Kendini başkasından üstün görmek; ilmine, ameline, servetine, mevkiine güvenip böbürlenmek kibirdir ve bu boş gurur şeytanın bir sıfatıdır. Ancak çağımızda bundan daha yaygın ruhi bir hastalık vardır ki, bu da aşağılık kompleksi ve kendini başkalarından basit ve bayağı görme saplantısıdır. Bir mü’mine yakışan; “Ben Allah’ın hidayet ve inayetiyle Müslümanım, inkârcılardan faziletli ve farklıyım, ama inanan insanlarla eşit konumdayım” düşüncesinde olmaktır. Özellikle Yahudi ve Hıristiyanları, ekonomik ve teknolojik kalkınmalarını sağlamış müşrik toplumları kendimizden üstün görmek ve her halimizle onlara özenmek bugünkü Müslümanların ortak marazıdır ve gizli münafıklıktır. “Bizim medeniyetimiz Batı medeniyeti karşısında yenilmiştir” diyerek psikolojik esaret ve zilletini açığa vuran Abdullah Gül’den; “Amerika’yı insanlık gemisinin kaptanlığına en layık devlet” ilan eden Fetullah Gülen’e; AB’ye kabul edilmek aşkına her türlü tavizi rahatlıkla verebilen ve Haçlı Papa’yı “Kutsiyetpenahı” = (İlah gibi sığınılacak kutsal makamı) gören Sn. Recep T. Erdoğan’ların bu talihsiz tavırları, aşağılık kompleksiyle düşürüldüğümüz bu zillet ve acziyet damarını yansıtmaktadır.
Hatırlayınız Yahudi Biden Cumhurbaşkanı Erdoğan ile baş başa yaptığı bir görüşme ile ilgili sırları ifşa ettiği açıklamalarda bulununca Erdoğan, “Şayet bunları söylemişse benim için tarih olmuştur” diye tabir caizse rest çekip sözde tavır koymuşlardı. Bazıları bu ikili arasındaki anlaşmazlığın “tatlıya bağlandığını” sanırken, Biden bir açıklama daha yapmış ve “özür dilemediğini” vurgulamıştı. Ama birkaç hafta sonra Biden Beylerbeyi Sarayında ağırlanmış. Biden ile “oldukça samimi pozlar” verilmiş ve ABD Başkan Yardımcısı adeta “baş tacı” yapılmıştı! Ve şimdi, hala bunları “samimi ve cesaretli!” bulan dostlar, ya ahmaktı veya yalakalık yapmaktaydı!
Kendisinin ABD Yahudi Lobilerine gizli tavizlerini deşifre eden Siyonist Joe Biden’i Erdoğan saygıyla karşılayıp Beylerbeyi Sarayı’nda 4 saat ağırlamamış mıydı?
Beyaz Saray, geçen aylarda ABD Başkan Yardımcısı Biden’ın Harvard Üniversitesi’ndeki konuşması nedeniyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “özür” dilediği iddialarını yalanlamıştı. Biden, “Erdoğan’dan asla özür dilemedim” diye çıkışmıştı. Buna rağmen bu iftiracı(!) zatı Beylerbeyi Sarayı’nda ağırlayıp dört saat boyunca acaba ne konuşmuşlardı?
Edirne Valisi sahipsiz ve desteksiz bırakılmıştı!
İsrail’le, kamuoyu önünde “siyasi ranta yönelik” bir kriz havası estiren, gerçekte ise ticaret rekorları kıran Türkiye’de, hakikati seslendiren yetkililere az da olsa rastlanması yüreklerimizi ferahlandırmaktaydı. İsrail’in son olarak Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa’ya yönelik rezil tacizlerine karşılık hükümetten sadece “kuru kınamalar” yükselirken, Edirne Valisi Dursun Şahin, milletin vicdanının resmi sesi olmuş, “Mescid-i Aksa’nın içerisinde savaş tatbikatı yapan eşkıya ruhlu insanlar orada Müslümanları katlederken, biz burada sinagoglarını yapıyoruz” diyerek AKP Türkiye’sinin çelişkilerini ve kirli ilişkilerini açığa vurmuşlardı. Edirne Valisi Şahin, İsrail’in Mescid-i Aksa’ya yönelik rezil saldırganlığına karşılık şehirde restore edilen sinagogun kullanımıyla ilgili kısıtlama kararı almıştı. Avrupa’nın ikinci büyük sinagogu olan Edirne Büyük Sinagogu için Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2010 yılından bu yana 3 milyon 700 bin lira harcanmıştı.
Edirne Valisinin bu onurlu ve şuurlu çıkışına ilk tepki maalesef AKP’li Vakıflar Genel Müdüründen gelmiş, arkasından daha önce Erdoğan’a madalya takan ABD Yahudi Derneği ADL küstahça bir kınama yayınlamıştı. Bu dış baskılar üzerine AKP iktidarı Valisine sahip çıkacağına, onu geri adım atmak ve Siyonistlerden özür dilemek zorunda bırakmıştı. İşte sahte kahramanlık ve dindarlık taslayan AKP’nin gerçek ayarı böylece bir kez daha ortaya çıkmıştı.
“Her şeyin en iyisini Batılılar yapmaktadır… Ecnebilerin malı çok sağlamdır… Bizim onların ayarına çıkmamız imkânsızdır… Bizlerin hayırlı ve başarılı icat ve inkişaflara öncülük yapmamız söz konusu bile olamayacaktır… Bu nedenle Avrupa Birliğine girmek ve ABD’yi stratejik müttefik=veli ve himayeci edinmek kaçınılmazdır…” kafasında olanlar, aslında köleliğe ve sömürgeciliğe hazır insanlardır. Bu tiplerin Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan, yüksek bürokrat ve sözde aydın statüsünde olmaları ise, aslında zilleti hıyanet boyutuna taşımaktan ve işbirlikçilik vasfı kazanmaktan başka bir şey sanılmamalıdır. Bu tür kimseler, pısırıklık ve bağımlılık psikolojilerini, şımarıklık dürtüleriyle gizlemeye çalışan “korkak kahraman”lardır.
“(Onların yüzlerini) Bir (utanç) sarartısı sarıp-kaplamıştır” (Abese: 41) ayetinde anlatılan “geter”: Suçluluk psikolojisi ve her an sorumlu tutulma endişesiyle içinde taşıdığı korku ve kuşkular nedeniyle bir insanın yüzünü kaplayan utanç sararması ve kendince bunu gizlemek için sergilenen sahte kahramanlık tavırlarıdır. Dinine ve milletine hıyanet edip Amerika’ya sığınan Hoca takımından, davasına ve camiasına hıyanet edip Avrupa’ya kuyruk olmaya çalışan kirli siyaset erbabına nice ucuz kahramanlar vardır ki bunlar: “(İhsan ve istikamet ehli olup) Güzellik (ve iyilik) yapanlara (asla Haktan ve hayırdan sapmayanlara, dünyada ve ahirette, elbette) daha güzel (karşılıkları) ve fazlası vardır. Onların yüzlerini (asla) ne bir (utanç) karartısı, ne de bir zillet (aşağılığı) kaplamayacaktır” ayetinin müjdesinden mahrum kalacaklardır. Bu tıynetsiz ve nasipsiz zavallıların tek avuntuları dünyalık kazançlarıdır. Bunlar için meşruiyet ve makbuliyet ölçüsü Kur’an’ın kuralları ve vicdani kanaatleri değil, aldıkları oy oranları ve demokratik hilelerle oturdukları makamlarıdır.
Ucuz kahramanlık altında sırıtan uyuz korkaklık!
Hakkıyla Allah’tan korkmayan, günah ve kötülükten sakınmayan ve Dünya hayatına tapınan insanların kalbinde; yaratılmış aciz varlıklara karşı “Havf ve evham” (korku ve kuruntu) duyguları oluşmaktadır. Bu tür korku ve kuruntulara kapılan insanlar, güçlü saydıkları ve ihtiyaç duydukları her kişiye ve ülkeye bir nevi tapınmaya başlamaktadır. Bediüzzaman’ın “Dessas (hain ve hilekar) zalimler, insanların bu korku damarından istifade ederek, onunla korkak insanları avuçlarına alıp yönetmeye başlıyorlar. Özellikle ulema ve umera takımını (alimleri ve yöneticileri) bir takım evham ve kuşkularla kendilerine bağlayıp hizmet ettiriyorlar” (29. Mektup. 6. Risale, ikinci desise – sadeleştirilerek) tespitleri oldukça açıktır ve anlamlıdır. “(Oysa) Ehli dünya ve özellikle ehli dalalet (sapkın Batı dünyası) parasını (ve bazı yardımlarını, Müslümanlara ve muhtaç toplumlara) öyle ucuz vermez, pek pahalı satar (ve onları madden ve manen esir alır)” (29. Mektup. 6. Kısım. Üçüncü desise) diyen Hz. Üstat, ABD ve AB yardımına tav olan gafillerin, ülkelerinin başına hangi belaları sardıklarını ne güzel anlatmaktadır.
“Bu tavrınız ve taleplerinizle Öcalan’ı da zor durumda bırakmakta ve itibarını sarsmaktasınız!” diyerek, BDP’li Demirtaş’tan bile daha hararetli bir APO kayırımcısı kesilen Bülent Arınç gibi Milli Görüş gömleğini çıkaran korkak kuklaların ayarı ortaya çıkmıştı. Bu arada eski İsrail askeri PYD’ye katılmıştı. İsrail vatandaşı bir kadının IŞİD’e karşı savaşmak iddiasıyla PKK’nın Suriye kolu olan PYD’ye katıldığı açıklanmıştı. Jerusalem Post gazetesinin İsrail Radyosuna dayandırarak verdiği habere göre, ismini vermek istemeyen Yahudi kadının Tel-Aviv’de yaşadığı ve daha önce İsrail ordusunda hizmet yaptığı anlaşılmıştı. Söz konusu kadının İsrail ordusundan edindiği tecrübeyi PYD’ye aktaracağı yazılmıştı. Bay Bülent Arınç’la bu kadının herhalde genleri aynıydı!
Şükür ki Ordumuz hala dik durmakta, şuurlu ve onurlu davranmaktaydı!
TSK, PKK’yı yönlendiren güçlerin, Suriye’deki ‘Kürt Koridoru’nu garanti altına aldıktan sonra örgütü Türkiye’ye saldırtmayı; ülke içindeki bin 500 elemana Suriye’den gelecek militanların eklenmesiyle ayaklanma planladığını saptamıştı. TSK; ABD’nin PKK üzerinden kısa ve uzun vadeli bölge planlaması yaptığının farkına varmıştı. Buna göre, ABD kısa vadede, Suriye’nin kuzeyindeki bölgeyi garanti altına aldıktan sonra uzun vadede PKK’yı Türkiye’ye yönlendirmeyi planlamıştı. TSK, hükümetin “üst akıl” olarak ifade ettiği tehdidin merkezini “ABD ve bölgedeki İsrail gibi müttefikleri” olduğu kanaatini taşımaktaydı. Bu güçlerin PKK’yı, Irak’ın kuzeyinden Akdeniz’e ulaştıracak bir koridor için kullandığı tespitlerini yapan TSK, ilgili ve yetkili kurumları uyarmıştı.
Açılım Safsatası, Kürt Koridoruna Hazırlıktı!
• ABD Kürt koridorunu, Suriye’nin kuzeyinden açmak için düğmeye bastı. Açılım sayesinde PKK, Suriye’nin kuzeyindeki gücünü arttırdı. Kantonlar koridor için hazırlandı.
• IŞİD’in diğer bölgelerdeki saldırılarından rahatsız olmayan ABD, bu örgüt Kürt koridorunun omurgası olarak bilinen Ayn el Arap’a yönelince huysuzlandı.
• ABD, Özel Kuvvetleri’ni bölgeye yolladı, Türkiye’ye rağmen PKK’ya silah ve mühimmat desteği sağladı.
• Bu aşamalardan sonra ABD’nin ilk hedefi, bölgede Kürt koridorunu garantiye almaktı.
Askerin bu saptamalarını Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu ile de paylaştığı dile getirilirken, alınması gereken acil iki tedbir şöyle sıralanmıştı:
• Bir an önce Başbakanlık’ta bekletilen ve askere terörle mücadelede yasal güvence getiren Askeri Ceza Kanunu’ndaki değişiklik TBMM Genel Kurulu’na gönderilmeli ve yasallaştırılmalıdır.
• Birinci Derecede Askeri Yasak Bölgelerin kapsamı, Irak ve Suriye sınırlarının bazı bölgelerinde, terör örgütlerine yönelik operasyonlar ve alınacak güvenlik önlemleri için yaygınlaştırılmalıdır.
Bu uyarılar üzerine AKP, Akdeniz’de angajmanı askere devretmek zorunda kalmıştı!
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu, Güney Kıbrıs kaynaklı gerilimle ilgili, “Angajman kuralları Başbakanlık tarafından Genelkurmay Başkanlığına, Genelkurmay da Deniz Kuvvetleri Komutanlığına devredilmiş durumdadır. Biz bu konuda herhangi bir durumla karşılaştığımız takdirde verilen angajman kuralları çerçevesinde hareket edeceğimiz açıktır” ifadelerini kullanmıştı. Doğu Akdeniz’de düzenlenen Mavi Balina-2014 Tatbikatı sırasında gazetecilere açıklamalarda bulunan Bostanoğlu, Deniz Kuvvetleri olarak Doğu Akdeniz başta olmak üzere çevre denizlerde meydana gelen tüm gelişmeleri yakından ve büyük bir hassasiyetle takip ettiklerini açıklamıştı. “Doğu Akdeniz’de Yunan veya İsrail savaş gemilerinin karşı karşıya gelmesi durumunda hangi angajman kurallarının uygulanacağının?” sorulması üzerine Bostanoğlu’nun: “Bize verilen angajman kuralları çerçevesinde hareket edeceğimiz açıktır. Ve TSK ülke çıkarlarımızı koruma konusunda kararlı ve hazırlıklıdır!” anlamındaki yanıtı yüreklerimizi ferahlatmıştı.
Genelkurmay brifingi Hükümete geri adım attırmıştı!
Bakanlar Kurulu’nda görüşülen ve Meclis’e gönderilmesine karar verilen güvenlik paketi, başbakanlığa 150 metre mesafedeki Meclis’e neden çok geç ulaşmıştı?
6-7 Ekim’de patlak veren Kobani olaylarından hareketle, ‘şiddet riski’ oluşturduğu gerekçesiyle kolluk güçlerine toplumsal olayları bastırmak için yeni olanaklar sunmak ve Jandarma’yı TSK bünyesinden ayırarak hükümete bağlamak için hazırlandığı açıklanan güvenlik paketinden bir hafta boyunca haber alınamamıştı. 3 Kasım’daki Bakanlar Kurulu toplantısından sonra Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, “İçişleri Bakanımız tarafından, kapsamlı bir iç güvenlik reformu üzerindeki çalışmalar bitirildi. Bugün tartışıldı, imzaya açıldı ve TBMM’ye gönderilmek üzere karar alındı” açıklamasını yapmıştı. Kulislerde, paketin neden Meclis’e çok geç sevk edildiği sorusuna cevap aranırken, şüpheler Genelkurmay’da gerçekleşen toplantıda yoğunlaşmıştı. Pakete, TSK’nın birçok yönden itiraz ettiği daha önce de basına yansımıştı. Ancak ilgili toplantıda askerin bütün itirazlarını masaya koyduğu ve bu nedenle de Davutoğlu’nun paketi yeniden gözden geçirmek zorunda kaldığı konuşulmaktaydı.
Korkak Kahramanların: “Zevahiri Kurtarma” Kolaycılığı!
“Zevahiri kurtarmak”, görünüp açığa çıkan ayıpları kapatmak; gizli ve kirli rezaletlerin devam etmesine göz yumup, aşikâr olan (dışa vuran) yüz kızartıcı durumlarına kılıf uydurmak ve başka bahaneler bulmak anlamında kullanılır. Böylece suçlu korkaklar zorbalıkla “günah keçileri” bulmayı bir kurtuluş yolu saymaktadır. Bunun en çarpıcı örneği Yusuf Suresinde anlatılmaktadır. Kendi hanımının evlatlık edindikleri Hz. Yusuf’a şehvetle sarkıntılık ettiğini fark etmesine rağmen Mısır Azizi (Veziri-Bakanı): “(Ey) Yusuf, sen bundan (bu kadından ve bu olaydan) uzak dur (ve unut) dedi. (Karısına ise) Sen de bu günahın sebebiyle (benden) özür) bağışlanma dile… (böylece olay kapansın. Hz. Yusuf da, bu suçu işlemiş gibi zindana atılsın ki, herkes öyle sanıp şerefimiz kurtarılsın…)” (Yusuf: 29)
Kendi aile şerefini ve siyasi mevkiini korumak için masum bir insanın işlemediğini bildiği bir suçla karalanıp zindanlarda çürümesine razı olmak… Evet yozlaşmış siyaset ortamında, saray hayatında ve yüksek bürokrasi dünyasında; her türlü haksızlık, ahlaksızlık, şehvettaparlık, hırsızlık ve vurdumduymazlık gibi çirkin davranışlar, dışa sızmamak ve ayıplanır konuma kaymamak şartıyla mübah (doğal ve normal) sayılmaktadır. Gerçi Kur’an Hz. Yusuf dönemindeki Mısır Kralına Firavun yerine “Melik” tabirini kullanmakta ve bir farklılığı dikkatlerimize sunmaktadır. Bu Mısır Melik’i, mü’min ve müstakim birisi olmasa, sistemi İslami ve adil olmasa da; liyakat ve ehliyet şartlarını gözetip değerlendiren, iz’an ve insaf sahibi birisi olduğu anlaşılmaktadır. “…Yoksa Melik’in Dininde (düzenine, hukuk kaidelerine göre) kardeşini (yanında) alıkoyamazdı…” (Yusuf: 76) ayeti de zaten Melik’in Hz. Yusuf’un tebliğ ve temsil ettiği Hak dinden farklı ve aykırı bir dine ve düzene sahip bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Cemaat-Hükümet kapışması aslında “zevahiri kurtarma ve birbirlerini suçlayıp kendilerini aklama” telaşıdır!
Bakınız Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, Cemaati Fetullah Gülen’in kurmadığını belirterek, Hükümet-Cemaat kavgasına ilişkin çelişkili iddialar ortaya atmıştı: “Bu yapıyı Gülen kurmadı, yöneten de o değil.. O vitrindeki adam.. Beyaz Saray sözcüsü, açıklamanın içeriğini oluşturmada ne kadar etkili ise Hoca efendinin bu yapının yönetimindeki etkisi de o kadar!” diyen Abdurrahman Dilipak, “Cemaat denen yapının asıl misyonu”nu ise şöyle aktarmıştı:
“Tek sorun(un Cemaatin) paralel bir devlet hevesi olduğu sanılmamalıdır. Aslında Global gerçek, (yani Siyonizm hâkimiyeti) paralel bir din algısı üzerine kurulmuş (bulunmaktadır). İsrail’in varlık ve güvenliği, Batı değerler sisteminin, batılı kavram ve kurumların içine sıkıştırılmıştır. Batı için tehdit oluşturmayan; bireysel planda vicdanlara, toplumsal planda mabetlere hapsedilmiş, Hıristiyanlığın yedeğinde, paralelin (Cemaatin) yeni bir din algısını İslam dünyasına yaymayı amaçlayan evrensel bir misyonerlik faaliyeti vardır ve ABD ve NATO’nun askeri ve stratejik planlarına karşı risk oluşturmayan bir İslam dünyası (amaçlanmıştır).” Ayrıca; “Gülen Cemaati’nin AKP ve İHH gibi kuruluşları kendi önlerinde bir engel gibi gördüğü için bu kurumlara saldırdığını” ileri süren Abdurrahman Dilipak, Hükümet-Cemaat savaşının da hangi olayla başladığına dair şu iddialarda bulunmaktaydı: “Oysa daha önce AKP’yi, kendi yapılanmaları içinde işin siyasi ayağını örgütlemeleri düşüncesi ile destekliyorlardı. BOP paralel yapının siyasi ayağını oluşturacaktı” diyen Dilipak’a hatırlatmak lazımdı; Ya hu, bu BOP denen Siyonist projenin eşbaşkanı da Sn. Recep Tayyip Erdoğan’dı!?
“Tek bir cemaat yok. Cemaat de kendi içinde tek tip değil. Bu süreçte birçok cemaat yapısına sızıldı. Hemen her cemaat içinde iltisaklı kişiler var. Bazılarında yönetim tamamen onlarda, bazılarında ise çok etkin konumdalar. The Cemaat’a gelince tepede seküler tipler çok daha etkin pozisyondadır. Kripto tipler, para, siyaset ve bürokrasi, istihbarat, uluslararası ilişkiler, Media ile ilgili kişiler büyük ölçüde seküler karakterler(den oluşmaktadır). Halka yaklaştıkça daha dindar ve vatansever tipler öne çıkarılmıştır. Onların da bir kısmı lobici ya da PR/Halkla ilişkiler uzmanıdır. Dini mesajlar veren, Türkçe Olimpiyatları ile toplumu gaza getiren, Türkiye’yi dünyaya açıyoruz diye kampanya yürüten tipler (bunlardır). Cemaatin öteki yüzünü fark edenler hemen tasfiye edilip (atılmaktadır). Önce, kripto ilişkilerin yoğun olduğu ortamlardan uzaklaştırılır, etkisizleştirilmeye, başarısızlığa mahkum edilmeye çalışılır, sonra da ipi çekilir (ve Cemaatle bağları koparılır). Cemaatin liberalleri de vardır. Onlar herkese şirin görünmek için kullanılır. Batılılarla temaslarda onlar vitrine çıkarılır” diyen Sn. Abdurrahman Dilipak, Cemaatle ilgili gerçekten doğru tespitler yapmaktaydı, ama aynı zamanda AKP’nin de hangi odaklarca ve hangi amaçlar doğrultusunda kurulup kullanıldığını ve nasıl yapılandığını da açığa vurmaktaydı. Daha önce Vatikan’a gidip “Haçlı Papalık Misyonunun aciz ve samimi bir parçası” olduğunu açıklayıp içini dışa vuran Fetullah Gülen’le şimdi “Kutsiyetpenahı” saydığı yani kutsal kurtarıcılığına sığındığı Papa’yı Aksaray’da ağırlama şerefine nail olan Sn. Recep T. Erdoğan arsında ne fark bulunmaktaydı?
Aydın Doğan-Fetullah Hoca kardeşliğinin perde arkası
3.5 milyar dolarlık vergi cezası korkutması sonrasında Aydın Doğan, AKP iktidarı ne istedi ise yapmıştı. Oktay Ekşi, Rahmi Turan, Emin Çölaşan, Soner Yalçın, Yılmaz Özdil, Bekir Coşkun, Cüneyt Ülsever gibi yazarları atmıştı. En önemlisi kızı Arzuhan’ı “Akil adam” yazdırmıştı. Söyleyin bu tablo teslim olmak değil midir? Peki bütün bunları yapan Aydın Doğan niye hala Fetullah Gülen tarafındaydı. İşte CNN Türk’te, her akşam bir Fetullahçı ağırlanmaktaydı. Keza bütün Doğan Medyasında Cemaat’e karşı bir tavır alınmamıştı.
-Kanal D’nin tepe ismi İrfan Şahin eski polistir ve Pensilvanya’ya derin bir muhabbeti vardır.
-CNN-Türk’ün tepe ismi Ferhat Boratav Pensilvanya’ya gidip yüz sürme şerefine ulaşmıştır.
-Damat Ali Sabancı Pensilvanya’nın gözdelerinden sayılmaktadır.
Çünkü çoğu bedava dağıtılan Zaman’ı Aydın Doğan dağıtıyor ki nerede ise her alanda faaliyet yapan Cemaat’in dağıtım şirketi kurmayıp Aydın Doğan’a ödeme yapması anlamlıydı. Ayrıca Cemaat’in yargıdaki elemanları aldıkları emir gereği Aydın Doğan’a sıcaktır ve Doğan Gurubu bunlardan yararlanmaktadır. Üçüncü ve asıl neden Cemaat ile Aydın Doğan’ın (ve tabi Erdoğan ve iktidarının) aynı küresel iradenin güdümünde olmalarıdır.
ABD “Pelsilvanya şantajı” ile AKP’yi elinde tutuyordu: İşte ABD ile yapılan gizli ‘Gülen’ pazarlığı!
AKP hükümeti Pensilvanya’da yaşayan Fetullah Gülen’in iadesi için ABD ile pazarlık yapmaktaydı. Ancak bütün çabalarına rağmen hala ABD’den olumlu bir yanıt alınamamıştı! AKP’nin, ABD yönetimi ile Fetullah Gülen konusunda “gizli bir pazarlık” yürüttüğü anlaşılmıştı. Özellikle, ABD Başkanı Barack Obama’nın Irak ve Şam İslam Devleti Örgütü (IŞİD) ile mücadele stratejisini açıkladıktan sonra AKP’nin kapısını çalmasıyla birlikte AKP hem doğrudan hem de arka kapı diplomasisini kullanıp, Gülen’in iadesi için girişimler başlatmıştı. Ancak, ABD yönetimi, bu konunun “resmi müzakere maddesi” olmasına karşı çıkınca, Erdoğan’ın arzuları havada kalmıştı. AKP’nin Gülen için girişimleri, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden yaklaşık altı ay önce başlatılmıştı. Gerek siyasi gerekse diplomatik kanallar aracılığı ile konu gündeme getirilmesine karşın, Washington yönetimi bu konuda adım atmayıp, Gülen’in korunup kollanacağına ilişkin mesajları da Ankara’ya ulaştırmıştı.
Ancak, IŞİD konusunun ısınmaya başlaması ile birlikte AKP hükümeti, Gülen konusunu bu kez, şantaj olarak ve “sessiz sedasız” bir şekilde ABD yönetiminin önüne koymuşlardı. IŞİD’e karşı yapılacak işbirliği için Türkiye’nin gayrı resmi koşullarından birisi olarak Gülen’in iadesi gündeme taşınmıştı. Türkiye ile ABD arasında 12 Eylül Darbesi’nden hemen sonra, 1980 yılında imzalanmış uzun bir ‘Suçluların İadesi Anlaşması’ bulmaktaydı. Hem Türkiye hem de ABD yasalarına göre; “asgari haddi bir yılı aşan süreyle hürriyeti bağlayıcı bir cezayı veya daha ağır bir cezayı gerektiren suçlar” iade talebi kapsamındaydı. Bu maddeye göre “darbeye teşebbüs” bir yılı aşan ağır bir cezayı gerektirdiği için, Gülen’in iadesi istenebilir durumdaydı. Ancak anlaşmanın 3. Maddesi, iade talebinin reddedilmesine ilişkin düzenlemeleri vardı. Buna göre, talebe konu suç; siyasi nitelikte ise veya siyasi suçlarla irtibatlı ise iade söz konusu olamayacaktı.
Gümrük ve Ticaret Bakanı Canikli’nin itirafı: Kobani diretmesinin amacı Büyük Kürdistan’ı kurmaktır!
AKP’li Gümrük ve Ticaret Bakanı Nurettin Canikli, bölgede egemenlik mücadelesi veren güçlerin PKK üzerinden terörü harekete geçirdiklerini açıklamıştı. TGRT’de gündemi değerlendiren Canikli, Ayn El Arap (Kobani) konusunda: “Kobani diretmesi bilinçli bir dizayndır ve kendi menfaatlerine Türkiye’nin de hizmet etmesi arzulanmıştır. 1. Dünya Savaşı sonrası bölgeyi şekillendirenler ile bugün birileri o rolü devralmıştır. Haritalar yeniden çizilmek üzere, kendi amaçları doğrultusunda PKK’yı destekleyerek, belki sözler vererek, uzun vadeli amaçları için terör tırmandırılmaktadır. 6-7 Eylül olayları ve Kobani ısrarı bunların planıdır. Üst akıl ülkeleri, Ortadoğu’yu daha yönetilebilir olması için parçalamaktadır. 1914 dizaynına yeni şekil verilmesi amaçlanmıştır, buna çalışılmaktadır. Suriye, Irak ve Türkiye’den parçalarla ‘Büyük Kürdistan’ kurulacaktır!” diyerek sızlanmaktaydı. İyi de be adam ve Bakan, Sn. Cumhurbaşkanınız yıllarca bölgemizi parçalama amaçlı BOP’un eşbaşkanlığını (kâhyalığını) yapmadı mı? Şu anda aynı Kürdistan projesinin alt yapısı olan çözüm sürecinde APO’yu sizin muhatabınız ve müzakere ortağınız yapan hangi odaklardı? PYD’yi meşru sayan ve kışkırtan ABD ve AB sizin de “üst akılınız”dı!..
PKK itirafçısı Rıdvan Şener şunları anlatmıştı: Diyarbakır DGM’de verdiği ifadede, “Kandil Dağı’ndaki Kortek Kampı’na 28 Aralık 2006 günü 3 adet zırhlı paletli Amerikan askeri aracı geldi. Araçlar, Süleymaniye tarafından sadece paletli arazi araçlarının geçebileceği yerden geldi. ABD’li askerlere ait olan bu araçlar kamp alanına ulaştığında 100’er adet M-16 marka Amerikan piyade tüfeği bulunan 3 adet sandık bıraktılar. Silahların tümünde dürbün ve bomba atar takılıydı. Bizzat elime alarak kontrol ettim. Araçlardaki şahıslar ise askerî üniformalı, siyah gözlüklü, kafalarında kask vardı. 6 Amerikan askeri kampa gelmişti. Hepsinin üniformasında ABD bayrağı vardı. Askerlerden 4’ü sandıkları alana indirdi. Sonra araçların başında beklediler. 2’si, PKK yönetiminin bulunduğu taştan örülü, üstü naylonla kapalı barakaya giderek Hakkâri bağımsız milletvekili adayı Hatem İke’nin kardeşi olan sözde PKK Tabur Komutanı Kawa ve Şıvan kod adlı teröristle 10 dakika görüşüp tekrar araçlarla geldikleri istikamete geri döndüler. Amerikalılar gidince Kawa kod adlı terörist komutan bizleri alana toplayarak gelen araçlardaki şahısların Amerikalı olduğunu, gördüğümüz araçları ve şahısları kimseye anlatmamamız yönünde bizi uyardı. Kampa getirilen silahların bir kısmı üst düzey yöneticilere, kalan kısmı İran’a karşı savaşan PJAK’a gönderildi.”
Bu PKK’lı itirafçının anlattıkları gerçekleri yansıtmaktaydı ve stratejik ortağımız ABD’nin Çekiç Güç eliyle PKK’ya yaptığı yardımlar unutulmamıştı. PKK’nın Kürdistan Ulusal Kongresi 2002’de Ocak ayında Brüksel’de Amerika’nın desteğiyle toplanmıştı. Yıllardır maddi ve manevi mücadele ettiğimiz terör örgütüne, stratejik ortağımız ABD destek veriyordu ve Batılı ülkeler PKK’ya serbest çalışma imkânları sağlıyordu. Avrupa Birliği, PKK adını KADEK olarak değiştirinceye kadar onu terör listesine koymamıştı. PKK, KADEK adını alınca bu kez de, KADEK terör örgütleri listesine alınmamıştı. Bunları görmemek için kör olmak lazımdı. Boynumuza ip geçirmeye çalışan Avrupa Birliği’ne girebilmek için mücadele etmek, nasıl bir akıldı? Kobani’yi bahane ederek ortalığı yakan yıkanlar, yağmalayanlar ve tereddütsüz onlarca cana kıyanlar bunların müzakere ortağıydı![1]
PYD’nin; “Batı artık bizi terörist listesinden çıkardı!” itirafı!
Suriye PKK’sı olan PYD Eşbaşkanı Salih Müslim, Batılı ülkelerin artık kendilerini terörist saymadıklarını belirterek, “Amerikalılar ve İngilizler ile yüzyüze oturup görüştük” itirafında bulunmuşlardı. Müslim, Avrupa Parlamentosu’nda gayrı resmi Kürt dostluk grubunun düzenlediği “IŞİD’in Kobani saldırısı ve bölgeye etkileri” konulu konferansta konuşurken, “daha önceleri kendilerini “terörist” olarak görüp muhatap almayan Batılı ülkelerin tavrının IŞİD’in Kobani saldırılarıyla birlikte resmen değiştiğini, artık terör örgütü olarak görülmediklerini” açıklamıştı.
Sn. Recep Erdoğan’a göre “PYD PKK’nın aynısı” ise, kendilerinin hala PYD’yi meşru özgürlük savaşçıları gören ABD ve AB ile stratejik ortaklığı acaba bilgisizce bir gafleti mi, yoksa bilinçli bir hıyaneti mi yansıtmaktaydı? Daha düne kadar Zaman Yazarı ve Fetullah yalakası olan Ermeni vatandaşımız Etyen Mahçupyan şimdi Ahmet Davutoğlu’nun danışmanlığına atanmış ve Ermeni Haber Ajansı’na verdiği demeçte: “Yeni Türkiye’nin inşasında yardımcı olacağını” açıklamıştı.
[1]İshak Beyazay / Milli Gazete / 23.11.2014
CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
AKGÜLÜMÜZ!.. (ŞİİR)
DEVLET VE HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN VE DİĞER İLGİLİLERİN DİKKATİNE!..
Erbakan Hocamızdan sonra, Milli Görüşçüler deneme-fitneden geçirilmektedirler! Milli Görüşçülerin imtihanı: Erbakan Hocamızın arkasından, izini takip…
Milli Çözüm Hakka çağırandır! İçinizden (insanları Hakka ve) hayra davet edecek, (ve bunun sonunda elde edecekleri devlet ve…
Allah islam’ın zaferini neden geciktirir? 1-Hakikat ve menfaat ehlinin ayrılıp seçilmesi için (Tevbe-42, Ankebut 1-6)…
Erbakan ve Üstad Ahmet Akgül Hocamız yarım asırdır bu millete ve milli vicdanlı devlet yetkililerimize…
Milli Çözüm Ekibinin ve Üstad Ahmet Akgül’ün olgunlaştırıp tamamladığı ve farklı dillere tercüme edip yayımladığı…
NANKÖRE, VEFASIZA TÜH!.. Yıllarca sohbetinde bulunup Makam görünce, kaçana tüh!.. Zorda kalınca yanına koşup Kolay…
TEK ÇÖZÜM... Makalede iktidar ve muhalefetten bütün partilerin ve destekçilerinin ayarı ortaya çok net şekilde…
...Abdullah Gül’ün ortak aday olarak desteklenmesini öneren Cumhuriyet gazetesi ve yazarları, hangi odakların borazanı ise,…
Ağızlar hayır, gönüller hakka bayır Uyardık niceler hıyanette, duydu sağır Parti işgal edilmiş, ciğer yanıyor…
Son imtihandan kalanlara... İşine gelmeyince çamura yatanlara Risk almadan kahramanlık taslayanlara Plan yapıp çelme takmaya…