YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
663766e45179c
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 7
Bugün : 9485
Dün : 17958
Bu ay : 92355
Geçen ay : 737322
Toplam : 23608641
IP'niz : 3.147.67.166

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Alışkanlık tutsaklıktır

Alışkanlık ve davranışlar insanın kendisini tanımasına imkân veren bir aynadır. Pek çok alışkanlık zamanla insanı esir almakta ve bağımlılık kıskacı altında kıvrandırmaktadır. Yalancılık, hava atmacılık, laf taşımacılık ta aynen sigara alışkanlığı gibi sonradan bulaşmakta ve irademizi zayıflatmaktadır.

Alışkanlık demirden dar gömlek gibidir ve çıkarılması giderek zorlaşmaktadır.

Alışkanlıkların esaret zinciri, önce duyulmayacak kadar hafif başlamakta, sonradan kırılmayacak kadar güçlü olarak insanı sarmalamaktadır. Hatta Yüce Dinmiz, ibadetlerin bile her an şuurla ve huzurla yapılmasını istemekte, bunların binlerce kez taklit edilip tekrarlanarak, ruhsuz bir alışkanlık haline getirilmesine karşı müminleri uyarmaktadır.

“Yazıklar olsun şu namaz kılanlara ki, onlar namazlarının (anlamından ve amacından) gaflettedirler ve sade (şekilci ve taklitçi bir) riyakârlık (gösteriş) içindedirler.” (Maun: 4,5,6) ayetleri bu durumu hatırlatmaktadır. Öyle ya, İstanbul Kapalı Çarşıda, lüks baskılı özel Kur’an-ı Kerim ciltlerine ve rahle üzerine, gümüş kabartmalı süsleme ayet ve hadisler yazan Ermeni Ararat usta ile bu ayetleri ve ilahileri kıvırtmalı makamlarla ve yüklü paralar karşılığında sosyete toplantılarında okuyup pazarlayan, ama bu ayetlerin emir ve yasaklarını açıklamaktan korkan ve kendisi de uygulamayan Hafız-Mevlithan Murat Hoca’nın; isimleri ve resmi dinleri farklı da olsa, alışkanlıkları ve hayata bakış açıları ve istismar araçları aynıdır.

Sonradan edinilen korkular bile bir nevi alışkanlıktır ve kendi kuruntularımıza tutsaklıktır. Başarısız olma korkusu, işten atılma korkusu, karısı veya kocası tarafından ihanete uğrama korkusu, çeşitli hastalıklara yakalanma korkusu, hatta her an düşman hücumuna maruz kalma, deprem felaketiyle karşılaşma korkusu bunların bazılarıdır.

Örneğin tarihimizde Osmanlı Akıncılarının Orta Avrupalılar üzerinde bıraktığı korku efsanevi boyutlara ulaşmıştır. Akıncılardan korunmak için Avrupalılar hususî dualar uydurmuşlardır. Bu ‘akıncı duaları’ Avrupa şiirinde ayrı bir tür ortaya çıkarmıştır. 1930 yılında bile Avusturya’da ağlayan çocukları ‘sus, Türkler geliyor!’ cümlesiyle korkutulduğu anlatılmaktadır.”[1]

Viyana’daki St. Stephan katedralinin kulesinde, 1534’de ihdas edilmiş, Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak Viyanalılara haber vermekle görevli bir memuriyet, ancak 1956’da Viyana Belediye Meclisi’nce “artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından ve bu görevin lüzumu ortadan kalkmıştır” resmi kararı ile sonlandırılmıştır.[2]

Oysa karşınıza bir zorluk ve korkulu durum çıktı mı, şikâyet etmek ve ürkmek yerine, bilakis Allah’a şükretmek lazımdır. Çünkü bize zekâmızı işletmek, kuvvetimizi göstermek ve cesaretimizi sergilemek fırsatı sunulmaktadır.

İmandan ve İslam’dan nasipsiz Batı Medeniyeti, lüzumsuz ihtiyaçların sonsuz sayıda artmasına ve kalabalıkların bu lüks ve fantezi ihtiyaçlara bağımlılığına yol açmıştır.

Peki, ruhlarımızı karartan ve vicdanlarımızı sıkıştıran bu alışkanlık ve bağımlılıklardan nasıl kurtulacağız?

Her şeyden önce örnek alınacak ve terbiyesine ihtiyaç duyulacak olan birisi lazımdır.

· Büyük adamların terbiyesine ve hizmetine katlanamayanlar büyük adımlar atamayacaktır, çünkü usta olmak için çıraklık ve kalfalık şarttır.

· Baş ağrısız başarının sırrı dört sayılmıştır:

1- Sabır ve sebat

2- Planlı gayret ve amaca sadakat

3- Neticelere kanaat

4- Nimetleri başkalarıyla paylaşmak (zekât)

Kim, plansız, programsız, amaçsız ve araçsız, çok dik ve yüksek bir dağın zirvesine ulaşmaya çabalarsa, ömür boyu o dağın eteklerinde bocalayıp duracaktır.

Kaynaklarda aslını bulamadığım ve fakat Hz. Ali (r.a)’ye izafe edilen bir söz vardır. Hz. Ali (r.a), oğluna: “Kim gibi olmak istersin?” diye sorunca, oğlu O’na: “Senin gibi olmak isterim” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Hz. Ali (r.a): “Hayır. Benim gibi olmak isteme! Modelin ve rehberin, Resûlullah (s.a.v) olsun. Benim gibi olmayı hedeflersen, muhtemelen daha düşük seviyede kalabilirsin. Fakat Resûlullah’ı kendine model alırsan, belki de Ali (r.a)’den daha üstün biri olabilirsin” demiştir.

Bir insanın ufku ne kadar geniş ve hedefleri ne kadar büyük olursa, hedeflerine ulaşmak için yapacağı hazırlıklar da o derece geniş kapsamlı olacaktır.

Bugün Müslümanların tam bir yenilgi psikolojisi içinde yaşamaları onları esir almıştır. İnsanlar, yenilgiyi kabullendikleri an, başkalarını şuursuzca taklit etmeye ve onlarda gördükleri iyi kötü her şeyi sahiplenmeye başlayacak ve esaret önce ruhlarda kök salacaktır.

İbn-i Haldun, “Mukaddime” adlı eserinde bu psikolojik yenilgiyi şöyle açıklamıştır: “Mağlûbiyeti kabul etmiş kişiler, kendilerini mağlûp edenleri taklit etmeye son derece istekli davranır. Giyimlerinde-kuşamlarında, davranışlarında, örf ve adetlerinde, inançlarında tıpkı onlar gibi olmaya çalışırlar. Çünkü insan beyin ve nefsi, kendini yenen kişiyi ideal ve mükemmel olarak görmeye başlar. Aslında ona yenildiği için değil, aksine kendisini yenebilen bir kişinin ancak mükemmel birisi olması gereğinden hareketle bu sonuca ulaşır.”

Kişinin hocalarıyla ve arkadaşlarıyla iyi geçinmesi, onların kusursuz olmalarıyla değil, karşılıklı birbirinin kusurlarını hoş karşılamalarıyla alakalıdır.

Olgunlaşan ve günahtan sakınan insan, daima memnun ve rahattır; tembel ve gevşek insan ise daima üzüntü ve telaş içinde kıvranır.

İnsan, eğer yirmili yaşlarda çevresine karşı sert ve kırıcı ise, onun vicdanında; elli yaşına geldiği halde sertse, onun kafasında bir eksiklik var demektir. Bir insanın gerçek karakteri, ya öfkelenip kızdığı anlarda veya sarhoş gibi kendinden geçip eğlencesi sırasında sergilediği davranışlarla belirlenir. Bu günkü bozuk Batı medeniyeti kuşlar gibi uçmasını öğretmiş, balıklar gibi yüzmesini öğretmiş, ama kardeşçe yaşamasını öğretememiştir. Çünkü maddeci ve materyalisttir.

Başkalarının kusurlarını tartarken parmağı ile terazinin kefesini rakiplerinin aleyhine bastırmayan insan adaletli birisidir, ama böyleleri ne kadar az görülmektedir.

Evet, “Medeniyetin en yüksek noktası sanatla değil, insanların birbirlerine üstün nezaket ve adalet gösterebilme yetenekleriyle ölçülür” diyen Norman Cousins bu gerçeği ne güzel ifade etmiştir.

Çalışmak, insanı maddi ve ruhi kölelikten kurtarır!

“Hakikaten insan için kendi çalıştığından başkası yoktur.” (Kur’an-ı Kerim Necm: 39) ayeti, gayretimiz kadar kıymetimiz olacağını bildirmektedir. Erbakan Hoca’nın “Hayat iman ve cihattan ibarettir” sözü, ne kadar önemlidir. Ancak, erişmek istedikleri bir hedefi olmayanların, çalışmaktan zevk almaları mümkün değildir. Ve Tabi:

“Bilginin efendisi olmak için çalışmanın hizmetçisi olmak” gerekir. Tembellik ve gevşeklikle hiçbir şey elde edilemeyecektir. Bizi esas yoran yaptığımız iş değil, yapmadan kenarda bıraktığımız işlerdir.

“Gençliğimde sanırdım ki hayat: sadece bir eğlence ve bir sevinçtir. Yetiştim ve gördüm ki hayat bir çalışma ve olgunlaşma sürecidir. Sonra çalıştım ve gördüm ki çalışma bir sevinçtir” diyen filozof doğru söylemiştir.

Bu dünyada, kendi sahasında ve sanatında başarılı olmak için, ömürlerinin bir bölümünü bedel olarak ödemeyenler, sonunda başarısızlığın bedelini bir ömür boyu ödeyecektir. Bunun gibi, ölüm ötesi sonsuzluk diyarında, kesintisiz ve kusursuz saadete ulaşmak üzere her günün birkaç saatini ibadet, ilim ve hayırlı hizmet yolunda değerlendirmeyenler ve hayatın sonunu düşünmeyenler, maalesef ebedi pişmanlık ve azap içinde dizlerini dövecektir.

Bu arada, “Hiçbir şeyin elde edilince, hayalde olduğu kadar güzel kalmadığı” da bir gerçektir. Çünkü insan ruhu cenneti özlemekte, onun hasretiyle hep yeni şeyler beklemektedir. Ve oraya ulaşmadan da rahat etmeyecektir.

İyi ve verimli geçen bir gün nasıl mutlu bir uyku getirirse, iyi geçen bir yaşam da mutlu bir ölüm getirir. Tevazu ve mahviyyet içerisinde hiçliğini hakkıyla yaşayabildiğin sürece, hep -hak ve halk nezdinde- değerin yükselir. Alçakgönüllü ve gösterişsiz olmak, temiz ve saf olmayan bakışlardan korunmaya yarayan bir kalkan gibidir. Uykusu uyanıklığından hayırlı olan ve yaşlandıkça azıtan kimselerin ölmesi daha iyidir. Tosunlarla domuzlar konuşabilselerdi, sohbetleri hep yem ve çiftleşme üzerine olurdu. Peki, sadece mideleri ve şehvetleri için yaşayan insanların onlardan farkı nedir?

Her konuda: “çalışıp kazanmak yerine kendine acındırmak” yaygın bir karakter hamlığıdır!

Genellikle yaptığımız yanlış ve yakışıksız bir huyumuz vardır: Dertlerimizle dostlarımızı acındırmaya, kendimize yoğunlaştırmaya çalışırız. Başımıza gelenleri abartıp, kabartıp öyle anlatırız. Başkalarını kendi dertleri karşısında soğukkanlı gördük mü överiz ve alkışlarız, ama soğukkanlılığı bizim dertlerimize karşı gösterdiler mi darılır, kızarız. Dertlerimizi anlamaları yetmez, yanıp yakınmalarını umarız. Oysaki insan sevincini büyüterek anlatmalı, üzüntüsünü kısaltarak. Kendini yok yere acındıranlar gerçekten dertli olunca acınmaz olurlar. Kendi sorunlarımızı kendi çabalarımızla aşmak ve onurlu-huzurlu yaşamak yerine, hep başkalarının yardımını ummak, karakter hamlığından öte ruhi bir hastalıktır.

Arayan bulacak, bulmak için soracaktır!

Vernon adında Amerikalı bir fizyoloji profesörü Nobel ödülü alıyor. Öğrencilerden biri, ödülden sonraki ilk derste, hocaya şu soruyu soruyor: “Fizyoloji alanında bu ülkede üç binin özerinde bilim adamı var. Bu kadar bilim adamının arasında bu ödüle niçin siz layık görüldünüz? Sizi diğer bilim adamlarından ayıran özellik nedir?”

Profesör yüzünde bir gülümsemeyle şu cevabı veriyor: “Hepsini anneme borçluyum. Diğer çocukların anneleri, onlar okuldan dönünce, “Söyle bakalım, öğretmenin sorularına iyi cevap verebildin mi?” derken, benim annem, “oğlum, bugün öğretmene iyi bir soru sordun mu?” diye araştırırdı. Ben niçin Nobel ödülü aldım? Beni diğerlerinden ayıran özellik ne? Bunu soruyorsunuz, değil mi? Beni diğerlerinden ayıran özellik, benim diğerlerinin sormadığı soruları sormam ve sormaya devam etmemdir!” Evet, gerçeği bulmak ve olgunluğa ulaşmak isteyen kimse, yola koyulup aramak zorundadır. Arayan insan ise mutlaka bilenlere sorup akıl danışacaktır. Doğru soru soranlar ve doyurucu yanıtını bulanlar hedefine ulaşacaktır.

İmamı Azam Ebû Hanife’den

Elinizden geldiği kadar insanlara sevgi ve saygıda bulun. Herkese selâm verin, güler yüz gösterin, isterse aşağı kimseler olsun. Başkalarıyla bir mecliste bulunur da aranızda bazı meseleler münakaşa edilirse ve sizin bildiğinize muhalif bir şey söylenirse; siz onlara hemen muhalefet etmekten uzak durun. Şayet size de sorarlarsa onların bildiği şeylerin doğru yanlarını tasdik ettikten sonra “bu hususta şöyle şöyle başka bilgiler de vardır, delili de şunlardır” diyerek kendi bildiğinizi duyurun. Böylelikle sizi dinlerler ve ilimdeki derecenizi anlarlar. Eğer “Bu kimin kavli?”diye sorarlarsa “bazı fukahanın kavli” diyerek, benlikten kendinizi koruyun.

Bu hal böylece devam ederse alışırlar, sizin kadrinizi bilirler ve mevkiiniz yükselir.

İnsanlara onların yapmağa alışık olmadıkları bir şeyi teklif etmeyin. Kur’an ahkâmına ve Sünnet ahlakına aykırı olmadıkça onların beğendikleri şeyi siz de beğenmiş görünüp itiraz etmeyin. Onlara daima iyi niyet gösterin ve doğruluğa yöneltin. Kibri bir yana bırakıp size gadr etseler de siz hakaretle karşılık vermeyin. Sana hıyanet etseler de siz emaneti yerine getirin. Vefadan ayrılmayın. Takvaya sarılın. Her din erbabına muaşeretleri veçhiyle muamele yapın.”[3]

İyi ve ahlaki alışkanlıklar ise huzur ve başarı kaynağıdır

Sevgili anne ve babalar, çocuğunuza iyi ve insani alışkanlıklar da kazandırabilirsiniz!

· Onları hoşgörüyle yetiştirirseniz, sabırlı olmayı öğrenir.

· Destekleyip yüreklendirirseniz, kendine güven duymayı öğrenir.

· Yaptığı güzel şeyleri över ve beğenirseniz, takdir ve tebrik etmeyi öğrenir.

· Hakkına saygı gösterirseniz, adil davranmayı öğrenir.

· Çocuklarınızı güven ortamı ve İslami yaşantı içinde yetiştirirseniz, inançlı olmayı öğrenir.

· Şefkat ve merhamet gösterirseniz, kendini ve başkalarını sevmeyi ve sahip çıkmayı öğrenir.

· Aile ortamı içinde arkadaş gibi ilgilenirseniz, bu dünyada mutlu yaşamayı öğrenir.

· Ayıplarını yüzüne vurmaz ve utandırmadan uyarırsanız nefsiyle hesaplaşmayı öğrenir.

· Sürekli eleştirirseniz, kınama ve ayıplamayı öğrenir.

· Kin ortamında büyütürseniz, kavga edip saldırmayı öğrenir.

· Alay edip aşağılarsanız, sıkılıp utanmayı öğrenir.

· Devamlı bağırıp kötüleyerek eğitirseniz, kendini suçlamayı öğrenir.

· Sürekli alay eder ve gülünç duruma düşünürseniz, çekingen olmayı öğrenir.

· Kendisine inanmazsanız, yalancılığı ve dolandırıcılığı öğrenir.

· Aşırı hoşgörülü olursanız, bencilliği ve kolaycılığı öğrenir.

· Her zaman tenkit ederseniz, kendini kabahatli bulmayı öğrenir.[4]

Çocuklarınıza, onların sevgisiyle ve sevdiği şeylerle yaklaşınız!

Bir gün Hz. Ali’ye bir kadın gelerek:

“Yâ Ali” dedi, “çocuğum yüksek damdan oluğun üstüne kaydı. Çağırıyorum, gelmiyor. Orada bıraksam, düşeceğinden korkuyorum. Ne yaptıysam dinlemiyor, ne olur bana yardım edin.”

Hz. Ali gülümseyerek ona şu çareyi söyledi:

“Dama aynı yaşta bir çocuk çıkarın; senin çocuğun onu görünce gelecektir. Çünkü her canlı kendi dengine sevgi ile meyletmektedir.”

Kadın denileni yaptı. Oluğa kaymış olan çocuk damdaki çocuğu görünce hemen sürüne sürüne onun yanına geldi ve böylece düşmekten kurtuldu.

Şunları asla unutmayalım ki:

· İdrak kulağından gaflet pamuğunu çıkarmayana nasihat kâr etmeyecektir.

· Murdar tohumdan temiz meyve beklemek, beyhudedir.

· Yükü hafif olanlar (günah ve kötülüğe az bulaşanlar ve Allah’a tevekkül edip O’nun yardımına sığınanlar) daha çabuk ve kolay yürüyecektir.

· Doğrusu önce kendin merhametli olman, ondan sonra Allah’tan merhamet beklemendir.

· Kendi ahlâkını düşmanından dinle, dostun gözünde her yaptığın iyidir.

· Yolunu sapıtana “İyi gidiyorsun!” demek ona zulüm ve hıyanettir.

· Güçlü kimselere ve devlet yönetenlere karşı gerçeği söyleyenlerin kalbi kuvvetli, kendisi metanetlidir.

· Ne kadar zayıf olursa olsun, düşmanın dost kalması daha iyidir.

· Neştere yumrukla vurmak ahmaklık alametidir. Aslanla güreş tutuşmak ise, eşekliktir.

· Kılıç bileyen gençlerden değil, çok bilen güngörmüşlerden korkmak gerekir.

· Gönlünün perişan olmasını istemiyorsan, perişan olanları gönlünden çıkarmaman gerekir.

· Kötüler, kendilerine tahammül edildikçe daha çok azgınlaşıverir.

· Çekirge baştan ayağa karından ibaret olduğu için ufacık bir karınca bile onu ayağından tutup sürükleyebilir.

Etkili iletişim için on temel kural:

1) Neyi istediğiniz konusunda kararlı olun

Gerçekten ne istediğinizi önceden düşünüp tasarlayın. Bu, mesajın anlamlı olmasını sağlayacağı gibi etkili bir şekilde karşı tarafa ulaşmasını da kolaylaştıracaktır.

2-Meramınızı açık ve net olarak duyurun.

3) soğukkanlı ve akılcı durun.

Bir kez öfkelendiniz mi, mesajın izini kaybetmek kolaylaşır. Düşünerek konuşun ve iletişim sürecini iyi ayarlayın. İletişim esnasında muhatabın beden dilini ve mimiklerini takip etmek etkili iletişim açısından yararlı olacaktır.

4) Anlaşılır şekilde konuşun

5) Sınırlarınızı ve seçeneklerinizi ortaya koyun.

6) hissettiklerinizi açığa vurun

Eğer ifade, rica ya da yanıt sizi rahatsız eder ya da mutlu ederse bunu özellikle hatırlatın. Ama bunu açıkça ve saygılıca vurgulayın, ardından tekrar konunuza dönüp meramınızı anlatın.

7) Mekânı ve zamanı iyi ayarlamış bulunun.

Mümkün olduğunca iletişim için en uygun mekânı ve diğer kişinin dinleyebileceği zamanı kollayın. Eğer bütün dikkatinizi veremeyeceğiniz bir zamanda yakalanırsanız bunu belirtin ve uygun zamana kaydırın

8) Özürler değil, nedenler sunun

9) Uzlaşmaya hazır olun ya da ihtiyacınızı unutun!

10) Türkçeyi en güzel ve etkili biçimde ve İstanbul şivesiyle konuşun, yerel ve bölgesel şivelerden mutlaka kurtulun. Evinizde ve çok yakın sohbet meclisinizde bile kaba-saba şiveleri terk edip, düzgün ve dürüst konuşun. Mahalli şive ile konuşma alışkanlığı bir nevi bağımlılıktır, bu kötü alışkanlıktan kurtulun!



[1] Yeni İstanbul Gazetesi, 21.02.1951

[2] Yeni Sabah Gazetesi, 09. 01. 1956

[3] Ebu Hanife, M. Ebu Zehra, s. 177, Osman Keskioğlu, Ankara, 1962

[4] Bak: Mustafa Bilgin

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
İsmet SEZGİN

İsmet SEZGİN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx