Ülkenin parçalanması ve bölünme pazarlıkları bile “Büyüme palavrası”yla sunuluyordu!
Siyonist İsrail’in “Arzı Mev’ud – Yahudilere vaat edilen kutsal topraklar” içinde saydığı Güneydoğumuzu aynen Kuzey Irak misali, birkaç merhale sonra ülkemizden koparmayı; “Barzani ve Suriye Kürt bölgelerinin de Türkiye’nin himayesine bırakılacağı ve sınırlarımızın Misakı Milli şartlarına uzanacağı” palavrasıyla yumuşatıp yutturulmaya çalışanlardan birisi olan Takvim gazetesi yazarı ve AKP yalakası Ergün Diler’e göre:
- İsrail, Ortadoğu’yu kontrol altında tutmak ve petrolden pay kapmak üzere, İngilizler tarafından kurdurulan kukla bir devlet olmaktaymış
- Ve zaten kullanma tarihi dolduğundan ömrünün sonuna yaklaşmaktaymış!?
- ABD ise, Irak ve Afganistan hezimetinden sonra, bölgede fiilen tutunamadığından, mecburen “Kuzey Irak’ı ve Suriye’nin bir kısmını kendi himayene alıp İsrail’in yerine bölge dengelerini yönet” diye Türkiye’ye yalvarmaktaymış!?[1]
- Yani Erbakan tarafından yıllarca savunulan ve zaten Kur’ani, tarihi ve fiili gerçeklere de uygun bulunan “Siyonizm’in dünya hâkimiyeti gayesi güttükleri ve gizli bir dünya devleti teşkil ettikleri… ABD ve AB’nin bütünüyle sömürü sermayesinin güdümüne girdikleri… Ve bu süper şeytani güçlerin, teknoloji harikaları sayesinde ve tarihi bir hesaplaşma neticesinde hezimete uğratılmadan, Adil bir Düzene asla izin vermeyecekleri gerçeği” komplo teorileri cinsinden gereksiz abartılarmış…
Hatta İsrail’in Güney Kıbrıs’ı, kendisine mecbur ve mahkum bırakıp tamamen avucuna almak ve Akdeniz’e hâkim olup Türkiye’yi kuşatmak üzere, küresel merkezler marifetiyle çıkardığı ekonomik krizleri bile, “Komünizmin yıkılması ve Sovyetlerin dağılması sürecinde Rusya Yahudilerinin kaçırıp Kıbrıs Rum bankalarına yatırdığı 200 milyar doları, Almanya Başbakanı Merkel üzerinden eritme operasyonu” gibi gösteren Ergün Diler’e göre, artık hem ABD hem de AB Recep T. Erdoğan iktidarına muhtaçmış!…
AKP, PKK’ya mı, yoksa TSK’ya mı silah bıraktırıyordu?
ABD Savunma Bakanlığı Savunma Politikaları Masası eski başkanı Yahudi Richard Perle, Irak işgalinin onuncu yıldönümünde verdiği bir mülakatında, “Saddam devrildikten sonra işgale girişmek ABD açısından hata olmuştur” diyordu. (National Public Radio, Morning Edition, 20 Mart 2013)
Diğer Yahudi Paul Wolfowitz (2001-2005 arasında Savunma Bakan Yardımcısı) “Irak işgalinin çok zorluklar yarattığını ve uzun sürdüğünü, Irak ve Afganistan’da direnişlerden dolayı yaşadıkları zorluklardan ders çıkarılması gerektiğini” söylüyordu. (Fox News, 9 Mart 2013)
İşte bu başarısızlıklar yüzünden, ABD ve Yahudi Lobileri artık işgal yerine yeni alternatifler arıyordu. Washington doğrudan müdahale yerine Türkiye gibi aracılar kullanmayı tercih ediyor ve bu aracılar üzerinden Suriye’deki gibi yerel muhalif gruplar destekleniyordu. Ve bu görev için, Türkiye’nin üzerindeki terör yükü hafifletiliyor, PKK geçici olarak sınır dışına çıkarılıyor, yeni görev alanı olan Kuzey Irak’a, Suriye ve İran’a gönderiliyordu. Böylece PKK, bir Siyonist-İsrail’in silahlı örgütü olarak bölgesel bir Kontra’ya dönüştürülmeye hazırlanıyordu.
CNN Türk 04.04.2013 Saat: 14.00 haberleri altyazısında “İsrailli yetkililerle Hamas yöneticilerinin 11 Mayıs (2013) Türkiye’de buluşup uzlaşma yolları arayacaklarını” duyuruyordu. Yani PKK’ya karşı TSK’ya silah susturan AKP iktidarı, Hamas’ı da İsrail’in güdümüne girmeye zorluyordu. İşte bunların barış dedikleri bu oluyordu ve bu hizmetinin karşılığı Sn. Recep T. Erdoğan 16 Mayıs (2013)te Beyaz Saray’a çağrılıyordu. Oysa Filistinli mazlum Müslümanlar, bize olan güvenlerini ve hasretini kız çocuklarına “Türkiye” ismi vererek gideriyordu. Siyonist İsrail’in şeytani hedefleri doğrultusunda Filistin halkının ve Hamas’ın güven duygularını istismar eden AKP aslında kendi akıbetini hazırlıyordu.
Önce, Apo’nun barış (!) çağrısı ve “yeniden şekillenen Ortadoğu’da birlikte çalışalım” mesajının, hemen ardından da İsrail’in “operasyonel yanlışlık oldu” pişmanlığının(!). Apo’nun açıklamalarını “hayırlı Perşembe” olarak takdim edebilen bir medyanın, İsrail’in kim bilir hangi hesaplarla ve manidar bir zamanlamayla ve dahi ABD’nin zorlamasıyla attığı adımın da Başbakanın dik duruşuna bağlaması artık anormal gözükmüyordu. Çünkü omurgasızlık Türk basınının süregelen karakteristiği ve “gerçek”le işi olmayan kitleler için de müthiş bir övünme vesilesi olmuştu. Yani “yaklaşmakta olan treni, tünelin ucundaki ışık zannetmeye” devam ediyorduk. Oysa yandaş medya, İsrail’in “özrü” üzerine neredeyse zil takıp oynarken, Netanyahu, “Özrün sebebi Suriye’deki durumun kritik hale gelmesidir” deyiveriyordu. Yani, İsrail ve ABD, bambaşka hesapların parçası olarak bir mizansen kurguluyor, Obama konteynerden telefon açıyor ve telefonu Netanyahu’ya verip “özür” diletiyordu! “Özür dilettik” başlıklarını, “nakış nakış işlenen diplomasi” çığırtkanlıklarını boşa çıkaran bu açıklama, aklı başında herkesi şaşırtıyordu.[2]
ABD Başkanı Obama’nın “İran’ın nükleer silah geliştirmesine bir yıl var bunun önüne geçebilmek her şeyi yapmaya hazırız” açıklamasını doğru yorumlamak gerekiyordu. Obama tüm dünyaya Nükleer silah bizden başka kimsede ve hele Müslümanların elinde bulunmamalı” mesajı veriyordu. “Bizden” kelimesi ile de özellikle “Batılıları ve Siyonistleri” kastettiğimizi söylemeye gerek yoktu. Başbakan Erdoğan, PKK’nın Türkiye topraklarını terk etmesini, “Süreç’in hem başlangıç adımı hem de en önemli aşaması” olarak değerlendiriyordu. ‘Geri çekilme’ aynı şekilde de ‘silah bırakmak’ ile eşanlamlı imiş gibi kabul görüyordu. Buradaki çarpıcı ‘nüans’, Tayyip Erdoğan’ın Türkiye dışına ‘silahsız’ olarak, yani silahlarını Türkiye’de bırakarak çıkacak olan PKK’lıların gittikleri yerde ellerine silah alıp almamasıyla fazla ilgilenmiyor izlenimini vermesi dikkat çekiyordu. Yeter ki Türkiye’de silahlı mücadele olmasın, gerisi Sn. Başbakanı ilgilendirmiyordu.
Sn. Erdoğan’a: ‘Terör örgütünün silahsızlanmasının Türkiye sınırları dışındaki aşamasının ne gibi bir takvimde, nasıl gerçekleşeceğinin’ sorulması üzerine verdiği yanıt her şeyi açıklıyordu: “Benim ülkemin dışında sorun o ülkenindir. Bu illa Irak’tır diye bir şey yok, belki Irak’a gitmeyecek, belki İran’a gidecek, belki Suriye’ye gidecek.” Yani Sn. Başbakan böylece PKK terörünü komşu ülkelere ihraç mı ediyordu?
Hangi Erdoğan doğru söylüyordu?
Söylediği tutarsız sözler yüzünden artık Başbakan’ın aldığı her tutumun, tartışmaya açtığı her konunun altında bir bit yeniği aranıyordu. Sn. Başbakanın hayati konularla ilgili söylediklerine bakın, ne kadar farklı vurguları, tavırları ve birbirini tutmaz yaklaşımları olduğunu görüp şaşıracaksınız. “Tek bayrak, tek millet, tek devlet vazgeçilmezimizdir, en büyük milliyetçi benim.” “BDP’liler terörden ve kandan beslenen bir odak”tan, “Türkiye için eyalet sistemi çok faydalı olur, yeni anayasa için C planımız BDP ile yapmaktır”a varan bu zikzaklı çıkışları Ona kim yaptırıyordu?
Artık herkes farkında ki Başbakan Erdoğan’da hepimizi şok edecek türden ani değişimler oluyordu. Benimsediği çizgi tam olarak hedefine varmadan birden farklı bir istikamete yöneliyordu. Aldığı tutumlarda kısa süre aralıklarla büyük zıtlıklar görülüyordu. Mesela BDP’liler ve Abdullah Öcalan’ı suçlama ve sistem dışına atma çabası çok belirgin ve keskin iken birden bunlar siyasi partner halini alıyordu. Bir zamanlar tek bayrak, tek devlet, tek millet en çok yaptığı vurguların başında geliyordu. Şimdi ise bayrağın ve ülkenin adı tartışılıyor, eyalet sistemi övülüyordu. Bu nedenle “Acaba ülke bölünüyor mu?” endişesi yaygınlaşıyordu, çünkü ne kadar ortak değer varsa hepsi tartışma konusu yapılıyordu.” tespitleri bir gerçeği yansıtıyordu.
PKK ile sözde çözüm süreci ilerlerken, Ergenekon ve Balyoz davalarındaki mağduriyetler hala sürüyordu. Silahı bırakan PKK’lılar topluma karışırken, İlker Başbuğ gibi komutanlar ve PKK ile boğuşan subaylar çaresiz Yargıtay kararını bekliyordu. Oysa 2009 manşetlerine bir göz atınız. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Harp Akademileri konuşmasında “Türkiye halkı” vurgusu yapıyor, “Terörist de insandır” diyor, “PKK’nın dağdan inmesini kolaylaştırmak için yasal değişiklik” öneriyordu. 1. Açılım diye tanımlayabileceğimiz o dönemde, Başbuğ’un varlığının çözüm için bir ‘şans’ olduğu yazılıyor, Genelkurmay Başkanı’nın yanında Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan ve dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner’in kelle fotoğrafları yan yana dizilip ‘İşte Kare As’ gibisinden manşetler atılıyordu. Her şey yolunda giderse, önümüzdeki kış aylarından itibaren silahını gömen ve silahlı mücadeleye veda eden PKK’lıların sessiz sedasız evlerine döndüğünü, haklarında dava yoksa artık şiddetten uzak yeni hayatlara başladığına tanık olacağız deniyordu. Belli ki sayıları hayli fazla olan KCK tutuklularının, önümüzdeki aylarda 5’er, 10’ar, gruplar halinde serbest kalacakları söyleniyordu. Ama “Kürtlerle bu dev barışma yaşanırken diğer mağduriyetler ne olacak?” diye sorulmasına bile tahammül edilmiyordu!
CIA-MAHAT (Cemaat)ın çifte standardı sırıtıyordu!
Mahat; Osmanlıca, uzun yolculuktaki dinlenme mekânlarına ve mola duraklarına deniyordu. CIA-MAHAT ise burada“CIA karakolu” anlamında kullanılıyordu. AKP iktidarının PKK ile başlattığı ve dış güçlerce ülkemizin parçalanmasının amaçlandığı sözde barış müzakerelerine KCK’lıların ve tüm PKK militanlarının salıverilmesine destek veren Cemaat’in; Ergenekon ve Balyoz bahanesiyle mağdur edilen komutanların bırakılmasına şiddetle karşı çıkmaları, bunların ayarını ve amacını ortaya koyuyordu. Hatta yıllarca dağlarda PKK ile savaşmış komutanların ve kurmay subayların çoğuna, Ergenekon savcılarının müebbet hapis istemesini değerlendiren ABD’nin Wall Street Journal Gazetesi, bunun “Fetullahçı Cemaatin yani “CIA-MAHAT”ın Erdoğan’ın iktidarına bir rest çekmesi olarak okunması gerektiğini” yazıyordu. Şemdin Sakık gibi bir kısmı PKK eşkıyası 31 gizli tanığın ifadeleriyle verilen bu ağır suçlama ve cezaların aslında ABD’nin TSK’yı yıpratma ve etkisiz bırakma operasyonlarının bir parçası olduğu sırıtıyordu. Cemaatin dili ve delili sayılan Önder Aytaç 17.03.2013 tarihli “Üstadı Azamlar: Çarpıştır, yücelt, kandır, yut” yazısında:
“Önce KCK’lılar hızla tahliye edilecek, ardından sıra elbette Ergenekonculara gelecektir. Çözüm adı verilen bu çözülme sürecinin rüşveti olarak ta, Erdoğan’a başkanlık verilecektir. Bu maksatla Sn. Başbakan önce Camia ile (Fetullah Hoca’yla) çarpıştırılmış ve Firavunlaştırılır gibi övülüp yüceltilmiştir. Dikkat edin önümüzdeki kısa süre içinde “Lider”le ilgili, bütün Türkiye’yi derinden etkileyecek bir sağlık sorunu oluşabilir”[3] diyerek, CIA adına Sn. Recep Erdoğan’a gözdağı veriyor; oysa AKP iktidarını da, Cemaati de aynı Siyonist Lobilerin bir dengeleme ve dizginleme aracı olarak kışkırttığını bilmiyordu.
Federasyon ve eyalet sistemi” Türkiye’nin bölünmesine kılıf yapılıyordu!
2012 yılının Kasım ayı sonunda İçişleri Bakanlığı üst düzey yöneticileri Almanya’ya bir çalışma ziyareti yapıyor ve dönüşte şöyle bir rapor hazırlıyordu:
“Almanya’daki federal sistem II. Dünya Savaşı’ndan sonra galip ülkeler tarafından şekillendirilmiştir. Federal sistemin kurulmasının temel sebebinin, Almanya’da ulusal birliğin yeniden kurulmasını önlemeye yönelik olduğu, bu sebeple egemenlik hakkının eyaletlere dağıtıldığı ve eyaletleri güçlü kılan bir federal sistemin kurulduğu, Alman yetkililer tarafından dile getirilmiştir. Bu düşünceler ziyaret boyunca birden fazla kişi tarafından ifade edilmiş ancak sunum sırasında en belirgin şekilde Berlin İçişleri Bakanlığı Uluslararası İlişkiler Genel Müdürü Mr. Claus Guggenberger tarafından özellikle dikkat çekilmiştir. Almanya’nın mevcut devlet sisteminde eyaletler ve bölgeler arasında mutlak eşitliği sağlamak oldukça güçleşmiştir. Bazı eyaletlerde ciddi düzeyde kaynak sıkıntısı ve borçlanma olduğu ifade edilmiştir… Ekonomik sebeplerden dolayı “bazı eyaletlerin birleştirilmesi” fikri ortaya çıkmış ise de bu durumun (belli odaklarca kışkırtılan) eyalet vatandaşları tarafından reddedildiği belirtilmiştir”.[4]
Evet, Osmanlı dönemi şartları ve eyalet yapılanmasıyla, bugün bize dayatılan “federal sistem” tamamen farklıydı ve Osmanlı Devlet mekanizmasında, merkezi idarenin disiplin ve dizginini koruyacak çok sağlam tedbirler alınmıştır. O günkü yapı, yeni ve uzak ülkeleri Osmanlı Birliğine ve devlet yönetimine katmayı, bugünkü hazırlıklar ise elde kalan son kalemiz Anadolu’yu parçalayıp Milli birliğimizi dağıtmayı amaçlamıştır. Bu arada Erbakan Hoca’nın hazırlattığı “Adil Düzen”deki “Bölge valilikleri” sistemiyle, bugün AKP eliyle yaptırılmaya çalışılan “Kürdistan’a özerklik ve federatif demokratiklik” oldukça farklı ve aykırı yaklaşımlardır.
Hatta koyu bir Erdoğan hayranı ve AKP reklamcısı Hasan Celal Güzel bile “Sn. Başbakan; Federatif sistem ülkeyi böler” diye kıvranıyordu:
“Erdoğan’ın 2023’te federasyon uygulanabileceğini söylemesine üzülüyorum. On bir senedir köşe yazısı yazıyorum. Türkiye’deki ırkçı-bölücü Kürtçülerin hedeflerinin şu olduğunu yüzlerce defadır hatırlatıyorum: ‘Önce basit sosyo-kültürel haklar’, sonra özerk yönetim, ‘sonra federasyon’, son olarak da ayrı bağımsız devlet’ Kuracaklar diye uyarıyorum. Ayrılıkçı ve ırkçı Kürtçüler adım adım hedeflerine yaklaşırken bizim bu gerçeği göremeyişimize kahroluyorum”[5] diyor ve şöyle devam ediyordu:
“Dünyada 200 civarındaki egemen devletin çok az bir kısmı federasyon sistemidir. SSCB ve Yugoslavya gibi federatif devletler yıkılıp gitmişlerdir. ABD’nin federatif bir devlet olarak değerlendirilmesinde, küçük birimlerin birleştirilmesini sağladığı görülecektir. Almanya, örneği de bazı farklarla böyledir. Bu örneklerde federasyon, bölücü değil birleştirici bir fonksiyon ifade etmiştir. Buna mukabil, çok sayıda devlet federatif sistem yüzünden bölünmüş ya da bölünmenin eşiğine gelmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’na gelince, Osmanlı Devleti esas itibariyle merkeziyetçi bir devlettir. Eyalet döneminde beylerbeyi, vilâyet döneminde vali, kesinlikle merkezden atanan yöneticilerdir. Kanunlar merkezde belirlenir, kadılar merkezden gönderilirdi. Merkezî idarenin güçlülüğü sayesinde Osmanlı 624 sene bölünmeden, yıkılmadan devam edebilmiştir. Kanunî dönemine kadar sadece Anadolu ve Rumeli Beylerbeylikleri bilinmektedir. Daha sonra Budin, Bosna, Karaman ve Diyarbakır eyaletleri teşkil edilmiştir. Tanzimat döneminde eyalet sistemi kaldırılarak yerine ‘vilâyet’ sistemi getirilmiştir. Osmanlı döneminde hiçbir zaman ‘Kürdistan’ ve ‘Lazistan’ eyaleti ya da vilâyeti olmadı. Sadece, 1920 Meclisi’nde yöreyi temsilen Lazistan mebusu vardı. Siz bana, Osmanlı gibi 23 milyon km²’lik toprağı verin, ben size eyaletler kurayım. Lâkin bölüne bölüne 800 bin km²’lik vatan parçasına sığınmış Türkiye’yi eyaletlere ayırıp bir de özerklik uygularsanız, birkaç sene içinde bölünüp parçalanmasına mâni olamazsınız.”
“Akıllı adamlar” mı, “kandırıkçı takımı” mı hazırlanıyordu?
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ: “Akil insanlar, süreci yönetmeyecek… Türkiye’nin yedi bölgesinde konferans, panel, seminer yapacaklar” diyor, yani 63 kişilik yandaş reklamcı takımının “ülkenin bölünmesi için, milletin kafasının ütülenmesi” görevini üstleneceğini açıklıyordu.
“Akil insan” falan denilince biz de sanmıştık ki; Türk’ün de, Kürt’ün de saygı duyduğu… Otorite karşısında eğilip bükülmeyen… Barışı isteyen ama hükümetin emrinde olmayan… “Toplumun vicdanı” konumunda olan… Gerektiğinde hükümete de “Yanlış yapıyorsun” diyebilecek cesarete sahip… Türde şahıslar arıyorlar.
Meğer “akil insan”dan kasıtları;
– Hükümetin “süreç” içinde yapıp ettiklerini halka anlatacak… (yani allayıp pullayıp yutturacak)
– Sorgulama falan yapmaya cüret etmeyecek… (yanlışlık ve haksızlıkları konuşamayacak)
– Homurdanmaların son bulmasını sağlayacak…
– Hükümetin ideolojik aygıtı gibi çalışacak…
– Süreci yönetmek gibi boyundan büyük işlere kalkışmayacak… Türde şahıslarmış…” yakınmalarıyla Ahmet Hakan bile şaşkınlığını ve hayal kırıklığını açığa vuruyor, biraz da “akil adam” sayılmadığına içerliyordu!
Bir ara yedek listeden “Akil adamlar”a katıldığı konuşulan Akit yazarı Hasan Karakaya’nın daha önceleri en ağır hakaret ve ithamlar yönelttikleri (örneğin “Kripto Ermeni dedikleri Ali Bayramoğlu, “Kilise hizmetçisi” dedikleri ve “din dersi çocukların kafasını karıştırıyor” sözleriyle bilinen Hilal Kaplan) gibileri ve PKK yanlısı diye küfrettikleri bu 63 kişilik heyetin ortak özellikleri: 1- AKP şakşakçılığı 2- Fırsat ve menfaat avcılığı oluyordu. Öyle ki İngilizler İstanbul’a girince bu işgalcilere direnilmesin ve aksi tavır gösterilmesin diye Sadrazam Damat Ferit Paşanın, halkı ikna etmek üzere görevlendirdiği “Heyet-i Nasiha- Nasihat Heyeti” ile başbakan Erdoğan’ın “Akil adamlar ekibi” ne kadar da birbirine benziyordu. Hatta Star yazarı Mustafa Karaalioğlu daha da ileri giderek ve dişlerini göstererek, Türkiye’nin Irak misali parçalanma sürecine ve PKK’ya özerklik kazandırma girişimine karşı çıkanlara: “Kabul edin artık. Yeni Türkiye’de yoksunuz, olmayacaksınız, olamayacaksınız!” tehditleri savuruyor, yani AKP yandaşı ve ABD uşağı olmayanların dışlanacağını ve onların Türkiye’sinde adam yerine konulmayacağını haykırıyordu.[6]
Akil adam listesi hazırlayan ve atayan AKP kurmaylarına, “konuyu kendilerine hiç danışmadıkları ve “akil” yerine konulmadıkları için oldukça kırılan ve “bunca yağcılık ve yalakalığın karşılığı bu muydu?” anlamında sitemde bulunan Adnan Oktar bile A9 kanalında bu 63 kişinin halkın % 99 tarafından onaylanmadığını ve itimat duyulmadığını söylüyordu.
Erbakan Hocanın AKP ile ilgili açık tespitlerini manşetten verdiği ve AKP iktidarını tenkit ettiği için Milli Gazete’yi “fesat çıkarmak ve karamsarlık aşılamakla” suçlayıp saldıran ve AKP’yi Erbakan’ın kurduğu Milli derin devletin yönlendirdiğini savunan ve bu arada Takvim yazarı Ergün Dileri Milli derin devletin sözcüsü olarak önemseyip kaynak olarak tanıtan malum yerel gazete bir kez daha çuvallıyordu. Çünkü derin kulak (!) Ergün Diler bu “akil adamlar” ekibiyle ilgili, “henüz Türkiye’de derin devlet oluşturulamadığını” söylüyordu:
“2006’dan sonra Ankara’da bir akıl meydana gelse de (henüz) DERİN DEVLET oluşturulamadı. İşte Ankara’da DERİN DEVLET olmadığı için 63 kişilik bu Akil İnsanlar Komisyonu ortaya atıldı. Eğer derin devletin adamları kullanılsaydı, yıllardır olduğu gibi yine DIŞARIYA hizmet edip süreç büyük zarara uğrayacaktı. Yeni masa bunu göze alamadığı için ün ve şöhret sahibi insanları bir araya topladı. Ankara bence bu 63 kişiyi bir araya getirip onlara bir misyon yüklemedi, zaten “Akil İnsanlar” seçilmez, önemi gereği ortaya çıkardı. Ama devlet bu 63 kişinin ismini zikrederek bambaşka bir mesaj verdi. Yeni DERİN DEVLETİMİZİ yakında kuruyoruz!” [7]
Bu arada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri federasyonunun bazı kaygılarına karşı gönderdiği mektuptaki:
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti, binlerce yıllık kadim Türk devlet geleneğinin mirasını devralmış, Cumhurbaşkanlığı forsunda ifadesini bulan Büyük Türk devletlerinin tarihî tecrübelerini bünyesinde mezcederek köklü bir medeniyetin üzerinde yükselmiştir. Yeni Anayasa çalışmalarının bu köklü miras çerçevesinde gelişeceği hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır.” Sözleri hayret uyandırıyordu. Cumhurbaşkanı’nın “Türk”e vurgu yapan ifadelerinin rastgele bir kalemden çıkmadığını, böylesine bağlayıcı mühim bir metni, Avrupa’ya yollamak üzere zarfa koymadan önce, defalarca okuduğunu, birçok kelime üzerinde dikkatle durduğunu bilmemiz gerekiyordu! Neler oluyordu, Sn. Cumhurbaşkanıyla Başbakan farklı ve aykırı kulvarlarda mı yürüyordu, yoksa danışıklı dövüş mü sergileniyordu?
Türkiye-İsrail ilişkileri yeni bir döneme girerken, muhtemel işbirlikleri kapıda bekliyordu!
Siyonistlerin hinlik süreci ve hıyanet serüveni, akıl ve vicdan sahiplerini ürkütüyordu.
İsrail-Türkiye ilişkilerinde başlatılan yeni sürece dair soru işaretleri giderek cevabını buluyordu. Türkiye’nin itirazlarına rağmen Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arayan İsrail çalışmalarına aralıksız devam ediyordu. Çalışmalar dâhilinde Akdeniz’den çıkartılan doğalgaz İsrail’in Aşdod limanına ulaştırılıyor, gözümüzün içine baka baka Akdeniz’den doğalgaz sevkiyatını başlatan İsrail, böylelikle enerjide dışa bağımlılıktan kurtuluyordu. Yeni hatla üretim maliyetlerini yüzde 50 düşüren İsrail, gazın arta kalanını Türkiye’ye satmak için piar faaliyetlerine bile çoktan başlamış bulunuyordu. Birçok medya organı adeta İsrail’in ‘gazına gelmiş’ konumda yayın yapıyordu. Türkiye’nin İran’dan doğalgaz almasını engelleyerek, ülkemizi İsrail’in gazına mahkûm etmek amacı güdülüyordu. Böylece İsrail’in özür şovunun arkasındaki diğer bir şeytanlık ta ortaya çıkıyordu. Kıbrıs civarındaki Tamar kuyusundan çıkardığı doğalgazı Aşdod limanına ulaştıran İsrail’in enerjideki dışa bağımlılığı sona ererken, şimdi gazın ihracatı konuşuluyordu. İsrail Türkiye’den özür dilemeden önce Yedioth Ahronot gazetesi İsrail’in 2 milyar dolarlık doğalgaz boru hattı projesiyle ilgili Ankara ile temasa geçtiğini yazıyor, “İsrail’in, Akdeniz’den çıkardığı gazı Avrupa‘ya satmak için Akdeniz’den Türkiye’ye döşenecek bir boru hattı projesini Türkiye Enerji Bakanlığı’na sunduğunu” belirtiyordu. Gazete bu iddiayı ortaya attığı sırada aylar sonra özür dileyen İsrail, birden Akdeniz’den doğalgaz sevkiyatına başlıyordu.
Yanı başındaki doğalgazı bulup çıkarmaktan aciz olan AKP Türkiyesi ise, İsrail’le başlatılan yeni dönemde, ‘açık pazar’ olmaktan kurtulamıyordu. Akdeniz’de var olan rezervleri kullanarak kendi vatandaşlarının doğalgaz ve petrolü daha ucuza kullanması için olanak sağlamaya gayret ve cesareti yetmeyen Hükümet, Obama’nın yeni dönem için sarf ettiği, “İsrail ile Türkiye daha derin işbirliğine girecek” açıklamasını hayata geçiriyordu. Amaç Türkiye’nin komşularından, özellikle İran’dan aldığı doğalgazı kesmek olduğu sırıtıyordu. Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız 1996 yılında ABD’nin karşı çıkmasına rağmen İran’la petrol ve doğalgaz anlaşması imzalıyor, daha sonra bu anlaşma türlü ayak oyunlarıyla akamete uğratılıyordu.
Albayrak’tan Mavi Marmara için şok itiraf geliyordu
Mavi Marmara kafilesinde bulunan oyuncu Sinan Albayrak yıllar sonra bir itirafta bulunuyordu. İsrail’in Mavi Marmara saldırısı nedeniyle özür dilemesini değerlendiren Sinan Albayrak, “keşke baştan mani olunsaydı, biz kaşındık, kendimiz gittik” diyerek, ucuz kahramanlık yaptıklarını, AKP hükümetinin de ferasetli bir tavırla buna engel olmadıklarını söylüyor ve bir nevi “İsrail’in başını belaya soktukları için üzüntülerini” beyan ediyordu. Mavi Marmara gemisiyle birlikte Gazze’ye giden ekipte olan oyuncu ve AKP yandaşı Sinan Albayrak, Mavi Marmara’nın gitmesine baştan engel olunması gerektiğini söyleyerek “Burada devlet şunu yapabilseydi, keşke buna başında mani engel olabilseydi diye düşünüyorum” itirafında bulunuyordu
Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül APO’nun serbest bırakılmasına yeşil ışık yakıyordu!
İsveç Parlamentosu’nda konuşan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, PKK lideri Öcalan’ın serbest bırakılma ihtimaliyle ilgili bir soruya, “Öcalan cezasını çekmeye devam edecek ama diğer taraftan önemli bir sürecin içindeyiz. Şu anda daha erken” şeklinde cevap vererek, bir nevi soruyu dolaylı tasdik ediyordu.
Eşkıyabaşı Abdullah Öcalan ise: “Fetullah Gülen’le aynı yaklaşım içindeyiz, beraber çalışabiliriz” mesajı veriyordu.
Abdullah Öcalan’la İmralı’da görüşen heyetin içinde yer alan BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, İmralı ziyaretlerine ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulunuyordu. Hürriyet gazetesinin yazı işleri toplantısının sabahki bölümüne katılan Sırrı Süreyya Önder, İmralı’da gerçekleşen ziyaretle ilgili: “Sayın Öcalan, Fetullah Gülen’in ‘Sulhta hayır vardır’ yaklaşımı benim de yaklaşımımdır. ‘Bütün Ortadoğu’daki demokratik bir siyaset ve barış için birlikte çalışabiliriz, Muhterem Fethullah Gülen’e selamlarımı söyleyin. Onu en iyi anlayan benim” dediğini aktarıyordu. Oysa Milliyet gazetesinde “İmralı tutanakları” adıyla yayınlanan haberde Abdullah Öcalan’ın şu sözleri de kamuoyuna yansımıştı: “Cemaatin merkezi ABD’dir. Benim buraya alınmamla birlikte Fethullah da ABD’ye alındı. Fethullah Gülen, Nur hareketine sızdı. Fethullah Gülen ABD’de yaşıyor. 120 devlette okul açmış, para nereden? Florida kontrgerillanın eski merkezidir.” Sözleri üzerinde nedense hiç durulmuyordu!
CHP’lilerin Fetullah aşkı nereden kaynaklanıyordu?
CHP Genel Başkan yardımcıları, Fetullah’a yakınlığıyla bilinen kuruluşların toplantısına katılmak için Amerika’da bulunurken, Baykal da Fas’ta Fetullah’ın okulunu ziyaret ediyordu. Baykal’ın ziyareti, Gülen’in Twitter hesabı üzerinden paylaşılıyordu. Avrupa Konseyi Karma Parlamento Meclis toplantısı için Fas’a giden Baykal, Kazablanka Muhammed el Fatih Eğitim Kurumları’na gidiyordu. Ziyaret sırasında Baykal’a Türkiye’nin Fas Büyükelçisi Uğur Arıner eşlik ediyordu.
Siyonist Yahudi Barkey’in: “Asker olmasaydı PKK ile barış açılımı 2007’de başlatılacaktı!” sözleri ne anlama geliyordu?
ABD Dışişleri Bakanlığı eski politika planlayıcısı ve “Kürdistan”ın en ateşli savunucularından olan Yahudi Henri Barkey Hürriyet gazetesindeki röportajda çok çarpıcı bilgiler veriyordu:
‘Büyükanıt durdurdu’
Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanı olduğu dönemde İstanbul’da Neçirvan Barzani ile görüşmeyi planladığını söyleyen Barkey bu girişimi Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın engellediğini söylüyordu. Barkey şöyle konuşuyordu: “Yaşar Büyükanıt o zaman Genelkurmay Başkanı olarak Washington’a gelmişti, gazetecilere bağırdı, ‘Eli kanlı insanlarla görüşmeyiz’ diyerek kesip attı ve geziyi durdurdu. Ama artık bu gün böylesine engelleyici bir faktör kalmadı”
‘Hedef Kuzey Irak’tı’
ABD’nin Abdullah Öcalan’ı 1999’da asılmaması şartıyla verdiğini söyleyen Barkey, 1999’da açılıma yönelik daha fazla adım atılamama nedenini “Sonra bizde seçim oldu. Cumhuriyetçiler geldi. 11 Eylül oldu. Irak Savaşı oldu. Amerika o dönem çözümü teşvik edecek politikasını takip ettiremedi. Ama Al Gore seçilseydi de Türkiye 2007’ye kadar buna hazır değildi” sözleriyle açıklıyordu. Tanış’ın”Türkiye’nin hazır olmama nedeni Cumhurbaşkanlığı seçimi miydi?” sorusunaysa Barkey “Askerlerin yenilgisi” yanıtını veriyordu. Barkey “Hükümetin Kuzey Irak’a açılım yapmak istediğini ama onu askerlerin önlediğini biliyoruz” diyordu.
‘Silahları ABD’ye verirler’
Barkey ayrıca, ABD’nin açılıma ‘açıkça’ dâhil olmak istediğini ve ‘iş silahsızlanma aşamasına gelince’ “PKK’nın silahlarını ABD’ye vermeye çalışacaklarını” belirtiyordu. Barkey: “İş silahsızlanma aşamasına gelince, artık 3-4 yıl mı sürer bilmem, PKK’lılar silahlarını ne Türkiye’ye ne peşmergeye verecek. Sembolik olarak Amerikalılara vermeye çalışacak. Savaştığın kimseye değil, silahını dünyanın süper gücüne veriyorsun. İzzetinefis meselesi. AB kükrese bile ciddiye alınmıyor. Ayrıca unutmamak lazım. PKK şimdiye kadar hiçbir Amerikalıya zarar vermedi. Hep Amerika’ya bir mesaj vermeye çalıştı” diyerek PKK’yı Amerika’nın kullandığını itiraf ediyordu. Böylece Fetullahçıların neden TSK mensuplarının ve Ergenekon sanıklarının da serbest bırakılması endişesiyle AKP iktidarına sataştıkları da ortaya çıkıyordu.
Oysa Apo, daha önce Yunanlılara “Siz önden biz arkadan saldırıp Türkiye’yi ortadan kaldırabiliriz” diyordu.
Abdullah Öcalan vaktiyle bir Yunan gazeteciyle yaptığı konuşmasında Yunanlılara; “Türkiye’de yapılacak bir savaş sırasında kesinlikle zafer kazanacaklarına” dair teminat ve taktik veriyordu. Buna dayanak olarak ta onların Türkiye ile olan bütün ihtilaflarında haklı olduklarını öne sürüyor, Kıbrıs Barış Harekâtında Adalar, Ege, kayalıklar konusunda haklı olan tarafın Yunanistan olduğunu söylüyordu. Aynı Apo şimdi “barış meleği” muamelesi görüyordu.
Suriye Kürtleri ÖSO’ya katılıyordu!
Mart 2011’de barışçıl gösterilerle başlayan ancak kısa sürede kanlı ve şiddetli bir iç savaşa dönüşen Suriye’deki isyan sürecinde, özellikle ülkenin kuzeyinde dengeleri değiştirecek bir ‘gelişme’ yaşandığına dair iddialar giderek güçleniyordu. İsyanın başından itibaren rejim ya da silahlı muhalefete eşit mesafede durmaya çalışan ve pek çok kent ve kasabada tek kurşun atmadan yönetimi ele geçiren PKK temsilcisi PYD’li Kürt grupların, savaşın bir ‘pat’ noktasında kilitlendiği Halep’te, Esed güçlerine karşı Özgür Suriye Ordusu ile birlikte hareket etmeye başladığı belirtiliyordu. Halep’te Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Şeyh Maksud mahallesinde, rejime bağlı güçlerle silahlı muhalifler arasında yaşanan çatışmalar sürerken, Kürt siyasetinin önemli gücünü oluşturan PYD’ye bağlı silahlı grup YPG’nin de ÖSO ile birlikte davrandığı haber veriliyordu.
Adnan Oktar: “İsrail Türkiye’nin doğal müttefikidir” şeklinde zırvalıyordu!
İsrail’in Jerusalem Post (JP) gazetesinde çıkan Aylin Kocaman’ın “Türkiye İsrail’in özrünü nasıl görüyor?” makalesi Taha Kıvanç’ın (Fehmi Koru) bile ağzını açıkta bırakıyordu.
Peki, kimmiş bu İsrail yandaşı Aylin Kocaman?
Aylin Kocaman A9 kanalında Adnan Oktar’a soru soran grup içerisinde yer alan ve Onun yakın çevresinde bulunanlardanmış!.. ‘Adnan Hoca’ çevresinin İsrail’le ilgilendiğini bilirdim, ama çevresinde yer alan birinin “Türkiye ile İsrail birlikteliği dünyayı değiştirir” görüşünde olabileceğini aklımın ucundan geçirmemiştim. İsrail ile ve İsrail’in resmi ideolojisi ‘Siyonizm’ ile ciddi sorunları olduğunu sanıyordum o grubun… Meğer yanılıyormuşum. Hiç değilse şimdilerde çok farklı bir noktaya gelmişler. Bunu da JP arşivinde dolaşırken fark ettim. Geçtiğimiz haftalarda Adnan Hoca grubundan önemli bir isim İsrail’deymiş… İsrail’in önde gelen partilerinin liderleriyle ve İsrail medyasıyla görüşmüş temsilci. JP’yi de ziyaret etmiş… Orada karşılaştığı gazetecilere, grup adına, önemli şeyler söylemiş… “Adnan Oktar Siyonizm’in İsraillilerin atalarının da yaşadığı ve ibadet ettiği kutsal topraklarda yaşama hakkı olduğu kanaatinde; bunun Kur’an’ın görüşü olduğuna da inanıyor” demiş sözgelimi… Türkiye’nin İsrail’in ‘doğal müttefiki’ olduğunu bildirdikten sonra “Allah Yahudilere İsrail’i bir hak olarak verdi, bunu kimse onların elinden alamaz” görüşünü paylaşmış…Haberi JP’de yazan muhabirin, dinlediklerinden olağanüstü mutluluk duyduğu her satırından anlaşılıyordu.
İsrail’e kadar gidip siyasiler ve gazetecilerle görüşen grup temsilcisinin kimliğini de merak etmişsinizdir. Söyleyeyim: Dr. Oktar Babuna… Ağır hastalığı sırasında açılan kan verme kampanyasına katılmıştım; sonrasında sağlığının nasıl olduğunu çok merak ediyordum. Demek ki iyileşmiş… Oktar Babuna, İsrail’de, kendisinin (Fetullah Gülen gibi) ‘dinlerarası diyalog’ yanlısı olduğunu, sorunlarla cebelleşen bölgede dinadamlarının çözüme katkıda bulunacağına inandığını söyleyen Knesset üyesi Dov Lipman ile de görüşmüş… Lipman’ın görüşme sonrası JP’ye söylediklerini de aktarayım: “Adnan Oktar’ın benimle temas kurmasına sevindim. Türkiye ile uzun erimli iyi ilişkiler için hükümetlerimizle eşgüdüm içerisinde çaba göstermeyi umuyorum.” Yakında davetle İstanbul’a gelecekmiş… JP Adnan Oktar’ın Harun Yahya adıyla kitaplar yazdığından da haberdar…”[8]
Bugün Türkiye’nin siyasi coğrafyasının eyalet sistemi adı altında bölünmesinin önünü açacak girişimlerine nice kerametler uydurulan Sn. Tayyip Erdoğan ve AKP sözcüleri eskiden, “Lazistan ve Kürdistan vardı” diyerek federalizmi savunuyor ve tabi gerçekleri saptırıyordu. Çünkü “Tarihte Lazistan ve Kürdistan” hiçbir zaman eyalet şeklinde oluşmamıştı, ama Germiyanoğulları, Saruhanoğulları, Canikoğulları, Karamanoğulları vb. vardı. O halde buraları da yeni eyaletlere ayırmamız mı gerekiyordu?
Evet Beyler, Rahmetli Erbakan’ın son dönemlerinde ısrarla vurguladığı gibi “Toprak ayaklarımızın altından kayıyordu!” ve yeniden milli bir şahlanışla, Siyonizm’in ve emperyalizmin boynu kırılmadan ve bunun için işbirlikçi kafalardan kurtulmadan bize huzur ortamı görünmüyordu!
03.04.203, Takvim, Büyük Fotoğraf
Milli Gazete, Burak Kıllıoğlu
aytaç@haberx.com
Bak: 02.04.2013, Hürriyet, Taha Akyol
02.04.1013, Hasan Celal Güzel, Sabah
Bak: 04.04.2013, Star
04.04.2013, Takvim, Derin Devlet
01.04.2013, Taha Kıvanç, Star


CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Şahidiz Hocam. Şahidiz Hocam. Şahidiz Hocam.
Öncelikle kıymetli yazara inancının gereği olarak bu makaleyi kaleme alan Yakup Bey'e böylesi hakikatleri yazıp…
ALLAHIN İZNİ VE İNAYETİTLE İNŞALLAH, DECCAL NETANYAHUYU GEBERTECEK, İSRAİLİ YERLEBİR EDİP HARİTADAN SİLECEK, SİYONİZMİN TÜM…
Rabbimizin Verdiğin Nimetlere ve Va'ad Ettiklerine Hamd Olsun.. Yıllarca Erbakan Hocamızın dizinin dibinde olan yüzlerce…
Bizce Ahmet Akgül demek; Hayırla anılabilecek en güzel sözlerden biri demektir! Bizce Ahmet Akgül demek; Allah'a…
Öyle sevindir ki, ruhlar şevklensin Mücahit müstakim, kullar zevklensin Adil Düzen ile, dünya renklensin Şükredip…
Yazılan isimlerin hepsinin yamukluklarını en başından beri söyleyen kim var ?? Bunların tahribatları hakkında milletimizi,…
Hakk; değişmeyen, dönüşmeyen, özelliğini ve güzelliğini yitirmeyen doğrular ve değerler anlamını taşır. Bunlar, her zaman…
Terörsüz Türkiye projelerinin de, Bop Eşbaşkanlığı görevini alması ve , Netanyahu'nun dostu ve en büyük…
Cıfıtları Tanımanın ve Zehirli Fikirlerinden Kurtulmanın Tek Yolu; Üstad Ahmet Akgül Hocamızı Tanımak ve Dinlemekti!…