Türkiye’de ve üst kademede iyice çöreklenmiş, Avrupa ve Amerika’yı ekonomik ve siyasi yönden ele geçirmiş bulunan “Gizli Dünya Devletine”, yani siyonist yahudilere ve dönme sabataistlere rağmen, Milli mücadelenin kazanılamayacağını ve Cumhuriyet Türkiye’sinin kurulmayacağını çok iyi fark eden Mustafa Kemal;
Bu etkin çevrelerin (Küresel Çetenin); Arz-ı Mev’ud olarak bilinen, Büyük İsrail’in birinci basamağı olacak “Türkiye Siyon Devleti”ni oluşturma yönündeki hedef ve heveslerine uyar görünen bir rol oynayarak ve bunları oyalayarak, “sınırları belli ve dünyaca tescilli müstakil Türkiye’yi kurtarma” siyaset ve stratejisini, büyük bir başarı ile uygulamıştır.
Ancak:
- 1- Büyük Taarruzun hemen arkasından İzmir’de “Selanik ve Batı Trakya’yı kurtarma” niyet ve gayretini ortaya koyması…
- 2- Kerkük ve Musul’u, ülke topraklarına katmaya kalkışması…
- 3- Osmanlı ailesinden alıp, TBMM’nin uhdesine koyduğu ve dondurduğu “Hilafet” (İslam dünyasının tabii liderliği ve hamisi) kurumuna hayatiyet kazandırmaya yönelik adımlar atması…
- 4- Bütün bunları kuşku ile izleyen ve kontrolün ellerinden çıkacağını sezen siyonist ve sebataist kesimlerin, önce İzmir suikastını tertipleyerek Atatürk’ü öldürmeyi planladıkları…
- 5- Bu şeytani girişimi önceden anlayan ve aldığı tedbirlerle bu badireyi atlatan Atatürk’ün eski ittihatçı ve sebataycı yahudi dönmelerinin ele başlarını mahkeme edip astırdığı…
- 6- Cumhuriyet Türkiye’sinin temelleri biraz oturduktan sonra, Yahudi güdümlü gizli hıyanet örgütü mason localarını kapattığı bilinen tarihi gerçeklerdir.
Şimdi:
- Sebep-sonuç ilişkilerine bakarak
- Atatürk’ün varlığının, kimlere zarar, ölümünün ise kimlere yarar sağladığını hesaba katarak
- Daha önce İzmir suikastının niçin planlandığını ve kimlerin asıldığını hatırda tutarak
- Sağlığında, çevresinden ve yönetimden uzak tutmaya çalıştığı bir ekibin; ölümünden hemen sonra, nasıl hükümete ve her şeye hakim hale geldiklerini esas alarak…
Ve nihayet görünürde muzaffer, mutlu ve muktedir bir komutan’ın, gerçekte ise hep yalnız ve yardımcısız olan bu talihsiz kahramanın “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz” feryadındaki gizli mesajı çözmeye çalışarak, ulaştığımız kanaat şudur:
Atatürk, bilinen hastalıklarının tabii seyriyle değil, Tanzimat’tan beri ülkeye hâkim ve hain gizli güçlerce, bir şekilde ve usulüne uygun biçimde zehirlenerek ölüme sürüklenmiştir.
Bize göre, hiçbir yurt dışı ziyarete çıkmamış olması da, Küresel Çete’nin kendisini devre dışı bırakmak istediğini sezdiğindendir.
Hz. Yusuf’un: “Rabbim bana hadiselerin (rüyaların ve tüm sosyal ve toplumsal olayların) te’vilini (yorumunu) öğrettin.”[1] Teşekküründe: Hadiselerin görünümünden ziyade yorumunun daha önemli olduğu anlaşılmaktadır.. Araştırmacıların asıl görevi: Sosyal ve tarihi gelişmelerin perde gerisindeki gizli gerçekleri ortaya çıkarmaktır.
Şimdi biraz daha ayrıntılara girelim.
Büyük Taarruz ve sonrası:
Mustafa Kemal Paşa, 21 Ağustos 1922 de Çankaya köşkünde bir çay partisi vereceğini bütün gazete ve ajanslara bildirmiş, diğer yandan ordu birlikleri arasında yapılacak futbol karşılaşması bahanesiyle komutanları Akşehir’e çağırmış, böylece savaş ve saldırı niyetinde olmadığı havasını yaymıştı.
Ama düşmanların hiç beklemedikleri bir anda 26 Ağustos sabahı, bizzat başkomutan olarak büyük taarruzu başlatmıştı.
Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’la birlikte, aslında bu harekâta karşı çıkan ismet İnönü’yü de-herhalde yakınında ve gözaltında tutmak için-yanına almıştı. TBMM bile harekât başladıktan sonra haberdar kılınmış ve bu haber ayakta alkışlanmıştı.
27 Ağustos’ta Afyon kurtarılıp karargâh oraya taşınmış… 28 Ağustos’ta Yunanlıların 5. Tümen’i tamamen kuşatılmış ve 29 Ağustos’ta etkisiz bırakılmıştı.
30 Ağustos’ta Dumlupınar’da bizzat ateş hattında orduyu idare eden Gazi Mustafa Kemal’in askerleri, düşman birliklerini tamamen teslime zorlamış, çoğunu da esir almıştı. Büyük zafer kazanılmıştı.
Türkiye’yi siyon devleti yapma hesabını güden dış güçler ve içimizdeki Sabataistler, Yunan birliklerinin arta kalanının hızla geri çekilip, gemilerle kaçmasını ve dolasıyla Mustafa Kemal’in işinin kolaylaşmasını sağlamışlardı. Aksi halde, motorize birliklerin bulunmadığı, yarım asırdır yedi cephede süren savaşların yorgunu ve bin türlü yokluğun yıprattığı Türk ordusunun, 10 gün gibi kısa bir sürede ve de düşmanla vuruşarak, Afyon’dan İzmir’e ulaşması imkânsızdı…
11 Eylül 1922 de Atatürk İzmir’e girince, İstanbul’daki Fransız komiseri General Pell, hemen İzmir’e gelip Mustafa Kemal Paşa’ya, Türk ordusunun Trakya’ya girmemesi tavsiyesiyle ateşkes önerisinde bulundu.
Atatürk:
“Bütün Trakya kurtulmadıkça, ordularımızı durdurma imkânı olmadığını” bildirdi.
Bunun üzerine telaşa kapılan itilaf devletleri, Dışişleri Bakanlarının imzasıyla 23 Eylül 1922 günü İzmir’deki Mustafa Kemal’e bir nota gönderdiler. Atatürk cevabında:
“Rumeli ve Doğu Trakya Türkiye’ye bırakılıp düşmanlar bu bölgelerden çıkarılırsa” ateşkes yapabileceğini açıkladı.[2]
İşte siyonist ve sabataist güçler, Atatürk’ten, ilk defa bu gelişmeler üzerine kuşkulanmaya başlamışlardı: Acaba ayakları yere basınca, bizim güdümümüzden çıkar da, kendi başına buyruk davranır mıydı!?… Çünkü önceleri hem Sultan Vahdettin’e, hem bize yakındı… Şimdilik, tamamen bizden yana tavır aldı… Acaba sonunda ne yapacaktı?…
Kerkük ve Musul’u geri alma hazırlıkları:
Atatürk Nutuk’un 2. cildinde bu konuyla ilgili şunları anlatmaktadır.
Kerkük, Musul konusuna girmeden, yeri gelmişken belirtelim ki, Atatürk, kendisinden sonra milli mirasının ve hatırasının istismar ve suistimal edileceğini, tarihi gerçeklerin tahrif edilip, saptırılmak ve çarpıtılmak isteneceğini büyük bir ileri görüşlülükle sezmiş ve 3 ciltlik “Nutuk”u bu maksatla kaleme alıp, bizzat okuyarak bizlere bırakmıştır. Ve zaten Nutuk’un dışında bütün söylev ve demeçleri çok uzun yıllar toplumdan saklanmış, uyduruk ve uygunsuz bir Kemalizm safsatasıyla milletimiz uyutulmaya çalışılmıştır.
Bugün, bir Kur’an mealini, önemseyerek ve ihtiyaç hissederek, baştan sona dikkatle bir sefer bile okumamış, ciddiyetten ve dini gayretten uzak müminler ve hele kendi yazılarını ve konuşmalarını haklı çıkarmak için, yani istismar amacıyla, ara sıra belli konularla ilgili olarak karıştırmak dışında, Kur’an mealini bir sefer dahi baştan sona okuyup bitirmeyen, samimiyet ve hamiyet yoksunu İslamcı enteller bulunduğu gibi…
Maalesef, Atatürk’ün elimizde kalan tek eseri Nutuk’u baştan sona özellikle ve tirizlikle bir kere olsun okumayan, anlamaya çalışmayan bir sürü sahte Atatürkçü dolaşmaktadır.
İşte Atatürk, Kerkük ve Musul’u geri almaya çalışırken, İngiltere, bölgedeki Nesturi (Hıristiyan) azınlığı kışkırtıp Hakkâri’yi bile ülkemizden koparmaya çalıştıkları bir sırada, Mustafa Kemal, Kazım Karabekir’e gerektiğinde bir askeri harekâta hazır olmasını söyler.
Bunun bir macera olduğunu düşünen ve sinsi sabataist çevrelerle sıkı-fıkı ilişkiler yürüten Kazım Karabekir, böyle bir kararın ancak meclis tarafından verilebileceğini ileri sürer… Atatürk derhal meclisi toplayıp bu yöndeki kararı çıkartmak ister. Bu gelişmeler üzerine, Atatürk’ü engellemek için, Kazım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy), Refet (Bele) paşalar askerlikten istifa edip TerakkiPerver Cumhuriyet Fırkası (partisi)nı kurup Milletvekili sıfatı ile meclise girerler…
Atatürk bu girişimi, “büyük bir komplo” ve “tehlikeli bir tertip”[3] olarak değerlendirmekte ve şunları söylemektedir.
“İngiltere’nin ültimatomuna, malum olduğu veçhile (şekilde) cevap verdik. Harp ihtimalini göze aldık. İşte bahsettiğimiz zevat, bu müşkül (çok zor ve çetin) anda, yani bir ecnebi (yabancı) devletin ülkemize hücum edebileceği zamanda (maalesef) kendilerinin de bize (içten) taarruz ve hücum ederek suhuletle (kolaylıkla) hedeflerine vasıl olabileceklerini hayal ettiler. (Vatanımızı korumak için) Muharebeye hazır ve amede bulundurmaya mecbur oldukları ordularını başsız bırakıp, vaktiyle (daha önce) hazzetmediklerini (sevmediklerini) söyledikleri, politika sahasına şitab ettiler.[4] (acele ile siyasete girdiler)
Yine Atatük’ün tespitiyle “Muzır ve münafık bir teşekkül”[5] olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, açıkça din istismarı yaparak, doğudaki isyan hareketini de cesaretlendirmiş ve ümitlendirmişlerdir.[6]
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın “en hain dimağların mahsulü”[7] olduğunu bildiren Atatürk, bu partinin ittihat ve Terakki’nin yeni bir versiyonu ve sebataist dönme yahudilerin bir oyunu olduğuna dikkat çekmiştir.
Ve bu hareketin, sonunda “İzmir suikastı şeklinde tezahür ettiğini” söylemiştir.[8]
Ve zaten Adnan Adıvar, Sabit Sağıroğlu, İsmail Canbulad gibi sivil kurucuların tamamı yahudi dönmesi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na göre: Mustafa Kemal din düşmanı bir diktatördü ve mutlaka devrilmeliydi!…
Yani Atatürk’e “Din düşmanı” yaftasını yapıştıran, müslümanlar değil yahudilerdi.
28 Eylül 2004 Tarihli Halka ve Olaylara TERCÜMAN gazetesinin manşeti oldukça önemliydi:
Atatürk’ün Vasiyeti:
“Tarihi Gerçekler Işığında Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk” adlı kitaba göre Büyük Önder şöyle demişti: “Ömrüm Yeterse Musul, Kerkük ve Adalar’ı alacağım!”
İşte tarihi vasiyet: Zorla koparılan toprakları Türkiye’ye katacağını ilan eden Atatürk, “Önce diplomasi, olmazsa askerle” dedi. Ama engellendi…
Misak-ı Milli sınırları içinde yer alan ancak İngiltere’nin müdahalesi nedeniyle Türkiye topraklarından ayrılan Musul ve Kerkük, Atatürk’ün tekrar geri almak istediği yerler arasında bulunmaktadır.
Yusuf ve Ali Koç tarafından hazırlanan ‘Tarihi Gerçekler Işığında Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk’ adlı kitapta, gizli kalmış belge ve bilgilerle, Atatürk’ün Musul ve Kerkük’e karşı gösterdiği hassasiyet anlatılmaktadır.
Kürtler aleyhte kullanılabilir
Kitapta yer alan bilgilere göre, Lozan Antlaşması’nda karara bağlanamayan Musul sorunu, 19 Mayıs 1924 tarihinde İstanbul’da yapılan Haliç Konferansı’nda da sonuca ulaşamadı. İngilizler, Süleymaniye, Kerkük ve Musul kentlerinin yanı sıra, Nasturi Hristiyanları’nın yaşadığı gerekçesiyle Hakkâri’yi de Türkler’e bırakmak istemedi. Bunun üzerine sorun Milletler Cemiyeti’ne taşındı. Ancak Cemiyet’ten, Musul’un Irak’ta Kürtler’e ve manda yönetimine bırakılması kararı çıktı. Türkiye, Milletler Cemiyeti’nin bu kararını tanımadığını açıkladı. Ayrıca, Cemiyet’te konuşan Dışişleri Bakanı “İngilizler, Musul’daki Kürtler’i ileride Türkiye aleyhine kullanabilir” uyarısını yaptı. Kısa bir süre sonra da Şeyh Sait İsyanı patladı.
“Diplomasi ile olmadı, sıra askerde”
Kitapta, Musul’un Irak’a bağlanmasına karşı diplomatik yolları deneyen Atatürk’ün, gerekirse askeri yöntemlerin kullanılabileceğini dile getirdiği vurgulanmaktadır. Atatürk’ün, Fethi Bey ve Kâzım Karabekir’e söylediği “Musul hakkında Haliç Konferansı’nda Fethi Bey siyaset yolu ile muvaffak olamadı. Sıra Karabekir’e geldi. O meseleyi asker kuvvetiyle başaracaktır” ifadeleri yer almaktadır.
Kurtarmaya azmettik kurtaracağız
30 Ağustos 1922 tarihli Fransız Le Figaro gazetesinde ise Atatürk’ün şu ifadelerine vurgu yapılıyor:
“Avrupa’da, İstanbul ve Meriç’e kadar Batı Trakya, Asya’da Anadolu, Musul arazisi ve Irak’ın kuzeyi. Arkada kalan ve sırf Türk olan her yeri isteriz. Bunları kurtarmaya azmettik ve kurtaracağız.”
Kitapta anlatıldığına göre olaylar şöyle gelişiyor: Kazım Karabekir, Atatürk’ün talimatının ardından, Musul’a yapılacak askeri harekete ilişkin endişelerini dile getirir. Bunun üzerine Atatürk, “Söz milletindir” diyerek, kararı Meclis’in vermesini ister. Bunu duyan K. Karabekir, Ali Fuat Paşa ve Rauf Bey ile bir araya gelerek, parti kurmaya karar verir. Bu girişimini ise, “Harp felaketinin önüne ancak Büyük Millet Meclisi’nde bir blok olarak görünebilirsek durabiliriz. Esasen Cumhuriyet’in kökleşmesi için icabında bir parti halinde çıkmaya karar vermiş bulunuyorduk” sözleri ile açıklamaya çalışır.
Musul ve Kerkük için İngilizler’le savaşmayı göze alan Atatürk, ordu komutanlarının görevlerinden istifa etmesi nedeniyle, durduruluyor ve engelleniyor. Ancak Atatürk, “Savaşa hazır bulundurmaya zorunlu oldukları ordularını başsız bırakıp, daha önce sevmediklerini söyledikleri siyasal alanına koştular” sözleri ile bu girişime tepkisini ortaya koyuyor.
Efendiler, Kıbrıs’a çok dikkat ediniz
Atatürk, 1925 yılında engellenen Musul ve Kerkük’ü geri alma idealinden ömrünün sonuna kadar vazgeçmiyor. 1933 yılında Amerikalı General Mc Arthur ile yaptığı görüşmede de bu düşüncesini dile getirerek, “Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve adaları geri alacağım. Selanik de dahil, Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım” ifadelerini kullanıyor.
Kıbrıs’a da hassasiyetle yaklaşan Atatürk, “Efendiler! Kıbrıs düşmanın elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir” uyarısında bulunuyor.[9]
Atatürk’ün İslam dinini değil, yozlaşmış ve özünden uzaklaşmış kurumları kapatması, manevi sömürü saltanatını kaldırması ama, Elmalı Hamdi Yazır gibi büyük alimlere Kur’an tefsiri ve Buhari Müslim gibi önemli Hadis tercümesi yaptırması:
Atatürk’ün İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’an’ı ve en sağlam Hadis kitaplarını hem de en ehil ve emin ilim adamlarına tercüme ettirmesi…
Ve daha önce Osmanlı Hanedanından Meclisin uhdesine aldırdığı Hilafet (İslam dünyasının doğal liderliği) kurumuna, ismen ve resmen olmasa da, fikren ve fiilen canlılık kazandırma niyet ve gayretler sergilemesi… “Bize yahudilerin güdümünde olacak Türkiye Cumhuriyeti bu amacımıza uygundu. Bunun için bizimkiler, zaten asırlardır müslüman gözüküyordu.”[10] İtirafında bulunan sebataistleri kuşkulandırmaya başlamıştı. Ve onlara göre artık Atatürk’ü saf dışı bırakmak kaçınılmazdı…
İşte böyle bir noktada, İsmet İnönü’nün gizli desteğinde ve Sabataistlerin güdümünde kurulan Kazım Karabekir’in Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, kendilerini İslamcı, Atatürk’ü ise din düşmanı gösteren propagandalara başlamıştı. Elazığ civarındaki Şeyh Said Efendi’ye bile kendilerini böyle tanıtıp, Atatürk’e karşı kışkırtmışlardı. Ve maalesef Türkiye bu kargaşa ile uğraşırken İngiliz siyonistleri Musul ve Kerkük’ü, BM kararıyla elimizden almışlardı.
Terakkiperver Fırka’nın bu hıyanetlerini Atatürk şöyle anlatır:
“Tarihi (Tertipli, umumi ve irticai) olan şark isyanının sebeplerini araştırdığı zaman, onun en açık ve en önemli sebepleri arasında, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın dini mevaidini (toplumu tuzağa çeken istismar sofrasını) ve doğu anadoluya gönderdikleri sorumlu ve yetkili parti sekreterinin kasıtlı tahrik ve organizesini bulacaktır.
Masum halka, beş vakit namazdan başka, geceleri de fazladan (teheccüt) kılmayı vaiz ve nasihat edip (takva rolüyle din istismarı ve riyakarlık yapmak) belki de ömründe hiç namaz kılmamış olan bir politikacı tarafından vaki olursa, bu hareketin hedefi (ve hıyaneti) anlaşılmaz olur mu?”[11]
Atatürk bu din adına riyakarlık ve sahtekarlık yapan, “ömründe hiç namaz kılmamışlarla, yahudi dönmesi Sebataistleri kast ettiği de açıktır.
Atatürk’ü öldürmeyi planlayan Sabataist ve İttihatçı yahudilerin tertiplediği İzmir suikastı ve sonuçları:
Meşhur İzmir’li yahudi dönmesi Sabataist Evliyazade Refik Efendinin damadı Doktor Nazım, eski Maliye Bakanı Selanikli Cavid, İttihat Terakkinin Maarif nazırı Selanikli Ahmet Şükrü, eski İstanbul Valisi ve Belediye Beşkanı Selanikli İsmail Canbulad, Mustafa Kemal’in eski sırdaşı ve Samsun’a giderken yol arkadaşı Albay (Ayıcı) Mehmet Arif gibi tamamı yahudi ve eski İttihat Terakki’ci, yeni Terakkiperverci bir hıyanet şebekesi, Atatürk’ün yapacağı İzmir seyahatini fırsat bilerek, bir suikast planlamıştı.
Atatürk’e karşı şahsi hırs ve hınçları bulunan eski lazistan Mebusu Ziya Hurşit, Rafet Paşa’nın Ege bölgesindeki çete reislerinden sarı Efe Edip gibi tetikçileri kullanacaklardı.
Ankara’daki bazı komutanların, İsmet Paşa’nın, Rauf Orbay’ın ve başta Kazım Karabekir Paşa’nın ve bütün eski İttihatçıların bu suikasttan haberleri vardı. Hatta bunu Ankara’da gerçekleştirme girişiminden Rauf Orbay caydırmıştı. Halide Edip ve kocası Adnan Adıvar gibi Sabataistler, bu suikasttın başarısız olma ihtimalini de hesaba katarak, Londra’ya kaçmışlardı.[12]
Hatta Kazım Karabekir’in, Atatürk’ün öldürülmesinden sonra Cumhurbaşkanı yapılması konusunu bile İsmet Paşa ile konuştuğu ortaya çıkacaktı.
Atatürk’e saldırının 15 Haziran günü İzmir Kemeraltı’nda yapılması kararlaştırılmıştı… Bütün bunları önceden haber alan Mustafa Kemal, hiç telaş ve tedirginlik göstermeden planladığı gibi yola çıkıp 14 Haziran’da Bursa’da bir gece konakladı. Böylece İzmir’e varışı 15 Haziran yerine 16 Haziran’a sarktı. Suikast planlarının anlaşıldığı korkusuna kapılan Sarı Efe, İzmir’den kaçtı. Motorcu Girit’li Şevki ise, canını kurtarmak için, gidip suikastçıların hepsini ihbar edip açıkladı…
Bunun üzerine eski İttihat Terakki’ci yeni Terakkiperver’ci 49 kişi yakalanıp gözaltına alındı.
Bu arada, Kazım Karabekir, Ali Fuat, Rafet Bele, Cafer Tayyar ve Mersin’li Cemal Paşalar da tutuklanmıştı. Ancak İsmet İnönü’nün özel talimatıyla Kazım Karabekir bırakılmış, fakat İstiklal Mahkemesi Reisi Kel Ali, Kazım Karabekir’i tekrar yakalatmıştı. Hatta İsmet İnönü’yü de tutuklatma emrini vermiş, Atatürk’ün araya girmesi ile vazgeçmişti. Çünkü Atatürk böyle kritik bir ortamda bütün paşaları karşısına alma riskini göze almamış, daha sonra sular durulunca İsmet İnönü’yü görevden atmış ve yanından uzaklaştırmıştı.
Sabataist Evliyazadelerin damadı ve Atatürk’ün Dışişleri Bakanı yahudi Tevfik Rüştü Aras’ın bacanağı olan Adnan Menderes de aynı yahudi ailesinin damadıydı ve Başbakan olunca, Tevfik Rüştü Aras’ı İş bankası’nın başına atayacaktı.
Selanikli Dr. Nazım Atatürk’e “Gazoz paşa”, “Küçük Napolyon”, “Sarı Paşa” gibi alaycı lakaplar takar ve hafife alırdı.
Eski Maliye Nazırı Selanikli Cavid ise Atatürk’ün şapka ve kıyafet devrimine “İslam’a aykırı!” diye karşı çıkmış ve Atatürk ise “Hayret bunlar Beyimin dinine mi dokunmuş!… Dinime küfreden bari müslüman olsa!..”[13] Demeye mecbur kalmıştı.
Yapılan mahkemeler ve elde edilen sağlam deliller sonucu bunlar idama mahkum edilip, ipte sallanmıştı…
Aynı Cavid Bey için, Sultan Abdülhamid Han da idam kararı çıkartmıştı. Kaderin cilvesine bakın ki, Abdülhamid’in idam kararını uygulamak Mustafa Kemal’e kalmıştı.
Yoksa Atatürk, Osmanlı’yı yıkanlardan intikam mı almaktaydı?
Ve hele Uğur Mumcu’nun “Gazi Paşa’ya suikast”, Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” kitaplarında “suçsuz olduğunu savundukları Sabataist Doktor Nazım’ı, bacanağı Tevfik Rüştü Aras ta kurtaramamıştı… Daha doğrusu Atatürk’ün Sebataistleri astırma cesaretini göstereceğine inanmamıştı.
“Ancak bacanağının idamını öğrenince, hışımla Atatürk’ün odasına dalmış, dönmelerin gücüne güvenen bir şımarıklıkla hesap sormaya başlamış… Sonunda Atatürk’ün, “Biz onları asmasaydık, onlar seni ve beni asacaklardı sözleriyle yatışmış (ve kuyruğu sıkışmış) olarak, huzurdan çıkmıştı.”[14]
Yeri gelmişken sorayım:
Adı müslüman ve muhterem bilinen, hatta pek çoğu koyu islamcı ve şeriatçı geçinen bir kısım sabataist hainleri Atatürk’ün yakın çevresine ve önemli mevkilere yerleştiren ve bunların bazı melanet ve hıyanetlerini de Mustafa Kemal’e mal etmekten çekinmeyen şeytani güçler, acaba; Erbakan’ın etrafını boş bırakırlar mıydı?
Ve bu arada, toplumu ve teşkilatını avutmak için İsrail’e karşı kuru sıkı çıkışlar yapan, ama hemen ardından yarım manga milletvekilini İsrail’e gönderip, yalvarıp yakaran… Türkiye’yi AB’ye sokmak ve Sevr’in uygulanmasına taşeronluk yapmak karşılığı, başbakanlığa taşınmaya razı olan AKP ve Tayyip Erdoğan’ın akıbeti,umarız DP ve Adnan Menderes gibi olmasın!..
Çünkü 1958’de de, bugünküne benzer olaylar yaşanmıştı.
Bağdat paktı Devlet Başkanları toplantısı İstanbul’da yapılacaktı. Ancak aynı gün, 14 Temmuz 1958’de Irak’ta ihtilal yapılmış, kral Faysal yönetimi yıkılmıştı.
Ardından 19 Temmuz’da DP Dışişleri Bakanı Sabataist Fatih Rüştü Zorlu, İsrail Ankara büyükelçisi Eliahu Sasun’la çok özel bir görüşmeye katılmıştı…
Bir hafta sonra, 28 Ağustos’ta ise Tel-aviv’den kalkan bir uçak güya motorundaki arıza yüzünden Ankara’ya zorunlu iniş yapmıştı!?..
Bu uçak, İsrail Başbakanı David Ben Gurion, Dışişleri Bakanı Golda Meir, Genel Kurmay Başkanı Zui Zur’u taşımaktaydı… Uçağın pilot koltuğunda ise, daha sonra İsrail Cumhurbaşkanı olacak Ezer Veizman oturmaktaydı…
İsrail kabinesi Türkiye Başbakanlık Konutunda toplanmaktaydı…
Bu toplantı, Türkiye devletinden bile gizli yapılmıştı. Toplantıya 3 Sabataist; Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu ve Dışişleri genel sekreteri Melih Esenbel katılmıştı.
Garsonlar bile özel diplomatlardan ayarlanmıştı… Türkiye ve İsrail arasında, ABD şemsiyesi altında gizli bir stratejik ortaklık anlaşması imzalanmıştı!?.[15]
Ama Allah’tan çok güvendikleri Amerika ve İsrail, 27 Mayıs 1960’ta kendilerine sahip çıkamayacaktı…
Şimdi “Artık Ankara’ya mahkûm bir hükümet yok!” diyerek Telavive ve Brüksel’e mesaj gönderen Recep Tayyip Erdoğan ve İtalyan La Repubblica Gazetesine “Avrupa Müzakere tarihi vermese bile, artık ordu ihtilal falan yapmaz, zaman değişti AKP çok ciddi adımlar ve atılımlar yapıyor.”[16] diyen Yahudiden madalyalı Çevik Bir’lerin hevesleri de kursaklarında kalacaktır.
Atatürk’ün Mason Localarını kapatması:
Atatürk ayakları yere basınca ve sabataist çeteyi biraz hizaya sokunca, Yahudi güdümlü hıyanet örgütleri olan Mason Localarını kapatmıştır. Ancak bu çok haklı ve hayırlı girişimi O’nun sonunu da hazırlamıştır.
14 Ekim 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi şu manşetle çıkmıştır.
“Gazi’nin talimatıyla ve İçişleri Bakanlığından çıkan bir emir üzerine, Türkiye’deki bütün mason locaları kapatılmış, mal varlıkları ise, hazineye aktarılmıştır!..”
Bunun üzerine Masonlar ve sabataist odaklar paniğe kapılmıştır. Mason Mim Kemal Öke’yi (Şimdiki’nin dedesi) önlerine katıp Ata’nın huzuruna çıkan ve:
“Bizim meşrıkı azamımız olursanız emrinizde pervane olup döneriz” teklifinde bulunan dönmelere, Atatürk;
“Bu aziz millet bana kahramanlık payesi vermişken, siz kalkıp kökü dışarıdaki karanlık merkezlerin hizmetine girmemi mi istiyorsunız? Sizi gidi Yahudi uşakları, defolunuz!..” diye çıkışmıştır.
Amma… Sultan Fatih’i zehirleyen, Kennedy’i öldürten şeytan şebekesinin hıyanetinden kurtulamamıştır.
“Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!” sözlerinin, hangi kuşatılmışlık ve çaresiz bırakılmışlık altında söylenebileceğini şimdi yeniden düşünüp değerlendirmek zamanıdır.
Atatürk’ün 11 yıl aralıksız şoförlüğünü yapan ve ölünceye kadar yanından ayrılmayan ve şu anda hala hayatta bulunan 100 yaşındaki Seyfettin Yargıç’ın itiraflarına göre:
“İzmir suikastı, Serbest Fırka olayı gibi nedenlere Atatürk’ün hiç hoşlanmadığı, bu yüzden başbakanlıktan ve ordudan atıp yanına bir daha yaklaştırmadığı” İsmet İnönü’ye, Ata’nın ağırlaştığı dönemde tam dört defa haber gönderdiğini, İsmet İnönü’nün ise “Oraya geleyim de beni tutup öldürtsün, öyle mi?” diyerek korkusundan ziyaretine gelmeğe cesaret edemediğini söylediği İnönü’nün, hangi mahfilerce cumhurbaşkanı yapıldığı ve Atatürk’ün nasıl unutturulmaya çalışıldığı üzerinde de dikkatle durulmalıdır.[17]
Radikal’den Murat Yetkin gibileri zoraki yorumlarla hedef saptırmaya çalışsalar da,
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Kara Harp Okulu’nun 170’inci öğrenim yılını açarken yaptığı konuşma, geleceğe yönelik önemli açılımların işaretini taşımaktadır.
Öncelikle, orgeneral Büyükanıt’ın bir süredir her konuşmasında biraz daha açarak geliştirmekte olduğu bir fikrin, ilk gerçek ipuçlarını Kara Harp Okulu’nda, Harbiye’de yapmış olması anlamlıdır. Böylelikle, mesaj geleceğin komuta kademesine verilmiş olmaktadır.
- Olayları siz istemeden beyninize yerleşmiş veya yerleştirilmiş kalıp düşüncelerle çözemezsiniz. Yaratıcı düşüncelere sahip olmanız gerekir. Kurumsal ve yönetsel uygulamalar yaratıcı düşünceyi ve üretimi sınırlar. Bu çemberin kırılması gerekir. Meslek yaşantınız boyunca her şeyi sorgulayın. Sorgulama, değişim ve gelişimin ilk basamağıdır.
- Atatürk, bize, sizlere hiçbir dogmatik, kalıplaşmış miras bırakmamıştır. Onun manevi mirası bilim ve akıldır. Bilim ve aklın rehberliğinde kendini sürekli yenileyen Atatürk ilkeleri sonsuza dek kendilerini yenilemek, geliştirmek gücüne sahip bir düşünce sistemi olarak ortaya çıkar.
- Atatürk bize dar bir ideolojik kalıp bırakmamıştır. Her türlü dogmadan uzak, bilimi ve aklı hedef gösteren bir düşünce sistemi, hümanist ve çağdaş, gelişmeye ve değişime uygun bir dünya görüşünü miras olarak bırakmıştır.
Büyükanıt’ın aynı konuşmada, Atatürkçü dünya görüşünün Türkiye’nin önünü tıkadığını öne sürenleri ya; Ziya Paşa’nın dizesine atfen ‘gözleri aydınlıktan rahatsız olan yarasalar’, ya da Türkiye’ye ithal malı sistemler dayatmak isteyenler olarak nitelemesi, de mason dönmelerin ve münafık döneklerin kafasına balyoz gibi oturmaktadır.[18]
Bu konuyu Atatürk’ün şu sözleriyle bağlayalım:
“Binaenaleyh (Bundan dolayı) biz her vasıtadan (her türlü imkân ve fırsattan) yalnız ve ancak, bir noktai nazardan (tek bir bakış açısından) istifade eder, (yararlanmaya çalışırız)
O noktai nazar ise şudur; Türk milletini, Medeni cihanda layık olduğu mevkie is’ad etmek (Türk Milletini çağdaş dünyada layık olduğu yere yükseltmek)..
Türk Cumhuriyet’ini, sarsılamaz temelleri üzerinde, her gün, daha ziyade takviye edip (güçlendirmek)
Ve bunun iççinde istibdat fikrini (Baskı rejimini) öldürmek(tir).”[19]
Atatürk dönmelerce nasıl kuşatıldığını, o Siyonist kıskacına rağmen milli hedeflerini nasıl başardığını anlamak için; 01 08 Kanunisani 1924 tarihli Vakit Gazetesinde yer alan Karakaş Rüştü Bey’in, Ankara’ya gidip Meclise müracaatını konu alan yazı ve röportajlara bakmakta fayda vardır.
Rüştü Bey Selanik dönmesi olup, Karakaşilerdendir. İstanbul’da mağaza işletmektedir. Yahudi dönmelerinin, Türklere besledikleri husumetlere, ülke için giriştikleri hıyanetlere, Müslüman görünüp gizlice yaptıkları Yahudi ibadet ve adetlerine ve fırsat buldukça Müslümanlara reva gördükleri haksızlık ve hakaretlere dayanamayıp isyan ederek Ankara’ya gitmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine ” Bütün Dönmelerin tek tek tespit edilip, Anadolunun her tarafına dağıtılmasını ve böylece zamanla Müslüman Türklerle mecburen kaynaşıp kaybolmaları sonucu bu fitne odasının kurutulmasını ” teklif eden bir dilekçe vermiştir.
Ancak bu girişim mecliste büyük bir telaş ve tedirginlik meydana getirmiştir. Çünkü meclisteki mebusların önemli bir kısmı Selaniklidir !? İşte o sırada ve daha sonra meclise giren dönmelerin bazıları:
- 1. Tahsin SAN (1865 – 1951 )
- 2. Hasan Tahsin BERK ( 1881 – … )
- 3. Tahsin UZER ( 1879 – … )
- 4. Salih BOZOK ( 1881 – 1941 )
- 5. Süleyman SIRRI ( 1874 – 1941 )
- 6. Şükrü GÖKBERK ( 1876 – 1936 )
- 7. Nuri COKER ( 1881 – 1937 )
- 8. Dr. Hilmi OYTAÇ ( 1881 – 1942 )
- 9. Mehmet Ali OKAR ( 1880 – 1935 )
- 10. Asaf İLBAY ( 1882 – … )
- 11. Nazım PORAY ( 1884 – … )
- 12. Aka GÜNDÜZ ( 1884 – 1958 )
- 13. Mehmet SOMER ( 1882 – … )
- 14. İbrahim Nemci DİLMEN ( 1887 – 1945 )
- 15. Mustafa ÖNSAY ( 1882 – 1938 )
- 16. Gen. Zeki SOYDEMİR ( 1883 – … )
- 17. Ali Şevket ÖNDERSEN ( 1884 – 1940 )
- 18. Ali Rıza TÜREL ( 1889 – 1960 )
- 19. Şükrü BLEDA ( 1874 – … )
- 20. Hatice ÖZGENER (1865 – … )
- 21. Mebrure AKSOLEY ( 1902 – …)
- 22. Ahmet GÜREL ( 1893 – …)
- 23. Cafer TÜZEL ( …. – 1961 )
- 24. Behçet GÖKÇEN ( 1900 – … )
- 25. A. Münip BERKAN ( 1884 – 1949 )
- 26. Dr. Mithat SAKAROĞLU ( 1912 – …)
- 27. Selahattin BAŞKAN ( 1895 – …)
- 28. Nihat İĞRİBOZ ( 1893 – … )
- 29. Emin KALAFAT (1902 – …)
- 30. Behzat BİLGİN ( ……….)
- 31. Dr. Hüsnü TÜRKANT ( 1900 – .. )
- 32. Firuz KESKİN ( 1892 – … )
- 33. Sebati ATAMAN ( 1900 – … )
- 34. Nazım BEZMAN (1884 – …)
- 35. Nuri YAMAT ( 1890 – 1967 )
- 36. Arif GÜNGÖREN ( 1894 – … )
- 37. Ahmet KINIK ( 1905 – 1957 )
- 38. Recep DENGİN ( 1914 – …)
- 39. Sabih DURALI ( … – 1957 )
- 40. Recep DENGİN ( 1914 – …)
- 41. A. Nihat BEKDİK ( 1901 – … )
- 42. Ayşe GÜNEL ( 1903 – … )
- 43. Yusuf SALMAN ( 1888 – …)
- 44. E.Dündar BAŞAR ( ? )
- 45. Arif ERTUNGA ( ?)
- 46. Tümgen Sırrı ÖKTEM (?)
- 47. BinBaşı Rauf KIRAY ( ?)
- 48. Albay Osman KÖKSAL ( ?)
- 49. M.Orhan MERSİNLİ ( ?)
- 50. Prof. Ahmet Vahit TURHAN (?)
- 51. Cahit ORTAÇ ( … – 1961 )
- 52. Gen. Cahit TOKGÖZ ( ?)
- 53. Gen. Ali Fuat CEBESOY (?)
- 54. Naki Cevat AKELMAN (1892 – …)
- 55. Prof. Samuel MARMARALİ ( 1880 – )
- 56. Danyal AKBEL ( ? )
- 57. Prof. Avram GALENTE ( 1873 – 1961 )
- 58. Halide Edip ADIVAR ( 1882 – 1964 )
- 59. Henry SORIAND ( 1882 – … )
- 60. Necmi ARMAN ( ? )
- 61. Yarbay. Selim SOLEY ( ? )
- 62. İshak ALTABEV (1900 – …)
- 63. Tüm.Gen. Ö.Zekai DORMAN ( ?)
- 64. Salamon ADATO ( ? )
- 65. Prof. Münci KAPANİ (?)
- 66. Şahap KOCATOPÇU ( ?)
- 67. İzzet BRAND ( ?)
- 68. Turhan KAPANLI (?)
- 69. Dr.Adnan ADIVAR (1882 – 1955)
(Bak: Tarihin esrarengiz sayfası-Dönmeler, Ahmet ALMAZ-Kültür yayıncılık-Eylül 2002, Syf.139-141)
Türkiye’nin farklı yörelerini temsilen Meclise girmiş Türk ve Müslüman zannedilen ve özellikle Atatürk’ün şüpheli ve şaibeli ölümünden sonra, bugünkü sistemi şekillendiren, bu dönmelerdir.
Bunların bir kısmı, Atatürk’ün kendi kontrolerinden çıkacağını fark edip bir şekilde İzmir suikastına karışmış veya arka çıkmış, hatta istiklal savaşı gazisi(!) Halide Edip ve kocası 1. Dönem Dahiliye (İçişleri) Bakanı Dr. Adnan Adıvar, suikastının başarısız olması ihtimalini hesaba katarak yurt dışına kaçmış, ancak 1940 yılında İsmet İnönü döneminde ve Atatürk’e hıyanet edenlerin özel ilgi ve iltifatına mazhar olduğu bir devrede tekrar geri gelmişlerdir.
Atatürk bize öğretildiği gibi, alkole bağlı sirozdan ölmediği artık kesinlik kazanmıştır.
Atatürk’ün 1935 yılında Mason localarını kapatması üzerine, M. Kemal’in dönüş yaptığına kanaat getiren dünya Siyonistleri, Onu aniden değil, ama kısa bir süreçte ölüme götürecek şekilde “salygran (civalı diüretik)”le zehirleyerek intikam almışlardır.[20]
Bu arada Atatürk’ün doktorlarından İzmir’li Yahudi Samuel Abrevaya’dan yararlanmışlardır.
Zaten Atatürk’ün devamlı Doktor’u Prof. Neşet Ömer İrdelp, Girit dönmesi, Prof. Nihat Reşat Belger, Jön Türk sebataisti, Mim Kemal öke ise, meşhur mason biraderdir. Dr.Asım İsmail Arar’ın, Atatürk’teki kaşıntı ve kabartıların bir karaciğer bozukluğunu gösterdiğini çok önceden hatırlatmasına rağmen, bu uyarı nedense dikkate alınmamış, hatta “karınca ısırığıdır.” Gibi oyalayıcı bir tavır takınılmıştır.
Atatürk yurt dışından doktor getirilmesine de taraf olmamış, hatta Celal Bayar’ın kendi rızası hilafına Fissinger’i getirmesine alınmıştır. ( bak. Sh. 85)
Prof neşet Ömer İRDALP’in de tavsiyesiyle Atatürk’e şırınga edilen ” Salygran “; kalb, böbrek ve karaciğeri birden değil ama belli bir süre içinde tahrip edip ölüme sürükleyen özellikler içeren bir ilaçtır.
Ve hele bu zehir damara şırınga edilirse çok daha etkili ve tehlikeli olmaktadır.
Ve bu nedenle tedaviden kaldırılmış ve yasaklanmıştır.
Tıbbi tetkik ve tahlillere ve ilmi verilere göre, bu ilacı alanlardaki ilk belirtiler:
Aşırı bulantı, kusma ve karın ağrısı, kas titremesi ve kasılması, aşırı sinirlikik ve koordinasyon kaybı, unutkanlık ve kişilik bozukluklarıdır.
Şimdi Ata’nın yakınlarının Falih Rıfkı Atay’ın anlattıklarına bakalım:
“1937 senesinden sonra, sinir dengesinin gitgide bozulduğu görülüyordu. Yarım saat öncesi bile hafızasından silinip gidiyordu. “[21] Sık sık kusma, karın ağrısı ve kas kasılması ile kıvranıyordu.
Evet, Prof Dr. Bedi SEHSUVAROĞLU’nun 1976’da sağlık bakanlığına ” Atatürk’ün sıhhi hayatına” ait resmi raporları isteyen dilekçesine ” tüm aramalara rağmen bulunamamıştır” cevabının verilmesi de bu şüphelerimize haklılık kazandırmaktadır.
Ve hiçbir gerçek ebediyen gizli kalmayacaktır.
Evet; Aziz Milletimiz yükselmesi ve asil cumhuriyetimizin kökleşmesi, ancak ve yalnız;
- Gizli ve kirli derin devletin…
- Masonik ve münafık merkezlerin…
- Dış Güçlerin ve İşbirlikçilerin…
- Sömürücü sermayenin ve Tekelci rantiyenin…
- Kiralık Medyanın ve Mafya çetelerinin…
- Sabataist ve dönmeler şebekesinin…
- ABD, AB ve İsrail hizmetçilerinin…
Baskı ve barbarlık düzeninden… Hıyanet ve rezalet rejiminden kurtulması ile mümkün görülmektedir.
[1] Kur’an: 12 sure, Ayet; 101
[2] Milli Gazete / 26 Ağustos 2004 / Büyük Taarruzun 82. yıldönümü.
[3] Bak: Nutuk. 2. cilt Sh: 852-854 / Milli Eğitim Basımevi. 1971. İstanbul. 11. Baskı
[4] Nutuk. 2. Cilt. Sh:855
[5] Nutuk. 2. Cilt. Sh:893
[6] Nutuk. 2. Cilt. Sh:892
[7] Nutuk. 2. Cilt. Sh:890
[8] Nutuk. 2. Cilt. Sh:893
[9] 28 Eylül 2004/ Tercüman (Halka ve Olaylara)
[10] Tekeliyat / Yalçın Küçük / Sh:357
[11] Nutuk. 2. Cilt. Sh:891
[12] Efendi / S.Yalçın. Sh:325
[13] Bak: Falih Rıfkı Atay / Çankaya.
[14] Bak: Orhan Tahsin / Yeni Asır / 1978
[15] Efendi / S. Yalçın / Sh. 492
[16] Tercüman (Halka ve Olaylara) 28 Eylül 2004
[17] Bak: Halka ve olaylara Tercüman / 29 Eylül 2004 / Özel Haber, 77 yıllık Sır.
[18] Radikal / 28 Eylül 2004
[19] Nutuk C.2. Sh:897
[20] Bak: Cevat Rıfat Atilhan / Menemen’in İç yüzü – Ayrıca / Agoni / Ogün Deli / Sh:164-168
[21] Age Bak Syf. 70

Kul hakkina girmekten sakinalim. Yukaridaki listede donme diye gecen kisilerin bir tanesi buyuk dedem olur.
Donmeler diye isimleri gecen kisilerden bir tanesi benim buyuk dedem olur ve Selanikli diye bu damganin vurulmasi alcakcadir ve Muslumanliga yakismiyan davranistir. Eger adin gibi bilmiyorsan kul hakkina girmekten korkmak sakinmak lazim ve en kotu ihtilmade donme olabilir denebilir belki. Yani baba tarafindan 400 sene onceye dayanmayan aile agacimiz olmasa yazilanlar beni supheye dusurucekti ama hamd olsun nerden geldigimizi biliyoruz. Bu dedigim Turkiyede cogu insan icin gecerli degil ve zaten onemlide degil. Hepimiz Allah’in kuluyuz, ayni imtihana tabiriz. Buyuk dedem Ataturk’un yakin silah arkadaslarindan biri olmakla beraber samimi bir dost’u olarak bilinirdi. Bunu olumlu ve olumsuz bir kanit diye soylemiyorum, soylememin nedeni Ataturk’un uyardigi donmelerden olmadigidir.
Kul hakkina girmekten sakinalim. Yukaridaki listede donme diye gecen kisilerin bir tanesi buyuk dedem olur.
Donmeler diye isimleri gecen kisilerden bir tanesi benim buyuk dedem olur ve Selanikli diye bu damganin vurulmasi alcakcadir ve Muslumanliga yakismiyan davranistir. Eger adin gibi bilmiyorsan kul hakkina girmekten korkmak sakinmak lazim ve en kotu ihtilmade donme olabilir denebilir belki. Yani baba tarafindan 400 sene onceye dayanmayan aile agacimiz olmasa yazilanlar beni supheye dusurucekti ama hamd olsun nerden geldigimizi biliyoruz. Bu dedigim Turkiyede cogu insan icin gecerli degil ve zaten onemlide degil. Hepimiz Allah’in kuluyuz, ayni imtihana tabiriz. Buyuk dedem Ataturk’un yakin silah arkadaslarindan biri olmakla beraber samimi bir dost’u olarak bilinirdi. Bunu olumlu ve olumsuz bir kanit diye soylemiyorum, soylememin nedeni Ataturk’un uyardigi donmelerden olmadigidir.