YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6646f08fefef3
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 9 4
Bugün : 4946
Dün : 26618
Bu ay : 347136
Geçen ay : 737322
Toplam : 23863422
IP'niz : 3.146.255.113

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

AKP Mukadder akıbetine mi kaymaktaydı?

Dış Güçler ve masonik merkezler, işbirlikçilerini iktidara taşırken; o ülkedeki muhalefeti de, iktidarın işlerini kolaylaştıracak şekilde kendileri belirlerdi. Kof ideolojik slogan ve saldırılarla iktidarla muhalefet, güya çekişiyor görünüp halkı oyalayıp avuturken, aslında paslaşmak suretiyle aynı odaklara hizmet ederlerdi. Bu tedbir yetmezdi; iktidarı dizayn ve disiplinize etmek üzere FETÖ gibi CIA örgütlü cemaatleri de bir emniyet supabı cinsinden iktidara monte ediverirlerdi. Zaman gelir ve şartlar öyle gerektirir de, sömürü çarkı arabalarının atlarını değiştirmek icap ettiğinde de, işbirlikçi iktidarı ve BAŞKAN’ı dengelemek ve dizginlemek üzere, kendi partisini ikiye böler, böylece güçlenip kontrolden çıkmasını önlerlerdi… Şimdi AKP’deki çatlak sesleri ve yeni parti kurma heveslerini de işte böyle okumak gerekirdi.

AKP’de fırsat fareleri, firar etmeye mi hazırlanmaktaydı?

AKP Milletvekili Şamil Tayyar‘ın Twitter hesabından yapılan paylaşımlarda “artık yokum” mesajı kafaları karıştırmış ve “fırsatçı fareler, firar etmeye hazırlanıyor” yorumlarına yol açmıştı. “FETÖ halen iş başında, herkes kör ve sağır, mücadele raydan çıktı, AKP eliyle AKP’nin altı oyuluyor, yazıklar olsun” denilen Tweet’in ardından bir sonraki paylaşımında ise “Pes ettim, artık yokum” ifadeleri kullanılmıştı. Şamil Tayyar’ın söz konusu paylaşımları yeni tartışmalar başlatmış ve “istifa mı ediyor” sorusunu gündeme taşımıştı.

Evet, hainler iflah olmayacaktı!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 14 Temmuz 2001 tarihinde AKP’yi kurarak yola çıkarken yanında olan isimlerden Bülent Arınç ve Abdullah Gül gibileri AKP’ye katılım töreninde yoklardı. Eski Başbakanlardan Ahmet Davutoğlu ise salondaydı. Cumhurbaşkanı salona girince Davutoğlu ile tokalaştı. Ama o fotoğraf karesinde 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bulunmaması dikkatlerden kaçmamıştı. Erdoğan, 16 Nisan sonrasında hayır cephesinin Cumhurbaşkanı adayı ve yeni parti kurma çalışmaları yapıyor gibi spekülasyonlara konu olan Abdullah Gül’e ilk kez mesaj yollamıştı. “Bu ağır yükü çekemeyenleri, onları ademe mahkûm ediyor, (yani yok sayıyor) değerlendirmesini milletimize bırakıyoruz” dedikten sonra: “Bugüne kadar bu davaya, bu partiye sırtını dönüp de iflah olan kimse görmedim” buyurmuşlardı. Evet, şimdiye kadar, Abdullah Gül konusunda en ufak bir imada dahi bulunmayan Erdoğan, ilk kez böyle bir konuşma yapmış, bir anlamda açıkça meydan okumuşlardı. İşte bu noktada bir hatırlatmamız olacaktı: “Dış güçlerin projesi, İsrail ve Batı işbirlikçisi AKP’ye hıyanet edenler bile iflah olmayacaklarsa, acaba Milli Görüş davasına, Erbakan Hocasına ve İslam Dünyasının diriliş programlarına hıyanet edenler nasıl bir akıbete uğrayacaklardı?!

KONDA’dan referandum sonuçları analizi: “açıklanamayan durum!” muamması

%2’ye yakın “geçersiz oy”un izahı yapılamamıştır!

Türkiye’nin en köklü kamuoyu araştırması kurumlarından KONDA’nın 16 Nisan referandumuna dair yayınladığı raporda ilginç tespitler yer almıştı. Sandık sonuçları üzerinden hazırlanan raporda özellikle geçersiz oylar konusunda KONDA analistleri “açıklayamadığımız bir durum var” demesi dikkatlerden kaçmamıştı. Raporda şu tespitler yer almıştı: “16 Nisan halkoylamasında yurtiçinde yüzde 1,8 oranında geçersiz oy kullanılmıştır. Öncelikle seçimler ve halkoylamaları tarihimizde geçersiz oyların oranlarının (bu sonuçlarla) bir örüntü (irtibat ve bağlantı) içermediğini ve bu örüntü eksikliğini sanıldığı gibi seçmenin eğitimsizliği, oyu, partiyi veya adayı karıştırması gibi nedenlerin açıklayamayacağını not etmek gerekiyor… Eğer seçmenin eğitimsizliği ile geçersiz oylar arasında iddia edildiği gibi doğrudan bir ilişki olsaydı, ülkede eğitim seviyesi yıllar içinde kademeli olarak ve ciddi biçimde arttıkça geçersiz oy oranlarının sistematik biçimde azalıyor olması gerekirdi. Fakat geçersiz oyların oranlarında böylesi bir sistematik değişim değildir ve bir bakıma tutarsız dalgalanmalar görülmektedir… Aksine geçersiz oyların en azından büyükçe bir kısmının ‘protesto oyu’ olduğu veya bilinçli olarak geçersiz olarak işaretlendiği söylenebilir, ya da bu örüntüsüzlükten bu yorum üretilebilir. Ama 16 Nisan halkoylamasının geçersiz oylarının dağılımına bakıldığında ilginç bir durum da dikkati çekmektedir. Geçersiz oyların en düşük olduğu iller genellikle batı illeriyken, en yüksek geçersiz oyun olduğu illerin tümü ‘hayır’ oylarının ağırlıklı olduğu Kürtlerin çoğunlukta olduğu illerde görülmektedir…

Bu illerin gerek güvenlik politikalarının ve OHAL uygulandığı, gerekse de son yıldaki terör eylemlerinin yaşandığı iller olduğu dikkati çekmektedir. Bu illerdeki geçersiz oy yüksekliğinin ne kadarının bilinçli bir protesto sonucu olduğu ne kadarının sandık kurullarının insiyatifleriyle oluştuğunu kestirmek güç olsa da özel olarak odaklanılması gereken sandıkların olduğu iller olduğu da açıktır… Hele geçersiz oyların ilçe bazında dağılımına ve örüntüsüne bakıldığında daha da ilginç bir nokta ortaya çıkmaktadır: Orta Anadolu/Karadeniz’de bir coğrafyanın tüm ilçelerinde geçersiz oy oranlarının ülke ortalamasının en altında olduğu görülmektedir. Bu ilçelerde ‘evet’ oyları çok büyük çoğunlukla baskındır ve açıklayamadığımız bir durum ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan Doğu ve Güneydoğu’daki ilçelerin büyük çoğunluğunda ise geçersiz oy oranları ülke ortalamasından çok yüksek seviyededir ve bu ilçelerde de ‘hayır’ oyları ağırlıktadır.[1]

Bakınız AKP yandaş medyasında birçok köşe yazarı ve yorumcuların karıştığı sinsi ve derin bir çatışma yaşanmaktaydı. Bu çatışmanın nedenleri ve gerekçeleri çok açık olmasa da, bir ayrışmaya doğru kayıldığı açıktı. Hatırlayınız: Referandum öncesi partinin bazı önde gelen isimleri “gizli hayırcı” olmakla suçlanmış, özellikle iki isim Abdullah Gül ve Bülent Arınç hedef alınmıştı. Abdullah Gül’ü AKP’de bir kesimin Tayyip Erdoğan’ın iktidarına potansiyel bir rakip tehlike olarak gördükleri de anlaşılmaktaydı. AKP içinde geçen Cumhurbaşkanı seçiminde adaylığını koymamış olan Abdullah Gül’ün 2019’da aday olmasını, üstelik Tayyip Erdoğan’ın karşısına çıkmasını hem destekleyen hem eleştiren kesimler vardı. Hatta AKP dışında da, Erdoğan’ın karşısına çıkabilecek ve geniş bir desteği olabilecek bir aday olarak Abdullah Gül öne çıkarılmaktaydı. Öyle ki Abdullah Gül’ü ve AKP’den ayrılacak Milletvekillerini Saadet Partisine katma, böylece Milli Görüş’ün son adresi SP’yi de ele geçirip kökünü kurutma hesapları bile yapılmaktaydı. Ve maalesef, Milli Görüş’ün yeniden şahlanışından ve Adil Düzen iktidarından tamamen umudunu kesen bazı SP teşkilatları da bu işgale çoktan hazırdı.

Ancak seçime iki yıldan daha fazla bir zaman varken AKP içindeki çatışmanın sadece Abdullah Gül konusunda olmadığı da açıktı. Erdoğan’la Gül’ün siyasi bir farklılıkları olmadığına göre AKP içindeki çatışma alanlarının yeni dönemde alınacak pozisyonlarla ilgili olduğu anlaşılmaktaydı. “Tayyip Erdoğan’ın tekrar AKP genel başkanlığına seçileceği kongrede yönetimdeki diğer değişiklikleri de Erdoğan yapacak ve büyük olasılıkla AKP’yi 2019’a bu kadro taşıyacaktı. Şu anda çatışan tarafların bütün eski hesapları da bu arada görmeye kalkışmaları, kongrede önemli değişiklikler bekledikleri anlamına yorumlanmaktaydı. Bu kongreden sonra Binali Yıldırım başbakan olmaya devam etse de, 2019’un “ikinci adam”ının 21 Mayıs’ta ortaya çıkması ve partideki bütün operasyonların başında o ismin olması büyük olasılıktı” saptamaları üzerinde durmak lazımdı.

“Usta teşkilatçı…” Erdoğan; Belediye ve Parti teşkilatlarında “temizlik ve kan tazeleme” başlatacakmış! Sanki mevcut kadroları atayanlar başkasıymış!..

Referandum sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nda neler konuşulduğu belirginleşmeye başlamıştı. Abdülkadir Selvi bu kararları okurlarıyla paylaşmıştı. Ona göre Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimlerin belirlenen tarihte, yani 2019 yılında yapılmasından yanaydı. Sn. Erdoğan yol haritasını şöyle açıklamıştı:

2017 yılı, teşkilat ve belediyelerin değişim ve düzenleme yılı olacaktı… 2018 ülkeyi her anlamda şaha kaldıracak icraat yılı olacaktı… 2019 ise hem icraat hem de seçim yılı olacaktı!..

Bu konuşulanlara bakıp: “AKP’nin teşkilat ve belediyelerini kapsayacak çok büyük bir “temizlik operasyonu” geliyor.” diyen yandaş yazarları haklıydı. Hatta Ankara’dan bazı isimlerle görüşüp, yapılacak temizliğin boyutlarını öğrenmeye çalışan yandaş yazar, öğrenebildiklerini şöyle paylaşmıştı:

Sanıldığının aksine kabinede çok büyük bir revizyon beklenmiyormuş… Henüz görev süresi olarak bir yılı doldurmayan pek çok Bakanın yerinde kalacağı tahmin ediliyormuş… İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Kalkınma Bakanı Lütfü Elvan, Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, Enerji Bakanı Berat Albayrak ve Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’ın görevlerine devam edeceklerine kesin gözüyle bakılıyormuş… Nurettin Canikli, Tuğrul Türkeş, Mevlüt Çavuşoğlu gibi partinin ağır topları da görevlerine devam edecek isimler arasında bulunuyormuş… Bunlara karşılık 1 Kasım’da Erdoğan’ın isteği üzerine ismi Milletvekili listesine yazılan Ali Babacan yeniden ekonominin dümenine oturtulacağı bekleniyormuş… Bu durumda Mehmet Şimşek ve Nihat Zeybekçi’nin üzerinin çizilebileceği konuşuluyormuş. Ayrıca Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz. Meclis Başkanlığı dahil her görevde bulanan Yılmaz’ın yerine başka bir ismin getirileceği söyleniyormuş…

Belediye ve teşkilatlardaki temizlik ise çok daha büyük önem arz ediyormuş… Zira, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda şu keskin talimatları buyurmuş:

“Belediye başkanlıklarını tek tek değerlendirin. Sonuçlara olumsuz etkisi olan belediye başkanlarını alın, yerine belediye meclisinden birini seçin. Belediye meclisinden seçilen arkadaş başarılı olursa 2019’da onu aday gösteririz… İl başkanlarından yorulanları, heyecanını kaybedenleri, sahada çalışmayanları belirleyin, kongre sürecinde değiştirin. Bize sahada heyecanla çalışacak İl başkanları lazım.”

Bu süreçte hem FETÖ ile içli dışlı görülen, hem de yaptığı yanlış icraatlarla halkın gözünden düşen bazı Belediye Başkanlarının istifa etmesi dayatılacakmış… Buna yanaşmayan olursa, İçişleri Bakanlığı devreye girecek ve görevden alınmalar başlayacakmış… Hemen akabinde, Belediye Meclisi’nde seçilecek koltuğa oturtulacakmış… İstanbul, Bursa ve Sakarya Merkez, Afyonkarahisar, Kayseri, Amasya, Düzce ilk müdahale edilecek olan belediyeler arasındaymış… İstanbul’da büyük düşüş yaşayan Fatih, Eyüp, Üsküdar, Sancaktepe, Küçükçekmece ve Beyoğlu gibi belediyeler de bu kapsama alınacakmış… Aynı durum Ankara Büyükşehir Belediyesi için geçerli olmasa da bazı ilçeler için de uygulanacakmış… Ve Kocaeli’nin Darıca başta olmak üzere bazı ilçe belediyeleri de buna katılacakmış…

Teşkilatlarda ise tam anlamıyla bir savrulma yaşanacakmış…

Çünkü teşkilatçılıktan gelen Erdoğan, teşkilatlara özel bir önemle yaklaşmaktaymış… FETÖ ile mücadele konusunda yeterli kadar çaba harcamayan, referandum döneminde sönük kalan, il ve ilçelerinde büyük düşüş yaşanmasına sebep olan teşkilat başkanlarının gönderilmesine de kesin gözüyle bakılmaktaymış.[2] İyi de bütün bunlar AKP’den ayrılıp yeni parti kurmak isteyenlerin işini kolaylaştırmaz ve onlara gerekçe sunmaz mıydı?

“İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş 15 Temmuz yaşandığında Türkiye’de değil, Amerika’daymış… Aslında daha önce planlanmış bir resmi görevle gitmişti ama darbe gecesinden önce bu iş tamamlanmıştı; ancak Kadir Topbaş bir gün öncesine bileti olduğu halde dönmeyip Amerika’da kalmıştı. Topbaş’ın bileti Cuma akşamına alınmıştı, ama ne olduysa son anda iptal edilerek bilet tarihi Cumartesi’ye aktarılmıştı. Cumartesi geldiğinde biletin bir kere daha iptal edilmesi ve uçuş hattının değiştirilmesi ise kuşkuları iyice artırmıştı. Topbaş Amerika’dan direk gelmek yerine önce Frankfurt’a geçmiş, sonra Türkiye’ye gelmiş bulunmaktaydı.” Bu biletleri alan ve iptal eden kişinin soyadı Çelikbilek olan Büyükşehir Belediyesi Özel Kalem Müdürü olmaktaydı. “Şimdi Recep T. Erdoğan’ın masasındaki bomba dosyanın içeriğine göre Kadir Topbaş’ın FETÖ’cülükten halen tutuklu olan damadın ailesinden Ahmet Kaymakçı Kadir Topbaş’ın oğlu Hüseyin Topbaş Pensilvanya’da, Fetullah Gülen’in kaldığı malikânenin hemen yanındaki parseli satın aldığını açıklamıştı!” bilgileri medyada dolaşmaktaydı.

Yeni “çözüm süreci” safsatası ve ABD dayatması!

Doğru 16 Nisan’da sandıklardan çıkan oyların Güneydoğu’nun PKK etkisinden sıyrılıverdiği ve yüzünü Ankara’ya çevirdiğini gösterdi yorumlarının haklılık payı vardı. Diyarbakır Milletvekili Altan Tan da, bu süreçte 1 milyona yakın HDP oyunun AKP’ye geçtiğini açıklamıştı. PKK ve HDP’nin kan kaybettiği bu tablo karşısında enteresan bir şekilde “devlete, mevcut politikasını değiştirmesi önerileri” gelmeye başlamıştı. AKP’nin içinden de olmak üzere siyaset ve medya çevrelerinden organize bir şekilde devlete, “Güvenlik politikalarına son verilmesi” ve “Kürt sorununun çözümü için harekete geçilmesi” çağrısı yapılmaktaydı. Bazıları utangaç bir şekilde, adını koymadan yeni bir “çözüm süreci”nin başlaması gerektiğini hatırlatmaktaydı. Üstelik televizyonlarda yeniden “uygulanan güvenlik politikalarının ne kadar yanlış ve zararlı” olduğunu anlatan programlar birden artmıştı. Entellerin Diyarbakır çıkarmaları ve Güneydoğu turları yine revaçtaydı. Siyasi çözüme her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız varmış!

“Avrupa DEAŞ ile mücadele ederken hiç kimse çıkıp da “DEAŞ ile siyasi çözüm bulalım” demezken, acaba Türkiye için DEAŞ’ın muadili olan PKK ile neden “siyasi çözüm” dayatılmaktaydı?” diyen Kurtuluş Tayiz’in sorusu bir kitap kadar anlamlıydı: “Evet; ABD ile AKP’nin senkron bozukluğunu gidermek için de yeni bir süreç başlatılmak isteniyordu. ABD, Suriye’de PYD ile “müttefiklik” düzeyinde ilişki kurarken haliyle burada Türkiye ile bir senkron sorunu yaşaması ahengi bozuyordu. Oysa Milli Türkiye, “ikinci İsrail”e müsaade etmeyeceğini her fırsatta dile getiriyordu. Kaldı ki, bu kararlılığını ABD himayesindeki PKK, PYD kamplarını vurarak pratikte de gösteriyordu.”

“Adı ne olursa olsun, illâ yeni bir süreç başlatılsın” diye başlayan analizler milleti iyice keriz yerine koymanın ve açıkça Amerika-İsrail uşaklığının bir göstergesi sayılmalıydı. Türkiye ilk kez PKK’yla gerçek anlamda mücadele etmeye başladığında, içeriden tuhaf şekilde “mevcut politikamızı değiştirelim, hiç işe yaramıyor” itirazları aslında, sahibinin sesi olan havlamalardı ve asla ciddiye alınmamalıydı.

“Batı’nın aklıyla yola çıkıldığında varılacak yer ülkenin bölünmesi ve dağılması olacaktı ve bu yeterince açıktı. Devletin tepesinde (ve özellikle komuta kademesinde) PKK’yı bitirme konusunda ilk kez müthiş bir senkron tutturulmuş durumdaydı. Bu duruş ABD’ye ters, Avrupa’ya ters elbette, farkındayız. Ama köprünün altından çok su aktı; “Hizmet hareketi” gibi “Kürt hareketi” hikâyesi de çökmüş bulunmaktaydı. PKK’nın kanlı hikâyesi artık Kürtlerin mazlumiyetinin arkasına sığmayacak kadar aşikârdı.” diyen sn. yazara şunu hatırlatmak lazımdı: Sn. Erdoğan’ın hangi maksatla iktidara ve şimdi BAŞKAN’lığa taşındığını, ABD’de tutuklu Rıza Zarraf ve Halk Bank Gn. Md. Yardımcısının hangi şantaj ve dayatmalara aracı eleman olarak kullanıldığını… Ve Trump’ın Referandum sonrası Sn. Erdoğan’ı arayıp kutlamasını “ve artık birlikte yapacakları çok önemli işler beklediğini” vurgulamasını doğru algılamadan, kimin hangi safta bulunduğunu anlamanın da imkânsız olduğunu artık idrak etmek zamanıydı. Niyetiniz halis, ameliniz salih ise böyle davranmalıydı.

TSK’nın Sincar ve Karaçok açıklaması bir kararlığı yansıtmaktaydı!

TSK’dan yapılan açıklamada Sincar ve Karaçok’a düzenlenen hava harekâtında onlarca teröristin öldürüldüğü açıklamıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri, Irak ve Suriye’de bulunan Sincar ve Karaçok bölgelerine yapılan hava saldırılarında toplamda 89 teröristin etkisiz bırakıldığını duyurması, kararlı ve tutarlı tavrını yansıtmaktaydı. Türk Silahlı Kuvvetleri, Sincar ve Karaçok’ta bulunan terör örgütü PKK’nın Suriye kolu PYD’nin hedeflerine operasyon yapmış, Sincar’da 40, Karaçok’ta ise 49 teröristin etkisiz hale getirildiğini duyurmuşlardı.[3]

TSK’nın bu cesaretli ve isabetli tavrı, Amerika ve Rusya tarafından kınanmış, hatta paniğe yol açmıştı. Bu çıkışlar, TSK’ya karşı duyulan gizli kuşku ve korkuları da açığa vurmaktaydı. Çünkü ABD ve Rusya, böylesi hücumlar karşısında, genellikle karşı atak başlatırdı, böylesine sızlanıp durmazlardı. Sn. Cumhurbaşkanının ve Dışişleri Bakanının “Biz bu operasyon öncesinde ABD ve Rus yetkilileri bilgilendirmiştik!” açıklamaları ise Milli vicdanımızı yaralamıştı. Yahu kendi varlığına ve çıkarlarına açıkça tehdit ve tehlike arz eden PKK ve türevlerine karşı bağımsız bir ülke olarak savunma ve susturma hakkımızı kullanmak için Amerika ve Rusya’dan izin almak zorunda mıydık? ABD Somali’ye asker yığarken, Rusya Kırım’ı ilhak ederken, yetmez her ikisi de Suriye ve Irak’ta PKK ve PYD’ye karargâhlar ve hava alanları kurarken bize mi danışmışlardı? Ve Sn. Cumhurbaşkanı; bu operasyonları ABD ve Rusya’ya bildirmek bizzat PKK’yı haberdar etmek anlamı taşımaz mıydı? ABD’ye yönelik “Müttefikiniz biz miyiz, yoksa PKK-PYD midir?” sorularınız, sadece halkımızın havasını almaya yönelik çıkışlar mıydı? Üstelik Sn. Binali Yıldırım’ın bu operasyonlarda PKK ile birlikte iken öldürülen 5 Peşmerge için Barzani’den özür dilemesi nasıl bir kahramanlıktı?! Bu durumun PKK ile Peşmergelerin Türkiye’ye yönelik ittifakını belgelediğinden, hesap sorulması gerekirken özür beyanı nasıl bir tutarsızlık ve duyarsızlıktı…

ABD ordusu, Türkiye sınırına niye zırhlı araç konuşlandırmıştı?

ABD ordusu, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırına zırhlı araçlar konuşlandırdı iddiaları, Türkiye ile ABD arasındaki YPG gerginliğini artırmıştı. ABD, devriye iddiasını geçiştirirken, YPG ile birlikte hareket edildiğini ise yalanlamamıştı. ABD ordusunun Türkiye’nin Suriye sınırına yakın bölgede YPG ile birlikte devriye gezdiği iddialarıyla ilgili sosyal medyada hızla yayılan görüntüler için ABD, Türkiye’ye karşı askeri araçların konuşlandırdığı iddialarını geçiştirmeye çalışmıştı. Sosyal medyada YPG’li teröristlerle birlikte hareket eden ABD ordusuna ait zırhlı araçların devriye gezdiği görüntüleri tepkilere yol açmıştı. Sosyal medyada yer alan yorumlarda: ABD ordusunun YPG’ye yönelik saldırıları önlemek amacıyla Türkiye sınırına zırhlı askeri araçlar konuşlandırdığı gündeme taşınmıştı. Pentagon Sözcüsü Davis, günlük basın brifinginde, Türkiye’nin sınırına yakın ABD zırhlılarının PYD/PKK unsurlarıyla devriye gezip gezmediğine yönelik soruları geçiştirmeye çalışması dikkatlerden kaçmamıştı. Albay Davis, söz konusu iddiaya ilişkin, “Suriye’nin kuzeyinin tamamında ortaklarımız olan Suriye Demokratik Güçleri ile hareket eden ABD askerleri var. Sınır alanları da bizim hareket alanlarımıza dahil.” sözleri acaba gizli bir tehdit olarak mı okunmalıydı? Ancak Sözcü, bunun, “PYD/PKK’nın Türkiye’ye yönelik saldırılarına TSK’nın karşılık vermesini engellemek üzere yapılıp yapılmadığı” sorusunu ise sürekli geçiştirmeye çalışmıştı.[4]

DEAŞ’ın, İsrail’den özür dilemesi Milli Çözüm Dergisini haklı çıkarmıştı!

Siyonist Rejim Eski Savunma Bakanı Moshe Yaalon, terör örgütü DEAŞ’ın İsrail’den özür dilediğini açıklamıştı.

Siyonist İsrail rejiminin eski bakanlarından Moşe Yaalon çarpıcı bir itirafta bulunmuşlardı. Yaalon, terör örgütü DEAŞ’ın İsrail’e bir kez yanlışlıkla(!) saldırdığını ve hemen özür dilediğini açıklamıştı. El-Meyadin’in haberine göre DEAŞ’ın bir kez işgal altındaki Golan bölgelerine saldırdığını söyleyen Moshe Yaalon, DEAŞ’ın bu işten dolayı Siyonist Rejim’den özür dilediğini hatırlatmıştı. Öte yandan terörist İsrail askerlerinin, Batı Şeria’nın El-Bireh kentinde, İsrail hapishanelerinde açlık grevi yapan Filistinli tutuklulara destek amacıyla düzenlenen gösteriye yönelik müdahalesinde iki kişinin öldürüldüğü anlaşılmıştı. Filistin Kızılay yetkililerinden alınan bilgiye göre, İsrail hapishanelerinde sekiz gündür açlık grevi yapan Filistinli tutuklulara destek etkinlikleri çerçevesinde Ramallah yakınlarındaki Bireh kentinde düzenlenen gösteriye Siyonist askerler müdahaleye kalkışmıştı. İsrail askerlerinin gerçek ve plastik merminin yanı sıra göz yaşartıcı gazla müdahale etmesi sonucu iki Filistinlinin öldürüldüğü çok sayıda kişinin de gazdan etkilendiği ve yaralandığı vurgulanmıştı.

İsrail istihbarat sitesi DEBKA ilginç bir rapor yayınlamıştı:

ABD Deniz Kuvvetleri Suriye’de Kürtleri Türkiye’ye karşı savunacaktı!

– ABD, Suriye’deki milis örgütü PYD’yi İŞİD’e karşı başlıca savaş gücü olarak görüyor, eğitiyor ve silahlandırıyordu…

– ABD’nin tüm ihtarlarına rağmen, RTE yönetiminin(!) YPG’ye karşı düzenlediği son saldırılar ABD nezdinde geniş infial ve öfke oluşturuyordu. (Herhalde derin Amerika Sincar ve Karaçok’a yönelik operasyonların Erdoğan’dan değil Ordudan kaynaklandığını da biliyordu…)

– ABD müttefiki onlarca PYD militanının ölümüne ve 18’inin yaralanmasına neden olan son Türk hava saldırısı akabinde, ABD YPG’yi korumak üzere bölgeye ek komando birlikleri yolluyordu…

– Kısacası bir yandan ABD PYD güçleri vasıtasıyla İŞİD’i yok etmeye çalışırken, öte yandan Türkiye ABD müttefiki PYD’ye saldırıyor ve onu yok etmeye çalışıyor; böylece ABD’nin İŞİD’i ortadan kaldırma gayretlerini engellemiş oluyordu.

– Bu arada İncirlik NATO hava üssünün Suriye merkezinde YPG hakimiyeti altındaki Rakka bölgesine taşınması hızla ilerliyor; böylece ABD Türkiye’nin elindeki en önemli kozu birkaç ay içinde bertaraf etmeyi hedefliyordu.

– Debka uzmanlarına göre, bütün bunlara bakılırsa, ABD ile Türkiye arasında çatışma ihtimali artık kaçınılmaz hale geliyordu!

– Dolayısıyla 25 Mayıs’taki NATO zirvesinde RTE’nin ABD/AB liderleri nezdinde çok zor sınavlara maruz kalacağı konuşuluyordu…[5]

Türkiye’nin ABD ile YPG’ye destek konusunda 2014 Kobani çatışmaları sırasında başlayan ayrılığı iniş çıkışlarla ama tırmanarak artmaktaydı. Son olarak Türkiye’nin 25 Nisan’da Irak’ta Sincar’daki PKK hedeflerini vurmasıyla tırmanmaya başlamıştı. PKK’nın Sincar hâkimiyetine güya ABD’de karşıydı, bu yönde daha tazeliğini koruyan açıklamalar yapılmıştı. Ancak PYD başkanı Salih Müslim’in Türkiye saldırmaya devam ederse IŞİD’e karşı Rakka harekâtına odaklanmalarının zor olduğunu söylemesi üzerine ABD Türkiye’ye karşı PYD/YPG yanında tavır almıştı. Bundan iki gün sonra Genelkurmay “Roket atıldı, misillemede bulunduk 13 YPG’li öldürüldü” mealindeki açıklamasını yapınca da Pentagon çıldırmıştı. Tam böyle bir sırada Sn. Erdoğan’ın “ABD ile Raqqa’yı IŞİD’e mezar yaparız” açıklaması ve “Bunları 16-17 Mayıs’ta konuşmak istiyorum” hatırlatması kafa karıştırıcıydı. İlk anlaşılan Sn. Erdoğan, Trump’ın Raqqa harekâtı için kendisiyle görüşmeden düğmeye basmasına karşıydı… Ama arada başka sorunlar da vardı, mesela Fetullah Gülen ve yasadışı örgütlenmesi konusu vardı, mesela Reza Zarrab konusu vardı ve Erdoğan bunların hepsini bir arada görüşmek arzusundaydı. Türkiye’nin 24 Ağustos’ta Cerablus’ta başlattığı Fırat Kalkanı harekâtı ABD’nin planlarını boşa çıkartmıştı. TSK, PYD/PKK’nın Haseke ve Afrin kantonlarını birleştirerek Türkiye sınırı boyunca bir coğrafi süreklilik oluşturmasına engel olmuşlardı. Şu sorunun yanıtı halâ bulunamamıştı: Sn. Erdoğan mı Amerika’yı aldatıp oyalamaktaydı? Yoksa TSK mı kimseyi takmamakta, Milli ve cesaretli hamleler yapmaktaydı?

AKP iktidarının Avrupa Konseyi’nin şaibeli referandum süreciyle ilgili Türkiye’yi izlemeye ve denetime almasına karşı: – Ayıp karar!.. – Pişman olacaklar!.. – Kararı tanımıyoruz!.. – Al kararını başına çal!.. – Onlar kovmadan biz ayrılalım!.. gibi kof çıkışlarına rağmen Abdullah Gül’ün tam tersi tavır takınması dikkatlerden kaçmamıştı.

Sn. Abdullah Gül kişisel sosyal medya hesabında şunları yazmıştı:

Avrupa Konseyi, AKP iktidarının ilk döneminde yapılan reformlara tam destek çıkmıştı… 2010’da Mevlüt Çavuşoğlu, Avrupa Konseyi’ne başkan seçilmişti! Yani AKP’liyi kendilerine Başkan yapmışlardı… Şimdi bu son karara fevri tepkiler göstermek yerine özgürlükçü ve reformcu bir iklimi egemen kılmak lazımdı. Böylesi bir tutum milletin refahı için çok daha yararlı bir tutum olacaktı…

Ahmet Hakan’a göre, Sn. Abdullah Gül ilk kez cesaretli tavır takınmış, ilk kez risk almış, ilk kez doğru bir çıkış yapmış, ilk kez bayrak açmış, ilk kez Erdoğan’la çelişmeyi göze almış, ilk kez “Böyle olmaz” diyerek çok açık bir mesaj vermiş olmaktaydı… Eh bakalım bu cesaretli(!) çıkışlar isabetli sonuçlara ulaşacak mıydı?

Sn. Hulusi Akar’ı karalama kampanyasının arkasında kim vardı?

Son günlerde medyada sıkça yer alan bir fotoğraf vardı. Fotoğraf karesinde yer alanlar Fehmi Koru, Abdullah Gül ve Şükrü Karatepe olmaktaydı. Her üç isim de İngiltere’nin güneybatısında yer alan Exeter Üniversitesi’nde, 1976-1978 yılları arasında eğitim almaya gitmiş insanlardı. İngiltere Birleşik Krallık üniversiteleri arasında bünyesinde “Kürt Araştırmaları Enstitüsü” olan tek eğitim kurumu Exeter Üniversitesinde ayrıca “Arap ve İslami Araştırmalar Enstitüsü” de bulunmaktaydı. Arap, İslam Dünyası ve Kürtler hakkında uzmanlaşması istenenler ile Ortadoğu’da görev yapacak olan MI-6 ajanları ve İngiliz subayları, icra edecekleri görevin önemine binaen değişen sürelerde, bu üniversitede eğitim alırlardı. Birleşik Krallık İstihbaratı’nın bir yan kuruluşu olduğu söylenen Green Peace (Yeşil Barış) örgütü de, bu üniversite tarafından yapılandırılmıştı. İşte Fehmi Koru, Abdullah Gül ve Şükrü Karatepe bu üniversitenin rahle-i tedrisatından geçmek üzere; Milli Kültür Vakfı’nın bursu, Nevzat Yalçıntaş ve Sabahattin Zaim gibi hocaların teşviki ile Exeter’e yollanmışlardı.

Sn. Hulusi Akar’ın üsteğmen iken İngiltere’ye uğraması!

Bu üçlünün, Türkiye’den Üsteğmen rütbesinde asker bir misafirleri uğramıştı. Esasında ev sahibi konumundaki, Abdullah Gül olmaktaydı. Hulusi Akar’la tanışıklıkları Kayseri Lisesi’ne dayanırdı. Üsteğmenimiz, 42 gün izin alarak İngiltere’ye gelmişti ve bu kadar uzun bir süre çok pahalı bir ülke olan İngiltere’de tatil yapmak, hele hele bir Üsteğmen geliri ile neredeyse imkânsızdı. Sanırım, Hulusi Akar’ı Abdullah Gül misafir ağırlamıştı. O hafta sonu, Exeter’de yaşayan üçlü aralarına misafir gelen Üsteğmeni de alarak, 3,5 saat mesafedeki Londra’ya gidip Üsteğmenin izin kâğıdını Londra’da bulunan Askeri Ataşeliğe onaylatmışlardı. İşte bu fotoğraf oranın hatırasıydı ve fotoğrafı çeken Hulusi Akar’dı!

Ancak şimdi kalkıp bu fotoğrafı çeken Hulusi Akar’ı, eski okul arkadaşlığından kaynaklanan gayet doğal ve normal bir tanışıklık nedeniyle suçlamaya ve sorgulamaya kalkışmak, iz’an ve vicdanla bağdaşmazdı… Bu fotoğraf bahanesiyle: “Abdullah Gül de TSK’ya karşı yürütülen operasyonun arkasında sandığım Hulusi Akar, meğer Abdullah Gül’ün kankasıymış!” diyen ve 2010’da istifa eden E. Deniz Harp Okulu Komutanı Türker Ertürk, alakasız sorularla kafaları karıştırıp Sn. Hulusi Akar’ı töhmet altında bırakmaktaydı!

1. Size niçin hukuk görünümlü operasyonlar ve itibarsızlaştırma saldırıları yapılmadı? Yoksa sizi oraya getirmek için muhtemel rakiplerinize karşı mıntıka temizliği mi yapıyorlardı?

2. Siz kontrollü darbe girişiminin neresinde bulunmaktasınız?

3. TSK’nın komuta birliği, gayri anayasal bir biçimde tahrip edilmiş durumda, bunu işgal döneminde bile yaşamadık, itirazınız olmayacak mıydı?

4. Askeri Liseleri niye kapattınız, buralarda okumadığınız için bir düşmanlığınız mı vardı?

5. Harp Okullarının, Harp Akademilerinin durumu ve bağlantı yapısı, dünyanın hiçbir yerinde eşi ve benzeri görülmeyecek şekilde, adeta garabet bir yapıya geçirildi. “Hayır, böyle olmaz” diyemiyor musunuz?

6. MSB Üniversitesi denen ucube yapının başına Süleymancı birisini getirdiler, “Hayır” deyip engel olamadınız mı?

7. Sizi yaver gibi yanında taşıyor, “Olmaz” diyemiyor musunuz?

8. Siyasi mitinglerin enstrümanı olmayı içinize sindirebiliyor musunuz?

9. Ülkemiz koşar adım felakete sürükleniyor, farkında olmuyor musunuz?[6]

Bize kalırsa Sn. Türker Ertürk, önce Soner Yalçın gibilerin “Başına büyük felaketler gelmesinden endişe duymaktayız… Tahmin edilen o girişim ve değişimler yaşanmaktansa Sn. Recep T. Erdoğan Bey’e ve bu bozuk düzene bin kere razıyız!” anlamında, aylardır derin uyarılar yapmasının altındaki nedenleri araştırsındı!..

Kâbe’deki kavganın nedeni Erdoğan’a yapılan dua mıydı?

Umre yapmak üzere Mekke’ye giden Fatih Medreseleri üyeleri ile KIYAMDER’in kavgasında 8 kişinin yaralandığı yazılmıştı… İsmailağa Cemaati’ne bağlı iki farklı grup Mekke’de birbirine saldırmış ve kafalar kollar kırılmıştı. Kavganın ardından yaralılar İstanbul’a gönderilirken Fatih Medreseleri’nin sosyal medya hesabından çarpıcı bir iddia ortaya atılmıştı. Buna göre Fatih Medreseleri Vakfı Başkanı Masum Bayraktar’a ve beraberindekilere yönelik saldırı, 16 Nisan sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’a dua ettikleri için yapılmıştı. Tarikat istismarından kaynaklı makam ve menfaat kavgalarını bile siyasi yatırım ve yağcılık aracı yapmaktan utanmayacak kadar yozlaşmışlardı. Oysa diğer taraf da koyu Erdoğan yanlısıydı.

Fatih Medreseleri son yaptığı açıklamada da yine Kıyamder’i suçlamış ve saldırıya ilişkin şu ifadeleri kullanmışlardı: Mahmut Efendi’ye bağlı KIYAM-DER yetkililerinin Türkiye’de kimse bizden Hesap Soramaz diyerek otel odalarına kadar Umrecileri sözlü tacizlerde bulunarak takip ettiğini ifade eden Beytullah’taki darp mağdurları, ‘Saldırganların 25 Nisan akşamı planlı bir şekilde otel önünde bekleyerek saldırı yaptıklarını’ anlatmışlardı!”

Bu açıklamadan önce KIYAMDER’den de Fatih Medreseleri’ni suçlayan bir açıklama yapılmıştı. O açıklamada, “Masum Bayraktar ve müntesiplerinin mağdur edebiyatı yaparak türlü yalanlarla yoğun bir şekilde algı operasyonlarına devam ettikleri anlaşılmıştır” iddiasında bulunmuşlardı.

“Kutsal topraklarda dahi fitne ateşini körüklemekten geri durmayan Masum Bayraktar ve müntesipleri kirli hesapları uğruna kendilerinden beklendiği gibi hiçbir zaman tasvip etmediğimiz görüntüler oluşmasına sebep olmuşlardır. Yaptığımız araştırmalar ve elde ettiğimiz deliller neticesinde Masum Bayraktar ve müntesiplerinin mağdur edebiyatı yaparak türlü yalanlarla yoğun bir şekilde algı operasyonlarına devam ettikleri anlaşılmıştır. Üstadımız Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhu) Hazretleri ve camiamızla hiçbir ilgisi bulunmayan Masum Bayraktar ve müntesiplerinin genelde camiamız, özelde derneğimiz ile ilgili yaptıkları yayın ve algı operasyonlarına itibar edilmemesi gerektiğini kamuoyuna arz ederiz.”[7] diyerek güya kendilerini savunmuşlardı.

8 kişi yaralanmıştı

İsmailağa Cemaati’ne bağlı olduğu bilinen bu iki grubun 25 Nisan akşamı, Kâbe’ye bir km uzaklıktaki otellerinin önünde sözlü tartışma sonrası kavgaya tutuştukları ve 8 kişinin yaralandığı ortaya çıkmıştı. Kavganın diğer tarafı olan Fatih Medreselerinden yapılan açıklamada ise diğer grup için “Karagümrük Çetesi” ifadesi kullanılmıştı; “Fatih Medreseleri Genel Başkanı Masum Bayraktar Hoca Efendi, Umre vazifesini ifa etmek için kalabalık bir kafile ile kutsal topraklarda bulunuyordu. Her şey çok mükemmel geçiyordu. İslam ahlakından zerre nasibi olmayan sözde umreci bir grup, akşam 21:00 sularında Mekke’deki otel lobisinde Masum Bayraktar Hoca Efendiye ve kafilesine hunharca saldırdıkları anlaşılıyordu” iddiasında bulunmuşlardı. Böylece din istismarcılığı, AKP döneminde “Din simsarlığına” dönmüş bulunmaktaydı. Sözde takva ve tarikat ehli, ve şeriat takipçisi sayılan ve aynı Şeyhe bağlı bulunan iki grubun hem de Umre’de ve Kâbe çevresinde, sadece enaniyet duyguları ve din istismarından doğan ganimet paylaşımı yüzünden birbirlerine saldırıp yaralaması, nasıl bir vicdan kararmasına ve ahlaki yozlaşmaya uğradıklarının canlı kanıtıydı…

 


[1] http://www.internethaber.com/kondadan-referandum-sonuclari-analizi-

[2] Bak: suleyman@internethaber.com

[3] İnternethaber.com / 29.04.2017

[4]Bak: İnternethaber.com / 28-04-2017

[5] Bak: Rafael Sadi, 30-04-2017

[6] Bak: Türker Ertürk / odatv.com / 28.04.2017

[7] http://odatv.com/kabedeki-kavganin-nedeni… / 29.04.2017

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Orhan ATAY E. Harb-İş Genel Başkanı

Orhan ATAY E. Harb-İş Genel Başkanı

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx