YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
660654d1e7df1
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 5 8 8
Bugün : 10138
Dün : 16551
Bu ay : 405346
Geçen ay : 338123
Toplam : 22731296
IP'niz : 54.92.155.93

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Amerikan uçak gemilerinden kalkan jetlerin, Pakistan ordu yetkililerine ve hükümetine haber bile vermeden, Veziristan ve diğer bölgeleri, Taliban bahanesiyle sürekli bombalaması, orduyu ve halkı oldukça rahatsız ediyordu. ABD’nin Pakistan’ı parçalamayı amaçladığı konuşuluyor. Hükümet çaresiz ve etkisiz bulunuyordu. Bu nedenle ordunun her an müdahale edip yönetime el koyabileceği bekleniyordu. İran’daki askeri toplantıya yapılan ve üst düzey komutanların da ölümüyle sonuçlanan terör eyleminin de ABD tarafından planladığı düşünülüyordu. Çünkü Belucistan’ın kurulması İran’dan da bir parçanın koparılmasını öngörüyordu.

İşte böyle bir süreçte Recep Erdoğan’ın Pakistan’a gidip “Bir askeri müdahaleye karşıyız, hükümetin yanındayız” açıklamaları, Amerikan hesabına bir girişim olarak değerlendiriliyordu.

Bu arada Bağdat’taki korkunç patlamalar da, aynı amaçlı planın bir devamı olduğu seziliyordu.

AKP Türkiye’sinin göstermelik İsrail karşıtı çıkışları ise bölge ülkelerini tavlamaya ve Amerika’nın işini kolaylaştırmaya yönelik bir şov olarak okunuyordu.

Rusya, Çin ve İran’ın da yakından ve kaygıyla izlediği bu gelişmeler, emperyalist güçlerin İran’dan önce Pakistan’ın parçalanması üzerinde yoğunlaştığını gösteriyordu. Ama asla unutulmamalı ki; Pakistan araç hedef, İran anaç hedef, Türkiye ise asıl hedef sayılıyordu.

Başbakan Recep Erdoğan’ın, Pakistan ve İran gezisinde, “İran’ın nükleer hazırlıklarının barışçıl ve enerji amaçlı yapıldığını ve boşuna hedef alınıp haksızlığa uğratıldığını” söylemesi de samimiyet ve Milli hassasiyetten uzak, “İran’ı kışkırtıp, arka çıkıp, savaş ve saldırıya karşı gerekçe yapılacak yanlışlıklara sürüklemek” hesaplıydı.

Ve zaten bu ziyaretlerin ardından Recep Beyin Amerika’ya koşacak olması, bu şeytani ve Siyonist tuzakla ilgili çalışmaları, Obama aracılığıyla Yahudi Lobilerine aktarmak ve yeni talimatlar almak amaçlıydı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Slovakya ziyareti sırasında:

“Türkiye’nin dış politikada eksen kayması gibi bir açılımının asla olmadığını ve hele İsrail’den ve AB’den uzaklaştığı savlarının yanlışlığını vurgulayarak, “Suriye ve İran’la olan sıcak temasların, bu ülkeleri çağdaş dünyaya kazandırmayı amaçladığını” açıklamıştı. Bu sözlerin Türkçesi; İran ve Suriye’nin küresel sömürü düzenine ve Siyonist emperyalizme kaydırılması ve zulme başkaldıran ülkelerin yumuşatılıp hizaya sokulmasıydı. Tabi bu tavır AKP zihniyetinin küresel şebekenin bir “tuzak kekliği” olduğunun da ispatıydı. Evet, avcılar yabani keklikleri tuzağa çekmek için, evcil keklikleri besleyip öttürüyorlardı.

Fransa Uluslararası İlişkiler ve Stratejiler Enstitüsü Müdürü Pascal Boniface

Irak’a iftira atanlarla, İran’ı suçlayanlar aynı

 Pascal Boniface, milletlerarası ilişkilerde en önde gelen uzmanlardan biri ve otuzu aşkın eserin yazarıdır. Uluslararası İlişkiler ve Stratejiler Enstitüsü’nün de müdürüdür. Bu arada Fransa’da büyük olay olan “İsrail’i Eleştirmeye İzin Var mı?” adlı bir eserin de sahibidir. Le Nouvel Observateur’den Henri Guirchon ile röportajında şunları söylemiştir:

“Her sene, fakat onlarca yıldan beridir, İranlıların bir seneye kadar bu silâha sahip olacaklarını savunup duruyorlar. Bu kesin ve iddialı haberleri nereden çıkarıyorlar? Ya kendileri yanılıyor veya bizi yanıltıyorlar. İran’ın çok yakında nükleer silâha sahip olacağını söyleyenler ile Saddam Hüseyin’in Irak’ının kitle imha silâhlarına sahip olduğunu, o yüzden hemen savaş açılması gerektiğini haksız yere iddia etmiş olanlar aynı kimselerdir.”

Irak Müslüman Alimler Birliği Heyeti Kültür ve Basın Bölümü Başkanı Dr. Müsenna Haris Dari:

“Irak’ta Mossad’ın parmağı var”

Direniş dışındaki birçok ekip ve partinin ihtilafından dolayı yakın gelecekte Irak içi kanlı çatışmaların yaşanabileceği uyarısında bulunan Müsenna Haris Dari, Mossad’ın Irak’ta etkin faaliyet içinde olduğunu belirtmiştir.

Irak Müslüman Âlimler Heyeti Kültür ve Basın Bölümü Başkanı Dr. Müsenna Haris ed Dari, eş-Şuruk gazetesine verdiği söyleşide: “son zamanlarda Irak’taki ölüm olaylarının fazla olmasının ve Bağdat’ta 200 kişinin ölümü 600 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan patlamanın arkasında Mossad’ın parmağının olduğunu” kaydetmişti.

Irak’ta yerel seçimler öncesinden uyarılarda bulunarak yerel seçimlerin ardından bu tür olayların kaçınılmaz olarak vuku bulacağını söylediklerini belirten Dari, benzer hadiselerin önümüzdeki seçim öncesinde de yaşanacağı uyarısında bulunarak Irak halkının birlik ve bütünlüğünü bozmak için yoğun bir gayret içerisinde olan çevrelerin olduğunu belirtti. Irak Dava Partisi ve Irak İslam Yüksek konseyi arasında bir güç mücadelesi yaşandığını bildiren Müsenna, iki grubun siyasi üstünlük mücadelesinin Irak’ı kan gölüne çevirdiğini belirtti. “Ama asıl suç bu ortamı isteyenler ve böyle bir ortamı hazırlayanlardır” diyen Müsenna, Mossad’ın Irak’ta etkin faaliyet içinde olduğunun altını çizmişti.

“Küçük hesapların peşinde koşuyorlar”

Bu iki parti arasında yaşanan benzer suçlamaları Irak Müslüman Alimler heyeti olarak yaşadıklarını Müsenna şöyle anlattı: “Bizler de hedef gösterildik. Binamız bombalandı. Bir Heyet mensubu birçok âlimimiz suikasta kurban gitti. Müslüman Âlimler Birliği Genel Başkanı yurt dışına sürgün edildi. Maliki yönetimi her ne zaman başarısız bir icraatta bulunsa, bunun sorumlusu olarak bizim heyetimizi günah keçisi olarak zikreder, başkanımız Haris Dari’nin ismini anar.”

Bu tür iftiralara karşı Irak şartlarını iyi okumayla karşı koyduklarını belirten Müsenna, asıl mücadele edilmesi gereken işgalcilere ağır kayıplar verdirmekle bunu başardıklarını belirtti ve direnişin Irak yönetiminden daha olgun davrandığını dile getirmişti.

Müsenna, 2008 yılında direnişin daha fazla ivme kazanarak bugüne güçlü bir şekilde geldiğini belirttikten sonra yaptıkları operasyonların meyvelerini bugün almaya başladıklarını belirtmişti.

“Direniş grupları dört temel esasta birleşiyorlar”

Bugün Irak’ta askeri operasyonlarda biraz düşüş yaşansa da ipler direnişin elindedir” diyen Müsenna Amerika ile direniş grupları arasında bir görüşme gerçekleşti mi, sorusuna da “Direniş gruplarından biriyle böyle bir görüşme yaptılar. Ama bu direniş grubunun onlara verdiği, direnişe devam edeceğiz, cevabı bizim de desteklediğimiz cevaptı” şeklinde karşılık vermişti.

Irak direniş gruplarının dört temel esasta birleştiğini bunlardan birincisinin Irak’ın özgürlüğüne kavuşturulması, ikincisinin Irak’ın birlik ve bütünlüğünün devam ettirilmesi, üçüncüsünün Irak’ın Arap kimliğinin muhafazası ve son olarak da Irak’ın elinde bulundurduğu servetin korunması olduğunu söyleyen Musenna, “direniş dışındaki birçok grup ve partinin bu esaslarda birleşmemesinden dolayı da yakın gelecekte kanlı çatışmaların yaşanabileceği” işaretini vermiştir.

İntihar bombacıları mı, CIA MOSSAD ajanları mı?

İran’ın Sistan-Pelucistan bölgesinin Pişin şehrinde meydana gelen intihar saldırısında yedisi üst düzey rütbeli asker olan otuz bir kişi ölmüş ve elli kişi de yaralanmıştı.

İran Meclis Başkanı Ali Laricani, saldırıdan Amerika’yı sorumlu tuttuğunu açıklamıştı.

İntihar eylemcisinin cebinden Sünni bir aileye ait nüfus cüzdanının çıkması, o kişinin Cündullah üyesi olması da bu intihar saldırırsının Cündullah tarafından yapıldığını kanıtlamazdı.

“Amerika, Irak’ta öldürülen binlerce askerini pusuya düşürenleri, pusuyu planlayanları, tankını vuranları, helikopterini düşürenleri göremiyor, bulamıyor, vuramıyordu.

Ancak havadan attığı bombalarla düğün evini, ölü evini, okul, hastane, park, mezarlık ayırımı yapmadan vurup kaçmasını biliyordu.

Onun için, hala Afganistan’daki askerleri Kabil’in dışına çıkamıyor, Irak’ta direnişçilere karşı hiçbir şey yapamıyordu.

“Hiçbir şey yapamıyor” demem de doğru değil. Dünyanın en alçak işine girişiyordu.

Yerle bir ettiği köylerden sağ kalan aileleri de hapse atıyor, on beş yaşındaki çocuğun gözleri önünde babasıyla annesine akıl almaz işkenceler yapıyordu.

 Çocuk Sünni ise: “Şii camisine intihar saldırısı düzenlersen annen, baban ve kardeşlerin serbest kalacak. Bak şu karşı koğuştaki ailenin Şii çocuğu, Sünnilere ait camiyi bombaladı, kendisi de öldü ama ailesini serbest bıraktık. Kendi gözlerinle gördün”  dedikten sonra on beş yaşındaki çocuğu ölüme gönderiyor, ölüyor, öldürüyor arkasından dünya basın yayın organları “Bakın Sünnilerle Şiileri birbirini öldürüyorlar” diyordu.”

“Amerikalı şirkette çalışan binlerce Sünni ve Şii delikanlılar, akşama kadar kamyon, kamyonet, taksi ile şirketin istediği yerlere mal bırakıyordu.

Orduyla birlikte çalışan bu şirket, Sünni delikanlının arabasına patlayıcıyı yüklüyor ve bu malı pazaryerindeki filana teslim edip gelmesini söylüyordu. Delikanlı arabada ne olduğunu bilmez. Pazaryerine girince orada beklemekte olan görevli düğmeye basıveriyordu. Ölen delikanlının nüfus cüzdanından onun Sünni olduğunu dünya basınına servis ediyordu.

Şimdi siz, Amerika teröristleriyle çarpışmak için oraya gitseniz pazaryerinde Müslüman öldürmek için intihar eder misiniz? Bunun yalan olduğu sırıtıyordu.

Rabbimiz: “Kötü tuzak sahibini yakalar”  buyurmuş. (Fatır 43)

Atalarımız: “Ebu Cehil kuyu eşer, kendi kuyusuna kendi düşer”

“Hileyle iş gören mihnetle can verir”

“Rüzgâr eken” devletler  “fırtına biçerler” demişler.”

ABD, Pakistan’ı karıştırmaktaydı

ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General David Petreaus ve Amerikalı Senatör John Kerry, Pakistan’a yapılacak milyarlarca dolarlık sözde yardım paketiyle ilgili görüşmelerde bulunmak için bu ülkeye gitmişlerdi.

ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General David Petreaus ve Amerikalı Senatör John Kerry, Pakistan’da temaslarda bulunuyor. Amerikan Büyükelçiliğinden yapılan açıklamada, Petraeus’un üst düzey yetkililerle görüşmeleri olduğu, Kerry’nin de siyasi ve askeri liderlerle bir araya geleceği belirtilmişti.

Kerry’nin, ABD’nin Pakistan’a yapacağı milyarlarca dolarlık sözde yardım paketiyle ilgili görüşmelerde bulunacağı kaydedilmişti.

Öte yandan istihbarat kaynakları, Afganistan sınırı yakınında gerillalara karşı operasyon başlatan askerlerin çok sayıda Taliban üyesini öldürdüğünü bildirilmişti. Pakistan’da düzenlenen kanlı saldırıların ardından Güney Veziristan’da başlatılan operasyonlarda hem ordu hem de Taliban, zafer ilan etmişti. Taliban yaptığı açıklamada, işbirlikçi orduya “ağır kayıp” verdirdiğini söylemişti. Oysa Pakistan’da, okullarda ve semt pazarlarındaki masum sivillere yönelik intihar bombalarının MOSSAD ve CIA tarafından tezgâhlandığını artık herkes bilmekteydi.

Pakistan, saldırıyla ilgileri olmadığını açıkladı

Öte yandan, Pakistan, İran’da Devrim Muhafızlarını hedef alan ve 42 kişinin öldüğü saldırıyı kınadı ve saldırıyla bağlantısı olduğu iddialarını reddetmişti. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın ”Pakistan’daki bazı ajanların saldırganlarla işbirliği yaptığı” iddiasına karşılık Pakistan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Abdül Besit, Daily Times gazetesine verdiği demeçte, ”Pakistan terörist faaliyetlere karışmamıştır. Bu tehdidi yok etmek için çaba gösteriyoruz” demişti.

Pakistan Başbakanı Yusuf Rıza Gilani ise ”İran’daki bu korkunç terörizm eylemini şiddetle kınadıklarını” ifade etmişti.

Bu arada İran’ın, Devrim Muhafızları’nı hedef alan saldırının ardından Pakistan ile aralarındaki bir sınır geçiş noktasını kapattığı bildirilmişti. Ketta’daki Pakistan polisinden Ekber Sancrani, İran’ın en az bir sınır geçiş noktasını kapattığını söylemişti. İranlı yetkililerin sınırı kapatma konusunda bir neden göstermediğini belirten Sancrani, bunun saldırıyla ilgili olduğunu belirtmişti. İran devrim Muhafızlarına yönelik bu kanlı saldırının da, Pakistan’la İran’ı vuruşturmak isteyen MOSSAD ve CIA ajanlarınca yapıldığı kanaati güçlenmişti.

Chavez: “İsrail, İslam Birliğini yıkmak için kurulmuştur”

Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez, Suriye temasları kapsamında Devlet Başkanı Beşşar Esad ile bir araya geldi.

Terörist İsrail’i sert şekilde eleştiren Chavez, İsrail’in bölücülük yapmak ve Arap dünyasının birliğini yok etmek amacıyla kurulduğunu belirtti. Beşşar Esad ile görüşmesinden sonra düzenlenen ortak basın toplantısında konuşan Chavez, İsrail’in diğer insanları yok eden emperyalist bir ülke olduğunu söyledi. Chavez, “İsrail insanları yok eden ve barış düşmanı bir ülke haline gelmiştir” dedi. İsrail’i ayrıca Ortadoğu’yu bölmek isteyen emperyalist çabaların bir parçası olmakla suçlayan Chavez, “İsrail devletinin hangi amaçla kurulduğunu bütün dünya biliyor. Bölmek için. Arap dünyasının birliğini yok etmek için. Kuzey Amerika imparatorluğunun bu topraklardaki varlığını sağlamak için” diye konuştu. Libya, Cezayir, Suriye, İran, Beyaz Rusya ve Rusya’yı kapsayan 11 günlük dünya turuna çıkan, çok kutuplu bir dünya inşa etmek ve ABD’nin bölgedeki etkisini azaltmayı isteyen Chavez, “Bunun kaçınılmaz bir mücadele olduğuna inanıyorum. Dünyayı emperyalizmden kurtarmak ve dünyayı tek kutupluluktan çok kutupluluğa doğru değiştirmek için ya şimdi ya da hiçtir” dedi.

“Golan Tepeleri’nden çıkın”

Terörist İsrail’in Aralık ve Ocak aylarındaki Gazze saldırılarını da sert bir şekilde eleştiren Chavez, 1967 yılında İsrail’in işgal ettiği Golan tepelerini de Suriye’ye geri vermesini istedi. Chavez, ”Venezuela, İsrail’i, işgal ettiği Golan Tepeleri’nden çekilmeye ve Filistin halkına yönelik ablukayı kaldırmaya çağırıyor’ dedi. Basın toplantısında konuşan Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ise, İsrail’in barışa hazır olmadığını düşündüğünü ancak Suriye’nin bu konuda ciddi olduğunu söyledi. Esad, ”Bizim için tüm İsrail hükümetleri aynı. 1991 yılından bu yana yürütülen barış sürecinde hiçbir başarı sağlanamadı. Yalnızca taktikler değişiyor, ancak özü bir. İsrail ne şimdi ne de gelecekte barış için hazır değil” diye konuştu. Geçen sene Türkiye’nin arabuluculuğunda başlayan İsrail-Suriye dolaylı görüşmeleri İsrail’in Gazze saldırıları karşısında askıya alınmıştı. Beşşar Esad, Mart ayında gazetede yayımlanan bir röportajında, Türkiye’nin arabuluculuğunun Golan tepelerinin geri verilmesi konusunda İsrail’in kesin bir açıklama yapmaması sebebiyle başarısız olduğunu söylemişti.

İsrail ideolojik savaşına Müslüman ortak arıyor!

İsrail, siyasi ve cihadi İslami hareketleri terör kategorisine ve kapsamına koyarak bunlara karşı uluslar arası bir ortak cephe kurmak istiyor. Bu bağlamda, onlara karşı hem uluslar arası yaptırım istiyor hem de ‘Ilımlı’ Arap ülkelerinin desteğini almak istiyor. Sözüm ona ılımlı Arap ülkelerinin İslami hareketlere kendi penceresinden ve zaviyesinden bakmasını arzu ediyor. Gazze savaşındaki gibi. Bir zamanlar başbakanlardan birisinin Moskova’dan: “Kafkaslar’a Rusya ile aynı pencereden bakıyoruz’ mealinde sözler sarf etmesi gibi. İsrail, İslami hareketlerle savaşta Arap ülkelerinin kendisi ve Batı ile aynı hendekte yer almasını istiyor. İsrail’e göre, özellikle ABD’nin Irak’ta bataklığa saplanmasından sonra Arap devletlerinin de bu ideolojik savaşa ortak olmaları ve katkı sunmaları hayati ve kritik hale gelmiştir. İsrail toprakları üzerinde İslami hareketlere yönelik olarak yaptığı bu ideolojik ve onun ötesinde gerçek savaşı küreselleştirmek istiyor. İsrail’in tasavvuruna göre, bu küresel savaşın en büyük rüknünü ve çapını da Arap ve İslam dünyası oluşturuyor. Zira bu tür hareketlerin üreme alanı genel olarak Arap ve İslam dünyası.. Bu bağlamda, İsrail bir plan hazırlıyor ve bu plan doğrultusunda BM üyesi ülkelerde İslami hareketlerin seçimlere katılımlarının yasaklanmasını teklif ediyor. Gerekçe olarak da, bu hareketleri terörist ve ırkçı olarak göstermesi. Bu bağlamda, İsrail, Araplara açılma stratejisini bu ülkelerin İslami hareketlerle ilişkisine bağlayacak. Arap ülkeleriyle normalleşmenin seyrini bu ülkelerin İslami hareketlere yönelik davranışı belirleyecek. Bu noktada, eski Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, görevinde iken birçok Arap ülke lideri ve yetkilisiyle İslami hareketlerin siyasi faaliyetlerinin meşruiyet kapsamının dışına çıkarılması planını görüştüğünü ifade ediyor. Hamas’ın hükümet olmasının böyle bir seçim sürecinin ürünü olduğunu hatırlatıyor. İsrail’in bu planının BM’de kabulü halinde işgalcilere karşı mücadele eden İslami ve milli hareketlerin en azından uluslar arası düzeyde meşruiyeti kalmayacak.

Halbuki kendisi de olmak üzere İsrailli partiler ve liderleri ve devletin yapısı hem ırkçı ve hem de temelinde terör eylemleri ve hareketleri var. Sözgelimi, son seçim kampanyasında Livni ‘Katiller mangası’ olarak ün yapan isimlerle ittifaka girmiştir. Bunlardan birisi askerlerden ve subaylardan Aksa İntifadası çerçevesinde günde en az 70 Filistinli cesedi isteyen eski savunma bakanlarından Shaul Mofaz iken bir diğeri de yine benzeri bir isim olan Avi Dichter idi. Bizzat Tzipi Livni’nin de Avrupa’da Mossad ajanlığı yaparken siyasi suikastlar işlediği sanılıyor. Babası Eitan Livni ise Menahem Begin’in ölüm mangalarında görev alan eski bir tedhiş örgütü mensubudur. ATZL adlı tedhiş örgütünde arındırmacılığıyla ün yapan Menahem Begin’in adı Şam Şeytanı lakabına benzer Yeruham Şeytanıdır. Arkadaşlarının kendisine takmış olduğu lakap budur. Livni gibi İsrailli yetkililer İslami hareketlere karşı İsrail ve Batı ile işbirliğine gitmeyen ve aynı cepheye dahil olmayan devletlere ‘Haydut devletler’ tanısı koyuyor. Bu çevrelere göre, İslami hareketlerin kendi aralarındaki farklılıkları ne olursa olsun tek bir müşterekte birleşiyorlar: İslam’ı yeniden tarih sahnesindeki mualla mevkiine oturtmak. İslam’ın tarih seyri içindeki eski yerini yeniden kazanması.  İsrailli liderler, terörle savaşta gevşeyen ABD’nin boşluğunu İslam ülkelerinin doldurmasını istiyor ve bekliyorlar. Eski Genelkurmay başkanlarından Moşe Ya’alon daha da ileri giderek siyasi ve cihadi İslami hareketlere karşı nihai zafer kazanmak için Arapları İsrail’e ortak olmaya davet ediyor. Ya’alon’a göre, ABD’nin Irak’taki varlığı İslami hareketlere güç vermektedir. Onlara göre İslami hareketlerin ortak vasfı terör hareketleri olmasıdır.

Bununla birlikte İsrail’de de ezber bozan yaklaşımlar var. Bunlardan birisi eski Meclis Başkanı Avraham Burg’un yaklaşımıdır ki kimi Yahudiler onun İsrail’i terk etmesini istiyorlar. Zira zaman zaman İsrail’in Hitlervari politikalar izlediğini ve Filistinlileri sindirmek ve yıldırmak için terör yöntemlerine başvurduğunu söylemektedir. Revizyonist tarihçiler ve Ilan Pape gibi isimler İsrail’in Nakba öncesinde sivil Filistinlilere karşı arındırma ve terör politikası izlediğini müdellel bir biçimde ortaya koymaktadır. Ha’aretz gazetesinden Giedon Levy de benzeri söylemleri paylaşmaktadır. Tzipi Livni İslami hareketleri ırkçılıkla damgalarken Avraham Burg bütün İsrail partilerinin baştan sona ırkçı olduklarını teslim etmektedir. İşin ilginç yanı, Saleh Alanaami’nin ‘Israel: the globalization of the war against Islam and the assistance of the Arabs!!’ başlıklı yazısında dile getirdiği gibi, İsrail’in Arap liderlerini emre amade ve  işbirliğine yatkın hazır kıta olarak görmesi ve değerlendirmesi cüretkarlığıdır. Galiba asıl kabahat bu intibaı alanlarda değil verenlerde…[1]

Sudan sebepler…

Ankara’da Fırat ve Dicle ile ilgili bir toplantı vardı. Toplantıya Türkiye’nin yanı sıra Suriye ve Irak sulama bakanları ve teknik heyetler katılmıştı. Suriyeliler ve özellikle Iraklılar Türkiye’nin kendilerine az su bıraktığını söylüyor ve 1987’de imzalanan protokole uyulmasını isteyerek suların paylaşımı ile ilgili yeni bir anlaşmanın imzalanması gereğinden söz ediyor. Türkiye ise Fırat ve Dicle’yi sınır aşan nehirler olarak kabul ettiği için ortak bir anlaşmadan yana olmadığını, her iki nehirde yeterince su olduğu sürece Suriye ve Irak’a istedikleri miktarı bırakacağını söylüyor ve bırakılan suyun sürekli ölçülmesi için teknik bir heyetin sınırın sıfır noktasında sürekli görev yapmasını öneriyor.

Geçen ay Kahire’de bir araya gelen 10 Afrika ülkesinin sulama bakanları Nil sularının paylaşımı konusunda bir anlaşmaya varamadan dağıldı. Bazı ülkeler var olan anlaşmanın gözden geçirilmesi gerektiğini söyleyerek Mısır ve Sudan’a fazla su bırakıldığını savunuyor.

Bu konunun önümüzdeki yıllarda çok ciddi sorunlara yol açacağı kesin. Sudan’ın parçalanması, Etiyopya ile Eritre’nin savaştırılması ve bazı Afrika ülkelerinde iç savaşların kışkırtılması hep beklenen gelişmelerdir.

Nil ile ilgili böylesi karmaşık ve tehlikeli hesapların ve senaryoların yapıldığı bir dönemde İsrail Dışişleri Bakanı Liberman 5 ülkeyi kapsayan mini bir Afrika turuna çıktı. Bu beş ülkenin üçü Nil’in geçtiği ya da Nil’e katkısı olan ülkeler. Kenya, Etiyopya ve Uganda.

20 İsrail şirketinin yetkilileri ile Afrika’yı dolaşan Liberman gittiği ülkelerin yöneticilerine ‘Sizlere su ve tarım konusunda yardımcı olmak için geldik” dedi.

Bu da şu demektir: ‘Arap olan Mısır ve Sudan ile Nil savaşınızda sizin yanınızdayız ve bu ülkelere su vermek istemiyorsanız biz size yardımcı olabiliriz’. Yani düpedüz savaş kışkırtıcılığı.

Kurulduğu 1948’den bu yana Afrika kıtasına büyük ilgi gösteren İsrail 1950-1990 yıllarında bu kıtada meydana gelen 30’ı aşkın iç savaş ve askeri darbenin hep arkasında oldu. İsrailli işadamları Mossad adına bu kara kıtada her türlü pisliğin içinde ve arkasında oldu.

Afrika ülkelerinin yöneticileri bu gerçeği görmesi geç oldu ama Afrika halkları bunun bedelini çok ağır ödedi.

Bu nedenle de İsrailli politikacılar, şirketler ve işadamları son 20 yılda Afrika’da çok kolay ve açıktan hareket edemiyor. İşte İsrail şimdi yeniden sahneye çıkmak istiyor hem de su gibi kutsal ve aziz bir malzemeyi kullanarak. Nasıl olsa İsrail buna alışık BM’nin, Filistin ile ilgili İnsani Konular Koordinatörü bir rapor yayınladı. Rapora göre İsrail’in üç yıldır kuşatma altında tuttuğu Gazze’de Filistinlilerin % 60’ı (Bir milyon insan ) susuz evlerde yaşıyor ve çok zor koşullarda su ihtiyacını karşılıyor. Geri kalanların da büyük bölümü temiz ve sürekli suya sahip değil. Çünkü İsrail kuyuların açılması ve var olan kuyuların işletilmesi ve çıkartılan suların arıtılması için gerekli olan alet ve malzemenin girişine izin vermiyor.

Benzer şekilde 1967’den bu yana işgal altında bulunan Batı Şeria’da ise durum pek farklı değil. İsrail Filistinlilerin topraklarında kuyular kazarak sularını çalıyor ve gerektiğinde bu suları onlara para ile satıyor.

İşgal altında tuttuğu Lübnan’ın güneyi ile Suriye’nin Golan bölgelerinden kendi su ihtiyacının neredeyse %45’ni karşılayan İsrailliler işgal altında yaşayan Filistinlilerin neredeyse 100 katı su tüketiyor. Ama yine İsraillilerin gözü başkalarının sularında. Çünkü birileri onlara ”Nil’den Fırat’a kadar olan bütün toprak ve sular sizin’ demiş, onlar da buna inanarak gereğini yapıyor!

Türkiye, Batı-İran nükleer krizini hasarsız atlatma çabasında mı?

 İran ile Batılı ülkeler arasındaki nükleer krizin tırmanmasından endişe eden Türkiye, bölgedeki sorunun diplomasiyle çözülmesi için devreye giriyor. BM’de yapılacak toplantıdan önce tarafların diyalog kurabilmesi için çaba sarf ediyordu. 

 Ankara’yı kaygılandıran hususlar neler peki?

Birincisi komşularıyla problemlerini çözmeye çalışan Türkiye, sınırının dibinde yeni bir krizin çıkmasını istemiyor.

İkincisi, Birleşmiş Milletler’de İran’a yönelik muhtemel bir yaptırım söz konusu olduğunda bu kararın Ankara’yı zor durumda bırakacağını biliyor. Hâlihazırda BM Güvenlik Konseyi üyesi olan Türkiye, yaptırım kararı konusunda İran ile Batılı ülkeler arasında tercih yapma noktasına gelmekten kaçınıyor.

Üçüncüsü, İran ile Türkiye arasındaki ticaret her geçen sene gelişiyor. Her iki ülke de bugün 11 milyar dolar civarında olan ticaret hacmini 2010’da 20 milyar dolara, 2015’te de 40 milyar dolara çıkarmayı hedefliyor. Dolayısıyla Türkiye, İran’la giderek artan bu ticari ilişkisinin sekteye uğramasını istemiyor.

Dördüncüsü, İran’a yönelik bir kuşatma stratejisinin Tahran’ı köşeye sıkıştırdıkça bölgedeki gerilimin tırmanacağını öngörüyor. Mesela Irak’taki kırılgan siyasi yapı büyük zarar görebilir. Acemlerle Araplar arasındaki tansiyon yükselebilir.

S. Arabistan ile İran’ın yeni savaş alanı: Yemen 

Arap Yarımadası’nın güneybatı ucunda yer alan Yemen, son aylarda adı konulmamış büyük bir iç savaş yaşıyor. Ülkenin kuzeybatısında Suudi Arabistan sınırındaki Saade bölgesinde yönetime karşı silahlı mücadele veren Şii Zeydi gerillalarıyla hükümet güçleri arasında çıkan çatışmalarda şu ana kadar yüzlerce kişi hayatını kaybetti, on binlerce kişi de evlerini terk etmek zorunda kaldı. 

Son günlerde gittikçe yoğunlaşan çatışmalar sırasında Yemen güçlerinin savaş uçakları kullanması, aynı şekilde gerillaların da ağır silahlarla karşılık vermesi dikkat çekiyor.

Yemen’in gittikçe Vahhabi Suudi Arabistan’ın etkisine girdiğini öne süren gerillalar, buna göz yummayacaklarını belirtiyor. Liderliğini Husi kabilesinin yapmasından dolayı Husiler olarak da adlandırılan Zeydi gerillalar, kendilerine ikinci sınıf muamelesi yapıldığını da öne sürüyor. Ancak hükümet ise resmen olmamakla birlikte gayri resmi yollarla Zeydi gerillaların arkasında İran’ın bulunduğunu belirtiyor. Oysa asıl kışkırtıcının ABD olduğu gözlerden saklanıyor. Hükümet kaynaklarına göre Zeydi gerillalar 1962’de devrilen ve yaklaşık bin yıl Yemen’de hüküm süren Zeydi Haşimi yönetimini tekrar tesis etmeye çalışıyor.

Uzmanlar, İran ve Suudi Arabistan arasındaki güç mücadelesinin en bariz göstergesi olan Yemen’deki çatışmaların sona erdirilememesi durumunda tüm Arap Yarımadası’nın hızla istikrarsızlığa yuvarlanabileceğini belirtiyor. Böylece ABD İran’ı dört yandan kuşatıyor.



[1] Mustafa Özcan / Milli Gazete

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Ramazan YÜCEL

Ramazan YÜCEL

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx