YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66348ce29d979
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 6 3
Bugün : 5435
Dün : 20782
Bu ay : 50818
Geçen ay : 737322
Toplam : 23567104
IP'niz : 18.217.109.151

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Masa başı senaryolarıyla Irak, Afganistan ve Libya’yı işgal eden Siyonist odaklar ve onların Haçlı şövalyesi Amerika ve Avrupa, şimdi Uluslar arası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) eliyle ve “nükleer silah üretme peşinde” bahanesiyle İran’a saldırı hazırlığı içindedir. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat’ın “ahlaklı ve insaflı bir milletin atom bombasına ihtiyacı olmaz” sözleri eksik ve yetersizdir. Çünkü “akıllı ve hazırlıklı bir ülkenin, tüm nükleer tehditleri bertaraf edecek teknolojik keşiflere de ihtiyacı olduğu” tartışılmaz bir gerçektir. İşte bu gerçeği en önce gören ve dünya çapında bir teknoloji mühendisi olduğu kabul edilen rahmetli Erbakan Hoca, bu konuda alınması gereken tedbir ve gelişmeleri şöyle özetlemiştir:

“Elin gâvurunun öyle barış çağrılarından ve hoşgörü edebiyatından anlamadığı ve özellikle Müslüman ülkeleri hesaba katmadığı binlerce örneği ile sabittir. Bu nedenle, emperyalist ve Siyonist güçlerin, nükleer füzelerini, uçak gemilerini ve tüm teknolojik saldırı sistemlerini boşa çıkarıp etkisiz bırakacak:

  • Teknoloji harikası casus böcekleri
  • Ülkemize yönelik nükleer füzeleri havada iken ters istikamete çevirip kendi üzerlerine yönlendirecek çok güçlü elektromanyetik alan oluşturma sistemleri, uçak gemilerinin ve savaş jetlerinin nükleer kumanda merkezlerinin tüm mekanizmalarını çürütecek metalik virüsleri
  • Bütün bunları hedeflerine taşıyacak görünmez hava aletlerini;

a-     Nasıl planladıklarını

b-    Hangi aşamalarda tamamladıklarını

c-     Deneme testlerini nerelerde yaptıklarını

d-    Bunların Milli oluşumun özel görevlilerine teslim edip sakladıklarını

e-     Ve hepsinin, yakın bir gelecekte ve dünyayı değiştirecek bir tarihi hesaplaşma öncesinde kullanılmak üzere seri üretim şartlarını hazırladıklarını, defalarca ve video çekim kayıtlarıyla bizlere anlatıp göstermişlerdir.

Bu arada çok esrarengiz biçimde ve intihar ettikleri söylenen, şimdi cinayet şüphesiyle mahkeme edilen ASELSAN mühendislerinin şüpheli ve şaibeli ölümlerini de bu bağlamda değerlendirmek gerekir.

Evet, Türkiye, önümüzdeki süreçte, bu haksızlık ve ahlaksızlık temeline kurulu zalim dünya dengelerini değiştirip Adil bir Düzen yerleştirmek üzere, tarihin en büyük diriliş devrimine öncülük edecektir. Böylece hem küresel sömürü sistemi, hem de işbirlikçi hainler devrilip gidecektir. Çünkü beşeriyetin nefsi emmaresi olan Siyonist Yahudi; insanlığı açlıkla, ekonomik bağımlılık ve borç batağıyla kendisine mahkûm ve mecbur etmiştir. Gizli dünya devletinin ve dünya ekonomisine hâkim 3 Yahudi şirketinin sahipleri nazarında, bütün ülkeler birer şubeleridir. Bu şubelerin (bizim hükümetimiz sandığımız) genel müdürlerini de, demokratik dalaverelerle kendileri işbaşına getirmektedir. Döneminin süper zalim gücü olan NEMRUT’u topal ve kör bir sivrisinekle geberten Allah, bugünkü nükleer başlıklı ölüm füzelerini ve son sistem silah teknolojilerini etkisiz bırakacak metalik virüslerin yapılacağını söylediği için Hoca’ya düşmanlık etmişlerdir. Ancak Erbakan’ın planları tıkır tıkır işlemektedir ve artık hedefine varmak üzeredir.

Tusaş (Türk Havacılık Ve Uzay Sanayi Ananom Şirketi) Genel Müdürü Muharrem Dörtkaşlı’nın çarpıcı açıklamaları:

  • Programa başlarken bir açıklamada bulunmayı gerekli görüyorum. 1984 yılında % 51 Tusaş % 49 TAI olarak (General Motors ve Lockheed Martin ile birlikte) F-16 üretmek için kurulan şirkettik. Fakat vizyon konusunda anlaşamayınca (biz tamamen yerli kendi uçağımızı üretmek istiyorduk) 2004 yılında başlayıp, 2005 yılında biten pazarlıklar sonucunda % 49 yabancı hisselerin tamamını yaklaşık 30 milyon dolara satın aldık. Şu an % 100 yerli olmak üzere, % 55 hissesi Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’na, % 45 hissesi ise savunma Sanayi Müsteşarlığına ait bulunmaktadır. Yurt içinde TUSAŞ ismiyle çalışmalarımızı sürdürüyoruz, yurt dışında ise TAİ marka olduğu için bu ismi kullanmaya devam ediyoruz.
  • Yiğit Bulut: Anka’ların Heron’lardan Farkı Nedir?
  • ANKA’lar da kamera ve sensör yerlidir, Aselsan yapımıdır. Gerçi Heron’larda da sözleşmemiz gereği biz bu yerli kamera ve sensörleri kullanıyoruz. Ürettiğimiz kameralarda gündüz ve gece görüşü çok daha iyidir.
  • ANKA’lar ABD’nin Pradatörlerine ve İsrail’in Heronlarına muadil hatta daha ileri seviyede üretilmiştir.
  • ANKA testleri 2012 in 4. ayında bitecektir. Bu tarihten sonra yurt dışından sipariş alınıp seri üretime geçilecektir.
  • Şu an ürettiğimiz ANKA-A dır. Bu ürünümüz Pradatör ve Heronlar’ın muadilidir. Fakat ANKA-B ve ANKA-C diye bir üst modellerimiz teknolojik ve pratik üstünlüğe sahiptir.
  • Ciromuz 1984 ten 2005 yılına kadar olan ilk 20 yıl 80 Milyon dolardı. 2010 yılında ise 600 Milyonu aşmıştır. 2000 kişilik çalışanı olan şirketi 2005 yılından sonra 4000 kişiye çıkardık. Bu çalışanların 1500 tanesi mühendistir. Ve yine 2004 yılında şirketimizin sermayesi 60 milyon dolardı. Şimdi ise 3 Milyar dolardır.
  • Yiğit Bulut: F-16 larla İlgili Son Durum Nedir?
  • En yeni nesil F-16 ları biz üretiyoruz. Bir müddet sonra ABD’de de satış için bizim üretim hattımızı kullanabilir. Kendi F-16 larımızı, Ürdün ve Pakistan savaş uçaklarını şu an modernize ediyoruz. Ayrıca şunu da belirteyim F-16 ları modernize etme konusunda dünyada alamayacağımız ihale yoktur.
  • Yiğit Bulut: F-16 larla İlgili Şifre ve Yazılım Konusu Nedir?
  • Türkiye eski kabuğunu kırmış ve engelleri aşmış bir ülkedir ve sadece F-16 ları değil, C-38 jet uçaklarını, C-130 ları ve Özel kuvvetler için helikopter modernizasyonlarını kısaca her bir platform için “BEYİN” diye bilinen tüm yazılımlar bizim tarafımızdan üretilmektedir.

Ayrıca TUSAŞ olarak % 49 hissemizi halka açmayı düşünüyoruz.[1]

İTÜ Rektörü Prof. Dr. Muhammed Şahin

Habertürk sansürsüz programında (14–11–2011) Yiğit bulut’un; ”Türkiye küresel teknolojiyi gerçekleştirecek vizyona sahip mi? Türkiye teknolojinin neresinde?” sorularını şöyle yanıtlamıştır:

  • İnsansız helikopter yaptık. Tamamen yerli ve dizayn ve motor üretimi dahil… 90 Kg ağırlığında, 2 saat havada kalabilen ve 3 Km yüksekte uçabilen bir araçtır.
  • Ayrıca 6 Km. yüksekte uçabilecek ve havada 8 saat kalabilecek tasarımımızda şu an hazırdır.
  • KKK. Lığı ve bir savunma şirketi tarafından ziyaret edildik ve 5 adet insansız helikopter siparişimizi aldık. Bu 5 adet helikopterin fiyatı 1.000.000 TL tutarındadır.
  • Bu tip üretimlerin tamamen askeri amaçla yapılmaktadır.
  • Ayrıca 2012 yılında atmayı planladığımız 50 Kg luk NANO HABERLEŞME uydumuz tamamlanmıştır.
  • TUMASON’a Dizel motor yaptık. Şu an traktörlerde kullanılmaya başlanmıştır.
  • Bu arada yerli Tank motoru da son aşamasındadır ve ihale açılmasını bekliyoruz. (TUMOSAN ile birlikte)
  • İTÜ’de bilişim alanında 60.000 metrekarelik bir ARGE MERKEZİ kurulacaktır. Kendi bünyesinde 50 arge elemanı çalıştıran (bu arge elemanlarının maaşlarını TÜBİTAK öder. Şirketler ödemez.) 10 büyük şirketlerin CEO larını İTÜ de toplantıya çağırdık 9 u katıldı ve Türkiye deki en büyük şirketlerin arge merkezleri çalışmalarını yapmak için İTÜ de maslak kampüsü içinde, Aralık veya Ocak ayında arge merkezi binasının temelini atmak üzere anlaştık. Birbirleriyle sürekli rekabet halinde olan ve birbirinin ayağına dolanan bu firmaları biz bir araya getirmeyi başardık. Siz birbirleriyle rekabet halinde olan bu şirketleri dünyanın başka ülkesinde bir araya getirmek imkânsızdır.
  • İTÜ nün TEKNOKENT binasının 25.000 metrekare alanı vardır. Buna ilave olarak 75.000 metrekarelik bir bina daha yapılmaktadır. Bittiğinde toplam olarak 140.000 metrekarelik arge binamız olacaktır. Maliyeti de 100 milyon dolardır. BUNA DEVLETİN HİÇBİR KATKISI OLMAMIŞTIR.
  • Tüm bu çalışmalar bittiğinde İTÜ de 2013 yılına kadar 10.000 bin arge personeli çalışacaktır.
  • İTÜ TEKNOKENT OLARAK, TÜM YATIRIM VE PROJELERİMİZİ KENDİMİZ FİNANSE EDİYORUZ.
  • Robot konusunda da çalışmalarımız vardır. Robotları dışarıdan alıyoruz, fakat yazılımlarını biz yapıyoruz. Bu robotlarda mekanikten daha zor olanı yazılımıdır. Onu da biz yapıyoruz.
  • Bu arada Haliç te kullanılmak üzere hidrojenle (suyla) çalışan tekne yaptık ve Başkanımız randevu verirse açılışını yapacağız.
  • Bir sıkıntımızı da burada dile getireyim. Arge çalışmalarını yapmak için ihaleye girmek zorunda bırakılmaktayız. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir şey yoktur. Bilimsel çalışmalarımızı, kanuni ve bürokratik engellere takılmakta ve maalesef ısrarlı müracaatlarımıza rağmen, yöneticiler hukuki kolaylıkları sağlayamamıştır. (Not: İTÜ Rektörü Prof. Dr. Muhammed Şahin 10. 11. 2011 tarihli Yeni şafak’ta, bu konularla ilgili geniş röportajı da yayınlanmıştır.)

Beyin avı başladı!

Bu arada, yerli uçak projesi için gurbetteki süper beyinlere “yuvaya dön” çağrısı yapılmıştı. Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TUSAŞ), yurt dışındaki seçkin Türk mühendislerinin, Türkiye’ye dönerek milli imkânlarla üretilecek savaş uçağı, helikopter ve uydu projelerinde görev almaları amacıyla, ‘Tersine Beyin Göçü Projesi’ni başlatmıştı.

100’ü Aşkın Mühendis Başvuru Yaptı

Özellikle havacılık sektörlerinde çalışmış veya çalışan kalifiye mühendislere web sitesi aracılığıyla çağrıda bulunan TUSAŞ’ a, 1 ay içinde başta ABD olmak üzere Almanya, İngiltere, Kanada ve Fransa’nın da aralarında bulunduğu çok sayıda ülkeden 100’ü aşkın mühendis başvuru yaptı. Bunların içinden uygun nitelikte olan 20 mühendis ile görüşmelere başlandı. Büyük bir atılım içinde olan Türk havacılık sanayi, 2023 yılına kadar yerli savaş uçağı, helikopter ve uydu gibi dev projeleri hayata geçirmek için çalışmalarını sürdürürken, TUSAŞ da bu projelerde ihtiyaç duyulan kalifiye Türk mühendislerini yurt dışından Türkiye’ye getirmek için girişimlerini yoğunlaştırdı.

Türk Malı Jet

TUSAŞ yetkilileri, milli imkânlarla geliştirilecek Jet Eğitim ve Jet Muharip Uçağı (TX/FX), Hafif Sınıf Özgün Helikopter ve Uydu Montaj, Test ve Entegrasyon Tesisi gibi Türkiye tarihinin gelmiş geçmiş en önemli projelerinin hayata geçirilmesi için çalışmalar yapıldığını anımsatarak, bu projelerde nitelikli ve deneyimli mühendislere ihtiyaç duyulduğunu vurguladı.[2]

Bu bilgileri, herkes inansın ve aklı yatsın diye değil, sadece hatırlarında kalsın diye yazdığımız da bilinmelidir.

Kamer suresinin:

41- Andolsun, Firavun âline (ve zalim yöneticilerine) de uyarılar gelmiştir.

42- (Ancak) Bizim ayetlerimizin tümünü yalanlayıvermiş (zulüm ve küfürde diretmiş)lerdi. Biz de onları Aziz ve muktedir alan (Allah)ın yakalayışıyla yakalayıp (düzenlerini devirdik).

43- (Şimdi, ey bu çağın gafil ve cahilleri!) Sizin kâfir (yöneticileriniz ve süper güç)leriniz onlardan daha mı hayırlıdır? Yoksa sizin kutsal kaynaklarda (kurtulacağınıza ve başıboş bırakılacağınıza dair) bir beraat mı var ki?

44- Veya: ‘Biz, ‘birbiriyle yardımlaşıp öcünü alan’ “Birleşik bir Cemiyetiz” mi diyorlar?

45- Yakında o “Birleşik Cemiyet” bozguna uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.

46- Daha doğrusu onlara va’dedilen (asıl azab) saati yaklaşmaktadır. O saat, ‘kurtuluşu mümkün olmayan çok korkunç bir bela’dır ve çok acıdır.[3]

Ayetleri ABD ve AB’yi kullanan Siyonist zalimlerin, acı sonlarını ve yakında yıkılacaklarını müjdelemektedir.

Mustafa Kemal’in Azmi ve Milli Haysiyeti:

Norveçlilerin şu deyimi enteresandır;

“Her sorunun mutlaka bir çözümü vardır. Hiçbir girişim başarılı olmazsa, sonunda Atatürk gibi davranılmalıdır!”

Bu tespitler; Mustafa Kemal’in yılmadan, yorulmadan nasıl sorunların üzerine gittiğini, en çaresiz sanılan durumlarda, nasıl en çılgın seçenekleri denediğini anlatır. Atatürk’ün öyle sanıldığı gibi zevku sefa için değil, hastalığına şifa için sıkça gittiği Yalova kaplıcalarındaki köşkle ilgili şöyle bir olay yaşanmıştır. Balkanlardan Suriye-Filistin coğrafyasına, Kuzey Afrika’dan doğu Anadolu’ya hayatının çoğu en zor savaş şartlarında geçtiği yetmiyormuş gibi, bir yandan da çevresini kuşatan mason ve sebataist dönmelerle mücadele ettiği için türlü hastalıklarla boğuşan Atatürk yine Yalova’ya uğradığı bir sırada, görevlilerin köşk’ün yanındaki çınar ağacını kesmeye hazırlandıklarını görünce, hayret ve hiddetle sorar:

Ne yapıyorsunuz?

-Paşam, bu ağacın dalları pencereleri kapatıyor ve kökleri köşk’ün temellerini zorluyor. Bu nedenle kesilmesi gerekiyor…

-Bu ağaç tahminen kaç yaşında

-Efendim 300 (üç yüz) yıllık olduğu söyleniyor.

-Peki köşk kaç yıllık?..

-Yahu siz, 30 yıllık bir bina için 300 yıllık bir çınarı nasıl kesersiniz?

-Başka çaremiz yok efendim. Ya çınarı, ya köşkü feda edeceğiz…

-Hayır, bir çaresi var… Çınar yerinde kalacak… Köşkü de 5 metre uzağa kaydıracağız!..

Bunu duyan görevliler şaşkın şaşkın Atatürk’ün yüzüne bakmaktadır. Ama O, evet kafasındaki planı uygulamış, köşkün temellerinin altına tüneller kazdırıp raylar döşemiş ve getirilen lokomotiflerle binayı 4.80 cm. kaydırıp çınarı kurtarmıştır. Bu dünya tarihinde belki de ilk defa yapılmıştır. Bundan on yıllar sonra buna benzer bir bina kaydırması Amerika’da yaşanmıştır.

Bunu niye mi anlattık?

Eğer Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ten sonra, devletin kurumlarını kanser hücreleri gibi tekrar kuşatan masonik ve sabataist şebekenin, kasıtlı ve planlı tahribatları sonucu önce dininden uzaklaştırılmış, bugün parçalanma aşamasına taşınmışsa, biz de ülkeyi ve devleti, kuruluş felsefesine ve milli hedeflerine uygun olarak asli temellerine yeniden kaydırırız!

1936’da bir İngiliz gazetecinin: “Cemiyeti Akvama (Birleşmiş Milletlere) üyelik için müracaat edecek misiniz?” sorusuna Atatürk:

“Şimdilik hayır. Çünkü biz böyle oluşumlara, “lütfen bizi de kabul edin dersek, kendilerini devletimizin üstünde görmüş duruma düşeriz ve bunu bağımsızlığımıza aykırı görmekteyiz. Ancak bizim şartlarımızı ve milli çıkarlarımızı peşinen kabul edip kendileri bize teklif getirirlerse, o zaman bunu değerlendiririz”

Yanıtını vermiş ve bunun üzerine Cemiyeti Akvam kendi tüzüğünü değiştirip T.C.’ye davet teklifi getirmiştir. Şimdi lütfen; hem ahlaki hem de iktisadi krizlerle boğuşan AB’ye kuyruk olmayı kurtuluş ümidi gören kerizlerle, Mustafa Kemal’in farkını siz takdir ediniz.

“Kur’an-ı Kerim’de sözlerinden dönen, adalet sahibi insanları öldüren, peygamberlerini bile öldüren kavim diye bahsedilenler, Beni İsrail’dir. Kendilerini Firavun’un zulmünden kurtaran Musa Aleyhisselama bile ihanet etmişlerdir. Müminlere karşı en katı düşmanın Yahudiler olduğu bildirilir. Bunlar, tarih boyunca başkalarına kurdukları tuzaklara hep kendileri tutulduğundan iki bin yıldır devletsiz dolaşmış bir kavimdir. İnsanlık yapıp kendilerini koruyan milletlere zarar vermeye kalkmışlar ve kendilerini koruyup kucak açan devletleri, onları kovmaya mecbur etmişlerdir.

Meşhur hikâyedir: Nehri geçmek üzere olan kaplumbağaya akrep rica etmiş ve karşıya geçirmesini istemiş. Kaplumbağa, akrebi sırtına almış karşıya geçirirken nehrin yarısında kaplumbağayı sokmaya kalkmış. Kaplumbağa, kendisine yardım ettiği halde neden sokmak istediğini sorunca akrep “bu benim huyum” demiş. Bunun üzerine kaplumbağa başını kabuğuna çekip suyun içine dalıvermiş ve akrebin boğulmasını izlemiş.

Ford fabrikasının kurucusu olan Henry Ford, Amerika’daki Yahudilerin özelde Amerika’ya, genelde dünyaya ne kadar zararlı olduklarını bir kitabında not etmiştir. Batı’da Yahudilerden zarar gören devletler hepsi elbirliğiyle belki de bunlardan kurtulmak ümidiyle Filistin’de bir devlet kuruvermişler ve gemilerle Filistin’e götürmüşler, ama bilmeden mason yöneticileri eliyle Siyonizm’e hizmet edip, dünyanın başına İsrail belasını getirmişlerdir. Hatta gitmek istemeyenlere de Hitler’le gözdağı verdirmişlerdir. Ama aynı zamanda Siyonist Yahudileri de tarihin en büyük felaketine sürüklemişlerdir.[4]

Evet, gazetelere yansıyan haberlere göre İran’a vurmaya hazırlanan İsrail savaş uçakları İtalya’daki bir NATO üssünde tatbikat yapmakta, uzun menzilli füzelerini denemektedir. Bu haberin gazetelere yansımasından bu yana haftalar geçmiş olmasına rağmen taraflardan bir yalanlama gelmemiştir. İşin vahametini göstermek bakımından sözünü ettiğim haberin detaylarında şunlar söylenmektedir:

“İsrail’in, menzili İran’a ulaşabilen ve nükleer başlık taşıyabilen bir Jericho füzesi denediği bildirilmektedir. İsrail savaş uçaklarının İtalya’daki bir NATO üssünde, kapsamlı ve uzun menzilli saldırı tatbikatları yaptığı kesinleşmiştir.” Bir İsrail gazetesine atıfta bulunulan haberde daha sonra şu hususlara yer verilmiştir:

“İsrail uçukları İtalya’ya ait Sardunya Adası’ndaki Decimomannu Üssü’ne inmiş, beş gün boyunca burada Alman, İtalyan ve Hollanda Hava kuvvetlerine  ait uçaklarla it dalaşı  tatbikatları gerçekleştirmiştir.” Bu arada NATO Genel Sekreteri’nin bu haberlerin ardından ‘NATO’nun İran’a müdahale niyeti yok’ şeklindeki açıklamasının bir anlamı olabilir miydi? Kaldı ki NATO’nun ABD’ye hayır demesi mümkün müydü?

Hatta belli merkezlerden servis edildiği açıkça görülen haberlerde İran’da var olduğu ileri sürülen nükleer tesislerinin yerlerini gösteren harita bile devreye sokuldu. Ne imiş?.. İran nükleer çalışmalarını 40 ayrı tesiste yürütüyormuş ve bu tesislerin yerleri tespit edilmiş. Üçlü çete İran’a saldırıya geçerse bu noktaları vuracakmış.

Bu noktada söylenecek çok söz olmakla birlikte eğer İsrail gazetesinde yer alan haberdeki gibi İsrail 1200 kilometre menzilli nükleer başlıklı füzelere sahip ise bilinmelidir ki hedef kesinlikle sadece İran olmayacaktır. Hangi ülkeyi kendisi için engel görürse oraya yönelmesi muhakkaktır. Bu bakımdan şimdilik hedef sadece İran görünüyor diye gelişmeleri sessizlikle karşılayan bölge ülkeleri bilmelidirler ki bir gün namlular kendilerine doğrultulacaktır. Bu arada özellikle NATO üyesi ülkelerin bu örgütü İsrail’in ve Siyonizm’in emrine tahsis etmeleri dünyayı saracak bir savaşa zemin hazırlayacaktır. Elbette mazlumlar bu zulme karşı sürekli sessiz kalmayacaktır.”

Zaman Gazetesinin Kürdistan aşkı

“Tam da Kürt çoğunluklu bölgenin, 174 sivil toplum örgütünün barış müzakerelerinin sürmesi ve eşzamanlı ateşkes çağrısı yaptığı günlerde… Tam da Van bağımsız milletvekili, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın avukatı Aysel Tuğluk’un “Kürtlerle Türklerin bütün badirelere rağmen herkesi şaşırtacak bir beraberlik sergileyeceğine ve geleceklerini birlikte kuracaklarına inanıyorum…” diye başlayan yazıyı yayımladığı günlerde (Radikal, 9 Ekim) Ne yazık ki ölümler devam ediyor. Tuğluk, söz konusu yazıda önerilerde bulunuyordu: 1) PKK’nın militanlarını sınır dışına çekmesi karşılığında Öcalan’ın (silahların susması için çalışmasını mümkün kılacak şekilde) ev hapsine alınması. 2) Kürt sorununa anayasal çözüm ve “toplumsal barış yasası” (siyasi af) karşılığında PKK’nın silahları bırakması. Eğer şiddete son vermek isteniyorsa Tuğluk’un önerileri ciddiye alınmalıdır. Önerilerin ciddiye alınması için de PKK şiddetinin durması şarttır.” (20–10-2011) diyen Fetullahçı zaman yazarı Şahin Alpay açıkça “Federatif Özerk Kürdistan’ı tanıyalım ve Apo’yu serbest bırakalım” çağrısı yapıyordu. Evet, masonik solcusundan, liberal sağcısına, ılımlı İslamcısından, radikal şeriatçısına bütün yandaş ve yalaka medya, Kürdistan’ın kurulmasına çanak tutuyordu.

Medyanın Masonlaşması!

“Türkiye’de basın üzerinden oynanan oyunun hemen hemen aynısının, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Fransa’da uygulandığını, 1942 yılında bir gazeteci tarafından yazılmış kitaptan okumasam ben de inanmazdım!

Pierre Lazareff, “Fransa’da Basın Rezaletleri yahut Fransa’yı Çökerten Dördüncü Kuvvet” adıyla 1945’de Şevket Rado tarafından Türkçeye de tercüme edilen ve Üniversite Kitabevi tarafından basılan eserinde sanki Türkiye basınının bugünkü durumunu anlatıyordu:

 “1918’e kadar Fransızlar cumhuriyete inanmaktaydı. 1918’den sonra onları cumhuriyetten usandırıp uzaklaştırmak ve yerine ilk dokunuşta dağılıverecek bir demokrasi hayaleti koymak oyunu başlatıldı. Dışarıdan düşmanların içeriden Masonların idare ettiği oyun ince ve şeytani idi; fakat tuzağa bütün para hırslıları, iktidar meraklıları, bütün fesatçılar, fırsatçılar ve alçaklar kapılmıştı.

“Cumhuriyet devam edeceğine Fransa batsın!” çığlıkları atılmaktaydı.

Siyonist güçlerin bu parolası, binlerce şuursuz, sorumsuz ve soysuz insana ’Fransa’nın yaşaması için cumhuriyet batsın’ ezberletilip tekrarlattırıldı ve halkın kafası karıştırıldı.

Bu suikastçıların kullandığı başlıca silah basındı. Oysa demokratik bir rejimde basın gizli güçlerin eline geçer ve yalan söylerse rejim laçkalaşıp yıkılacaktı. Paris’in günlük gazetelerinin dörtte üçü, satın alanlardan birinin tabiriyle “çok bayağı bir şekilde” satılmıştı; dörtte biri ise sayısı pek az bazı asil istisnalar dışında korkaklık, çıkarcılık ve ahmaklık yüzünden vazifesini yapmamış, toplumu uyarmamıştı.

Politikacılar da bu basına mahkûmlardı, çünkü onun sayesinde makamlarında kalacaklardı. İdare mekanizması gazetelerin lütuf veya intikamına bağlanmıştı, ordu bile gazetelerin eleştiri ve methiyelerinin esiri konumundaydı.”

Kanada’dan Doç. Dr. Melis Sezer ise özetle şöyle diyordu:

 “Akıl alır gibi değil! Atatürk’e diktatör diyenlerin dayanağı, ’İstiklal Mahkemeleri, idamlar, muhaliflerin susturulması’… Peki, özel yetkili mahkemeler eliyle, hüküm giymeden insanların 4 yıl içeride tutulmasına alkış tutanlar kim? İdam cezası kalkmamış olsa bu kişilerin yarısı idam talebiyle yargılanacaktı. ’Atatürk, muhaliflerini susturdu’ diyorlar, ama muhalif siyasetçi ve gazetecilere 2011’de yapılanları alkışlıyorlar! Atatürk’e diktatör diyenler Erdoğan’ı demokrasi havarisi gösteriyorlar!

ABD’nin Afganistan, Irak ve Libya’daki hukuk uygulamaları dururken İstiklâl Mahkemeleri’ni gündeme taşımaları, ABD’nin Guantanamo işkencelerini hiç tartışmamaları da; ABD’nin, Türkiye’deki İslâmcıların liderlerini şekillendirdiğinin göstergesi değil mi?”

Ve onların görevi, ABD ve AB’nin Afganistan, Irak ve Libya’da milyonlarca Müslüman’ı katlettiğine hiç değinmeden, bir taraftan Suriye ve İran aleyhinde haber üretmek, diğer taraftan, Atatürk’ü karalayarak onun şahsında Türkiye Cumhuriyeti’ni batırmak değil mi?

İstanbul basınının dörtte üçü ve birçok televizyon kanalı gibi bazı gazeteciler de çok bayağı bir şekilde satılmadı mı?[5] 

AKP, Erbakan’ın değil, Amerika’nın Devamıdır!

İşte Sn. Recep T. Erdoğan ve Abdullah Gül’ün Liderlik Sırları

“ABD Dışişleri Bakanlığı İnternet Sitesi’nde, “Bizim bursumuzla yetişen devlet ve hükümet başkanları” listesi vardı ve burada Abdullah Gül’ün de adı geçiyordu. Fakat ne zaman burs almış o belli değildi. Bizim bildiğimiz, Abdullah Gül’ün Exeter Üniversitesi için “Milli Kültür Vakfı bursu” almış olmasıydı. Hayat hikayesinde öyle yazıyordu.. Dolayısıyla bu bursun, aslında ABD Dışişleri Bakanlığı bursu olup olmadığı hususunda, bursu temin eden iki kişiden biri olan Nevzat Yalçıntaş’ın açıklama yapması gerektiğini belirtiyorduk.

Daha sonra beni arayıp söz konusu İnternet sayfasına ulaşamadıklarını bildirenler oldu. Gerçi ben sayfayı kaydetmiştim ama yeniden siteye girip bir bakayım dedim. Ne göreyim.. Listede değişiklik var.. Bu defa aynı sayfada Abdullah Gül’ün adını, “Uluslararası Ziyaretçi Liderlik Programı” çerçevesinde yayınlıyorlar ve karşısında da tarih belirtiyorlar. Tarih 1995.

Bu doğruysa, “Milli Kültür Vakfı bursu” diye verilen Exeter bursu ile Amerikan Dışişleri Bakanlığı bursu ayrı tutuluyordu. Gerçi, Milli Kültür Vakfı bursu diye verilen bursun kaynağının da açıklanması gerekiyordu, ama Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın, Abdullah Gül’ün adını, “Bizim bursumuzla yetişen devlet ve hükümet başkanları” listesinde gösterdikten sonra, konu ile ilgili olarak Türkiye’de yayın yapılınca, aynı kişinin 1995’te “Uluslararası Ziyaretçi Liderlik Programı”na katıldığını bildirmiş olması bize oldukça garip geliyordu!

Abdullah Gül, 1995’te liderlik kursundan geçiriliyor, 1996’da Devlet Bakanı ve hükümet sözcüsü yapılıyor, ardından Başbakan, Dışişleri Bakanı ve nihayet Cumhurbaşkanı oluyordu!?

Üstelik CIA’nın yan kuruluşlarından Rand Corporation’ın dergisinde, 1996 yılında “Tayyip Erdoğan Başbakan, Abdullah Gül de Dışişleri Bakanı olacak” diye bir yazı çıkıyordu! 

Yine 1996 yılında Graham Fuller, Topkapı’daki Yeni şafak gazetesine gidiyor, kendisiyle yapılan röportajdan sonra o zaman gazetenin üst katında bulunan Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı’nda Abdullah Gül ile görüşüyordu! DSP’nin çökertilmesi sırasında Abdullah Gül, ABD’de bulunuyordu. O sırada CFR’nin beyni Morton Abramowitz ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Mark Grossman ile buluşuyordu.

Tayyip Erdoğan da daha RP Beyoğlu İlçe Başkanı iken, Morton Abramowitz’le ilişki kuruyor ve CIA’nın önemli şeflerinden Graham Fuller ile temasa geçiyordu. Amerika’nın Adana Konsolosu Elizabeth Shelton, ABD’nin İstanbul Başkonsolosu Caroline Hagins, ABD Büyükelçilik Müsteşarı Silwer Lawrens ve CIA görevlisi Kenny Bob ile de görüşüyordu!

Erdoğan’ın AKP’yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001’de İsrail Büyükelçisi David Sultan ile görüştüğü de basına yansıyordu. Erdoğan’ın “Yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği” yolunda garanti verdiği de belirtiliyordu..

Abdullah Gül de bir taraftan İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan’ı makamında ziyaret ederek parti çalışmaları hakkında bilgi veriyordu!

CIA şefi Graham Fuller de tam o sıralarda “artık Kemalizm’in modasının geçtiğini ve Türkiye’nin “Ilımlı İslam”a öncülük etmesi gerektiğini” ileri sürüyordu! Fuller, “Fazilet Partisi’ndeki gençlerin baskın çıkacağı ve ‘Yenilikçi Hareket’in Ilımlı İslam’a liderlik yapacağı”nı söylüyordu!

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın şimdiye kadar bu konularda hiçbir açıklama yapmaması dikkat çekiyordu. Haklarında herhangi bir soruşturma da açılmıyordu. Oysa Türk halkı, bu konuları bilmek zorundadır.[6]



[1] Habertük /Sansürsüz Propramı – Yiğit Bulut / 14 -11- 2011

[2] Habertük / 18 -11 -2011

[3] Kamer suresi: 41-46

[4] Mahmut Toptaş

[5] Yeniçağ / 06 -11 -2011 / Satılan sadece gazeteler mi? – A. Bulut

[6] 18 11 2011/ Yeniçağ / Aslan Bulut

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Nejat HAKKUL

Nejat HAKKUL

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx