FAZİLETLİ SİYASET PRENSİPLERİ
“Siz (sadece Müslümanlar için değil bütün) insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz.”[1] ayetinde işaret buyurulan iman ve anlayış olgunluğuna artık mutlaka ulaşmalıyız. Sadece kendi yandaşlarımızın ve dindaşlarımızın değil, farklı din ve dünya görüşlerine mensup insanların ve özellikle mazlumların, yani her ne sebeple olursa olsun zulme uğrayanların ve temel insan haklarından mahrum bırakılanların sesi ve hamisi olmak durumundayız. Kabadayılık veya kahpelikle başkalarına hakaret ve haksızlık yapan kimseler, şiddete ve kaba kuvvete başvurup saldırganlaşan tipler hariç, herkesin ve her kesimin, bize ters düşen ve hoşumuza gitmeyen söylemlerine ve eylemlerine de katlanmalı ve saygı duymalıyız. Değişiklik ve çeşitlilik, hayatın ve fıtratın kaçınılmaz bir parçasıdır ve artık buna alışmalıyız. İnsanların ekonomik, sosyolojik ve psikolojik özlemlerini, -demokratik düzlem içerisinde kalmak koşuluyla- ifade etme özgürlüğünü kısıtlar ve kıskanırsanız, haliyle bu, kırgınlıklara ve kutuplaşmalara yol açacaktır. Evet; dışladıklarımızın, sonunda bize düşman olacaklarını unutmamalıyız.
Bize göre yanlış ve yararsız da olsa, doğru ve hayırlı zannederek herhangi bir görüşe samimiyetle sahip çıkan ve savunan insanlara, onların ilgi ve bilgi seviyesinden yaklaşarak gerçeği anlatmalı, kabullenmeseler dahi, medeni ve insani davranışlar içinde olmalı; ama bazı düşünce ve değerleri sadece istismar eden münafıkları da iyi tanımalı ve her kesimi bu sahtekârlara karşı uyarmalıyız. Haklı ve hayırlı bir Parti’den, sömürü saltanatları yıkılacağı, haksızlık ve ahlâksızlık fırsatları tıkanacağı için korkup kaçan kesimler olduğu gibi, Milli Görüş iktidarının kendilerine hayat ve hürriyet hakkı tanımayacağı propagandasına kapılan kesimler de vardır… Ve bunların durumu ve tutumu birbirinden oldukça farklıdır. Öyle ise bizden boşuna ürken bu kesimlere zannettikleri gibi olmadığımızı ispatlayacak duyarlı ve tutarlı yaklaşımlar içinde olmalıyız.
Asıl bizleri birbirimize kışkırtan münafıkları ortaya koymalı ve onları devre dışı bırakmalıyız. Laiklik ve demokrasi simsarlığı yapan sahtekârları da… İslam’ın edebiyatını yapan ama masonlarla anlaşan din istismarcılarını da… Milli Görüş davasına makam ve menfaat aracı olarak bakan, eline verilen fırsatları ve makamları yıllardır çile çeken vatan evlatlarına reva görmeyip masonlara miras bırakan marazlıları da aradan çıkarıp, toplum olarak asgari müştereklerimiz olan “huzur ve refah içinde birlikte yaşama” noktasında anlaşıp kucaklaşmalıyız. Daha doğrusu hem zorbalara, hem istismarcılara ve hem de münafıklara karşı, ortak ve onurlu bir cephe açmalıyız. Evet, biz kendimizi Türkiye’nin geleceği ve garantisi sayan Milli Görüşçüler olarak, farklı kesimlerin haklı taleplerine de sahip çıkmalıyız. İmam-Hatipliler kadar çevrecilerin girişimlerine de, tarikat ehli kadar milliyetçilerin hassasiyetlerine de… Başörtüsü meselesi kadar bütün memurelerin beklentilerine de, Güneydoğu sorunları kadar gençliğin isteklerine de biz tercüman olmalıyız. Kendi değerlerimiz ve doğrularımız içerisinde, başkalarının yanlışlarını eritebilmek için, onlara samimiyetle yaklaşmalı ve gönül kapılarımızı herkese açmalıyız… Farklılıklardan korkup kaçmamalı, tam tersine onlardan yararlanmalıyız. Hiçbir dönemde ve hiçbir şekilde robot gibi tek tip insan yetiştirilemeyeceğini unutmamalıyız.
Başkalarına saygı gösterdiğimiz kadar saygınlığımız artacak, insanları bağışladığımız ve kötülüklerine iyilikle karşılık verdiğimiz kadar dostlarımız çoğalacaktır. Bütün bunları yaparken de, kendi kimliğimizden ve kişiliğimizden taviz vermeye ve siyasi görüşümüzü gizlemeye de gerek kalmayacaktır. Mertlik ve netlik şiarımız olmalıdır. Özgürlük ve demokrasiyi yalnız kendimiz için değil, herkes için istememiz lazımdır. Şiddete ve anarşiye başvurmadan, başkalarının huzuruna ve haysiyetine tecavüze kalkışmadan, her kesime inandığı gibi yaşama ve düşüncelerini konuşma, yazma ve yayma hakkı sağlanmalıdır. Bu gibi temel haklarını kısıtladığınız ve yasakladığınız grupların yeraltına çekileceğini ve hepten kontrolden çıkıp anarşi ve teröre dönüşeceğini aklımızdan çıkarmamalıdır.
Üstelik, insanları yanlış ve zararlı istikametlere yönlendiren, başta bâtıl ve bozuk sistemler ve özellikle çoğu gizli masonik merkezlerdir. Perde arkasındaki hain patronları bırakıp, aldatılan piyonları düşman bilmek ve onlara hücum etmek, aslında şeytanların ekmeğine yağ sürmektir. “Ey iman edenler, hepiniz birlikte (ve her hükmünde bir hayır olduğunu bilerek) topluca “barış ve güvenliğe (Silm’e; İslam’ın selamet ve saadet düzenine) girin ve şeytanın (Siyonist ve emperyalist odakların) adımlarını (zalim planlarını ve teşkilatlarını) izlemeyin.”[2] “Müslümanlar! Aranızda selamı yaygınlaştırın!” (Hadis-i Şerif) mealindeki ayet ve hadisler de bize, herkesle hoş geçinmeyi öğütlemektedir. Zaten “İslam” kelimesi “Silm” kökünden “barış” anlamını içermektedir. Öyle ise, Milli şuur iktidarından asla korkulmaması gerektiğini sözle değil, fiilen göstermek biz Milli Görüşçülere düşmektedir.
Farklı düşünen kesimlerle sadece sıcak ilişkiler kurmayı ve kucaklaşmayı değil, hatta onlarla ortak hizmet ve faaliyet sahaları tespit edip iş birliği yapmayı ve yardımlaşmayı bile düşünmeli ve gerçekleştirmelidir. Kısaca, artık “tepkici ve dar çerçeveci” durumdan çıkıp, “etkili ve geniş daireli” bir konuma geçmelidir. Sağcısı, solcusu, şehirlisi, köylüsü, hayırlısı, suçlusu… Velhasıl toplumun her kesimi kendi arzularının Milli Çözüm’de yankılandığını görmelidir. Erbakan Hoca’nın olumlu ve ılımlı yaklaşımları prensip haline getirilmelidir.
Madem Türkiye’de, bu cennet ülkede birlikte yaşayacağız… Öyle ise birbirimize katlanmaya ve nimetleri paylaşmaya alışacağız!.. Hepimiz buna mecbur ve mahkûm durumdayız!..
“Müslüman, başka Müslümanların, onun elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü’min ise diğer insanların, canları, malları ve namusları hususunda kendisinden emin oldukları kimsedir” hadis-i şerifi, Müslüman olsun olmasın, fitne çıkarmamak ve anarşiye karışmamak şartıyla, herkesin hakkına saygı göstermeyi emretmektedir.
Uğraşılacak kesimlerle, uzlaşılacak kesimleri iyi belirlemelidir. Uzlaşmamız gereken kesimlerle kavgalı olmak, ama uğraşılması ve mücadele yapılması gereken masonik merkezlerle barışmak ise, gaflet ve ahmaklık belirtisidir. Velhasıl, Adil bir Düzen’e ve yeni bir medeniyete yürüyen Milli Görüşçülerin artık barış fedaileri gibi hareket etmeleri ve kapalı gönülleri fethetmeleri gerekmektedir. İnsanlar genellikle, kendi arzu ve ihtiyaçlarını dile getiren, duyguları ve değerleri doğrultusunda yaşama fırsatı veren şahsiyetleri ve sistemleri putlaştırma eğilimindedir. Bazı münafık mihraklar da bu putlara sahip çıkarak, bir sömürü ve istismar saltanatı oluşturup sürdürmekte ve insanları sömürmektedir. Ve insanlar bu putlara saldıranları kendi öz çıkarlarına ve benimsedikleri hayat tarzlarına saldırıyor zannetmektedir. Öyle ise Donkişot gibi taşlara ve tağutlara sataşmak yerine, insanların arzu ve ihtiyaçlarını dile getirip seslendirmek ve onların dertlerini sahiplenip sorunlarına çözüm üretmek suretiyle, onların ümidi ve güveni haline gelmek, toplumları sahte tanrıların tuzağından kurtarmanın en emin ve etkili yöntemidir. Onların putlarına sövmek ise hem dinen, hem de siyaseten yanlıştır. Hem basitliktir ve ucuz kahramanlık gösterisidir. Biz ise kolaycılığı değil, kalıcı ve yapıcı olanı tercih etmek zorundayız vesselam…
Cumhurbaşkanlığı Makamı veya; Kaptanlarla Korsanların Farkı!
Gemileri kaptanlar yönetirse selamete, korsanlar yönetirse felâkete yönelir. Ülkeler de böyledir. Ehil ve emin insanlar tarafından yönetilirse huzur ve hürriyete, gafil ve hain insanlar tarafından yönetilirse anarşi ve sefalete sürüklenir. Çeşitli hile ve hıyanetlerle, kaptan köşküne çıkmak kolay olsa da, gerçekten kaptan olmak zor bir iştir. Çünkü kaptanlık feraset ve cesaret gerektirir. En küçük bir tehlike anında bile, gemiyi en önce terk edip, canını kurtarmayı düşünenler, kaptan kılıklı korkak korsanlara benzemektedir.
İşte, bugün yeryüzündeki ülkelerin pek çoğu, bu kahraman rolü oynayan kaypak kaptanlar yüzünden, rotasını şaşırmış ve azgın dalgalara kapılmış gemiler görünümündedir. Bu gemilerin yolcuları -yani o ülkenin halkları- ise bitkin, perişan ve bu gemide bulunmaktan dolayı pişman bir vaziyettedir. Kendi rantları ve rahatları için vapurlarını ve yolcularını tehlikeye iten ve biraz başı sıkışınca gemiyi terk eden… Kendi makam ve menfaatleri uğruna, milletin sürünmesine ve memleketin sömürülmesine rıza gösteren bu kiralık korsanlar, kaptan köşkünde oturduğu müddetçe, insanlar refah ve rahat yüzü görmeyeceklerdir.
Evet, aslında insanlar kötü değildirler. Ancak kötü yönetildikleri ve kötülüğe yönlendirildikleri takdirde, haliyle kötüleşirler. Bu yüzden, iyi bir yönetim; kötüleştirilmiş bir halkı yönetebilir ve onları iyiliğe ve istikamete döndürebilir. Ama kötü bir yönetim, asla iyi bir halkı yönetemez. Çünkü şuurlu ve onurlu bir halk, böyle bir yönetime müsaade etmez… Şayet kötü ve katı bir zihniyet, herhangi bir halkı yönetebiliyorsa ve o halk, yapılan haksızlık ve yanlışlıklara tepki göstermiyorsa, onlar da körlenmiş, kirlenmiş ve kötüleşmiş demektir. Çünkü hakkını istemekten korkan ve haksızlıklar karşısında susan… Daha da beteri, zalimleri alkışlayan bir toplum, ruhen çürümeye ve çözülmeye başlamıştır. Kendi korkaklık ve nemelazımcılıklarının neticesi olan zillet ve sefaleti, “kadere teslimiyet” diye yutturmaya çalışmaları boşunadır. “Bir pulun bin kişiye, bin pulun bir kişiye” dağıtıldığı böylesine dengesiz bir düzende, elini kolunu sallayarak gezmeyi ve sofrasına geleni yemeyi özgürlük zannetmek de yanlıştır. İnsanların tek tek zindanlara tıkılmaması, onların özgür olduklarını göstermez. Eğer ülkenin tamamı açık bir cezaevine döndürülmüşse, yöneticiler gardiyan rolünde ise, vatandaşlar da mahkûm konumundadır.
Çünkü gerçek ve gerekli olan özgürlük, ülkedeki üretim ve servetten, hakkı olduğu kadarına sahip olabilmek ve temel insan haklarını şartsız ve kayıtsız yaşayabilmektir. Yoksa, sadece toprağa, bayrağa ve iktidara sahip olmak, özgür olmak için yeterli değildir. İnancını yaşamanın değil, konuşmanın ve yazmanın bile suç sayıldığı, rejimin kendi açtığı ve dini ağırlıklı okulları bitirenlerin dahi dışlandığı ve yıllık bütçenin yarısından fazlasının bir avuç rantiyeciye faiz olarak aktarıldığı ve bu duruma kimsenin ses çıkarmadığı ve engel olmadığı bir ortam, Allah aşkına kölelik değil de nedir? Bu gidişattan bunalan, Milli Görüş’e ve Milli Çözüm’e yanaşmaya başlayan toplumu avutmak üzere iktidara taşınan BOP hizmetçisi ve AB hedeflisi AKP ile aldatanların bu sahtekârlığı nereye kadar sürdürülecektir?
Öyle ise özgürlük, önce ruhlarda başlamalıdır… Beyinler, korkaklık ve karamsarlık zindanından kurtarılmalıdır. Huzur ve hürriyet yolunda, barış ve bereket uğruna, farklı din ve düşünce mensupları iş birliği yapmalıdır. Çünkü, Hakkı ve hayrı isteyen onurlu ve olumlu insanlar “Bir haksızlığa uğradıkları (temel insan haklarına tecavüze kalkışıldığı) zaman yardımlaş(acak ve haklarını koruyacak kurum ve kuralları oluşturmak üzere) birlikte harekete geçenlerdir.”[3]
En azından “Başlarına bela olan baskıcı hükümetlerin ve barbar zihniyetlerin, kendi elleriyle verdikleri oylar sayesinde o makama yükseldiklerini” ve “Size isabet eden sıkıntı ve musibetler kendi elinizle yaptığınız (yanlış işler) yüzünden…”[4] olduğunu artık herkes anlamalıdır.
Toplumların bu ruhi özgürlük ve olgunluğa ulaşmasında ise, düşünce adamlarına çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Önce, kendi beşeri bağımlılıklarından sıyrılmayı beceren… Servet, şöhret, ve etiket gibi zaaflarından kurtulabilen… Önyargısız ve tarafsız olarak, her düşünceyi değerlendiren ilim ve fikir erbabına ihtiyaç vardır. Çünkü yazar ve yorumcuların olgunlaşmadığı bir ülkede, insanlar asla hamlıktan ve hamallıktan kurtulamayacaktır.
Sahte unvanlar ve suni reklâmlarla meşhur edilip, gazete sütunlarına ve televizyon ekranlarına oturtulan çapsız ve çabasız insanlar, perde arkası patronları hesabına toplumu uyuşturmaya ve bazı ucuz kahramanlık çıkışlarıyla, emniyet supabı gibi, halkın biriken havasını ve heyecanını yatıştırmaya çalışırken, gerçek düşünür ve değerlere mikrofonların kapatılması ve kalemlerinin kırılması, bir ülke için en büyük kayıp ve de ayıptır. Oysa cennet, Hak yolunda yazan kalemlerin ve gaza meydanlarında savrulan kılıç ve süngülerin gölgesi altındadır. Hakkı yazanların mürekkebi, şehitlerin kanlarıyla eşdeğer tartılacaktır. Saldırgan dış düşmanlara karşı süngülerini ve mermilerini, içerideki zalim ve hain iktidarlara karşı ise kalemlerini ve dillerini kullanamayan toplumlar, esaret ve sefalete müstahaktır. İslam davasını ve insanlık sevdasını, nefsü hevalarından daha çok düşünmeyen kimseler, küfrün ve kötülerin zelil köleleri olmaktan kurtulamayacaktır. Ruhlarını örten gaflet ve meskenet küllerini savurup, özlerindeki iman korunu ateşlemeyen insanlara dünyada hürriyet, ahirette ise cennet haramdır.
Çünkü yangından kaçılarak yangını söndürmek imkânsızdır. Kötülerden korkarak, onurlu ve huzurlu yaşamak imkânsızdır. Nefsine ve menfaatine taparak, Allah rızasına ve insanların duasına ulaşmak imkânsızdır. Oysa korkaklık iman zafiyetidir. Dünyalık zevklere ve zenginliklere bağımlılık iman zafiyetidir. Kaypaklık ve münafıklık iman zafiyetidir, şirk alâmetidir… Zahiri sebeplere takılmak, yegâne kudret ve takdir sahibinin Allah olduğunu unutmak, iman zafiyetidir. Ama ne yazık ki “Onların çoğu ancak ortak koşarak (ve bir yönden mutlaka şirk katarak) Allah’a iman etmektedir.”[5] Halbuki “Gerçekten iman edip, haklı ve hayırlı yolda gayret gösterenlere, Allah bir ‘vüdd’ sevgi ve ilgi verecek (gönüllere onları sevdirecek ve yardımıyla destekleyecektir).”[6]
Velhasıl; kaptanlık zor, ama şereflidir. Korsanlık ise; kolay ama, seviyesizdir. Ve umuyoruz ki yakında korsanlar, yerini kaptanlara terk edecektir.
Siyasi Vahdet Disiplini Şarttır!
Herhangi bir ülkedeki milli ve manevi gelişmeleri, kendi içinde bölmek ve birbirine düşürmek veya onun benzerini ve sahtesini karşısına çıkarıp tabanını parçalamak suretiyle önünü kesmek, bu da olmazsa, kanun dışı sayıp, kapatmaya yeltenmek, Siyonizm’in ve dış güçlerin en çok kullandığı şeytani metotlar halini almıştır. Bu maksatla, çıktığı ülke şartlarına münasip ve müsait metotlarla başlayan ve adım adım hedefine yaklaşan Milli hareketlerin kendi içinden, güya “daha takva liderler ve daha tavizsiz yöntemler” ortaya atılarak, kısır tartışmalarla Müslümanların birbiriyle uğraşması amaçlanır. Ardından Milli ve İslami hareket devre dışı bırakılınca yerine konuçlanan sahte İslamcılarla “Parti küfürdür, Laiklik zulümdür” safsatalarını tekrarlayan radikal şeriatçılar, bakarsınız aynı potada kucaklaştırılıp, kaynaştırılır.
Bakınız; Rahmetli Aliya İzzetbegoviç, 50 yılı aşkın bir zaman, İslami şuurun uyanması ve Bosna Hersek Devleti’nin ortaya çıkması için amansız bir mücadele vermiştir. Ta 1949 yılında “Genç Müslümanlar” oluşumu içindeki faaliyetlerden ötürü, Tito rejimince 5 yıl hapse mahkûm edilmiştir. 1970 yılında meşhur “İslam Bildirisi”ni hazırlamış, 1980 “Doğu ve Batı Arasında İslam” kitabını yayımlamıştır. Ve bu yüzden yine Komünist rejimin hışmına uğramış, 14 yıl mahkûmiyet cezasına çarptırılmış ve en çetin zindanlarda 9 yıl hapis yatmıştır. Arkasından Demokratik Hareket Partisi’ni (SDA) kurmuş ve Milli Görüş’ün Aziz Lideri’nin telkin ve tavsiyelerini esas alarak yaptıkları seçim çalışmaları sonucu 1. Parti konumuna çıkmış ve nihayet Yugoslavya’nın dağılması üzerine, kurulan Bosna-Hersek İslam Devleti’nin Cumhurbaşkanlığı makamına ulaşmıştır. Aliya İzzetbegoviç gibi iman ve cihad ehli birisinin başında bulunduğu “Bosna-Hersek İslam Cumhuriyeti’nin” ortaya çıkışı, Avrupalıların kin ve düşmanlığını kabartmış ve bunu “İsrail’in rövanşı ve intikamı” olarak algılamışlardır. Daha önce, nasıl kendileri dünyanın dört bucağından Yahudileri toplayıp gemilerle Filistin’e taşımış ve İslam âleminin göbeğinde bir çıbanbaşı olarak İsrail’i kurdurmuş iseler, Avrupa’nın ortasında Bosna-Hersek İslam Devleti’nin ortaya çıkışını da buna benzetmişlerdir. Tabi ki bu yanlış ve haksız bir kıyastır. Çünkü Boşnak Müslümanlar, başka yerlerden toplanarak oraya getirilmiş değildir. Asırlar boyu kendi öz yurtlarının sahibidir. Ama buna rağmen, Sırp kâfirinin bütün Avrupa’ya verdiği mesaj şudur; “Eğer Avrupa’nın göbeğinde İsrail’e rövanş olacak bir İslam Devleti’nin kurulmasını istemiyorsanız, bizim bu askeri hareketimizi direkt veya dolaylı yollardan destekleyiniz.” İşte dış güçler, Bosna-Hersek’teki İslami dirilişi boğmak ve Boşnak Müslümanları birbirine karşı kullanmak ve kırdırmak için, Pasiç ve Abdiç gibi sahte kahramanları İzzetbegoviç’e karşı kışkırtmışlardır. Pasiç’e “Bosna Müslüman Organizasyon (MBO) Partisi’ni” kurdurmuşlar ve SDA’yı güya pasif hareket etmek ve İslam’dan taviz vermekle suçlayarak İzzetbegoviç’in karşısına çıkarmışlardır. Abdiç ise bir Batı ajanıydı ve mazlum Bosna halkına gönderilen yardımları zimmetine geçirecek ve kendi adına İsviçre bankalarını bloke edecek kadar alçak bir adamdı. Sözde barış meleği(!) Lord Owen bile, Cenevre barış görüşmelerine özellikle Abdiç’in katılmasını savunmaktaydı. Aynı şeytan plan daha önce Pakistan’da, Afganistan’da, Sudan’da… Velhasıl İslami bir hareketin geliştiği ve güçlendiği her yerde uygulanmıştı.
Ve şimdi, gelelim Türkiye’ye… İnsanımızın siyasi cihad ve teşkilat şuurundan, huzur ve hürriyet ortamından mahrum bulunduğu bir dönemde, özlenen ve gözlenen bir lider ortaya çıktı. Parti, vakıf, dernek, sendika, gazete gibi gerekli ve çeşitli teşkilatlar kurdu… “İslam Birleşmiş Milletleri, Askeri Savunma Paktı, İslam Ortak Pazarı” gibi evrensel vahdet ve kuvvet unsurlarının önemi üzerinde durdu. Yalnız Müslümanları değil, bütün insanlığı kurtaracak ve kuşatacak “Adil Düzen” projelerini ortaya koydu. Ve adım adım mutlu ve mübarek hedeflere doğru koşulurken, önce bazı hastalıklar ortaya atıldı. Neymiş efendim; “Bu iş partiyle olmazmış!.. Rabbani metotlar kullanılmalıymış!.. Tavizsiz olunmalıymış!.. Daha takva birisi bulunmalıymış!?” gibi dışı hoş, içi boş lafları ortalığa yaymaya ve müşteri bulmaya başladılar. Bu maksatla, dış güçler ve malum çevreler, milli iradenin kesin iktidarını önlemek için, Milli Görüş’ü içten yıkmaya ve hatta kapatma yolunu aramaya koyuldular.
Ve ardından, bu milli hareketin yerine, karanlık odayla uyuşacak yeni çıkışlar oluşturmaya çalıştılar. Ama kirli kanın vücuttan atılması dışında kendilerini kazançlı sayanlar aldanmaktadır. Yani Mescid-i Dırar’ın çağdaş örneklerini deneyenler sonunda pişman ve perişan olacaktır. Şöyle ki, Asr-ı Saadet’te Medineli Dubayaoğullarından Ebu Amir bin Sayfi adında birisi vardı. Cahiliye devrinde rahipliğe özenir, sahte peygamberlik taslardı. Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz Medine’ye hicret edince, Ebu Amir beş-on müridiyle birlikte Mekke’ye kaçtı. Bedir’de müşriklerle beraber İslam’a karşı savaştı. Uhud ve Hendek’te müşrik ve münafıkları kışkırtmaya çalıştı. Mekke Fethi’nde yine gizlice firar edip Taif’e sığındı. Taif alınınca da Şam’a kaçtı. Efendimiz ve Ashabı Tebük Seferi’ne hazırlandıkları sırada, çeşitli bahanelerle cihaddan kaytarıp Medine’de kalan münafıklar, çok iyi bir hatip olan Ebu Amir’i Şam’dan Kuba’ya çağırdılar. Sözde Ebu Amir Müslüman olacak ve münafıkların başına geçecekti. Ebu Amir, Kuba’da ayrı bir mescid kurmalarını önerdi. Münafıklar ileride Efendimizin bir nevi genel merkezi durumundaki mescidine rakip olacak şekilde, Kuba’da yeni bir mescid yapmaya başladılar. Hz. Resulüllah bu girişimdeki şeytani amaçları sezdi ve elebaşlarını ikaz etti. Onlar; “Bizim kötü bir niyetimiz yoktur” diye yemin ettiler. Ebu Lübabe gibi safdil sahabeler bile, mescidin yapımına yardımcı oldular. Peygamberimiz (SAV) tam Tebük Seferi’ne çıkarken, münafıklardan bir heyet gelip “Biraz uzak olduğu ve özellikle hasta ve sakatların, yağmurlu karanlık gecelerde, Kuba mescidine gitmelerinde zorluk bulunduğu için, yeni bir mescid açtıklarını ve Efendimizin burada namaz kılmasını arzuladıklarını” bildirdiler.
Asıl niyetleri, bu şeytani planlarına resmiyet ve meşruiyet kazandırmaktı!
Hz. Resulüllah (SAV), “sefere çıkmak üzere olduğundan şimdilik gelemeyeceğini, belki dönüşte ziyaret edebileceğini” söyledi. Tebük Seferi dönüşünde Efendimiz, Medine yakınlarındaki Zi Ervan mevkiinde konaklamışken, yine münafıklar gelip, yeni mescitlerine götürmek istediler. İşte bunun üzerine şu ayet-i kerimeler vahyedildi: “(Müslümanlara ve Hak dava mensuplarına) Zarar vermek (ve zayıflatmak), küfrü (ve nifak cephesinin gücünü) artırmak, mü’minlerin (Hakka ve hayra hizmet ekibinin) arasını açmak ve daha önce (başından beri) Allah’a ve Resulüne (Hak dine ve Adalet düzenine) karşı (açıkça) savaş açmış kimselerin (müşrik ve münkir kesimlerin) desteğini gözetleyip (onlardan makam, menfaat ve madalya ummak) için (ayrı) bir mescit (yeni bir merkez, hizip, ekip, meslek) kuranlar da var ki: ‘(Biz bu yeni hizbi ve hareketi) Yaparken; iyi ve güzel gayretlerden (ve hayırlı hizmetlerden) başka bir şey amaçlamadık’ diye (yalan yere) yemin edeceklerdir.”[7] Bunun üzerine Efendimizin emriyle, münafıkların yaptığı Mescid-i Dırar yıktırıldı.
Şimdi, Milli Görüş’ü iktidara taşımak, devlet ve hükümet imkânlarını Hakkın emrinde ve halkın hizmetinde kullanmak üzere yeniden kurulan ve artık hedefine yaklaşan, hazır bir parti varken, kalkıp aynı arsada ve aynı amaçlarla yeni partiler kurmak elbette aynen Mescid-i Dırar’dır. Milli Gençliğe yönelik vakıflar dururken, tutup aynı sahada ve nefsi hesaplarla başka vakıflar açmanın sonucu hüsrandır. Avrupa’da aynı camiada, Milli Görüş Teşkilatı’na rakip teşkilatlar kurulması ve ikilik çıkarılması, mutlaka fitne ve fesattır. Bunun gibi, inancımızın ve insanımızın dili, gözü ve kulağı hükmünde olan Milli cephedeki gazetelerimizi hâlâ bulunması gereken noktaya çıkaramamışken, kalkıp aynı kimlikle ve aynı kesime hitaben, ilkesiz ve istişaresiz başka gazeteler çıkarılması her yönüyle zarardır, ziyandır… Çünkü, her türlü itaatsizlik ve irtibatsızlık manevi bir marazdır. Kur’ani amaçlardan kopuk ve kendi başına buyruk hareketler, nifak ve tefrikaya açılan bir kapıdır.
“Onlara (İslami cihad ve cemaatle ilgili) güven veya korkuya dair bir haber gelse, (yetkililere danışmadan) onu hemen yayarlar (rastgele konuşur ve yazarlar). Halbuki o (haberin yayılıp yayılmaması ve nasıl yorumlanması gerektiğini) Peygambere veya içlerindeki (yetkili ve bilgili) emir sahiplerine götürüp iletselerdi, aralarında akıl ve anlayış erbabı kimseler onun ne olduğunu (İslami hareketi ve cemaati ilgilendiren bu tür haber ve söylentilerin ne maksatla çıkarıldığını ve ne anlama geldiğini) bilip öğrenirlerdi. Eğer size Allah’ın lütfu ve merhameti olmasaydı (böyle baştan ve irtibattan kopuk rastgele haber ve yorum yazdığından dolayı) pek azınız hariç (birçok işinizde) şeytana uyup gitmiştiniz. (Öyle ise cihad ve hayat ortamında basın-yayın ilkelerine dikkat ediniz.)” [8] ayet-i kerimesi de özellikle geçiş döneminde basın ve yayın hizmetlerinin mutlaka izinli, istişareli ve irtibatlı yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Velhasıl; Milli Görüş’ün inkıtası (önünün tıkanması) ve siyasi mirasının istismarıyla ortaya çıkarılıp iktidara taşınan oluşumlar yanlış ve yanıltıcı olsa da, elbette kaderin bir programıdır; kendilerinin niyeti, mahiyeti ve istikameti bozuk da olsa, sonuçta Hakkın ve hayrın hâkimiyetine çalıştırılacakları ve istemeden hayırlı sonuçlara vesile olacakları unutulmamalıdır.

2.Viyana kuşatmasından sonra gücün Siyonizm’in eline geçmesiyle Yeryüzün de derin yaralar açılmış, başta Müslümanlar olmak üzere birçok Millet kendi içlerinde inanç, mezhep, menfaat, mafya hesaplaşmaları şeklinde çatıştırıla gelmiştir. Böylelikle bir avuç Siyonist azınlık kendi saltanatlarını sürdürmüşlerdir. Ve İnsanlığın artık yeni bir Düzen’e olan ihtiyacı zorunluluk halini almış, Siyonist zulme kimsenin dayanacak mecali kalmamıştır. İnsanlığa ne Emperyalizm nede Sosyalizm saadet getirememiştir.
Tüm İnsanlığı saadete kavuşturacak olan 1- Aklı selim’e , 2- Müspet İlime, 3- Vicdani Kanaat ve Tatmine, 4- Tarihi Tecrübe ve Birikime, 5- Evrensel Hukuk Kurallarına, 6- İlahi Dine dayalı, tüm ezilenlerin yüzünü güldürüp yeryüzünü bolluk, bereket ve adaletle yönetecek olan Medeniyet Projesinin temellerini Merhum Prf. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız atmıştır.
Bunun nasıl uygulanacağını, İnsanların ırk mezhep din düşünce farklılıklarına ramen nasıl bir arada yaşayacakları hususu ise Üstad Ahmet Akgül Hocamızın gerek eserleri gerek sohbet seminer ve konferaslarıyla insanlığa deklare edilmiştir. Milli Çözüm öncelikle ülkemizdeki farklılıklar arasında köprü olmuş, bu farklılıkları zenginlik olarak nasıl bir arada ve iyiliğe kanalize edileceğini belirlemiş ise aynı şekilde Dünya genelinde Doğu ile Batı arasına köprüler kurarak Yeni Dünin Temellerini atmıştır.
Bu Makale ile de kurulacak olan ADİL DÜZEN’de siyasetin baştan sona nasıl olursa insanlığa fayda ve adalet getireceği ortaya konmuştur. Sadece Ülkemizi ve Milletimiz’i değil Tüm İnsanlığın örnek alıp uygulayacağı prensiplerdir.
“Velhasıl; kaptanlık zor, ama şereflidir. Korsanlık ise; kolay ama, seviyesizdir. Ve umuyoruz ki yakında korsanlar, yerini kaptanlara terk edecektir. “
Adil Düzen medeniyetinde ve öncesinde Milli Çözüm’cülere, herkesin ve her kesimin ülke ve insanlık menfaati nasıl ortak paydalarda buluşup onlarıda dünyanın huzur ve barışı için nasıl çalıştıracağımızın kodlarını, aynı zamanda münafıkları, din istismarcılarını ve din düşmanlarını nasıl ve şekilde nebevi bir metodla kendi ayarlarında idare edip zararlarını ber taraf edeceğimizi öğreten mükemmel ötesi bir makale başta Ahmet Hocamıza ve emeği geçenlere sonsuz teşekkürler.
Oysa cennet, Hak yolunda yazan kalemlerin ve gaza meydanlarında savrulan kılıç ve süngülerin gölgesi altındadır. Hakkı yazanların mürekkebi, şehitlerin kanlarıyla eşdeğer tartılacaktır. Saldırgan dış düşmanlara karşı süngülerini ve mermilerini, içerideki zalim ve hain iktidarlara karşı ise kalemlerini ve dillerini kullanamayan toplumlar, esaret ve sefalete müstahaktır. İslam davasını ve insanlık sevdasını, nefsü hevalarından daha çok düşünmeyen kimseler, küfrün ve kötülerin zelil köleleri olmaktan kurtulamayacaktır. Ruhlarını örten gaflet ve meskenet küllerini savurup, özlerindeki iman korunu ateşlemeyen insanlara dünyada hürriyet, ahirette ise cennet haramdır.
Çok çok çok çok çok çok çok önemli bir makale…
Bir yanlışı , bir kötülüğü, bir çirkinliği , bir zararlıyı, bir zalimliği zulmü yok etmeye engellemeye çalışırken, karnımızın gazı insin, öfkemiz dinsin , diye gayret edersek, sonuç huzursuzluktan öte biryere gitmiyor. Niyetimiz öncelikle o gayeyi yerine getirirken iyi niyetli temiz niyetli olmalı yani hem kendimiz hem karşımızdakiniyıkıp yakıp dökmeden onada yanlışını eksikliğini veya fazlalılığını hissettirecek aklettirecek üslubta ve bu niyetle hareket etmedikçe , ne karşımızdakini tedavi edebiliriz müspet hale gelmesine vesile olabiliriz ne de kendimizde bulunan iyi güzel doğru hasletlerimizi koruyabiliriz bizde kaybedenler sınıfına gireriz …Faziletli Siyaset Prensibi yazısını arada bir tekrar edip okumalıyız… Elhamdülillah Milli Çözüm makaleleri şiirleri yayınları hep böyle haxırlıklarla dolu. Rabbim gereğini yerine getirmek için gayret ve çaba gösterenlerden olmamızı lütfeylesin.
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
“Gerçekten iman edip, haklı ve hayırlı yolda gayret gösterenlere, Allah bir ‘vüdd’ sevgi ve ilgi verecek (gönüllere onları sevdirecek ve yardımıyla destekleyecektir).”
(Meryem suresi 96)
Zorbalara, istismarcı ve münafıklara karşı onurlu bir cephe açan hareketin adı ve şahsı manevisi güneş gibi parlamaktadır. Ve her türlü milli, doğru, haklı… girişimde kim bulunursa bulunsun, hangi din, mezhep, cemaatte olursa olsun, haklılığını tespit edecek ve sahip çıkacak anlayışın/aklın/imanın adresi bellidir!
Ve bu olgunun devlet sistemi şeklinde tecelli etmesi için tek ve gerçek bilimsel sistem olan Adil Düzen’i olgunlaştırıp tamamlayan Bilim İnsanı da canlı kanlı ortadadır!
Önemli olan, kurtuluşun adresi anlayışın zirvesi, hakların hamisi olan adresi gözden kaçırmaya çalışanları ve “bizleri birbirimize kışkırtan münafıkları ortaya koymalı ve onları devre dışı bırakmalıyız. Laiklik ve demokrasi simsarlığı yapan sahtekârları da… İslam’ın edebiyatını yapan ama masonlarla anlaşan din istismarcılarını da… Milli Görüş davasına makam ve menfaat aracı olarak bakan, eline verilen fırsatları ve makamları yıllardır çile çeken vatan evlatlarına reva görmeyip masonlara miras bırakan marazlıları da aradan çıkarıp, toplum olarak asgari müştereklerimiz olan “huzur ve refah içinde birlikte yaşama” noktasında anlaşıp kucaklaşmalıyız. Daha doğrusu hem zorbalara hem istismarcılara ve hem de münafıklara karşı, ortak ve onurlu bir cephe açmalıyız.” [1]
Not: Bilim insanı tanımlarında “Bilgi üretme, bilim ve araştırma yapma, insanlığa hizmet etme, kaynak gösterilen” kavramları bulunmaktadır. [2]
[1] http://www.millicozum.com
[2] https://dergipark.org.tr/tr/pub/higheredusci/issue/61487/918086 – Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın
Âl-i İmran Suresi 104
İçinizden (insanları Hakka ve) hayra davet edecek, (ve bunun sonunda elde edecekleri devlet ve hükümet imkânlarıyla ma’rufu) iyilikleri emredip yürütecek ve (münkeri) kötülükleri de nehyedip önleyecek bir ümmet bulunsun. (Bu hizmet ve hedefler için bir liderin çevresinde organizeli bir teşkilat kurulsun.) İşte asıl kurtuluşa ve başarıya erecek olan bunlardır.
Tevbe Suresi 112
Bunlar: (Hatalarından ve haksızlıklarından) Tevbeye yönelen (ve samimiyetle özür dileyenler, ardından bütün hayatlarını ve icraatlarını İlahi emir ve yasaklar çerçevesinde dizayn ve disipline ederek) ibadet (şuuru ve huzuru içinde hareket) edenler, (her an kendisine lütfedilen sayısız nimet ve faziletlerin sahibi olan Allah’a teşekkürle) hamd edenler, (İlmi, İslami ve insani gaye ve gayretler için) seyahat edenler, (İlahi emirlere ve adil devlet yönetimine itaatle boyun eğerek) rükû ve secde edenler, iyilikleri emredecek ve kötülükleri nehyedip engelleyecek (bir adalet düzeni kurulsun diye) hizmet verenler ve Hududullahı (Allah’ın sınırlarını, Kur’an’ın kurallarını) muhafaza edenler; (çevresinde, ülkesinde ve yeryüzünde; her türlü haksızlık ve ahlâksızlığa, İlahi değer ve dengelerin bozulmasına karşı mücadele verenler, işte bunlar gerçek ve örnek mü’minlerdir.) Sen, (bu özellikleri taşıyan ve Allah’ın sınırlarını koruyan) mü’minleri müjdele! (Ki onlar kurtuluşa ve sonsuz mutluluğa erişenlerdir.)
Bugün yeryüzündeki ülkelerin pek çoğu, bu kahraman rolü oynayan kaypak kaptanlar yüzünden, rotasını şaşırmış ve azgın dalgalara kapılmış gemiler görünümündedir. Bu gemilerin yolcuları -yani o ülkenin halkları- ise bitkin, perişan ve bu gemide bulunmaktan dolayı pişman bir vaziyettedir. Kendi rantları ve rahatları için vapurlarını ve yolcularını tehlikeye iten ve biraz başı sıkışınca gemiyi terk eden… Kendi makam ve menfaatleri uğruna, milletin sürünmesine ve memleketin sömürülmesine rıza gösteren bu kiralık korsanlar, kaptan köşkünde oturduğu müddetçe, insanlar refah ve rahat yüzü görmeyeceklerdir..
Gemileri kaptanlar yönetirse selamete, korsanlar yönetirse felâkete yönelir. Ülkeler de böyledir. Ehil ve emin insanlar tarafından yönetilirse huzur ve hürriyete, gafil ve hain insanlar tarafından yönetilirse anarşi ve sefalete sürüklenir. Çeşitli hile ve hıyanetlerle, kaptan köşküne çıkmak kolay olsa da, gerçekten kaptan olmak zor bir iştir. Çünkü kaptanlık feraset ve cesaret gerektirir. En küçük bir tehlike anında bile, gemiyi en önce terk edip, canını kurtarmayı düşünenler, kaptan kılıklı korkak korsanlara benzemektedir.
Amma unutmayalımki
“Zafer inananlarındır ve zafer yakındır!
İnanıyorsanız, üstünsünüz ve siz kazanacaksınız!
Akıbet muttakilerin olacaktır!”
Yazılması ,söylenmesi, açıklanması gereken hususlar en güzel bir beyan ile açıklanmış…
Bunun üzerine, yorum yapmaktan ziyade konuyu anlayıp, içselleştirip, gereğini yapmak en önemli vazifemiz olacaktır.!
MADEM BU ÜLKEDE VE DÜNYADA HEP BERABER YAŞAYIP ADİL BİR DÜZEN KURACAĞIZo o zaman
Farklı düşünen kesimlerle sadece sıcak ilişkiler kurmayı ve kucaklaşmayı değil, hatta onlarla ortak hizmet ve faaliyet sahaları tespit edip iş birliği yapmayı ve yardımlaşmayı bile düşünmeli ve gerçekleştirmelidir. Kısaca, artık “tepkici ve dar çerçeveci” durumdan çıkıp, “etkili ve geniş daireli” bir konuma geçmelidir. Sağcısı, solcusu, şehirlisi, köylüsü, hayırlısı, suçlusu… Velhasıl toplumun her kesimi kendi arzularının Milli Çözüm’de yankılandığını görmelidir. Erbakan Hoca’nın olumlu ve ılımlı yaklaşımları prensip haline getirilmelidir.
Madem Türkiye’de, bu cennet ülkede birlikte yaşayacağız… Öyle ise birbirimize katlanmaya ve nimetleri paylaşmaya alışacağız!.. Hepimiz buna mecbur ve mahkûm durumdayız!..
“Müslüman, başka Müslümanların, onun elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü’min ise diğer insanların, canları, malları ve namusları hususunda kendisinden emin oldukları kimsedir” hadis-i şerifi, Müslüman olsun olmasın, fitne çıkarmamak ve anarşiye karışmamak şartıyla, herkesin hakkına saygı göstermeyi emretmektedir.
Uğraşılacak kesimlerle, uzlaşılacak kesimleri iyi belirlemelidir. Uzlaşmamız gereken kesimlerle kavgalı olmak, ama uğraşılması ve mücadele yapılması gereken masonik merkezlerle barışmak ise, gaflet ve ahmaklık belirtisidir. Velhasıl, Adil bir Düzen’e ve yeni bir medeniyete yürüyen Milli Görüşçülerin artık barış fedaileri gibi hareket etmeleri ve kapalı gönülleri fethetmeleri gerekmektedir. İnsanlar genellikle, kendi arzu ve ihtiyaçlarını dile getiren, duyguları ve değerleri doğrultusunda yaşama fırsatı veren şahsiyetleri ve sistemleri putlaştırma eğilimindedir. Bazı münafık mihraklar da bu putlara sahip çıkarak, bir sömürü ve istismar saltanatı oluşturup sürdürmekte ve insanları sömürmektedir. Ve insanlar bu putlara saldıranları kendi öz çıkarlarına ve benimsedikleri hayat tarzlarına saldırıyor zannetmektedir. Öyle ise Donkişot gibi taşlara ve tağutlara sataşmak yerine, insanların arzu ve ihtiyaçlarını dile getirip seslendirmek ve onların dertlerini sahiplenip sorunlarına çözüm üretmek suretiyle, onların ümidi ve güveni haline gelmek, toplumları sahte tanrıların tuzağından kurtarmanın en emin ve etkili yöntemidir. Onların putlarına sövmek ise hem dinen, hem de siyaseten yanlıştır. Hem basitliktir ve ucuz kahramanlık gösterisidir. Biz ise kolaycılığı değil, kalıcı ve yapıcı olanı tercih etmek zorundayız vesselam…
İman ve anlayış olgunluğuna artık mutlaka ulaşılmalıdır.
Erbakan Hocamızın olumlu ve ılımlı yaklaşımları prensip haline getirilmelidir.
Kendi değerlerimiz ve doğrularımız içerisinde, başkalarının yanlışlarını eritebilmeli, onlara samimiyetle yaklaşmalı ve gönül kapılarımız herkese açılmalıdır.
Milli Çözüm; toplumun her kesiminin kendi arzularının yankılandığı bir adrestir.
Milli Çözüm; sadece kendi yandaşlarımızın ve dindaşlarımızın değil, farklı din ve dünya görüşlerine mensup insanların ve özellikle mazlumların, yani her ne sebeple olursa olsun zulme uğrayanların ve temel insan haklarından mahrum bırakılanların sesi ve hamisidir.
Özgürlük ve demokrasiyi yalnız kendimiz için değil, herkes için istememiz lazımdır.
Artık “tepkici ve dar çerçeveci” durumdan çıkıp, “etkili ve geniş daireli” bir konuma geçilmelidir.
Şiddete ve anarşiye başvurmadan, başkalarının huzuruna ve haysiyetine tecavüze kalkışmadan, her kesime inandığı gibi yaşama ve düşüncelerini konuşma, yazma ve yayma hakkı sağlanmalıdır.
Değişiklik ve çeşitlilik, hayatın ve fıtratın kaçınılmaz bir parçasıdır ve artık buna alışılmalıdır.
Farklı kesimlerin haklı taleplerine de sahip çıkılmalıdır.
Farklılıklardan korkup kaçmamalı, tam tersine onlardan yararlanılmalıdır.
Farklı düşünen kesimlerle sıcak ilişkiler kurulup kucaklaşmalı, hatta onlarla ortak hizmet ve faaliyet sahaları tespit edip iş birliği yapılmalı ve yardımlaşılmalıdır.
Birbirimize katlanmaya ve nimetleri paylaşmaya mecbur ve mahkûm olduğumuz unutulmamalıdır.
Mertlik ve netlik şiarımız olmalı, kendi kimliğimizden ve kişiliğimizden taviz vermeden siyasi görüşümüz ortaya konmalıdır.
Uğraşılacak kesimlerle, uzlaşılacak kesimleri iyi belirlemelidir.
Hem zorbalara, hem istismarcılara ve hem de münafıklara karşı, ortak ve onurlu bir cephe açılmalıdır.
İnsanları yanlış ve zararlı istikametlere yönlendiren, başta bâtıl ve bozuk sistemler ve özellikle çoğu gizli Masonik merkezlerdeki perde arkasında bulunan hain patronları bırakıp, aldatılan piyonları düşman bilmek ve onlara hücum etmek, aslında şeytanların ekmeğine yağ sürmektir.
Kur’ani amaçlardan kopuk ve kendi başına buyruk hareketler, nifak ve tefrikaya açılan bir kapıdır. Çünkü, her türlü itaatsizlik ve irtibatsızlık manevi bir marazdır.
Aziz Erbakan Hocamızın kurduğu Milli Görüş partileri kurum ve kuruluşlarının tamamı Halka ve Hakka hizmet amaçlıdır.Bu kuruluşları Aziz Hocamızı Altınolukta kalabalık grup halinde Milli Çözüm dergisi yazarları ve Şahsi manevisi Muhterem Ahmet Akgül Üstadımız öncülüğünde ziyarete gittiğimizde Saadet partisi Balıkesir İl Yöneticileride hazır bulunmaktaydılar.Aziz Hocamız Milli Görüşün basın organlarını sayarken Milli Gazete ve Milli Çözümü beraber zikretmişlerdi. Buna orda bulunanlar şahit olmuşlardı.Aslında Hocamız bir nevi Milli Çözümün haklı ve hayırlı hizmetlerini sahiplenmiş ve her dergi sayımızı Hocamıza hediye ettiğimizde Allah sizlerden razı olsun.Başarılarınızın devamını dilerim anlamında bir çok övgü ile takdirlerini beyan etmiştir. Milli Çözümü karalamak için bir takım zararlı tipler Milli görüş camiasına kötü göstermeye çalışmışlardır Ancak bu insanlar hiç bir zaman bizim için kanaatlerini gidip Aziz Erbakan Hocamıza sorma cesaretini biz söylediğimiz halde gösterememişlerdir. Ancak Milli Çözüm ogünden bugüne Çizgisinden bir Milim şaşmadan çlışmalarına ve ülkemizin oönündeki karanlık yolları aydınlatacak stratejileri üretmeye tüm toplumu kucaklayarak devam etmektedir.İyiki varsın Milli Çözüm ne kadar şükretsek azdır!
TEK ÇARE, MİLLİ ÇÖZÜM!
Makale; tarihi tecrübe ve birikim ile olayları ve sorunları mükemmel şekilde tespit etmiş. Tespit yapılmış, reçete yazılmış, ilaçlar verilmiş. Gayret bizden şifa Allah’tan..
Makale sadece Türkiye değil Dünya siyasetine ve geleceğine de yön vermektedir. Tarih boyunca olduğu gibi bu süreç imtihan sırrı ve kaderin cilvesidir. Sadıkların denenme ve elenme süreci artık tamamlanmak üzeredir. Son bir viraj kalmıştır, sadıklar binde bire inmek üzeredir, Rabbim yardımcımız olsun.
Mekke’nin Fethi dünyanın dönüm noktasıdır ve Milli Çözüm ile barış ve bereket ortamı çok yakında yeniden sağlanacaktır.
Allah ayaklarımızı sabit tutsun…
Meşhur bilimsel bir deneydir. Bir kavanozun içerisine siyah ve kırmızı karıncaları koyduğunuzda normal biçimde kavanozda gezinirler ama kavanozu elinize alıp çalkaladığınızda siyah karıncalar bunu kırmızı karıncaların, kırmızı karıncalarsa siyah karıncaların yaptığı hissiyle birbirlerine saldırmaya başlarlar. İşte bu örnekte olduğu gibi makalede toplumun hangi kesiminden, hangi din ve inanca sahip olunursa olunsun barış ve medeniyet çerçevesinde yaşanılabileceği ama bu esnada bizi sürekli ikiliğe ve çatışmaya sürükleyecek dışardan uzanan ellere karşı uyanık olunması gerektiği en sade haliyle izah edilmiş.
Elbetteki hadi kucaklaşalım bir olalım birlik olalım demek yetmez bu birlikteliği sağlamak için kutlu bir lider organizeli bir teşkilat gerekir.
Bunun için de doğru adresin Aziz Erbakan Hocamızın Adil Düzen projelerini günün ihtiyaçlarına uygun şekilde geliştirmek için yıllardır ilmi, ekonomik ve bilimsel çalışmalar yapan bu konuda onlarca seminer konferans vb. düzenleyip makale ve ilmi eserler yayınlayan Aziz Erbakan Hocamızın en sadık talebesi Üstad Ahmet Akgül Hocamızın rehberliğindeki Milli Çözümün olduğunu söylemek sadece malûmun ilanıdır.
Bununla alakalı somut deliller olarak hem Adil Düzen kitabından temel insan hakları ile ilgili bölümler hem de Ahmet Hocamızın konferanslarında bahsettiği 3K formülü (insanların karnını – kafasını – kalbini doyurma) gibi pek çok örnek sayılabilir.
Ama yine de görmek isteyen gözler düşünüp akletmek isteyen beyinler için bırakın dışardan yapılan onca saldırıyı açılan maddi manevi tazminat davalarını kendi camiamız içerisinden marazlı münafık takımının ardı arkası kesilmeyen itham ve iftiraları karşısında dahi makalede yine kucaklayıcı bir dille yazılan şu satirları bir kez daha dikkatle okumak yeterli olacaktır.
Şimdi, Milli Görüş’ü iktidara taşımak, devlet ve hükümet imkânlarını Hakkın emrinde ve halkın hizmetinde kullanmak üzere yeniden kurulan ve artık hedefine yaklaşan, hazır bir parti varken, kalkıp aynı arsada ve aynı amaçlarla yeni partiler kurmak elbette aynen Mescid-i Dırar’dır. Milli Gençliğe yönelik vakıflar dururken, tutup aynı sahada ve nefsi hesaplarla başka vakıflar açmanın sonucu hüsrandır. Avrupa’da aynı camiada, Milli Görüş Teşkilatı’na rakip teşkilatlar kurulması ve ikilik çıkarılması, mutlaka fitne ve fesattır. Bunun gibi, inancımızın ve insanımızın dili, gözü ve kulağı hükmünde olan Milli cephedeki gazetelerimizi hâlâ bulunması gereken noktaya çıkaramamışken, kalkıp aynı kimlikle ve aynı kesime hitaben, ilkesiz ve istişaresiz başka gazeteler çıkarılması her yönüyle zarardır, ziyandır… Çünkü, her türlü itaatsizlik ve irtibatsızlık manevi bir marazdır. Kur’ani amaçlardan kopuk ve kendi başına buyruk hareketler, nifak ve tefrikaya açılan bir kapıdır.