YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
69209c2e94b62
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 8
Bugün : 31525
Dün : 45549
Bu ay : 884249
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45288070
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

ABD’nin Dünyayı İşgal Planı

ve

TÜRKİYE’NİN 2023 SEÇİM ŞANSI

  

Türkiye’mizi güneyden, yani Suriye ve Irak cephesinden kuşatıp karıştırmanın ve ülkemizi parçalamanın kiralık maşaları olan PKK-PYD’nin arkasında İsrail’in ve Amerika’nın bulunduğunu; hem ABD yetkilileri hem AKP yöneticileri defalarca açıklamışlardı. Yani bu bir sır değil, resmiyet ve aleniyet kazanmış bir hakikatti. Ayrıca hem AB görevlileri hem de tüm Haçlı Avrupa Devletleri de, resmen ve fiilen PKK-PYD’ye arka çıkmakta ve kendi ülkelerinde bunların Türkiye aleyhindeki faaliyetlerine fırsat sağlamaktalardı. En son İSVEÇ’in ve DANİMARKA’nın, PKK’nın küstahça gösteriler yapmalarına ve hatta kendi siyasi soytarılarının KUR’AN-I KERİM yakmalarına göz yummaları da bunların Türkiye niyetini ve bozuk tıynetini ortaya koymaktaydı.

Siyonist güdümlü Haçlı Avrupa ve Amerika’nın bu düşmanca tavırlarına rağmen; hâlâ AB’ye katılmak sevdasıyla her türlü hakaretlerine katlanan, ABD’yi ise “vazgeçilmez müttefik” diye kutsayan… Ve hele her canı istediğinde mazlum ve mağdur Filistin sokaklarına saldırıp onlarca masum Müslümanı katleden Siyonist kuduz İsrail’le, normalleşme girişimlerini hızlandıran şu AKP iktidarının ve yönetici takımının, “HDP’ye yanaşıyor!” diye Millet İttifakı’na sataşmaları, tam bir sahtekârlıktı. Oysa, malum ve mel’un odakların talimatlarıyla HDP’yi kapatmayarak, hatta birçok konuda irtibata geçip desteklerini arayarak, onlara fiilen resmiyet ve meşruiyet kazandıran kendileri olmaktaydı. Hatırlayınız, PKK ile meşhur OSLO görüşmelerine hem de MİT Müsteşarını gönderip onlarla uzlaşma ve kirli amaçlarını kolaylaştırma zemini hazırlayan da bunlardı.

Bölgemizdeki ABD üslerinin ve güçlerinin 1. amacı İsrail’in güvenliğini sağlamak, 2. amacı ise Türkiye’yi karıştırmaktı.

Siyonist ABD’nin dünya genelinde 800 üssü vardı: Bu bir dolaylı işgal planıydı!

Ocak 2023 itibariyle ABD’nin dünya genelinde 800 üssü vardı. Bu ABD üslerinin 2018 yılındaki mali değeri, ABD Savunma Bakanlığı verilerine göre 749 milyar dolardı. ABD üsleri, düşman gözetleme noktalarından deniz kuvvetleri ikmal noktalarına, eğitim üslerinden radar üslerine kadar birçok askeri yapılanmayı barındırmaktaydı. Bu üslerde bulunan askeri personel sayısı ise 70-80 bini Ortadoğu’da olmak üzere, 200 bin civarındaydı. Ortadoğu’daki ABD üslerinin sayısının bu kadar yüksek olmasının temel sebebi ise; ABD’nin bir ülkede kurduğu üssü ebedi mülkü saymasıydı. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’da kurulan Ramstein Üssü, halen ABD Hava Kuvvetleri’ne hizmet sunmakta ve 53 bin personel ile bu ülkenin kendi toprakları dışındaki en büyük üssü olma özelliğini taşımaktaydı. ABD’nin Ramstein dışında Almanya’da 87 üssü daha bulunmaktaydı. Peki böyle bir ülke ne kadar bağımsız sayılırdı? Almanya’yı 86 üs ile Japonya, 64 üs ile Güney Kore, 29 üs ile İtalya ve 16 üs ile İngiltere takip ediyordu. Türkiye ise en çok ABD üssü olan ülkeler arasında 9 askeri yapılanma ile 9’uncu sırada yer alıyordu. Türkiye’de bulunan en büyük askeri yapılanma ise İncirlik Hava Üssü oluyordu. 1950’lerde Türkiye’nin NATO üyeliğinden sonra kurulan üs içerisinde, ABD Hava Kuvvetleri’nin 2 bin 500 personeli görev yapıyordu.

ABD’nin Dünya Polisliği: Amerika, Ana Kıtası Dışında 320 Binden Fazla ABD Askeri Bulundurmaktaydı!

ABD son yıllarda birçok ülkede artık tüm yönetim mekanizmalarına sızdığı ve sömürü çarkını hazırladığı için asker sayısını azaltıp bazı üslerini kapatırken, Amerikan ordusunun halen 172 ülkede çeşitli ölçeklerde 800’e yakın askeri üs ve Amerika ana kıtası dışında 320 binden fazla asker bulundurması, bütün buraları fiilen işgal manası taşırdı.

Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın Pentagon’a Afganistan ve Irak’taki Amerikan askerlerinin sayısını 2 bin 500’e çekme talimatı vermesi, dikkatleri ABD’nin yurt dışındaki askeri üslerine çevirmiş durumdaydı.

ABD ordusu stratejik olarak; aynı anda iki farklı bölgede iki büyük savaşa girip bu savaşları kazanacak şekilde konumlanmaktaydı. Ancak son yıllarda Çin’in yükselişi ve Rusya’nın bölgesel askeri çıkışları, ABD’nin savunma stratejisinde değişikliğe gitmesine yol açmıştı. 2018 Ulusal Savunma Strateji Belgesi kapsamında ABD’nin terörle mücadeleden çok, Çin ve Rusya’ya karşı “büyük güç rekabetine” öncelik vermesi ile Pentagon, Ortadoğu ve Afrika’daki kuvvetlerinin sayısını düşürmeye çalışmaktaydı. Çünkü Suriye ve Irak’ta PKK-PYD’yi kullanmaktaydı.

Aynı zamanda, Afrika başta olmak üzere birçok bölgedeki üst rütbeli askeri yetkilileri çekip bunların yerine daha düşük rütbeli asker atamaya başladığı ortaya çıkmıştı. Pentagon, söz konusu değişikliklere ilişkin üst rütbeli askerlerin özellikle Çin’e karşı alınacak pozisyonlarda kullanılacağını açıklamıştı. Bu değişikliklere rağmen ABD halen hemen her bölgede on binlerce asker bulundurmaktaydı. Ayrıca doğrudan bir ülkede konuşlu olmayıp ABD uçak gemileri ve bunlara eşlik eden gemilerde de yüz binlerce asker görev yapmaktaydı.

AA’nın, ABD Savunma Bakanlığı İnsan Gücü Veri Merkezi’nden edindiği bilgilere göre, 30 Eylül 2021 itibariyle ABD’deki üslere bağlı rezerv ve muvazzaf olmak üzere toplam 2 milyon 719 bin 953 asker bulundurmaktaydı. Denizlerde görev yapan askerlerin de bu sayıya dahil olduğu konuşulmaktaydı. Diğer taraftan, 7 bin 962’sinin konumları gizli olmak üzere; 320 binden fazla Amerikan askeri 172 ülkede ve ABD toprağı olan Hawaii ile Porto Riko’da görev yapmaktaydı.

Çin’e göre; ABD’nin, Pasifik bölgesinde 175 bine yakın askeri konuşlu durumdaydı!

ABD’nin 2011’den itibaren başta Irak ve Afganistan’dan büyük ölçüde çekilmeye başlaması ve Çin’i çevreleme politikasına yoğunlaşması ile en fazla Amerikan askerinin konuşlu bulunduğu bölge Pasifik bölgesi olmaktaydı. ABD’nin bu bölgede en çok askeri Hawaii Adaları’nda konuşlu iken, en çok ABD askerine ev sahipliği yapan ülke ise Japonya’ydı. ABD’nin Çin’e karşı ön cephe olarak gördüğü Japonya’da 60 bin 920, Güney Kore’de ise 29 bin 220 askeri bulunmaktaydı.

Kuzey Kore’nin nükleer füze ile vurmakla tehdit ettiği ve Amerikan ordusunun bombardıman uçaklarının konuşlu olduğu Guam Adası’nda ise 11 bin 220 askeri vardı. Bunların yanı sıra ABD’nin Avustralya, Tayland, Filipinler, Hindistan, Singapur dahil bölgedeki ülkelerde 5 bin civarında askeri hazırdı. Buna göre, ABD’nin Pasifik ülkelerinde konuşlu asker sayısı 103 bini aşmıştı. Öte yandan Hint-Pasifik Kuvvetleri (INDO-PACOM) karargâhına ev sahipliği yapan ve Çin cephesi açısından önemli bir nokta olan Hawaii Adaları’nda 71 bin 112 ABD askeri vardı.

ABD’nin Avrupa’da 90 binden fazla askeri vardı!

ABD’nin NATO’dan dolayı stratejik yığınak alanı olan Avrupa’da da önemli sayıda Amerikan askeri bulunmaktaydı.

ABD yönetimi geçen yıllarda Almanya’daki asker sayısını 25 bine çekme kararı almıştı, ancak 30 Eylül 2022 rakamlarına göre ABD’nin Almanya’da 46 bin 94 askeri görev yapmaktaydı. ABD’nin Avrupa Komutanlığı (EUCOM) karargâhı Stuttgart’ta konuşlanmıştı. Diğer taraftan 6. Filo Komutanlığı’nın bulunduğu İtalya’da ise 14 bin 720 ABD askeri vardı.

NATO Karargâhı’nın bulunduğu Belçika’da 1869 Amerikan askeri görev yaparken, İspanya’da 3 bin 575, Hollanda’da 629 ABD askeri bulunmaktaydı.

Son zamanlarda Doğu Akdeniz konusunda aralarındaki gerilimin tırmandığı Yunanistan’da 463, Türkiye’de ise 1762 Amerikan askerinin görev yaptığı, verilere yansıyan bilgiler arasındaydı. Ancak Yunanistan’da ve Ege Adaları civarında 2000 ABD askeri daha yığılmıştı.

Pentagon; Polonya’da 4 bin 500, Norveç’te 700 civarında Amerikan askeri bulundururken, diğer Doğu Avrupa ülkelerinde de binlerce asker konuşlandırmış durumdaydı. ABD ayrıca rotasyon kapsamında Avrupa’ya asker konuşlandırırken, EUCOM bölgesinde 90 bini aşkın Amerikan askeri hazırdı.

ABD’nin Türkiye’de kaç tane üssü vardı ve nerelerde bulunmaktaydı?

1- İNCİRLİK ÜSSÜ

İncirlik Hava Üssü; yönetimi ve denetimi TSK’da olan, NATO’nun önemli bölgesel bir depo üssüdür. Adana’ya 10 km uzaklıkta bulunan üs, Akdeniz’e 56 km uzaklıktadır. Türk Hava Kuvvetleri 10. Ana Jet Üssü ve ABD Hava Kuvvetleri 39. Ana Jet Üssü burada görev yapmaktadır.

2- İZMİR HAVA ÜSSÜ

İzmir Hava Üssü, İzmir’in 17 km kuzeybatısında Çiğli’de bulunup Avrupa’daki ABD Hava Kuvvetleri’ne (USAFE) bağlıdır. 42 uçak ve 300 asker-personel bulunan üste, I-HAWK ve Roland füze sistemleri konuşlandırılmıştır. İzmir Hava Üssü NATO’nun Türkiye’deki en eski üssü olmakla beraber, son yıllarda önem kazanmıştır. 11 Ağustos 2004’te LANDSOUTHEAST Karargâhı Napoli’den İzmir’e taşınmış, 1 Ocak 2006’da da ABD 16. Hava Filosu, Almanya’nın Ramstein Hava Üssü’nden alınarak buraya aktarılmıştır.

3- ŞİLE ÜSSÜ

Stinger füzelerinin fırlatılması için uluslararası standartlarda bir atış alanıdır.

4- KONYA

Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığı: Irak savaşı sürecinde NATO tarafından getirilen AWACS’lar burada üslenmiş durumdadır.

5- BALIKESİR

Balıkesir 9. Hava Jet Üssü: Bu üste 6 adet “vault” denilen füze rampası bulunmaktadır.

6- MUĞLA

Muğla Aksaz Deniz Üssü olarak kullanılmaktadır.

7- ANKARA

Ankara-Ahlatlıbel, Amasya-Merzifon, Bartın, Çanakkale, Diyarbakır-Pirinçlik, Eskişehir, İzmir-Bornova, İzmit, Kütahya, Lüleburgaz, Sivas-Şarkışla, İskenderun, Ordu-Perşembe, Rize-Pazar, Erzurum, Van-Pirreşit ve Mardin’de NATO’ya bağlı Birleştirilmiş Hava Harekât Merkezleri (CAOC6) bulunmaktadır.

Ankara, Karamürsel, Sinop, Hakkâri, Hatay, Erzurum Kargapazarı; dinleme üsleridir.

Ankara Cevizlibağ, Elmadağ, İstanbul, İzmir; dinleme ve harekât merkez üsleridir.

Adana-Hatay Toroslar; CIA, Gladio eğitim üssü görevi yürütülmektedir.

Tekirdağ Çorlu Havaalanı; lojistik destek üssü merkezidir.

Konya; AWACS erken uyarı uçakları bu üste yerleşiktir.

Gaziantep-Batman Havaalanı; lojistik destek amaçlı havaalanları ve Heronların üssü olarak bilinmektedir.

Sabiha Gökçen Havaalanı; ABD ve NATO Lojistik destek havaalanı olarak yararlanmaktadır.

Mersin Taşucu Limanı; liman ve helikopter pisti vardır.

İskenderun Limanı; Türkiye’nin en geniş konteyner alanına sahip bulunmaktadır.

Adana İncirlik; nükleer bombaların yer aldığı, ABD’nin bölgedeki tek harekât üssü konumundadır.

Diyarbakır; hava üssü, NATO askeri vardır.

Şırnak-Silopi; lojistik depolama yeri bulunmaktadır.

Mardin’de; İncirlik Üssü’ne ve İskenderun’a gelen ABD asker ve teçhizatları için geçiş yeri hazırlanmıştır.

Şanlıurfa’da; yakıt ikmal üssü yapılmıştır.[1]

Bazı kaynaklarda ise; ABD’nin Türkiye’de 40 üs ve tesisinin olduğu saptanmıştır. Bunların 26’sının üs olarak kullanıldığı vurgulanmıştır. Adana-İncirlik Hava Üssü ve İzmir-Çiğli Hava Üssü’nün bunların en önemlileri olduğu anlaşılmaktadır.

Bu bilgileri, Türkiye’mizin sadece tarihi ve tahmini tehditlerle değil; fiili ve resmi olarak da hangi tehlikelerle karşı karşıya bulunduğunu… Ve işte bu nedenle, her bakımdan güçlü, caydırıcı ve inançlı bir orduya sahip olması lüzumunu hatırlatmak için aktardık.

ABD, Ortadoğu ve Afrika’yı ağırlık merkezi olmaktan çıkarıp, yeni taşeron teröristleri destekleme kararı almıştı!

ABD, 11 Eylül saldırılarından sonra Afganistan ve Irak’ı işgal etmesi ile bu ülkelerde 200 binden fazla asker tutuyordu. Körfez ve diğer Arap ülkeleri ile birleştirildiğinde ABD’nin bölgede 300 bine yakın askeri bulunuyordu.

(Kendileri yetiştirip öne sürdükleri) DEAŞ terör örgütünün yükselişi ve Taliban’ın Afganistan’daki gücünü toparlaması ile ABD, başta Irak ve Afganistan olmak üzere bölgedeki üslerini tahkim ediyordu. Ancak Donald Trump yönetiminin Ulusal Güvenlik ve Ulusal Savunma Strateji Belgelerinde, büyük güç rekabetine öncelik verilmesi ile ABD Ortadoğu’daki gücünü önemli ölçüde azaltmayı hedefliyordu.

Ardından açıklanan kararla, ABD Afganistan ve Irak’taki askerlerinin sayısını 5 bin 500’e düşürüyordu. ABD’nin halen Suriye’de SDG ismini kullanan terör örgütü YPG/PKK’ya destek vermek üzere 1000 civarında özel kuvvet askeri bulunuyordu. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Irak’taki birçok üssünü boşaltırken; Katar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn’deki “Küçük Amerika” olarak anılan üslerini kullanmaya devam ediyordu. Beşinci Filo’nun karargâhının bulunduğu Bahreyn’de 4 bin 517, Katar’da 8 bin, Kuveyt’te ise 13 bin 500 ABD askeri konuşluydu. Diğer taraftan BAE’de 5 bin, Suudi Arabistan’da 4 bin civarında, Ürdün’de 3 binden fazla Amerikan askeri konuşluydu. Diğer Ortadoğu ülkeleri ve rotasyona tâbi askerlerle CENTCOM bölgesinde 60 binden fazla ABD askeri bulunuyordu.

Afrika’nın çeşitli ülkelerinde ise ABD’nin toplam 6 bin askeri bulunuyordu. Pentagon son zamanlarda Avrupa ile Afrika Komutanlıklarının kara unsurlarını birleştirme kararı alıyordu. Pentagon aynı zamanda Afrika’daki asker sayısını ve üst rütbeli subay sayısını azaltmayı planlıyordu.

ABD’nin arka bahçesi sayılan Güney Amerika’da ise 20 bine yakın Amerikan askeri konuşluydu.

ABD’nin 76 üssünün bulunduğu bölgede 20 bine yakın Amerikan askeri konuşluydu. Bölgede en fazla Amerikan askerine ev sahipliği yapan ülkeler, toplamda 3 bin civarında Amerikan askeri bulunan Arjantin ve Honduras iken, ABD’ye bağlı Porto Riko’da ise 13 bin 505 asker bulunuyordu.

Eski ABD Başkanı Eisenhower veda konuşması yaparken kendi ülkesini şöyle uyarmıştı: “ABD’deki askeri endüstri şayet, böyle denetlenmeden büyürse, sonumuz çok kötü olur, uyanık olun! Bazı odaklar, para sürekli kendilerine aksın diye gereksiz savaşlar çıkarabilirler?!” Evet; dünyanın en güçlü ülkesinde, en güçlü Başkanı tarafından söylenmiş sözlerdi bunlar. Dwight Eisenhower 40 yıl boyunca orduda görev almış, 5 yıldızlı, sayısız madalya almış bir generaldi. 1961 yılında veda konuşmasını yaparken bu uyarıları yapmıştı.

2. Dünya Savaşı’nı kazanmak için tüm kaynaklar ve güç orduya aktarılmıştı. Pentagon’un gizli patronu ise Siyonist Yahudi baronlardı. Savaş bittikten sonra oluşturdukları canavar, uykuya dalmamıştı. Sözde barışa geçilse bile savaş ekonomisi yürürlükte kalmıştı. Şimdi dünyanın her yanında 800 adet askeri üsleri kuruluyken; Pentagon her yıl mali denetlemelerle çuvallayıp, ‘trilyonlarca doları nerelere harcadığına’ uydurma bahaneler hazırlamaktaydı. ABD halkı bu sinsi canavarın boyunduruğu altında yaşamak zorunda bırakılmıştı. Şimdi bakın, ABD savaş makinası nasıl gereksiz yere dünyanın kaynaklarını tüketip tüm demokrasilerin üzerinde bir tehdit oluşturmaktaydı?!

ABD ordusu o kadar büyük ki, kendileri bile ne kadar büyük olduklarını ve ne kadar para harcadıklarını bilmiyorlardı. Pentagon üst üste beş yılda sürekli denetlemeye takılmıştı ve varlıklarının %60’ının nerede olduğunu bilmediğini raporlamıştı. Ve ordunun çoğunluğu ABD’de değil, dışarıdaydı. 70’ten fazla ülkede ABD’nin askeri mevcudiyeti vardı. Tüm dünya barış zamanında bile ABD ordusunun işgali altındaydı. Çoğu ülke mecburiyetten buna katlanmaktaydı. 2. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Japonya ve Almanya gibi ülkeler ateşkes imzalarken, Soğuk Savaş sırasında Sovyetler ve Amerika arasında sıkışan ülkeler de kendi ideolojilerine daha yakın ve ikisi arasında daha güçlü olan tarafı seçerek sınırlarını yabancı askere açmak zorunda kalmışlardı. Sonrasında nerede savaş olsa orada bir üs açılmıştı. Kendi işgal ettiği toprak bir hayli çok olduğundan, üs sayısı 800’e kadar çıkmıştı. Bu üslerde 180 bine yakın personel çalışmaktaydı. ABD her yerde üs açmasına rağmen kendi ülkesinde üs açılmasına izin veriyor mu? Tabi ki hayır! Dünyadaki yabancı üslerin %90’ı Amerika’nındı. Peki bir kere girdiklerinde onları tekrar çıkarabilir misiniz? Çıkaramazsınız! Mesela Almanya’da 119 askeri üssü vardı. Peki ülkenizde 119 üs varsa orası bağımsız sayılır mıydı?

Bir ABD askeri yetkilisi katıldığı TV programında şu itirafta bulunmuşlardı: “İsrail’de açılan ABD Üssü’nün şu anda varlığı lazımdır ve askerlerimizin burada görev yapabilmesi çok anlamlıdır! ABD ile İsrail arasında uzun süreli ve stratejik ilişkilerin gereği ABD’den gelen askerler kalıcı olarak İsrail’deki bu üsse atanacaklardır. İsrail ile çalışmaya ve İsrail’i herhangi bir tehditten korumaya olan bağlılığımızı göstermek üzere bunlar yapılmaktadır!”

Amerikan üsleri; İsrail dışında bunların hepsi bağımsız bölgeler konumundadır. Yukarıda değinmiştik; örneğin, Almanya’daki Ramstein Havaalanı; Amerika Birleşik Devletleri’nin, 2. Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın Rheinland-Pfalz eyaletine kurduğu havaalanının adıdır. Havaalanı, ABD’nin Avrupa’daki hava gücünün ve NATO’nun lojistik tesislerinin merkezi konumundadır. Havaalanını, Kaiserslautern’e yakın Ramstein kasabası yakınlarında kurmuşlardır. Bu gibi yerleşkeler neredeyse ülke içinde ülke olmuşlardır. Kendi okulları, lojmanları, bir sürü restoranları ve stadyuma kadar her şey bulunmaktadır. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra üsler çoğalsa da ABD’nin yayılmacı politikası 1800’lü yıllara dayanmaktadır. Avrupa’nın kolonileştirme çabalarına karşı çıkıp, ABD’nin ve Siyonizm’in kendi etki alanlarını genişletme amaçlıdır. Bunu devam ettirebilmek için harcadıkları meblağ da astronomik seviyelere çıkmıştır. Sadece son 20 yılda ABD, savaşlara 6 trilyon dolar harcamıştır. Oysa bu parayla tüm fakir ülkelerdeki bütün evsizlere ev yapılırdı, üstüne dünyadaki bütün açlık sorunu aşılırdı. ABD ordusunun yıllık 800 milyar dolarlık bütçesi, en yakındaki Çin’in 5 katıdır. ABD, dünyanın tamamının savunmaya ayırdığıyla aynı bütçeyi harcamaktadır. 2. Dünya Savaşı’na girdiklerinde dünyadaki büyük güçlerden sadece biri konumundayken, savaş bitiminde en büyük güç olarak çıkmışlardır. 1. Dünya Savaşı’nda bütün büyük imparatorluklar tüm kaynaklarını orduya ayırıp çok yüksek borçlara girmek zorunda kalmışlardı. Ve bu yüksek faizli borçları Siyonist Yahudi bankerlerden almışlardı. ABD 1. Dünya Savaşı bitene kadar savaşa katılmayıp, taraf olmak yerine savaş tüccarlığı yaparak ekonomisini (Siyonist sermaye hazinesini) hızla geliştirmeye başlamıştı. Avrupa birbirine girmişken ABD; pamuk, tahıl, pirinç, lastik, makine, otomobil ihracatıyla ve özellikle faizli krediler açmakla inanılmaz zenginleşmeyi başarmıştı. 2. Dünya Savaşı’na da göreceli geç katılmıştı. ABD kendi toprağında savaş yaşanmadığı için diğer devletlere göre hem zenginleşiyor, hem de gücünü koruyordu. Yani ABD’yi ABD yapan en büyük olaylar dünya savaşlarıydı. Ekonomisini savaş üzerine kuran bir ülke (ve Siyonist mahfiller) barış zamanında nasıl para kazanacaktı? Tabi ki yeni savaşlar çıkararak! ABD’de bu kadar silah fabrikası boşuna mı yapılmıştı? Askeri endüstriyel kompleks denen makine o kadar güçlü bir noktaya ulaştı ki; Vietnam Savaşı’na girmek istemeyen Başkan Kennedy’yi bile suikastla ortadan kaldırdıklarına dair yoğun söylentiler vardı! Kennedy öldürüldükten sonra gelen Johnson, cenazeden sonraki gün gerekli imzayı atarak ABD askerini Vietnam’a yollamıştı. Devlet içinde bir devlet gibi hareket eden askeri endüstriyel kompleksin asıl sahipleri ise Siyonist sermaye baronlarıydı ve bunun üç ayağı vardı:

A) Silah ve teçhizat üreten Yahudi fabrikatörler,

B) Pentagon (ABD Savunma Bakanlığı’ndaki), çoğu Yahudi’ye kiralık generaller…

C) Yahudi Lobilerin emrindeki kongre üyeleri.

Siyonist Lobiler, yolsuzluğun gırla olduğu büyük bir sömürü sistemi kurmuşlardı. Siyonist şirketler lobi yaparak ve rüşvet vererek Senatörlere baskı yapıyor, daha çok savaş çıkarıp silah üretmek için onları kullanıyordu. Senatörler; aldıkları para dışında, kendi eyaletlerinde iş olanağı artacağı için bu baskılara razı oluyorlardı. Pentagon’da şişirilmiş bütçe talepleri ile de daha çok malzeme siparişi yapılmaktaydı. Bazı Pentagon yetkilileri emekli olup silah üreten özel şirketlerde uçuk maaşlara danışman olarak çalışmaktaydı. Bu düzen sayesinde Lockheed Martin, Boeing gibi Siyonist şirketler ABD’nin dış politikasında etkili rol oynamaktaydı. Her askeri üs ve savaş kararı, bu Yahudi şirketler için milyarlarca dolar kâr anlamını taşırdı. ABD’nin kendine tehdit gördüğü üç ülke; görünüşte İran, Rusya ve Çin olmaktaydı. Askeri üsleri de bu devletleri çevirmiş durumdaydı. Rusya’nın karşısında Ukrayna’yı, Çin’in karşısında Tayvan’ı, İran’ın karşısında İsrail’i destekliyorlardı. Bu üç ülkenin de sürekli çatışmaya dahil olması için tahrik ediyorlardı. Tabi ki “ABD tek kötülük odağıdır ve diğer herkes iyilikten yanadır” iddiası da yanlıştır. Ama dünyanın kaynaklarını en çok tahrip eden, düzenli bir barış ve refah ortamının önünde duran, zulüm düzeninin de lideri konumunda Amerika vardır; bunların perde arkasında Siyonist Yahudi sermayesi bulunmaktadır. Ve bu düzenin devam etmesini isteyen çok güçlü konumda olan dev Siyonist şirketlerle, yolsuz politikacılar bunların suç ortaklarıdır.” tespitleri haklıdır. Ancak, asıl olan Siyonizm’in şeytani saltanatını bozmak, dünyayı da Amerikan halkını da bu gizli canavardan kurtarmaktır. İşte Erbakan ve Milli Çözüm bu hedefe yoğunlaşmıştır.

Küreselleşme Dönemindeki Yeni Dünya Düzeni ve BOP-GOP tuzakları!

1990’ların başında Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra dünyada yeni bir döneme geçilmişti. Buna pek çok kişi “küreselleşme” demekteydi. İşin aslı ise, fikren ve fiilen Siyonizm’e köleleşmekti. Küreselleşme döneminde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ve onun arkasındaki Siyonist Yahudi sermayesinin) egemenliğindeki dünyanın yeniden biçimlendirilmesi için de “Yeni Dünya Düzeni” adı altında bir yapılanma modeli gündeme getirilmişti.

GOP’un (Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi) nesnel bir değerlendirilmesi ancak hem uzun erimli hem de yakın zamanda meydana gelen bu iki nedenin dikkate alınmasıyla anlaşılabilirdi:

Birinci olarak, “İletişim-Bilişim Devrimi”ne baktığımızda, dünyanın Tarım Devrimi ve Endüstri Devrimi’nden sonra üçüncü büyük dönüşümün içine girdiği görülmektedir. Daha önce Endüstri Devrimi, insanlığa ideoloji olarak ulusçuluğu, devlet biçimi olarak laik ve demokratik ulus devletleri, üretim olarak fabrikalardaki imalatı, ekonomik değer olarak ham madde ve mamul madde pazarlarını, sınıfsal yapı olarak da sermaye ve işçi sınıflarını getirmiştir.

Savaşlar; artık ulusçuluk ideolojisi altında ham madde ve mamul madde pazarı elde etme hedefliydi. Dönemin egemeni ise Sanayi Devrimi’ne öncülük ederek bir sömürge imparatorluğu kurmuş olan İngiltere idi.

Birinci Dünya Savaşı, din-tarım imparatorluklarını tümüyle tasfiye ederek ulus devletlerin egemenliğini ortaya çıkarmış; İkinci Dünya Savaşı ise, bu çerçevede bir üst aşamaya geçme iddiasında olan Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri arasında bölünmüş bir dünya ve bir Soğuk Savaş üreterek, güya İngiltere’nin egemenliğine son vermiştir. Şimdi insanlık, Endüstri Devrimi’nden, adı ne olursa olsun yeni bir devrim aşamasına geçerken, Amerika Birleşik Devletleri, Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra tek egemen olarak kaldığı dünyadaki liderliğini sürdürmek için; bu yeni biçimlenme döneminde, yeni bir düzen oluşturmak istemektedir. Endüstri devriminin ana kaynaklarından biri olan petrolün yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde tükenme sinyalleri vermesi, Çin’in gittikçe güçlenmesi, küresel terörün yaygınlaşıvermesi, Amerika Birleşik Devletleri’ni, bu yeni yapılanmanın kaçınılmazlığı konusunda ivedi kararlar almaya yönelten “yakın nedenler” arasında gösterilir.

Tam bu noktada, ikinci olarak Küresel Terör olgusuna bakmamız gerekmektedir.

İnsanlığın içine girdiği üçüncü büyük devrim çerçevesinde dünyadaki egemenliğini sürdürmek için yeni bir yapılanma arayan Amerika Birleşik Devletleri; kendilerinin kurgulayıp kullandıkları Radikal Siyasal İslami Örgütlerin bütün dünyaya ve kendisine yönelttiği tehdidi, bu yapılanmanın gerekçesi olarak kullanma gayretindedir. İslam coğrafyasının petrol kaynakları ile çakışan niteliği ve Orta Asya’nın Çin ile olan komşuluğu; küresel teröre karşı girişilen savaşta, Amerika Birleşik Devletleri’nin Yeni Dünya Düzeni açısından yakın sorunlar olarak gördüğü tehlikelere karşı ivedi önlemler almasının bahaneleridir. Değişen dünya düzeni bağlamında, ortaya çıkacak olan petrol krizi ve Çin’in küresel gücü ile başa çıkabilecek önlemler, küresel teröre karşı alınacak önlemlerle uyum içinde görünmektedir.

İşte GOP’un tam adına baktığımızda, bu stratejinin uygulanacağı coğrafyanın ve eylemin açıkça tanımlandığını görmekteyiz:

Projenin tam adı şöyledir: “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Ortak bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık.”

“Geniş Ortadoğu”dan kastedilen coğrafya, Orta Asya’dır. Buna Kuzey Afrika da eklendiği anda, Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyaya hangi alanlarda müdahale edeceği ortaya çıkmaktadır. “Ortak bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık” ifadesi ise, bu bölgedeki uzun erimli amacı yeterince açıklamaktadır:

Amerika Birleşik Devletleri, bizzat Başkan Bush’un ağzından açıklandığı biçimde bu yörelere, aynen İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya ve Japonya’ya götürdüğü gibi demokrasi götürmek iddiasındadır. Burada unutmamak gerekir ki, Almanya ve Japonya yeterince endüstrileşmiş ülkeler olarak demokrasiyi kurmaya ve geliştirmeye elverişli bir ortama zaten sahip konumdalardı. Oysa Genişletilmiş Ortadoğu coğrafyası, özellikle Ortadoğu bölgesi, henüz Tarım Dönemi aşamasında, aşiret ve mezhep esasına göre örgütlenmiş bir toplumsal yapıya dayanmaktadır. Yani bu bölgeye dışarıdan demokrasi ithal etmek, mevcut toplumsal ve ekonomik yapı açısından pek tutarlı ve olanaklı sayılmamaktadır.

Bu durumda, ilan edilen amaç ne denli insani ve demokratik görünürse görünsün, fiilen meydana gelecek durum, Amerika Birleşik Devletleri’nin bu bölgedeki askeri ve siyasal egemenliği olacaktır.

GOP’un Kuramsal Babası Huntington’un Tezi: GOP’da Niçin Ilımlı İslam Modeli Kullanılacaktır!?

İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra başlayan Soğuk Savaş da sona erince, Amerikalı Siyaset Bilim Profesörü Samuel P. Huntington, Batı uygarlığının rehavete kapılarak laçkalaşmaması için yeni düşmanlara ihtiyaç duyulduğu gerekçesi ile, önce İslam âleminin ve sonra da Sind Uygarlığı’nın yani Çin’in, Batı’nın karşısına dikileceği hakkında birtakım tezler ileri sürmüşlerdir. Bugün, Amerika Birleşik Devletleri’nin gerek Afganistan gerekse Irak savaşlarının ardında da, GOP’un arka planında da, Huntington’un kuramsal açıdan dile getirdiği bu düşmanlığın izleri görülmektedir.

Türkiye’nin ve Atatürk’ün Anti-Emperyalist Tutumu, Huntington’u Korkutmakta, Batı Modelinin Batı Emperyalizmine Karşı Kullanılmasını Önlemek için Ilımlı İslam İleri Sürülmektedir.

Geri kalmış bir İslam toplumunda bir ulus devlet modelini kuran Atatürk; bu modelini, Batı emperyalizmine karşı verdiği savaşla gerçekleştirdiği için, Batılıları ürkütmektedir. Türkiye, Huntington’un “olamaz” dediği bağımsızlıkla kalkınmayı Atatürk’ün önderliğinde ve üstelik de Müslüman bir toplumda gerçekleştirmiştir. Nitekim Huntington, Atatürk’ün çok büyük bir devrimci olduğunu zorunlu olarak kabul ettiğinden; bu “geri döndürme” işlemi için, ancak onun kalibresinde (terim aynen onundur) bir devlet adamına gereksinim duyulduğunu belirtmiştir. Huntington, son derece ilginç bir biçimde ve “Suret-i Hak’tan görünerek”, “İnsan hakları, kadın hakları gibi değerler Batı’nın değerleridir. Yani emperyalist değerlerdir. Siz İslam âleminde kendi değerlerinize sahip çıkın, bu emperyalist değerlere inanmayın” demektedir. Böylece Batı’nın, sömürgeleştirdiği yerlerde, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığını önleme ve Batı değerlerinin bu sömürgeciliğe karşı kullanılmasını engelleme gayreti içindedir.

İşte Amerika’nın “Ilımlı İslam” projesinin altında yatan gerekçe: “Amerikan nüfuzu altına alınacak bölgelerdeki halkların Batı değerlerini benimseyerek, Batı’nın sömürgeciliğine karşı çıkmalarını engellemek ve İslam’ın Tarım Dönemi değerlerini geçerli kılarak, bu değerler aracılığı yoluyla Amerika ile işbirliğine gitmelerini, yani ikinci sınıf müttefikler olmalarını sağlamak niyetidir.” diyen Emre Kongar, bazı doğru tespitler yanında, asıl birtakım gerçekleri de saklayıp saptırmaktadır. Sn. Kongar: “Batılı değerler esas alınmadan Müslümanların ve İslam coğrafyasının, kendi temelleri ve değerleriyle asla kalkınamayacakları” iddiasındadır. Bu yanlış ve yanıltıcı yaklaşım, eğer koyu bir cehaletten kaynaklanmıyorsa, mutlaka kasıtlı bir art niyet, hatta bir aşağılık kompleksi taşımaktadır. Çünkü Müslümanların kalkınmaları için Batı’ya ve Batılı kavramlara ihtiyaçları bulunmamaktadır. Temel insan haklarının ilk ve en sağlam prensiplerini İslam insanlığa sunmuş, en gerekli ve gerçekçi laik ve demokratik ilkeleri ve farklı din ve görüşlerin birlikte ve barış içerisinde yaşama disiplinini, Hz. Peygamberimiz meşhur MEDİNE SÖZLEŞMESİ ile ortaya koymuşlardır. Elbette yeni bir medeniyet tasarımı, Batı birikiminden de yararlanacaktır ve bu durum doğaldır.

Ancak; “Ilımlı İslam” safsatası Batılıların bir tuzağıdır. Ve işte AKP iktidarı bu şeytani yaklaşımın bir uzantısıdır.

Şimdi, 20 yıl sonra Türkiye’nin bu tuzaktan kurtulması ve tüm İslam coğrafyasına örnek olacak yeni bir düzenin kurulması için “Millet İttifakı” tarihi ve talihli bir şanstır. Ancak Sn. Meral Akşener’in, Ali Babacan’ın ve Ahmet Davutoğlu’nun… Hatta CHP içerisindeki bazı odakların… Ve Solcu-Atatürkçü geçinen bir kısım yazar-yorumcu takımının ille de “Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı adayı olmasın!..” şeklindeki haksız ve dayanaksız inatları, bunları Erdoğan ve yandaşlarından daha suçlu ve sorumlu bir konuma taşımaktadır. Bu arada, güya Saadet Partili geçinip de, Kılıçdaroğlu’na veya Milli Görüşçü olmayan bir adaya, asla oy vermeyeceklerini açıklayanların, pek çoğunun sakladıkları asıl amaçlarının; Recep T. Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesi olduğu sırıtmaktaydı. Çünkü bizim Milli Çözüm olarak yıllardır: “SP ile YRP mutlaka ve insaflı-insancıl şartlarla birleşip kucaklaşsın ve Erbakan’ın Adil Düzen ve İslam Birliği projelerine ve Millî Görüş prensiplerine sahip çıkarak seçime katılsın… Bu takdirde %7’lik barajı rahat aşacağı ve en az 20 milletvekili ile Meclis’e taşınacağı, müsait bir ortam vardır!” çağrımıza; bu kafadaki insanların hep duyarsız kaldıkları, hatta karşı çıktıkları bilinip durmaktaydı… Evet evet, İlahi kader ve imtihan cilvesi, kişilerin içini dışa dökeceği fırsatları sunmaktaydı. Ve herkes tıynetini ve mahiyetini kusmaktaydı…

 


[1] https://www.muhalif.com.tr/ 26 Nisan 2021

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Osman ERAYDIN

Osman ERAYDIN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...