İTTİHAT VE TERAKKİ KAFASI;
AKP-CHP VE MHP’NİN ORTAK MAYASI
VE
AŞI MUAMMASI?!
İçeride; cihat ve içtihat ruhu körelince duraklama ve gerilemeye başlayan, Milli savunma ve yerli kalkınmada bilimsel gelişmelere ve teknolojik hamlelere ayak uyduramayan… Dışarıdan ise Siyonist sömürü sermayesinin şekillendirip körüklediği Haçlı Batı’nın intikam hırsı ve sürekli saldırıları karşısında bunalan ve bocalayan koca Osmanlı Devleti, aynı Siyonist merkezlerin ve masonik mahfillerin iktidara taşıdıkları İttihat ve Terakki Partisi’nin kısır aklı ve gafleti hatta kasıtlı hıyanetleri sonucu yıkılmıştır.
1. Dünya Savaşı sonunda işgale uğrayan ve parçalanan Anadolu’da, Mustafa Kemal önderliğindeki Şanlı ve Destansı Kurtuluş Savaşı sonucu yeniden bağımsızlığını kazanan ve Türkiye Cumhuriyeti olarak çağdaş kurum ve kavramlarla yol almaya çalışan bu Yeni Devlet, İttihat ve Terakki artıklarının özellikle hain ve tehlikeli takımının da tasfiyesiyle uğraşmıştı. Ancak Atatürk’ün şüpheli ve şaibeli vefatının ardından çok gizli ve sinsi bir darbeyle ve hiç beklenmedik şekilde Cumhurbaşkanı yapılan İsmet İnönü eliyle, çoğu korkusundan yurt dışına kaçan bu İttihatçı-Mason takımı tekrar ülkeye toplanıp iktidara taşınmışlardı.
Siyonist Yahudi zihniyetinin ve masonik merkezlerin şekillendirip desteklediği İttihat ve Terakki Cemiyeti (Partisi)nin üç temel ve müptezel özelliği vardı:
1- Bunlar, ruhlarına sinmiş bir aşağılık kompleksiyle, hepsi BATICIYDI… Avrupa hayranlığı, gâvur âşıklığına dönüşmüş bulunmaktaydı.
2- Türk Milliyetçiliği kılıflı, hatta yeni Osmanlıcılık özentili bir IRKÇILIK akımına kapılmışlardı.
3- Özünden uzaklaşmış, taklitçi ve şekilci bir İSLAMCILIK istismarı yapılmaktaydı.
Bugün Türkiye’de, Masonik İttihatçılığın bu üç ana akımından, Batıcılığı CHP, Türk Milliyetçiliği kılıflı ırkçılığı MHP, istismarcı İslamcılığı ise AKP devralmış durumdadır. AB dayatmalarına, ABD boyunduruğuna, faiz, fuhuş, kumar ve israf politikalarına, aile ve ahlâk tahribatına, bu üç partinin de ortaklaşa sahip çıkmaları; hepsinin aynı temele dayandıklarındandır. Milli Görüş hariç; İYİ Parti, Davutoğlu ve Babacan’ın girişimleri de aynı kirli ve zehirli zihniyetin farklı versiyonlarıdır. Evet; hepsi AB’ci, hepsi ABD’ci, hepsi İsrailci, hepsi eşcinsellik ve lezbiyenlik gibi cinsi sapıklığı, ailevi-ahlâki tahribatı azdıracak İSTANBUL SÖZLEŞMECİ, kısaca hepsi İttihat ve Terakki zihniyetinin değişik taklitçileri ve takipçileri konumundadır.
Bu partiler; siyasi, ekonomik ve sosyal sıkıntı ve sarsıntılarımıza ve PKK sorunumuza ciddi ve gerçekçi çözümler üretmekten de uzaktırlar. Örneğin bunlar; HDP kapısında çaresizlikten oturma eylemine katılan yürekleri yaralı analardan medet ummaktadırlar. Çünkü HDP’nin kapısında; hükümetin, partilerin gidip: “Evladımızı geri verin!” diye hak araması, PKK’ya sığınmak anlamı taşırdı. Çünkü HDP’ye verilen oylar, “Biz Türkiye’den ayrılmak istiyoruz. Suriye PKK’sı (YPG) gibi ABD himayesine sığınmak istiyoruz” noktasına evrilmeye başlaması, birlikte yaşama iradesinin zayıflaması ve aşınması anlamını taşırdı.
AKP hem parti kapatmayı zorlaştıran kanunları çıkarıyor, hem HDP’nin kapatılması için tüm hukuki gerekçeler mevcut olduğu halde bu süreci işletmiyor, hem de HDP ile irtibat kuranları vatan hainliği ile suçluyordu. Şimdi düşünelim: kalkıp amden-kasten haksız yere birçok cana kıymış insan için, “Canım, bunu hapse koymak çare değil. Bir yolunu bulup yine çıkar… Veya bunu cezalandırmakla cinayetleri önleyemeyiz. Öyle ise, adam öldürenler için mahkeme açmayalım” mantığı ile “HDP’yi kapatmayalım, çünkü yenileri açılacak…” yaklaşımı aynı tutarsızlıktır.
Hatırlayınız; Yavuz ve Midilli adlarını alan, mürettebatının fesleri ve Osmanlı bayrağı dışında tamamen Alman olan iki savaş gemisi, izinsiz ve habersiz Karadeniz’e açılıp Kırım Sivastopol kentini topa tutunca, Rusya Osmanlı’ya resmen savaş açmıştı. Ve bu iki ajan Alman gemisi İstanbul’a dönüp “bakım yapıyoruz” bahanesiyle bir daha denize açılmamış ve Karadeniz’deki pek çok gemimiz Ruslar tarafından batırılmıştı. Rusya bir yandan da Tiflis Demiryolu ile Doğu Anadolu’ya asker sevkiyatını başlatmıştı. İstanbul’dan Erzurum’a askeri teçhizat yardımı ise birkaç ayı bulacaktı. Buna rağmen Başkumandan vekili Enver Paşa, çok şiddetli kış şartlarına rağmen silahsız, çarıksız ve Yemen’den geldikleri yazlık ve yırtık elbiseler içinde, aç ve ilaçsız bir durumda bulunurken ve 3. Ordu Kumandanı Hasan İzzet Paşa’nın; “Bu şartlarda savaş ve taarruz intihardır!” uyarmasına rağmen tam bir hayalperestlik hatta koyu cehalet ve gafleti aşan bir hıyanetle 3. Orduya saldırı emri verip Sarıkamış’ta 100 bine yakın Mehmetçiğin kırılmasına ve donup şehit olmasına sebep olmuşlardı.
Almanların, yeni cepheler açıp İtilaf Devletlerini (İngiltere-Fransa ve Rusya’yı) Türklerle uğraştırmak ve kendi cephelerini rahatlatmak üzere İttihat ve Terakki Hükümetine verdiği 5 milyon altın ise, çoğu İttihatçılarca çalınıp çarçur ediliyor veya Alman komutanlar eliyle yine Almanlara harcanıyordu.
Mason ve dönme İttihatçı Enver, Talat ve Cemal Paşaların, cesaret kılıflı bu cehalet ve hıyanetleriyle, hiç ama hiç gereği yokken Almanların safında 1. Dünya Savaşı’na sokulan ve tam beş, ayrı ve uzak cephede savaşmak zorunda bırakılan Osmanlı Orduları, her türlü yokluğa ve başıboşluğa ve pek çok başarılı savunma örneklerine hatta zaferlerine rağmen, maalesef Almanlarla birlikte yenilmiş sayılarak, parçalanmaktan ve işgale uğramaktan kurtulamamıştı.
TRT 1’de oynatılan, Sultan Abdülhamit Han’ın Milli duyarlı, tutarlı ve kararlı icraatlarını ve siyasi dehasını, doğru ve doyurucu sahnelerle anlatması takdire şayan bulunan “Payitaht Abdülhamit” dizisinde, bu mason ve Yahudi dönmezi ve sıradan bir posta müvezzii (dağıtıcısı) Talat’ın, hâlâ sağlam ve sadık bir devlet taraftarı ve hürriyet kahramanı gibi gösterilme çabaları ise, umarız sadece bilgisizlik icabıydı ve halkımızı aldatma ve tarihi gerçekleri çarpıtma niyeti taşımamaktaydı!
Paşa sıfatını asla hak etmeyen, dış güçlerin ve masonik mahfillerin maşası olan Enver, Talat ve Cemal, kendilerinin sebep oldukları hezimet sonucu; maalesef Almanlara ait bir denizaltıyla kaçmış, yurtlarını ve ordularını sahipsiz bırakmaktan utanmamışlardı. 1. Dünya Savaşı’ndan 4-5 ay önce güya Padişah koltuğuna oturtulan ama aslında simgesel bir makam dışında ciddi ve geçerli bir yetkisi bulunmayan Sultan Vahdettin’i gerçek suçlu ve sorumlu gibi gösteren, hatta hızlarını alamayıp hain ilan eden solcu, sosyalist, ulusalcı ve Kemalist takımının, Enver, Talat ve Cemal masonlarına ve en zor zamanda ülkesini ve devletini bırakıp yurtdışına kaçmalarına bile kahramanlık kılıfı geçirmeleri tam bir çifte standartçılık ve sahtekârlıktır. Güya Atatürk’ü gölgede bırakmak ve dolaylı biçimde karalamak kastıyla her vesile ile Enver’i övüp göklere çıkaran, onun gaflet ve hıyanetlerine mazeret ve keramet uyduran bazı İslamcı takımı da aynı mantık marazına müptelaydı. Aslında bunlar doğrudan Erbakan’dan intikam almaktaydı. Çünkü Rahmetli Hocamızın, hem de defalarca; “Osmanlı’yı bu üç dönme batırdı!” dediklerini duymayan kalmamıştı.
Şimdi HDP’ye, onun parti-varlık sigortası ve oy toplama aracı olan PKK olduğunu bile bile; “Terörle arana mesafe koyduğunu söyle ve PKK’yı lanetle ki seni meşru kabul edelim” demek, aslında “kendi kendinizi inkâr edin ve bindiğiniz dalı kesin” demekle aynı şeydir ve çok boş ve kof bir teklif ve temennidir!..
AKP’nin o zaman da şiddetle tenkit ettiğimiz çözüm sürecinde;
1- Sözde barış hatırına canı, ailesi ve akrabası pahasına 20 yıl devlete hizmet etmiş ve sadakat göstermiş korucular PKK’nın eline terk edilmiş ve “Haydi güvendiğiniz (devlet) T.C. gelip sizi kurtarsın!” denilmiş ve aşağılanmışlardı.
2- PKK kendi yandaşlarına ve Kürt halkına; “Bizim silahlı mücadelemiz ve terör eylemlerimiz olmasaydı T.C. bu sürece yanaşmayacaktı!” propagandası yapılmış ve kendilerine haklılık kazandırmıştı.
Sözün özü: CHP; PKK sorununa çözüm sunamazdı, çünkü o zihniyetle mayaları ve maksatları ortaktır. MHP çözüm sunamazdı, çünkü Kürtleri dışlayıp kışkırtan ırkçılık söylemleri PKK’nın en önemli istismar aracıdır.
AKP de PKK’ya çözüm olamazdı, olamamıştır… Hatta Doğu ve Güneydoğu’da PKK’ya gidecek oyların bir kısmının AKP’ye kayması, görünürde yararlı ve yapıcı bir tavır sanılsa da gerçek daha farklıdır. Çünkü PKK Suriye’de olduğu gibi ismen ve resmen ayrı bir devletçik olup, Türkiye’den koparak ABD’nin himayesine sığınma amacındadır.
AKP ise, gizlice ve sinsice, ama fikren ve fiilen Türkiye’yi AB’nin ve ABD’nin güdümüne sokma yolundadır. Yani AB ve ABD ne kadar PKK’cı ise, AKP de o kadar Avrupacı ve Amerikancıdır… Gerisi lafı güzaftır!..
Milli Görüş’ün temsilcisi SP’nin yöneticileri ise, Adil Düzen çizgisinden ve söyleminden ve Erbakan Hocanın diğer tarihi projelerinden uzaklaşıp CHP, HDP ve İyi Parti kuyruğunda kurtuluş aramaktalardı. Maalesef Milli Görüş ve Erbakan bunların sadece istismar ve suiistimal aracıydı. Yani AKP’nin İslamcılığı ne kadar ise, bunların Milli Görüş’le alakası da o kadardı. Artık Türkiye’nin Milli Görüş açılımlarına ve Milli Çözüm atılımlarına acilen ihtiyacı vardı.
Ve Zaten Erbakan Hocamız Şöyle Buyurmuşlardı:
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki: TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması, Ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”[1]
Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN
Korona aşısı konusunda iktidar ve muhalefet neden aynı şeyleri konuşup savunmaktalardı? Çünkü kulaklarına bunları fısıldayan odaklar aynıydı!..
Dünyanın en zengin ailelerinden Siyonist Yahudi Rockefeller ailesine ait Rockefeller Vakfı‘nın 10 yıl önce yayınladığı bir raporda, korona virüs salgınını birebir anlattığı ortaya çıkmıştı. Bu raporda, virüsün gelişmiş ülkeleri bile zorlayacağını, ilk Çin’in kurtulacağı, yüz maskesi takan insanların artacağı ve sokakların boş kalacağı yazılmaktaydı. Herhalde bunlar keramet olamazdı. Bu durum Korona virüsünün laboratuvarlarda yapılıp yayıldığı şüphelerini arttırmaktaydı.
Böylece Korona virüsün insan yapımı bir biyolojik saldırı olduğu iddiaları yeni bir boyut kazanmıştı. Dünya ekonomisine ve siyasetine yön verdiği iddialarıyla pek çok komplo teorisinin merkezinde olan Rockefeller ailesine ait Rockefeller Vakfı’nın 2010 yılında yayınladığı bir raporda adeta günümüzdeki korona virüs salgınının birebir anlatılması bir tesadüf sayılamazdı. Gelecek bilimci Peter Schwartz‘ın, Rockefeller Vakfı’na bağlı olarak kurduğu Global Business Network (GBN) tarafından yayınlanmış “Teknoloji ve Uluslararası Kalkınmanın Geleceği için Senaryolar” başlıklı rapordaki ifadeler okuyanları hayrette bırakmıştı. 2010 Mayıs’ında servis edilen raporda 2030 yılına kadar gerçekleşecek kehanetler yer almakta ve bu kehanetlerden birinde de günümüzdeki korona virüsü akıllara getiren bir salgın anlatılmaktaydı.
“Gelişmiş ülkelerin alt üst olacakları”, “Yüz maskeleri ve ısı kontrollerinin artacağı”, “İlk Çin’in bu salgından kurtulacağı”, “Şirketlerin bomboş kalacağı”, “Gıda kıtlığının yaşanacağı” vurgulanan bu tartışmalı rapor, Rockefeller Vakfı’nın yayımlarının yer aldığı resmi sitesinde 25 Mayıs 2010 tarihinde “www.rockefellerfoundation.org/…/publications/scenarios-futu…” adresinden paylaşılmıştı. Birkaç yıl boyunca erişime açık olarak kalan yayın sonra bilinmeyen bir nedenle siteden kaldırılmıştı.[2]
COVID-19 senaryosu nasıl hazırlanmıştı?
Arka planda istihbarat savaşları var mıydı? Bu sefer, Ebola, MERS ve SARS’tan çok daha ciddi bir salgın hastalıkla karşı karşıyaydık. Korona virüs büyük bir virüs ailesinin ismi olmaktaydı. Şu an karşı karşıya kaldığımız son üyesi COVID-19, öngörülmesi zor bir şekilde hızla yayılan bir virüs konumundaydı. Bu virüs neden ortaya çıkmıştı, işin içinde kimler vardı? Burada pek çok komplo teorisi ortaya çıkmıştı. Bu teorilerde genellikle ABD’nin Çin’e karşı bir ekonomik savaş için virüsü kullandığı anlatılmaktaydı. Bazı kanıtlar ise komplonun içinde Çin’in de olduğunu ortaya koymaktaydı.
Aslında bu devletler değil, onları da yönlendiren ABD ve Avrupa içine dağılmış, başını Rockefeller ve Rothschild gibi Siyonist ailelerin çektiği zengin işadamlarının oluşturduğu milliyetsiz çıkar ağı, 19. yüzyıldan beri küresel sermaye kastının hedefi, sürekli babadan oğula geçen bir oligark grubu altında tek bir dünya hükümeti oluşturmaktı. Bu düzende orta sınıf olmayacak, sadece yöneticiler ve hizmetçiler bulunacaktı. Böyle bir dünya için bir milyar nüfus yeterli sayılmaktaydı. Kurallara uyanlar yaşamakla mükâfatlandırılacak, uymayanlar ise ya aç bırakılacak ya da yasadışı ilan edilerek, en sonunda yok edilmek için hedef alınacaktı. Bu ağın önde gelen isimlerinden Bill Gates, 2010’da ağzından kaçırmıştı: “Dünyanın nüfusu bugün 6,8 milyardır ve 2030’da 9 milyar civarına ulaşacaktır. Eğer yeni aşılar üretir, sağlık hizmetlerini yeniden kurgularsak bu nüfusu %10-15 azaltabiliriz.”
Şimdi COVID-19 öncesi neler olduğunu kronolojik bir sıra ile hatırlatalım:
İlk adresimiz; ABD-Maryland’daki Fort Derick biyo-silahlar laboratuvarıydı. Burası korona virüs için 2015’te patent başvurusunda bulunmuş ve 2018’de almıştı. Ancak aniden Ağustos 2019’da güvenli olmadığı için kapatılmış çünkü pek çok patojenin kaybolduğu anlaşılmıştı.
İkinci adres; Johns Hopkins Üniversitesi olmaktaydı. 18 Ekim 2019’da yani Çin’in Wuhan şehrinde korona virüs çıkmadan iki ay önce, Johns Hopkins Üniversitesi’nde “Event 201” korona virüs bilgisayar simülasyonu oynanmıştı. Bu programın sponsoru Dünya Ekonomik Forumu ile “Bill ve Melinda Gates Vakfı”ydı. Senaryo, alınacak tedbirler üzerine ama virüsün adı; CAPS yani Coronavirus Akciğer Sendromu. Senaryoya göre, Brezilya’da bir domuz çiftliğinden yola çıkan korona virüs önce havayolu ile Portekiz’e, sonra ABD ve Çin’e ulaşıyor. Yine senaryoya göre 18 hafta içinde 65 milyon insan ölecek ama belli bir hızda devam edecek, küresel nüfusun %80-90’ı öldüğünde etkili bir ilaç bulunacaktı.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 12 Mart 2020 tarihinde COVID-19’un pandemik (salgın) hastalık olduğunu açıklamıştı. Ancak salgın hastalık halinde enfeksiyon sonucu ölümlerin %12’den fazla olması lazımdı. Bu Avrupa’da %0,4 civarında, İtalya ise istisna (%6). Çin’de ise Mart 2020 başında %3 civarında iken oldukça düştü. Akla şu soru geliyor; hastalığın pandemik olması kararını kimler almıştı? DSÖ, muhtemelen emirleri yukarıdan alıyor, sanmayın Trump’tan, dünyayı nüfusu azaltarak kontrol etmek isteyen tek dünya düzeni kastından. Bu karar, yıllardır hazırlanıyordu ve Ocak 2020’de Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda (WEF) kapalı kapılar ardında şekilleniyordu.
İstihbarat Savaşları…
Üçüncü adresimiz Kanada-Winnipeg’deki Mikrobiyoloji Laboratuvarıydı. Bu laboratuvarda çalışan Çinli ajanların 2019’da korona virüs örneğini gizli bir şekilde kaçırdığı basına yansımıştı. Virüsün adresi yaygın hastalığın faili Wuhan’daki BSL-4 laboratuvarıydı. Virüs önce 4 Mayıs 2013’te ve hayvan türleri üzerinde etkisi üzerinde çalışmak için Hollanda’daki laboratuvardan Kanada’ya kaçırılmıştı.
Dördüncü adresimiz olan Wuhan Enstitüsü ise, daha önce de korona virüs, SARS, HN51 grip virüsü, Rusların geliştirdiği antharax gibi biyolojik taşıyıcılar üzerinde çalışmıştı. Çin’in böyle bir biyolojik saldırı geçmişi yok. Genetik çalışmalar Çin’de çıkan COVID-19’un korona virüsün C Grubu’na ait olduğunu ortaya koymaktaydı. C Grubu ise aile olarak sadece ABD’de bulunmaktaydı.
Ancak ABD’de meydana gelen son casusluk olayları Çin’in uzun süredir bu işlerle alakalı olduğunun kanıtı sayılmıştı. Nitekim 2020 Ocak ayında Harvard Üniversitesi Kimya ve Kimyasal Biyoloji Başkanı Charles Lieber, Savunma Bakanlığı’na Çin hükümeti ile bağları ve yabancı bilim insanı ve araştırmacılar ile ilgili yalan söylemekten tutuklanmıştı. Lieber’in Wuhan’daki araştırma laboratuvarı ile bol paralı bir sözleşme yaptığı ortaya çıkmıştı. Lieber, 2012-2017 yılları arasında Çinlilerden ayda 50 bin dolar ayrıca yaşam ve şahsi giderleri için de yıllık 150 bin dolar almıştı. Belgelere göre Wuhan’daki laboratuvarın kurulmasına katkılarından dolayı 1,5 milyon dolar ödül almıştı. İşin ilginç yanı Lieber, ABD Savunma Bakanlığı’nın altı araştırma hibe yardımını teftiş eden kişi olmaktaydı. Yaklaşık 10 milyon dolarlık bir hibeden sorumlu insandı. Yani diğer bir deyişle devam eden pek çok ABD projesinde sızıntı olduğu ortaya çıkmıştı. Bütün bunlar ABD’nin teknolojik avantajının Çin karşısında nasıl eridiğinin de bir açıklamasıydı.
Sonuç.
Dönemin ABD Başkanı Trump, en başından beri virüs ile ilgili “Çin virüsü” gibi tanımlamalarla virüsün Çin tarafından yapılıp yayıldığı ve ABD’ye tehdit sayıldığı gibi imalarda bulunmuşlardı. Oysa biyolojik savaşta kullanılabilecek 5 tip virüsün hepsi ABD kökenli olmaktaydı. Japon ve Tayvanlı epidemoloji ve farmakoloji uzmanları yeni korona virüsün de orijin olarak ABD’de üretildiğini iddia ediyorlardı.[3]
Sağlık Bakanı Koca’nın: “BioNTech ile anlaşma imzalandı; depolarda 550 bin doz hazır bekliyor.” açıklaması nasıl okunmalıydı?
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Alman biyoteknoloji firması BioNTech’in ABD’li ilaç şirketi Pfizer ile geliştirdiği yeni tip Korona virüs (Covid-19) aşısı için anlaşmanın imzalandığını açıklarken, “Yapılan anlaşmaya göre bu yıl için ayrılan, depolarda hazır beklediğini PROF. DR. UĞUR ŞAHİN hocamızın açıkladığı doz miktarı 550.000 dozdur” açıklamasını yapmıştı. Koca, Mart ayı sonuna kadar 4,5 milyon doz aşının Türkiye’ye teslim edilmesi için anlaşma sağlandığını belirtirken, “Anlaşmamıza göre tarafların mutabakatı ile 30 MİLYON doza kadar aynı şartlarda aşı temin edilebilecektir” ifadesini kullanmıştı.
BioNTech CEO’sunun, mahkeme kayıtlarına göre: Türkiye’nin Çin’den 50 milyon doz sipariş verdiği korona virüs aşısı Sinovac’ın, Çin’in ilaç düzenleme kurumuna aşı onaylarını hızlandırmak için rüşvet verdiği ortaya çıkmıştı!?
Dünya’nın haberine göre; geliştirdiği COVID-19 aşısını Türkiye, Brezilya ve Endonezya’ya kadar gelişmekte olan ülkelere tedarik etmeye çalışan Sinovac, Çin’in ilaç endüstrisi üzerinde uzun süredir tartışılan aşı ve zayıf şeffaflık konularında sıkıntılar yaşamaktaydı. Klinik testleri Moderna’s ve Pfizer-BioNTech’ler gibi son aşamada olan Sinovac, Çin’in iki COVID-19 aşısı öncü kuruluşundan biri konumundaydı. Yurt içinde Sinovac’ın aşısı, devlete ait Sinopharm’ın aşılarının bir acil durum kullanım programı kapsamında daha geniş çapta uygulandığı ikinci sırada yer almaktaydı. CanSino ve bir askeri araştırma enstitüsü tarafından geliştirilen bir başka Çin aşısı ise Çin ordusu tarafından acil kullanım için onaylanmıştı. Sinovac’ın aşısı Coronavac, birkaç gelişmekte olan pazarda uygulanacaktı. Latin Amerika ve Güneydoğu Asya’nın en kalabalık ülkeleri olan Brezilya ve Endonezya’daki yetkililer, Coronavac’ın önümüzdeki haftalarda onaylanabileceğini açıklamışlardı. Sinovac, düzenleyici dosyalarda savcılarla işbirliği yaptığını ve suçlanmadığını söyleyerek CEO’sunun dahil olduğu rüşvet davasını kabul ederken, CEO Yin Weidong ifadesinde düzenleyici yetkilinin para taleplerini reddedemeyeceklerini vurgulamıştı. Ancak bazı tıp uzmanları, Sinovac’ın ilaçları hakkındaki iddiaların daha fazla incelenmesinin ahlâki esneklik sicili göz önüne alındığında gerekli olduğunu söylüyorlar. New York Üniversitesi Langone Tıp Merkezi tıp etiği bölümü direktörü Arthur Caplan, “Şirketin rüşvet geçmişine sahip olması, aşısı hakkındaki yayınlanmamış, hakem incelemesine tabi tutulmamış veri iddialarına uzun bir şüphe gölgesi bırakıyor” demekten sakınmamıştı. The Washington Post tarafından kamuya açık kayıtların ve deneme tanıklıklarının bir incelemesi, Sinovac’ın Çin aşı endüstrisinin ön saflarına yükselişinin Pekin’den gelen öncelikli projelerin ve düzenleyici incelemelere ve satış anlaşmalarına yardımcı olan yetkililere yapılan komisyonların yardımıyla gerçekleştiğini ortaya koymaktaydı.
“Bizim TV”de Prof. Dr. Serdar Savaş’ın iddiaları
Spiker (Lale Özan Arslan): Dolayısıyla, aşı olmalı mıyız?
Prof. Dr. Serdar Savaş: Şimdi böyle bir sorunun cevabı: Evet, aşı olmalıyız. Kesinlikle olmalıyız. Ama, hangi aşıyı olmalıyız? Kim aşı olmalı veya kim hangi aşıyı olmalı? gibi… Bunların altında birçok sorular var. Türkiye; maalesef dünyada tescilli sahtekâr olan tek firmayı (Çinli Sinovac’ı) bulup anlaşma yaptı. Dünyada rüşvet vererek aşı ruhsatı aldığı mahkeme kararlarıyla tescil edilmiş tek firma Sinovac’tır. Yani 100 firma var aşağı yukarı, bunun sadece bir tanesi rüşvetle ruhsat almıştı. İşte Türkiye o firma ile anlaşmıştı.
Aşıda önemli olan 3’üncü faz çalışmalarının yapılmasıdır. 1’inci ve 2’nci faz ise az sayıda insanlara yapılır. 3’üncü fazda çok sayıda deneme yapılır ve ondan sonra bir aşının kullanımına izin çıkarılır. Diğer bütün şu anda uygulanmaya başlayan aşılar, hızlandırılmış şekilde, 3’üncü faz çalışmalarını tamamlamışlardır. 30 bin kişide, 40 bin kişide, 50 bin kişide deneme yapılmıştır. Ve bunları bir taraftan aşı, bir taraftan Plasebo, yani aşı gibi yapılıp ama aşı olmayan grupları karşılaştırarak yapmışlardır. Sonuçlarını bağımsız bilim kurumlarına aktarmışlardır. Bunlardan aldıkları raporlarla da FDA gibi, işte Avrupa aşı ajansı gibi yerlere başvurmuşlardır. Oradan da ‘acil kullanım onayı’ almışlardır. Ama ‘acil kullanım onayı’ almak demek, 3’üncü faz çalışması yapmamak, bundan muaf tutulmak şeklinde anlaşılmamalıdır. Acil bir durumda 3’üncü faz çalışmalarının nasıl yapılacağını Kovacs denilen uluslararası aşı konsorsiyumu ki buna Türkiye, Amerika, Rusya, Cezayir ve Fas dışında bütün dünya imza atmıştı. Amerika ve Rusya kendileri aşı ürettikleri için ve aşı vermeyi siyasi bir propaganda aracı olarak kullanmak üzere bu konsorsiyuma katılmamışlardır. Ama nedense Fas, Cezayir ve Türkiye, Kovacs’a katılmamışlardı. Oysa katılsalardı: Şeffaf, neyi kaç paraya aldığın belli olacak şekilde, güvenilirliği test edilmiş, onaylanmış aşılara kolaylıkla ulaşılacaktı. Ama bizimkiler buna katılmadılar ve gittiler dünyanın en sahtekâr şirketini buldular. Ondan sonra da bu şirketin 3’üncü faz çalışmaları yapılmamış aşılarından 50 milyon doz ısmarladılar. Neymiş; 3’üncü fazı Brezilya yapacakmış, Endonezya yapacakmış… Brezilya dedi ki: “Pardon! Biz 3’üncü faz sonuçlarını açıklayamıyoruz, aşının %50 güvenilir olup olmadığı konusunu bilemiyoruz. Sinovac’tan gelen veriler güvenilir veriler değil.” Endonezya’dan da böyle bir açıklama henüz çıkmadı. Bizim Bakan, alelacele çıktı dedi ki: “Biz 3’üncü faz çalışmalarını yaptık, çalışmaları da bitirdik, bu aşı çok iyi yüzde 90 üzerinde koruyor.” Yahu Çin firmasının avukatlığını yapmak, pazarlama müdürlüğünü yapmak Türkiye’nin Sağlık Bakanına mı kaldı? Firma kendisi 3’üncü fazı yapmamış… Türk Halkı senin denek aracın mı? Ne demek! Sen Çin firmasının aşısını Türklerin üzerinde deniyorsun, 3’üncü faz çalışmaları bitmeden sonuçları açıklıyorsun… “Ortak mısın kardeşim bu şirkete?” diye adama sorarlar. Ben soruyorum; Ortak mısınız? Bunu Sağlık Bakanına soruyorum, bunu Hükümete soruyorum, bunu hükümete çok yakın ilaç dağıtım firmalarına soruyorum. Ortak mısınız? Ortak değilseniz; el âlemin, sahtekâr bir firmanın aşısını dünyada aklamak görevini neden üstlendiniz? Öte yandan, ben haftalardır sıkıştırıyorum, sorduğum soru çok basit; 1- Kovacs’a niye katılmadın? Bu kadar şeffaf, açık, dürüst ve namuslu bir örgüte, konsorsiyuma neden katılmadın? 2- Neden Türk bilim insanlarının geliştirdiği, Almanya, Amerika, Avrupa Birliğinin destek verdiği, FDA’dan onay almış, İngiltere’den onay almış, Avrupa Birliği’nden onay almış, bizim insanlarımızın geliştirdiği bir aşıyı tercih etmedin de, dünyanın en sahtekâr, adı sanı duyulmamış bir firmayla neden anlaştın? Neden 18 yaş ve üzerine denenmiş, yani 90 yaşına da yapabileceğiniz bir aşıyı değil de sadece 18-59 yaş arasına 1’inci ve 2’nci faz çalışması yapılmış aşıyı aldın? Türkiye’deki 3’üncü faz çalışmalarında da 65 yaş üstünü dahil etmedin araştırmalara, şimdi o aşıları benim 65 yaş üstü vatandaşıma mı yapacaksın? Ve en sonunda BioNTech ile imza atmak zorunda kaldılar. Önce 500 bin doz, ondan sonra 3 milyon doz alacaklar. İyi de neden biz hepsini oradan almıyoruz? Size nedenini söyleyeyim. Çünkü AKP yönetimi, saray çevresi, bunların trilyonlarca vergilerini sildikleri yandaş firmaları, her türlü yola beraber yürüdükleri kesimlere; Alman, Amerikan aşısı yapılacak. Halka ise Çin aşısı yapılacak. Ama uyarıyorum, Çin aşısı 59 yaş üstüne yapılamazdı!.. Çünkü bu aşı 60 yaş ve üzerinde uygulanmadı. Ne 1’inci fazda, ne 2’nci fazda ne de 3’üncü fazda 60 yaş ve üzerindeki etkileri ciddi ve gerçekçi şekilde araştırılmadı. Sadece BioNTech uyguladı.
Kendisi Bilim Kurulu Üyesi olarak bilinen Prof. Dr. Mehmet Ceyhan da 19 Ocak 2021 FOX TV Çağla ile Yeni Bir Gün programına katılıp şu gerçeği vurgulamıştı:
“Çin Sinovac aşısının 3. Fazının Türkiye’de en az 65 yaş üzeri 7000 (yedi bin) kişi üzerinde uygulanıp sonuçlarının yayınlanmasının gerektiği halde, maalesef sadece 700 (yedi yüz) kişi yani gerekli sayının onda biri üzerinde yapılarak ‘güvenilir olduğu’ açıklanmıştır ki bu yaklaşım sakıncalıdır.”
Şimdi soruları tekrarlayalım:
Neden biz firmalardan doğrudan aşı almıyoruz? Çin Sinovac’tan bile doğrudan aşı almadık, araya neden bir hükümet yandaşı firma koyduk? Bir de çok merak ediyorum, Endonezya bu aşıyı 13 dolara aldığını söylüyor, bize 70 dolara satıldığı konuşuluyor. Aradaki 57 dolar fark, 2 milyar 750 milyon dolar, yani 20-30 milyar liraya yakın bir fark çıkıyor. Bu para kimin cebine gidiyor? Ben, açık ve net bir şekilde bunları tekrar soruyorum.
1- Neden Kovacs’a katılmıyorsun? 2- Neden hepsini BioNTech’ten almıyorsun? 3- Neden dünyanın en sahtekâr şirketinden alıyorsun? 4- Neden aracı kullanarak alıyorsun? 5- Neden 3’üncü faz yapılmamış aşıyı alıyorsun? 6- Neden bu sicili bozuk aşı şirketinin avukatlığını sen yapıyorsun? 7- Neden Türkiye’deki aşı üretme araştırmasını gevşetip durduruyorsun? 8- Ve neden hâlâ halkımızı “Biz de yapacağız” diye avutuyorsun?
Şu konu üzerinde de dikkatle durmak lazımdı:
Bakınız terör şebekesi Siyonist İsrail, ekonomik sıkıntılar çekmesine rağmen BioNTech kullanmış, Çin aşılarını ülkesine sokmamıştı. Çünkü BioNTech gibi aşıların koruma oranlarının %95’ten fazla olmasına rağmen, Çin Sinovac aşısının hem ciddi ve gerçekçi bir 3. faz denemeleri yapılmamıştı; hem de, kendi yandaş firmaları bile sadece %60 koruma sağladığını açıklamıştı. Ve tabi tam bir şeytanlık ve barbarlık damarıyla, güya vatandaşları sayıldığı ve sorumluluklarını aldığı Filistinli Müslümanlara Korona aşısı yapmamıştı.
Ve yine unutmayınız ki, hem Çin’de hem Batı ülkelerinde üretilen bu AŞI’ların perde arkası patronlarının hepsi Siyonist sermaye baronlarıydı ve yüz milyarlarca dolar, asıl onların kasasına akacaktı.
[1] http://youtu.be/8P1bOygfQ4I / 24. Dk.
[2] (Bak: Raporun İngilizce PDF linki: http://www.nommeraadio.ee/meedia/pdf/RRS/Rockefeller%20Foundation.pdf)
[3] Prof. Dr. Sait Yılmaz / Milli Gazete / 03.04.2020
Kitap niteliğinde bir tespit…
Siyonist Yahudi zihniyetinin ve masonik merkezlerin şekillendirip desteklediği İttihat ve Terakki Cemiyeti (Partisi)nin üç temel ve müptezel özelliği batıcı, ırkçı ve islamcı olmasıdır ve Bugün Türkiye’de, Masonik İttihatçılığın bu üç ana akımından, Batıcılığı CHP, Türk Milliyetçiliği kılıflı ırkçılığı MHP, istismarcı İslamcılığı ise AKP devralmış durumdadır….
AB dayatmalarına, ABD boyunduruğuna, faiz, fuhuş, kumar ve israf politikalarına, aile ve ahlâk tahribatına, bu üç partinin de ortaklaşa sahip çıkmaları; hepsinin aynı temele dayandıklarındandır ve kısaca hepsi İttihat ve Terakki zihniyetinin değişik taklitçileri ve takipçileri konumundadır.
Türkiye siyasetini çözümleyen muazzam bir tespit. Bu tespiti mihenk taşı yapın ve tüm yapılan kanunların, alınan tüm kararların ve yapılan tüm muhalefetin tamamını bu mihenk taşına vurup işlem sağlaması yapın size doğruya iletecektir.
Ve zaten bugün MHP’nin Enver’I ve SPerinçek tayfasının Talat ve Cemal paşaları kahraman önder gibi görmeleri de makalede yapılan bu tespitin itirafıydı.
Artık Türkiye’nin Milli Görüş açılımlarına ve Milli Çözüm atılımlarına acilen ihtiyacı vardı. Ve Aziz Erbakan Hocamızın vurguladığı üzere “TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması, Ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
Aksi takdirde bu işbirlikçi zihniyetler covid aşısı gibi milletimizin en acil ihtiyacı olan bir ihtyiaçta bile kendi rantlarını düşünmekten ve milletin cebinden bur antı sağlamaktan çekinmemeye devam edeceklerdir.
İttihatçılık ve İşbirlikçilik
İçeride; cihat ve içtihat ruhu körelince duraklama ve gerilemeye başlayan, Milli savunma ve yerli kalkınmada bilimsel gelişmelere ve teknolojik hamlelere ayak uyduramayan… Dışarıdan ise Siyonist sömürü sermayesinin şekillendirip körüklediği Haçlı Batı’nın intikam hırsı ve sürekli saldırıları karşısında bunalan ve bocalayan koca Osmanlı Devleti, aynı Siyonist merkezlerin ve masonik mahfillerin iktidara taşıdıkları İttihat ve Terakki Partisi’nin kısır aklı ve gafleti hatta kasıtlı hıyanetleri sonucu yıkılmıştır.
Siyonist Yahudi zihniyetinin ve masonik merkezlerin şekillendirip desteklediği İttihat ve Terakki Cemiyeti (Partisi)nin üç temel ve müptezel özelliği vardı:
1- Bunlar, ruhlarına sinmiş bir aşağılık kompleksiyle, hepsi BATICIYDI… Avrupa hayranlığı, gâvur âşıklığına dönüşmüş bulunmaktaydı.
2- Türk Milliyetçiliği kılıflı, hatta yeni Osmanlıcılık özentili bir IRKÇILIK akımına kapılmışlardı.
3- Özünden uzaklaşmış, taklitçi ve şekilci bir İSLAMCILIK istismarı yapılmaktaydı.
Bugün Türkiye’de, Masonik İttihatçılığın bu üç ana akımından, Batıcılığı CHP, Türk Milliyetçiliği kılıflı ırkçılığı MHP, istismarcı İslamcılığı ise AKP devralmış durumdadır. AB dayatmalarına, ABD boyunduruğuna, faiz, fuhuş, kumar ve israf politikalarına, aile ve ahlâk tahribatına, bu üç partinin de ortaklaşa sahip çıkmaları; hepsinin aynı temele dayandıklarındandır.
AKP; gizlice ve sinsice, ama fikren ve fiilen Türkiye’yi AB’nin ve ABD’nin güdümüne sokma yolundadır. Yani AB ve ABD ne kadar PKK’cı ise, AKP de o kadar Avrupacı ve Amerikancıdır… Gerisi lafı güzaftır!..
Milli Görüş’ün temsilcisi SP’nin yöneticileri ise, Adil Düzen çizgisinden ve söyleminden ve Erbakan Hocanın diğer tarihi projelerinden uzaklaşıp CHP, HDP ve İyi Parti kuyruğunda kurtuluş aramaktalardı. Maalesef Milli Görüş ve Erbakan bunların sadece istismar ve suiistimal aracıydı. Yani AKP’nin İslamcılığı ne kadar ise, bunların Milli Görüş’le alakası da o kadardı. Artık Türkiye’nin Milli Görüş açılımlarına ve Milli Çözüm atılımlarına acilen ihtiyacı vardı.
Türkiye’nin Kurtuluşunu, Aziz Erbakan Hocamız Şu Sözleriyle İşaret Buyurmuşlardı.
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki: TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’n ın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması, Ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN MSP Genel Başkanı (TRT Basın Toplantısı Yazarlar Soruyor – Nisan 1980)
Başkarım yaşayanlar veya Başkarıma uğramış olanlar bu insanlığa, ne saadet kazandıracak icraatlara imza atabilirler ne de öyle bir amacı dert edinebilirler!..
Öncelikle böylesi aydınlatıcı ve geleceğimize ışık tutucu bir makaleyi kaleme aldıkları için Muhterem Ahmet AKGÜL Hocamıza teşekkür ederim. Rabbimiz İstifade edebilmeyi cümlemize lütfeylesin.
Aziz Erbakan Hocamız, hayatı boyunca istisnasız her toplantıda her konferansında her tv ve radyo proğramlarında her özel ve genel sohbetlerinde her basın toplantısında , dağın başındaki çobana vs… Aklımıza ne geliyorsa her ortamda Irkçı Emperyalizmin 5700 küsür senedir taa Kabala denen Mısır Hahamının bozuk felsefesi ile oluşturulan Siyonist zihniyetin amacını içeriğini beyinlerimixe kazımaya çalıştı. Çünkü dünyadaki hadiseleri anlayabilmenin tek yolu o Siyonist Zihniyeti anlamaktan geçiyordu. Anlayamayanlar o zihniyetin kuklalarıyla uğraşıp hem zaman kaybedecekler hem de çözüm üretmiş olamayacaklardı. Çünkü bataklığı yok etmeden sivrisinekleri yok etmek mümkün olmayacaktı.
“Siyonizm öyle ustadır ki, kim ben mi, ben hiç siyonizme hizmet eder miyim şarkısını söylettirerek, kendi ordusunda işbirlikçilere askeri talim yaptırır. Hizmet etmiyorum zannedersin, halbuki hizmet eden ordunun içindesin, haberin yok. Siyonizm seni kullanıyor” sözleriyle büyük bir hakikatı ortaya koyan Aziz Erbakan Hocamız , Akp için : Başkarıma uğradıklarını da sıkça ifade buyurmuşlardı.
Milli Görüşün Fiziğini ve Kimyasını oluşturan şu hakikatlere; Her şart ve zamanda Hakkı üstün tutamayanlar, maneviyatçı olamayanlar ve nefis terbiyesini esas alamayanlar; hidayet , feraset ve dirayet nimetine sahip olamazlar derdi Aziz Erbakan Hocamız. Bu nimetleri uygulamayı terkedenler ise BAŞKARIM YAŞARLAR derdi. Başkarım demek: Bir organizmanın yapısını değiştirerek tamamen başka bir şey olması. Başka bir yapıya dönüşmesi. Milli Görüş zihniyetinde hakkı üstün tutarken maneviyatçılığı ve nefs terbiyesini esas alırken hidayet nimetine sahipken insanlığın saadetine sebeb olacak icraatlara imza atarken, ayrılıp Akp ye geçince insanlığın ezilmesine sömürülmesine imza atar hale gelmek başkarım olmakta .! Yani hocamızın ifadesiyle ÜZÜM İKEN ŞARAP OLMAK !.. Allah sonumuzu hayreylesin. Her daim hakkı üstün tutmayı lütfeylesin rabbimiz.
Üzüm olarak kalmamıza yani insanlığa ve kendimize fayda sağlayacak , doğrunun , iyinin , güzelin ve adil olandan yana olmak ve çalışmak şuurumuzu diri tutan , canlı cenaze olmamamıza vesile olan MİLLİ ÇÖZÜM’E ve ŞAHS-I MANEVİSİ ÜSTAD AHMET AKGÜL Hocamıza sonsuz şükranlarımı arzederim.
Neden mi?
Erbakan hocamız devamlı ve her yerde ”Önce ahlak ve maneviyat” derdi.
Çünkü ahlaksız ve maneviyatsız bir insan canavardan beterdi.
İşte bu yüzden.
işbirlikçilik
Yenilmişlik psikoloji içerisinde olan, kendini ötekileştirenlerden aferin almayı marifet bilen yani celladına aşık mahkum pozisyonunda olan, kendine sahipleri tarafından verilen makamlarla güç zehirlenmesi yaşayan tiplerin ülkemize, milletimize katacakları hiç bir değer yoktur sadece onulmaz yara açarlar. Bağımsız bir ruha sahip değillerdir, bu sebeple Atatürk gibi Erbakan Hocamız gibi bağımsız ruha sahip liderlerimize kin ve düşmanlıkları bakidir. Bunların din istismarcısı, milliyetçilik istismarcısı, kemalizm adı altında Atatürk istismarcısı olması fark etmemekte olup hizmet ettikleri yer aynıdır. Kapı arkalarında rollerinden sıyrıldıkları zaman aynı tastan su içerler.
Şimdi bu tipler ülkede yönetimde olunca nasıl olup ta milletimiz lehine kararlar alabilecekler. Hayranı ve uşağı oldukları batıdan ne yapmaları istenirse onu yapacaklar. Bunların kabiliyeti, işbirlikçiliklerine güzel kılıf uydurmalarıdır. Tabi Rabbimizin feraset verdiklerinin gözlerinden yaptıkları hiçbir gaflet ve ihanet kaçmamaktadır.
DOĞRU TEŞHİS ve İSABETLİ ÇÖZÜMLERİN STRATEJİK KODLARI…İşte;ciltler dolusu kitaplarla anlatılmaya çalışılan tarihsel bir olgunun, esaslı ve hikmetli bir şekilde bir paragrafta özeti: “İçeride; cihat ve içtihat ruhu körelince duraklama ve gerilemeye başlayan, Milli savunma ve yerli kalkınmada bilimsel gelişmelere ve teknolojik hamlelere ayak uyduramayan… Dışarıdan ise Siyonist sömürü sermayesinin şekillendirip körüklediği Haçlı Batı’nın intikam hırsı ve sürekli saldırıları karşısında bunalan ve bocalayan koca Osmanlı Devleti, aynı Siyonist merkezlerin ve masonik mahfillerin iktidara taşıdıkları İttihat ve Terakki Partisi’nin kısır aklı ve gafleti hatta kasıtlı hıyanetleri sonucu yıkılmıştır.” İşte;Tarihimizde çok kritik ve şerli bir yer edinmiş İTTİHATÇI ŞEBEKENİN günümüze de hitap eden karşılaştırmalı TARİHSEL ANALİZİ! Ve günümüz ittihatçılarının maskesini düşüren özlü tespitler: “…Siyonist Yahudi zihniyetinin ve masonik merkezlerin şekillendirip desteklediği İttihat ve Terakki Cemiyeti (Partisi)nin üç temel ve müptezel özelliği vardı: 1- Bunlar, ruhlarına sinmiş bir aşağılık kompleksiyle, hepsi BATICIYDI… Avrupa hayranlığı, gâvur âşıklığına dönüşmüş bulunmaktaydı. 2- Türk Milliyetçiliği kılıflı, hatta yeni Osmanlıcılık özentili bir IRKÇILIK akımına kapılmışlardı. 3- Özünden uzaklaşmış, taklitçi ve şekilci bir İSLAMCILIK istismarı yapılmaktaydı. Bugün Türkiye’de, Masonik İttihatçılığın bu üç ana akımından, Batıcılığı CHP, Türk Milliyetçiliği kılıflı ırkçılığı MHP, istismarcı İslamcılığı ise AKP devralmış durumdadır. AB dayatmalarına, ABD boyunduruğuna, faiz, fuhuş, kumar ve israf politikalarına, aile ve ahlâk tahribatına, bu üç partinin de ortaklaşa sahip çıkmaları; hepsinin aynı temele dayandıklarındandır. Milli Görüş hariç; İYİ Parti, Davutoğlu ve Babacan’ın girişimleri de aynı kirli ve zehirli zihniyetin farklı versiyonlarıdır. Evet hepsi AB’ci, hepsi ABD’ci, hepsi İsrailci, hepsi eşcinsellik ve lezbiyenlik gibi cinsi sapıklığı, ailevi-ahlâki tahribatı azdıracak İSTANBUL SÖZLEŞMECİ, kısaca hepsi İttihat ve Terakki zihniyetinin değişik taklitçileri ve takipçileri konumundadır…” İşte; iktidar ve muhalefetiyle ülkemizin nasıl çözümsüzlüğe sürüklemdiğinşn fotoğrafı ve gerçek ÇIKIŞ YOLU’nun STRATEJİK KODLARI: “…Sözün özü: CHP; PKK sorununa çözüm sunamazdı, çünkü o zihniyetle mayaları ve maksatları ortaktır. MHP çözüm sunamazdı, çünkü Kürtleri dışlayıp kışkırtan ırkçılık söylemleri PKK’nın en önemli istismar aracıdır. AKP de PKK’ya çözüm olamazdı, olamamıştır… Hatta Doğu ve Güneydoğu’da PKK’ya gidecek oyların bir kısmının AKP’ye kayması, görünürde yararlı ve yapıcı bir tavır sanılsa da gerçek daha farklıdır. Çünkü PKK Suriye’de olduğu gibi ismen ve resmen ayrı bir devletçik olup, Türkiye’den koparak ABD’nin himayesine sığınma amacındadır. AKP ise, gizlice ve sinsice, ama fikren ve fiilen Türkiye’yi AB’nin ve ABD’nin güdümüne sokma yolundadır. Yani AB ve ABD ne kadar PKK’cı ise, AKP de o kadar Avrupacı ve Amerikancıdır… Gerisi lafı güzaftır!.. Milli Görüş’ün temsilcisi SP’nin yöneticileri ise, Adil Düzen çizgisinden ve söyleminden ve Erbakan Hocanın diğer tarihi projelerinden uzaklaşıp CHP, HDP ve İyi Parti kuyruğunda kurtuluş aramaktalardı. Maalesef Milli Görüş ve Erbakan bunların sadece istismar ve suiistimal aracıydı. Yani AKP’nin İslamcılığı ne kadar ise, bunların Milli Görüş’le alakası da o kadardı. Artık Türkiye’nin Milli Görüş açılımlarına ve Milli Çözüm atılımlarına acilen ihtiyacı vardı. Ve Zaten Erbakan Hocamız Şöyle Buyurmuşlardı: “Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki: TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması, Ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”[1]1-Prof. Dr. Necmettin ERBAKANMSP Genel BaşkanıTRT Basın Toplantısı Yazarlar Soruyor – Nisan 1980 İşte; Covid19 aşıları ile ilgili ilmi tespitler,beyin yakan sorularla yapılan… Devamını oku
ÜLKEMİZİN KURTULUŞU MİLLİ ÇÖZÜM’DEDİR!
[b]Beyhude arayışlar![/b]
Avrupa hayranlığı gâvur âşıklığına dönüşmüş ve ruhlarına sinmiş bir aşağılık kompleksiyle Batıcı olanlarda kurtuluş aramak beyhudedir!
Türk Milliyetçiliği kılıflı ırkçılık yapanlarda kurtuluş aramak beyhudedir!
Özünden uzaklaşmış, taklitçi ve şekilci bir İSLAMCILIK istismarı yapanlarda kurtuluş aramak beyhudedir!
Hepsi AB’ci, hepsi ABD’ci, hepsi İsrailci, hepsi eşcinsellik ve lezbiyenlik gibi cinsi sapıklığı, ailevi-ahlaki tahribatı azdıracak İSTANBUL SÖZLEŞMECİ, kısaca hepsi İttihat ve Terakki zihniyetinin değişik taklitçileri ve takipçilerinde kurtuluş aramak beyhudedir!
Milli Görüş ve Erbakan Hocayı sadece istismar ve suiistimal aracı olarak kullanıp, Adil Düzen çizgisinden ve söyleminden ve Erbakan Hoca’nın diğer tarihi projelerinden uzaklaştırıp CHP, HDP ve İyi Parti kuyruğuna takanlarda kurtuluş aramak beyhudedir!
Türkiye’deki aşı üretme araştırmasını gevşetip durmasına rağmen hâlâ halkımızı “Biz de yapacağız” diye avutanlardan ve sağlığımızı Siyonist sermaye baronların kurmuş olduğu şirketlerin insafına bırakanlardan sağlık beklemek beyhudedir!
Beyhude arayışları terk edin!
YETER ARTIK UYANIN!
Evet, artık Türkiye’nin Milli Görüş açılımlarına ve Milli Çözüm atılımlarına acilen ihtiyacı vardı.
İttihat ın devamı
İttihat ve Terakki in din kılıfı geçirilmiş hali olan AKP tıpkı ittihatçıların yüzbin lerce vatan evladının ölümüne sebepnasıl sebep oldularsa, şimdide bu AKP aynen onlar gibi türlü türlü ihanetlere girişmekte halkı avutup oyalamak ta. Salgın sürecinde dahi rant devşirmekte. İnşallah en kısa sürede Milli Çözüme İnanan bir cumhurbaşkanı seçilir ve tüm insanlık kurtulur
SİYASAL KEŞMEKEŞLİĞİ HİZAYA SOKACAK KÖKLÜ, MİLLİ VE GERÇEK DEMOKRATİK BİR SİYASAL DÖNÜŞÜM ŞART OLDU!
Türkiyedeki mevcut bütün partilerin;
1)Ana akım ve yaygın damar çerçevesinde azaltılması
2)Bunların ise gerçek demokratik bir çerçevede Adil Düzen esaslarına göre şekillendirilmesi.
3)Yine bu partilerin Amerika, Avrupa ve Batı müktesebatına dayalı Siyonist jargondan topyekun arındırılması ve bunların, milli yapısal dönüşümlerinin gerçekleştirilmesi.
4)Mevcut partilerin toplumun din, ahlak, kültürel birikimi, dili, örfü ve sağduyusuna dayalı dünya görüşüyle olan kavgalarına son verilmesi,kaçınılmaz bir hal almıştır..
Milli Görüşün, Milli Çözüme dayanan her alandaki devrimi, köklü dönüşüm ve değişimleri çok yakında Önce bu Aziz Vatanın her bir köşesinde, hemen akebinde ise tüm dünyada yakınen görülecektir..