YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6646d686116d9
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 9 4
Bugün : 4405
Dün : 26618
Bu ay : 346595
Geçen ay : 737322
Toplam : 23862881
IP'niz : 18.190.207.176

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

3. DÜNYA SAVAŞI HAZIRLIĞI

VE

TÜRKİYE’NİN AKP ŞANSSIZLIĞI

        

Kendi itiraflarıyla; “küresel üstünlüğünü kaybettiği” anlaşılan ABD’nin karşılaşacağı risklerin incelendiği 2015 raporunda; Türkiye’de 10 yıl içinde bir iç çatışmanın yaşanacağı ve ABD’nin Türkiye’ye askeri müdahalede bulunacağı vurgulanmıştı.

ABD’nin yeni savunma konseptini oluşturmada ilgili makamlarca göz önünde bulundurulan bu raporda, “2015-2027 yılları arasında Türkiye’de iç çatışma yaşanacağı ve ABD’nin askeri olarak Türkiye’ye müdahalede bulunacağı” vurgulanmıştı. ABD Silahlı Kuvvetler Akademisi Stratejik Araştırmalar Merkezi, ABD’nin küresel üstünlüğünü kaybettiği gerçeğinden yola çıkarak, önümüzdeki 12 yılda kendi menfaatleri açısından oluşabilecek riskler ve bunlara yönelik müdahale yöntemlerine ilişkin metotların incelendiği kapsamlı bir rapor hazırlamıştı. Pentagon ve ABD ordusundaki kilit kurumlarla istişare edilerek bir yılda hazırlanan rapor, yeni savunma konseptini oluşturmada akademik bir çalışma niteliği taşımaktaydı. Türkiye ile ilgili bölümlerin de yer aldığı raporda, öncelikli tehlike olarak; Avrasya cephesinde ortaya çıkabilecek gelişmeler sayılmıştı. Önümüzdeki 12 yılda yaşanacağı öngörülen ve ABD için tehdit olduğu belirtilen 23 farklı gelişme için 8 farklı müdahale yöntemi tavsiye olunmaktaydı. Bu beklentilerden bir tanesi de Türkiye’de bir “iç savaş”ın yaşanmasıydı. Bu durumun ise askeri bir müdahale ile kontrol altına alınacağı saptanmıştı. Anlaşılan FETÖ kalkışması ve Suriye’nin karıştırılması böyle planlanmıştı.

Söz konusu rapor, ABD’nin savunma stratejisine yön verecek bir hazırlıktı. Rapordaki en önemli tespit ABD’nin küresel üstünlüğünü kaybetmiş olmasıydı. 90’lı yıllarda Brzezinski ‘Büyük Satranç Tahtası’ adlı kitabında: ‘ABD’nin küresel üstünlüğü Avrasya’daki üstünlüğünü ne kadar süreyle ve nasıl bir ehliyetle sürdüreceğine bağlıdır ve Avrasya ABD için bir armağandır’ ifadesini kullanmıştı. Ama aynı Brzezinski on yıl sonra ‘Tercih’ adlı bir kitap daha yazmış ve ‘ABD küresel üstünlüğünü kaybetti, ABD’nin amacı küresel üstünlük değil, küresel liderlik olmalıdır’ tavsiyesinde bulunmuşlardı. Söz konusu raporda; ABD’nin küresel üstünlüğünün bittiğini, ordunun güçsüzleştiğini, birçok avantajını kaybettiğini ortaya koymakta; ama ABD’nin küresel liderliğinin devamı için çareler aramaktaydı.

Aynı süreçte Trump ve Netanyahu arasında “Büyük İsrail’i Kurma Anlaşması” yapılmıştı. Erdoğan ise İsrail’le NORMALLEŞME Anlaşması imzalamıştı!

İsrail medyası, Trump ile Netanyahu’nun “iki devletli çözüm” planını rafa kaldırarak, Filistin topraklarındaki Siyonist İsrail işgalini genişleten ve egemenliğini güçlendiren, bazı Arap liderlerin de destek verdiği sözde “barış” anlaşması üzerinde uzlaşmaya vardığını yazmıştı. Sn. Erdoğan’ın imzaladığı normalleşme anlaşması” da aynı amaçlıydı.

İsrail medyasında, mazlum Filistinlilerle, Siyonist güçler arasında 70 yıldır devam eden çatışma ve işgal sürecine “yüzyılın anlaşması” ile son verilebileceğini gündeme taşıyan bir haber yayınlanmıştı. Gazete, Donald Trump ve Netanyahu’nun, iki devletli çözüm planını rafa kaldıran yeni bir tasarı üzerinde el sıkıştığını duyurmaktaydı. Anlaşmanın uygulanması durumunda Gazze şeridinin Mısır tarafından yönetilmeye başlanması, Batı Şeria’nın işgal altındaki bölgelerinin Ürdün’ün siyasi koruması altına alınması, Batı Şeria’nın geri kalan bölgelerinin İsrail kontrolüne sokulması ve İsrail’in sözde egemenliği altında yaşayan Filistinlilere İsrail vatandaşlığı tanınması yer almaktaydı.

Sisi ve Kral Abdullah bu Siyonist senaryoda kilit rol almışlardı.

Siyonist yetkililerin “yüzyılın anlaşması” olarak nitelendirdikleri tasarıyı hayata geçirebilmek için başta darbeci Abdulfettah el-Sisi ve Kral Abdullah olmak üzere çok sayıda Arap liderle görüşme yürüttüğü ortaya çıkmıştı. ABD Dışişleri eski Bakanı John Kerry de 2016 yılının Şubat ayında Netanyahu, Sisi ve Kral Abdullah üçlüsüyle görüşmeler yapmıştı. Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın imzaladığı Normalleşme Anlaşması da İsrail’e bu yönde kolaylık sağlamaktaydı. Netanyahu’nun (İsrail) ana muhalefet eski lideri Isaac Herzog ile birlikte Sisi ile 2016 yılının Nisan ayında, Kahire Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda gizli bir görüşme gerçekleştirdiği de bu haberde yazılmıştı. Ayrıca “barışı” destekleyen ülkelerin; kesintisiz maddi yardım almaları şartıyla İsrail’le yapılmış olan barış anlaşmalarını yenilemeyi taahhüt eden Sisi ve Kral Abdullah’ın söz konusu anlaşmada kilit rol üstlendiği yorumu yapılmıştı.

ABD, “Suriye’yi parçalama ve Büyük İsrail’e zemin hazırlama” amacındaydı!

Siyonist ve emperyalist merkezlerin (İsrail, ABD, AB ve Rusya’nın) desteği ile 1978’de Marksist-Leninist bir örgüt olarak, Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarından parçalarla oluşturulacak bir bağımsız Kürt devleti için kurulan PKK’nın, bugün bütün güçlerini Suriye’de ABD komutasında sözde IŞİD’e karşı savaşta kullanılması bir tesadüf sanılmamalıdır. Düne kadar ABD’yi “emperyalist” sayan Abdullah Öcalan’ın; 1999’da Yunanistan’ın Kenya büyükelçiliğinden çıkarken CIA’nın MİT’e yardımı sayesinde sağlanan, yakalanmasının ve cezaevinde garantiye alınmasının ardından eğer bugün ABD, PKK’nın kolu olan YPG’yi Suriye’deki kara gücü olarak kullanıyorsa bu Türkiye’yi parçalamak ve Büyük İsrail’i kurmak hesaplıdır. Önceki ABD Başkanı Barack Obama artık Orta Doğu’da ölen Amerikan askerlerinin tabutlar içinde Amerika’ya dönmesinden rahatsızdı. Öte yandan önce Suriye’de Rakka, ardından Irak’ta Musul’u ele geçiren IŞİD ile savaşacak kara gücüne ihtiyaç vardı. PKK’nın Suriye kolu PYD ve onun milis gücü YPG’nin Suriye iç savaşının ve AKP iktidarının boşluğundan yararlanıp ele geçirdiği, Türkiye sınırındaki Kobani (Ayn el Arab) kasabasına yönelik IŞİD saldırısı dönüm noktası sayılmıştı. Erdoğan’ın itirazına rağmen Obama Kobani’ye silah yardımına başlamış ve IŞİD’in geriletilmesi bahane yapılmıştı. Böylece PKK’ya 2015 başında Türkiye ile diyaloğa artık 2012 koşullarıyla değil 2015 koşullarıyla, yani ABD ile işbirliği yapan, sahada Batı dünyasının bir numaralı düşmanı sayılan bir terör örgütüyle savaşan bir güç sıfatıyla katılma şansı sağlanmıştı. Türkiye’nin IŞİD’e karşı ABD önderliğindeki koalisyon uçuşlarına İncirlik hava üssünü açmasından kısa süre sonra PKK terör eylemlerine yeniden başlamıştı. PKK’nın gördüğü altın fırsat, ABD’nin kara gücü olarak savaşmanın sonunda IŞİD’in yenilmesinin karşılığını ilk defa kendi kontrolünde Kürt özerkliğini Suriye’de kurmaktı; Irak’taki Kürt özerk bölgesi KDP lideri Mesut Barzani ise bağımsızlık referandumuna hazırlanmaktaydı.

Şimdi kafaları karıştıran asıl soru şuydu: Bütün bu çabalar sonunda IŞİD ve benzerleri bertaraf edilirse, ABD PKK’ya Suriye’de Kürt özerkliği sağlayacak mıydı?

“Cevap, ‘Hayır’. Vermek ister mi ondan da emin değilim ama veremez. Çünkü orası Amerikan toprağı değil, Suriye toprağıdır ve IŞİD yenildiğinde de Suriye toprağı olarak kalacaktır.” diyen Murat Yetkin gibileri yanılmaktaydı. Çünkü aynı iddialar Kuzey Irak ve Barzani Kürdistan’ı için de kullanılmıştı, ama işte sonuç ortadaydı.

İsrail’in Bağımsız Kürdistan’a neden ihtiyacı vardı!?

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesud Barzani’ye yakınlığıyla bilinen Rudaw’da, dikkat çeken bir yazı kaleme alınmıştı. İsrail merkezli Begin Sadat Stratejik Araştırmalar Merkezi uzmanı Edy Cohen, ‘İsrail’in bağımsız Kürdistan’a ihtiyacı var’ başlıklı yazısında, İsrail’in ‘bağımsız Kürdistan’ı desteklediğini açıklamıştı.

Atatürk, 1. Dünya Savaşı sırasında Kürdistan Kurulmasına karşı çıkmıştı!

IKBY’de 25 Eylül 2017’de gerçekleştirilmesi planlanan referanduma dikkat çeken Cohen, “Referandum, yüz yıllık hayalleri olan bağımsız Kürdistan devletini gerçekleştirmek için Irak Kürtlerinin ilk fiili adımı olacaktır” derken Türkiye’nin parçalanması gerektiğini de ima etmiş olmaktaydı. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Batı’nın Kürdistan va’adini hatırlatan Cohen, “Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kazanan güçler, Kürtlere bağımsızlık sözünü verdi; ancak bu söz yerine getirilemedi. Temel sebep ise yeni Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün engellemesiydi” itirafında bulunmuşlardı. Ama Yahudi Cohen bir gerçeği saklamıştı; Mustafa Kemal, İsrail’in de kuruluşunu 11 yıl geciktirmiş insandı!

Suudi Arabistan’ın, Katar’ı Destekleyen Türkiye’den İntikamı: Kürdistan’a Destek olmaktı!

“Son zamanlarda Suudi Arabistan’dan Kürdistan’a beklenmedik bir destek geldi. Bu destek Katar’ı destekleyen Türkiye’den alınan bir intikam olabilir” ifadelerini kullanan Cohen, İsrail’in de Suudi Arabistan gibi ‘bağımsız Kürdistan’ı destekleyeceğine dikkat çekerek şunları anlatmıştı: “İsrail’le ilgili, her ne kadar resmi olarak büyük bir sessizlik olsa da, Orşelim’in (İsrail Derin Devletinin) bağımsız Kürdistan devletini destekleyeceği konusunda şüphe yok. Üç yıl önce Başbakan Binyamin Netanyahu, İsrail’in Kürtlerin otonomiye sahip olduğu bölgede bağımsız bir devleti destekleyeceğini belirterek, ‘Bizim, Kürtlerin bağımsızlık arzusunu desteklememiz lazım’ demişti. Netanyahu, Tel Aviv’de Ulusal Güvenlik Enstitüsü’nde yaptığı bir konuşma sırasında bunları söylemişti.”

İsrail, Kürdistan’da Üs Kurmalıymış!

İsrail’in Barzani Kürdistanı’nda ve Suriye Kürt Kantonunda askeri üs kurması gerektiğini de ifade eden Cohen, şöyle devam etti: “İsrail için hem ekonomik hem de güvenlik açısından Kürdistan devletini desteklemek kendi çıkarınadır. Suriye ve Irak’taki cihatçı milislerin hareketlenmelerini sınırlandırmak için Orşelim’in Kürdistan’daki gelişmelerde rol üstlenmesi lazımdır. Bu yüzden Kürdistan’dan gelecek peşmergelere eğitim desteği sağlaması, İsrail ordusunun yararınadır. Bunun da ötesine giderek, Kürdistan’da askeri üs kurulması ve bu sayede Kürdistan devletinin korunması da hayati önem taşımaktadır. Bunların yanı sıra, bağımsız Kürdistan devleti, zamanında Irak devletinin mal varlıklarına el koyarak gönderdiği Yahudilerin dönmesini de kolaylaştıracaktır. Bu, gelecekte Araplarla yapacağı barış anlaşmasında İsrail’in konumunu güçlendiren bir adım olacaktır.”

İran, Türkiye, Irak ve Suriye’nin ‘bağımsız Kürdistan’a karşı olduğunu yazan Cohen, yazısının son bölümünde şöyle yazmıştı: “Trump yönetimi de, hem Barzani referandumunun yapılmasına hem Kürdistan’ın bağımsızlıkla Irak’tan ayrılmasına destek olmalıdır. Çünkü bu gelişmeler bölgenin tamamının çıkarına olacaktır. Kürtlerin devleti olmalı, bu ne kadar erken olursa o kadar yararlıdır. Uluslararası toplum da, sadece Filistin halkına değil, Kürdistan’ın bağımsızlığına da sahip çıkmalıdır.”[1]

Barzani Referandumla bağımsızlık kazanırsa, Türkiye’nin Musul ve Kerkük’e girme hakkı mı doğacaktı?

AKP’nin ve Recep Bey’in şımartıp başımıza bela ettiği Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, 25 Eylül 2017 tarihinde Kuzey Irak’ta bağımsızlık konusunda referandum düzenleyeceğini bütün dünyaya ilan etmişti. Barzani Alman basınına yaptığı açıklamada, “Referandum bizim doğal hakkımızdır. Bu konu, Bağdat’la aramızdaki iç meseledir. İran ve Türkiye’yle hiçbir ilgisi yoktur. Bir ulusun kendi geleceğine karar vermek istemesinin, demokrasi ve insan haklarına aykırı hiçbir yanı yoktur. Bu referandumu yapmak için hiç kimsenin izin ve müdahalesine ihtiyacımız da yoktur” demişti. Milli Savunma Bakanı eski Genel Sekreteri Ümit Yalım, Kuzey Irak’ta yapılması planlanan referanduma dair yaptığı açıklamada “Referandumun gerçekleşmesi ve Bağımsız Devlet kurulmasına karar verilmesi halinde Türkiye ve İran’ın, İkinci İsrail Devleti ile komşu olacağına.” dikkat çekmişti.

Irak’ın parçalanması durumunda: “Kuzey Irak Bölgesi, tekrar Türk toprağı olacaktır!” tuzağı!

Yalım açıklamasında ABD’li bir komutan ile Türk Askeri Ataşesi arasında yaşananları şöyle özetlemişti: ABD’nin Bahreyn Manama’da konuşlu 5. Deniz Kuvvetleri Filosunun Komutanı Koramiral Timoty Keatings, 2002 yılında Ürdün Amman’da katıldığı bir resepsiyonda Türk Askeri Ataşesine önemli şeyler söylemişti. Koramiral Keatings, ‘ABD’nin, İngiltere ve Türkiye ile birlikte Irak’ta savaşa girmek istediğini ve Saddam yönetiminin devrilmesi sonrasında Irak’ı üçe bölerek kuzeyde Kürt Devleti orta bölgede Sünni Devleti ve güneyde Şii Devleti kuracaklarını’ belirtmişti. Türk Askeri Ataşesinin, ‘Kuzey Irak’ta 3,5 milyon Türk var, onlar ne olacak?’ sorusuna verilen cevap ilginçti. Keatings, ‘Kuzey Irak’taki Türkler, kurulacak Kürt Devletinin egemenliği altında yaşarlar, beğenmezlerse Türkiye’ye giderler’ demişti. Bunun üzerine Türk Askeri Ataşesi, ‘Irak’ın üçe bölünmesi halinde 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması’nın geçerliliğini yitireceği ve statüko ante’ye dönülerek Musul ve Kerkük petrol alanları dahil olmak üzere Kuzey Irak bölgesinin Türk toprağı olacağını’ söylemişti. Türk Askeri Ataşesinin, ‘ABD’nin kurmak istediği devlet Kürt Devleti mi yoksa İkinci İsrail Devleti mi’ sorusuna karşılık olarak Koramiral Keatings, ‘yorum yok’ demekle yetinmişti.

Ankara Antlaşması’yla ilgili de bilgiler veren Yalım şunları aktarmıştı:

“Türkiye ile Irak arasındaki sınırı belirleyen ve komşuluk ilişkilerini düzenleyen Ankara Antlaşması, 05 Haziran 1926 tarihinde, Türkiye, Irak ve İngiltere arasında imzalanmıştır. Antlaşmanın 1. Maddesi ile Türk-Irak hududu, Milletler Cemiyeti’nin 29 Ekim 1924 tarihinde kararlaştırdığı şekilde (Brüksel Sınır Çizgisi) kesinlik kazanmıştır. Kuzey Irak’ta bağımsız bir devlet kurulması halinde, 1926 Ankara Antlaşması ile Milletler Cemiyeti’nin 29 Ekim 1924 tarihli kararı ortadan kalkmış olacaktır. Böyle bir durumda statüko ante’ye dönülerek Musul ve Kerkük petrol alanları dahil olmak üzere Kuzey Irak bölgesi yeniden Türk toprağı olacaktır. Bu nedenle; Türkiye, 1926 Ankara Antlaşması’nın tarafları olan İngiltere ve Irak nezdinde diplomatik girişimlerde bulunmalı, tarafları referandumun neden olacağı vahim sonuçlar konusunda uyarmalı ve referandumun yapılmasına kesinlikle karşı çıkmalıdır. Türkiye, İngiltere ve Irak’ın yeterli tepki vermemesi halinde; 29 Mart 1946 Türkiye-Irak Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması’nın 11. Maddesinden kaynaklanan hakkını kullanarak, uygun tedbirlerle referanduma engel olmalıdır. Anılan maddeye göre, Türkiye’ye, Irak’ın ülke bütünlüğüne yönelik hareketlere karşı engel olma yetkisi doğmaktadır. Bu durumda Kuzey Irak-Ceyhan boru hattı derhal kapatılmalıdır. Barzani’nin Türkiye’de bulunan paravan şirketlerine el konulmalıdır. 1926 Ankara Antlaşması’nın taraflarına, ABD ve Birleşmiş Milletler’e, Kuzey Irak’ta referandum yapılması halinde Türkiye’nin statüko ante’den kaynaklanan hakkını kullanacağı diplomatik nota ile duyurulmalıdır.”

“Evet, İsrail güdümlü Büyük Kürdistan projesine karşı Türkiye’nin de elinde önemli kozları ve avantajları vardır. Asıl konu, AKP iktidarının ve Erdoğan’ın yönetiminde, ülkemizin bu fırsatları nasıl kullanacağıdır!” diyenlerin amacı, Erdoğan’ı kışkırtıp Misak-ı Milli sevdasıyla Türkiye’yi manasız maceralara bulaştırmaktı…

Derin ABD’nin sesi sayılan National Review Dergisi önemli bir soruyu gündeme taşımıştı: “Türkiye NATO’da kalmalı mıydı, çıkarılmalı mıydı?”

ABD’de önemli mahfillerde Türkiye’nin NATO’daki varlığı ile ilgili son 3 yıldır yoğun bir tartışma yapılmaktaydı. Bazıları “Türkiye’yi NATO’dan kovma vaktinin yaklaştığını” savunurken, bazıları da bundan en fazla Rusya, Çin ve İran’ın kazançlı çıkacağını vurgulamaktaydı. Siyonist Yahudi Lobilerinin güdümündeki National Review… ABD’de 1955’ten bu yana yayınını sürdüren, etkili muhafazakâr (conservative) yayın organıydı. 15 günde bir yayınlanan dergide, daha önce devlet hizmetinde de çalışmış olan, “ulusal güvenlik/istihbarat analisti” ünvanlı Marc C. Johnson’un kaleme aldığı bir yazı, son 3 yıldır Atlantikçi mahfillerde yapılan yoğun Türkiye tartışmasını yansıtmaktaydı. “NATO ile Türkiye birbirinden uzaklaşırken, Rusya, Çin ve İran kazanıyor” başlıklı yazıda, bugünlerde Türkiye’nin NATO’dan çıkmasının, İttifak’ın tarihindeki en olası dönem olduğu hatırlatılmıştı.

Eisenhower’den Reagan’a ve George W. Bush’a, ABD’nin daha fazla askeri güç kullanımıyla dünya hegemonyasını sürdürmesini savunan başkanları destekleyen National Review, son seçimde Cumhuriyetçi kampta Trump’a karşı Ted Cruz’a destek çıkmıştı. Makalenin yazarı Johnson da seçimler sırasında Trump’ı desteklemediğini ilan eden Cumhuriyetçi ulusal güvenlik eliti içindeki 123 kişiden biri olmaktaydı. Ancak yazarın da içinde yer aldığı Amerikan sağındaki bu etkili odağın, Michael Flynn’ın tasfiyesinden sonra, Washington’un şimdiki siyasal hattı üzerinde önemli bir etkisi olduğu açıktı. Yahudi asıllı Yazar, Erdoğan’ın NATO içinde “sıkıntı yaratan” bazı tutumlarının anlaşılabilir bulunduğunu, fakat, ABD ve NATO için esas sorunun, Türkiye’nin Moskova ve Tahran’la Suriye’de yaptığı işbirliği olduğunu yazmıştı. Türkiye’nin Suriye’deki PKK kantonlarını engellemek için IŞİD’e karşı mücadeleyi kılıf olarak kullandığını savunan National Review yazarı, Türkiye’nin bölgede İran ve Moskova’yla saf tutmasını NATO için önemli bir tehdit olarak saptamıştı. Türkiye’nin Katar krizi sırasında İran ile aynı safta yer aldığını kaydeden yazar; Rusya ile S 400 füze anlaşmasının, “Türkiye artık NATO içinde kalmaya devam edecek mi?” sorusuna yol açtığını vurgulamıştı. Yazar, Rusya’nın yayın organı Sputnik’te bu anlaşmanın “tektonik değişim” ve “silah pazarında oyun değiştirici bir gelişme” olarak nitelendiğini hatırlatmıştı. CIA analisti, Trump’ın göreve geldiğinden beri en önemli gündemlerinden biri olan; üye ülkelerin NATO’nun ortak savunma harcamalarına katkıyı artırması talebini, Türkiye’nin yerine getirmediğini de önemli bir ayrıntı olarak yazmıştı. National Review’ın CIA analisti Johnson yazısını şöyle noktalamıştı:

“Türkiye, herhangi bir şekilde NATO’dan çekilmesinin gerekliliğini hissettirirse, en büyük kayıpla kim karşılaşır? Söylemesi zor. Açıkçası, bu, Moskova, Pekin, Tahran ile ABD ve NATO’nun etkisine karşı mücadele eden diğer başkentler için büyük bir stratejik düşeş olarak görülebilir. Ve bu, ittifakın tarihinde herhangi bir noktada olduğundan daha makul görünen bir senaryo.”

15 Temmuz bir NATO darbesi olarak okunmalıydı!

ABD’de olduğu gibi NATO’nun rolü Türkiye’de de tartışılmaktaydı. Özellikle 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi, NATO tartışmasında safların berraklaşması için önemli bir kırılma noktasıydı. Darbe girişiminde NATO karargâhlarında çalışan Türk subayların yarısından fazlasının yer aldığı ortaya çıkmıştı. NATO’da görevli 462 Türk subayından aralarında generallerin de bulunduğu 237’sinin FETÖ’cü olduğu saptanmıştır. Bunlardan en az 200’ü ‘geri dön’ çağrısına uymamıştı. Meşhur CIA’cı Henri Barkey de, Türkiye ile NATO arasında “sorun yaşandığını vurgulamış ve bunun nedeni olarak, FETÖ’cü oldukları için Türk Ordusu’ndan subayların atılmasını göstermekten sakınmamıştı. 1 Şubat 2017’de ABD’de Bipartisan Policy Center’da “Suriye’de Türkiye ve Rusya ortak mı düşman mı?” başlıklı açık oturumda konuşan Barkey, Türkiye ile NATO arasındaki asıl sorunun; 15 Temmuz darbe girişiminin ardından 100’den fazla generalin Türk ordusundan atılması olduğunu vurgulamıştı. Barkey: “Atılan bu kişiler Amerika’ya yakın ve NATO’ya inanan komutanlardı. Ancak yerlerine gelenlerin daha milliyetçi bir tavır içerisinde olduklarını görüyoruz. Bu, Türkiye ile NATO ilişkileri açısından tehlikeli bir durum” diyerek küstahlaşmıştı. Ordu’dan atılan FETÖ’cüler Türkiye’ye gelmedikleri gibi, bulundukları ülkelerde iltica için başvurmuşlardı. Daha ötesi NATO koruması altında ellerini kollarını sallayarak dolaşıp Türk Ordusu’na karşı yeni tertipler hazırlamaktalardı.

Türkiye’nin ve AKP Hükümetinin rolünü ABD mi saptamaktaydı!?

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson Türkiye’nin Suriye konusunda oynayacağı “büyük bir rol” olduğunu hatırlatmıştı. Tillerson, “ortak çıkarlar” uğruna beraber çalışıp çalışamayacaklarını görmek için Suriye’nin bir “sınav” olduğunu vurgulamıştı. ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson düzenlediği basın toplantısında Afganistan’da görev yapmaya hazırlanan işgalci ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass’ı anlatmıştı. Rex Tillerson, “Bildiğiniz gibi Türkiye’yle ilişkilerimiz biraz gerilim altında ve büyükelçi Bass Ankara’daki çabalarımıza öncülük etmede çok yardımcı oldu ve harikulade iş çıkardı.” diyerek iltifatlar yağdırmıştı. Tillerson Suriye’de çözüm(!) için Cenevre sürecine desteğini de açıklamıştı. Rex Tillerson, “Türkiye’nin Suriye konusunda oynayacağı büyük rol var” ifadesini kullanmıştı. DAEŞ ve El Kaide gibi Batı kaynaklı terör örgütlerine karşı sözde mücadele etme ve ortak çıkarlar için beraber çalışıp çalışamayacaklarını görmek için Suriye’nin bir “sınav” olduğunu ifade eden Tillerson, Esad konusunda ise sert ifadeler kullanmıştı. “Suriye yönetiminin geleceğinde Esad’ın yeri yok” diyen ve Rusya ilişkilerinde de “ciddi bir gerginlik” olduğunu belirten Tillerson, Washington ve Moskova’nın DAEŞ’le mücadelede ve Suriye’yi paylaşmak için birlikte çalışmaya devam edeceklerini hatırlatmıştı.

O süreçte Milli Gazete yazarı ve dolaylı Erdoğan yandaşı mı yanılmaktaydı, yoksa ABD’nin Siyonist Dışişleri Bakanı mı?

“Türk-Batı ilişkilerinde gündeme krizin hâkim olduğu ve tarafların karşılıklı olarak AB-NATO örgütleri üzerinden ‘Kulüp Kapısı’nı işaret ettiği bir dönemde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ‘Türkiyesiz olmaz’ diyordu. Peki, bunu nerede ve kimlere karşı söylüyordu? Fazla meraklandırmadan hemen cevabını vereyim: O günlerde yaşanan olaylarla cehenneme dönen ve Alman polisinin orantısız güç kullandığı Hamburg’tan, dünyanın en gelişmiş ekonomisine sahip liderlerinin yüzüne karşı (haykırıyordu). Malum, alev alev yanan Hamburg G20 Liderler Zirvesi’ne ev sahipliği yapıyordu. Ve bu örgütün üyelerinin önemli bir kısmı da Batılı liderlerden oluşuyor. Yani mesajın verildiği adres bundan daha iyi olamaz! Peki, Putin ne diyordu? Onu da söyleyelim… Basında yer alan haberlere göre Putin, Suriye’deki çatışmasızlık bölgelerinin, ülkedeki bütünlüğün sağlanması açısından büyük önem taşıdığını vurgulayarak; ‘Bu bölgelerin sınırları konusunda anlaşmaya varılması çok önemli. İdlib ve Suriye’de oluşturulması umut edilen çatışmasızlık bölgeleri de Türkiye’nin desteği olmadan oluşturulamaz.’ ifadelerini kullanıyordu. Peki, bu cümlelerin öz Türkçesi ne?

Çok net! Putin, Türkiye ile Suriye-Irak merkezli kurdukları de facto ittifakla Batı’ya şu mesajları veriyordu:

1) Suriye’de çatışmasızlık bölgelerinin sınırları bize göre bellidir. Bu bölgeler, Suriye’nin bütünlüğünün garantisidir. Dolayısıyla, ‘Türkiye-Rusya-İran Üçlü Mekanizması’ Suriye’nin garantör devletleri olarak kararlı tutumlarını devam ettirmektedir.

2) Bu bağlamda Suriye’de bir parçalanmaya, dolayısıyla da yeni bir iç savaş durumuna müsaade etmeyeceğiz. PYD/YPG terör örgütü bu noktada hedefine ulaşamayacaktır.

3) Türkiye’nin bölgede Suriye’nin bütünlüğünün korunması noktasında atacağı adımlara Rusya destek verecektir. Bu bağlamda Türkiye’nin İdlib, Afrin ve hatta Münbiç’e yönelik operasyonlarının arkasındayız.

4) Türkiye olmadan, Suriye-Irak merkezli oyun bozulamazdı. Dolayısıyla Türkiye, Büyük Ortadoğu Projesi’nin hayata geçirilmemesi noktasında kilit bir ülkedir, Rusya da bunun farkındadır.”[2] iddiaları tam bir safsataydı. İşte Rusya’nın tavrı ortadaydı ve Erdoğan bir zamanlar BOP’un eş başkanıydı. Şimdi soralım: Rusya konusunda ABD’nin Siyonist Dışişleri Bakanı Rex Tillerson mu yanılmaktaydı, yoksa Milli Gazetemizin, dolaylı Erdoğan yanlısı yazarı mı?

“Yeni Devlet” gaflet gafı mıydı, hıyanet itirafı mıydı?

Ayhan Oğan eski bir AKP yöneticisi olmaktaydı. Çıktığı bir televizyon programında; “Şimdi biz yeni bir devlet kuruyoruz. Bakın beğenin ya da beğenmeyin, bu yeni devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan’dır.” iddiasında bulunmuşlardı. Marazlı ve derin garazlı bir yaklaşımdı, ama mantıkları haklıydı: Yeni bir devletin kurulması için eskisinin yıkılması lazımdı. Yani mevcut Türkiye Cumhuriyeti yıkılmadan AKP’nin “Yeni Devleti” kurulamazdı. Ayhan Oğan ‘yeni devlet kuruyoruz’ dese belki kimse kaale almayacaktı. Sen kimsin? denip unutulacaktı. Oğan, Cumhurbaşkanı’nı da işin içine katarak bir anlamda onun adına konuşuyor tavrı takınmıştı. Başbakan, boşbakan saygınlığıyla güya tepki gösterip; ‘T.C. 1923’te kuruldu, dimdik ayaktadır’ çıkışını yapmıştı. Başbakan Yardımcısı Bozdağ ‘Hiç kimse bu kadroyu devlete karşı, devletle sorunlu gösteremez’ diyerek AKP’li Oğan’a çatmış, AKP sözcüsü de o açıklamanın partilerini bağlamayacağını açıklamıştı. MHP Lideri de bu küstahlığa karşı çıkmış, CHP Lideri ise Cumhurbaşkanı’nın cevap vermesi gerektiğini vurgulamıştı. Aslında bu tür açıklamalar, AKP zihniyetinin ve sinsi niyetinin yol haritasını yansıtmaktaydı.

“Başımızda onca gaile varken, en fenası Türkiye türlü provokasyonlarla bir iç çatışma ortamına sürüklenmek istenirken, içimizden birilerinin kalkıp ‘15 Temmuz’dan sonra yeni bir devlet kuruyoruz. Bu yeni devletin kurucu lideri Recep Tayyip Erdoğan’dır’ demesi, en hafif tabiriyle pusuda bekleyenlerin değirmenine su taşımak anlamını taşır. Az kabahat değildir bu. Provokasyonları ‘siyasi akıl’la boşa çıkartmamız gereken kritik bir dönemde, hangi niyetle yapılmış olursa olsun düpedüz provokasyon anlamına gelen söz ve davranışlardan kaçınmak lazımdır. Kim ki buna özen göstermiyor ve pusuda bekleyenlere koz veriyorsa kusura bakmasın sadece partimize değil, ‘Yeniden Büyük Türkiye’ mücadelemize de zarar veriyor demektir.

Bir kere bu iddia, AKP açısından asla doğru değildir. AKP’nin ‘Halk için halka rağmen’ anlayışına dayalı seçkinci-bürokratik-vesayetçi bir devlet anlayışına karşı çıkması, Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Cumhuriyet devletine karşı çıktığı anlamına zinhar gelmiyor. AKP, Cumhuriyet’in hakiki özünü oluşturan ‘Halk için, halkla beraber’ anlayışına dayalı bir anlayışı hâkim kılarak, Cumhuriyet’imizi demokrasiyle taçlandırarak kalıcı kılmaya çalışıyor.”[3] diyen Mehmet Metiner, hem kıvırmaya çalışmakta, hem de Ayhan Oğan’a dolaylı destek sağlayıcı bir tavır takınmakta, hem de yıllarca kendi kısır aklınca karşı çıktığı, hatta küfür saydığı Erbakan Hoca’nın “Yeniden Büyük Türkiye” sloganını istismar etmekten sakınmamaktaydı.

Sn. Erdoğan tavrını ve tarafını netleştirmek zorundaydı!

Acaba Sn. Cumhurbaşkanı “Yeni bir devlet kuruyoruz, lideri de Erdoğan” sözlerinden memnun mu kalmıştı, yoksa kızmış mıydı? Bize göre, aslında gururlanmıştı, ama konjonktür gereği sahip çıkmamıştı.

“Yüksek Askeri Şura (YAŞ)’ın yeni yapısı hâlâ vicdan ehlinin içini sarmamıştı. Türkiye hep bir uçtan diğerine savrulup durmaktaydı. Bundan birkaç yıl öncesine dek 15 general ve amiralin arasında sivil olarak sadece Başbakan ve Milli Savunma Bakanı oturmaktaydı. O da iyi bir görüntü sayılmazdı. Ama şimdiyse, neredeyse bütün Bakanlar Kurulu üyeleri, adeta çocuklar gibi şen çehrelerle YAŞ’ta kahraman edasıyla kurulurken; askerler, hepsinin yüzünden düşen bin parça ve zaten emekli olacakları belli üç Kuvvet Komutanı ve 15 Temmuz gazisi Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile temsil ediliyordu; adı askeri şuraydı… Rekor süratle 4 saat süren Şura’da en çok tartışılan karar, Deniz Kuvvetleri Komutanlığına Donanma Komutanı Oramiral Veysel Kösele yerine Koramiral Adnan Özbal’ın atanması hâlâ bir muammaydı. Kösele, Fetullahçıların kumpas kurup hapse attıkları subaylardandı. Hükümetin siyasi kararla Koramirali Kuvvet Komutanı yapmak istemesi doğaldı ve Sn. Özbal da çok seçkin kurmaylarımızdandı. Peki, o zaman neden bir üst rütbede olan kişi, bu durumda Kösele, emekli edilmeksizin onun emrine sokulmakta ve sivil hayatta olsa “mobbing” denebilecek bir yıldırma operasyonuyla kendiliğinden istifaya zorlanmaktaydı? Bunun arkasında henüz açıklanmayan bir gizli neden yoksa, ciddi bir yönetim zafiyeti işareti sayılırdı.” diyenler haksız mıydı?

Tam da bu sırada AKP’nin eski Merkez Karar Yönetim Kurulu üyesi Ayhan Oğan’ın 3 Ağustos gecesi CNN Türk’teki; “Yeni bir devlet kuruyoruz, lideri de Erdoğan” hezeyanını birlikte okumak lazımdı. Oğan, 2010’daki Anayasa referandumu öncesinde Fetullah Gülen “Mezardan ölülerinizi kaldırın getirin” diye tüyleri diken diken ettiği çağrısını yaparken “Yetmez ama evet” kampanyasını yürütenlerin başındaydı; muhtemelen onun ödülü olarak bir dönem MKYK üyesi alınmıştı. Sn. Erdoğan önce CHP’den gelen kınamaları duymazlıktan geliyor bir tavır takınmıştı. Ancak Oğan 5 Ağustos’ta üsteledi, o doğru söylemişti ama CHP çarpıtmıştı. İşte o sırada MHP lideri Devlet Bahçeli’den bir Twitter seli akmaya başlamıştı. Ne Oğan’ın “müptezelliği” kalmış, ne “Fetullahçı yalanlarla” konuşması. Ve Bahçeli Erdoğan’ı konuşmaya çağırmıştı. Önce AKP sözcüsü Mahir Ünal açıklama yapmıştı; güya Oğan kendi görüşlerini aktarmıştı. Devlet Türkiye Cumhuriyeti, önder Atatürk’tü açıklaması samimiyetten uzaktı. Sonra Başbakan Yıldırım konuştu: “Şaka mı yapıyorsunuz?” dedi, “Devlet 29 Ekim 1923’te kuruldu. Partimizi bağlamaz.” Erdoğan, “Devlet kurmak isteyenler Pensilvanya’da. Tek devlet Türkiye Cumhuriyeti; gerisi lafı güzaf” edebiyatına başlamıştı. AKP kurmaylarından Meclis Başkanlığı ve Adalet Bakanlığı yapmış olan deneyimli siyasetçi Cemil Çiçek, Oğan’ı “saygısız ve nankör” olarak kınadıktan sonra şunu hatırlatmıştı: “İsmi geçen kişi (Ayhan Oğan) televizyonlara neden çağırılır?” diye sorarak, aslında dolaylı da olsa Sn. Oğan’ın bu tür konuşmalar için hazırlanıp kışkırtıldığını ve böylece zemin yoklaması yaptırıldığını ima etmiş olmaktaydı.

“Tepki gelirse inkâr et, gelmezse devam et!” Bu taktik, kurulduğu günden beri AKP’nin tavrıdır. AKP ve Tayyip Erdoğan’dan önce aynı taktiği Turgut Özal ve ANAP uygulamıştı. “Federasyonu tartışalım” diyen Özal, tepki gelince “Canım, neden olmayacağı anlaşılsın diye tartışılsın demek istedim” diye durumu toparlamaya çalışmıştı! Tayyip Bey ise galiba siyasi dublör kullanmaktaydı. Tayyip Erdoğan, Binali Yıldırım ve Mahir Ünal, eski AKP yöneticisi Ayhan Oğan’ın, “Biz 15 Temmuz’da çok büyük bir şey yaptık. Halk bir devrim yaptı. Şimdi biz yeni bir devlet kuruyoruz. Beğenin beğenmeyin bu yeni devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan’dır” sözlerinin kendilerini bağlamadığını söylüyorlardı. 15 Temmuz’da 40 yıldır ordusuna sızılmakta olan Türkiye, işgal edilmeye çalışılmıştı. Orduya sızmalar son 15 yılda yani AKP iktidarında katlanarak artmıştı. Öyle ki 2014 ve 2015 Yüksek Askeri Şurası’nda general yapılanların çoğunluğu, darbeci diye tutuklanmış ve ordudan atılmıştı. Bu bakımdan, Ayhan Oğan’ın sözlerinden önce AKP’nin, Türk milleti için bir utanç günü olan 15 Temmuz’u, Çanakkale, Sakarya ve Dumlupınar’ın yerine koymaya kalkışmasının sebebini sorgulamak lazımdı. Öyle ya 15 Temmuz’u kurtuluş savaşı sayarsanız, insanları yeni bir devlet kurmak fikrine alıştırdığınız açıktı. Ayhan Oğan da işte bu alıştırma denemesinde bulunmuşlardı. Aslında Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp yerine şimdilik “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” denilen bir devlet kurmak, doğrudan Amerikan istihbarat servisi CIA’nın tasarımıydı. CIA’nın beyinlerinden Graham Fuller, “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” diye kitap yazdığı zaman, Türkiye’yi Türk devleti olmaktan çıkarma projesini “Osmanlıcılık” diye yutturacaklardı.” İşte AKP bunun alt yapısını oluşturmaktaydı. 3. Dünya Savaşı’nın gerekçelerinin hazırlandığı, hedef tahtasına ise Türkiye’nin konulacağı, oldukça tehlikeli günlerin yaklaştığı bir süreçte ülkemiz için en büyük tehdit, işte bu kafalarla yönetiliyor olmamızdı.

Siyonizm, İslam Coğrafyası Merkezli “Küresel Bir Savaş Çıkarmak” Hazırlığındadır.İslâm Coğrafyası ve “Kaostan Kaynaklanan Düzen”/(“Yaratıcı Yıkım”/”Düzeltici Savaş”)Teorisi-6: Siyonizm “küresel bir savaş çıkarmak” istiyor

1- ABD’nin Küresel Hâkimiyetine ve Liderliğine itirazlar başlamıştır:

ABD; “amaçlara dayalı liderlik etmek”, “güçlü liderlik inşa etmek”, “örnek lider olmak”, “partnerlerle (ortaklarla) birlikte liderlik etmek”, “bütün enstrümanlarla liderlik etmek”, “uzun vadeli liderlik etmek” ve “arkadan yöneterek liderlik” olmak üzere, “her alanda liderlik yapmak zorundadır” yaklaşımına itirazlar başlamıştır. Avrupa’da ve Doğu Asya’da ABD’nin küresel üstünlüğüne ve ABD liderliğindeki küreselleşmeye karşı siyasi bir direnişin ortaya çıkması elbette hayırlıdır. Artık Çin, Hindistan ve Rusya, ABD’nin liderliğini kırmak için fiilî bir jeostratejik ittifak kurma çabasındadır. ABD, dünya paylaşımı için birlikte yola çıktığı küresel şirketlerle, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki pazarın paylaşımından dolayı karşı karşıya gelip restleşmek zorundadır.

2- “ABD’nin Liderliğine İtiraz Etmek, Kaos Getirir” iddiaları dayanaksızdır!

a- Bazılarına göre “Mevcut Kurulu Dünya düzenini değiştirmek isteyen, “Revizyonist” olarak nitelenen güçler”; “Çin, Rusya ve Türkiye’dir”.

b- “Ciddi güvenlik kaygılarına neden olan ülkeler”; İran ve Kuzey Kore’dir.

c- “Öyle ise bu devletler, işbirliği ettikleri ülkeler ve bunların desteklediği, şiddete başvuran aşırı örgütler kontrol edilmelidir.” Bütün bunların birer bahane olduğu ise artık bellidir.

3- ABD Ekonomisi Tıkanmıştır.

“ABD ekonomisi önce yavaşlayacak, sonra durgunlaşacak ve ABD kendi içine kapanacaktır” iddiaları gerçekleşmeye başlamıştır. “Büyük Asya ülkeleri, bir Asya Para Fonu, bir Asya Ticaret Örgütü kurarak IMF (Uluslararası Para Fonu) ve WTO (Dünya Ticaret Örgütü) gibi kuruluşlara rakip olacaktır” yaklaşımı doğruları tam yansıtmamaktadır. Çünkü bu zulüm ve sömürü düzeninin gerçek alternatifi İslam Birliği’nin kurulmasıdır. ABD’nin, “Dünya Bankası ve IMF’yi yeniden yapılandırarak, BRICS Bank ve Çin’in Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi, Batı kontrolünde olmayan alternatif kuruluşların yükselişini” durdurma çabaları danışıklı dövüşün bir parçası ve Siyonist sermayenin yeni bir aldatmacasıdır. ABD, “Afrika Büyüme ve Fırsat Eylemi’ni (AGOA), “Power Africa”, “Trade Africa” ve “Doing Business in Africa” girişimleri ile kıta üzerinde nüfuzunu sağlamlaştırmak ve Çin’in yayılmasını durdurmak zorundadır” diyenler bu sinsi Siyonist hesapları gizleme çabasındadır.

4- Lider Olarak Ortaya Çıkma İhtimali Olan Ülkeler Kuşatılacak ve Kısıtlanacaktır.

“Mevcut düzen, ABD ve benzer değerleri savunan ülkeler tarafından 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulmuştur ve bu düzenin korunmasında ABD’nin sorumluluğu daha fazladır” iddiaları mevcut dünya düzenini meşrulaştırma amaçlıdır! Küresel İttifak Sistemi ile Rusya ve Çin Kuşatılıp tecrit edilecektir. ABD, Kafkasya’daki ülkelerle bağları geliştirecektir. Balkanlar ve Doğu Avrupa’daki ülkelerin Avrupa ve Avrupa-Atlantik entegrasyonu kararlılıkla desteklenecektir. ABD, “Güneydoğu Asya Devletleri Ortaklığı (ASEAN)” ile Çin’i kuşatıp etkisizleştirecektir. Vekâlet Savaşları ve Kadife Darbelerle “küreselleşme değerlerini benimsemeyen ve bunlara saygılı olmayan ülkeleri ve Rusya ve Çin ile iyi ilişkileri olan ülkelerin yönetimleri devrilecek; “yeni doğan demokrasiler güçlendirilecektir” palavraları ABD’yi ayakta tutmaya yeterli olmayacaktır.

“ABD değerlerini paylaşmayan ülkelerde, genç liderlerle ve STK’larla ilişki kurulacak; hükümet, iş ve sivil toplum alanlardaki geleceğin liderleri” belirlenerek, “birbiriyle koordinasyonları sağlanacaktır.” “Libya, Mısır, Suriye, Irak, İran, Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan, Sudan, Nijerya, Alt-Sahra Afrika’sı, Ortadoğu, Orta ve Güney Asya ve And Bölgesi içinde ve etrafında iç çatışmalar, şiddetli siyasi karışıklıklar ve ciddi dini ya da etnik bölünmeler ortaya çıkacaktır.” “Latin Amerika’da özellikle de Kolombiya, Küba, Meksika, Panama, Guatemala, El Salvador, Honduras, ‘Haiti ve onun’ öteki Karayip komşuları ülkeler, yeniden yapılandırılacaktır.” ABD, “Türkiye ile olan ilişkilerini dönüştürmeye mecbur kalacaktır.” “Türkiye, Kafkasya, Orta Asya, Suriye, Irak ve İran ile ve iç çatışmalarla meşgul olacaktır.” itirafları Siyonizm’in güdümündeki ABD’nin şeytani planlarını açığa vurmaktadır.

5- Hiçbir Ülkenin Askeri Gücünün ABD’nin Askeri Gücünden Daha Üstün Olmasına Fırsat Tanınmayacaktır!?

“ABD, uluslararası anlaşmalar ve sözleşmelere uygun hareketle, üzerine düşen sorumluluklarını kuşanacak; revizyonist ülkeler, ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırılacak; gerekirse bunlarla savaşılacaktır.” “ABD Stratejisi, gelecekte potansiyel bir küresel rakibin ortaya çıkışına fırsat vermeyecek, ABD’nin gücünü aşma ya da ona denk olma ümidiyle yeniden askeri yapılanmaya giden potansiyel düşmanları caydıracak şekilde yeniden yapılandırılacaktır.” “Hiçbir büyük güç henüz ABD ile askeri bir çatışmaya girme noktasına ulaşmamıştır; ama ABD’nin büyük güçlerden biriyle askeri çatışmaya girme riski artmaktadır. Böyle bir çatışma, muazzam sonuçlar doğuracaktır.” “Dünya, 3. bir paylaşım savaşına doğru yol almaktadır” itirafları Amerika’nın ve Siyonist odakların ayarını ve amacını ortaya koymaktadır.

Türkiye’nin güneydoğusunu, İran’ın kuzeybatısını, Irak’ın kuzeyi ve Suriye’nin doğusunu kapsayan “Büyük Kürdistan” mutlaka kurulacaktır!?”[4] iddiaları ise, Türkiye’nin açıkça hedef haline getirildiğinin ispatıdır.

İsrail çıbanının deşilmesi şarttır ve kaçınılmazdır!

“Türkiye’ye ilk defa gelen yeni kurulan terör şebekesi İsrail Büyükelçisi, bir hoca ile görüşmek istediğini Türk Dışişlerine bildirir. Yetkililer de Mehmet Vehbi Efendi’yi önerirler. Çünkü Mehmet Vehbi Efendi hem tefsir yazarı, hem de siyaset yapmış, bakanlık yapmış bir şahsiyettir. Derken Büyükelçi ile Mehmet Vehbi Efendi bir araya geldiklerinde kendisine: ‘Sizin Peygamberiniz: ‘Bir gün gelecek yeryüzünde bir tek Yahudi kalmayacak. Onlardan birisi taşın arkasına saklansa bile o taş dile gelip haber verecek’ diyordu. Oysa bak biz yok olmadık. Tam aksine Filistin’de devlet kurduk” diye böbürlenir.

Merhum Mehmet Vehbi Efendi ise: “Ben Buhari’yi tercüme ederken, sıra o Hadise gelince çok düşündüm; ‘Ya Rabbi, Senin Peygamberin ne söylemişse doğrudur ve olacaktır. Ama bugün Yahudiler bütün dünyaya dağılmış durumdadır. Biz bunları nasıl bulacağız, nerede toplayacağız?’ derken bir gün Filistin’de devlet kurulduğunu, dünyanın her tarafına dağılan Yahudilerin Filistin’e göç ettiğini öğrenince seviniverdim.” deyince Siyonist Yahudi elçi şaşırıverir. Büyükelçi: “Niçin sevindiniz?” diye sorunca Mehmet Vehbi Efendi: “İşimizi kolaylaştırdınız. Artık bizim bütün dünyayı dolaşmamıza gerek kalmayacak. Hepiniz İsrail’de bir araya geleceksiniz biz de sizi topluca milletlerin başına bela olmaktan kurtaracağız” buyurunca Yahudi’nin sesi kesilir.[5]

Şu anda dünyanın her tarafında okunan Matta İncil’inin 23/33-36 bölümünde Yahudilere şöyle seslenilmektedir:

“Siz ey yılanlar, siz ey engerek nesli! Cehennem hükmünden nasıl kaçacaksınız? Bunun için işte, size peygamberler, hikmetli adamlar ve yazıcılar gönderiyorum; siz onlardan bazılarını öldürecek ve Haça gereceksiniz ve bazılarını havralarda dövecek ve şehirden şehire kovacaksınız ki, salih olan Habil’in kanından, ma’betle mezbah/kesimhane arasında öldürdüğünüz Barahiya oğlu Zekariyya’nın kanına kadar, yeryüzünde dökülen her salih kan üzerinize gelsin. Doğrusu size derim: Bütün bu şeyler bu neslin (Siyonist Yahudilerin) üzerine gelecektir.” diye başlayan satırları okuyan ve Yahudilerden bıkıp usanan batılı siyasiler, içlerinden bu ur’u söküp Filistin’e taşınmasına maalesef yardımcı olmuşlardır. Orada Yahudiler öldürürse, Müslümanlardan azaldığı için, Avrupalılar sevinç çığlıkları atmıştır… Eğer Yahudi ölürse yine Avrupalı sevinç duymaktadır. Onun içindir ki elli senedir barış sağlanamamıştır. Başka ülkeler arasındaki çatışmalara B. Milletler anında devreye giriyor ve barış sağlamaya çalışıyor; başaramadığında, saldırgan tarafa karşı B. Milletler harp ediyor. Filistin’de ise Yahudi’nin eline silah veriyor. Bütün silah kaçakçılarına da: “Eğer Filistinli Müslümanlara silah satarsanız bir daha silah vermem” diyerek mazlumların silahlanmalarını engelliyor.”[6]

İşte “Arap Baharı” palavrasıyla Suriye iç savaşı böyle çıkarılmış, gaflet ve cehalet kafalı AKP, ileride bizi de kuşatacak bu ateşe benzin sıkmış, Haçlı ve Siyonist odaklarla birlikte maalesef kardeş Libya’nın tahribine ve on binlerce Müslümanın katline Sn. Erdoğan ve kurmayları suç ortaklığı yapmış ve bağımsızlık referandumuna hazırlanan Barzani’ye sahip çıkıp, resmiyet ve meşruiyet kazandırmışlardır. Ama dış güçlerin tahriklerine rağmen, inşaallah Türkiye bu badireyi de atlatacak, bütün tuzakları boşa çıkarıp zafere ulaşacaktır.

 

Bu makaleyi sesli olarak dinleyebilirsiniz:

{mp3}3ncudunyasavasihzrakp{/mp3}

 

 


[1] 05.07.2017/ https://tr.sputniknews.com

[2] M. Seyfettin Erol – 10 Temmuz 2017

[3] Yeni bir devlet mi kuruyoruz? – 07 Ağustos 2017 – Star

[4] burhanettincan@milligazete.com.tr

[5] Not: Bununla ilgili Hadisin metni: (Buhari, Sahih, K. Cihad, babü kıtal’il Yehud, bab no 94)

[6] 28 Temmuz 2017, mahmuttoptas@milligazete.com.tr

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Nevzat GÜNDÜZ

Nevzat GÜNDÜZ

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx