SİYASET VE DEMOKRASİ DENGESİ
Eski Yunancada “demos-kratos” kelimelerinden türetilen ve “halkın kendi kendisini yönetmesi” anlamında kullanılagelen demokrasi, çağımızda en çok istismar ve suiistimal edilen kavramlardan birisidir.[1]
Uygulandığı her ülkede birbirinden oldukça farklı biçimlere bürünen, yani birbirine zıt pek çok çeşidi gösterilebilen demokrasinin başlıca türleri şunlardır:
1- Doğrudan Demokrasi: Halkın; hem anayasa ve kanunlarını, hem yönetim kurumlarını bizzat kendilerinin hazırlaması ve uygulaması ve yine bütün mahkemelere doğrudan halkın bakması şeklindeki bir demokrasi anlayışıdır ki, bu sadece 5-10 bin nüfuslu bir şehir-site düzeninde uygulanabilecek bir yönetim şeklidir. Ve zaten Eski Yunan döneminde Atina ve Sparta gibi tek bir şehir çevresinde yürütülebilmiştir. O dönemde bile şehir halkının hepsi değil, sadece “yurttaş” statüsüne girebilenler oy kullanma ve yönetime katılma hakkına sahiptir. Önemli bir kitle oluşturan köleler ve kadınlara demokratik haklar verilmemiştir. Yani genel insan hakları değil, özel yurttaş hakları gözetilmiştir.
Sonunda yurttaşlar öyle istiyor diye Atina’da kadın-erkek hamamları bile birleştirilmiş, korkunç bir toplumsal kokuşma baş göstermiş ve Demokrasi deneyimi Eski Yunan Medeniyetinin çöküşüyle neticelenmiştir. O dönem filozoflarından Eflatun bile “Devlet” adlı kitabında, Demokrasiyi, “Tiranlık (zalim ve zorba yönetim)’den sonra, soysuzlaşmış siyasi sistemlerin en kötüsü” şeklinde ifade etmektedir.
Günümüzde sadece New England’da ve bazı küçük İsviçre kantonlarında doğrudan demokrasinin, o da şeklen uygulandığını ve bunun bir devlet rejimi halini almasının imkânsızlığını, ziyaretlerimiz sırasında bizzat gözlemlemişizdir.
2- Temsili Demokrasi: Halkın siyasi haklarını, kendi seçtikleri ve yetki verdikleri Temsilcileri (Milletvekilleri) aracılığı ile kullandıkları yönetim şeklidir. Ne var ki:
a) Partiler arası kör taassup ve inatlaşmanın başlaması, hatta partilerin ilahlaştırılması,
b) Seçilecek milletvekillerinin belli merkezler tarafından belirlenip bunların halka dayatılması,
c) Milletvekillerinin ve partilerin bazı güç odaklarınca satın alınması ve onların hizmetinde kullanılması,
d) Halk, suni gündemlerle oyalanıp etkin bir denetim ve değiştirme mekanizmasının oluşturulmaması,
e) “Vatan kurtarıcı”ların istismarcısı ve “düzen koruyucu”ların hizmetkârları takımının, özel ve yüksek yetkilerle donatılıp demokrasinin yozlaştırılması gibi endişe ve etkenler en aza indirilebilse, “Temsili Demokrasi” ideal bir yönetim şekli olabilir.
İlk defa Eski Roma, kısmen temsili demokrasiyi andıran bir idari yapılanmayı denemiş, ama soylu ve zengin yurttaşlara tanınan ayrıcalıklar ve yukarıda özetlediğimiz arızalar yüzünden, sonunda dejenere edilmiş ve devrilmiştir.
3- Liberal Demokrasi: Ülkedeki “azınlık”ların temel hak ve hürriyetlerini garanti altına alabilmek amacıyla, çoğunluk iktidarının anayasal düzenlemelerle kısıtlanması halidir. Ne var ki ilk bakışta iyi niyetli ve insani bir amaca yönelik görünen bu durum, pek çok ülkede istismar edilmiş ve o ülkedeki “etnik, dini veya sosyal azınlıkların (laikler, enteller, zenginler gibi) çoğunluğa hükmettikleri, hatta zulmettikleri bir yapıya çevrilmiştir. Türkiye, bu acı ve alçaltıcı durumu fiilen yaşayan ülkelerden birisidir. Hatta bu asrın başlarında Amerika’da Yahudi Lobisi’nin güdümündeki Kongre’ye hâkim olan Federalist Parti (şimdiki Cumhuriyetçiler) ülke çoğunluğunu oluşturan halk kesimini “kalabalık hayvan sürüleri” olarak görmekteydi.[2]
4- Hristiyan Demokrasiler: Hristiyanlık dininin inanç ve ahlâk prensipleriyle demokratik ilkelerin kaynaştırılması sonucu elde edilen program ve projelerin yönetimlere hâkim kılınması şeklidir. Bugün gelişmiş Batı ülkelerinde görülen Hristiyan Demokrat Partiler ve Hükümetler bu düşüncenin tipik örnekleridir.
Bu konuda asla unutulmaması gereken şey, Demokrasilerin fantezi bir amaç değil, faydalı bir araç olarak değerlendirilmesi gerçeğidir.
İngiltere’deki demokratik düşüncenin öncülerinden sayılan John Locke “Two Treatises of Government – Sivil Yönetim Hakkında” (1690) adlı risalesinde, “can, mal ve namus emniyetinin, din ve düşünce hürriyetinin, insanların temel ve tabii hakları olduğunu ve hükümetlerin bunları sağlamak ve korumakla görevli bulunduğunu, demokratik seçimler ve biçimlerle de işbaşına gelmiş olsa, bu hakları çiğneyen hükümetlerin meşruiyetini yitireceğini ve halk tarafından değiştirilmesi gerektiğini” söylemekte ve İslam’ın öngördüğü ve Müslümanların asırlarca fiilen yürüttüğü “evrensel insan hakları” prensiplerini 1000 (bin) sene sonra fark edebilmektedir.
İnsanların doğuştan eşit olduklarını, “asiller, orta seviyeliler, köylüler, köleler” gibi sınıf ayrımının yanlışlığını ve haksızlığını Fransız Düşünür Voltaire, Peygamberimiz Hz. Muhammed’den (SAV) tam 1200 (bin iki yüz) sene sonra dile getirebilmiştir.
Ya demokratik hileler veya despotik yöntemlerle iktidarı ele geçirip, bir yandan halkın emeğini ve ülkenin kaynaklarını sömüren, bir yandan da milletin manevi değerlerine hücum eden ve bütün bu zulüm ve zorbalıklarını da Demokrasi ve Laiklik adına yaptığını söyleyen sahtekârlara ise, 19. yüzyıl hümanistlerinden Thomas Hill Green’in şu tespitini hatırlatmak gerekir:
“Demokrasi, insanların kendi manevi değerlerini, yine kendilerinin seçmesi hakkını onlara vermek ve hayatlarını bu değerler doğrultusunda biçimlendirmek fırsatını ve ortamını hazır hale getirmektir”[3]
Çağdaş İngiliz düşünürlerden bazıları, haklı olarak, “her hukuki olanın ahlâki olmayacağını ve ahlâki (vicdani) olmayan, kanun ve kararların uygulanmasının ise zulüm olacağını” söylemektedir. Örneğin Meclisler, zencileri ikinci sınıf insan sayan kanunlar çıkarsalar, veya referandumla bir ülkedeki çoğunluk, oradaki Müslümanların inançlarını yaşama haklarını kısıtlayan kararları onaylasalar, bunlar her ne kadar demokratik ve kanuni de olsa, ahlâki ve vicdani olmadığı için geçersizdir ve mutlaka değiştirilmesi ve düzeltilmesi gerekir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi demokrasi; amaç değil, sadece bir araçtır ve onu kullananların niyetlerine göre farklı mahiyetlere bürünmektedir. Kötü niyetli ve zalim zihniyetli kimselere göre Demokrasi: “Şeytanî çıkarlarını, halkın ihtiyaçları ve amaçları gibi gösterme bahanesi ve insancıl kılıf geçirilmiş bu haksızlık ve ahlâksızlıkları, toplumun isteği ve desteği ile yürütme hilesidir.”
İyi niyetli ve insaniyetli kimselere göre ise demokrasi: “Hakkın doğrularını, halkın arzuları haline getirebilme vesilesi… Ve temel insan haklarını ve evrensel hukuk kurallarını, halkın ortak iradesi ile icra etme mesleğidir.”
Hakka ve hayra değil, nefs-ü hevaya meyilli olan insanların nasıl bir yönetim sergileyecekleri başından bellidir… Ve zaten “her toplumun layık olduğu idareyi bulması” da münasip ve mukadderdir.
Öyle ise; zulüm ve zorbalığın, ha bir Sultan ve Meşrutiyet tarafından, veya demokratik seçimle işbaşına gelmiş bir Başkan ve Hükümet tarafından yapılmış olması ne fark edecek ve neyi değiştirecektir? Ve yine ülkede adalet, hürriyet ve emniyet ortamını sağlayan; refah, bolluk ve bereket imkânlarını hazırlayan bir yönetimin, nasıl teşekkül ettiği çok mu önemlidir?
Sırası gelmişken; seçmene ve delegeye taparcasına “Taban demokrasisi” diye tepinenlere sormak lazımdır:
İçlerindeki iyi niyetli ve memleket sever iş adamları hariç, genellikle sömürücü sermaye baronlarının “kapalı karargâhı” olan ve Demokrasiyi hiç dilinden bırakmayan şu TÜSİAD; acaba kendi başkanını niye 400 civarındaki üyelerinin hür iradesiyle seçmezler? Niye kutsal demokrasiyi kendileri için istemez ve işletmezlerdi?
Partisinin ismini Demokratik Sol koyan, demagoji kahramanı rahmetli Sn. Ecevit niye, DSP içinde demokrasiye asla geçit vermez, niye kendisinden ve eşinden başkasına güvenmezlerdi? Ve niye marazlı medyadaki demokrasi sahtekârları bu durumları asla dile getirmezlerdi? Demokrasi diye diye dilleri şişen Türk-İş ve DİSK’in Eski Başkanları, acaba niye sendikal saltanatlarına son verecek demokratik seçimleri ve direkt girişimleri asla hoş görmez ve müsaade etmezlerdi?
Artık herkes biliyor ki, Amerika’daki demokrasi, aslında Başkanlık sistemi görünümlü bir “Lobiler Diktatoryası” gibidir, Avrupa’daki demokrasilerin birçoğu aslında birer “Masonik bürokrasi saltanatı” ve geri kalmış ülkelerdeki sözde demokrasiler ise ya bir “sömürücü sermaye hegemonyası” veya “kurtarıcılar ve kurucular krallığı”na çevrilmiştir.
Seçmenlerin ve seçileceklerin birbirlerini rahatlıkla tanıyıp tartabilecekleri dar çerçevede ve yakın çevrede “doğrudan seçim”, geniş dairede ve ülke genelinde ise “vekiller eliyle dolaylı katılım” esasını benimseyen ve böylece doğrudan demokrasi ile temsili demokrasiyi birleştiren ve Yasama (Meclis), Yürütme (Hükümet) ve Yargı (Mahkemeler)’e bir dördüncü kuvvet olarak “Denetleme”yi ekleyen… Her dinden, her kavimden ve her düşünceden, bütün vatandaşların temel insan haklarını korumayı, birlikte barış ve bereket içinde yaşama şartlarını hazırlamayı hedefleyen Milli Görüş medeniyetindeki gerçek demokrasilerde buluşmak ümidiyle… Zira bugünkü haliyle, çağımız İslam’ın çok gerisindedir. Türkiye ise, maalesef çağın da gerisindedir!..
- İstismar: Sömürme, Suiistimal: Kötü amaca alet etme.
- Meydan Larousse, Demokrasi Tarihi
- Lectures on the principles of political obligation –Siyasi sorumluluk ilkeleri üstüne dersler
Her dinden, her kavimden ve her düşünceden, bütün vatandaşların temel insan haklarını korumayı, birlikte barış ve bereket içinde yaşama şartlarını hazırlamayı hedefleyen Milli Görüş medeniyetindeki gerçek demokrasilerde buluşmak ümidiyle…
Bu konuda asla unutulmaması gereken şey, Demokrasilerin fantezi bir amaç değil, faydalı bir araç olarak değerlendirilmesi gerçeğidir.
Siyasetle ilgilenmeyen Müslümanı, müslümanla ilgilenmeyen siyasetçiler yönetir.
(Necmettin Erbakan)
Demokrasi; amaç değil, sadece bir araçtır ve onu kullananların niyetlerine göre farklı mahiyetlere bürünmektedir. Kötü niyetli ve zalim zihniyetli kimselere göre Demokrasi: “Şeytanî çıkarlarını, halkın ihtiyaçları ve amaçları gibi gösterme bahanesi ve insancıl kılıf geçirilmiş bu haksızlık ve ahlâksızlıkları, toplumun isteği ve desteği ile yürütme hilesidir.”
İyi niyetli ve insaniyetli kimselere göre ise demokrasi: “Hakkın doğrularını, halkın arzuları haline getirebilme vesilesi… Ve temel insan haklarını ve evrensel hukuk kurallarını, halkın ortak iradesi ile icra etme mesleğidir.”
Hakka ve hayra değil, nefs-ü hevaya meyilli olan insanların nasıl bir yönetim sergileyecekleri başından bellidir… Ve zaten “her toplumun layık olduğu idareyi bulması” da münasip ve mukadderdir.
Siyaset – Demokrasi dengesi “Hakkın doğrularını, halkın arzuları haline getirebilme vesilesi… Ve temel insan haklarını ve evrensel hukuk kurallarını, halkın ortak iradesi ile icra etme ..” anahtar cümlesinde gizli sanki..
SİYASET VE DEMOKRASİ DENGESİ
Kötü niyetli ve zalim zihniyetli kimselere göre Demokrasi: “Şeytanî çıkarlarını, halkın ihtiyaçları ve amaçları gibi gösterme bahanesi ve insancıl kılıf geçirilmiş bu haksızlık ve ahlâksızlıkları, toplumun isteği ve desteği ile yürütme hilesidir.”
İyi niyetli ve insaniyetli kimselere göre ise demokrasi: “Hakkın doğrularını, halkın arzuları haline getirebilme vesilesi… Ve temel insan haklarını ve evrensel hukuk kurallarını, halkın ortak iradesi ile icra etme mesleğidir
Seçmenlerin ve seçileceklerin birbirlerini rahatlıkla tanıyıp tartabilecekleri dar çerçevede ve yakın çevrede “doğrudan seçim” , geniş dairede ve ülke genelinde ise “vekiller eliyle dolaylı katılım” esasını benimseyen ve böylece doğrudan demokrasi ile temsili demokrasiyi birleştiren ve Yasama (Meclis), Yürütme (Hükümet) ve Yargı (Mahkemeler)’e bir dördüncü kuvvet olarak “Denetleme” yi ekleyen… Her dinden, her kavimden ve her düşünceden, bütün vatandaşların temel insan haklarını korumayı, birlikte barış ve bereket içinde yaşama şartlarını hazırlamayı hedefleyen Milli Görüş medeniyetindeki gerçek demokrasilerde buluşmak ümidiyle… Zira bugünkü haliyle, çağımız İslam’ın çok gerisindedir. Türkiye ise, maalesef çağın da gerisindedir
Milli Görüş, Milli Çözüm; diriliş kervanıdır
Örnek laik ve demokrat, Hak düzen hayranıdır
Artık sevinin yaklaşan, zaferler bayramıdır
Cennet olur hatta Fizan, tek çare Adil Düzen!
https://www.millicozum.com/mc/2014/haziran-2014/tek-care-adil-duzen/
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki: TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN
TRT Basın Toplantısı, Yazarlar soruyor – Nisan 1980
“Zira bugünkü haliyle, çağımız İslam’ın çok gerisindedir. Türkiye ise, maalesef çağın da gerisindedir!..”” Malesef ne kadar acı , ne kadar üzücü bir söz. Allah Erbakan hocamızın fikirleri ve projeleriyle çağın hızını da geçip çağa önder bir Türkiye’yi en kısa zamanda nasip eyler inşallah.
Her dinden, her kavimden ve her düşünceden, bütün vatandaşların temel insan haklarını korumayı, birlikte barış ve bereket içinde yaşama şartlarını hazırlamayı hedefleyen Milli Görüş medeniyetindeki gerçek demokrasilerde buluşmak ümidiyle…
Şûrâ 38
Onlar Rablerinin (her emrine) icabet ederler, namazı dosdoğru yerine getirirler, (devlet, millet ve hükümet) işlerinde meşveret ederler (ülkeyi danışma ve dayanışma sonucu alınan ortak kararla yönetirler.) Kendilerine verdiğimiz rızıktan da (Allah yolunda) harcayıp infak ederler. [Not: Bu ayet, cumhuriyete ve demokratik yönetime işarettir.]
https://www.mealikerim.com/42/sura/38
Şûrâ 39
(Olgun ve onurlu mü’minler;) Bir haksızlığa uğradıkları (temel insan haklarına tecavüze kalkışıldığı) zaman; yardımlaşarak (tüm haklarını koruyacak kurum ve kuralları oluşturarak) birlikte (ortak savunma paktı geliştirip) harekete geçenlerdir.
Nisâ 58
Kesinlikle Allah (CC) size; emanetleri (devlet yönetimi ve milletin idaresiyle ilgili görevleri), mutlaka ehil ve emin kimselere (oylarınızı Hakkın kurallarını ve halkın yararını gözetenlere) vermenizi ve insanlar arasında (karar verirken ve tercih yaparken) hükmettiğiniz zaman ise adalet ve hakkaniyetle hükmetmenizi emretmektedir. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, (her şeyi tüm ayrıntılarıyla) İşitendir, Görendir.Kesinlikle Allah (CC) size; emanetleri (devlet yönetimi ve milletin idaresiyle ilgili görevleri), mutlaka ehil ve emin kimselere (oylarınızı Hakkın kurallarını ve halkın yararını gözetenlere) vermenizi ve insanlar arasında (karar verirken ve tercih yaparken) hükmettiğiniz zaman ise adalet ve hakkaniyetle hükmetmenizi emretmektedir. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, (her şeyi tüm ayrıntılarıyla) İşitendir, Görendir.
https://www.mealikerim.com/4/nisa/58
Acilen Milli Restorasyona ihtiyaç vardı!..
İnsanlık İslam’ın,Ülkemiz ise çağımızın gerisindeydi. İnsanlığın geldiği noktada tek ve gerçek çıkış yolu Erbakan Hocamız’ın Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya projelerinin Türkiye öncülüğünde insanlığa sunulmasıydı. çünkü bu cevher ve öz’ü Milletimiz içinde barındırmaktaydı. Bunun adı önceleri Kuva-yı Milliye şimdi ise Adil Düzen Projelerine sahip çıkan dert edinen Milli Çözümdü!..
Çünkü Adil Düzen:
• Hem Milli,
• Hem İlmi,
• Hem İslami,
• Hem de insani esaslar yanında; tabii ve tarihi yasalara dayanmaktaydı.
Ayrıca Milli Özleri barındıran bir çekirdek yine Milletimizde mevcuttur.
Milli, millete ait olandır ve milletin amaçlarına ve ihtiyaçlarına uygun planlardır ki; milletin tarihini, coğrafyasını, varlık ve bekâ çabasını anlatır. Millet ise; ortak tarihi ve kültürel bağa sahip bulunan, inanç ve kader birliği oluşan, Anadolu’yu anavatan sayan, ama Anadolu’dan daha geniş bir coğrafyada yaşayan, bütün farklılıklarına rağmen kendini ortak millet ruhu ile tanımlayan topluluğun adıdır. Temel dokusu Müslümanlık olmakla birlikte; farklı din ve inançlardan mensupları olan, temel ve resmi dili Türkçe olmakla birlikte, farklı dillerin de konuşulduğu bu milletin varlığını ve bekâsını savunup sahiplenmek, gelişmesini ve güçlenmesini istemek, temel ve ortak inanç, değer ve taleplerini her şeyin üstünde belirleyici olarak görmek, milliliğin icabıdır. Bu tanım çerçevesinde, milliliğin zıddı yani gayrı millilik, millete dayanmamak ve milletin şu ya da bu özelliğine karşı çıkmaktır. Bu anlamda ulusçuluk dahi, milletin dini inanç ve ahlâki değerlerini dışladığı ölçüde gayrı milli bir ideoloji konumundadır.
Milli olan millete dayanandır, İslam’la barışık olandır, milletin özgürleşmesine çalışandır, milleti global bir gerçek haline getirme amacıdır, milletin tek tek her ferdine değer vermek ve her koşulda milletin mensuplarını korumaya, yüceltmeye, güçlendirmeye çalışmaktır. Milli olan; Türk’tür, Kürt’tür, Kafkas’tır, Balkan’dır, Ortadoğu’dur, Avrasya’dır, Batı’dır, Akdeniz’dir, Karadeniz’dir, Selçuklu’dur, Osmanlı’dır, Cumhuriyet’tir, Sünni’dir, Alevi’dir, İslamcı’dır, Solcu’dur, Ülkücü’dür; milli olan, milletin davasıdır, sevdasıdır, millete saygı duyan, tarihine ve coğrafyasına sahip çıkandır. Milli olan; gayrı milli güçlere karşı durandır, oligarşik despotizmi ve arkasındaki Batılı emperyalistlerin ‘gizli görevlendirmelerini’ tanımayandır.
Ve tarihi her zaman kötüler değil, bu sefer de iyiler ve Milli’ler yazacaktır. Tahminimiz ve temennimiz odur ki; bu kutlu ve mutlu değişim de oldukça yakındır! Alıntı:https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/adil-duzen-milli-restorasyon-ve-yeni-bir-duzen-ihtiyaci/
Sistemi olmayanları sistemi olanlar yönetir
• Tam etkin ve yetkin konumda bir Meclis oluşturulmalıdır.
• Tüm parti Genel Başkanlarının da (Muhalefet dahi olsalar) aralarında olacağı ve Hükümete tavsiye ve uyarılarda bulunacağı bir Yüksek Devlet Şurası kurulmalıdır.
• İktidar adayı partiler, seçim öncesi, dört yıl boyunca ve sırasıyla hangi hizmet ve değişiklikleri yapacaklarını bir takvime bağlayıp topluma sunmalıdır.
• İktidara geldiklerinde bu vaatlerini ve söz verdikleri zaman diliminde gerçekleştirmeyen hükûmetlerin, görevden alınmaları hususunda Yüksek Devlet Şurası’nca Meclis’e çağrı yapılmalıdır. Böylece toplumun senelerce ve mecburen bunlara katlanmasına engel olunmalıdır. Bu durumda Devlet Başkanı, seçimlerde 2’nci olan Parti Başkanı’nı Başbakan atamalıdır.
• Ve yine tüm Parti Başkanları Devlet Başkanı’nın resmi ve tabii danışmanları konumunda olmalı, hem önerilerini, hem şikayetlerini doğrudan sunmalı ve önemli görüşlerinden yararlanılmalıdır.
• Ayrıca bunlara; tüm devlet kademelerindeki icraatları yakından takip etme, bilgi edinme, haksızlık ve yolsuzlukları belgeleyip, Başbakan’a ve Cumhurbaşkanı’na ve halka iletme fırsatı tanınmalıdır.
Batı emperyalizminin ve Siyonizm’in güdümünden kurtulmadan, her yönüyle MİLLİ, İLMİ ve İNSANİ bir sisteme, yani ADİL DÜZEN’e kavuşmadan, refah ve mutluluk aramak boşunadır!
Neden bu sistemlere ihtiyaç duyuyoruz? Aramızda en güçlü, en vahşi olanımız ya da hepimizi alt edenimiz lider olamaz mı? Soruların cevabına geçmeden, doğrudan kendileri bile rahatsız edicidir. Neden? Çünkü bizler insanız, Mevlamız bizi en şerefli mahluk olarak var etti, irade verdi, akıl verdi. İşte bundan dolayı bizler haşa hayvanlar gibi değil insana yakışır bir tarzda bir araya gelmeli ve hayatımızı insan onuruna yakışır şekilde yaşamalıyız. Ancak ne yazık ki bu prensiplere hepimiz ikna olmuş olsak da hayvandan daha aşağı bir zihniyet uzun yıllardır bizlere hayvanların bile kabul etmeyeceği bir tiranlık düzenini uyguluyorlar. Emeğimiz çalınıyor, canımız çalınıyor, yurdumuz çalınıyor, geleceğimiz çalınıyor… Kim yapıyor? Siyonizm ve ülkemizde olduğu gibi onların işbirlikçileri! Hem de hepimize “bu yönetimleri biz seçiyoruz” türküsü söyleterek… İşte bu insanlığa yakışmayan yönetim tarzı ve onun sebep olduğu zulümleri ortadan kaldırmak için ömürlerini ortaya koyan, insanlığın hizmetine sunulmak üzere Adil Düzen projelerini hazırlayan Aziz Erbakan Hocamıza ve bu projelere sahip çıkıp güncellemelerini yapan, tüm dünya haberdar olsun diye dünya liderlerinin ve uluslararası kurumların merkez çalışma ofislerine bu projeleri gönderen Üstad Ahmet Akgül; bizler insanca bir döneme ve düzene erişelim diye bu gayreti ortaya koymuştur. Adil Düzen’in ölçülemez kıymeti buradan gelmektedir. Zira makalemizin sonunda ifade edildiği üzere, bu zulüm çağı İslam’ın fersah fersah gerisindeyken, maalesef Türkiye’miz bu zulüm çağının bile gerisindedir. İnşallah buradan çıkışın ve insanca yaşamın anahtarı Adil Düzen olacaktır.
ZULÜM NEDİR, ZALİM KİMDİR?
her işte ve her meselede hakkı gözetmek… Herkese müstahakkını vermek, hiç kimsenin hukukuna tecavüz etmemek demektir. Zulüm ise, adaletin zıddıdır. İnsanların ve diğer canlıların hayatına ve hakkına tecavüz etmek, zorbalıkla veya şeytanlıkla, başkalarına hakaret ve hıyanete yönelmek, insafsız ve vicdansız davranışlara girişmek demektir.
Herhangi bir hakkın gasp edilmesine ve gecikmesine sebep olmak, görev ve yetkilerini kötüye kullanmak, hile ve hıyanetle hakkı olmayan makam ve menfaatlere konmak da, zulümdür. Zulme ve haksızlığa uğrayan kimseler ise mazlumdur. Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz: “Mazlumların bedduasından sakının. Çünkü onunla Allah (CC) arasında perde yoktur” buyurmuştur.[1] Şimdi Kur’an’da kimlerin zalim sayıldığına dikkat edelim: a- Aklı yattığı ve gerçeği anladığı halde, sadece işine gelmediği için, bile bile Kur’ani hüküm ve haberleri inkâr eden zalimdir; “Kâfirler, zalimlerin ta kendileridir.”[2] “O zalimler bile bile Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar”[3] ayetleri bunları bildirmektedir. b- İnsanları putlaştıran, bazı komutan ve kahramanları tabulaştıran veya şeyh, hoca gibi din adamlarını sevgide ve övgüde mabutlaştıranlar da zalimdir. “İnsanlardan kimisi de Allah’tan gayrı(sını O’na) eşler tutarlar. Allah’ı sever gibi onları severler. İman edenler ise en çok Allah’ı severler… (İnsanları putlaştırmak ve mabutlaştırmak suretiyle) Zulmedenler, azabı gördükleri zaman yegâne kuvvet ve kudret sahibi Allah olduğunu ve Allah’ın azabının çok çetin olduğunu anlayacaklarını keşke bilselerdi…”[4] ayeti bu durumda olanları haber vermektedir. c- Elinde imkân ve iktidar olduğu halde, Allah’ın indirdiği adalet ve merhamet kuralları ile hükmetmeyenler, yaptıkları kanunlarıyla Kur’an’a ve evrensel hukuk kurallarına ters düşenler de zalimdir. “Ve her kim (hangi grup ve kavim) Allah’ın indirdiği (Kur’an ile) hükmetmezse, işte zalimler onlardır.”[5]
Zira bugünkü haliyle, çağımız İslam’ın çok gerisindedir. Türkiye ise, maalesef çağın da gerisindedir!..
(Sakın ha!) Mü’minler (Kur’an’a inanan ve hükmünü uygulayan) mü’minleri bırakıp da, (İslami hükümleri inkâr ve emirlerine itiraz eden) kâfirleri kesinlikle dost edinmesin ve idareci seçmesinler. Her kim böyle yaparsa, (artık onun) Allah’la hiçbir şekilde alâkası kalmış değildir. (Bunların Mevlâ’sı ile gerçek iman irtibatı kesilmiştir.) Ancak (kâfir ve zalimlerden) gelecek (kendisini ve yakın çevresini; öldürme, ağır işkence etme, sakat hale getirme, namuslarını kirletme, emeğini, ekinini ve evini yakıverme gibi) bazı korku ve baskılardan sakınmak ve (tehlikeleri atlatmak) durumu hariçtir. (“İkrah-ı mülci” denen bu zorlayıcı tehditler karşısında; kalben mü’min kalmak şartıyla, dil ile küfrü gerektiren ve belayı defeden sözler söylenebilir. Ama) Allah sizi (öncelikle) Kendisinden sakındırıp (uyarıverir. Zira son) varış Allah’adır. (Hesap vermek üzere O’na dönülecektir.) Âl-i İmran 28
Üstadımız AHMET AKGÜL HOCAMIZIN ŞU TESPİTLERİNİ TEKRARINDA YARAR GÖRÜYORUM
…
İyi niyetli ve insaniyetli kimselere göre ise demokrasi: “Hakkın doğrularını, halkın arzuları haline getirebilme vesilesi… Ve temel insan haklarını ve evrensel hukuk kurallarını, halkın ortak iradesi ile icra etme mesleğidir.”
…
Seçmenlerin ve seçileceklerin birbirlerini rahatlıkla tanıyıp tartabilecekleri dar çerçevede ve yakın çevrede “doğrudan seçim” , geniş dairede ve ülke genelinde ise “vekiller eliyle dolaylı katılım” esasını benimseyen ve böylece doğrudan demokrasi ile temsili demokrasiyi birleştiren ve Yasama (Meclis), Yürütme (Hükümet) ve Yargı (Mahkemeler)’e bir dördüncü kuvvet olarak “Denetleme” yi ekleyen… Her dinden, her kavimden ve her düşünceden, bütün vatandaşların temel insan haklarını korumayı, birlikte barış ve bereket içinde yaşama şartlarını hazırlamayı hedefleyen Milli Görüş medeniyetindeki gerçek demokrasilerde buluşmak ümidiyle… Zira bugünkü haliyle, çağımız İslam’ın çok gerisindedir. Türkiye ise, maalesef çağın da gerisindedir!..
**************************************
Siyaset; hem toplumu yönetme ve yönlendirme sanatı, hem de devlet ve hükümet işlerini yürütmek üzere, hukuki ve ahlâki düzenlemelere girişme sahasıdır.
Darbeleri geride bırakmış Türkiye’nin bugününe bakıldığında darbeyi özleyenden çok “özleten” bir siyasi kadronun iş başında olduğu sırıtmaktadır. Yani AKP icraatlarıyla bir darbeye adeta davetiye çıkarmaktadır.
Umuyoruz ki, yakın bir gelecekte; ilim ve teknoloji üstünlüğünü ve öncülüğünü ele geçirmiş, bunun yanında yeni ve yaygın kalkınma modelleri geliştirmiş, kendi öz kültürünü, dünyanın her yerinde özlenen ve özenilen hale getirmiş, temel insan haklarının ve evrensel hukuk kurallarının sağlanması ve dünya huzurunun korunması açısından, siyasi ve askeri etkinliğini, her halde ve her yerde hissettirebilen, farklı din ve kavimlerden bütün insanlığın refah ve hürriyetine hizmet eden, “Yeni Bir Barış ve Bereket Medeniyeti”nin merkezi ve motoru Türkiye olacaktır.
Seçmenlerin ve seçileceklerin birbirlerini rahatlıkla tanıyıp tartabilecekleri dar çerçevede ve yakın çevrede “doğrudan seçim” , geniş dairede ve ülke genelinde ise “vekiller eliyle dolaylı katılım” esasını benimseyen ve böylece doğrudan demokrasi ile temsili demokrasiyi birleştiren ve Yasama (Meclis), Yürütme (Hükümet) ve Yargı (Mahkemeler)’e bir dördüncü kuvvet olarak “Denetleme” yi ekleyen… Her dinden, her kavimden ve her düşünceden, bütün vatandaşların temel insan haklarını korumayı, birlikte barış ve bereket içinde yaşama şartlarını hazırlamayı hedefleyen Milli Görüş medeniyetindeki gerçek demokrasilerde buluşmak ümidiyle… Zira bugünkü haliyle, çağımız İslam’ın çok gerisindedir. Türkiye ise, maalesef çağın da gerisindedir!..
“Seçmenlerin ve seçileceklerin birbirlerini rahatlıkla tanıyıp tartabilecekleri dar çerçevede ve yakın çevrede “doğrudan seçim”, geniş dairede ve ülke genelinde ise “vekiller eliyle dolaylı katılım” esasını benimseyen ve böylece doğrudan demokrasi ile temsili demokrasiyi birleştiren ve Yasama (Meclis), Yürütme (Hükümet) ve Yargı (Mahkemeler)’e bir dördüncü kuvvet olarak “Denetleme”yi ekleyen… Her dinden, her kavimden ve her düşünceden, bütün vatandaşların temel insan haklarını korumayı, birlikte barış ve bereket içinde yaşama şartlarını hazırlamayı hedefleyen Milli Görüş medeniyetindeki gerçek demokrasilerde buluşmak ümidiyle… Zira bugünkü haliyle, çağımız İslam’ın çok gerisindedir. Türkiye ise, maalesef çağın da gerisindedir!..”
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/siyaset-ve-demokrasi-dengesi/
YA SİYONİZMİN DEMOKRATUR VERSİYONLARI
YA DA ERBAKAN’ın ADİL DÜZENİ…
Demokrasi; amaç değil, sadece bir araçtır ve onu kullananların niyetlerine göre farklı mahiyetlere bürünmektedir. Kötü niyetli ve zalim zihniyetli kimselere göre Demokrasi: “Şeytanî çıkarlarını, halkın ihtiyaçları ve amaçları gibi gösterme bahanesi ve insancıl kılıf geçirilmiş bu haksızlık ve ahlâksızlıkları, toplumun isteği ve desteği ile yürütme hilesidir.”
İyi niyetli ve insaniyetli kimselere göre ise demokrasi: “Hakkın doğrularını, halkın arzuları haline getirebilme vesilesi… Ve temel insan haklarını ve evrensel hukuk kurallarını, halkın ortak iradesi ile icra etme mesleğidir.”
Hakka ve hayra değil, nefs-ü hevaya meyilli olan insanların nasıl bir yönetim sergileyecekleri başından bellidir… Ve zaten “her toplumun layık olduğu idareyi bulması” da münasip ve mukadderdir.
Öyle ise; zulüm ve zorbalığın, ha bir Sultan ve Meşrutiyet tarafından, veya demokratik seçimle işbaşına gelmiş bir Başkan ve Hükümet tarafından yapılmış olması ne fark edecek ve neyi değiştirecektir? Ve yine ülkede adalet, hürriyet ve emniyet ortamını sağlayan; refah, bolluk ve bereket imkânlarını hazırlayan bir yönetimin, nasıl teşekkül ettiği çok mu önemlidir?
(Makaleden özet alıntı)
SİYASET KİMLERİN İŞİ!
Siyaset, er adamların işidir
Cesaret ve dürüstlük gerektirir
İlim; erbabının, iş bilenindir
Olayları çözümlemek, görenindir..
İkilik çıkaran, fitne tohumu eker
Kibirle bakan, şeytanı davet eder
Öfkeyle yatan, hataya düşer
Sabreden, sonunda iyi güler..
Yıkmak kolay, yapmak zordur
Nefsine uyanın, sonu kordur
İnsan yükü ağır, uğraşan yorulur
Tevbe kapısı, her daim açıktır..
Güven kalmadı, insanoğluna
Sahte dosta, sözde akrabaya
Mal, mülk ve makama tapana
İtibar yok artık, süslümanlara..
Demokrasilerin fantezi bir amaç değil, faydalı bir araç olarak değerlendirilmesinin en etkili formülü makalede verilmektedir.
Geçmişten günümüze kadar; Demokrasiyi şeytanî çıkarlara alet edilmesinden kurtaran, temel insan haklarının ve evrensel hukuk kurallarının uygulanması yönünde etkin kullanılmasını sağlayacak (makalemizde bir kısmı vurgulanan sistemden) daha etkili bir yöntem/anlayış getirilmediğini (geçmiş dönemlerdeki demokrasi hakkındaki yorumları/ yaklaşımları okuyunca ve zamanımızda ki uygulamaları görünce) bu gerçeği anlamamak, hayret ve hayranlık içerisinde kalmamak mümkün değil!
Konuya dair bir örnek vermek (geçmişe ve günümüze nasıl galebe çalan bir yaklaşım olduğunu) görmek adına sadece şu bölümü bile okumak yetmekteydi:
“Seçmenlerin ve seçileceklerin birbirlerini rahatlıkla tanıyıp tartabilecekleri dar çerçevede ve yakın çevrede “doğrudan seçim”, geniş dairede ve ülke genelinde ise “vekiller eliyle dolaylı katılım” esasını benimseyen ve böylece doğrudan demokrasi ile temsili demokrasiyi birleştiren ve Yasama (Meclis), Yürütme (Hükümet) ve Yargı (Mahkemeler)’e bir dördüncü kuvvet olarak “Denetleme”yi ekleyen… Her dinden, her kavimden ve her düşünceden, bütün vatandaşların temel insan haklarını korumayı, birlikte barış ve bereket içinde yaşama şartlarını hazırlamayı hedefleyen Milli Görüş medeniyetindeki gerçek demokrasilerde buluşmak ümidiyle… Zira bugünkü haliyle, çağımız İslam’ın çok gerisindedir. Türkiye ise, maalesef çağın da gerisindedir!..”
ADİL DÜZEN GELECEK, ENGELLEMEYE KİMSENİN GÜCÜ YETMEYECEK!
Ve yine ülkede adalet, hürriyet ve emniyet ortamını sağlayan; refah, bolluk ve bereket imkânlarını hazırlayan bir yönetimin, nasıl teşekkül ettiği çok mu önemlidir?
ADİL DÜZEN GELECEK, ÂLEM ŞAŞKINA DÖNECEK!
HERKES HUZURA ERECEK, İMKANSIZ DEĞİLMİŞ DİYECEK.
AKLI OLAN, İNSAN OLDUĞUNU HATIRLAYIVERECEK.
NASIL TEŞEKKÜL EDECEK? NE ÖNEMİ VAR DİYECEK!
VİCDAN EHLİ TEŞEKKÜR EDECEK, MÜNAFIKLAR KAHROLUVERECEK!
Yukarıda da belirttiğimiz gibi demokrasi; amaç değil, sadece bir araçtır ve onu kullananların niyetlerine göre farklı mahiyetlere bürünmektedir. Kötü niyetli ve zalim zihniyetli kimselere göre Demokrasi: “Şeytanî çıkarlarını, halkın ihtiyaçları ve amaçları gibi gösterme bahanesi ve insancıl kılıf geçirilmiş bu haksızlık ve ahlâksızlıkları, toplumun isteği ve desteği ile yürütme hilesidir.”
İyi niyetli ve insaniyetli kimselere göre ise demokrasi: “Hakkın doğrularını, halkın arzuları haline getirebilme vesilesi… Ve temel insan haklarını ve evrensel hukuk kurallarını, halkın ortak iradesi ile icra etme mesleğidir.”
Hakka ve hayra değil, nefs-ü hevaya meyilli olan insanların nasıl bir yönetim sergileyecekleri başından bellidir… Ve zaten “her toplumun layık olduğu idareyi bulması” da münasip ve mukadderdir.
Siyaset ve Demokrasi Dengesi
• Demokrasi, çağımızda en çok istismar ve suiistimal edilen kavramlardan biridir. Eski Yunancada “demos-kratos” kelimelerinden türetilen ve “halkın kendi kendisini yönetmesi” anlamında kullanılagelen demokrasi, uygulandığı her ülkede birbirinden oldukça farklı biçimlere bürünmektedir.
• Demokrasinin başlıca türleri şunlardır: Doğrudan Demokrasi, Temsili Demokrasi, Liberal Demokrasi ve Hristiyan Demokrasiler.
• Doğrudan Demokrasi, halkın hem anayasa ve kanunlarını, hem yönetim kurumlarını bizzat kendilerinin hazırlaması ve uygulaması ve yine bütün mahkemelere doğrudan halkın bakması şeklindeki bir demokrasi anlayışıdır. Ancak bu sadece 5-10 bin nüfuslu bir şehir-site düzeninde uygulanabilecek bir yönetim şeklidir.
• Temsili Demokrasi, halkın siyasi haklarını, kendi seçtikleri ve yetki verdikleri Temsilcileri (Milletvekilleri) aracılığı ile kullandıkları yönetim şeklidir. Ancak partiler arası kör taassup ve inatlaşmanın başlaması, seçilecek milletvekillerinin belli merkezler tarafından belirlenip bunların halka dayatılması, milletvekillerinin ve partilerin bazı güç odaklarınca satın alınması ve onların hizmetinde kullanılması gibi endişe ve etkenler en aza indirilebilse, “Temsili Demokrasi” ideal bir yönetim şekli olabilir.
• Liberal Demokrasi, ülkedeki “azınlık”ların temel hak ve hürriyetlerini garanti altına alabilmek amacıyla, çoğunluk iktidarının anayasal düzenlemelerle kısıtlanması halidir. Ancak ilk bakışta iyi niyetli ve insani bir amaca yönelik görünen bu durum, pek çok ülkede istismar edilmiş ve o ülkedeki “etnik, dini veya sosyal azınlıkların (laikler, enteller, zenginler gibi) çoğunluğa hükmettikleri, hatta zulmettikleri bir yapıya çevrilmiştir.
• Hristiyan Demokrasiler, Hristiyanlık dininin inanç ve ahlâk prensipleriyle demokratik ilkelerin kaynaştırılması sonucu elde edilen program ve projelerin yönetimlere hâkim kılınması şeklidir.
• Demokrasilerin fantezi bir amaç değil, faydalı bir araç olarak değerlendirilmesi gerçeğidir. İngiltere’deki demokratik düşüncenin öncülerinden sayılan John Locke, “Two Treatises of Government – Sivil Yönetim Hakkında” (1690) adlı risalesinde, “can, mal ve namus emniyetinin, din ve düşünce hürriyetinin, insanların temel ve tabii hakları olduğunu ve hükümetlerin bunları sağlamak ve korumakla görevli bulunduğunu, demokratik seçimler ve biçimlerle de işbaşına gelmiş olsa, bu hakları çiğneyen hükümetlerin meşruiyetini yitireceğini ve halk tarafından değiştirilmesi gerektiğini” söylemektedir.
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/siyaset-ve-demokrasi-dengesi/