden iyi anladı. İşte İran'dan, Filistin'den, Sudan'a Libya'ya kadar, Peygamberimize yapılan edepsizliğe karşı elçilerini geri çeken, malları boykot eden, yürüyüşler yapan İslâm ülkeleri bu haysiyetli ve cesur politikaların bir takipçisidir. Hatta bu politikaların Güney Amerika'ya kadar uzanıp Venezuela'nın başını çektiği bir millî bağımsızlık hareketine dönüşmesi, her ülkenin kendi millî görüşünün şahlanışını gösteriyordu. Artık uluslararası siyasette kazananlar, Millî Görüş gömleğini çıkaranlar değil, giyinenler oluyordu. Çatırdayan zulüm rejimleri kuyruğu dik tutmaya çalışıyorlar. HALAS'A bağırıyorlar, İran'a çağırıyorlar, Avrupa'da Peygamberimize edepsizlikler ediyorlar ama nafile! Millî Görüşler, şahlanma sürecine girmiştir. İçerdeki TÜPRAŞ özelleştirmesini de bu sürece dâhil edebilirsiniz.

Böyle bir durumda, Abdülhamit Han olsaydı ne yapardı? Atatürk olsa derhal "misilleme" yapardı. Bu, nasıl gerçekleşirdi bilmiyorum ama Dinler Bahçesindeki kilisenin geçici bir süre kapatılması aklıma geliyor. AB'nin talimatıyla başlatılan eski kiliselerin restorasyonu durdurulurdu. Bütün misyoner faaliyetlerini durdurmak ve misyonerleri kapı dışarı etmek de aklıma geliyor. Bunlar "Lihgt İslâm" tarifine uymaz mı diyorsunuz, evet ama onlar olsalar, böyle yaparlardı.

Diyalogcular neredesiniz?

Peygamberimiz Hz. Muhammed'e yönelik çirkin saldırılar Batı dünyasında hızla yayılıyor. İslam'a hakaret kampanyasına dönüşen bu rezalete karşı "Dinler arası diyalog ve hoşgörünün hamileri" sessizliklerini koruyorlar.

Başta Papa olmak üzere Hıristiyan Batı dünyasının bütün üst düzey yetkilileri bu rezaleti, bu alçaklığı, bu şerefsizliği önlemek için kılını bile kıpırdatmıyor. "Üzgünüz ya da Müslümanların hassasiyetlerini anlıyoruz" gibi beyanatlarda bulunarak, bu alçakları destekliyorlar. "İstemem yan cebime koy " diyorlar. Niçin mi böyle davranıyorlar!? Çünkü bu alçaklık, İslam'a karşı başlatılan "Küresel Haçlı Seferi"nin bir parçası da ondan.

Aynı şekilde Türkiye'deki diyalog yanlılarını da ortada göremiyoruz! Üç dinin temsilcileri(!) neredesiniz? Toplum önderleri, gazeteciler, yazarlar, aydınlar, üst düzey devlet yetkilileri, ilahiyatçılar! Neredesiniz? Türk kamuoyuna "dinler arası diyalog" adı altında empoze etmeye çalıştığınız şeyler kadar, bu kepazeliğin durdurulması için neden ciddi bir tepki göstermiyorsunuz?! Zevahiri kurtarmak adına yapılan cılız tepkilerinizi kimse duymuyor…

Size, ailenize karşı, mensubu olduğunuz cemaat, kulüp, parti, kanaat ve milli önderlerinize hakaret edilseydi, küfredilseydi, aşağılansaydı yine aynı şekilde mi tepki gösterirdiniz? Müslümanların peygamberi, iki cihan serveri, Yüce Allah'ın habibi Hazreti Muhammed'e yapılan bu hakarete karşı bu kadar bile tepki göstermiyorsunuz!

Dinler arası Hoşgörü yaftasını tüm dünyaya gereği gibi yayamadığınız için mi bu aşağılık propagandalar yapılıyor, yoksa (!) Bu, rezaleti, bu çirkinliği nasıl izah edeceksiniz?

Kol kola, omuz omuza, tatlı gülücüklerle, süslü püslü sözlerle kamuoyuna anlattığınız hoşgörüyle, "İslam'a sövülmesini, hakaret edilmesi"ni makul karşılamamızı mı istiyordunuz?

Yok eğer bunu kastetmiyorsanız, hiç bir gerekçenin ardına sığınmadan dostlarınızla birlikte bu küstahlığa son verilmesi için girişimlerde bulunun!

Evet, bu tutumuyla Batı, dine saygıdan neyi anladığını ortaya koydu. İnşallah bizim diyalogcular da bundan sonra " iman ile küfrün, tevhit ile şirkin" bir arada olamayacağını görürler ve " kilise, cami ve havra"dan oluşan "Dinler Bahçesi" adı altında oynanan oyunun bir parçası olmazlar!

Aldananlara sesleniyorum; komünizmin çöküşüyle birlikte İngiltere eski Başbakanı Thatcher'ın ve NATO eski Genel Sekreteri Clark'ın, 11 Eylül saldırılarının ardından ABD Devlet Başkanı Buh'un, İtalya Başbakanı Berlusconi'nin ve Amerikalı Korgeneral Boykin'in "İslam'a savaş açtıkları" yönündeki beyanatlarını niçin unutuyorsunuz? 

Çok değil önceki gün, ABD Dışişleri Bakanı Donald Rumsfeld'in "ABD'nin radikal güçlere karşı savaşının ne zaman biteceği belli değil, uzun bir savaşa hazırlanıyoruz, sonunda barış olmayacak" şeklindeki sözlerini duymadınız mı?

Rumsfeld'in radikal güçlerden kastının İslam dünyası olduğu konusunda şüpheniz mi var?

Lütfen, artık bu rüyadan uyanın!

Euro-Dolar savaşı olabilir mi? 

İlk kıvılcım Danimarka'da yandı. Jyllands posten gazetesi Peygamberimiz (sav) tasvir eden karikatür yayınladı. Sonra bütün aynı alçaklığı, gösterilen tepkiye rağmen diğer bazı Avrupa ülkelerindeki bazı medya organları sürdürdü.

Hz. Muhammed'in tasvir edilmesi İslam Dünyasının en hassas olduğu konulardan biridir. Bu yüzden yayınlanan karikatürlere ne kadar büyük tepki gösterilse azdır.

Ancak şu soruya da cevap verilmelidir? Bu gazeteler İslam dünyasının bu konudaki hassasiyetini bilmelerine rağmen neden bu alçakça yayınlara başlanmıştır. Mesela Fransa. Daha dün mağribli çocukların sokaklarını cehenneme çevirmişken hangi akılla bunu yapabilmiştir.

Sanki İslam dünyası özellikle tahrik edilmek istenmektedir.

Nitekim yaşanan skandal Devletlerarası krize dönüşmüştür. Daha sarih bir ifade ile İslam dünyası ile Avrupa belki bugüne kadar hiç olmadığı bir şekilde karşı karşıya gelmiştir.

Oysa AB-ABD ikileminde İslam dünyasının AB'ye daha yakın durduğu açıkça ortadadır. Bu ekonomik ilişkilerde daha çok kendini göstermektedir. İslam ülkelerinin ticari ilişkileri dikkate alındığında AB ile olan ekonomik ilişkilerinin ABD'ye oranla kıyaslanamayacak ağırlıkta olduğu görülür. Sadece bir örnek. Mesela ABD'nin yakın hedefindeki İran'ın ithalatında Almanya yüzde 12,8'le ilk sırada yer alırken bu ülkeyi yüzde 8,3'le Fransa, yüzde 7,7 ile İtalya, yüzde 7,2 ile Çin, yüzde 5,4 ile Rusya var.

O zaman olaya birde Avrupa para birimi Euro (avro) penceresinden bakalım. Irak OPEC (Petrol ihrac eden ülkeler birliği) üyesiydi. Saddam döneminde kendi petrollerini Euro referans alarak satmayı kararlaştıran ilk ülke oldu. Dönem açısından bakıldığında oldukça cesur bir karardı. Ardından Saddam devrildi, Irak işgal edildi. Benzer bir kararı İran aldı. Tıpkı Irak gibi petrol ticaretinde Euro'yu referans almayı kararlaştırdı. Suriye aynı şeyi tartışıyor. İran Dünya petrol rezervine sahip en büyük ülkelerden biri. OPEC üyesi ülkelerde Euro referanslı satış giderek artıyor. Petrol ihraç eden ülkelerin Euro'ya geçmesi ise zaten çökmüş olan ABD ekonomisinin tamamen iflası demek.

Avrupa medyasının yaptığı alçaklığın affedilir yanı yok. Ama bu olayın perde arkasını anlamak için sanırız bu iğrenç karikatürleri yayınlayarak AB ve İslam dünyasının devletler düzeyinde karşı karşıya getiren medya organlarının kimliğine iyi bakmak lazım.

Tabii bir de bu gözle…

Taha Kıvanç (malum ve meşhur Fehmi Koru):

Karikatür krizini "Global Derin Devlet " yaptı diyor:

Tıpkısının aynısı

Benim kuşkum yok, sizin de olmasın: Şu anda karşı karşıya olduğumuz bir ‘global derin devlet' operasyonudur… Korkum, derin devlet operasyonlarında olduğu gibi, bunun da amacına ulaşması…

İtiraf edeyim de rahatlayayım: Karikatür krizinde ‘global derin devlet' parmağını fark etmemi televizyonlar sağladı. Hangi uluslararası kanala baksam karşıma çıkan ‘gazeteci' kılıklı bir Danimarkalının, hep aynı şeyleri birbirinden farksız ifadelerle tekrarladığını görünce, "Acaba?" sorusunu sordum önce, arkası kolay geldi. Karikatürleri Danimarka'da ilk yayımlayan gazete ile Norveç'teki derginin ‘sağcı' kimlikleri de paralellik kurmama yardım etti.

Danimarka merkezli karikatür krizini yönlendiren adamın yaptığı da o. Ne sorulursa sorulsun hep aynı cevapları veriyor adam. Zihinlere kazımak istediği düşünce "Bu bir ifade özgürlüğü mücadelesidir." İyi de, "Mücadele bir şeyi kazanmak için verilir, iğrenç karikatürlerin yayınlanması neye yaradı?" sorusunun cevabı havada…

Danimarka ve Norveç ‘global derin devlet' de denilebilecek ‘Gladio' türü yapılanmaların olağanüstü güçlü olduğu iki İskandinav ülkesi. Daha sonra cesedi Potomac nehrinde bulunacak CIA eski başkanı William Colby, "Danimarka ve Norveç'teki gizli yapılanmayı ben kurdum" diye yazmıştı[1] zaten ‘Honorable Men' (Onurlu Adamlar) adlı anı kitabında.[2]

Ama ABD Dış Bakanı Condoleeza Rice: Bu hakaretlerin, Amerikanın İran ve Suriye saldırısı öncesi; İslam Alemini kışkırtıp ABD'nin işini zorlaştırdığını söylüyor.

Rice, İslam âleminin, Hz. Muhammed'e yapılan hakarete tepkisi devam ederken, İran ve Suriye'nin bu süreçte kendi amaçları için şiddeti kışkırttığı ve Batı düşmanlığını alevlendirdiğini öne sürdü.

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Suriye ve İran'ı, Batı karşıtı düşünceleri kışkırtmak ve kendi amaçları doğrultusunda şiddeti alevlendirmekle suçladı.  Rice, İslam âleminin, Hz. Muhammed'e yapılan hakarete tepkisi devam ederken, İran ve Suriye'nin bu süreçte kendi amaçları için şiddeti kışkırttığı ve Batı düşmanlığını alevlendirdiğini öne sürdü. 

Uluslararası bir nitelik kazanan karikatür krizinde bazı ülkelerin önemli mesuliyetler yüklendiğini ifade eden Rice, buna karşın bazı ülkelerin bu durumu fırsat olarak görerek, şiddeti körüklediğini ileri sürdü. Rice, "İran ve Suriye, kendi çıkarları doğrultusunda Batı düşmanlığını alevlendiriyor. Dünya bu konuda bu ülkelere bir çağrıda bulunmalı" dedi.

Hain tahrikin amacı, şer cephesi oluşturmaktır

Eylül 2005 tarihinde Danimarka'da ve arkasından da Norveç, İsveç ve son olarak da Fransa ve birçok Avrupa ülkesinde yayınlanan, Peygamber Efendimizi (s.a.v) "terörist" olarak gösteren, çirkin ve hain tahrik olarak değerlendirilen karikatürler nedeniyle; İslâm âleminde ve Batı merkezlerindeki din kardeşlerimiz tarafından başlatılan tepkiler ve gösteriler, büyüyerek ve yaygınlaşarak devam etmektedir.

11 Eylül 2001 tarihinden bu güne kadar, yüce dinimizi ve kutsallarımızı öne çıkararak, Batının, Müslümanları "terörist" ilan etmeleri ve bunu da bahane ederek, ABD'nin liderliğinde Müslüman ülkeleri işgal etmeleri, işgali yaygınlaştırma eğilimleri, işgal bölgelerindeki zulüm ve tahribatın vicdanları sızlatması, bütün bu gelişmeler karşısında Müslüman milletlerin hükümetlerince de yeterli ve aktif tepkilerin gösterilmemesi, Müslümanların sabrının taşmasının başlıca sebeplerinden sayılmalıdır.

"Müslüman'ım" diyen kimse, İslâm Peygamberi Muhammed Mustafa Efendimizi, sahip olduğu her şeyden (ana, baba, eş, çocuk dâhil) daha çok sevmezse kâmil mümin sayılmaz. Müslüman'ın Allah(cc)'den sonra içi titreyerek koruması gereken kutsalı, Peygamber Efendimizdir. Tepkiler haklı ve normaldir. Müslüman olmayanların da bu tepkilerin oluşacağını tahmin edememeleri düşünülemez.

Bu nedenlerle, Batı basınındaki hakaret içeren yayınların "basın özgürlüğü" maskesinin arkasına gizlenerek hükümetler tarafından da savunulması,  tepkilerin artarak yaygınlaşmasını ve büyümesini tahrik etmek isteği olarak değerlendirilmelidir.

Gelişmeler, AB-Türkiye ilişkileri ve Batı-İslam âlemi ilişkileri açılarından değerlendirilmelidir.

AB-Türkiye ilişkileri açısından düşündüğümüz zaman; kutsallarımıza hakareti alışkanlık haline getiren milletlerle, aynı çatı altında, değerlerimizi kaybetmeden, nasıl bir arada bulunabileceğimizi, vakit daha fazla geçmeden düşünmeliyiz. Bir an önce gerçek dost ve düşmanlarımızı belirleyerek, ilişki ve ittifaklarımızı yeniden oluşturmalıyız.

Batı-İslâm âlemi ilişkileri açısından düşündüğümüz zaman; tahrikin zamanlaması dikkatimizi çekmektedir. Bir taraftan Filistin'de seçimleri Hamas'ın kazanması sonucunda, İsrail'in bölgede kontrol sağlamasının eskiye nazaran daha güçleşmesi; diğer taraftan seçimlere rağmen Irak'ta ABD yanlısı bir hükümetin kurulamaması ve işgale karşı direnişin gün geçtikçe etkisinin artması; bunlara ilave olarak, İran ve Suriye'nin kontrol edilememesi; ABD, İsrail ve İngiltere üçlüsünü dünya ve kendi kamuoyları karşısında zor durumda kalmalarına sebep olmuştur.

ABD yönetimi, İslâm coğrafyasında giriştiği istilâ harekâtında, Batının bir bütün olarak kendi yanında bulunmasına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Avrupa kamuoyu ise ülkelerinin ABD ile birlikte, Ortadoğu'da bir maceraya girmesini istememektedir. Irak'ın istilası sırasında müşterek hareket edenler de koalisyondan birer birer ayrılmaktadırlar. Bu gidişle ABD ve yandaşları mağlup olarak Irak'tan çekilmek zorunda kalacaklar; bu da İsrail'in sonunun başlangıcı, ABD'nin ise dünya hâkimiyet projesinin sonu olacaktır.

ABD-İsrail ikilisi bütün Hıristiyan âlemini, İslâm alemine karşı bir cephede toplama gayretlerini 11 Eylül 2001 tarihinden bu yana sürdürmektedir. Bu amacına ulaşmak için, Fas'ın Kazabilanka, İspanya'nın Madrid, Türkiye'nin İstanbul, Rusya'nın Moskova, İngiltere'nin Londra şehirlerinde facia olarak nitelenebilecek sonuçlar doğuran sabotajlar gerçekleştirildi. Ancak arzu ettiği ittifakı sağlayamadı.

Şimdi, İran'ın nükleer program uygulaması nedeniyle, uluslararası yaptırım için, İslâm alemine karşı Batı kamuoyunun tahrik edilerek, Şer cephesinin oluşturulması senaryosu devreye sokuldu. Hain tahrik sonucu, Müslüman milletlerin haklı tepkisi karşısında, Batı kamuoyu, ABD ile birlikte hareket edecek hükümetlerine tepki göstermeyeceklerdir. Böylece, ABD-İsrail ikilisi Ortadoğu batağına ve İran'a karşı girişilecek yaptırımlara, Avrupa ülkelerini de çekebilecektir. Bu gerilimin kontrollü olarak çıkarıldığı düşünülmelidir.

Hain tahrikin, bu açıdan da değerlendirilerek, tepkilerin ve tedbirlerin dozu ve etkinliği hesaplanmalıdır. Batının tecavüzlerini hangi seviyeye ulaştırdığı,  üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir husustur. Onlar bizim inançlarımıza ve inancımızın kutsallarına düşmandır. Sahip olduğumuz her şeyin kendilerine helal olduğunu düşünmektedirler. Uzun yıllara dayanan hatalar sonucunda hükümetlerimiz Batıya bağımlı hale getirilmiştir. Bu bağımlılık, milletlerimizi köleleştirerek ve maddi manevi bütün değerlerimizi kaybederek, varlığımızın sona erdirilmesi aşamasına yaklaşmaktadır.

Müslüman devletler tarafından; bağımlılıktan kurtulma cesareti gösterilemediği için ve husumet çekme korkusu ile hedef seçilen devletler yalnız bırakılarak, şer güçler tarafından tek tek yok edilmesine izin verilmektedir. Filistin, Afganistan ve Irak'ta böyle yapıldı. Şimdi İran kıskaca alınma aşamasında. Türk milletini İran'a düşman etmenin gayretleri sürdürülüyor. İran'ın Türkiye'ye karşı kullanmak üzere nükleer silah geliştirdiği yalanı yayılmaya çalışılıyor. Bu propaganda ile Türkiye'nin de Batı devletleri ile birlikte hareket etmesi sağlanmaya çalışılıyor.

"İran'da üretilen nükleer silâhların hedefi Türkiye'dir" fitnesinin amacının; NATO anlaşmasının 5. maddesi veya ABD-Türkiye Savunma İşbirliği anlaşmalarını devreye sokarak,  İran'a yapılacak saldırıda Türkiye'yi üst olarak kullanmak olduğu değerlendirilmelidir. Böyle bir saldırıda Türkiye topraklarını kullandırmazsa, kesinlikle İran bize tehdit olmaz. Silahlar düşmanlar için hazırlanır. Düşmanlık eden hedef olur.

Müslüman milletler, Peygamber Efendimize yapılan karikatürlü hakaret ve bunun batılı hükümetlerce desteklemesi karşısında, haklı olarak ayağa kalkmışlardır. Hükümetlerimiz bu galeyanı dikkate almalıdır. Müslüman milletlerin bu ortak duygusunu faydalı bir birlikteliğe döndürmelidirler.

Şer cephesi karşısında, işgal edilen topraklardan başlamak üzere direniş platformu oluşturulmalı ve mukavemet güçlerinin ihtiyacı olan maddi ve manevi destek sağlanmalıdır. Irak direnişçilerinin ve kurulacak Filistin Hükümeti'nin ihtiyacı olan parasal kaynak, Müslüman devletlerce oluşturulacak bir fondan sağlanmalıdır.

Coğrafyamızda kan ve gözyaşını durdurmak ve bölgemizde barışın tesisini istiyorsak, Batıya karşı güçlerimizi birleştirerek, saldırılara birlikte mukavemet etmeliyiz. Bu sonuca ulaşabilirsek, Peygamber Efendimize hakaret etmek isteyenlere en iyi cevabı vermiş oluruz.

Din düşmanlığı mı, kasıtlı ve planlı bir saldırı mı? 

Olayın Gelişimi:

Bilinen olayları tekrarlamaya lüzum yok. Herkes zaten infial içerisinde. Lakin bazı noktaların altını çizmekte yarar var. Bunlar bize önemli ipuçları vermektedir.

Danimarka'da bir karikatür yarışması yapılıyor ve birinciliği kazanan karikatür dizisi (12 adet ) gazetede yayınlanıyor. Danimarka'daki Müslümanlar Birliği'nin buna karşı çıkması ile olay alevleniyor, dünyada tepkiler büyüyor ve durum herkesin bildiği noktaya ulaşıyor.

Veriler ve Sorular:

  • Birileri böylesine acaip, dine, terbiyeye ve olgunluğa aykırı bir yarışma için sipariş veriyor ve para ödülü vaad ediyor. O halde bu "azmettiren kim veya kimler?" Buna bakılmalıdır.
  • Para uğruna veya din düşmanlığı saiki ile birçok kişi bu yarışmaya katılıyor. Zaten bundan birkaç ay önce de Hollanda'da bir film yapımcısı yine İslâm'ı ve Peygamberini aşağılayıcı bir film yaparak gündeme gelmişti. Bu İslâm düşmanlığı nasıl olup da aniden kabarmaya başladığı araştırılmalıdır.
  • Karikatürleri basmak kararı gazete yazı işleri müdürünün işidir. O zaman işe birçok kişi karışmış demektir. Bu durumda şahsi bir hatadan bahsedilebilir mi, yoksa kasıtlı ve organize bir durum mu mevcuttur?
  • Gazetenin bunu "düşünce ve ifade özgürlüğüne" yani insan hakları beyannamesine dayandırması, garip ve gülünçtür. Lakin bunda ısrar etmekte ve kendilerini haklı görmektedirler.
  • Başbakan Rasmussen'in ısrarla bunun bir hak olduğunu, basının hür olduğunu söylemesi ve en ufak bir nezaket ve "diplomatik doğruluk" göstermeden tüm İslâm ülkeleri büyükelçilerini görmeyi red etmesi, tam bir küstahlık ve saygısızlık örneğidir.

Bütün bunlar alt alta konunca ortaya vahim bir tablo ve kasıt çıkmaktadır. Avrupa gazetelerinin "dayanışma cabaları içinde" bu karikatürleri tekrar, tekrar basmaları ve hükümetlerin asla özür dilemeye yanaşmamaları gözden kaçmamalıdır. Hakaret ısrarla ve inatla yapılmakta ve tekrarlanmaktadır. Bunlar kesin ve net işaretlerdir. Doğru okunmalıdır. Kısacası burada kim, neden düğmeye bastı sualleri önemlidir.

Eski Kökler ve Yeni Hedefler:

Batı bundan önce tam iki defa dünyanın çeşitli bölgelerine saldırmıştır. 18'inci yüzyılda başlayan sömürgecilik furyası ile Afrika kıtası, Asya kıtası, Avustralya ve Yeni Zelanda, Kanada ve Güney Amerika'da birçok yer ve millet, çeşitli Avrupalı devletlerin saldırısına uğramıştır. Silah üstünlüğü ve saldırgan yaradılışları ile Avrupa devletleri bu ülkeleri ele geçirmiş, halklarını öldürmüş ve oraların tabii zenginliklerini sömürüp, bu zenginlikleri kendi ülkelerine taşıyarak, kendileri için zengin ve rahat bir hayat kurmuşlardır. Bu birinci dalgadır. Üstelik bir de "Beyaz Adamın Vicdan Borcu ve Yükü" gibisinden bir tarif yaparak, bu saldırganlıklarını haklı çıkartmaya çalışmışlardır.

İkinci dalga, Birinci Dünya Savaşından sonra ve özellikle de Orta Doğu'ya yani Müslümanların topraklarına yönelik olmuştur. 

Üçüncü dalga ise 1990'lardan sonra ve 21. yüzyıl ile birlikte başlamıştır. Bu sefer de hedef dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarının kontrolünü ele geçirmek ve elde tutmak çabası olmuştur. Kendi yaşam durumunu devam ettirmek için büyük enerji kaynaklarına muhtaç olan Batı, tekrar harekete geçmiştir. Afganistan'ın ve Irak'ın işgali, Çeçenistan olayları, İran ve Suriye'nin tehdit altında olması katiyen bir tesadüf değildir. Kopartılan kıyametler sadece bir kılıf hazırlama çabalarıdır.

Bu hedeflere hazırlanırken, Batı yeni teknikler kullanmaktadır. Saldırmadan önce hazırla, yumuşat, ez ve sonra yut metodu adım adım uygulanmaktadır. Bunların da başında psikolojik savaş gelmektedir: Kitleleri psikolojik olarak ezerek, küçümseyerek, provoke ederek ve hakaret ederek olayları başlatmak, iş çığırından çıkınca da kaba güç ve üstün teknoloji ile bire karşılık yüz öldürerek olaylara hâkim olma yoluna gitmek. Bu arada da bol, bol "sakin olalım, toleransı elden bırakmayalım" çağrısı yaparak kitleleri uyutmak yolu seçilmektedir. Bu metotların sonuçlarının neler olduğu Afganistan ve Irak'ta görülmüştür.

Şimdi bir paralel çizmek gerekirse, tarihte 11'inci ve 12'nci yüzyıllarda kendi aralarındaki savaşlardan ve iç savaşlardan iyice fakir düşen Avrupa'nın, Doğu'nun ihtişam ve zenginliklerini ele geçirmek için asırlarca sürecek Haçlı Seferlerini başlatması hatırlanmalıdır. Avrupa krallıkları ve Papalık, bu gizli hırsı, dini öğelerle süsleyerek ve sözde "Kutsal Toprakların Kurtarılması" gibi süslü ve kışkırtıcı ifadelerle orduları Orta Doğu'ya götürmüştür. Oraya vardıklarında, Orta Doğu'daki Müslümanlara yapmadıkları eziyet, cinayet ve zulüm kalmamıştır. Asırlar sonra bile, hiçbir zaman "bu yaptıklarımız hata idi" dememişler ve ta ki Müslüman orduları kendi güçleri ve dirençleri ile Avrupalıları oradan atıncaya kadar Orta Doğu'yu sömürmüşlerdir.

Şimdi Hedefleri Ne Olabilir?:

21'inci yüzyıl Batı'nın saldırganlığı ve yeni işgalleri ile başlamıştır. Bu arada "Dinler Arası Diyalog" ve "Hoşgörü" aldatmacaları ile Müslüman ülkeler sakin ve pasif tutulmaya çalışılmaktadır. Bunun yanı sıra Müslümanlardan, İslâm dininin bazı hususlarını değiştirmeleri, hatta bazı ayetleri kullanımdan çıkartmaları, "ılımlı ve light" hale gelmeleri istenmektedir. Bu süre, kitleleri ikna etme, "kabullendirme dönemidir." Buna "Teslim olma" dönemi de denebilir.

Örnek vermek gerekirse: Mesela, Türkiye üstünde yeni baskılar oluşturulmaktadır. Sözde "Ermeni soykırımını" yaptığınızı kabul edin ve özür dileyin, hatta, tazminat ödeyin yoksa AB'ye giremezsiniz gibi. Daha sonra da, Türkiye'den hiçbir cevap ve bilgi beklemeden tüm Avrupa parlamentolarında Ermeni Soykırımının yapılmış olduğunu kabul etmek gibi. Avrupalılar, bununla da yetinmeyip, şimdi bir de "Süryani soykırımı" yaptınız diye bastırmaya başlamışlardır. İlaveten, Türkiye içinden bazı sözde "aydınlar" bulup, onlara bu davayı kabul ve müdafaa ettirmektedirler. Orhan Pamuk gibi birisine Avrupa mecmualarında mülâkatlar yaptırıp, ödüller vermekte ve halktan tepki gelince de Türkleri "insan haklarını ve özgürlüklerini anlamamakla" suçlayıp, "toleranssız" şeklinde nitelemektedirler.

Bu seferki saldırı bambaşka yollarla devam ettirilmektedir.

  • Bunların başında, gizlice misyonerlik yapan yabancı okullarını,
  • Yurt içine dağılmış en az 15 değişik tarikata ait Misyonerlerin İncil ve para dağıtarak yaptıkları çalışmalarını,
  • Yerli Hıristiyan kiliselerinin yaptığı gizli tahribatlarını,
  • Resmi kanallarla İslâm'ın öğretiminin engellenmesi şeytanlıklarını,
  • Resmi izinlerle açılıp, AB'den veya yurtdışı başka kaynaklardan aldıkları paralarla çalışan Sivil Toplum Örgütlerinin fesatlıklarını,
  • AB'ye gireceğiz ümidi (yalancı serap'ı ile) kendini aldatan, ama bu arada ülke için tamiri imkânsız tahribat yapan bazı aydın ve yazar kesiminin çalışmalarını saymak mümkündür.

Kullanılan metod, toplumda psikoljik olarak bir "suçluluk duygusu" oluşturmak, toplum fertlerinde "kendini küçük ve aciz görme" hissini pekiştirmek ve "ümitsizlik ve çaresizlik duygusu ile dışarıdan medet ummak" halinin oluşturulmasını sağlamak olarak özetlenebilir.

Yine hatırlanması gereken önemli bir husus da, dünyadaki belli başlı güç mücadelelerinde, Batının daima İslâm karşıtı bir pozisyon aldığının bilinmesidir. Mesela Batı, Keşmir'de Hinduları, Çeçenistan'da Rusları, Filistin'de Yahudileri, Kıbrıs'ta Rumları tutmuştur. Bosna Hersek ve Kosova'da Hristiyanların can yakmasına, soy kırımı gerçekleştirmesine göz yumulurken, Müslümanlar lehindeki gelişmelere izin verilmemiştir.

Yani kısacası, başarı kendimize bağlıdır. İnançlarımızın gücüne, kendimize olan güvenimize, doğruları müdafaa etmekten ve doğrulara inanmaktan asla vazgeçmememize bağlıdır. Bugün karikatürlerle başlatılan bu psikolojik savaşın tetikçileri arkalarda saklanmakta ve uygun zamanda saldırıya geçmeyi beklemektedirler. Konuyu mutlaka geniş perspektiften anlamak ve gerekli tedbirleri almak zorundayız.

 

 

 

 

 

 


[1] sf. 82

[2] Taha Kıvanç / Yeni Şafak / 08.02.2006

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Selman YÜCEL

Selman YÜCEL

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...