12 Eylül 2015 Cumartesi yapılan NATO Askeri Komite Genelkurmay Başkanları Konferansında tarihi saptamalar yapılmış, talihli mesajlar aktarılmıştı.
Genelkurmay Başkanımızın, bu toplantının açılış konuşmasındaki, kararlı, vakarlı ve akıllı yaklaşımları, muhataplarında haklı bir saygınlık ve ağırlık kazandırmıştı. Bütün dünyaya, özellikle ülkemiz üzerinde hesap yapanlara çok net mert ve tatlı sert mesajlar aktarılmış, psikolojik ve stratejik devlet tavrı takınılmıştı. Son yıllarda Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından organize edilmiş en kapsamlı uluslararası askeri toplantılardan biri olan NATO Askeri Komite Genelkurmay Başkanları Konferansı, Conrad otelinde NATO Askeri Komite Başkanı Orgeneral Petr Pavel ve 28 üye ülkenin Genelkurmay Başkanları ve Askeri uzmanlarının katılımıyla yapılmıştı. Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Hulusi Akar, katılımcıları selamlayarak başladığı açılış konuşmasında, bu konferans vesilesi ile “doğru zamanda doğru ortamda bir araya geldiklerini” hatırlatmıştı. Türkiye’nin, şu anda NATO’yu etkileyen üç büyük krize komşu olan tek NATO üyesi olduğunu belirten Akar, şunları aktarmıştı: “Bu krizlerden kastım, Suriye, Irak, Ukrayna krizleridir.” NATO’nun güney ve doğu kanatlarında ortaya çıkan bu tehditler sizin de bildiğiniz gibi sadece bölgeyi değil aynı zamanda küresel güvenlik ortamını da etkilemektedir. Bu sebepten dolayı, NATO’nun ittifakıngüvenlik ve emniyetini bu ortam içerisinde nasıl güvence altına alacağını tartışmanın da tam vaktidir.”
Bu sözler, NATO Askeri Komuta Başkanının ve bütün NATO üyesi Genel Kurmay Başkanlarının yüzlerine karşı söylenmiş çok açık ve net uyarılardı. Diplomatik bir nezaketle, ama stratejik bir cesaret ve ferasetle:“NATO üyesi olan Türkiye’nin etrafında ve NATO üyesi (ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi) ülkelerin kışkırtmasıyla Irak, Suriye ve Ukrayna’da derin krizler çıkartıldığını, Türkiye’nin bir nevi kuşatılıp kıskaca alınmaya çalışıldığını, İran’da çok yönlü olumlu ilişkiler artırılırken Türkiye’nin bu kasıtlı ve sarsıcı iç ve dış sorunlarla başbaşa bırakıldığını ve bu tavrın NATO ittifakı amacıyla asla bağdaşmadığını ve gerekirse Türkiye’nin kendisini her bakımdan savunma, bağımsızlık ve bekasını koruma tedbirlerini aldığını ve alacağını”böylece vurgulamış olan Org. Hulusi Akar’ın bu tatlı-sert çıkışlarının mana ve mesajını en iyi (ABD ve İngiliz GKB. gibi) malum kökenli muhatapları anlamıştı.
Suriye’deki çatışmaların, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana dünya üzerinde yaşanmış en büyük insani felaket olarak tanımlanabileceğini dile getiren Akar şunları açıklamıştı.“2011’den bu yana ikili ve çok taraflı tartışmalar, olarak dostlar ve ittifak içerisinde görüşülmekte ve tartışılmaktadır. Ama bütün bunlara rağmen, henüz bu ana kadar önleyici tedbirler uygun şekilde alınamamıştır. Ne yazık ki Suriye artık büyük bir karmaşa içine ve çıkmaza sürüklenmiş durumdadır. Bu durum, bütün dünyayı etkileyecek neticelerle bir Suriye krizine dönüşmüş bulunmaktadır. Aynı zamanda görüyoruz ki yabancı terörist savaşçılarda alarm düzeyinde hepimize bir tehdit teşkil eder hale gelmiş ve gittikçe artan bir ciddiyet kazanmıştır. Özellikle DAEŞ, şimdiye kadar görülmüş en barbar terörist grup olarak hem bölgeye hem de küresel istikrara doğrudan bir tehdit oluşturmaktadır. DAEŞ’in faaliyetleri, Türkiye sınırında yoğunlaşmıştır ve ciddi olarak NATO’nun güvenliğini de tehdit eden boyutlara ulaşmıştır.” Bu ifadeler, Irak ve Suriye’de yaşanan ve birinci derecede Türkiye’nin başını ağrıtan siyasi ve askeri krizler, sosyal ve ekonomik felaketler karşısında NATO üyesi BATI’lı ülkelerin duyarsızlık ve tutarsızlıklarını yüzlerine vurulmasıydı. Bu güne kadar NATO kapsamında bölge ve dünya barışı için çok büyük fedakârlıklara katlanan Türkiye’nin şimdi yalnız ve yardımsız bırakıldığını ve özellikle Suriyeli mülteciler konusunda NATO ülkelerinin ve AB ülkelerinin kılını kıpırdatmadığının ve bu talihsiz tavrı hangi sonuçlara yol açacağının haykırılmasıydı. Bu çerçevede ulusal çabalarımızın ötesinde Türkiye uluslararası koalisyonla beraber DAEŞ’e karşı mücadelesini sürdürmekte kararlıdır. Türkiye’nin bu çerçevede, 2 milyon Suriyeli ve Iraklıya ev sahipliği yaptığı ve temel ihtiyaçlarının karşılanması için şuana kadar 6 milyar dolar harcadığını hatırlatan Orgeneral Akar, şu ifadeleri kullanmıştı: “Bu çerçevede Türkiye PKK terör örgütü ile olan mücadelesini de sürdürmektedir. PKK terör örgütü bölgesel güvenliğe de bir tehdit teşkil etmektedir. Suriye ve Irak’taki durumdan faydalanan PKK, şimdi uluslararası camianın gözünde meşruiyet kazanma gayretindedir. Ama bu esnada, yaşlı, kadın, erkek ve çocukları öldürmeye acımasız saldırılar düzenlemeye, masum insanların hayatını almaya devam etmektedir. Suriye ve Irak’taki kriz, komşu ülkeler için ve de koalisyonun aktif olarak mücadele üreten üyeleri için daha kapsamlı ve karmaşık bir sorun haline dönüşmeye doğru gitmektedir. Eğer bizler şuanda bu tehditlere bir cevap vermeyecek olursak, kendimizi çok ciddi problemlerle karşı karşıya bulabiliriz. Daha fazla göç ve daha fazla mülteci, daha fazla terör saldırısı daha fazla çatışmayla karşı karşıya kalabiliriz ve kendimizi ülkemizin refah ve huzurunu bozan bir sürü istikrarsızlık içinde bulabiliriz.” Bu doğru tespitler ve dolaylı tehditler PKK’ya meşruiyet ve fedaratif devlet kazandırma çabasındaki NATO müttefiklerimizin yanlış hesaplarının Irak ve Suriye’de kaos ve kriz çıkartanların aslında Türkiye’yi istikrarsızlaştırma çabalarının, ama bu fitne ve felaketlerin sonunda kendi kapılarını çalacağının çok emin metin ama nazik bir şekilde muhataplarına hatırlatılmasıydı. Bu yüksek akıl ve yaklaşım ufuk açıcıydı; Dostlara umut düşmanlara kuşku aşılayıcıydı. Yurdumuzun huzurumuzun, namus ve onurumuzun sigortası olan TSK’ya ve komutanlarımıza da elbette bu yakışırdı. Yunus Emre’nin “söz ola kese savaşı, söz vardır kestirir başı” dizelerindeki alttan akıcı ve ağırlıklı; barışa çağırıcı ama gerekirse baltalarımızın da hazır olduğunu hatırlatıcı bu tavır lazımdı ve sahip çıkılmalıydı. Elbette bu tavrın arkasında Hakk’a, halkına, haklılığına ve her türlü hazırlığına güvenen yüksek bir ruh hali yatmaktaydı.
Çünkü tam bu sırada ABD’de “resmi ağız”lardaki bakla çıkarılmıştı!
ABD Savunma İstihbarat Ajansı Koordinatörü Korgeneral Vincent R. Stewart: “Irak ve Suriye, savaş ve mezhepsel çatışmalar nedeniyle kalıcı olarak parçalanacak” diyerek ABD’nin derin devletinin (Yahudi lobilerinin) niyetini açığa vurmuşlardı. Stewart, sanayi temsilcilerinin katıldığı konferansta yaptığı konuşmada, Irak ve Suriye topraklarının büyük kısmının DAEŞ tarafından ele geçirildiğini ve bu ülkelerin tekrar bir araya gelmesinin zor göründüğünü vurgulamıştı. Irak’la ilgili, bazı Kürtlerin Irak merkezi hükümetine dönme fikrini taşıdığını ancak bunun pek mümkün görmediğini ifade eden Stewart, Suriye’nin iki ya da üçe bölünebileceğini de hatırlatmıştı. ABD’nin iki ülkenin de bütünlüğünü koruma taraftarı olduğunu, ancak durumun giderek tam tersi bir hal aldığını söyleyen Stewart ABD’yi aklamaya çalışmıştı.
“Ortadoğu büyük bir değişim yaşayacak” itirafları!
Aynı konferansta konuşan CIA başkanı John Brennan da Irak ve Suriye sınırlarının yerinde kaldığını ancak hükümetlerin sınırlar üzerindeki kontrolünü DAEŞ’e kaptırdığını savunmuşlardı. İki ülke halkının kendilerini ülkelerine değil, ait oldukları aşiret ya da mezheplere göre tanımladıklarını söyleyen Brennan, “Ortadoğu önümüzdeki on ila yirmi yıl içinde büyük bir değişim yaşayacak” itirafında bulunmuşlardı. Bu arada kaşla göz arasında Yemen fiilen dörde parçalanmıştı.
Anfo patlayıcıları PKK’ya kimler sağlamıştı?
Dağlıca ve Iğdır’da PKK terör örgütü tarafından gerçekleştirilen menfur saldırılar sonucunda ağır zayiat verilmesi kamuoyunun gündemine yeni tip patlayıcıları taşımıştı. Onlarca vatan evladının hayatına kast eden bu patlayıcıları PKK’ya kimler sağlamıştı. Bu patlayıcılar PKK’ya nasıl taşınmıştı? Bunlar niye tespit olunamamaktaydı? Nasıl önlemler alınmalıydı? Terör örgütünün küçük mayınlar yerine yüzlerce kiloluk patlayıcıları kullanmasından sonra ise kamuoyunun gündemine yeni tip olarak adlandırılan ANFO (Amonyum nitrat-Fuel oil) patlayıcılar taşınmıştı. Güçlendirilmiş şekilde yollara döşenen bu tonluk patlayıcılar ile zırhlı araçlar tahrip edilirken, patlama sırasında oluşan basınç ile de içinde bulunanların hayatlarına kast olunmaktaydı. Yeni yöntem ile az sayıda zayiat vermeyi hedefleyen terör örgütü, güvenlik güçlerine de ağır darbeler vurmayı planlamıştı. Dağlıca’da zırhlı araçlara yönelik 400 kiloluk patlayıcı kullanan örgüt öte yandan Iğdır’da göreve gitmek üzere olan polis servisini hasar vermek için de bir tonluk patlayıcı kullandığı açıklanmıştı. Her iki olayda ise toplamda 30’a yakın güvenlik mensubumuz vatan toprağı için şehit olmuşlardı. Terör örgütü daha önce küçük mayınlar ve küçük patlayıcılar ile eylemler yapmakta ancak Asker ve Polis’in yeni zırhlı araçlarına bu mayınlarla etkili olamamaktaydı. Bunun üzerine PKK’nın özellikle çatışmasızlık döneminde ve AKP iktidarının gafletiyle yeni tip patlayıcılar aramaya başlamış, sözde IŞİD’e ve ÖSO’ya gönderilen bu tür silahlarla dolaylı biçimde sahip kılınmışlar ve özellikle Suriye’deki iç savaştan dolayı bu konuda tecrübe kazanmışlardı. Çözüm sürecini ise bu mayınları döşeme fırsatı olarak kullanmışlardı.
1991 Körfez savaşı sonrası ağır silahlarını K. Irak Kürtlerine bırakan ABD, Kobani sonrası aynı senaryoyu mu uygulamaktaydı?
Suriye ve K. Irak’ta sözde IŞİD’e karşı savaşan PKK ve onun uzantısı YPG’ye verilen ağır silahlar ABD, İsrail ve AB ülkelerinin Türkiye’ye düşmanlık niyetlerini ortaya koymaktadır. Amerikan NBC News kanalı ABD’nin özel harekât kuvvetlerinin IŞİD’e karşı savaşta PYD’ye yardım etmek için ilk kez Suriye’ye girdiğini açıklamıştı. Kobani savaşı sırasında ağır silah sevkiyatı alan YPG güçleri karada ABD birlikleriyle operasyona çıkacaktı. İflas eden Çözüm süreci ve iç barışı yakından ilgilendiren gelişme sonrası gözler terör olaylarında PKK’nın kullandığı ağır silahlar patlayıcılara çevrilmiş durumdaydı. İşte bu noktada, Körfez savaşı sırasında ABD’li Yarbayın Kuzey Irak’a gönderilen ağır silahlarla ilgili yaptığı itiraf gibi açıklamalar bir kez daha gündeme taşınmıştı. Dost ve müttefik(!?) düşmanımızın:
“Biz savaştan sonra buralardan çekileceğiz. Geride bıraktığımız silahlar özellikle Kuzey’de Kürtler tarafından ele geçirilecek. Silahlanan Kürtler Türkiye’den toprak isteyecek. Ya istedikleri toprakları vereceksiniz, ya da savaşacaksınız”sözlerini hesaba katmayan, sivil asker tüm yetkililer gafletten de öte bir hıyanetin suç ortakları sayılmaz mıydı?
Amerikalı Yarbayın 25 yıl önce söylediklerinin ikinci aşamasının şimdi gerçekleştiğini hala anlamayanlara ve halkımızı boş ve kof horozlanmalarla avutmaya çalışanlara bir kez daha hatırlatalım:“PKK, ağır silahlar kullanarak Türkiye’de kendilerine “Kobani modeli” özerk topraklar kazanma kalkışımındadır. Tabii sadece ABD’den kalan silahlar değil. O zamandan bu yana devreye dışarıdan başka aktörler de karışmıştır. Tehdit 5-10 bin PKK’lının silahından ibaret sanmak ahmaklıktır. Onların gerisinde asıl büyük oyunun aktörlerinden bazıları omuz omuza, bazıları karşı karşıya görünse de, Türkiye’nin parçalanması konusunda hepsi ortaktır” tespitlerine katılmamak imkânsızdı.
Gâvur kafalı TÜSİAD Başkanı!
TÜSİAD 2015 yılının ilk Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı’nda TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran Symes, Boydak Holding’e yapılan operasyon, çözüm süreci, 1 Kasım seçimi ve artan terör saldırıları hakkında çarpıcı açıklamalarda bulunmuşlardı.
Kayseri’deki “paralel yapı” operasyonunda gözaltına alınan TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi ve Boydak Holding CEO’su Memduh Boydak hakkında açıklama yapan Cansen Başaran’ın,“Memduh Boydak’a ailesine bir kez de burada geçmiş olsun demek istiyorum. Yönetim kurulu üyemiz Memduh Boydak’ı bir an önce aramızda görmeyi ümit ediyoruz. Gerçekten eksikliğini bu salonda hepimiz hissediyoruz”sözleri anlamlıydı. “Terörün kalıcı olarak bu coğrafyadan silinmesi için, TÜSİAD olarak sağlam önlemleri destekliyoruz. Çözüm süreci başladığında, kalkınma ve ekonomik boyutta destek olmak için arka çıktık. Değerli üyeler, terör sorunu son dönemde çevre ülkelerde yaşanan gelişmelerle birlikte farklı bir boyuta ulaştı. Acilen buna bir çözüm bulunması gerekiyor. Toplumun huzurlu bir geleceğe kavuşması için demokratik adımların atılmasının şart olduğuna inanıyoruz. AB sürecini zaman zaman fazla dile getiriyormuş gibi her fırsatta gündeme getirmemizin nedeni budur… Öncelikle eğer koalisyon kurulabilseydi, gerekli uzlaşma adımı atılmış olacak, toplumdaki sağlıksız kutuplaşma ortamı yumuşayacaktı. Kurulabilseydi güçlü bir koasliyon hükümeti, bugün karşı karşıya kaldığımız demokratik sorunlara daha iyi çözümler bulunacaktı. Değerli üyelerimiz, morallimizin yüksek olmadığın biliyorum ama her şeye rağmen umutsuzluğa kapılma lüksümüz yoktur. Cumhuriyetimizin değerleri en güçlü özelliğimizdir.”
Bu sözlerin “Çözüm sürecine tekrar geçilsin ve PKK’nın özerklik talebine geçit verilsin” anlamı taşıdığı açıktı. Yani Cansen Başaran Symes, soyadına yakışır bir teklif sunmakta, ABD ve AB gâvurlarıyla aynı kafada olduklarını ortaya koymaktaydı.
Maalesef ülkemiz emperyalist çetelerin çatı örgütü PKK’nın kalleş saldırıları ile çalkalanmaktadır. Yollara döşenen modern mayınlar ve yüksek tahrip güçlü El Yapımı Patlayıcılar (EYP) hepimizin yüreğinde patlamaktadır! Bu tür tuzakların panzehrinin erken ihbar yani istihbarat olduğunu bilmeyen kalmamıştır. Peki, niçin devletin istihbarat sistemi sınıfta kalmıştır?
AKP’nin gayretiyle Türkiye’nin istihbarat birikimi birer birer budanmıştı!
TSK, öncelikle kendi emrindeki Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Komutanlığı, diğer kaynakları ve Jandarma istihbaratına dayanarak istihbarat ihtiyacını karşılamaktaydı. MİT ve Emniyet Teşkilatı’ndan aldığı bilgilerle özgün istihbaratını sağlamaktaydı. Ancak bir devlet için inanılması bile güç gelişmeler yaşandı. Jandarma kılcal damarlar gibi ülkenin en ücra köşelerine kadar yayılmıştı. Devleti destekleyen çok etkili bir istihbarat alt yapısı vardı. Zirve yayınevi gibi zırva davaları bahane ederek bu saat gibi işleyen sistemi hedef alındı. Sonunda bu güçlü çarkın dişlileri sökülüp atıldı.
GES, Genelkurmay’ın uzun yıllar içinde kurmayı başardığı etkin bir istihbarat ağıydı. TSK’nın gözü, kulağı, istihbarat deposu konumundaydı. Büyük bir atılım yapmış, büyük devletleri bile imrendirecek bir yapıya ulaşmıştı. PKK ile mücadelede göz kamaştıran istihbarat başarıları kazanmıştı! Çatışmanın sonucunu doğrudan etkileyen Operasyonel İstihbarat (Actionable Intelligence) yetkinliği her geçen gün artmaktaydı. Bu birimin MİT’e bağlanması tam bir intihardı!.. Çünkü mevcut yapısı ile MİT bu komutanlığı yönetebilecek asgari yeteneklerden uzaktı. Teknik, istihbari ve askeri gerekçelerle değil, siyasi nedenlerle MİT TSK’dan koparıldı. Askeri niteliği öne çıkan bu yapıyı, ancak Genelkurmay gibi kurumsallaşmış, deneyimli bir karargâh idare etmeyi başarırdı. GES’in topladığı istihbaratın kullanıcı makamı TSK iken MİT’i araya sokmak akla sadece SİMİT’i hatırlatırdı. MİT, GES’e sadece ayak bağı olacaktı; öyle de oldu! MİT, GES’e bağlanabilirdi ama GES’in MİT’e bağlanması aklın havsalanın alabileceği bir yanlışlıktı. Koskoca devlet Emniyet istihbaratını FETO CIA Cemaatine bırakıldı. “Ne istediniz de vermedik!” Sözleri bunun itirafıydı. Ve CIA-Cemaati devlet için istihbarat toplayacağına yurtsever avına çıkmıştı. Balyoz, Ergenekon, Poyrazköy, Casusluk davalarında destan(!) yazmıştı. Cumhurbaşkanı canlı yayında kendi sesiyle Türkiye’ye açıklamıştı: “Adamlar açılım sürecini silah depolamak için kullanmışlardı!?” Ama terörle mücadele etkinliğinin artırılması için bir dakika bile beklemeden GES yeniden TSK’ya aktarılmalıdır. Türk Milleti bu işin peşini bırakmamalıdır! GES bir an önce terörle müzakere edenlerin elinden kurtarılarak, terörle mücadele edenlerin emrine bırakılmalıdır!” tespitleri ve tavsiyeleri yerden göğe haklıydı.
ABD Suriye’yi bölme toplantılarına 2006’da başlamıştı
Wikileaks Dosyaları isimli kitabını tanıtmak amacıyla Russia Today kanalındaki “Going Underground” programına konuk olan Julian Assange ABD’nin Suriye’de terör olaylarının başladığı 2011 yılından önce Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı diktatörlüğü bahanesi ve ülkeye demokrasi getirme gerekçesiyle halkı kışkırtmak üzere toplantıları tertip ettiğini açıklamıştı. Washington-Şam hattında 2006’da yapılan yazışmaları kanıt olarak sunan Assange, “Suriye’ye ilişkin bilgi 2006 yılına ait. ABD’nin Şam Büyükelçisi William Roebuck, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad hükümetini sıkıştırma ve halkı birbirine kışkırtma planlarının nasıl tartışıldığını sürekli anlatmıştı. Plana göre hükümet üyeleri arasına paranoya yaratacak korku tohumları saçılarak ve Şiilerle Sünniler kapıştırılacaktı. İran, yoksul Sünnileri kullanacak ve Mısır ve Suudi Arabistan ile işbirliği yapacaktı” ifadelerini kullanmıştı. ABD gizli belgelerini ifşa etmesiyle tanınan WikiLeaks kurucusu, ABD’nin Suriye’de darbe endişesi yaratarak Şam hükümetinin aşırı tepki vermesini amaçladığını vurgulamıştı. Assange’ın bu iddiası “WikiLeaks Dosyaları” adlı kitabında yer almıştı. Kitap, hakkında tutuklama kararı olduğu için 3 yıldır Londra’daki Ekvador Büyükelçiliği’nden dışarı adım atamayan Assange’ın yayınladığı belgelerin yarattığı etkinin incelendiği makalelerden oluşmaktaydı
ABD: Suriye’de PYD ile ortak operasyon yapmaktaydı!
ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) yetkilileri, özel harekât kuvvetlerinin ilk kez Suriye’ye girerek PKK’nın Suriye kolu PYD’ye yardım ettiğini açıklamıştı. Amerikan NBC News kanalı, Savunma Bakanlığı yetkililerine dayandırdığı haberde ABD’nin özel harekât kuvvetlerinin IŞİD’e karşı savaşta PYD’ye yardım etmek için ilk kez Suriye’ye girdiklerini doğrulamıştı. Savunma Bakanlığı kaynakları, haberi ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Lloyd Austin’in Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi’nde verdiğini vurgulamıştı. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesut Barzani, ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Brett McGurk ve beraberindeki heyetini Erbil’de ağırlamıştı. PKK’nın Suriye kolu PYD’nin Eş Başkanı Salih Müslim de aynı gün Mesut Barzani ve McGurk ile buluşmuşlardı. Görüşmenin ardından KDP’nin Dış İlişkiler Sorumlusu Hemin Hawrami, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Daha önce Kürdistan bölgesinde eğitim alan Rojavalı Peşmergeler, Rojava’ya çağrılacak ve PYD ile birlikte DAEŞ’e karşı Kürt bölgelerini koruyacaklar” ifadelerini kullanmıştı. Söz konusu açıklamanın Erbil’de gerçekleşen Mesut Barzani-Salih Müslim görüşmesinin ardından yapılması dikkatlerden kaçmamıştı.
“ABD ticari bir sömürge krallığıydı!”
Programın devamında sunucu Afshin Rattansi’nin sorularını yanıtlayan Assage, ABD imparatorluğunun klasik anlamda bir imparatorluk olmadığını vurgulayarak, “Amerikan imparatorluğunun, çok doğru bir nitelendirme olduğunu düşünüyorum. Elbette geleneksel anlamda bir imparatorluk değil. Amerikan imparatorluğu, Roma’ya benzemiyor. Britanya İmparatorluğu’na benzer yanları var, ama yine de farklı bir şey. Modern bir imparatorluktur. Sömürü ekonomisi ve fitne anarşi siyaseti üzerine kurulmaktadır” tespitini yapmaktaydı.
Ciddi bir istihbarat problemimiz vardı
TEPAV Terör Uzmanı Dr. Nihat Ali Özcan, son dönemdeki terör olaylarında kullanılan patlayıcıların ülkeye nasıl sokulduğunu ilişkin istihbarat zafiyetine dikkat çekerek, PKK’nın çözüm sürecinden güçlenerek çıktığını açıklamıştı. Türkiye son günlerde adeta terör girdabının içine düşmüş durumdaydı. Her gün onlarca şehit haberi alınırken, bu saldırılardan vatandaşlar da etkilenmeye başlamıştı. ‘PKK terörü neden tekrar hortladı?’ sorusunu yanıtlayan Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Terör Uzmanı Dr. Nihat Ali Özcan, terörü bölge ülkelerindeki krizlere, yanlış çözüm sürecine ve istihbarat problemine bağlamış ve dış güçlerin PKK desteğini hatırlatmıştı.“ABD, Almanya, Fransa ve Kanada eğitip donatmakta, PKK ise mayınlı tuzak kurmaktaydı. PKK’nın yöntem değişikliğine giderek güvenlik güçlerine ‘mayınlı tuzaklar’ kurmasının sırrı anlaşılmıştı. Batılı ülkelerin terör örgütünün Suriye’deki yapılanması olan PYD’ye bombalı araç ve tuzaklar konusunda eğitim verdiği ortaya çıkmıştı. Bu haberin iktidar yanlısı bir gazetede yazılmış, bir yalanlama da söz konusu olmamıştı. Yıllar yılı Batılı ülkelerin (ABD ve AB) nasıl görünürlerse görünsünler Türkiye’nin dostu olmadığına dikkat çekmeye çabaladık. Rahmetli Erbakan Hocam 40 yıl boyuncu il il, ilçe ilçe gezerek halkımızı Batı hayranlığından kurtarmaya uğraşmıştı. Bununla da kalmadı Meclis kürsüsünden yöneticileri uyarmaya çalıştı. Bu arada, Çekiç Güç denen başını ABD’nin çektiği koalisyon gücünün PKK’yı eğittiğini, silah desteği verdiğini yıllar önce gündeme getirerek iktidar olur olmaz Çekiç Güç’ün defolup gitmesini sağlamıştı. Şimdi AKP iktidarında ise, başta Doğu ve Güneydoğu illerimiz olmak üzere, hemen tüm ülke genelinde doğalgaz şebekelerinin alt yapım ve kazım işlerinin büyük kısmı PKK yandaşı taşeronlara aktarılmıştı. Bu kontrolsüz durum onların bütün yollara ve güzergâhlara patlayıcı yerleştirmelerini kolaylaştırmıştı.
Ve o yetki tekrar askere aktarılmıştı!
Terörle mücadelede yeni bir adım atılmıştı… Çözüm süreci sırasında operasyonlar için Vali’den izin alınması gerekiyordu, şimdi ise, yetki tekrar askere aktarılmıştı! Terörle mücadelede yeni stratejiler belirlenmiş, çözüm Süreci için güvenlik konusunda getirilen kurallarda tekrar düzenleme yapılmıştı. Yeni düzenlemeye göre vur emri askerde olacaktı. Artan terör olayları sonrasında öncelikle Başbakan Ahmet Davutoğlubaşkanlığında mini bir güvenlik zirvesi daha sonra da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Cumhurbaşkanlığı’nda geniş katılımlı bir zirvede terörle mücadelede izlenecek strateji tartışılmış, bu yanlış ve yararsız kararlardan geri adım atılmıştı.
HDP’li vekiller leş kargalarıydı!
PKK ve yandaşları Türkiye’nin düşmanlarıdır. Bunun aksini iddia etmek, ya ahmaklıktır veya alçaklıktır. Bu alçaklardan, her türlü kalleşlik, kahpelik, hainlik beklemek lazımdır ve zaten gözlerini kan bürümüş bir şekilde sürekli zehirlerini akıtmaktadır. Peki, PKK’nın siyasi temsilcisi olarak Meclis’e giren HDP milletvekilleri ne durumdadır? Onlar da yangına benzin taşımaktadır! Bu ülkenin ekmeğini yiyip şımarmakta, devletten maaşlarını almakta, ülkenin parçalanması için çalışıyorlar! HDP’nin iki eşbaşkanı, tatlı sözlü, güler yüzlü görünen Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’dır! Onların masum görünüşleri altında birer canavar yatmaktadır. 80 milletvekili ile Meclis’e taşındıkları, iki kişiyi Bakan olarak seçim hükümetine soktukları halde hala PKK ağzıyla konuşmaktadır. PKK’yı lânetlemeyi bırakın onları kınayan ve uyaran tek kelime duyulmamıştır. Üstelik Demirtaş “Herkes ayağını denk alsın” diye tehdit savurmakta, Figen Yüksekdağ da “Biz direnişe hazırız!” diye küstahlaşmaktadır. Bunlar “Barış kahramanları” değil, hepsi de “Leş kargaları!” İfadeleri de uygundu ve uyarıcıydı.
3. sınır kapısı kapatılmış, 28 bölge yasak kapsamına alınmıştı!
Üzümlü, Esendere ve Saray sınır kapıları kapatıldı. Elazığ ve Tunceli’de 28 bölgenin yasaklı olduğu açıklanmıştı. Türkiye olağanüstü önlemleri devreye sokmaya başlamıştı.Türkiye terör nedeniyle sıkıntılı günler yaşarken olağanüstü önlemleri devreye sokmak zorunda kalmıştı. 20 gümrük memurunun kaçırılmasının ardından Gümrük Bakanlığı kritik bir karar almış ve 3 sınır kapısını kapatmıştı. Elazığ’da 17 ayrı nokta yasak bölge yapılmış, ardından Tunceli’de 11 bölge yasaklı kılınmıştı. Diyarbakır Valiliği ise Lice, Kulp, Silvan ve Dicle ilçelerine bağlı bazı bölgeleri yasak kapsamına almıştı. Bu bölgelere 6 ay boyunca giriş yapılamayacaktı.
AKP-PKK iktidarı en önemli sorun ve sıkıntı kaynağıydı!
PKK’nın Dağlıca saldırısına dair gerçek bilgiler baskın yapılmasından 26 saat sonra alınmıştı, 16 askerlerimiz şehit olmuşlardı. Yaralı sayısı “henüz” açıklanmamıştı. Şu AKP elinde koca devletin geldiği hale bakın: Onlarca askeriniz savaş alanında hayatını kaybetmiş yatmakta, siz hükümet olarak neredeyse bir gün boyunca o askerleri olay yerinden çıkarıp alamamaktaydınız. Başbakan Davutoğlu, “güvenlik birimlerimiz şehit düşen kahraman askerlerimize ulaşmış ve onları tahliye etmiştir” diye açıklama yaparken, sonradan ölen askerleri tahliye edenlerin bölgeye giden HDP’li köylüler olduğu anlaşılmış, bunun fotoğrafları çarşaf çarşaf yayınlanmıştı.Suriye’de küresel fesatçılığa taşeronluk için binlerce elemanını bu topraklara gönderen ve Suriye’den saniye saniye bilgi almakla övünen MİT’in, kendi topraklarının, dağının, taşının silahla dolmasından haberdar olamamasının sebebi nasıl açıklanacaktı?
Oslo’da PKK’lılarla bir araya gelen MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın “metropolleri silahla, patlayıcılarla doldurduğunuzu biliyoruz” sözü hala kulaklarımızda çınlarken, şimdi bir bir patlayan o silahların ve bombaların böylesine stoklanmasının hesabı kimden sorulacaktı? Türkiye’nin, dün açılım sürecine destek vermeyenlere hain diye saldıran, bugün ise açılımın bitmesine destek vermeyenlere aynı ihanet yaftasını vuran bir siyasi anlayış tarafından yönetiliyor, olması en önemli handikapımızdı. Türkiye, bir taraftan “APO” katildir diye çığlık atan iktidarın, diğer taraftan “binlerce Türk oğlu APO’nun mesajıyla duygulanıyor, APO ilkeli bir lider”diye paylaşımlar yapan AKP’li vekil Abdurrahim Boynukalın’ı bünyesinde barındırmasının garipliğini yaşamaktaydı. Millete dağ gibi yalanlar uydurup yüreğimizi dağlayanlarla bu ülkenin terör belasından kurtulması ve yeni “Dağlıca felaketleri” yaşamaması imkânsızdı” saptama ve yorumları niye iktidarda rahatsızlık oluşturmaktaydı?
SP’nin AKP’ye “binek taşı” olma hazırlığını Milli Çözüm boşa çıkarmıştı!
Bütün bu acılar ve utançlar yaşanırken, parti teşkilatlarını ve tabanını “biat ve itaat, rahat et” (yani parti parazitlerinin şahsi heves ve hedefleri için AKP’ye yamanmalarına itiraz etme, böylece akıbetini ve ahiretini berbat et!) edebiyatıyla avutan SP resmi Başkanı Mustafa Kamalak: Saadet Partisi’nin seçimlere bir ittifak ile girip girmeyeceği sorusunu“Bu ateşi söndürebilmek, bu akan kanı durdurabilmek ve annelerin feryadına son verebilmek için eğer bizim herhangi bir katkımız olacaksa bu ittifaka varız diyoruz. Ama ekliyoruz; bizim kırmızı çizgilerimiz ve uğruna hayatımızı vereceğimiz değerlerimiz vardır. İcap ederse elimizi değil, başımızı taşın altına koyarız. Fakat hiç kimseye koltuk değneği olmayız” diyerek hava atmaktaydı. Oysa bu sözlerin AKP’nin tek başına iktidarına dolgu malzemesi olmak, yıllardır tenkit ettikleri AKP tahribatlarına ve bundan sonraki yolsuzluk ve yozlaştırmalarına taşeronluk yapmak üzere, birkaç milletvekilliği hatırına kiralandıkların ayıbını ve günahını örtme kılıfı olduğu herkes anlamaktaydı. Umarız haklı uyarılarımız, Milli Görüş camiasında yankı bulacak ve AKP’ye yamanmaya karşı çıkacaklardı. (Not: Çok şükür bu yöndeki hesap ve hazırlıklar tutmamıştı.)
“Allah, tarih ve gerçekler müminlerden ümmet olmalarını istiyor. Hangi topluluk buna engel olur ya da bundan kaçınırsa veya bunun gereklerini yerine getirmezse zelil olmaktan kendini kurtaramaz. İşte Türkiye’nin fotoğrafı bunu anlatıyor.Türkiyeli Müslümanlar; akıllarını birleştirerek ortak akıl, sermayelerini birleştirerek ortak sermaye, emek ve iş gücünü bir araya getirerek ortak güç, siyasi çalışmalarda ittifak ederek siyasi bir güç olmak zorundadırlar. Olaylar karşısında ortak irade ve kolektif bir yapı oluşturmaları tarihi bir sorumluluktur.” (F. Yılmaz Altınöz- 4 Eylül 2015- Milli Gazete)
“Sonuçta bir anlaşma sağlanacak, seçime ittifak halinde girilecekse böyle bir durumun iki taraf açısından da eksi ve artıları vardır. Böyle olunca da taraflar eksi ve artılarını değerlendirmek durumundadırlar. Bu noktada Saadet Partisi’nin topluma sesini duyurabilmek için Meclis’te bir gruba sahip olmak istemesi ne kadar doğal ise AK Parti’de 7 Haziran seçimlerinin ardından oluşan Meclis aritmetiğinin ülkeyi kilitlediğini, Meclis’te grubu bulanan bir Milli Görüş’ün böyle bir kilitlenmeye izin vermeyeceği gerçeğini de dikkate alacaktır.” (Abdulkadir Özkan- 7 Eylül 2015- Milli Gazete)
“Bu noktada Saadetin TBMM’de grup sahibi olması, istikrarlı ve tutarlı siyasetiyle ülkenin teminatı olduğu kadar istikrarlı gelecek için de güvencedir. Başkalarının, ayaklarını kaydırmaya uğraştığı bir dönemde Saadet, dostlarının ayaklarını kaydırmamak için mücadele etmektedir. Aksi halde Refahyol sonrası DYP’ye yaptıkları gibi, bir çengel atarak iki günde koca grubu çil yavrusu gibi dağıtıp içini boşaltıvereceklerdi” (Necmettin Çalışkan- 10 Eylül 2015- Milli Gazete) gibi zavallı yazar-yorumlar takımı, ya bir köşe kapma hatırına veya içlerinde gizledikleri AKP’lileşme aşkına bu gaflet ve zillet girişimine mazeret ve kerametler uydururken ve Resul Tosun gibi eski dönekler de bunlara destek çıkarken, şimdilik İshak Beyazay, Yusuf Kandemir, Saadettin Karaduman, Necati Tuncer ve Zeki Ceyhan gibileri; AKP’nin Milli Görüş’e hıyanet kasıtları, 13 yılık tahribatları ve eylemleriyle söylemleri arasındaki tutarsızlıklarını yazmaya devam ediyorlardı. Umarızki bu doğru ve onurlu tavırlarını bozmayacak “teşkilat, itaat, maslahat” palavralarıyla, AKP’ye payanda olma günahına ortak olmayacaklardı.
Avukat Veysel Kırıcı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında, vatana ihanet gerekçesiyle suç duyurusu yapmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Dağlıca saldırısının olduğu sıralarda bir televizyon programında yaptığı açıklamada, “400 vekili elde edebilecek sayıyı bir siyasi parti (AKP) yakalasaydı, durum bugün çok farklı olacaktı” şeklinde ifadeler kullanmıştı. Ankara Barosu avukatlarından Veysel Kırıcı da bu sözler nedeniyle Erdoğan hakkında, ‘Vatana ihanet, devlet birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, Anayasa’yı ihlal’ gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuşlardı. Bu sözler nedeniyle Erdoğan’ın yeminini çiğnediğini belirten Kırıcı, “Erdoğan konuşmasında ‘karakteri bozuk babalar da var’ifadesini kullanarak vatanımız için canını feda etmiş şehitlerimizin yakınlarına hakaret ettiğini” de vurgulamıştı.
Şakir Tarım kardeşimin:
Bölge ülkelerinin hali ortada ve Türkiye ateş çemberindeyken, “Bana ne Amerika’dan” diyebilen Erbakan’ca bir duruş lazımdı. ABD, 2001 yılında İslam dünyasındaki son hamlesini yapmak üzere Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) başlatmıştı. Zamanın Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice Türkiye’nin de içinde bulunduğu 22 İslam ülkesinin haritasını değiştireceklerini açıklamıştı. Kendilerine has gerekçelerle BOP eş başkanlığı yapanlar bu ülkenin değil, kendi nefislerinin hizmetkârıydı. Şimdi ABD’li yetkililer asıl maksatlarını itiraf etmeye başlamıştı. ABD Savunma İstihbarat Ajansı Koordinatörü Korgeneral Vincent R. Stewart, “Irak ve Suriye, savaş ve mezhepsel çatışmalar nedeniyle kalıcı olarak parçalanacaktır” derken; CIA Başkanı John Brennan ise, “Ortadoğu’da 10 yıl içinde büyük değişimler yaşanacağını” hatırlatmıştı. Bu gelişmeler, Türkiye için de hazırlanan akıbetinde deşifresi sayılırdı. Bu vahşi oyun mutlaka bozulmalıydı. 1. Dünya Savaşı’ndaki işgalcilerimizin yüze gülen aldatıcı sözlerine aldanılmamalıydı!” tespit ve tavsiyeleri haklıydı.
Cizre’de 18 İngiliz ne aramaktaydı?
Tüm ülkemizin gündemini meşgul eden Şırnak’ın Cizre ilçesinde yaşanan olaylar ve ardından gelen sokağa çıkma yasağının etkileri hala tartışılmaktaydı. Cizre’de 4 – 12 Eylül arasında sokağa çıkma yasağıyla birlikte terör örgütü PKK’ya yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda resmi makamların açıklamalarına göre 32 teröristle beraber, 800 kilo patlayıcı yakalanmıştı. Yerel kaynaklara göre, bölgede resmi açıklamalarda yer almayan ve olaylara yabancı odakların da müdahil oldukları saptanmıştı. Konuşulanlara göre Cizre’de yaşanan olaylarda HDP’li provokatörler ve PKK’lı teröristler dışında yabancı ajanlar da vardı. Hatta 18 İngiliz ajanının varlığının tespit edildiği bunlardan 4’ünün ise ölü ele geçirildiği ama resmi açıklamalara yansımadığı anlaşılmıştı. İçişleri Bakanı Selami Altınok’un Cizre ile ilgili verdiği rakamlar bu iddiaları doğrulamaktaydı. Altınok açıklamasında 32 kadar teröristin ölü ele geçirildiğini vurgulamıştı. Fakat basına yansıyan bilgilerde Cizre’de yalnızca 16 defin yapılmıştı ve bunun önemli bir kısmı sivil vatandaşlardan oluşmaktaydı. Devletin başının “Çözüm süreci boyunca PKK silah depoladı” açıklaması, bölgede yaşanan otorite boşluğundan faydalanan yabancı istihbarat servislerinin de bu dönem içerisinde Doğu ve Güneydoğu illerinde konuşlandığı kanaatini yaygınlaştırmıştı. Ölü ele geçirilen teröristlerin kimliklerinin açıklanmaması da bu iddiaları güçlendiren başka bir unsur sayılmaktaydı.
Bu iddialar cevaplanmalıydı!
Yerel kaynakların verdiği bilgilere göre Şırnak Merkez Tümen Komutanlığı önünde fotoğraf çekerken yakalanan 2 Fransız turist herhangi bir resmi açıklamaya neden yansımamıştı. Bu iki Fransız’ın, Şırnak olaylarının en yoğun yaşandığı Ömer Kabak meydanında yer alan Menekşe Otel’de kaldığı iddiaları ve el konulan fotoğraf makinalarından askeri noktaların fotoğraflarının, gösteriler sırasında hem polislerin hem de eylemcilerin ayrı ayrı fotoğraflarının yer aldığı ortaya çıkmıştı. Fakat tüm bu iddialar herhangi bir resmi açıklamada yer almamıştı. Resmi açıklamalarda verilen ölü terörist sayılarının net olmaması ve teröristlerin kimliklerinin açıklanmamış olması da şüpheleri arttırmaktaydı. Dış güçler PKK ve yandaşları eliyle Cizre üzerinden Türkiye’yi kaosa sürüklemeye çalışırken, olayların başlangıç noktası olarak neden Cizre’nin seçildiği, bölgenin birçok konuda PKK için merkez üssü olduğu gerçeğiyle uyuşmaktaydı. Şırnak’ın Cizre ilçesi resmi sayıma göre 100 bin kişilik nüfusa sahip bulunmaktaydı. Coğrafi olarak Irak-Türkiye sınırına giden güzergâhta uluslararası İpek Yolu üzerinde bulunan ilçe, tamamı Kürt kökenli vatandaşlardan oluşmaktaydı. İlçenin önemli bir kısmını, doksanlı yılların başında cereyan eden köy boşaltma olaylarından gelen insanların kurduğu yerleşimler oluşturmaktaydı. Sokağa çıkma yasağına neden olan Cudi ve Nur mahallelerinde tamamen bu yerinden edilmiş, yoksul, eğitimsiz, terör mağduru insanlar oturmaktaydı.
CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
DEVLET VE HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN VE DİĞER İLGİLİLERİN DİKKATİNE!..
ERDOĞAN’IN ASİLTÜRK ZİYARETİNİN PERDE ARKASI
YENİDEN REFAHÇI HADSİZE YANIT
Yine muhteşem bir yazı 'Adil Düzen' projesi bir bütündür. Ancak, sadece bu yazıda bahsi geçen…
Dostlarına kuyu kazan Makam fırsat, bulup azan Hainlere övgü yazan Şeytana kâtip değil mi… …
Razıysa halkı ezenden İşçi emekli üzenden Memnun şu bâtıl düzenden Ki Hakka rakip değil mi……
Bunca hikmet,duydun gönül Hak-Batılı, gördün gönül Boşa geçti,koca ömür İbretler,sana değil mi?!.. Zalim taraf,olur isen…
"Savaş değil, barış! Çatışma değil, diyalog! Çifte standart değil, adalet! Üstünlük değil, eşitlik! Sömürü değil,…
Kızıl sular durulacak Çağa mühür vurulacak Adil Düzen kurulacak Mü’minse talip değil mi… Hucurât 15…
İsrail şortu bizden. Su gaz mazotu bizden Meyve Laz otu3 bizden. Gübre azotu bizden Dünya…
İşte milli çözüm Türk ve kürdün Alevi sünminin ve tüm din ve ırktan insanların dünyada…
Şimdi izanla düşünelim ve insafla karar verelim: Ülkemizde Kimileri Atatürk İSTİSMARI, İlke ve İnkılap sentarlığı…
Sabır ister çefakarlık Sadakattir vefakarlık Hak yolunda fedakarlık Milli çözüm soran azdır.