YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
67348ac790498
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 1 0 9
Bugün : 12673
Dün : 28478
Bu ay : 345467
Geçen ay : 983699
Toplam : 29199206
IP'niz : 3.233.242.216

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

“Kimse bana etmedi, kendime ettiğimi

Mecburen çekiyorum, yıllarca ektiğimi

Ben varlık kaynağımı, düşman sanıp sataştım

Haçlılardan çekmedim, hainden çektiğimi”

E.GKB Işık Koşaner Paşaya ait olduğu söylenen ses kayıtları doğruysa, en yetkili bir ağızdan çıkan bu acı ve çarpıcı itiraflara itiraz yerine, yıllardır sinsi ve sistemli bir tahribata maruz kalan TSK’nın hemen toparlanıp halkıyla kucaklaşmasına bir vesile yapılması lazımdı ve tarihi bir fırsat sayılmalıydı. Bu şaşırtıcı tespit ve tahliller, aslında Sn. Işık Koşaner’in, bütün haksız itham ve iddialara rağmen, nasıl yüksek bir haysiyet ve hassasiyet sahibi olduğunun ve örnek bir cesaret ve metanetle gerçekleri ortaya koyduğunun da açık bir kanıtıydı.

Böyle bir konuşmanın kapsamı, katılımcıları, kaydedilip sızdırılması ve internete düşüp yayınlanması karşısında ‘kepazelik’ yakıştırması hayli hafif kalmaktadır” diyenler haklıydı.

Önceki Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in komutanlarla yaptığı önemli bir terör değerlendirmesi ortaya çıkmıştı. Karakol baskınlarında askerin yanlış tutumları, silahını bırakıp kaçan komutanların arsızlıkları, siviller ne derse desin Genelkurmay’ın terörle mücadelede kendi bildiğini okuyacağı, insansız hava araçlarının (İHA) hangi olaylarda yanlış kullanıldığı, saha denetimlerinin nasıl savsaklandığı, ayrıntılarıyla anlatılmaktaydı. Muhtemelen sadece general düzeyinde komutanlarla kozmik bir odada yapılan kritik ve resmi bir strateji konuşmasıydı. Peki, bu kayıt ortam dinlemesi olarak odadaki biri tarafından mı yapılmıştı, yoksa generalleri dinleyen ve deşifre eden başka kurumlar mı vardı? Üstelik bu kayıt kaydedilip sızdırılmakla kalmamış dünyada herkesin ulaşabileceği bir internet sitesinde nasıl yayımlanmıştı? Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner kaydedilen bu gizli konuşmanın bir yerinde terörle mücadelede Türk ordusunu tarif ederken “Durumumuz kepazelik” demekten kendini alamamıştı. Böylesine gizli bir konuşmanın kaydedilmesini, deşifre edilmesini ve yetmezmiş gibi bir sosyal paylaşım sitesinde halka arz edilmesini düşünürseniz ‘kepazelik’ hayli hafif bir kelime kalmaktaydı.

Koşan er, durağan er’den (Erdurağan) şereflidir!

E. GKB Işık Koşaner herhalde kuvvet komutanlarına şunları anlatmaktaydı:

“EMASYA protokolünün (mevcut iktidar tarafından) kaldırılması nedeniyle, terörle mücadelede önemli sıkıntılar yaşanıyor ve bunların düzeltilmesi, etkin ve acil müdahale imkânlarının yeniden verilmesi için öneriler hazırlanıyor.”

“Maalesef aramızda helal süt emmemiş hainler çıkıyor, içimizde barınıyor. (Devletin ve milletin çıkarlarını gerektiren çok istisnai durumlarda ve acilen bir şeyler  yapılması icap eden ortamlarda, komutanların inisiyatif kullanması zorunluluğuna işaret ederek) bazen (mecburen) yasa ve yönetmeliklerin dışına çıkılıyor. Ama kimileri bu konuyu istismar ederek hakkımız olmayan imkanları kullanmaya yelteniyor (ve TSK aleyhine bazı odaklara gerekçe oluşturuyor.)

“20 yıl önce bizim döşediğimiz mayınlar şimdi bizim askerlerimizi öldürüyor.”

“İnsansız Hava Aracı ve HERON görüntülerinde teröristlerin karakolları bastığını askerlerimizi tek tek öldürdüğünü gören komutanlar olayı sadece izliyor ve adam gibi yönlendirme yapamıyor. O çocuklar yok yere ölüyor.”

“Gece karşıdan gelen kendi askerimiz, ‘kimsin?’ diye durdurulmuyor, parola sorulmadan ateş ediliyor ve masum çocuklar alnından vuruluyor, sonra da koca bir manga halinde çocuğa mermi boşaltıp delik deşik ediliyor.”

“Benim yüzbaşım 21 yaşındaki çocuklar teröristlerle kora kor çatışırken, o mevzide silahını bırakarak kaçıyor. ROJ TV o silahı numarasıyla beraber görüntülüyor ve bize gönderiyor. Bu yüzbaşı eğer adam olsa, insan içine çıkmaması gerekiyor.”

“Hantepe Karakolu’nda öyle bir mevzi yapmışlar ki, tenekeden kulübeye benziyor. Üsteğmen ‘kaçın mevziiye girin’ deyince bütün askerler o mevziiye giriyor. PKK’lı oraya bir roket atıyor ve hepsini şehit ediyor. Bu nasıl mevzi? Halimiz tam bir kepazelik.”

“Küçük birlikler yetersiz, ama komutanları onlardan ayrı, onları yönlendiremeyeceği, hatta göremeyeceği bir yere yolluyor. Kendisi uzak duruyor. Askerler şehit düşerken o izliyor.”

“Karşıdan gelen sadece 2 terörist, elini kolunu sallayarak benim 30 askerimi önüne katıp kaçırıyor. Benim bunların başına verdiğim komutanlarım ise ya sadece izliyor ya da kaçıyor. Silah bırakıp kendi canını kurtarmaya bakıyor.”

“Benim komutanlarım, bir tepede kum torbalarından mevzi yapmayı dahi bilmiyor. PKK’lı teröristler iki bomba ve iki roketatarla mevzisiz kalan askerleri öldürüyor.”

“Elimizdeki teknik imkânları kullanamıyoruz, eğitim ve tatbikatımız zayıf, neyimiz varsa kullanın. İşte “havada bilmem ne helikopteri hazır bulundururuz, gerekirse çağırırız diyorsunuz. E bulundurun, çağırın, neyi bekliyorsunuz? Neyse ki şimdi rahatız, yani sıkışık durumda bulunmuyoruz.  Bakın, her türlü imkânımızı kullanın diyoruz. Ama teması da kurduktan sonra “işte ben onları kaçırdım, gittiler gece karanlığında kayboldular” gibi mazeretler istemiyoruz. Her türlü imkânımız var. Gece de görüyoruz gündüzde görüyoruz. Bunları kaçırmayacağız. Ona göre tedbir alacağız. Marifet kaçırdım demek değil, mazeretlere sığınmayacağız, sonuç almamız lazım.”

Evet, şimdi bütün bunlar tarihi itiraflardı, Milli bir değişim ve dönüşüm için önemli fırsatlar sunan talihli uyarılardı.

Işık Koşaner’e ait olduğu konuşulup yazılan ses kaydındaki eleştirel konu başlıkları şunlardı:

1- İçimizde bir takım sütü bozuk hainler çıkıyor ve barınıyor

2- Bunlar hakkımız olmayan imkan ve yetkileri kullanmaya kalkışıyor.

3- Asker yıllardır her yere kontrolsüz mayın döşüyor.

4- Sınır karakollarımız hatalı yapılıyor, halimiz tam bir kepazeliği andırıyor!

5- Eğitim zafiyeti nedeniyle terörist diye masum erlerimizi kendi askerimiz vuruyor.

6- Emir komuta birliği sağlanamıyor.

7- Çatışma anında bazı tim komutanlarımız mevziiye silahını bırakıp kaçıyor.

8- Elimizdeki teknik imkânları kullanamıyoruz, eğitim ve tatbikatımız zayıf kalıyor.

9- Artık her şeyi yasal zemine oturtmamız gerekiyor.

10- İHA (İnsansız Hava Aracı) skandalında, teşkilat yapımızın yanlış olduğu ortaya çıkıyor.

11- Operasyonlarda artık son bir yıldır mantıklı iş yapmaya çalışılıyor.

12- Terörle mücadelede (dış tahrikli ve işbirlikçi olan) hiç kimsenin aklına ve talimatına ihtiyacımız bulunmuyor.

Şimdi bunlar doğru ise ve bu eleştiriler bir Genelkurmay Başkanı tarafından gündeme getirilmişse, TSK’nın savunma zafiyetinin ve ordunun içine sürüklendiği perişan vaziyetinin, millet olarak, asker-sivil hepimizi artık uyandırması ve her türlü tedbirin acilen alınması gerekiyordu.

İşte NATO’nun insaf ve inisiyatifine bırakılan, irtica ve laiklik bahanesiyle milletin inancıyla ve hayat tarzıyla savaşan, emrindeki mehmetcikleri teröristlerin önünde bırakıp kaçacak kadar manevi duygulardan ve milli sorumluluktan mahrum komutanlar yetiştirip barındıran bu yapının, yeni bir hız ve heyecanla düzeltilmesi bekleniyordu. Işık Koşaner paşanın itirafıyla “TSK’ya sızmış ve devlet imkanlarını şahsi menfaat ve ideolojileri için kullanmaya alışmış hainlerden” ordumuzun mutlaka temizlenmesi lazım geliyordu.

TSK’nın bütün talimatları en ince detaylarına kadar, hatta lavaboda nasıl el yıkanacağı bile, NATO’ya bağlı merkezlerin gönderdiği hazır dokümanların tercüme edilip ilgili birimlere asılmaktadır. Daha önce “Kozmik odaya” girildi ise, bu bile NATO’nun izni ve bilgisi çerçevesinde yapılmıştır; çünkü aslında TSK’nın kozmik odası, NATO’nun gizli planları ve hazırlıklarıdır.  Hala 1 Mart tezkeresinin intikamı alınmaktadır, AKP iktidarı ise boşuna kahramanlık taslamaktadır. Çünkü o dönemde MGK genel sektereri olan bir orgeneralin “NATO’dan çıkmayı İran ve Rusya ile yeni paktlar oluşturmayı tartışmaya açması” hala unutulmamıştır.

Özetle, Işık Koşaner paşanın o çok gizli ve önemli konuşmalarını, keydeden de, internet sitelerine servis eden de NATO ve CIA elemanlarıdır. Bunların dışarıdan özel casus olarak yollanmasıyla, içimizde ve kurumlarımızın bünyesinde barınmış olması, aynıdır ve size bir müjde: Necdet Özel gibi, NATO’da görev yapmamış ve Batıcı değil Avrasyacı bir GKB Türkiye için bir şanstır.

Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin:

“Gariptir, hem çok gariptir (hayret edilir ve üzüntü vericidir ki, bir takım dinsiz ve Deccal kimseler): Yedi yüz sene müddetinde, İslamiyet’in ve Kur’an-ı (Kerimin) emrinde şeref şiar (kahramanlıkla şeref ve şöhret bulmuş), barika-asa (şimşek gibi parlak ve keskin) elmas bir kılınç olmuş TÜRK MİLLETİNİ VE TÜRKÇÜLÜK (düşünce ve gayretini) muvakketen (geçici bir süre için) İslamiyet’in bir kısım şeairine (Dinin alamet ve sembollerine) karşı istimal etmeye (kullanıp halkı sindirmeye) çalışır! Fakat muvaffak olamaz (İslam’ı boğamaz ve halkı dininden koparamaz, sonunda mecburen) geri çekilir. Rivayetlerden (hadisi şeriflerin müjdeli haberlerinden) anlaşılıyor ki; Kahraman Ordu, dizginini Onun (Deccalizmin ve Süfyanizmin, Siyonist ve Sabatait Yahudi şebekesinin ve NATO gibi Haçlı emperyalizminin) elinden kurtarıyor (ve Kahraman Ordu yine Türk Milletinin ve İslamiyet’in çıkarlarına hizmet edecek hale geliyor)” (Beşinci Şua. Tetimme. Üçüncü Mesele. en son paragraf) tespit ve temennilerinin adım adım gerçekleşeceği bir süreç başlıyordu.

Milli Gazete yazarı Sn. Mehmet Şevket Eygi anlatıyordu:

“Liseyi 1952’de bitirdim, aynı yıl üniversitede okumaya başladım, 1956’da diplomamı aldım, yine 50’li yıllarda dergi çıkardım, yazı yazdım, kısa bir süre için memurluğa atandım, Erzurum’da yedek subaylık yaptım.

Bendeniz 1950 ile 1960 yılları arasındaki Türkiye’yi çok iyi hatırlayan bir insanım. O tarihte Kemalist vesayet vardı ama askerî vesayet bulunmazdı. Ordu kışlasındaydı, siyaset arenasına çıkmazdı. Ordu, siyasete karışmazdı. Ordu, derin ve gizli bir siyasî parti gibi davranmazdı. Ordu, sivil iktidara itaatkârdı. Ordu, dindarlığı bir suç olarak algılamazdı. Ordu, Ankara İlahiyat fakültesinde üniformalı öğrencilerini moral subayı, din hizmetlisi olarak yetiştirmeye çalışırdı. Askerî birliklerin bazısında camiler vardı, ezan okunurdu; hafız olan, yeterli din bilgisine sahip bulunan bir er mihraba geçer, bazen birlik kumandanı da arkasındaki safta yer alır cemaatle namaz kılınırdı. Kimse buna itiraz etmez, sıkıntıya yol açmazdı.

Ama 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra bütün dengeler bozuldu ve bugünkü sorunlar başladı. 28 Şubat post modern darbesinden sonra ise her şey zıvanadan çıktı. Dindar subaylar, astsubaylar, askerî öğrenciler, bütün hakları çiğnenerek TSK’dan atıldı. Din, inanç, ibadet, inandığı gibi yaşamak hak ve hürriyetleri ayaklar altına alındı. Din bir tehdit ve tehlike olarak sunulmaya uğraşıldı. Bütün bu yapılanlar insan haklarına, adalete, insafa, vicdana, bilgeliğe, millî kimlik ve kültüre aykırıydı. Ülkemiz, milletimiz ve devletimiz büyük zararlara uğratıldı.

Oysa, Ordumuz halkın ve devletin ordusudur, sigortasıdır. Ordu, Masonik Kemalizm ideolojisinin değil, Türkiye’nin hizmetkârıdır. Ordu yeni nesiller için bir mektep olmalıdır. Orduya eksik giren tam, ham giren olgun, cahil giren bilgili, yaramaz giren uslu çıkmalıdır. Ordu, Milletin Dinine, geleneğine hürmetkâr davranmalıdır.

Ben bir Müslüman olarak orduyu Peygamber ocağı bilip, sahip çıkarım, saygı duyarım. Ordunun manevi kimliğine toz kondurmam. Lakin orduyu (kendi bozuk heves ve hedeflerine) âlet edenleri, insan haklarını çiğneyenleri, orduyu herhangi bir ideoloji uğrunda kirletenleri de uyarırım.”[1]

Evet, Mustafa Kemal, Mason İttihatçıların silahlı kuvvetleri siyasete bulaştırmasının hangi felaketlere yol açtığını çok iyi bildiği için, kendisi Orduyu iç siyasetten tamamen uzaklaştırmış, ama İsmet İnönü bunun tam aksi yönde, askeri milli iradeye karşı sürekli kışkırtmıştı. Ancak Ordunun, 27 Mayıs’la getirilen meşhur 35. maddeye dayanarak ihtilal yaptığı iddiaları yanlıştı. Çünkü 211 Sayılı TSK İç Hizmet Yasası’nın 4 Ocak 1961 de yürürlüğe girmesinden öncede 10.06.1935 tarihli 2711 sayılı Ordu Dahili Hizmet Kanunu vardı. Meşhur 35. madde hukuk hayatımıza bazılarının yalan yanlış söylediği gibi 27 Mayıs 1960’tan sonra değil Atatürk hayattayken, daha 1935 yılında girmiş bulunmaktaydı.

Askeri müdahaleye yasal gerekçe uydurulamazdı!

35. Madde  “Türk Silahlı Kuvvetlerinin vazifesi Türk Yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır” şeklinde kanunlaşmıştı. Bu yasa yürürlüğe girmeden evvel yürürlükte olan 10.06.1935 tarihli Ordu Dahili Hizmet Kanunda aynı hüküm 34. madde olarak vardı ve bunun şimdi yürürlükten kaldırılmaya/değiştirilmeye çalışılan 35. maddeden tek farkı “Türk Silahlı Kuvvetleri yerine “Ordu” kelimesinin kullanılmasıydı.

Hakikaten bu 35. madde hiçbir şekilde yasal olmayan bir şekilde gerek darbeciler ve gerekse orduyu yıpratmak isteyenler tarafından, darbelerin gerekçesi olarak gösterilmeye çalışılmıştı. Oysa bu maddenin yürürlükte olması askeri bir müdahaleye yasal bir gerekçe olamazdı. Ancak bir hususu gözden uzak tutmamak lazımdı. O da bu maddeler olmasaydı, askeri müdahaleler olmayacak mıydı? Askeri müdahaleler, eğer sosyal, siyasal, ekonomik şartlar oluşmamışsa, üç beş general istedi diye yapılamazdı.  Bu ünlü 35. madde bugün birçok ülkenin yasalarında olduğu gibi, faşist düzenden yeni kurtulmuş ve son yıllarda yasalaşan en demokratik anayasalardan biri olan İspanyol Anayasasında bile vardı. Sosyal, siyasal ve ekonomik şartlar oluşmadıkça ve halkın sivil siyasetçiye güveni devam ettiği sürece 35. madde var diye darbe yapılamazdı ve Askeri darbe her haliyle hukuka aykırıydı. Bunun tek istisnası, demokratik yollardan iktidara geldikten sonra meşruiyetini kaybeden bir siyasi iktidara karşı, uluslararası hukukun da kabul ettiği, halkın direnme hakkıydı.

Bu gerçeklere rağmen ılımlı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, askerin darbe yapmasına engel olacak formülü açıklamıştı. AKP’ye seslenen Kılıçdaroğlu, “ver teklifi, Genelkurmay’ı Bakanlık’a bağlayalım” diyerek demokratik kahramanlık taslamıştı. Başbakan’a bağlıyken (daha doğrusu sorumluyken) darbe yapan Genelkurmay, sanki Savunma Bakanı’na bağlanınca, artık darbe yapamayacaktı?   Bu formülün darbe karşıtlığıyla hiçbir ilgisi olamazdı. Darbe karşıtlığı konusunda tek gerçek ölçüt vardı: Türk ordusunun NATO üyeliğinden çıkmasıydı. Çünkü Türk ordusu, ancak ABD ve NATO’yla darbe yapardı!

Dayanak 35. madde olamazdı!

Kılıdaroğlu bunun elbette farkındaydı. Ancak CHP’nin başına geçtiğinden beri söyledikleri, başka hesapları olduğunu çağrıştırmaktaydı. Yola 27 Mayıs eleştirisiyle çıkmıştı Kılıdaroğlu. Sonra 28 Şubat’a direnmedi diye Refahyol iktidarını suçlamıştı. Derken “Darbenin dayanağı 35. maddedir” deyip, kaldırılmasını önerip horozlanmıştı. Profesyonel askerliği, bedelli askerliği gündeme taşımış, hızını alamayıp, askerliği önce 9 aya, sonra 6 aya indirmeyi savunmaya başlamıştı. Daha da tuhafı, öğrencilere yaz stajı şeklinde askerlik yapma sözü vermekten bile sakınmamıştı. Yani Kılıçdaroğlu CHP’si ana muhalefet değil, AKP’ye yedek lastik rolü oynamaktaydı.

“Ergenekon ve Balyoz davaları ile bunlara eklenen yan davalar sonucu Türk Silahlı Kuvvetleri çok ciddi bir erozyona uğratıldı. 200’ün üzerinde muvazzaf subay halen tutukluydu, bir o kadar emekli subay da hapiste yatmaktaydı. Deniz Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri komutanlıklarının üst düzey yönetimi neredeyse “yok” denecek duruma taşındı. Son Yüksek Askeri Şûra öncesi, bir ilk yaşandı ve Genelkurmay Başkanı ile 3 kuvvet komutanı istifa edip ayrıldı. Şûra birçok üst rütbeli generali emekli ederken oturma düzeni başkalaştı ve yeni komutanlar atandı. İktidar bağımlısı medya tüm bu gelişmeleri “demokrasinin zaferi” veya “sivilleşme” şeklinde yorumladı. Askerin artık iyice hizaya getirildiği ve artık Türkiye’nin demokratikleştiği konuşulup yazıldı.

Askere en çok ihtiyaç duyulan PKK terörünün giderek azgınlaşmasına, Suriye’de ne olup biteceğinin hala anlaşılmamasına, İran bilmecesinin muammasını korumasına rağmen Ordu üzerindeki “harekât” hız kesmiyordu.

Şimdi hedef tahtasına Kara Kuvvetleri Komutanı Kıvrıkoğlu oturtulmuştu. İktidar bağımlısı medya “Balyoz sanıklarını kurtarmak için yapılan gizli toplantıları” deşifre! etmekle meşguldü.

Haberlere göre Kıvrıkoğlu “gizli” toplantılar yaparak tutuklu muvazzaf subayları kurtarmak için operasyonlara hazırlanıyordu!

Aynı anda bir de yeni belge(!) ortaya atılıyordu. Buna göre de komutanlar Başbakan’ın dinlenmesini ve kayıtların medyaya deşifre edilmesini istiyordu. Ama hiç kimse E. GKB Işık Koşaner’in gizli toplantısını dinleyen ve internete servis eden odakların kim olduğunu sormuyordu.[2]

Yanıtını arayan ve kafaları kurcalayan sorular vardı:

Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker PKK terörüne karşı hükümetin tutumunu eleştirirken “can alıcı” ve bir o kadar da “rahatsız edici” sorular soruyordu:

Bay Başbakan’ın geçen haftaki demecinden anladık ki, Ramazanın ilk 17 günü “Ramazan ayına hürmeten” PKK terör örgütüne sabır göstermişiz. Madem ana muhalefetten ses yok, bari biz soralım.

1- Terör örgütüne “sabır” nasıl gösterilmiştir? Başbakan orduya istihbarat alsanız da üzerlerine gitmeyin” talimatı mı vermiştir?

Başkomutan Cumhurbaşkanı da Başbakan ile aynı fikirde midir? Askerlerimiz bölgede bir saldırıya uğrarlarsa “aman mübarek Ramazan ayıdır, karşılık vermeyin” mi denmiştir? Sabır gösterdiğimiz dönemde ABD’den istihbarat gelmiş midir? Gelmiş ise gereği yapılmayıp bu istihbarat hasıraltı mı edilmiştir? Hasıraltı edilmiş ise yetkililer “görevlerini ihmal suçu” işlemiş sayılırlar mı?

2- Basına yansıdığı şekli ile, bir zırhlı aracı imha etmek için 50 kg. C-4 patlayıcıyı gözden çıkartabilen örgütün elinde acaba bu ve benzeri patlayıcılardan kaç kg. mevcuttur? NATO’da herhangi bir ordu tek bir zırhlı aracı imha etmek için 50 kg. patlayıcıyı gözden çıkartabilecek envantere sahip midir?

(Not: Pan American jumbo jetini Kaddafi İskoçya semalarında 250 gram kadar C-4 ile düşürmüştü)

3- Destek uzaydan gelmediğine göre, hükümet bu örgüte teçhizat, sağlık hizmeti, haberleşme, lojistik gibi imkânların hangi ülke sınırlarından sağlandığını biliyor mu? Bu desteğe göz yuman birim Irak Cumhuriyeti sınırları içindeki Kürdistan Bölgesel Kürt Yönetimi olabilir mi? Olabilir ise, Batılıların yaptığı gibi Bay başbakan ve hükümeti “terörü himaye eden ülke” statüsüne alıp, ekonomik, ticari ve askeri yaptırımlar düşünür mü?

4- Örgütün seçimden önce tüm eylemlerini durdurması ve basına yansıyan haberleri bir araya koyunca, toplumda hükümetin örgütün lider kadrosu ile görüşme değil “pazarlık” yaptığı şüphesi kuvvetle ortaya çıkmaktadır. Görüşmeyi anlarız. Her ülke yapar. Ama pazarlık asla kabul edilemez. Pazarlıkta taviz vermek vardır. Hükümet veya devlet (zaten artık bir farkı kalmadı) örgütle seçim öncesi pazarlık yapmış mıdır? Yapmış ise böyle bir pazarlık yasalarımıza aykırı değil midir? Sorumluları hakkında soruşturma açılması gerekmez mi?

5- Türk Ordusu’nu hedef alarak, yüzlerce askerimizi şehit eden, ülke topraklarını bölmeye kararlı örgüte hâlâ terör örgütü demek ne kadar doğrudur? Bu örgüt ile pazarlık yapılmış ise, pazarlığa izin veren ve göz yuman yetkililer için düşman ile işbirliği ve vatana ihanet söz konusu mudur?

6- Bu soruların yanıtlarını öğrenmek, ileri demokrasi gereği Türk Milleti’nin hakkı mıdır, değil midir?

Amiral’den yaralayıcı ve uyarıcı hatırlatmalar yapılmıştı:

Balyoz Davası sanıklarından Tümamiral Semih Çetin savunmasında aynen şunu söylüyor: “15 yıl önce Yunanistan’ı savaşın eşiğine getiren bir kriz döneminde, gemimizle Kardak bölgesinde görev yaparken çok yakınımıza sokulan Yunan gemilerindeki subaylarda gördüğüm nefreti unutmam mümkün değildi. Ama bu olaydan yıllar sonra soğuk bir şubat gecesi Beşiktaş Adliyesi’ndeki gözlerde, bundan çok daha fazla nefret göreceğimi hiç aklıma getirmemiştim!?”

 

 



[1] 21 Ağustos 2011 / Orduya Hürmet

[2] Can Ataklı / Vatan

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Ufuk EFE

Ufuk EFE

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx
Paylaş...