Komşularımızla sıfır sorun politikası gibi yaldızlı bir safsata ile toplumu avutanlar, şimdi ülkemizi Suriye ile vuruşmaya, İran ile kapışmaya, Yunanistan’la çatışmaya varacak bir kaos ortamına getiren; dümeni dış güçlerin ve dinsiz Siyonistlerin elindeki BOP’un görevlisi bir Başbakanla, karanlık uçurumlara doğru sürükleniyoruz.
Kıbrıs açıklarında petrol ve doğalgaz arayan Rumlara horozlanıyoruz, ama sondaj yapan geminin Amerikan bayrağı astığını unutuyoruz. İsrail’e karşı horozlanıyoruz, ama Onların Heron’larına ve Amerika’nın hurdalarına niçin muhtaç ve mahkûm olduğumuzu sorgulamıyoruz.
Sn. Başbakanın İsrail’e kafa tutan kof kabadayılıklarıyla gurur duyuyoruz, ama yüzde yüz yerli kalkınma ve milli harp sanayimizi kurmak için 50 yıl çırpınan ve bu yüzden gâvurların kışkırtmasıyla beş partisi kapatılan ve en son Refah-Yol Hükümetinin 28 Şubat tezgâhıyla yıktırılıp, böylece Ona ihanet eden Yahudi madalyalı Recep Bey’in iktidara taşındığını unutuyoruz.
“İyi de canım, bunlar Erbakan’ın yetiştirmeleri değil mi?” sorularıyla karşılaşıyoruz.
Hatırlayalım; Adnan Menderes’i Milletvekilliğine teşvik eden ve Meclis’e yetiştiren Mustafa Kemal’di. Celal Bayar’ı, hatta İnönü’ye rağmen Başbakanlığa getiren Mustafa Kemal’di.. Şimdi niye hiç kimse, Demokrat Parti’nin yanlış ve haksız bulduğu tavırlarını eleştirirken “Bunlar Atatürk’ün talebeleri ve CHP’nin ürünleridir” diye suçlamıyor da Erdoğan bahanesiyle habire Erbakan’a sataşıyordu?
MHP temel olarak, Demokrat Parti’den kopan daha milli duyarlı ve dindar bir ekibin kurduğu partidir. Peki, niye hiç kimse, sonradan Rahmetli Türkeş’in başına geçtiği MHP’yi kendince eleştirirken “Yahu bunlar Demokrat Parti’den ayrılan kimselerdir” diye Menderes ve Celal Bayar’ı suçlamıyor da, her vesile ile AKP yüzünden Milli Görüş’e saldırılıyordu?
Hem bu suçlamadan AKP’li kadroların ve Erdoğan’ın çok çok mutlu oldukları çünkü dindar halkımız nazarında meşruiyet ve makbuliyet kazandıkları niye hiç düşünülmüyordu?
“Efendim insaf et, görmüyor musun bunların eşleri türbanlı, göğüsleri imanlı…”
E Atatürk’ün de eşi Latife Hanım Türbanlıydı!
“Tamam da Atatürk namaz kılmazdı, içki masasından kalkmazdı…”
Öyle mi, şimdi getirin başta Kur’an, 4 kitabı ve 40 müçtehit imamı soralım:
1- Allah ile kendi arasındaki mesele olan ve şahsi bir ibadet sayılan namaz kılmamak mı daha büyük günahtı? Yoksa bir yandan namaz kılıp, öte taraftan Haçlı Emperyalist Avrupa Birliğine katılmak ve Türkiye’yi AB’nin eyaleti yapmak için çırpınmak mı? Avrupa’nın fiilen bir parçası olacaksak, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşını niye yapmıştık?
2- Soralım: İçki içmek mi daha büyük günahtır, yoksa PKK’ya meşruiyet ve siyasi resmiyet kazandırıp ülkemizin parçalanmasına taşeronluk yapmak mı?
3- Soralım: İngiliz’i, Fransız’ı, İtalyan’ı, Yunan’ı velhasıl Yahudi’si Hıristiyan’ı, Mustafa Kemal’e kurşun sıkarken şimdi bunlara niçin madalya takıyorlardı?
4- Atatürk Mason Locasını kapatırken bunlar baş Masonların ayağına gidip elini niye öpüyorlardı ve bunun 4 kitaba ve 40 mezhep imamına göre hükmü ne olacaktı?
5- Atatürk bağımsızlık benim karakterimdir derken, şimdi nice mübarek ve muhterem efendiler Amerika’nın koltuğu altına nasıl ve niçin sığınıyorlardı?
6- Atatürk Libya’yı Batı istilasından ve gâvur talanından kurtarmak için gidip canı ve rahatı pahasına savaşırken, şimdi bunlar aynı Haçlı-Siyonist NATO’ya taşeronluk yapıp aylardır Libya’yı bombalıyorlardı.
Şimdi sormak gerekmez mi, eğer Atatürk bazılarının iddia ve iftira ettikleri gibi Deccal ve hain ise, ya bunlar hangi şeytani sıfata layıktı?
Çorapçı Hacı Efendi: Yahudi’nin madalyalı yamağı “EVLİYA” ise, ben de “ENBİYA”yım!
Küçük el tezgahında pamuk ipliğinden ve merserizeden çorap örüp sattığı için kendisine “ÇORAPÇI BABA” dediğimiz dobra ve sağlam karakterli, ibadet ve istikamet ehli bir amcamız bize aktarmıştı:
Bir seçim ortamında, o dönemde sağcı, Nurcu ve Süleymancı diye reklam edilen şimdilerde Ulusalcı geçinen meşhur bir siyasi figüranın milletvekili adayları, bizim de hazır bulunduğumuz kalabalık bir sohbet sırasında Şeyh Mazhar Efendiyi ziyaret için uğramışlardı. Ellerindeki iri hediye paketlerini yere koyup, hangi partiye oy istediklerini ve güya dindarlık yönlerini belli etmek üzere Şeyh Efendiye sormuşlardı:
“Acaba bizim mübarek ve muhterem genel başkanımız ve Başbakanımızla, maneviyat aleminde, hiç buluşmanız var mıydı?!”
Bunun üzerine gözünü yumup boynunu eğen Şeyh Efendi bir müddet sessiz durduktan sonra başını kaldırıp:
“Evet, o zatla, âlemi manada birkaç defa evliya sıfatıyla görüşüp tanışmıştık. Ona siyaset dairesinde, bana ise tarikat hizmetinde görevlendirme yapıldı” yanıtını verince, ben bu sahtekârlık senaryolarına daha fazla dayanamayıp ayağa kalktım ve oradaki cemaate:
“Beyler, şimdi size önemli bir sırrı açıklıyorum, haberiniz olsun o kişi “evliya” ise ben de “Enbiya”yım (yani peygamberim)” deyince herkes şaşırmış ve “Bu adam ya aklını kaçırdı veya Şeytana kapılıp dinden çıktı” kanaatiyle beni susturup oturtmaya kalkışınca, şu açıklamayı yapmıştım:
Yahu, sizler beni tanıyorsunuz. Öksüz ve yetim büyüdüğüm halde on yaşından beri namazımı kıldığımı, rızkımı helalinden çalışıp kazandığımı, kıt kanaat birikimlerimle çok şükür Haccımı yaptığımı ve mümkün mertebe günahlardan ve haramlardan sakınıp hayır işlere çabaladığımı biliyorsunuz. Şimdi izan ve insafla düşünüp söyleyin: Eğer Başbakan olacak Amerika’nın kâhyası, Masonların yamağı ve şeriat düşmanı olduğu halde din istismarcılığıyla oy avcılığı yapan o adam EVLİYA ise, bana -hâşâ- ENBİYALIK bile az sayılmaz mı? Siz böylesi safsatalara ve uydurma reklamlara nasıl inanırsınız? Allah affetsin, benim maksadım, bu şok iddialarla sizleri uyandırmak ve aklınızı başınıza toplamaktı!..”
Ahirette kimin evliya, kimin eşkıya olduğuna sadece Allah karar verecektir. Burada Hindistan ve Nepal’daki gibi milyarlarca insanın ineğe ve maymuna tapınması, bu hayvanları değil tanrı, insan seviyesine bile eriştiremeyecektir. Yani insanların birilerini veli, birilerini deli bilmeleri O’nun Allah katındaki değerini değiştirmeyecektir.
Elazığ ulemasından İmam Efendinin: “Ahiret, hayret âlemidir. Herkesin gerçek yüzü ve değeri ortaya çıktığında, mahşer halkı şaşkınlığa düşecektir” sözleri çarpıcı bir gerçeğin ifadesidir.
İktidardakiler sık sık “Efendim, bize güvenip inanın, aleyhimizdeki propagandalara kanmayın” demektedir.
Şimdi, Türkiye’miz dâhil 27 İslam ülkesinin resmen olmasa da fiilen parçalanıp, Dinimizi de laytlaştırıp Büyük İsrail’e ve ABD’nin dünya hâkimiyetine hazırlık planı olan BOP’un kâhyalığını yaptığınızı 35 yerde itiraf ettiğinizi; gazete haberleri ve görüntü CD’leriyle ispatlayıp mahkemeye verdiğimiz, böylesine yabancı ve yıkıcı bir projede eşbaşkanlık yaparken, hadi bazen doğru söyleseniz bile size nasıl inanacağız?
Şaibeli imajla ve şüpheli ortamda, doğrular da söylense yanlış anlaşılır!
Gardıropta tren bekleyen mobilya ustası!
Bizim Elazığ’da yaşanan şöyle trajikomik bir olay anlatılır:
Oturdukları mahalledeki tanıdık mobilyacıya bir elbise dolabı yaptıran evin hamını ustalara telefon açarak:
Herhalde vidalarının iyice sıkılmadığını veya montesinin eğri yapıldığını, çünkü dolabın sürekli sallanıp gıcırtılı sesler çıkardığını” söyleyip bunların düzeltilmesini hatırlatmış, ama yapılan bütün kontrollere rağmen sorun aşılamamıştır. Artık şikâyetlerden usanan usta, bu sefer çırakları yerine, bizzat kendisi ilgili yere giderken, evin tam önünden demiryolu geçtiğini görüp, “acaba tren gelip giderken meydana gelen sarsıntı yüzünden mi elbise dolabı sallanıp gıcırdamaktadır?” düşüncesiyle ev hanımına:
“Şimdi ben dolabın içine girip kapısını örteceğim ve biraz sonra tren geçerken, o yüzden mi sarsıldığını kontrol edeceğim” diyerek gardıroba saklanmıştır.
İşte tam o sırada, acil bir yolculuk nedeniyle, aniden eve gelen evin beyi, elbise değiştirmek üzere yatak odasına girip dolabın kapısını açtığında içindeki mobilyacıyla karşılaşmış, zaten olaydan haberi olduğu için hiç şaşırmamış, ama şaka yollu çok kızmış numarası yapınca, mobilya ustası, baskına uğramış bir şaşkın telaşıyla:
“Vallahi ağabeyim, her ne desen haklısın.. Çünkü ben bu dolapta tren beklediğimi söylesem de bana inanmayacaksın!” diye korkudan titremeye başlamış, ama kalender yapılı ve olayın aslını bilen ev sahibi:
“Ulan bari “yenge hanımla göz yummacılık (Elazığ’da saklambaca böyle denir) oynuyorduk” desen daha uygun bir mazeret olurdu!” diyerek gülmeye başlamış ve ustayı yatıştırmıştır.
Cenaze istismarı!
Doksanına yaklaşmış anne vefat ediyor. Allah kendilerine ve hepimizin geçmişlerine rahmet eylesin! Yalaka medya öyle bir duygu istismarına başlıyor ki haftalarca:
Yok, Sn. Erdoğan şöyle karalar bağladı.
Yok, Başbakan şöyle ağladı, gözyaşları şuralarından aktı…
Yok, her gün Karacaahmet’e uğradı.
Yok, hayatının en büyük acısını yaşadı.
İyi de bunların desteği ve duası nedeniyle Irak’ta gencecik yaşta katledilen insanlar ve ırzına geçilen anaların hesabını kim soracaktı?
Hem Atatürkçülük hem Masonluk sahtekârlıktır!
Ergenekon’un İslamcı kanadı diye yandaş medyada günlerce karalama ve gerçekleri karartma operasyonu dolayısıyla tutuklanıp Konya’ya götürüldük. Çevresindekilerin “Müdürüm” deyip saygı göstermelerinden yetkili olduğunu sezdiğimiz birisi bana:
“Kime güvenip de, Başbakanı, AKP iktidarını ve hatta Cumhurbaşkanını böylesine tenkit ediyorsunuz?” diye sorduğunda onlara Allah’ı kastederek şu yanıtı vermiştik:
“Sizin Fetullah Hocanızın ve iktidarınızın güvenip sığındığı Amerika’nızdan çok daha güçlü bir arkamız var!” deyince adam bayağı afallamıştı.
Orada bize: “Hiç inkâra kalkışmayın, elimizde sizin Ergenekon tutuklularıyla önemli ve gizli bir toplantıya katıldığınızı belgeleyen MİT’in video çekimleri var!”dediklerinde:
“Öyleyse artık başka ifade vermiyoruz, MİT’in o çekimleri bizim savunma belgemizidir.” yanıtını vermiştik.
Çünkü bahsedilen o toplantıya, şimdi Türkiye dışında bir üniversitede rektörlük yapan –başı ağrımasın ve haksız hücuma uğramasın diye ismini vermiyorum- çok vicdanlı ve milli duyarlı solcu bir profesörümüzün:
“Hocam, bağımsızlığına kavuşan Türki Cumhuriyetlerin samimi heyecanını ve ihtiyacını istismar eden, Vahhabi ve Taliban kafalı dini yayınların ve oyunların tuzağına düşmemeleri için, oralardaki Milli Eğitim müfredatına koyulmak üzere yetkililerce bizden istenen gerçekten ilmi, İslami ve insani bir özet program hazırlama hususunda size güveniyoruz, bize bir doküman hazırlayıp yardımcı olur musunuz?” teklifine severek evet demiştik.
Milli Çözüm’e Ergenekon yaftası
Milli Çözüm ekibiyle birlikte tarihi Pera Palas Otelinin konferans salonuna, biraz da gecikerek girdiğimizde, Prof. Kemal Alemdaroğlu divan başkanı, Prof. H.B. divan üyesi seçilip toplantı başlamıştı ve Rauf Denktaş ise onur konuğu olarak konuşmasını yapmaktaydı. Sn. Denktaş bizim dinlediğimiz konuşma kısmının tamamını başörtüsüne ayırmış: “Kur’an’da başörtüsü emri bulunmadığından, Türbanın bir İslami ve siyasi simge olarak takıldığından, böyle giderse gericilerin önünün alınmayacağından ve AKP’nin bu nedenle Cumhuriyet için en büyük tehdit sayıldığından” dem vurması bizleri şaşırtmıştı. Çünkü yukarıda bahsettiğim, Türki Cumhuriyetlere kültürel yardım konusunun tartışılması için çağrılmıştık.
Ardından Kemal Alemdaroğlu da sözü alıp yine “Başörtüsünün tehlikelerinden ve en keskin tedbirlerle önlemesi gerektiğinden” bahsedince artık dayanamayıp, söz hakkı istemek için el kaldırmıştık. Ancak, Alemdaroğlu’nun kasıtlı olarak bizi görmezden geldiğini fark eden Prof. H.B.’ın “Ahmet Akgül Hocamızın söyleyecekleri var!” uyarısı üzerine söz verince kürsüye çıkmıştık.
Önce Sn. Rauf Denktaş’ın, “bu yaklaşımını kendisine yakıştıramadığımızı, Din konusunda uzman olmayan kişilerin böyle fetvalar vermesinin yanlışlığını, AKP’nin maddi ve manevi tahribatlarını ve din istismarını anlatmak yerine başörtüsüne sataşmanın, dindar halkımızı AKP’nin tuzağına kaydırdığını; ve nihayet yıllarca Kuzey Kıbrıs’ta yetkili ve etkili makamlarda bulunmasına rağmen, manevi eğitime gereken önemi ve desteği vermediği için, yetişen nesillerin nasıl yozlaşıp Türkiye’ye karşı Avrupa hayranlıklarını en iyi Sn. Denktaş’ın bilip başörtüsü konusunda daha duyarlı ve tutarlı davranmasının beklendiğini” anlattık.
Rektörlerden, profesörlerden, emekli generallerden, meşhur gazetecilerden ve önemli siyasilerden oluşan seçkin davetliler arasında bize karşı homurdanmalar başladı. Yaşar Nuri Öztürk’ün Partisinin Bursa İl Başkanı ayağa kalkıp sataştı.
Bu sırada Prof Kemal Alemdaroğlu da “Başörtüsünün siyasi amacından ve AKP’nin şeriat hazırlığından” tekrar bahsedince herkesin huzurunda kendisine:
“Sn. Alemdaroğlu, siz şu anda İstanbul Rotary Kulüpler Genel Başkanısınız. Sizden önceki aynı Rotary Kulüp Başkanı ise, AKP İstanbul kurucu üyelerinden filan şahıstı. Rotary Kulüpleri Küresel Siyonizm’in ülkelerdeki karakolları olan Mason Localarının ortaokulu, Lions’lar ise Masonluğun lisesi konumundaydı. Şimdi o şeriatçı diye sataştığınız AKP’nin de en önemli adamları masonlardı, sizin gibiler de Masonların Rotary çırağıydı. Mason Localarında birlikte olduğunuz AKP ile İslam Dini ve başörtüsü üzerinden yürütülen bu kayıkçı kavgasının dindar kesimlerde AKP’ye mazeret ve meşruiyet kazandırdığını anlamamanız imkânsızdır. Üstelik Mason Localarını “Kökü dışarıda fesat ocakları” olduğu gerekçesiyle 1935’te bizzat Atatürk kapatmıştır. Şimdi hem Atatürkçü hem de Mason olmanız kafa karıştırıcıdır ve samimiyetten uzaktır?” deyince, davetliler de şaşırmıştı.
Bu açıklamalarımızı yapıp kürsüden indikten sonra, bir emekli Paşamız gibi bazıları bizi tebrik edip arka çıkmış, bir kısım insanlar da bizi bu toplantılara fesat çıkarmak için katılmakla suçlamış, hatta fiili saldırıya yeltenenler çıkmıştı.
Ve tabi bizzat MİT görevlilerinin tespit ettiği bu konuşmaları izleyen bir savcının bizleri derhal serbest bırakması ve takipsizlik kararı alması doğaldı.
Özetle; Milli birlik ve dirliğe, asgari müştereklerde ve temel ülke meselelerinde dayanışma içine girmeye her zamankinden daha çok muhtaç olduğumuz bir süreç yaşanmaktadır.
“Ermenilerin ve destekçilerinin soykırım iddialarına karşı tarihi gerçeklerin ve milli haysiyetimizin korunması”, “Kıbrıs davamıza sahip çıkılması ve AB hayaliyle Rumlara bırakılmaması”, “Üniter yapımızın bozulması ve Türkiye’nin parçalanması girişimlerine karşı halkımızın uyarılması” gibi milli konularda yapılacak her türlü yararlı ve duyarlı toplantıya bugün de katılırız ve bunları tertipleyenlerin solcu, sağcı, İslamcı veya ulusalcı olduğuna bakmayız. Ve tabi doğru bildiklerimizi her fırsatta ve her platformda haykırmaktan da geri durmayız. Velhasıl, yularları Siyonist ve emperyalist odaklara ve içimizdeki ajanları olan Masonlara bağlı bulunan, solcu da olsa, sağcı da olsa, ulusalcı da takılsa, İslamcı da takılsa, bunların horoz kavgalarına aldanamayız.
Sapla samanı karıştırmamak lazım
AKP’yi haklı ve isabetli bir şekilde eleştirdiğinizde size katılıyor; eleştirirken namaz ve içki gibi dini kavramlar hakkında cahilane cümlelerinizde sizin karşınızda yer alıyoruz. Bazen burada olduğu gibi ölçüyü kaçırıyorsunuz. Bu kişinin suçları sadece bu iki cürmü işlemek olmadığını hatırlatmak isteriz. Hem müslümanım diyeceksiniz hem de islama en büyük kötülükleri yapan zatı dergi olarak göklere çıkaracaksınız. Bir kalpte iki zıt sevgi olmaz.
Ayeıca Taliban, Allah yolunda cihad eden mücahitlerdir. O solcu kafalı pirefesörün hadi vehhabiyi anladıkta “Taliban kafalı dini yayınların ve oyunların tuzağına düşmemeleri…” sözünden kastettiği sakın cihat şuuru olmasın. Hani şu erbakan hocamızın üstüne basa basa, üzerinde dura dura önemini kavratmaya çalıştığı dinimizin en önemli rukünlerinden biri olan şer’i kavram. Ülkemizdeki milli eğitimin canına okudular sıra diğer ülkelerin eğitim müfredatını tahrif etmeye geldi anlaşılan. Siz pirefesörün bu hatasını düzelteceğiniz yerde seve seve kabul etmişsiniz.
Sapla samanı karıştırmamak lazım
AKP’yi haklı ve isabetli bir şekilde eleştirdiğinizde size katılıyor; eleştirirken namaz ve içki gibi dini kavramlar hakkında cahilane cümlelerinizde sizin karşınızda yer alıyoruz. Bazen burada olduğu gibi ölçüyü kaçırıyorsunuz. Bu kişinin suçları sadece bu iki cürmü işlemek olmadığını hatırlatmak isteriz. Hem müslümanım diyeceksiniz hem de islama en büyük kötülükleri yapan zatı dergi olarak göklere çıkaracaksınız. Bir kalpte iki zıt sevgi olmaz.
Ayeıca Taliban, Allah yolunda cihad eden mücahitlerdir. O solcu kafalı pirefesörün hadi vehhabiyi anladıkta “Taliban kafalı dini yayınların ve oyunların tuzağına düşmemeleri…” sözünden kastettiği sakın cihat şuuru olmasın. Hani şu erbakan hocamızın üstüne basa basa, üzerinde dura dura önemini kavratmaya çalıştığı dinimizin en önemli rukünlerinden biri olan şer’i kavram. Ülkemizdeki milli eğitimin canına okudular sıra diğer ülkelerin eğitim müfredatını tahrif etmeye geldi anlaşılan. Siz pirefesörün bu hatasını düzelteceğiniz yerde seve seve kabul etmişsiniz.