YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
674f92cf2f095
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 1 5 6
Bugün : 1909
Dün : 30630
Bu ay : 116724
Geçen ay : 890827
Toplam : 29861290
IP'niz : 18.97.9.175

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

AKP’nin Meclisten geçirdiği savaş tezkeresi için, Başbakan yardımcısı Beşir ATALAY “Bu bir savaş tezkeresi değil, caydırıcılık belgesidir” demiş ve Dışişişleri Bakanı Davutoğlu da bu kılıfı sahiplenmişti. İyi de “Hükümetin gizli ve stratejik hedefi, böylesine acele ve acemice ifşa edilince, tezkerenin caydırıcılık gücü kalır mıydı?” diye düşünen tek bir beyin şu AKP’de bulunmaz mı idi? Aslında bu tezkere şovu da maalesef, Sn. Başbakanın itiraf ettiği gibi, sadece “toplumun gazını alma” girişimiydi ve tam bir calkazanlık gösterisiydi.

Sn. kahraman Erdoğan, yıllardır PKK’yı bağrında barındıran ve hatta kendi topraklarından sınır karakollarımıza top ve havan atışları yaptırıp yüzlerce Mehmetçiği şehit bırakan şu Kuzey Irak’a niye ciddi ve netice verici bir savaş tezkeresini gündeme getirmezdi? Mavi Marmara katliamını yapan ve uluslararası sularda gemimize saldırıp 10 insanımıza kıyan şu mel’un İsrail için niye bir tezkere düşünmezdi? Çünkü O’nun cesareti de feraseti de bunlara yetmezdi. Erdoğan’ın boynuna cesaret madalyası asan odaklar, Türk askerinin Suriye’ye ve milli-insani gayelerle girmesini ve Suriye’nin yeniden şekillenmesinde söz sahibi konumuna gelmesini kesinlikle istemezlerdi, bu nedenle AKP’ye de izin vermezlerdi.

Suriye krizinin ve derin tahribinin sürmesini isteyen Siyonist merkezler, Rusya, Çin, İran, Hindistan, Venezüella gibi Esad destekçisi cepheyi de; ABD, Türkiye, AB, Mısır ve Körfez ülkeleri gibi muhalefet destekçilerini de, asla geri adım atmamaları yönünde şişirmekteydi. Çünkü Suriye’nin maddi ve manevi tahribi için zaman gerekliydi. Suriye’de, 100 bine yakını Türkiye’ye olmak üzere, 200 bin insan komşu ülkelere sığınmaya mecbur edilmiş, 2 milyon insan ise ülke içinde, başka yerlere göç ettirilmişti. Bu durum Suriye’nin resmen olmasa da fiilen parçalanmasına zemin hazırlamak içindi ve tabi bir İsrail+ABD projesiydi.

Oysa hükümetin “yabancı ülkelere” asker gönderme yetkisini içeren tezkere ile Suriye’ye askeri müdahalesinden önce şu soruların yanıtlanması gerekirdi:

a-     Suriye’deki kaos ve karmaşık ortam belliydi, ama Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye’ye girerse vuracağı hedef belli miydi?

b-    Asker, hedef belli olmadan sınır ötesi harekâta girişebilir miydi?

c-     Esad’ı vurmaya giderken muhaliflerle birlikte mi hareket edilecekti?

d-    Suriye sınırından girdiğiniz anda elinde silah olan sivil kıyafetli çok çeşitli gruplarla karşı karşıya gelinecekti ve kime ateş edileceği belli değildi.

e-     Suriye’nin düşürdüğü iddia edilen savaş uçağımız olayında da görüldüğü gibi; elektronik harp sistemimizde birçok sorun ve eksiklik görülmekteydi. Rusya’nın Suriye’ye bu alanda verdiği destek ortadayken olası bir harekâtta uçaklarımız patır patır düşürülebilirdi.

f-      GES Komutanlığının MİT’e devredilmesinden sonra bir gözü kör ve kulakları sağır edilen Genelkurmay Başkanlığı, bölgede aktif askeri üsleri olan Rusya ile savaşa girecek miydi?

“Arap ülkelerinde askeri ataşelik yapmış eski Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri Emekli Kurmay Albay Ümit Yalım’ın izahından; “ABD yönetimleri tarafından bütün dünyaya Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak tanıtılan ve bölgede Özgür Kürdistan kurulacağını belirten proje, aslında Büyük İsrail Projesi (BİP)di. BİP Projesi iki safhadan oluşmaktadır. Projenin birinci safhası 3 İsrail Projesi’dir. Bu safhada, mevcut İsrail devleti 1’inci İsrail olarak kabul edilmiş ve Irak’ın kuzeyine 2’nci İsrail Devleti ile Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunu kapsayacak şekilde 3’üncü İsrail Devleti’nin kurulması planlanmıştı. Ayrıca bu safhada, 1’inci İsrail ile 2’nci İsrail Devleti’ni birleştirmek maksadıyla Suriye üzerinden bir koridorun açılması da planlanmıştır. Projenin ikinci ve son safhasında da 1’inci, 2’nci ve 3’üncü İsrail Devleti’nin birleştirilerek Büyük İsrail’in kurulması hedeflenmiştir.” Acaba, Bu tezkere vasıtasıyla, hedef koridorun ucunu TSK’ya tutturmak mıydı? Ahmet Davutoğlu’nun sinsi planlarının üstünden gaza gelip, hükümdarlığını resmen ilan etmek için her türlü maceraya gözü kapalı dalan Tayyip Erdoğan’ın başımıza daha neler saracağını hep birlikte göreceğiz” diyen Ahmet Takan, gizlenen gerçeklere tercümanlık etmekteydi.

Bu tezkerenin, sıkışan Suriye muhalefetini rahatlatmak için tertiplendiğini, yoksa “Türkiye’nin Suriye’de söz sahibi olacağı” bir operasyona asla müsaade edilmeyeceğini en çok Sn. Erdoğan bilmekteydi. Eski CIA Başkanı yeni ABD Savunma Bakanı Yahudi Panetta, Akçakale ve Hatay olayları nedeniyle başlayan ve “karga savar” cinsinden yapılan karşılıklı top atışlarını bile: “Bunların gerginliği tırmandırıp, çatışmaların komşu ülkelere sıçratacağı endişesini taşıyor ve tarafları itidale çağırıyoruz” diyerek, hoş görmediğini açıklaması, onun küstahlığı kadar, ülkemizin yalnızlığını da gözler önüne sermekteydi.

İsrail’den destek açıklaması Türkiye’yi kışkırtmaktı!

İsrail Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Yigal Palmor, Suriye tarafından atılan top mermisinin düşmesinin ardından Türkiye’nin Suriye’ye askeri karşılık vermesini doğru bulduklarını söylüyordu. Yigal Palmor yaptığı açıklamada, “biz, İsrail olarak Türkiye’nin Suriye’ye karşılık vermesini doğru buluyoruz. Türkiye, uluslararası hukuka göre bu hakka sahiptir” diyordu. Palmor, “İsrail‘in bu tür olaylarda aldığı pozisyon her zaman böyle olmuştur, Türkiye’nin bu olayda karşılık vermesi doğrudur ve uluslararası hukuka göre de haklıdır. Biz, Türkiye’nin kendini savunma hakkına saygı duyuyoruz” şeklinde konuşmuştu.

GKB. Org. Necdet Özel, Suriye sınırına yığınak yaptırıp yumruk sıkarken, İsrail’in de Golon tepelerinde askeri tatbikat başlatması ve ABD’nin Ürdün sınırına özel birlikler taşıması, acaba sadece bir rastlantı mıydı, yoksa ortak bir planın parçaları mıydı?

Suriye askerlerinin artık Türkiye sınırına 10 km. kala yaklaşmamaları, acaba o çok konuşulup tartışılan “Güvenlik koridorunun” fiilen oluşturulması ve bağımsızlık tugayı kuran Suriye Kürdistan’ına zemin hazırlanması anlamına geldiğini AKP iktidarı ve TSK bilmiyorlar mıydı?

Milli Çözüm dergimizde aylar, hatta yıllardır defalarca yazıp uyardığımız gibi, Suriye Kürdistan’ıyla, Barzani Kürdistan’ının Akdeniz’e ulaşma yollarının açıldığını anlamayacak kadar basiretler kapanmış mıydı?

AKP’li Ömer Çelik daha önce şunları yazmıştı:

Yıl: 2003… Bugün AK Parti Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı koltuğuna oturan Ömer Çelik, o dönem Sabah gazetesinde yazıyordu. Bir yazısının başlığı: “Direnişçi Değil, Katil Sürüsü.” Yazıda Irak işgalinin ardından ortaya çıkan ‘direniş´ hareketi sorgulanıyordu. Ömer Çelik:

“Karşımızdakiler ‘direnişçi’ değil ‘katil sürüsü’dür. Irak’ı ‘cinayet laboratuarı’ haline getirmeye çalışıyorlar, dini sembolleri ise bir `Suikast silahı´gibi kullanıyorlar. Artık sistematik hal alan bu katliam dizisi, ‘direniş’ gibi çok irdelenmeden kullanılan kavramları sırtlayarak veya ‘din’ adına bir zemin üretmeye çalışarak vahşete dayanak yaratmaya çalışıyor. Irak diktatörünü işbaşından göndermeyi hedefleyenlerin, (Ömer Çelik korkusundan ABD diyemiyor!) sonraki gelişmeler için ciddi bir eylem planları olmadığı acı bir tecrübeyle ortaya çıkıyor” diyordu.

“Ve Şimdi Yıl: 2012… Bu saptamaları Suriye için de geçerli kılamaz mıyız?

  • Mesela Suriye’de ortaya çıkan harekete `direniş hareketi´ ve bu harekete katılan herkese ‘direnişçi’ demek o kadar kolay mı?
  • Mesela Suriye’de de dini kullanan sözde ‘direnişçiler’ olamaz mı?
  • Mesela Batı’nın Suriye için ‘diktatör sonrası planı’ var mı?

Keşke Ömer Çelik yine köşe yazısı yazsa da bu sorulara cevap verse…” diye soran Ahmet Hakan acaba AKP’nin çifte standardını ve sahtekârlığını mı ortaya koyuyordu, yoksa dengeleri mi kolluyordu?

Tam böyle bir süreçte, Hoş görü havarisi ve Mavi Marmara saldırısında İsrail destekçisi Bay Fetullah’ın Zaman yazarı Hüseyin Gülerce’nin, aslında Suriye’ye mi, yoksa İran’a karşı bir müdahaleye mi yönelik çıkarıldığı belli olmayan savaş tezkeresi için, AKP’yi hararetle desteklemesi ve savaş gazı vermesi dikkat çekiciydi ve 1974 Kıbrıs çıkarmamızı örnek göstermekteydi. Acaba Fetullahçı Gülerce Türkiye’nin hiç bir hak talep etmeden, İsrail Siyonizm’i ve Batı emperyalizmi için askerlerini ve devlet haysiyetini feda edip, aynen Kore’de olduğu gibi, Suriye batağına girmesini mi istemekteydi?

“ABD dış politikası, İsrail için tartışmasız bir teminattır. Yahudi lobisi, ABD Başkanlarına rağmen, Washington’un politikalarını yönlendirmektedir. Dolayısıyla, orta doğuda gelişen her olayda, çıkan her kriz ortamında ve darbe planlarında, mutlaka ABD’nin bilgisi ve ilgisi vardır… 11 Eylül 2001’deki terör saldırısı ABD’yi, İslam dünyasıyla ilgili siyasetini gözden geçirmeye (Sert ve etkin tedbirler geliştirmeye U.E.)… mecbur kılmıştır. Türkiye’nin Başbakanı (Erdoğan) işte bunun için, Birleşmiş Milletler “Medeniyetler ittifakı” projesinde, İspanya ile birlikte Eşbaşkandır.” (yani Erdoğan ve İspanya, İslam’ı düşman sayan NATO, Amerika ve Avrupa’nın adamı mıdır, yoksa onlara karşı koyan kahraman mıdır? U.E.) … (Suriye’ye karşı) sabır, sabır, sabır… nereye kadar. Kıbrıs’ta da öyle olmadı mı? İş Türkleri katletmeye gelince Türkiye durabildi mi?”[1] diyen Gülerce’nin, kahramanlık damarı neden kabarıvermişti?

Müslümanların Masumiyeti Filmiyle İlgili 27 Eylül tarihli Financial Times’da Fetullah Gülen’in bir yazısı yayımlanmıştı:

“Müslümanlar olarak kendimize sormamız gereken soru şudur: Biz İslam’ı ve Peygamber’i dünyaya hakkıyla tanıtabildik mi? Peygamber’in örneğine uyup onu hayranlık uyandırıcı bir şekilde tanıtabildik mi? Sadece sözlerimizle değil, hareketlerimizle de bunu amaçlamalıyız. Eğer İslam denildiğinde insanların aklına ilk gelen intihar bombacılarıysa onlarda nasıl İslam’la ilgili olumlu fikirler oluşabilir? Şiddeti kışkırtmayı amaçlayan nefret konuşmaları, ifade özgürlüğü ilkesini suiistimal etmektedir. Başkalarının haklarını, onurunu ve özgürlüğünü çiğnerken bir yandan da korkunç silahlarla dolu bir çağda insanlığı çatışmaya doğru itmektedir. Bu tür kışkırtmalara kanmaktansa, İslam İşbirliği Teşkilatı ya da Birleşmiş Milletler gibi ilgili uluslararası kurumlara seslenilmeli, onlardan bu tür nefret konuşmaları vakalarında müdahale etmeleri ve kınamaları istenmeli” diyen Bay çok bilmiş Fetullah Gülen acaba bu önemseyip önerdiği girişimleri niye bizzat kendileri başlatmıyordu? Ve asıl soru: Yıllardır en üst seviyede yaptıkları diyaloglar ve medeniyetler ittifakları niye Hz. Peygamberimizi doğru ve doyurucu tanıtmayı hala başaramıyordu?

AKP yandaşı, ama ABD borazanı Cengiz Çandar’a göre Türkiye’nin hatası:

“Türkiye’nin Suriye politikasındaki yanlışlık Esad rejimine karşı çıkmaktan karşı durmaktan kaynaklanmıyor. Aksine kendi ‘iç sorunları’nı aşamamış olmasından kaynaklanıyor yani 1)Kürt sorununu 2)Alevi sorununu henüz çözememiş olması Türkiye’yi zora sokuyor. Dolayısıyla, Erdoğan hükümetinin, TBMM’den aldığı yetkiyi Suriye’de kullanmaya kalkışması, esas olarak, Suriye Kürtlerini hedef alacaktır. Yani, aslında Türkiye Kürtlerine yöneliktir”[2] diyen Cengiz Çandar diliyle ABD, AKP’ye şu mesajı gönderiyordu:

“Suriye’de Kürdistan dahil, yeni federasyonlara razı olacaksanız ve Türkiye’nin Güneydoğusuna “demokratik özerklik” tanıyacaksanız, o zaman size arka çıkar, sırtınızı sıvazlarız!..”

AKP Kongresinin Onur Konuğu Barzani’yle Gizli Buluşmaları!

Akşam gazetesinde yer alan habere göre, geçtiğimiz günlerde Kuzey Irak Lideri Mesud Barzani, iki eski Kürt kökenli AKP milletvekiliyle gizlice görüşmüş, PKK ve Kürt sorunu konuşulmuştu.

Eski AKP’li iki milletvekili bir otelde Kuzey Irak Bölgesel Lideri Mesud Barzani’yle görüşmüşlerdi. Yaklaşık bir saat süren görüşmede Kürt sorunu ve PKK’nın masaya yatırıldığı belirtilmişti. Görüşmeye Kürt kökenli iki eski AKP milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat ve Abdurrahman Kurt’un katıldığı bildirilmişti.

Akşam gazetesinin manşetinde “Barzani lobisi” başlığıyla verilen haberde, sessizce gerçekleştirilen görüşmeye istihbaratçıların da geldiği tespit edilmişti.

Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya kaleme aldığı görüşmenin ayrıntıları şöyleydi:

  • Kürt sorununun çözülmesi ve PKK meselesi
  • Suriye’deki olası gelişme ve değişmelerin Kürdistan, Irak ve Türkiye’ye etkileri

Ve tabi bunlara bağlı olarak:

  • Türkiye’de (AKP’nin yürüttüğü) demokratikleşme ve yeni Anayasa süreci

Em. Org. Ergin Saygun Türk Ordusuna Balyoz Kitabında İlginç ve Önemli Şeyler Açıklamıştı; Türkiye-ABD İlişkilerinde Kırılma Noktaları:

Nisan 1978’de Afganistan‘da S.B. (Sovyetler Birliği) yanlısı darbe gerçekleşti. Ardından İran’da İslam Devrimi yapıldı (Şubat 1979). Şah ülkeyi terk etti, Humeyni sürgünden İran’a döndü, Tahran’daki ABD Büyükelçiliği işgal edildi. Hazar ve Ortadoğu petrollerinin güvenliği tehlikeye girdi. Batı’da büyük telaş başladı. ABD’nin büyükelçilik binasında rehin tutulan Amerikalıları kurtarmak için başlattığı operasyon tam başarısızlıkla sonuçlandı. Bir sürü Amerikalı asker öldü. 1979 yılında bizim için önemli bir başka olay da PKK’nın ilk eylemini Urfa’da gerçekleştirmesi, bu suretle sesini ilk defa duyurmasıdır. Bu üç olayın birbiriyle bağlantılarını mutlaka incelemek gerekir.

Helsinki Anlaşması ve ABD’de Oluşan Türkiye’nin Güneyindeki SB (Sovyetler Birliği) Tehdidi Endişesi

Birkaç yıl daha geriye gidelim. 1975 yılında Rusların bastırmasıyla Avrupa’da güvenlik ve güven artırıcı tedbirleri içeren, bu suretle de karşılıklı güveni artırmayı amaçlayan Helsinki Nihai Senedi imzalandı.[3] Bu anlaşmayla Avrupa ülkelerinin sınırları tescil edilmiş ve bu sınırların dokunulmazlığı ve en önemlisi de Avrupa ülkeleri arasında karşılıklı güven ve istikrarı sağlayacak bazı tedbirler yürürlüğe sokulmuştur. Güvenlik ve Güven Artırıcı Önlemler (GGAÖ) olarak isimlendirilen bu tedbirlerin amacı isminden de anlaşılacağı gibi, bir yumuşama dönemi başlatmak, huzur ve istikrar dönemi yaratmaktı. Buna göre Avrupa ülkeleri sınırlardan 200 km’yi kapsayan bir bölge içerisinde, birbirlerine doğru olan birlik intikallerini, birliklerin garnizonlardan çıkışlarını ve garnizon dışı faaliyetlerini bildireceklerdi. Daha sonra ülkelerin ellerindeki tank, top, helikopter vs. miktarlarına sınırlandırmalar getirildi. Türkiye’nin Avrupa ülkesi olmayan İran, Irak ve Suriye ile de sınırları olduğu için bu ülkelerden 200 km mesafeyi kapsayan bir alan bildirim dışı bırakıldı.

Yani Türkiye; İran, Irak ve Suriye ile komşu olan bu geniş bölgeye istediği miktarda birlik ve silah konuşlandırabilecekti.

SSCB’nin İran’la beraber Körfez bölgesine müdahale etme ihtimaline karşı çaresiz kalan Batı ve ABD için bu durum yeni bir fırsat yarattı. Bu bölgede hatırı sayılır bir askeri güç toplanabilirse, Basra Körfezi bölgesine müdahale edebilecek Sovyet birliklerinin “yanını” tehdit edecekti. Tamamen TSK’den oluşuyor olsa da bu güç bir NATO kuvveti olacağından, sağlayacağı caydırıcılık nedeniyle Sovyetler muhtemelen bu kuvvete “bulaşmaktan” kaçınacaklardı. Bu suretle Türkiye, ABD Körfez bölgesinde gerekli tedbirleri alıncaya kadar yeterli olan zamanı kazanacaktı. Ancak bu bildirim dışı bölgeye çok sayıda Türk birliğinin gelmesini sağlamak için bölgede yeni bir tehdit yaratmak gerekiyordu. Bunun için ise, Bekaa Vadisi’ndeki PKK devreye sokuldu.

PKK’nin Bekaa’ya Yerleştirilmesi

Bugün canımız ciğerimiz diye bağrımıza bastığımız Filistinliler Abdullah Öcalan’ı ve ekibini Bekaa vadisinde alıp eğitmiştir.[4] (Sn. Ergin Saygun, PKK’yı Bekaa’da eğitip yetiştirmenin, zavallı Filistinlileri çok aşacağını, bunu ABD ve İsrail’in yaptığını ve bazı Filistinli gurupları ve kamplarını kullandığını herhalde bilmesi gerekirdi. U.E.)

Konuyu biraz açalım:

Prof. Dr. Ümit Özdağ, Türk Ordusu PKK’yı nasıl yendi? Türkiye PKK’ya nasıl teslim oluyor? Adlı kitabının 40. sayfasında şu bilgileri veriyor: “Öcalan, Eylül 1979’da Suriye’de bulunmakta olan KGB görevlisi Yevgeni Primakov’un yardımıyla 250 kadar örgüt mensubunu gerilla savaşı konusunda eğitilmesi için Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kamplarına götürdü. O dönemde PKK militanları George Habbaş grubundan ayrılmış bir fraksiyon olan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin genel kumandanı Ahmet Cibril tarafından eğitilirken, örgüt uzun süreli halk savaşı stratejisini benimsemeye başlamıştır. Örgüt daha sonra, Barzani ve Talabani’nin MOSSAD’a göbekten bağımlılığı sayesinde CIA kontrolüne geçmiştir.”[5]

Çok ilginç bir iddia da, 1992’de Abdullah Öcalan’ın BEKAA’da, MOSSAD tarafından yakalanıp İSRAİL’de sorgulandıktan sonra tekrar geri gönderilmesidir. (Daha doğrusu MOSSAD’ın PKK’yı hizaya getirmesi ve ele geçirmesidir. U.E.) PKK’yı bir taşeron örgüt gibi kullanma daha sonraları Kürtleri kapsayacak hale gelmiş ve Çekiç Güç ile Kuzey Irak’taki Kürt devletinin temelleri atılmıştır. (Ve bu Çekiç Gücün, nefes ve beslenme borularını tıkayıp bölgeden gitmeye mecbur eden Rahmetli Erbakan’ın Refah-Yol Hükümetiydi. U.E.)

ABD’nin Ortadoğu’ya 1981-82’deki Kuvvet Yığma Kararı

1981 veya 1982 yılında ABD Savunma Bakan Yardımcılarından biri NATO’da herkesi şok eden bir brifing verdi. Buna göre ABD Batı’nın çıkarlarını korumak için gerektiğinde Ortadoğu’ya müdahale edecek ve bu amaçla NATO’ya tahsisli ve Avrupa’nın savunmasında kullanılacak kara birliğini ve bu birliği destekleyecek olan hava ve deniz birliklerini NATO emrinden alabilecekti. Bu birlikler NATO ülkelerinin yerine getirmeleri mümkün olmayan imkân ve kabiliyetlere sahipti.[6] ABD Körfez Bölgesi ve Ortadoğu için düğmeye basmıştı. NATO’nun Avrupalı üyeleri, büyük bir telaş içinde, bu ihtimalin gerçekleşmesi halinde bunun NATO’nun Varşova Paktı’na karşı savunmasını nasıl etkileyeceğine dair bir çalışma (“İmpact Study”)[7] başlatılmıştı.

Genç bir kurmay binbaşı olarak katıldığım bu çalışmada merkezden verilen talimat gereği, Türkiye’yi Ortadoğu’daki gelişmelere karıştırmayacak bir tutum izleyecektik. Öyle ki, ABD’nin çıkabilecek muhtemel bir çatışmada yaralanacak askerlerini Türkiye üzerinden tahliye etmesini bile kabul etmedik.

Bu arada, konuyu inceleyebilmemiz ve planlama yapabilmemiz için ABD’nin askerlerini, tümünü birden mi, yoksa parça parça mı çekeceğini sorduk. Baştan gizli diye cevap vermediler. Israrlı taleplerimiz sonunda ABD, birliklerin tamamını birden değil, parça parça çekeceğini ve Ortadoğu yığınaklanmasının da parça parça (“Building Block”) olacağını açıkladı. Hangi birliğin ne zaman gideceği belirtilmemesine rağmen, verdikleri bilgilerden bölgeye yapılacak yığınağın aylar süreceği anlaşılıyordu.

Tabii ki o zamanlar 10 yıl sonra yapılacak Irak harekâtı ve bu harekâtın yığınaklanma planı ile karşı karşıya olduğumuzu anlayabilmemiz mümkün değildi. (Maalesef bu sözler askeri feraset noksanlığının itirafı gibiydi. U.E.)

ABD’lilerin daha sonra yığınak yeriyle ilgili çalışma yaptıklarını öğrendik. Üç aday vardı. Türkiye, Yunanistan ve Mısır. İlk ikisinin isteksizliği[8] ve daha başka nedenlerle Mısır seçildi. Mısır, ABD ile “Parlak Yıldız” tatbikatları yapmaya, SSCB yapımı eski silahlarını ABD silahlarıyla değiştirmeye başladı. Mısır’a her yıl iki milyar dolar civarında ABD yardımı geldi, biriken bazı borçları silindi. Türkiye’nin FMS borçlarının sadece faizlerinin silinmesi yolundaki çeşitli zamanlarda tekrarladığımız taleplerimizin ise, ABD tarafından kabul edilmediğini daha önce belirtmiştim. Bugün geldiğimiz noktada ise, Mısır Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılmasında Mübarek’siz bir dünyaya hazırlanmaktadır. (Daha doğrusu ABD kullanıp yıprattığı eski dostlarını, bir paçavra gibi tarihin çöplüğüne atmaktadır. U.E.)

“1 Mart Tezkeresi” ve “TSK’nin Liderliği” Konusu

İlker Başbuğ Paşa bir kitap yazmış, terör hakkında.[9] Bu arada 1 Mart tezkeresinin geçmemesinin bir hata olduğunu anlatmış. Destekleyenler de oldu, karşı çıkanlar da. Bu tür konuları incelerken veya irdelerken zaman ve mekân faktörlerini hep dikkate almak lazım. Yani bu kararlar alınırken şartlar ne idi. Bunları yaşamış olmak lazım. Ben rütbem ve görevim gereği bu sürecin dışındaydım. Ancak sohbetlerde elbette ki konuşuluyordu. İlk tepkim, İngilizlerin hileleri ve Arapların Osmanlıyı arkadan vurmaları sonucu kaybettiğimiz Ortadoğu’ya geri dönmek için ortaya tarihi bir fırsatın çıktığı şeklindeydi. Bu fırsatın mutlaka kullanılması görüşünde idim. Tezkere sadece Amerikalıların değil bizim birliklerin de Türkiye üzerinden Irak’a girmesini öngörüyordu. Oylamaya katılmayanlar veya ret oyu verenler bizim birlikler de Irak’a girdikleri takdirde bunun Kuzey Irak’taki yerel yönetimin sonu olacağını biliyorlardı. Tahminime göre, eğer tezkere ikiye ayrılıp Türk ve Amerikan askerlerinin Irak’a girişleri ayrı ayrı oylansa idi, Amerikan askerleri için evet, Türk askerleri için Hayır oyu çıkardı.

Tezkereye evet deyip Kuzey Irak’a iki kolordu soksaydık o zaman PKK bölgede bu kadar rahat at oynatamaz, bölgeden bu kadar rahat beslenemezdi. Ortadoğu dengeleri ve meseleleri bugünkünden çok başka olurdu. En basitinden İran’ın Arap Yarımadasına girmesi ve bugün gördüğümüz gibi Irak’ı kontrolü altına alması önlenirdi.

Askerimizin kanının boşuna döküleceği iddialarına da katılmıyorum. Çünkü Amerikalıların, petrolün olduğu bölgelere girmemize müsaade edeceklerini sanmıyorum. Zaho-Dohuk-Amediye civarına kadar inmek de bize yeterdi aslında. Bunların hepsi doğru. Ancak çok önemli bir faktör vardı: ABD girdiği yerden bir daha çıkmazdı. Bulunduğu yerleri kendi toprağı gibi kullanırdı. Aranızdaki anlaşmaları da pek hesaba katmazdı. (Bu nedenle tezkereyi ret) kararı doğru mu yanlış mı, yanıtını vermekte insan zorlanırdı. Aslında TBMM kararı siyasi yönden evet, teknik yönden (yeterli evet oyu sayısına ulaşılamaması yönünden) hayır anlamına gelmektedir. Burada TBMM’de konunun görüşüleceği toplantı, Milli Güvenlik Kurulu toplantısı ertesine planlandı. MGK’dan evet oyuna destek çıkarsa Meclis’in sorumluluğu azalacak, “ne yapalım MGK da böyle karar aldı” diyeceklerdi herhalde. Hâlbuki MGK kararları TBMM’ye değil, hükümete yönelik tavsiyelerdir.

ABD yetkililerinin, “TSK gerekli liderliği göstermedi. Daha aktif olmaları gerekirdi” demelerinin, 1 Mart tezkeresinin geçmemesinin askeri sorumlu tutmalarının sebebi de MGK’dan evet’i destekleyen bir karar çıkmaması idi. Demek ki bizim basın gibi ABD de MGK’nın asker hâkimiyetinde bir yer olduğunu kabul etmekteydi. İlginçtir; ABD, Türk askerini siyasetin içine girmedikleri için tenkit ederken, aynı günlerde yayımlanan bir AB raporu TSK’yi siyasete karıştığı için eleştiriyordu.

Bu arada Amerikalıların sitem etmekte haklı oldukları bir noktayı da kabul etmek lazım. “Müsaade etmeyecekseniz baştan söyleseydiniz, planları ona göre yapardık” dediler. Gemilere binmiş, kullanacakları araziye göre planlar yapmış, haritalarını almış, lojistik desteğini Türkiye’den sağlamak için depolar kiralamış, ikmal zincirini buna göre planlamış bir ordunun, son dakikada görev bölgesinin ve harekât projesinin değiştirilmeye mecbur bırakılması, oldukça sarsıcı ve can sıkıcı bir durumdur.”[10]

İsrail Gerilimine Davos’dan Önce Başlanmıştı!

Em. Org. Saygun, ABD ve İsrail’in, Türk-İsrail ilişkilerini bilerek bozduklarını vurgulamaktaydı. Saygun‘un iddiasının dayanağı ise “one minute” krizinden önce meydana gelen şu olaylardı:

1) İsrail uçakları 7 Eylül 2007 günü Akdeniz üzerinden Türkiye’ye girdi, bir süre Türkiye-Suriye sınır hattında uçtu ve ansızın Suriye’ye girerek bu ülkedeki kimi hedefleri vurdu. (Bu hedefler, Suriye’nin Kuzey Kore ve Rusya desteği ile kurdukları Nükleer tesislerdi. AKP’nin de İsrail’e dolaylı destek verdiği sezilmekteydi. U.E.) İsrail uçakları, sonra aynı rotayı izleyerek ülkesine döndü. Üstelik büyük pervasızlıkla, yakıt tanklarını da Türkiye topraklarına attı! Türk Ordusu olaya sert tepki gösterdi. Türkiye İsrail’den özür istedi. ABD ise “İsrail gerekçesini açıklayınca siz de hak vereceksiniz” diyerek Türkiye’yi yumuşatmaya çalıştı.

2) ABD’deki önemli Yahudi kuruluşu ADL, hiç gündemde olmamasına rağmen ve genel çizgisine aykırı olarak 2008 yılında “Ermeni soykırımı vardır, olmuştur” açıklaması yaptı. ADL’yi peşi sıra diğer Yahudi kuruluşları izledi. Oysa İsrail ve Yahudi kuruluşları, Yahudi Soykırımı’yla aynı kefede olmaması için dünyada başka hiçbir soykırım olmadığını hep savuna gelmişti… Siyasi gündemimize pek gelmeyen bu olaya en sert tepkiyi yine Türk Ordusu verdi ve örneğin Genelkurmay Başkanı İsrail’e yapacağı resmi ziyareti iptal etti.

3) İsrail hava kuvvetlerine bağlı uçaklar, BM’nin Lübnan’daki barış gücü UNIFIL bünyesinde görev yapan Türk Deniz Kuvvetleri’ne mensup bir firkateyne radar kilitledi. Bu, uçakların her an gemiye füze atabilecek bir pozisyona geçtikleri anlamına gelmekteydi. İsrail, TSK’nin uyarılarına rağmen bu olayı birkaç kez daha tekrarladı. En sonunda Türk Ordusu, İsrail’i sert bir şekilde uyardı. Türkiye’nin Anadolu Kartalı tatbikatına İsrail’i davet etmemesi, ABD’nin de bu yüzden katılmaması, işte bu süreçtedir. (Yani bu karar iktidarın değil, TSK’nın gayretidir. U.E.)

Amaç, İran’ı engellemeye çalışmaktı

Em. Org. Ergin Saygun, kimi başka örnekler de veriyor ve İsrail’in ABD bilgisi dâhilinde, Türkiye-İsrail ilişkilerini neden bilerek bozmaya çalıştığını sorguluyordu. Saygun‘un saptaması önemli: “ABD’nin Irak’tan çekilmesinin bölgede boşluk yaratacağı, Şii yayılmasının artacağı, İran’ın Arap Yarımadası’na girmesinin İsrail için büyük tehdit oluşturacağı ortadaydı. Boşluğu İran yerine Türkiye doldurmalıydı. Ancak Araplar, Türklere karşı kuşkuluydu. O nedenle Türkiye’nin Araplar nezdinde ki itibarı artırılmalıydı. Bunun en çabuk, etkili ve sonuç vermesi kesin olan uygulaması ise Türkiye ile İsrail’in arasını açmak, kavga ettirmektir.“ (Ergin Saygun, Balyoz, s.286)



[1] 05.10.2012 / Zaman / Hüseyin Gülerce

[2] 07.10.2012 / Radikal

[3] Türkiye bu belgeyi imzalarken şerh koymuş ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tanımadığını ve bu yönetimin Kıbrıs’ın tamamını temsil etmediğini kayda geçirmiştir.

[4] Ankara’daki Müslüman Mısır Büyükelçiliğini basıp kapıdaki Müslüman Türk polisini öldüren, içerideki Müslüman Mısırlıları rehin alanlar, Yeşilköy Havaalanında İsrail uçağına baskın düzenleyenler hep Filistinli kardeşlerimizdir. Ama uluslar arası ilişkiler ve diplomasi duygulara göre değil menfaatlere göre yürütülmektedir.

[5] Prof. Dr. Ümit Özdağ, Türk Ordusu PKK’yı Nasıl Yendi? Türkiye PKK’ya Nasıl Teslim Oluyor?, Kripto Basın Yayın, 2. Basım, 2010, Ankara

[6] Mesela, 101’nci Hava Hücum Tugayı, Tanksavar Silahlı Helikopter Tugayı, 82. Hava İndirme Tümeni gibi.

[7] “Etki Çalışması”.

[8] 1 Mart tezkeresini incelerken, eskiden beri süregelen Ortadoğu’nun dışında kalarak bölgenin sorunlarından uzak durma şeklindeki politikalarımızı da dikkate almak lazım.

[9] İlker Başbuğ, Terör Örgütlerinin Sonu, Remzi Kitabevi, 1. Basım, 2011, İstanbul.

[10] Türk Ordusuna Balyoz, 9.Basım, Kaynak yy, sf;315-321

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Ufuk EFE

Ufuk EFE

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx
Paylaş...