YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
692e04f531618
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 8 6
Bugün : 294
Dün : 47232
Bu ay : 47526
Geçen ay : 1284993
Toplam : 45736340
IP'niz : 216.73.216.151

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

BİR HAYAL UĞRUNA HAYATINI KARARTANLAR!

Bugünkü Batı medeniyetinin fikri temelini oluşturan materyalist düşünce sistemi, “MADDE”nin aslını bilmedikleri ve yaratılış gerçeğini kabullenmedikleri için tıkanıp kalmış, artık sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve hatta teknolojik sorunlara çözüm üretemez noktaya dayanmıştır. Tabiat ve Kâinat dediğimiz mükemmel ve muhteşem yapının, canlı ve cansız bütün varlıkların, İlahi Nur’un farklı tecelli ve tezahür boyutları, Ezeli ve Ebedi Kudretin sonsuz ve kusursuz san’at ve sıfatlarının harika yansımaları olduğu bilindiğinde ise, tüm sorular yanıtlanacak ve bütün sorunlar aşılacaktır!

“Yüce Allah, Göklerin ve Yerin (ve içlerindeki her şeyin) Nurudur!”

Kur’an-ı Kerim’de, Nur Suresi 35. ayetinde şöyle buyrulmaktadır:

“(Asla unutmayınız, kâinata ve tabiata ibret gözüyle bakınız ki;) Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun misali (bir örneği), içinde (parlak ışıklı) fitil bulunan bir lamba benzeridir; (o) lamba da bir sırça (cam fanus-ampul) içerisindedir; (o) sırça (ampul ise), sanki incimsi bir yıldızdır ki; (içindeki parlak ışık) doğuya da batıya da ait olmayan (benzeri bulunmayan) kutlu bir zeytin ağacından tutuşturulmuş (gibidir; bu öyle bir ağaç ve nurani bir kaynaktır ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı (enerji akımı) ışık verir. (Açıkça elektrik enerjisine benzetilmektedir. Bu,) Nur üstüne nur (aydınlık, kolaylık ve huzur)dur! Allah, (gerçeği arayan ve çabalayanlardan) kimi dilerse onu Kendi nuruna (hidayet ve hikmet yoluna) yöneltip-iletir. Allah insanlar için (işte böyle) örnekler verir. Allah, her şeyi Bilendir. [Not: Bu ayet; kâinatın ve bütün varlıkların, İlahi Nurun farklı tecellilerinden ve atomik enerjinin değişik dalga boyutu tezahürlerinden yaratıldığına; ayrıca elektriğin alternatif akımına ve sinüs dalgasına işaret etmektedir.](Nur: 35)

Yani katı, sıvı ve gaz halindeki bütün “madde”ler… Cemadat (toprak ve madenler), nebatat (bütün bitkiler), ve hayvanat (suda, karada ve denizde yaşayan bütün hayvan türleri)… Ve bütün İNSAN nesli… Ve bunların da ötesinde NURANİ ve RUHANİ tüm varlık çeşitleri ve âlemlerin hepsi Ezeli ve Ebedi olan İLAHİ NUR’un farklı tezahürleridir, Allah’ın esma ve sıfatlarının harika yaratılış eserleridir!

Ne var ki yüce yaratılış hikmetinden habersiz, gafil ve cahil insanlar dünyanın (Tabiat ve Kâinatın) sadece dış yüzünü, gölge ve görüntü yönünü bilmektedir.

“Onlar dünya hayatının sadece dış (görünüşü)nü bilirler (maddenin gerçeğinden ve içyüzünden habersizdirler). Ahiretten ise onlar (daha da) gafildirler. [Not: Dünya’nın, Kâinat’ın ve tüm varlıkların; Cenab-ı Hakkın “Nur”unun farklı yoğunluktaki enerji dalgaları, Esma ve sıfatlarının tezahür ve tecelli yansımaları Ve her an İlahi sanat ve kudretle yaratılan görüntü boyutları olduğu gerçeğine dikkat çekilmektedir.](Rum: 7)

Yani şu dünya hayatı, bütün ihtişamıyla Tabiat ve Kâinat… Ve içlerindeki her türlü maddi ve nurani mahlukat… Evet bunların hepsi, TV görüntüleri misali ruh ekranına yansıtılan gölge ve görüntüler olmaktadır. Hakiki ve daimî MEVCUD sadece Cenab-ı Hak’tır. Asıl amaç ise, O’nun rızasına ve Cennet denen rıdvanına ulaşmaktır. Çıkar ve makam gibi fani gölgeler için bâki bir hayatı ve hepsinden önce Allah’ın rızasını terk edenler en nasipsiz insanlardır.

Kaldı ki, her şey Kaderde ve kayıt altındadır!

Şu hadis-i şerif bu gerçeği ne güzel anlatmaktadır:

“…Şunu kesinlikle bil ki, bütün insanlar, sana yararlı olmak (imkân ve iktidara kavuşturmak) için toplansalar, Allah’ın takdir ettiği dışında hiçbir fayda sağlayamazlar ve yine bütün insanlar, aleyhinde toplansalar, Allah’ın takdir ettiği dışında sana hiçbir zarar ulaştıramazlar!..” (Hadis – İbni Hanbel C.1, 293; Tirmizi, Kıyamet bahsi, 59)

Herkes kendi niyetinin ve tıynetinin akıbetine ulaşacaktır!

“Yine bir hadis-i şerifte şu gerçek aktarılmaktadır:

“Sizden hiç kimse yok ki; şu anda cennetteki ve cehennemdeki yeri (Allah tarafından bilinip) yazılmamış olsun… Ancak siz (üstün yaratılış gayeniz ve göreviniz gereği Hakk ve hayır yolunda) çalışıp çabalayın. Ama herkes (ve her şey) ne maksatla yaratılmış (aklını, vicdanını, imkân ve fırsatlarını hangi yolda kullanmış) ise ona muvaffak ve müyesser kılınacaktır!” (Buhari, Kader, 4)

Başka bir hadis-i şerifte şu çarpıcı gerçekler anlatılmaktadır:

“Bazı kimseler bir ömür boyu (zahiren) ibadet ve istikamet üzere çalışıp çırpınır. (Ama niyeti ve tıyneti bozuk ve karanlıktır. Allah’ın rızası yerine dünyalık arzuları ağır basmaktadır.) Ve sonunda itiraz ve isyankârlığa kalkışıp hidayeti kararmaktadır!” (Müslim, Kader, 8)

İsrâ Suresi 15. ayeti bu konuda hepimizi uyarmaktadır:

“Kim (hidayete uyar) doğru yolu (arayıp) bulursa, kendisi için (Hakkı ve hayrı) bulmuş olacaktır. Kim de (nefsine ve iblise kapılıp) sapıtırsa kendi zararına sapıtmış olacaktır. Günahkâr olan hiç kimse bir başkasının günah yükünü taşımayacaktır. (Ve zaten) Biz, (aydınlatıcı ve uyarıcı) bir Resul (elçi ve davetçi) göndermedikçe (hiçbir kavme ve kişiye asla) azap edici olmayız (kendilerini sorumlu tutmayız).”  (İsrâ: 15)

Her şeyin en doğrusunu bilen Cenab-ı Allah şu gerçeği hatırlatmaktadır:

“(Ey Nebim!) Kesin olarak biliyoruz ki, onların söyledikleri Seni gerçekten üzüyor. Doğrusu onlar Seni yalanlamıyorlar, ancak o zalimler (inatla ve şeytanlık damarıyla) aslında (inkâr ve nifak kastıyla) Allah’ın ayetlerine başkaldırıyorlar. (İtiraz ve isyanları bundandır. Ve asıl düşmanlıkları Banadır!) [Her asırda; Hz. Peygamberi ve Onun izindeki İslam tebliğcilerini yalanlayan kimse; aslında Allah’ın ahkâmına kin tutmakta ve gerçeği fark ettiği halde ısrarla saldırıp çok inatçı Yahudiler gibi “cühud”luk, yani çıfıtlık ve fesatçılık yapmaktadır.] (En’am: 33)

Allah (CC) bir kişiyi cennetlik veya cehennemlik yazdığı için öyle olmamaktadır; aksine onun hangi amelleri hangi gayelerle işleyeceğini ve müstahak olduğu neticeyi bildiği için öyle yazmıştır!

Bu durum bir hadiste şöyle açıklanmıştır:

“Bir çocuk anne karnında 4 aylık (120 günlük) olduktan sonra kendisine ruh üflenir ve ilgili meleğe onunla ilgili (Allah aklını ve fırsatlarını hangi yönde kullanacağını ve hangi sonuçlara ulaşacağını bildiği için) şu dört şeyi yazması emredilir: 1- Rızkı, 2- Eceli, 3- Ameli ve 4- Said (iman ve cennet ehli) veya Şaki (inkâr ve cehennem ehli) olduğu (kayda geçirilir). Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah’a yemin ederim ki, sizden bir kimse cennete bir arşın (adım) yaklaşıncaya kadar saadet ehlinin amelini işler (ama gayesi ve gayreti Allah için olmadığından) sonunda kitap (Allah’ın kader bilgisi kayıtları) ona galip gelerek ateş ehlinin (niyet ve) ameline dönüp cehenneme girer.

Ve yine sizden bir kimse cehenneme bir arşın (adım) yaklaşıncaya kadar ateş ehlinin amellerini işler (ama sonunda; iman olgusu ve vicdan duygusu ağır bastığından dolayı pişmanlıkla tevbe eder) ve Kitabı (Allah’ın ezeli ilmiyle yazdığı kader kayıtları) üstün gelerek cennetliklerin amelini işlemeye döner ve oraya girer.” (Buhari, Müslim, Ebu Davut, Tirmizi Kader bahsi)

Materyalist (Maddeci ve Menfaatçi) Batı Medeniyeti Artık Tıkanmıştır!

“Şimdi Arizona Üniversitesi’nde ve Amerika’da birçok üniversite Şubat 2014 yılında bir araya geldiler ve pozitivist bilim anlayışının sınırlarını tartıştılar. Nasıl ki Aristoteles’in bilim anlayışı Newton’a kadar devam etti. Newton, Aristoteles’in bilim anlayışını tahtından indirdi. Ama Newton’un bilim anlayışı bütün başarısına ve görkemine rağmen 1920’lerin sonunda, 30’ların başında kuantumla ilgili sorunlara cevap getiremedi. Her şeyin katı madde olmadığını, sürekli böyle değişken bir enerji boyutlarının, çekim alanlarının bulunmasını, ancak kuantum fiziğiyle izah edebilirler.

Ben Amerika’da bir müzeyi ziyaret ettim. Orada kara deliklerle ilgili bir deney yapıyorlardı. Güzel bir tasarım yapmışlardı. Ben oradaki bilim adamına sordum. Dedim bunun adı neden kara delik? Dedi ki işte şuradan öteye gidince neler olduğu konusunda hiçbir şey bilmediğimiz için kara delik diyoruz. Bununla ilgili hiçbir bilgimiz yok diye, “kara delik” diyoruz. Yani varlığını saptıyoruz ama, ne olduğunu ispatlayamıyoruz. Şimdilik onun için adını kara delik koyuyoruz. Belki gelecekte bilim adamları bunu çözer. Yani bunun gibi bilimin aciz kaldığı, henüz çözemediği birçok konularda dogmatik bir anlayışla, yok bunlar metafiziğe giriyor, maddenin ötesi bizi ilgilendirmiyor anlayışı artık insanları tatmin etmiyor. Bir de mesela ölüme yakın deneyim ve tecrübe yaşayan insanların söyledikleri, yine mevcut bilim anlayışıyla izah edilemiyor. “Bunlar saçmadır, hayali kurgulardır” filan deyip bunları görmezden gelemeyiz. Çünkü bu konudaki bilim adamlarının gözlemleri bize gösteriyor ki zihin et parçasından ibaret değildir. Zihnimizi ve bilincimizi bir et parçası üretmiyor. Ondan bağımsız bir varlığımız var. Yani böylece Descartes’ten bu yana gelen zihinle beyin arasındaki çatışma ve ikilik aşılmaya çalışılıyor. Postmateryalist bilim anlayışıyla daha bütüncül bir anlayışa doğru gidiyoruz. Penrose laik bir bilim adamıdır, ama büyük patlamadan sonraki ihtimaller içerisinde entropinin, yani düşük entropiden hareket edince tabiatın, kâinatın oluşması tesadüfe veya kendi kendine bağlarsak izah edilemediğini söylüyor. En seküler biçimde diyor ki, ha bunları tabiat uzun bir sürede kendisi yapmış! Yani Tanrının yerine tabiatı koymuşlar. Metafizikle irtibatlandırmaya çekiniyor. Onun için bu postmateryalist (yaratılış gerçeğine dönüş) bilim adamları diyor ki, biz Aristoteles’in bilimi de kendi zamanında bilim anlayışıydı Newton’a kadar… Newton’un bilim anlayışı da hâlâ etkindir, mesela Newton’un bütün fiziğini atmıyoruz ki. Ama Newton’un izah edemediği yerlerde kuantum devreye giriyor. Şimdi bu Newton’un büyüklüğüne biz bir eksik, bir şey getirmiyoruz, bir zarar vermiyoruz. Sadece onun daha ötesine geçiyoruz.

Şimdi artık kuantumun da ötesine geçmemiz gerekiyor. Oraya geçtiğimizde nasıl ki bilim, insanın tabiatı anlama süreçlerinden bir süreç, yöntemlerinden bir yöntem ise, şimdi artık insan tabiatı ve kâinatı tanımak için şairlerin sezgisinden, edebiyatçılardan, mitolojiden ve dinlerden bizim yararlanmamız icap ediyor. Mesela özellikle kuantum fizikçilerinin çoğu Budizm’in fizik anlayışından, tabiat anlayışından çok etkileniyorlar. Çünkü asırlar öncesinde o bölgelere gönderilen peygamberlerin vahdet ve hikmet kalıntılarından esinleniyorlar. Spinoza’nın Panteizm’inden etkileniyorlar. Ben niye o zaman kendi inancıma ve İslam’ın tevhit inancına dayanmayayım. Bakıyoruz İslam düşünce tarihine, bu konuda çok güçlü deliller var, çok güçlü görüşler var. Biz bunlardan niye yararlanmayalım? İşte post derken; katı, militan bilim anlayışının ötesinde dünya düşünce geleneğini bir bütün olarak ele alan, sadece bilimsel çabayı değil, bunun yanındaki dini yorumları, metafizik yorumları, hatta mitolojik yorumları da dikkate alan bir anlayıştan bahsediyoruz.

Benim New York Şehir Üniversitesi’nde kendisi aslen evrimci biyolog fakat felsefe doktorası da yapmış bir arkadaşım var. Diyor ki; bütün sorun dinden ve yaratılış gerçeğinden kurtulmak için kasıtlı, akıl ve bilinç dışı kurgulardan kaynaklanıyor! Onun kendi odasına astığı bir resim var. Bunu sosyal medyada paylaştı. “Canlı hayat sudan başlıyor. Evrim suda başlıyor. Hayat sudan çıkıyor gelişiyor, gelişiyor, gelişiyor insana kadar hiçbir sorun yok. İnsan olunca diyor ki, ben kimim, aslım ve amacım nedir? Niye buradayım? Niçin buradayım? Ölünce ne olacağım?” Darwinistler: Lütfen bu soruyu sormayın diyor. Bu soruyu sormazsan onlar açısından hiçbir sorun kalmıyor. Yani, materyalist dünya görüşü bu soruya kadarki kısımları izah edebiliyor ama bu sorudan sonra tıkanıyor. Bu soruya gelince, onu sormayın diyor!

Çünkü o soruya gelince, devreye diyor din giriyor, metafizik giriyor, yaratılış giriyor diye, onların Darwinist safsataları boşa çıkmaktadır ve tabi insanı insan yapan temel sorular bunların yanıtlarıdır.

Oysa sadece insanı insan yapıp yücelten değil, uygarlığı meydana getiren, sanatı meydana getiren, edebiyatı meydana getiren, şiiri meydana getiren bu sorulardır. Hatta bilimi de meydana getiren The Metaphysical Foundations of Modern Science (Modern Bilimin Metafizik Kökenleri) diye bir kitap var. Bu kitapta deniyor ki; modern bilim anlayışının temelinde ve bilim adamlarının beyninde, aslında tanrı fikri var. Özellikle Batı’da kilisenin baskısından ve kilisenin her şeye burnunu sokmasından çekindikleri için, kiliseyle takışmamak için kilisenin dilini kullanmıyorlar. Mesela Alfred North Whitehead ki 20. yüzyılın en büyük filozoflarından bir tanesi diyor ki, “Eğer en ateist bilim adamı bile yaptığı araştırmada bir düzen (akıllı ve mantıklı bir sistem) olduğuna inanmazsa araştırmaz.” Bulabileceğini, çözebileceğini ve bir düzen, bir bağlantı örgüsü olduğunu bilmese niye hayatını heder etsin? İlgi dahi duymaz. Yani bizi diğer canlılardan ayıran temel özelliklerimizden bir tanesi de bizim anlama çabamız, anlamlandırma çabamızdır. Peki North Whitehead diyor ki; “Neden yok değil de var? Kâinat yok da olabilirdi. Birisi tercih etmiş ki var.” Ondan sonra neden var? Ama o tik değil. Ve bütün bilimi mümkün kılan da bu. Mesela İslam bilim tarihine baktığımızda, Araplar İslam öncesinde de Şam’a geliyorlar, Yemen’e gidiyorlar. Ticaret kervanları var. Hz. Peygamber işte 12 yaşındayken Şam’daki bir kervana katılmış. Şimdi o kervancılar geldiklerinde mallarını satarken ve sattıktan sonra Şam’da ne yapıyorlar? Hiç kimse; oradaki Hristiyanlardan matematik öğrenelim, astronomi öğrenelim, kimya öğrenelim, Yunanca öğrenelim… Kimsenin öyle bir derdi yok. Ama Araplar Müslüman olduktan sonra gittikleri her yerde yani “hikmet mü’minin yitiğidir, nerede bulursa alır” anlayışıyla kaybettiği bir şeyi arar gibi buldukları her şeyi öğrenmeye çalışmışlar. Tercüme etmişler. İlk Müslüman Âlim El-Kindî’ye baktığımızda, bakıyorsunuz ki Yunanca biliyor. Hem tercüme yapıyor hem de bakıyorsunuz ki ilk felsefe diye tercüme ettiğimiz Felsefeti’l-Ûlâ kitabında felsefesinin bütün çabasının temeli, felsefenin temel amacı, bilimin temel amacı Allah’ı bilmektir diyor yani, en büyük gerçekliği bilmektir. Yani bütün gerçekliğin sebebi olan Allah’ı bilmediğin takdirde diğer şeylerin bir anlamı kalmıyor. Yani mesela Gazali de yine çeşitli kitaplarında aynı şeyleri söylüyor.

Artık materyalizmin o inkârcı, maneviyatı dışlayıcı hatta madde dışında hiçbir şeyi kabule yanaşmayan anlayışını sorgulamak gerekiyor. Mademki materyalizm bizim sorularımızın hepsine cevap veremiyor. Yani biz kimiz? Niçin buradayız? Nereye gideceğiz? Buradaki işimiz ne? Neden anlıyoruz? Neden düşünebiliyoruz? Veya bu düzenin sebebi ne? Gerçek sebebi ne? gibi soruların doğru ve doyurucu yanıtları bulunmayınca hem sorular havada kalıyor, hem sorunlar çözülemiyor.

Postmateryalist bilim anlayışını savunan bilim adamlarıyla ben hem görüştüm hem yazdıklarını okudum. Mesela bunlardan bir tanesi dünyanın en iyi nöro bilimcilerinden bir kişidir. Yani ben diyor beyni inceleyince artık klasik beyinle ilgili teoriler beni tatmin etmiyor. Yok beyin bir et parçasıdır, beyin bir bilgisayardır, çok gelişmiş bir makinedir… gibi yorum ve yaklaşımlar insanı izah edemiyor. Çünkü o kadar kompleks konularla karşılaşıyoruz ki mevcut bilim anlayışı buna yetmiyor. Artık bizim yeni bir aşama yapmamız lazım. Newton’un yaptığı gibi, Einstein’ın yaptığı gibi. Elbette mevcut bilimi asla inkâr etmiyoruz ama eksik buluyoruz. Birçok ilaçlarımızı bilim yapıyor, bilim adamları yapıyor, ama yan etkileri yararlarını bastırıyor. Bilim ve teknoloji bize köprüler yapıyor, yollar yapıyor ama huzur ve mutluluk veremiyor!..

“Elbette bilim ve teknolojiyle uğraşalım, ama taklitçi ve maddeci olmayalım. Yok biz de Batı’nın karşısında güçlü olalım. Ordularımız yenilmesin, askerlerimiz yenilmesin. Onlardan daha iyi silahlar yapalım tamam, bunlar da lazım… Bakın işte şimdi ürettiğimiz savunma araçlarıyla, silahlarıyla övünüyoruz. Ama keşke dünyanın barışını sağlayan, dünyanın sorunlarını çözüp huzura kavuşturan… Mesela hastalıklarla ilgili, ekolojik sorunlar olsun, eşitsizlik olsun, adaletsizlik olsun bunlarda da aynı şekilde örnek alınacak programlar ortaya koysaydık… İnsanlar mesela deseler ki filan Müslüman ülkedeki gelir adaleti, ondan sonra filan Müslüman ülkedeki hukuk düzeni gibi bir düzen kurmamız lazım. Ama biz hâlâ adaleti Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine giderek bulmaya çalışıyoruz. Dünya yıllarca, bu anda çok sorunlu olduğu için mesela Kudüs’te, yani Filistin’de 400 yıl hiçbir sorun olmadan insanlar, Yahudiler, Hristiyanlar… Hem de Hristiyanlar; Ortodoks, Protestan, Katolik birlikte yaşamışlar. Osmanlı bunu sağlamış. İslami değerler çerçevesinde bunu başarmış… Şimdi biz bu tecrübelerimizden hareketle kendi ülkelerimizde farklı insanların, farklı inançların, farklı toplulukların, farklı ırkların birlikte yaşamasını sağlayacak formüller bulamazsak o zaman bu konularda Avrupa’nın dilencisi durumuna düşeriz.” diyen Felsefe Hocasının ayıbı da, bütün bu soruları yanıtlayan, bütün bu sorunları aşacak adil ve ilmi projeler sunan, Erbakan Hocamızın hazırlattığı, Milli Çözüm Dergisi’nin tamamlayıp kitaplaştırdığı “Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya” çabalarından haberi bile olmamasıydı!? FETÖ iltisaklı, Siyonist merkezlerle irtibatlı ve Vatikan’a kiralık kafaların Milli Görüş – Milli Çözüm programlarını yok saymalarını, bu tarihi gerçeklere gözlerini ve gönüllerini kapamalarını anlıyoruz… Ancak; Milli Görüş’ü yozlaştırmak, Erbakan’ı unutturmak ve Adil Düzen projelerini rafa kaldırmak isteyen SP yöneticileri, hangi tarafta ve hangi kafadalardı!..

Materyalist Bilimin Temel Varsayımı Sakat ve Yanlıştır:

– Materyalist bilime göre:

“Bilinç diye bağımsız bir varlık yoktur. Zihin, sadece beyindeki nöronların kimyasal ve elektriksel etkileşiminden ibarettir. Düşünmek, hissetmek, hatırlamak… Hepsi biyolojik bir mekanizmanın ürünleridir.”

Bu anlayışta insan, karmaşık bir biyolojik makine olarak görülür. Dolayısıyla ruh, irade, anlam, sezgi gibi kavramlara yer yoktur.

Materyalist bilim, zihni genellikle bilgisayara benzetir:

Beyin=donanım (hardware)

Düşünme=yazılımın çalışması

Ancak bu benzetmede büyük bir sorun vardır:

Bilgisayarın donanımı tek başına işe yaramamaktadır. Onu çalıştıran şey yazılımdır. Dolayısıyla yalnızca donanıma (maddeye) odaklanmak, işlevi ve anlamı açıklamaz. Tıpkı insan zihninde olduğu gibi: Madde vardır ama onu anlamlı hale getiren bir “yazılım” – yani bilinç veya ruh vardır.

Şimdi postmateryalist (materyalizm ötesi, yaratılış gerçeği) yaklaşım diyor ki:

– Zihin, sadece maddenin yan ürünü değildir.

– Bilinç, evrenin temel boyutlarından biridir.

– Madde, enerjinin; enerji ise bilincin bir tezahürü olabilir.

– Yani evrenin açıklamasında artık sadece “madde” de değil; bilincin, anlamın ve kaçınılmaz ve mutlak bir niyetin de hesaba katılması gerekir.

Artık bilimlerin; veri toplama, hipotezleri teste tabi tutma ve eleştirel tartışma gibi bilimsel yöntemlere bağlı kalarak, materyalizmin kasıtlı kısıtlamaları ve dogmaların ön yargıları olmaksızın doğal dünyayı gerçekten açık bir şekilde araştırmakta özgür olmaları halinde daha akılcı, daha insancıl ve daha yararlı sonuçlar alınacaktır!

4.5 17 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
4 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Modern bilim tarihinin kodlarının ve sonuçlarının IX, X, XI, XII. asırlarda İslam alimlerinin ortaya koyduğu araştırmalarla dünyayı nasıl etkilediğini, bugün hem doğunun hem de batının aklı başındaki münevverleri, şarkiyatçıları açık yüreklilikle itiraf etmektedirler.

XI-XII. asrın Endülüs medeniyeti bunun en bariz örneklerindendir.. Avrupanın en kirli iki yüzü burada da ortaya çıkacak ve asırlar boyu İslamın kadim kaynaklarından elde ettiği Müspet ilimler alanındaki gelişmeleri Müslümanlardan saklamış, adeta bir İlim hırsızlığı yapmıştır..

İslamın, bütün bilim dallarına yol gösterecek, ilham verecek bir muhtevaya sahip olduğunu Prof Necmettin Erbakan Hocamız, İslam ve İlim adlı eserinde önemle vurgulamış, Erbakan gibi bir bilim adamının da, Teknolojik hamleden siyasal ve ekonomik alana, ilmi sahadan hukuki ve ahlâki sisteme kadar her alanda tüm insanlığa yeni bir medeniyet ufku kazandıracak, Orjinal bir Adil Düzeni, bizzat hazırladığını Ahmet Akgül Hocamızın eserlerinden defalarca okuduk, dilinden defalarca dinledik.!

Yine Ahmet Akgül Hocamız;

“Biz bugün İslam alemi olarak Avrupadan, insan hakları ve demokrasi konusunda çok çok gerilerdeyiz.. Ancak Avrupa ve batı medeniyeti ise İnsan hakları, bilimsel çalışmalar, demokrasi ve temizlik konularında İslamdan fersah fersah geridedir” ifadeleriyle utanılacak halimizi, ortaya koymuşlardı.

Prof Erbakan Hocamızın bu konudaki iki cümlesi ile bağlayalım ;

🩸”Kur’anla tetkikatı olmayan bir insanın Müspet ilimler sahasında gerçek alim olması beklenemez…”

🩸Bizim alimlerimiz her ne kadar gerçeğe bağlıyım dese de, Batı kendisini çekiyor, ama bu çekimden kendisi farkında değil, sabit yerde kaldığını zannetse de Batı kafasıyla olaylara yaklaşıyor böylece de içtihat yapma yetisi kayboluyor”

ELBETTE HAKİKAT BU…
“YA VAR SA!?..”
İlmin ve kamil imanın özü varlığın hakikatini kavramak ve O hakikatte yok olmaktı.
Yaratılışın bütün bir sırrı yaradanı bilme, onun kanunları doğrultusunda ahlaken olgunlaşma aşamalarını tamamlama, sadece ferdi değil, haytın siyasi, ekonomik, sosyal yönlerinide temel yasalara göre şekillendirme yani Kainatın Yaratıcısına en kamil manada uyum sağlama becerisini kazanmaktır. Temel yasalara bağlı kalarak tevhid çarkı içinde yok olma ve sonsuz özgürlüğü kazanmaktır. Zahiri bilimin anahtarları manevi alemde saklıdır. İşte bu yolculukta ilahi nizama ve onun o asırdaki sembol temsilcisi ve sistemine sadakat esastır.

Maddeci seküler bakış açısı dünyada rahat yaşama adına bozulmamış vicdanının sesini yalanlayarak sonu kapalı bir yolu tercih etmiş ve sadece kendisini değil bilimi de çıkmaza sokmuştur. Bunun neticesi olarak girilen cıkmaz sokak Kur’an ve Sünnetten hatta bozulmamış diğer hak dinlerin öğretilerinden beslenememiş insanlığa faydalı olabileceği yerde her alana nefsani, ticari bakmış ve ifsada yol açmıştır.
İşte tam da bu noktada madde ve manayı birleştiren, dünya ve ukba için insanın huzur ve refahını merkeze alan aklı selim, müsbet ilim, tarihi birikim, ilahi din ve insanlıkça kabul görmüş, huzurunu esas almış demokratik bir cumhuyet sistemi olan Adil Düzen sistemini mahşeri vicdana sunmuş bir Erbakan gelmiş ve geçmişti. Materyalist felsefe bu dönemde en büyük kaybını vermiş fikri alanda ve bilimsel olarakta çürütülmüş ve hak sistem teori olarak ortaya çıkmıştı. Bu süreç Milli Görüş süreciydi ve de tamama Milli Çözüm pratiğiyle erişecekti. Şimdi tarihi bir değişim ve dönüşümle pratiğe dökülme zamanı çok yaklaşmıştı. Bu dönüşüm de sünnetullah gereği imanı ve o doğrultuda hazırlığı olan elbette nasiplenecekti. Peki bu hakikate yeryüzünde inanan ve inancı doğrultusunda gayret gösteren, alt yapı olarak Kur’anın nüzulü senesi olarak 23 senelik evre geçiren bir merkez var mıydı? Varsa o merkezi bilmek ve ona tabi olmak cihadın farzıydı. Kur’an’nın güncel tefsirinin 23 yıl içerisinde çeşitli evrelerle tamamlanması rastlantı mıydı?
Bildiği halde nefsi bahanelerle bu merkezi terketmek kendini kandırmaktı. İşte en tehlikeli yalan da insanın kendini kandırmasıydı. Bu sondan Allah’a sığınılmalıydı.
“Görenedir görene, köre ne ki köre ne!
Allah bakar kör yapmasın!.. İman çipini üzerimizden almasın.
Amin…
Amin…
Amin…

Yazıda Belirtilen ;

Herkes kendi niyetinin ve tıynetinin akıbetine ulaşacaktır!

Başka bir hadis-i şerifte şu çarpıcı gerçekler anlatılmaktadır:

“Bazı kimseler bir ömür boyu (zahiren) ibadet ve istikamet üzere çalışıp çırpınır. (Ama niyeti ve tıyneti bozuk ve karanlıktır. Allah’ın rızası yerine dünyalık arzuları ağır basmaktadır.) Ve sonunda itiraz ve isyankârlığa kalkışıp hidayeti kararmaktadır!” (Müslim, Kader, 8)

cümleleri okunduğunda,

Yüce Allah’ın niyetimizi samimileştirmesi, tıyniyetimizi dava ile onurlandırması, imanımızı ve gayretimizi arttırması dualarını etmekle birlikte, tüm dünyada Adil bir Düzen kuracak medeniyet inkılabı için her sahada çalışarak ve Adil Düzen’in özünü kavramış bilimsel projeler geliştirerek ya da bu gayrette olarak ömür sermayesini tüketmeyi Allah’ın bizlere nasip etmesini dilemekteyiz.

Makalenin bir kısmında batının bilim kronolojisini çok güzel özetlenmiştir.

Batı yüzlerce yıl bilinci reddetmiş, post materyalist anlayış ise

– Zihin, sadece maddenin yan ürünü değildir.

– Bilinç, evrenin temel boyutlarından biridir.

– Madde, enerjinin; enerji ise bilincin bir tezahürü olabilir.

demiştir. Bundan sonrasında ise makalenin koyduğu yol haritası gibi ruhu ve bilinci reddetmeden anlayamaya çalışan ve bu kavrayış sonrasında teoriler üreten bilim çok daha insancıl çıktılar alacaktır.

Yüzyıllar boyu islam alimlerinin Ruhu kavramaya çalışarak oluşturduğu kuramlar ve bu kuramlara dayanan projeler çağları aydınlatmış insanlara daha yaşanabilir bir dünya sunmuştur. Çok basit bir örnekle geçmişte İnsan Ruhunu ve bilincini anlamaya çalışarak yapılan yapıların mimarisinin insanlara şimdiye göre daha çok huzur verdiği bilinen bir tecrübedir. Fakat yine geçmişte firavunlar tarafından yaptırılan Piramitlerde kim bi huzuru bulmuştur bilinmez…

Başka bir örnekle, materyalist bilim bombayı atalım her yeri yakıp yıkalım derken Erbakan hocamız o bombayı ateşlemesine engel olacak teknolojiyi geliştirmiş dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirmiştir.

Özetle insanı, enerjiyi, ruhu, bilinci, enerjinin boyutlarını metafizik diyerek reddetmek yerine bilim bunları samimi bir çabayla anlamlandırmaya çalıştığında boyut atlayacaktır.

Şeytani düşünce dünyalık beklentiler için ukbasını terk eden Materyalist düşüncenin karşısında Rahmani yaklaşımla Milli ve manevi değerlere önem veren şahsi çıkarları gözetmeyen benlik ve bencilliğin dışında bizlik anlayışına dayanan Kur’an ve sünnet merkezli bir yaklaşım hem insani hem islami bir bakış açısıdır. Yanlızlaştırılan batı insanın kişisel egolarının hakimiyeti değil toplum huzur ve barışın sağlanması tabi ve doğal olanıdır. Batı medeniyeti bu değerlerden uzak olduğu için çökmüş ve bir türlü huzuru yakalayamamıştır. Biz en doğrusuyuz diye ortaya çıkan bazı islami gruplarda aslında şeytani düzenenin hizmetkarı olmaktadırlar.Siyonist merkezlerin kontrolü altında kalan batı medeniyeti iflas etmiştir. Bir hayal uğruna hayatlar karartılmıştır.
Son zamanlarda yapılan ilmi araştırmalar gösteriyorki dünyadaki ve uzaydaki her şey mükemmel bir güç tarafından kontrol edilmektedir. Hiç birşey rastlantı sonucu olmamaktadır. Kuranda asırlar önce belirtilen bazı ilmi bilgiler bugün ispatlanmıştır. O yüzden Kur’anda yazılanlar hakikattir. Bu gerçekleri anlamak gerçek iman sahipleri olan Müslümanlara nasip olacaktır.

Picture of Samet ÇAĞLAYAN

Samet ÇAĞLAYAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
4
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...