YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66320458212cf
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 8
Bugün : 8692
Dün : 23368
Bu ay : 8692
Geçen ay : 737322
Toplam : 23524978
IP'niz : 3.17.68.14

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Türkiye'nin AB'ye girmesini perde arkasında en çok isteyen ve destekleyen ülke İsrail'dir. Çünkü bu yolla Türkiye'yi İslam Aleminden koparıp kendi güdümündeki Avrupa'ya bağlamak ve rahatlıkla kullanmak hevesindedir. Avrupa Birliği Komisyonundaki İsrail Temsilcisi Giancarlo Chevallard, şunları söylemektedir:

"Türkiye'nin üyeliğiyle birlikte AB, Suriye, Irak ve İran'la ortak sınıra sahip olacak. AB, coğrafi anlamda Orta Doğu'nun bir parçası olacak. Türkiye, şu anda da İsrail'in önemli bir stratejik ve ekonomik ortağı. Avrupa Birliği de kendi içinde Türkiye'yi de bağlayacak olan tam anlamıyla ortak güvenlik ve dış politika oluşturma sürecinden geçiyor. Bütün bu sebepler yüzünden Türkiye'nin AB'ye katılımı bölgenin politik yapısında büyük bir etki yaratacak ve (İsrail'i rahatlatacak) ve bölgedeki siyasi oyuncular arasında şu anda mevcut olan ilişkileri de etkileyecektir.

 

 Bu on yılın sonunda Avrupa Birliği 500 milyon nüfusuyla İsrail'in yanı başında bütünleşmiş bir bölge olacak. Bu durumun İsrail'i, AB ile daha sıkı işbirliği içinde bir ilişki geliştirmeye sevk etmesi tabiidir." ("İsrail'in içindeki Avrupa" Dergisinden)

 Evet, Siyonistler bütün Avrupa ile birlikte Anadolu'yu da, Arzı Mevudun bir parçası yapmaya çalışmaktadır. Ancak maddi ve manevi yönden tamamen yozlaştırıp yumuşatmadan Türkiye'yi AB'ye almak tehlikeli bulunmaktadır.

Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu AFET'in, Hollandalı Hrıstiyan Demokrat parlamenter Arie Qostlander tarafından hazırlanan Türkiye raporunda ve karar tasarısında özetle şunlara yer vermiştir.

  • Milliyetçi ve hürriyetçi unsurlar taşıyan Kemalist felsefe Türkiye'nin AB üyeliğine engel oluşturmaktadır.
  • Türkiye'deki devlet yapısında çok kökten değişiklikler yapılmalıdır. Üniter sistem yıpratılmalıdır.
  • MGK ve RTÜK gibi kurumlar kaldırılmalıdır.
  • Türkiye'nin ulusçu ve laik yapısı AB ile uyumlu hale sokulmalıdır. Batılı değerlerle dengelenmiş "Ilımlı İslam" a geçiş hazırlanmalıdır.
  • Türk Silahlı Kuvvetlerinin Türk halkı tarafından en güvenilir bir kurum olarak görülmesi tartışılmalıdır. Ordunun etkinliği zayıflatılmalıdır.
  • Türkiye'nin bu engelleri ortadan kaldıracak yeni bir anayasaya ihtiyacı vardır.

Kısaca, Türkiye'nin AB'ye üyeliği için üç önemli engel görülmekte ve bunların çözülmesi ve çürütülmesi beklenmektedir:

  • 1- Erbakan'ın Milli Görüş şuuru
  • 2- Atatürk'ün Kuva-i Milliye ruhu
  • 3- Güçlü ve güvenilir Türk ordusu

Bunlara göre; Çiller suçludur, çünkü Avrupa'ya "Allah bizi korusun" diye sunduğu Erbakan'la koalisyon hükümeti kurmuştur!

O dönemde Çiller, eğer gümrük birliği yapılmaz ve böylelikle Türkiye ekonomisi güçlendirilmezse ilk seçimde İslamcı lider Necmettin Erbakan'ın iktidar olacağını söylemişti. Ama gümrük birliğini imzalanmasından bir yıl sonra; Avrupa'ya, "Allah bizi korusun" diye sunduğu Erbakan'la hükümeti kuran yine kendisi oldu. ( Gunter Seufert DIE ZEIT. 19.Eylül.20002 Bu makalenin tamamı Radikal'de yayımlandı).

3.katlı Şeytan şatosu:

Erbakan Hoca Avrupa Birliğini üç katlı şeytan şatosuna benzetirdi. Birinci katta; Siyonist patronlar, yani Yahudi sermayedarlar oturacaklar… İkinci katta; Bürokrat ve katip olarak emperyalist masonlar, yani Hristiyan kahyalar bulunacaklar, üçüncü katta ise; hizmetçi ve bekçi olarak Türkiyeli Müslümanlar alınacaklar… Derdi.

"Türkiye'nin tek kurtuluş umudu" ve "diyar-ı cennet" ilan edilen ve halkımızın hayallerini süsleyen, feodal AB şöyle şekillenecektir:

  • 3 üyeli çekirdek ülkeler:

(Trilateralist Nuclear Familly)

Almanya, Fransa, İngiltere ( Geleneksel kuzeybatı Avrupa Merkezli)

  • 12 üyeli 1. çevre:

(1.periphery)

Kuzey ve Güney Avrupalı üyeler

  • 10 üyeli 2. çevre:

(2.periphery)

ODAÜ ve diğerleri:

  • 3. çevre:

(3.periphery)

Romanya, Bulgaristan, Hırvatistan

  • 4. Çevre:

İslam yozlaştırılır ve üniter yapının temelleri yıkılırsa, belki Türkiye

Bugün AB; 19.yüzyıl Avrupa'sına geri dönüş riskiyle karşı karşıyadır. Böyle bir Avrupa, etrafı küçük peyklerle çevrilmiş büyük sömürge imparatorluğu Avrupa'sı demektir."

(Bunlar, AB'nin rekabetten sorumlu Komiseri Mario MONTİ'nin değerlendirmeleridir.)

Süddeutsche Zeitung yazarı Wolfrang Koydı ise şunları yazmaktadır: "Türkiye sahici üyelikten daha yıllarca uzakta. Hala üçüncü sınıfta oturuyor… Acı ama gerçek; Avrupa Türkiye'yi oyalıyor." İtirafında bulunmaktadır. Şu sözler ( Napoli'de yapılan hükümetler arası konferansı kapanış konuşması)ndan alınmıştır.

"Şimdi Türkiye de siyasilerin, sanayicilerin ve hiç de küçümsenmeyecek boyutta askerlerin arpalıkları ve ayrıcalıkları var. Türk devlet anlayışı ve hatta Kemalist devlet ideolojisi bir sınavdan geçmek zorunda kalacak. Partilere mesleklere getirilen yasaklar, Türkçe dışındaki dillerin bastırılması, giyime ve düşünmeye getirilen kurallar, devletin vatandaşlarına karşı tuzu kuru ve keyfi tutumu-AB adayı Türkiye bunların hepsini dürüst biçimde tartışmak ve ister gönüllü, ister gönülsüz değiştirmek zorunda…

Ama yalnızca az miktar tarih verilip Türkiye'nin gönlü alınacak ve böylece kontrolde tutulacak.[1]

Türkiye'yi kendilerinden görmüyorlar:

Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti'nin ortak Avrupa kültürüne aidiyetleri konusunda kuşku yok. Baltık Cumhuriyetleri ve Slovenya da buna dahil. Kültürel karakteri bakımından-Türk kesimi hariç-AB üyesi Yunanistan'dan bir farkı olmayan Kıbrıs'ın özel bir durumu var. Diğer adaylar; Romanya, Bulgaristan, Slovakya ve Malta kültürel aidiyetleri açısından bazı kuşkulara sebep oluyorlar. Diğer Balkan ülkeleri           ise-Rusya, Beyaz Rusya ve Ukrayna dahil Avrupa kültürüne sınırlı bir biçimde entegre olmuş durumdalar.

Ama Türkiye'nin Avrupa kültür çerçevesinin dışında kaldığından hiç şüphe yok. İslam bilimi bin yıl önce Avrupa'daki bilimden üstündü. Hrıstiyan Avrupalılarla, Müslüman Araplar arasındaki manevi teması bitiren, 1096'larda başlayan ve Papalardan esinlenen Haçlı Seferi ile İspanya'da 1492'de son verilen Yahudi ve Müslümanlara yönelik taşkınlıklar oldu…[2]

Şu hale bakın:

Önce Kürtçe dilde yayın…

Sonra Kürtçe dilde öğrenim…

Sonra otonomi talebi, ya sonra…?

Kürt halkının kendi kültürel kimliklerine sahip çıkmaları en doğal hakları; ancak başta İsveç olmak üzere AB'nin birçok parlamenteri ve aydını bu hakları ayrılıkçı boyutlara taşıma çabasıyla Türk vatandaşı olan Kürtleri kışkırtmakta ve Türkiye'nin üniter yapısına doğrudan müdahalede bulunmaktadırlar. Bu nedenle insan hakları, demokratikleşme ve Kopenhag Kriterleri başlığı altında düzenledikleri bir dizi Kürt konferansları bu müdahalelerin en somut adımlarıdır. Bunların tipik bir örneği aşağıdadır.

15-17 Mart 1991'de Stockholm'de düzenlenen "Kürt Halkı İçin İnsan Hakları-İsveç Komitesi" öncülüğünde "Stockholm Kürt Konseyi" tebliğleri ve sonuç bildirgesinden seçilmiş birkaç paragraf, yukarıdaki başlığın yanıtını açıkça vermektedir. (Bunların tamamı 200 sayfaya yakındır)

İşte; İsveç Dışişleri Bakanlığı Hukuk Danışmanı OVE BRING'in, Kürt bağımsızlığı için konferansa sunduğu tebliğden birkaç belge ve paragraf:

1996'da kabul edilen "Sivil ve politik haklar üzerine uluslar arası sözleşme"nin ilk maddesi olan sömürgeye ait Deklarasyon'un 2. paragrafını kelimesi kelimesine tekrar ederek: "Tüm halklar ve azınlıklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir… Onlar kendi politik statülerini özgürce belirlerler ve ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini serbestçe gerçekleştirirler."

Alman İçişleri Bakanı Otto Schiliy 22 Haziran 2002 tarihinde Süddeutche Zeitung gazetesine verdiği demeçte:

"Almanya'daki Türklerin Ana Dili Almanca olmalıdır." Şeklinde açıklama yapıyor.

Türk azınlığın uyumu için en iyi yol asimilasyondur. Almanya'da Südet Frizya, Rumen ve Danimarka azınlıkları dışında yeni azınlıklar yaratılmasın karşıyız." Diyor.

Gazete muhabiri Schiliyl'ye soruyor:

"Südetler, Orta Almanya radyosunun yayın yaptığı bölgede progamlarını iki dilde izleme olanağına sahipler. Türkler ise radyo ve televizyon aidatı ödedikleri halde, böyle bir olanağa sahip değiller."

Schiliy'nin yanıtı: Uyumun hedefi yabancıları Alman toplumuna çekmektir. Her dili destekleyemeyiz. Böyle bir durum kaosa yol açar. Türklerin ana dilleri Almanca olmalıdır."

AB'nin aslı: Batmakta olan Atlantik!..

Yenidünya düzeninin şişirilmiş refah toplumlarında, vurguncu elitler yükselirken halk sefalete doğru kaymaktadır.

Kapitalizm, daima krizlerini, hatalarını ve suçlarını temize çıkaran akademisyenleri ve siyaset bilimi yazarlarını üretip ödüllendirmeye alışkındır.

Samuel Huntington, emperyalizmin suçlarını kültürel çekişmenin ürünü olarak temize çıkarmaktadır. Bu, köklerini hafifçe gizlenmiş bir biçimde ırkçı sahte-bilimden alan, tüm ritimlerden, tonlardan ve uyumsuz seslerden duyabileceğimiz bir sesin en etkili versiyonudur.[3]

 Batı sömürgeci zihniyetten hala vazgeçmemiştir. AB'nin amacı güçsüzlerin kaynaklarını kullanmak ve sonra terk etmektir.

Geleneksel olarak, emperyalizmin hakkındaki araştırmalar "ana ülkeler" ve onların kolonileri arasındaki ilişkiye odaklanır. AB'nin güncel sömürü alanlarıyla ilgili LOME anlaşmaları bunun en belirgin örnekleridir.

Formül şudur:

  • Koloniler, kolonyal merkeze ham madde aktarmalı ve kolonyal merkezden sanayi ürünleri satın almalıdır, bu yüzden
  • Kolonilerin kapitalist ekonomik büyümeleri ve ürün çeşitlilikleri ya düşük olmaktadır ya da hiç olmamaktadır.

AB Komisyon Başkanı Romano Prodi şöyle feryat etmektedir:

"Tamamen kendi işleyişine bırakılmış piyasa koşullarına dayalı gelir dağılımı, Avrupa'daki ailelerin           % 40'ını yoksulluk sınırının altına itmiştir."

Ulus ötesi Siyonist şirketlerin bütçesi; pek çok devletin bütçesinden büyük olursa, işte bu kesinlikle çağdaş sömürgeciliktir.

Gerçek şu ki: elbette çok sayıda ulus ötesi firma yerküreyi kuşatmış durumda ve bunların faaliyetleri milli sınırları pek az dikkate alıyor. Bu firmalar aynı zamanda sanayileşmiş devletlerde işlemlerinin merkezi niteliğinde üslere sahip olma eğilimindeler; dolayısıyla söz konusu devletin düzenleme ve politikalarının sonuçlarına maruz kalmaya açıklar. Birçok ulus ötesi şirketin emrindeki kaynaklar kuşkusuz çok geniş ve pek çok küçük ya da yeni devletin bütçelerinden bile daha büyük. Bununla birlikte bu Siyonist şirketler ne bütçe açısından en güçlü milli devletleri geride bırakabilir, ne de genelde daha küçük devletlerin emrindeki şiddet araçlarının kontrolünü ellerinde bulundurabilir! Yani her an yeni bir saldırı ile sindirilebilir hatta silinebilir…

AB'nin şu beş mikrobu Avrupa'yı çürütmektedir:

  • 1- Yüksek ücret,
  • 2- İleri teknoloji,
  • 3- Yüksek toplumsal refah,
  • 4- Yüksek vergi,
  • 5- Yüksek bürokrasi.

Ve sonuç, yüksek kriz ve yüksek işsizliktir. Çünkü:

  • 1- Yatırım ve istihdam teşviki için kredi faizleri düşürülüyor. Bu ise ürün satış fiyatlarını geriletiyor.
  • 2- Fiyatlar düştüğünde işletmeler aldığı kredi borçlarını ödemekte zorlanıyor. Üretimi kısıyor, yatırımlarını durduruyor. İlk önlemlerden biri olarak işçi sayısını azaltıyor.
  • 3- İşsizlik artınca talep azalıyor, satışlar düşüyor, fiyatların daha da düşürülmesi gerekiyor, rekabet artıyor, kalitenin yükseltilmesi gerekiyor; bu da ek maliyet istiyor.
  • 4- Önlem olarak kredi faizleri daha da düşürülüyor. Yani tekrar başlangıçtaki noktaya geliniyor. ABD'de faiz hadleri 13 kere düşürüldü. AB'de çok düşük. Yani bu ekonomiler iflasa sürükleniyor!
  • 5- Tüm bu olumsuzluklar devletin vergi gelirlerini düşürüyor, cari işlem açıkları büyüyor, yatırımlar duruyor, sosyal güvenlik kaynakları eriyor, vergi gelirleri arttırılıyor, bürokrasi ve bir dizi sıkı denetimler başlıyor…
  • 6- Yatırım otomasyona yöneliyor, işsizlik artıyor, sermaye ise ucuz emek gücü olan bol teşvikli, denetimsiz, işbirlikçi, kısacası sömürülecek kaynakları olan ülkelere kaçıyor.

Avrupa özel sektörünün temsil kuruluşu UNİCE'nin başkanı Jürgen STRUBE: "Yüksek bütçe açıkları, düşük ekonomik büyümenin esas nedenidir. Bir süre sonra vergilerin yükselmesine ve hatta bugünden güven kaybına neden olurlar." diyor.[4]

AB, zannedildiği gibi demokratik de değildir. İşte:

AB'NİN 5 KAOSU:

  • a- Yetki paylaşımında uygunsuzluk
  • b- Mali istikrarsızlık ve sorumsuzluk
  • c- Kaynak yetersizliğinde umutsuzluk
  • d- Üretim ve Pazar sorunu ve huzursuzluk
  • e- Dış ve iç politikada uyumsuzluk..

Kurulduğu günden itibaren yaklaşık 40 yıllık bir süreç boyunca, 1958 Roma Anlaşmasından bu yana AB'nin ismi, kuralları ve işlevi sürekli değişikliğe uğramıştır. Birliğin kendi içindeki dayanışma kararlarına rağmen, her ülke bir başka ülkenin kendisinden daha düşük olan standartlarını bahane ederek, kendi standartlarını geriletiyor. Rekabet edebilmesi için, daha düşük standartlar giderek artıyor… Örneğin, AMSTERDAM ANLAŞMASI, Sosyal Şart ve NICE doruğunda kararlaştırılan Avrupa Birliği Temel halklar Şartında, daha önce mevcut olan birçok sosyal kazanımlar ortadan kalmaktadır.

Konut, eğitim, çalışma, sosyal güvenlik gibi haklar bunların başında gelmektedir.

Dünyanın giderek tek kutuplu, güçlü ve tekeci kapitalizme yönelmesi süresince, kapitalist sistemin dışında kalmak mümkün mü dür?

Kapitalizm rekabet, kazanç ve güç demektir. Demokrasi bunlardan sonra gelir. Bugün Avrupa'nın en büyük şirketleri halen ulus şirket niteliğini korumakta ve bu nitelikleri giderek de güçlendirmektedirler.

Bunlardan Fransa, özellikle Almanya ve İngiltere, eski yayılmacılıkları doğrultusunda ekonomik alanda güçlerini giderek artırmaktadırlar.

AB, DEMOKRATİK midir? Hayır çünkü ülkelerin kendi demokrasisi değil, birliğin demokrasisi geçerlidir ve AB, Siyonist sermayenin güdümündeki yüksek bürokratların yönetim ve denetimindedir. Avrupa Bakanlar Konseyi, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği Komisyonu, Avrupa Parlamentosu; birlik adına, ülkeler adına, yasama ve yürütmeyi gerçekleştirir. Kuvvetler ayrılığı ilkesine uymaz. Hesap vermezler, şeffaflıktan uzaktırlar…[5]                   

Son olarak; 3 büyüklerin "Güç, söz ve yetki bizdedir" oligarşisinin, AB Anayasası'na montaj dayatması ile sonuçlanan fiyaskolu Anayasa zirvesi, AB'nin ne kadar anti demokratik olduğunun en açık göstergesidir. Bu AB anayasasına, hem de gizli Siyonist Papa Pio'nun heykeli altında Türkiye'nin teslimiyet belgesine imza koyan Recep Tayip Erdoğan ve Abdullah Gül, bu yaptıklarıyla övünmektedir.

Oysa Erbakan Hoca'nın yıllar önce söylediği gibi:

"Freni patlamış ve kontrolden çıkmış, ilk virajda uçuruma yuvarlanacak şekilde hızlanmış bu AB arabasına binmekle, aslında intihar ettiklerinin" farkında değillerdir.

Yoksa Jak Chirak'ın dediği gibi, "Bunların da hepsi Bizansın çocuklarımı dır?" ki, AB uğruna egemenlikleri feda edilmektedir?

Bu nedenle İSVEÇLİLER Avrupa İçin Tek Para Birimi Olan EURO'YA "Evet" demiyor…

İsveç Başbakanı Göran Persson'un en yakın çalışma arkadaşı olan Anna Lindh tam bir Avrupalı olarak İsveç'in Euro'ya geçmesi için büyük bir uğraş vermişti. Anna Lindh'in trajik ölümü, İsveçli seçmenin Euro'ya "hayır" demesine de denk düştü. İngilizler ve Danimarkalılar gibi, İsveçlilerin Euro'ya "nej" (hayır) demeleri neyin işareti?

Bazı analizcilere göre, İsveç'in "hayır"ı Avrupa entegrasyonunu yavaşlatacak. Kimilerine göre ise Fransızlar ve Almanlar, karşıt grupta yer aldıkları için Avrupa Birliği konusunda kuşkuları olanları bu birliğe doğru çekecekler. Londralı bir "think tank" olan "center for European Reform" dan (Avrupa Reformu Merkezi) Katinka Barrysch: "Artık Fransa ve Almanya, daha az güvenilir olan diğerlerine danışmadan, istediklerini yapacaklar" diyor.

Ortak paranın bedeli ağır oluyor!

Almanya Kiel Üniversitesi'nde Institut für Weltwirtschaft Başkanı ve Avrupa Komisyon Başkanlığı Ekonomik Analiz Grubunun 5 üyesinden biri olan Horst SIEBERT'e ait analiz de şunlar vurgulanıyor:

Euro bölgesinde yaşayanların cüzdanlarına tek para birimi Euro gireli 7 ay oldu; ancak daha şimdiden Almanya, Fransa ve İtalya bütçe açıkları nedeniyle Brüksel'in gözetim listesinde.

AB'nin 15 ülkesi Euro konusunda mahkemeye veriliyor…

Avrupa Komisyonu, İstikrar ve Büyüme Anlaşması'na uymayan 15 ülkeyi mahkemeye veriyor. Euro'nun değeri konusunda ortak politika oluşturamayan ve kendi ülkelerinde almaları gereken önlemleri almayan 15 ülke, söz konusu anlaşmaya uymamanın bedelini ödeyemeye zorlanıyor!

Yolsuzluklar başını almış gidiyor!

OLAF'a göre Avrupa genelinde giderek yayılmakta olan büyük örgütlü suçlardan birine ait doküman. Avrupa'nın en büyük yolsuzluk operasyonlarından birine ait bu belgede, İngiltere ve İrlanda arasındaki ithalat ve ihracatta mobil telefon ve bilgisayarlarla ilgili kaçak ticaretin (VAT yolsuzluğu) AB vergi mükelleflerine yıllık maliyeti 100 MİLYAR EURO'ya ulaşıyor!

Bağdat'ta AB Yolsuzluğu

Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanan yeni bir raporda, yolsuzluk karşıtlarına göre "Avrupa Birliği geçen yıl sadece Bağdat'ta suç ve rüşvetlerin 1 milyar dolar olduğu açıklanıyor…

AB havuzundaki paranın yaklaşık yarısı, AB tarımında akılcı ve rasyonel olarak kullanılamadı. Tarım destekleri ve küçük çiftçilik tıkanma noktasında bulunuyor…

The Newyork Tımes'in:

"Kendilerini nelerin beklediğini bilmeksizin, Türkiye dün Avrupa'nın kendisine uzattığı eli sıktı. Ancak Türkiye ve Avrupa yüzyıllardır birbirlerine güvenmediğinden, AB'nin Helsinki de önerdiği tarzda bir dostluk önerisi şüpheyle karşılanabilir."

Yorumu ve yaklaşımı yerli figüranlara bir uyarıdır!

Kendi içinde, daha şimdiden çürümeye ve çözülmeye başlamış bulunan ve Türkiye gibi ülkelerin bakir imkânlarını sömürerek ayakta durmaya çalışan bir AB'yi, "Servet ve hürriyet cenneti-Huzur ve refah garantisi" diye yutturmaya ve talihsiz toplumumuzu avutmaya çalışanların foyası yakında ortaya çıkacaktır. Ama bedeli de ağır olacaktır…

Başta Almanya ve Fransa olmak üzere, artık Avrupa uyanmaya ve Siyonist kuşatma kıskacından kurtulmaya çalışmaktadır.

Siyonizm'in silah gücü ABD'ye karşı da, Rusya ile gizli işbirliği imkânları aranmaktadır. Siyonist sömürü saltanatının yıkılması yakındır.

Rusya'nın, Amerika'yı Şok Eden Bombası:

Putin: Yeni nükleer silah sistemini açıklıyor!

ABD, İran'ın nükleer programı var diye yırtınırken ve saldırmak için bahane ararken, Rus lider Putin başka hiçbir ülkede olmayan ve olmayacak yeni bir nükleer silah geliştirdiklerini vurgulamıştır. Bu aslında Amerika'ya ve Siyonist hegemonyaya bir meydan okumadır.

RUSYA Devlet Başkanı Vladimir Putin "Başka ülkelerin sahip olmadığı ve olamayacağı yeni tür atom bombası (Füze sistemi) geliştirdiklerini" iftiharla açıklamıştır. Geniş bilgi vermese de dünya ajansları Moskova'nın yeni savunma planı hakkında tahmini bir süreci aktarmıştır. Rus ITAR-Tass ajansına göre Putin kuvvet komutanlarıyla yaptığı toplantıdaki açıklamasında, yeni "nükleer füze kalkanı" projesinde de denemelerin başarıyla sürdüğünü söylemiş ve yeni füzelerin birkaç yıl içinde kullanıma hazır olacağını hatırlatmıştır.

"Acil" Haber Olarak Duyuruluyor!

Dünya haber ajansları Putin'in açıklamasını "acil" ibaresiyle duyurup yayınlanmıştır. Putin, "Bu yeni nükleer sistem, diğer nükleer güç devletlerinin (BM Güvenlik Konseyinde Rusya'nın yanında yer alan ABD, İngiltere, Fransa, Çin) elinde yok ve olmayacaktır. Terör Rusya için en büyük tehditlerdendir. Bu nedenle Rusya, ordusunu ve nükleer kuvvet unsurunu geliştirmeyi sürdürecektir" açıklamasını yapmıştır.

ABD Şaşkınlık Yaşıyor!

Rusya Savunma Bakanı Sergey İvanov ise, bir müddet önce; Rusya'nın (nükleer başlık taşıyan) seyyar "Trol-M" balistik füzesini bu yıl deneyeceğini ve yeni silahın 2005 de hazır olabileceğini söylemişti. Rusya'nın 1.32 ton nükleer bomba taşıyabilen Topol-M füzesine ilaveten 4,4 tonluk 10 ayrı atom bombasını tek başlıkta taşıyabilen yeni kuşak füze sistemini devreye sokmaya hazırlandığı belirtilmişti. Rusya Savunma Bakanlığının bir üst düzey yetkilisi ise, "ABD'nin füze savunma kalkanını işlevsiz kılacak yeni bir silah geliştirdiklerini" bildirmişti. Uzmanlara göre bu yeni silah, sesten hızlı olabilirdi…

Anlaşmayı Bush Bozmuştu!  Şimdi Bozguna Uğruyor!..

Ocak 1999'da, Başkan Clinton döneminde, Pentagon "ulusal füze savunma sistemi" planını devreye sokmaya çalıştı. Clinton, plana imzasını atmamıştı. 2000'de iktidar olan Başkan Bush ise bu plana sahip çıktı. Dünyadan gelen tepkiler üzerine, diğer büyük nükleer gücü olan Rusya'yı ikna etmeye çalıştı. 11 Eylül, Başkan Bush'a aradığı bahaneyi sağladı ve ABD'yi nükleer bir saldırıdan koruyacak "füze kalkanı"nı oluşturmak için düğmeye bastı. Bush, Rus lider Putin'i 2001'de ABD'ye davet etti ve onu Teksas'taki çiftliğinde ağırladı. 3 günlük görüşmelerin ardından Bush, ABD'nin ulusal füze sistemini kurmakta kararlı olduğunu açıkladı. Bush, böylece ABD'nin Rusya ile 1972'de imzaladığı, nükleer silah geliştirmeyi önleyen "Anti-Balistik füze" anlaşmasını bozmuş olmaktaydı. Putin, Bush'un hareketini "büyük hata" olarak nitelemiş ve "artık biz de nükleer saldırılara karşı kendi kalkanımızı oluşturmak zorundayız" demişti. Hâlbuki Anti-Balistik füze anlaşması, dünyaya 30 yıllık sükûnet sağlamıştı.[6]

Bizden 600 Yıl'ın Hesabı İsteniyor

Avrupa Birliği'ne giriş şartlarını içine alan ilerleme raporları ve 17 Aralık'ta müzakere tarihi verilmeden önce, üye ülkelerin, not ettikleri istekler, Avrupa ülkelerinin bizden 600 senenin hesabını sormak istedikleri anlamına geliyor. Müzakereler başladığı taktirde, bu hesaplaşmanın ayrıntıları daha da netleşecek:

 Bu konuda batılıların global olarak arzu ettikleri hesaplaşma konuları şöyle:

1- Malazgirt Meydan Muharebesi,

2- Pontus Rum devletine son verilmiş olması,

3- İstanbul'un fethi,

5- Kosova savaşı,

6- Niğbolu,

7- Varna savaşı,

8- Viyana kuşatmaları,

9- Çanakkale muharebeleri,

10- İstiklâl Savaşımız.

Bu konular, açıkça dile getirilmemiş olsa bile, bu savaşların milletimize ve devletimize kazandırdıkları, maddî ve manevî bütün neticeler müzakereler esnasında bizden hesap sorularak haklarımız sıfırlanmak isteniyor.

Meselâ, Ortodoks patriğine ekümenlik verilmesi bahanesi ile İstanbul yöresine el konulmak isteniyor. Dicle-Fırat havzalarının uluslararası bir yönetime devri ile Güneydoğu toprakları bizden ayrılmak isteniyor. Ermenilerin Kuzeydoğu Anadolu toprakları üzerinde tarihî hakları mevcuddur diyen Avrupa Birliği siyasî komisyonunun daha önce aldığı bir kararla Kuzeydoğumuz elimizden alınmak isteniyor. Bütün bunlara ilâveten vatan topraklarının parsel parsel satılmasına göz yumulması suretiyle, Anadolu'nun tamamının yani Malazgirt'ten bu yana sahip olduğumuz tüm haklarımız zamana yayılarak başkalarına devrediliyor.

Daha hazin ve daha elim olarak, bağımsız devletimizin egemenliği de önemli ölçüde, Avrupa Birliği Federasyonu'na devir ve teslim edilmek üzere yetkililerimizden peşinen imzalar alınıyor. Hasılı Batılı kafa, fırsat ele geçmişken, bizlerden 600 senelik hıncını çıkartmak istiyor.

 Avrupa Birliği mi, iflâs masası mı?

Bir tüccar veya bir şirketin iflâsına karar verilirse, ne gibi işlemler başlatılır bunu herkes bilir.

Önce bir ilânat yapılır, alacaklı olanlar ilân üzerine gelirler, alacaklarının miktarını bildirirler, varsa senetlerini ibraz ederler. Bize uygulanan muamele de böyle başlatılmadı mı? Dönem başkanı ve diğer görevliler, bütün üye ülkelerin taleplerini not etmiş, 17 Aralık'tan önce aleyhimizdeki istekleri bir bir son raporuna yazmış. Müzakereler başlarsa daha da yeni yeni talepler iflâs masasına yazılacak. Ayrıca AB'nin değişmez denilen delegasyonları da öncelikle en başa yazılacak. Ama bu iflâs masası modeli müzakere yaklaşımı, sadece Türkiye'ye karşı yürürlüğe konuyor.

Meselâ demirperde gerisinde iken AB'ye üye yapılanlara karşı böylesine hasmane bir tavır sergilenmiyor.

 Yapılmak istenenler, beyin ölümünden sonra, ölmüş farz edilen bir insanın organının yağma edilmesi olayını andırıyor:

Ama bizim organlarımız şuna buna tam manasıyla beyin ölümü gerçekleşmeden önce peşkeş çekilmek isteniyor. Hâlihazır yöneticilerimizin pazarlık gücünden mahrum oldukları varsayılıyor. Ya da Batı'ya karşı kayıtsız şartsız teslimiyet gösterecekleri kabul ediliyor.

Elbette böyle davranırlar. Elin oğlu bakıyor ki, ülkeyi elinde tutanlar inanılmayacak derecede taviz veriyor ve inanılmayacak derecede millî menfaatlerimizden taviz vermeye müheyya gözüküyorlar.

Nitekim Türkiye'nin hiçbir taviz alamadan Gümrük Birliği'ne girmesi olayı Batılılara haklı olarak cesaret vermiştir.

AKP hükümetinin başından beri Kıbrıs'ı verme konusundaki tek taraflı yaklaşımları, Batılıların Kıbrıs Adası'nın tümünü AB'ye üye kaydetmiş olmaları karşısında suspus kalmaları, karşımızdakileri tabii ki son derece ümitlendirmiştir. Her istediklerini elde edeceklerine dair onlara cesaret vermiştir.

Bu ve buna benzer sebeplerden dolayı, AB temsilcileri ile ileride yapılacak müzakerelerde taviz kapıları ardına kadar açılmış olduğundan, hesaplaşmanın şümulü de genişletilerek Malazgirt'ten bu yana kazandıklarımızın tümünün masaya konulması şekline dönüşmüştür.

Bilmiyoruz Sayın Sezer'in başkanlığında yapılan son toplantıda alınan üç maddelik kısıtlama kararı, ardına kadar açılmış olan taviz kapılarının kapanmasına yarayacak mı, yaramayacak mı?[7]

Biz bu zihniyet ve hükümetten artık hiçbir hayırlı ve v akarlı hizmet beklemiyoruz.

Avrupa'lı Tüm Dillerde Türkiye'ye  "Hayır"

 Türkiye'ye AB yolunda en büyük desteği veren  İngiltere'nin Başbakan'ı Tony Blair'in; Türkiye ile Fransa, Almanya gibi muhalif ülkeleri uzlaştırmak için,  önerileri şunlardır:[8]

  • AB ile müzakereler 2005'in ikinci yarısına ertelensin
  • AB kurumlarında Türkiye etkin olmasın diye mevzuat değişsin.
  • AB üyeleri, üye ülkelerin adaylarını reddedebilsin.

Blair'in önerilerini yorumlamaya gerek var mı?

Bilinen bir başka gerçek, Almanya, Fransa ve İngiltere'nin ortaklaşa bu yaklaşımı; Türkiye'ye baştan beri dayattıklarıdır, yani Türkiye'ye açıkça "imtiyazlı ortaklık" bile önermeyen, "iliştirilmiş üyelik" ya da "çok pasifleştirilmiş üyelik" öneren bir yaklaşımdır.

 Yani müzakereler başlasa bile Türkiye'nin alacağı sonuç şimdiden açıktır. "İliştirilmiş üyelik" veya "çok pasifleştirilmiş üyelik" ten başkası olmayacaktır.

 Buradan çıkarılan bir başka sonuç da şudur:

 AKP Genel Başkanı ve Başbakan'ın AB'ye yönelik "mekik diplomasisi", maalesef nafile ziyaretlere veya turistik seyahatlere dönüşmüş, Başbakan açıkça "idari izin" kullanmıştır.

 Devam edelim:

 Danimarka Başbakanı Türkiye'yi "Yoksul ve Müslüman", "Pek çok açıdan kendisini diğer AB ülkelerinden ayıran bir topluma sahip" olarak nitelendirmiş ve  "AB'nin sınırlarını Türkiye'nin üyeliği ile Irak, Suriye, İran ve Kafkasya'ya kadar götüreceğini" söylemiştir. Yani "istikrarsızlık ithal etmek istemiyoruz" demiştir.

 Alman basınında Süddeutsche Zeitung'un önerisi ise çok zekicedir:

 "AB eğer yeni bir Türkiye'den yanaysa, müzakereleri tam üyelik hedefiyle başlatmak zorundadır."

 Cümlenin analizi açık:

 "Tam üyelikle müzakerelere başla, ama iliştirilmiş veya çok pasifleştirilmiş üyelikle bitir.!?"

 13 aralık tarihli Frankfurter Allgemeine Zeitung'da Türkiye'nin AB üyeliği ile ilgili tartışmalara aşağıdaki şekilde yer verilmiştir.

 "Türkiye'ye ilişkin tartışmada dikkati çeken husus ise, geçmişte çok önemli bir konu olan Birlik'in siyasi olarak derinleşmesi konusunun, genişleme hareketi tarafından silinip gitmiş olmasıdır. Bu sadece Türkiye ile ilgili değildir, fakat Irak ve İran sınırlarına kadar yapılacak bir genişleme, işleyebilen, kendi kimliğinin ve çıkarlarının bilincinde, anayasal olarak kaleme alınmış bir Birlik'in yaratılmasını neredeyse imkânsız kılacaktır."

 Burada açıkça "Türkiye ile AB'nin siyasi birliği mümkün olmaz. Türkiye AB'nin hedeflerini imha eder" denilmektedir.

 Almanya Federal Parlamentosu Avrupa Komisyonu Başkanı ve CDU Federal Yönetim Kurulu Üyesi Matthias Wissmann ise 14 Aralık'ta Berliner Zeitung'da yayınlanan röportajında aşağıdaki ifadelerle Türkiye'nin AB üyeliğinin imkânsızlığını vurgulamaktadır:

 "Avrupa ve Almanya'nın çıkarlarına göre hareket edeceğiz. Bizim için en önemli soru, Avrupa'nın siyasi birliğini nasıl sağlayabileceğimizdir. Avrupa'nın sadece bir serbest pazar olmasını engellemek istiyoruz. İkinci önemli konu ise, Almanların çıkarlarını korumaktır. Avrupa'daki en büyük net aidat ödeyen ülke olarak, Avrupa Birliği'nin tamamen finanse edilmez bir hale gelmemesini güvence altına almak istiyoruz."

 Uzatmaya gerek yok; Danimarka, Fransa, Almanya, İngiltere, Avusturya, Hollanda, Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi ve diğer ülkeler çoktan beri Recep Tayyip Erdoğan'a, ama diplomatik dille ve nezaket ölçüleri dahilinde,

  • *Devletlerinin vücut dili ile,
  • *Politikacılarının dobra ifadeleriyle,
  • *Medyalarının satır aralarından,
  • *Akademisyenlerinin bilimsel ve yoruma mahal bırakmayan raporları ile,
  • *İkili görüşmelerde, açık sözlülükle,
  • *AB raporlarında, kesin açıklıkla,
  • *Türkiye'nin büyükelçilikleri üzerinden,
  • *İstihbarat raporları ile,
  • *İşadamları örgütleri vasıtasıyla,
  • *Interpol raporları yoluyla,
  • *AB bürokratları aracılığıyla,

 TÜRKİYE'NİN ÜYELİĞİNİN İMKÂNSIZ OLDUĞUNU söylemişlerdir!

 O halde Türkiye Başbakanı ne yapıyor?

 Recep Tayyip Erdoğan'ın içeride ekonomide söyleyeceği hiçbir şey yoktur. Ekonomi yönetimi IMF'nin elindedir.

Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasal olarak Türkiye'de yapabileceği hiçbir hamle yoktur. Çünkü bu geniş bir iç ve dış konsensüsü gerektirir.

Recep Tayyip Erdoğan'ın Anayasa'ya müdahalesi de iç ve dış konsensüs meselesidir.

Recep Tayyip Erdoğan'ın eğitim, sağlık, turizm, gümrük, maliye ve daha birçok konuda icraat alanı hiç yok denebilecek seviyededir.

 Bu sebeple AKP hükümeti Başbakanı, AB gibi kısa zamanda sonuç vermeyecek bir alanda, "yönetsel tatmin" gibi hayli tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir oyun peşindedir…

 Açıkçası Recep Tayyip Erdoğan'a kimsenin müdahale etmemesinin, en ufak bir muhalefetle karşılaşmamasının sebebi "Türkiye'yi bu şekilde yönetmeye artık izan ve vicdan ehlinin talip olmaması"dır. Çünkü Türkiye "otomatik pilota" bağlı uçmaktadır.

 Yani;

 Hükümet olmasa Türkiye'de yokluğu hissedilmez.

Cumhurbaşkanı olmazsa eksikliğini kimse fark etmez.

Politikacılar yok olsa millet, aramak için peşine düşmez.

Hatta İstanbul ya da Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı ortalıktan kaybolsa, halk "Bunlar nerede?" diye merak etmez!

 Buna "siyasetin yok olması" ve milli hassasiyetin yıkılması denir!

 İşte siyasetin yok olduğu yerde Başbakan'a ve hatta marazlı medyaya tek meşgale alanı kalmıştır: AB masalları ve zafer maskaralıkları…

 Bir başka enteresan nokta ise, AB yandaşı politikacıların, yorumcuların, dış politika uzmanlarının, köşe yazarlarının, akademisyen sayılanların maalesef:

 AB ile ilgili bilgileri utanılacak kadar azdır,

Konuştukça çok üzücü ve küçültücü bir tablo ortaya çıkmaktadır.

AB üyesi ülkelerin yöneticileri ve bürokratları, AB yandaşı politikacılarımızı, devlet adamlarımızı, yazarlarımızı, Prof.larımızı ve dış politika uzmanlarımızı izledikçe gördükleri profil düşüklüğü karşısında irkiliyorlar.

Ve maalesef Türk halkı AB üyesi ülkelerin yöneticilerini ve bürokratlarını:

Hiç dinlemiyorlar,

Hiç anlamıyorlar,

Hiç yorumlamıyorlar,

Hiç analiz etmiyorlar.

AB ülkeleri Türklerin nasıl illüzyona uğratıldıklarını, nasıl "hapçı" yapıldıklarını gördükçe Türkler adına üzülüyor, kendi milletleri adına gülüyorlar.

 Kısaca "Hayır" kelimesi her şekilde, her dilden ifade edilirken, Başbakan başta olmak üzere devlet adamlarımız, aydınlarımız, dış politika uzmanlarımız, köşe yazarlarımız ise alay konusu ediliyorlar.

Avrupa'da şu anda tam bir "siyasal panayır" var. Herkes Türkiye'nin nasıl olup da siyaseten ve hukuken intihar ettiğini ve tasfiye sürecine girdiğini görmek ve bu hatıra fotoğrafında poz vermek için yarışıyorlar.[9]

"Brüksel'de Türkiye'nin AB üyeliğinden ziyade; Tayyip Erdoğan'ın siyasi kariyeri belirlenmiştir."

Maalesef; bugüne kadar AKP liderlerine her türlü yolla AB'nin Türkiye'ye; "ancak kısırlaştırılmış ve kısıtlanmış üyelik" sunacağı gösterilmiş olsa dahi; Tayyip Erdoğan ve kadroları bu açık işaretleri BİLEREK görmezden geldi ve AB oyununu, ülkenin geleceğini risk etme pahasına sürdürmeyi tercih etti.

BİLEREK görmezden geldi diyoruz çünkü; kendi içindeki dinamikleri kontrol etmekte zorlanan AKP'ye AB dışında hiç bir SİYASET ALANI kalmamıştı.

Ekonomiyi ve bunla bağlantılı birçok alanları IMF'nin temsil ettiği dış finans odaklarına; siyaseti ve Anayasal çerçeveyi içerde ve dışarıda çıkar konsorsiyumlarının onayına devrederek siyasi arenada:

"KARİZMASINI KİRALAYAN LİDER!" konumuna düşen Tayyip Erdoğan'ın bu aşamada önündeki en büyük sorun; Brüksel'de ne olacağı değil; Brüksel'den nasıl dönüleceğidir.

Siyasi riski "hedge" etmek için IMF ile anlaşmayı öne çekerek; en azından AB dönüşü piyasalardaki bir çalkantıyı hafifletme planı ancak bir noktaya kadar faydalı olacaktır.

Aylardır Avrupa'ya sayısız ziyaret gerçekleştiren ve Berlusconi'den Chirac'e kadar birçok liderle "kanka" pozları verdikten ve bir de üstüne üstlük Papa'nın heykeli önünde Hıristiyanlığın motifleri ile bezenmiş bir AB felsefesine (O resimde AB Anayasası sadece bir unsurdur. Tayyip Erdoğan kalemi ile Anayasa'ya; görüntüsü ile bu felsefeye imza atmıştır) imza attıktan sonra; bu kadar çabaya rağmen sırtında bir hançerle yurda dönüş yapacak olan Erdoğan için, kum saati akmaya başlayacaktır.

Bu tespitimizdeki doğruluğu arttıran unsurlar Ankara'nın siyasi coğrafyasında Erdoğan'a uyarı işareti olarak yanmaya başlamıştır.

Süleyman Demirel'in, "etkili isimleri bir araya getireceği yemekli toplantı hazırlığı" bu uyarı işaretlerinden en önemlilerinden biri olarak karşımızda durmaktadır.

Keza İstanbul'da bazı iş çevrelerinin yeni bir siyasi "trendi" başlatmak için Brüksel dönüşünü bekledikleri benzer bir işarettir.

Bugüne kadar alanı boş bulduğu için ÖZGÜVENİNİ balonlaştıran ve Türkiye'yi dönüştürme hevesine kapılan Erdoğan'ın dev aynasındaki çatlaklar, Brüksel dönüşü sonrasında derinleşecektir.

KARİZMASI üzerinden yürüttüğü SİYASET ALANI'nı kullanarak ayakta kalan AKP lideri; tek siyasi oyuncağı AB'nin de elinden alındığını görecektir.

Ekonomiden kültüre, Anayasa'dan yerele kadar diğer siyaset alanlarına geri dönüş yapmak istediğinde ise; bugüne kadar pusuda bekleyen kesimlerin diş göstermeye başlaması yüksek bir ihtimaldir.

Bu noktadan sonra; siyasi riski tabana yaymak için gerçekleştirilecek bir referandum manevrası da; Brüksel kriterlerinin Ankara kriterlerine dönüştürülmesi de ya da son günlerde pratiğini yapmaya başladığı milliyetçilik söyleminin derinleştirilmesi de, kendisini çok hatalı bir şekilde AB'ye endeksleyen Erdoğan'a asla eski zeminini kazandıramaya yetmeyecektir.

Tabanı kayganlaşan lider; son günlerde ağzına danışmanları tarafından pelesenk edilen WIN-WIN (Karşılıklı Kazan-Kazan) felsefesinin gerçek açılımını gördüğünde kendisi için çok geç olacaktır:[10]

Ve Serdar Turgut'un Akşam Gazetesinde yayınlanan şu yazısı oldukça önemlidir:

Türkiye'nin en kritik yılı geliyor…

Genellikle yeni bir yıl yaklaşırken insana mutluluk veren, güzel laflarla dolu tahminler yapmak adettendir. Ancak ne yazık ki ülkemiz için çok da sevimli bir yeni yıl gelecek gibi gözükmüyor. Hatta diyebilirim ki 2005 yılı Türkiye Cumhuriyeti'nin karşı karşıya kalmış olduğu en kritik yıllardan biri olacak maalesef. Gerçeği görelim ki zayıf yakalanmayalım istiyorum; çünkü ben ülkemizin gelecek tehlikeleri çok rahatlıkla atlatma potansiyeline sahip olduğunu düşünüyorum.

1- Birçok insan tarafından komplo teorisi olarak nitelendirilen plan 2005 yılı içinde uygulamaya konacak. 2005 yılı ülkemizin bölünmeye aktif olarak çalışılacağı yıl olacak. Bunun sinyallerini birçok yönden sürekli olarak veriyorlar, ne yazık ki bizim ülkemizde bu sinyalleri algılamakta zorlanıyor insanlar. Dünya dış politika tarihinde bir sinyalin bu kadar açık ve net verilmesine de pek rastlanmamıştır. Durum böyleyken ülkemizde bazı insanların bu açık niyet bildirimini tartışmaya bile değer bulmamaları çok ama çok ilginçtir. Bu insanlar sanki bazı dış güçlerin ajanıymışlar gibi tavır almaktadırlar.

2- Bir numaralı tespitle bağlantılı olarak 2005 yılı Türkiye'nin tüm kırmızı çizgilerinin iptal edilmeye uğraşıldığı, renginin beyazlaştırılmaya çalışılacağı yıl olacaktır. Güneydoğu, Kıbrıs sorunu bizim yıllarca savunduğumuz görüşler dışında 'halledilmeye çalışılacaktır'.

3- Kırmızı çizgilerimiz dış güçlerce ayaklar altına alındıkça Türkiye'de büyük siyasi çalkantılar da yaşanacaktır yeni yılda. Çünkü bu kırmızı çizgilere Avrupa Birliği'nin arkasına saklanıp iç işbirlikçi olarak saldıranların karşısına gayet tabii ki bu çizgilere ilkeli bir şekilde sahip çıkan güçler dikilecektir. Bu nedenle 2005 yılında iç siyasette büyük fırtınalar kopmaması mümkün değildir. Şu gerçeği herkesin görmesi gerekir: Türkiye'de ordunun iç politikaya müdahale etmemesi olabilecek şey değildir. Açıkça söyleyelim bu müdahalenin olmamasını istemek doğru da değildir. Şuna dikkat edelim: Türkiye üzerinde niyetleri bulunan tüm dış güçler en fazla saldırıyı bu noktaya yoğunlaştırarak yaparlar. 2005 yılında TSK'nın iç siyasette ağırlığının daha da artacağını göreceğiz. Bu da Avrupa Birliği ile aramızda kriz yaratacaktır. Geleceği kesin olan bu krizde AB isteği yönünde tavır alan iç güçler son derece zor durumda kalacaktır.

4- 2005 yılı ülkemizde milliyetçi tavra sahip siyasetin yıldızının tekrar parladığı yıl olacaktır. Çünkü dış güçlerin ülkemiz üzerindeki gerçek niyetleri deşifre olmaya başlamıştır ve bu nedenle yeni yıl tepki yılı olacaktır. Yükselmeye başlayacak milliyetçi tavırları hangi parti sahiplenirse o parti parlamenter muhalefeti oluşturacaktır. Eğer bu duyguları sahiplenenler de ortaya çıkmazsa gerçek Muhalefet işlevinin parlamento dışı güçler tarafından daha güçlü üstlenildiği görülecektir. Bu da iç siyasetteki çalkantıları daha da arttıracak bir etki yapacaktır. Görünen o ki 2005 yılında ülkemizde iç siyasi dalgalanmaların durulması pek de mümkün değildir. Kendini AB'ye çok bağladığı için hükümetin sallanması da ihtimal dahilindedir.

5- Barış ve demokrasi kaynağı olarak yorumlanan Avrupa Birliği son derece planlı bir şekilde Türkiye'yi bir savaşın içine itmek için çalışmaktadır. Bunu da su krizi yaratarak sağlamaya çalışacaklar. AB'nin bastırması üzerine Türkiye'nin su kaynaklarını İran, Irak ve Suriye'nin kullanımına açması ve bu kararla hemen aynı anda PKK'nın yeni partisinin startının verilmesi birbiriyle bağlantılı iki olay olarak görülmelidir. Dünya güçleri Türkiye'nin su kaynaklarını Kürtlere verme planını hazırlamışlardır. Kuzey Irak'taki Kürt oluşumunun başka kaynaklardan çizilen bayrağında da sembol olarak Fırat ve Dicle'nin kullanılması aslında oynanmak istenen oyunun en net göstergesidir. Dış kaynaklar 'Kürt kartı'nı böylesine açarak son derece tehlikeli ve bölgeyi ateşe atacak bir oyun oynamaktadırlar. Türkiye'nin oyuna karşı açabileceği kartlar gayet tabii ki vardır. Bunlardan bir tanesi de İsrail kartıdır. Bu kartı dikkatli açtığımızda bize oynanabilecek bir oyunu rahatlıkla bertaraf edebiliriz.

Anlayacağınız ne yazık ki problemli bir yıla girmek üzereyiz. Ancak 'önce vatan' demeyi bildiğimiz takdirde aşamayacağımız tehlike de yoktur. 2005 yılı bence dünyanın Türkiye ile oyun oynanamadığını göreceği yıl da olacaktır. O nedenle ben mutluyum.[11]


[1] 12 Aralık 1999-Radikal

[2] MAG Aralık 2000 Dergisi

[3] Samir Amin , "Montyly Revlew"  No: 2, c.48

[4] Bak. Ersal-Necla Yavi. AB'nin önlenemeyen düşüşü. Yazıcı yay. Sh.18

[5] N.Satlıgan

[6] Star / 18 11 2004

[7] Milli Gazete / 09 12 2004 / S. Arif Emre

[8] Hürriyet Gazetesi 15.12.2004

[9] Sesar / 16 12 2004 / AB Analizi.

[10] Sesar-Kritik Özel / 16 12 2004 /

[11] Akşam / 29 12 2004 / S. Turgut

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

AHMET AKGÜL KİMDİR?

 

Araştırmacı-Yazar, Düşünür ve Siyaset Bilimci olarak tanınan Ahmet Akgül, Milli Görüş çizgisinde önemli bir fikir adamıdır. Olaylara insan eksenli ve İslam endeksli yaklaşmaktadır.

2004 Ocak ayında, arkadaşlarıyla birlikte İstanbul’da aylık olarak yayınlanan “Milli Çözüm” Dergisini çıkarmaya başlamıştır.

Uzun süreli, ciddi ve çileli bir mücadele dönemi yaşamış ve bu duyarlı, tutarlı ve kararlı tavrını hiç bırakmamıştır. Bu yüzden pek çok sıkıntı ve saldırılara uğramış, defalarca mahkeme açılıp tutuklanmış ve hapis yatmıştır.

İnancımız ve ihtiyacımız olan evrensel hukuk kurallarının; bütün insanlığın ortak değeri ve hayat düzeni haline getirilmesi, “Demokrasi, Laiklik ve özgürlükler” gibi çağdaş kurum ve kavramların; ilmi ve insani temellere göre yeniden şekillenmesi… Ve Türkiye’nin yeni bir barış ve bereket medeniyetine öncülük etmesi konularında yoğunlaşmıştır.

Üstadımızın, başta “İnsanın Yozlaşması”, ardından “Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya” ve yine “Barış ve Bereket Nizamı “İslam Davası” ve YozlaştırılanCihad Kavramı” gibi birçok kitapları İngilizceye çevrilip merkezi Londra’daki Cagaloglu Yayıncılık organizesiyle; Amazon ve Bornes&Noble (bn.com) gibi dünya genelinde dağıtım yapan yüzlerce online sitesinde ve dijital (e-kitap) sayesinde 120 kadar ülkede yayınlanıp okunmaktadır. Ayrıca Üstadımızın “Yüce Kur’an’ın Manası ve Mesajı” başlıklı Meal-i Kerim yorumları İngilizce ve Rusça tercümeleri ile “Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya” kitaplarının Rusça, Arapça, Çince, Japonca ve İspanyolca tercümeleri tamamlanıp basılmış olup; Almanca, Fransızca, Kırgızca ve Farsça tercümelerinde de sona yaklaşılmıştır.

Milli siyaset ve sorumluluk düşüncesini farklı bir boyutta ele alan ve yorumlayan Hocamız; yaklaşık 40 yıldır Türkiye’mizin her yerinde, Avrupa’da ve İslam ülkelerinde, önemli seminer ve konferanslara katılmaktadır.

Mili Görüş’e çöreklenmiş bazı şaibeli kişilerin gizli niyet ve tertiplerini haber vermesi, uzun vadeli hedefler ve stratejik tavizler sonucu Parti’ye girdiklerini sezmesi ve söylemesi nedeniyle, Ahmet Akgül’ün teşkilatlarda ve Milli Görüşçü kuruluşlarda hizmet vermesi engellenmeye çalışılmış; Erbakan Hoca ise, kendisinin daha bağımsız davranabilmesi ve nifak çarkı içinde körletilip kirletilmemesi için bu girişimlere karşı çıkmamış, ama kendisini uzaktan destekleyip yönlendirmekten de geri durmamıştır. Erbakan’ın “Adil Düzen” projeleri, AKP’nin siyasi hileleri ve karanlık ilişkileri, Fetullahçı Cemaatin gizli mahiyeti konularında sayılı uzmanlardandır.

1949 Elazığ doğumlu olan, çeşitli konularda yayınlanmış ve hazırlanmış 105 (yüz beş) eseri bulunan yazarımız, evli ve beş çocuk babasıdır.

 

Hocamız’ın Başlıca Kitapları:

● Yüce Kur’an’ın Manası ve Mesajı (Türkçe Meal-i Kerim. Abdullah Akgül Yayına Hazırladı.) (İngilizce ve Rusçaya çevrildi.)

Milli Sorunlarımız ve Sorumluluklarımız (2 Cilt)

Dünyanın Değişimi ve Erbakan Devrimi

Refah-Yol’la Rantiyenin Savaşı

Cemaatin Cılkı, Erdoğan’ın Çarkı, Erbakan’ın Farkı

Türkiye Kuşatılırken, Kuklaların Kapışması

Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya (İngilizce, Rusça, Çince, Japonca, Arapça ve İspanyolcaya çevrildi.)

Bizim Atatürk

Küresel Fesatçılık ve Fetullahçılık

Dış Politika Yazıları (I) BOP’un Temel Taşları (1988-1998)

Dış Politika Yazıları (II) Tarihin En Talihsiz Yılları (2002-2015) 

Siyaset ve Strateji Bilgeliği

Osmanlı Sistemi ve Abdülhamit Siyaseti

İslam Davası ve Cihad Kavramı (İngilizceye çevrildi.)

● “İnsan”ın Yozlaşması (İngilizce ve Rusçaya çevrildi.)

Ah-u Figan’ım (Şiir)

Başörtüsü İnkârı ve İstismarı

İslamcı Münafıklar

Milli Şuur ve Ordu

20 Yıl Öncesinden; AKP Gerçeği ve Akıbeti

Bilge(!) Erdoğan’dan, İlkeli(!) Numan’a AKP Tezgâhı

Cezaevinde Yazdıklarım

Siyonizm-Deccalizm Ortaklığı

Devrim Simsarları ve Din İstismarcıları

Dilin Düğümü Çözüldü (Şiir)

Din Dengedir İslam İlericiliktir

Din – Devlet ve Demokrasi

Ergenekon Senaryosu “At Değiştirme” Operasyonu muydu?

(Kadiri - Haydari Tarikatı) Gönül Seması ve Tasavvuf Kapısı

Medeniyet Mücadelesi ve Mehdiyet Müjdesi

● Teşkilatçılık (İletişim ve İşbirliği Sanatı) Mesaj ve Metod

Milli Görüş’ün Marazlıları

● Hak Davanın Hokkabazları

ABD’li Siyonistlerin, AKP’li Piyonistleri

İsrail’in Şımarması ve Armageddon Savaşı

BDP’nin Özerklik Kalkışması

Bir Devrim Yaşanıyordu!

Dünya Dönüşüme Hazırlanıyordu

Hidayet Kıvılcımı ve Hikmet Kılıcı (Şiir)

Katı Ulusalcıların ve Ilımlı İslamcıların Din ve Devlet Tahribatı

Osmanlı’dan Cumhuriyete Kripto Yahudiler ve Pakraduniler

Yüz Kur'ani Kavram ve Yorumları

Konularına Göre: Kur’an-ı Kerim Fihristi

Siyaset Şehveti ve AKP’nin Şerbeti (Yayına Hazırlayan: Ufuk Efe)

AKP’nin Akreplikleri (Yayına Hazırlayan: Ufuk Efe)

Terör-Masonluk ve Mafia Medeniyeti

Cumhuriyet Türkiye’sinde Nifak Hareketleri

Ruhlar-Sırlar ve Uzaydaki Yaratıklar

Sabah Yakın Değil miydi?

Tarikatların Hizmet Sahası ve Islahı

Tuz Kokarsa…

Gaflet miydi, Hıyanet miydi?

Tahribat Ortakları: AKP’nin Arkası, MHP’nin Markası

Türkiye Tarihi Dönemeçteydi!

Yakın Tarihimizde Yüceler ve Cüceler (2 Cilt)

Zafer Muştuları ve Fetih Hazırlıkları

Erbakan’dan İntikam Alanlar

Suriye’de Yaklaşan Hilal-Haç Kapışması

Başkanlık Diktatoryası

15 Temmuz Hıyanetinin Gizemi: Bir Darbe Analizi ve Sistem Krizi

Pazarlık Partisi ve Palavra İktidarı

Kemalizm-Tayyibizm Uyarlaması

Başka Çare Kalmamıştı

İslam’dan Uzaklaştıkça, İnsanlıktan Çıkılması

Dert Söyletir Aşk İnletir (Şiir)

● Hainleri Haşlama, Zalimleri Taşlama (Şiir)

● İstanbul Sözleşmesi ve Ailenin Çözülmesi

Türkiye'nin Erdoğan'la Sınavı ve Ukrayna Savaşı

● Hamas, Şeytanı Şaşırtmıştı ve Dünyayı Uyandırmıştı

 

Üstadımızın hazırladığı; İlköğretimden, Üniversiteye kadar öğrencilerimize inanç ve ahlâk esaslarını ve Milli-İnsani sorumluluklarını öğretecek Ders Kitapları:

● İlkokul 4-5: Çocuklar Sizin İçin Yaratılış Harikaları ve Din Ahlâkı

● Ortaokul-1: İslam; Doğal Hayat ve Güzel Ahlâktır

● Ortaokul-2: Allah'a İman ve Ahlâk Kuralları

● Ortaokul-3: Bilimin Işığında Allah’ın Varlık Kanıtları ve İslam Ahlâkı

● Lise-1: Yaratılışın Bilimsel Kanıtları

● Lise-2: İslam'ın Aydınlığı ve İmtihanın Şartları

● Lise-3: Müslüman; Güzel Ahlâk ve Sorumluluk Taşıyandır

● Lise-4: "Gençliğin Ahlâki Sorunlarına Milli Çözüm Programı"

● Üniversite-1: Yaratılış Sırları ve İslam’ın Esasları

● Üniversite-2: Allah'ın Varlığı ve İmtihanın Sırrı

● Üniversite-3: Olgun Müslümanın Hayatı ve İslam’ın Amacı

 

Üstadımızın Kitaplarından Derlenen Yeni Kitaplar:

Ahmet Akgül’e Göre; Laiklik, Demokrasi ve Cumhuriyet Kavramları

(Hazırlayan: Nevzat Gündüz)

Üstat Ahmet Akgül’ün; Milliyetçilik Anlayışı

(Hazırlayan: Orhan Atay)

Ahmet Akgül’ün; Alevilik, Bektaşilik ve Şiilik Yaklaşımı

(Hazırlayan: Veysel Uzun)

Üstat Ahmet Akgül’e Göre; Kemalizm’le Atatürkçülük Farkı

(Hazırlayan: Ufuk Efe)

Ahmet Akgül’e Göre; Ülke Sorunları ve Çözüm Yolları

(Hazırlayan: Okan Ekinci)

Ahmet Akgül’e Göre; Genel Ahlâk Esasları ve Temel İnsan Haklarına Saygı

(Hazırlayan: Fatma Betül Erişkin)

Üstat Ahmet Akgül’ün; Siyonizm Saptamaları

(Hazırlayan: Ali Çağıl)

Ahmet Akgül’e Göre; Yaratılış Sırları ve İman Unsurları

(Hazırlayan: Halil Yaman)

Ahmet Akgül’e Göre; Din İstismarcıları ve Devrim Simsarları

(Hazırlayan: Akın Cengiz)

Üstat Ahmet Akgül’e Göre; Tarikat Yozlaşması ve Tasavvuf İhtiyacı

(Hazırlayan: Abdussamet Çağıl)

Üstat Ahmet Akgül’ün; Adil Medeniyet Programları

(Hazırlayan: Osman Nuri Çelik)

Ahmet Akgül’ün; Tarih Yorumları – 2 Cilt

(Hazırlayan: Kâzım Gülfidan-Halil Altuntaş)

Üstat Ahmet Akgül’ün; İlginç Anıları ve Rüyaları

(Hazırlayan: Ramazan Yücel)

Ahmet Akgül’ün; İçtihad Perspektifi ve Orijinal Projeleri

(Hazırlayan: Abdullah Akgül)

Ahmet Akgül’ün; Hikmet Uyarıları ve Veciz Uyarlamaları

(Hazırlayan: Neslihan Bayraktar)

Üstat Ahmet Akgül Hocamızın; Tenkit (ve Tebrik) Yazıları – 2 Cilt

(Hazırlayan: Mus’ab Eryıldız-İsmail Erkut)

Ahmet Akgül’den; Siyaset ve Strateji Kuralları

(Hazırlayan: Necati Akgül-Ali Mert)

Ahmet Akgül’e Göre; Yönetme ve Liderlik Sanatı

(Hazırlayan: Yakup Gözübüyük)

Ahmet Akgül’ün Saptamalarıyla; Erbakan ve İnsanlık Davası

(Hazırlayan: Ahmet Cömert)

Ahmet Akgül’e Göre; Erdoğan ve Takımının Ayarı ve Tahribatları – 3 Cilt

(Hazırlayan: Nail Kızılkan-Sezai Kurt-Mehmet Sıtmapınar)

Ahmet Akgül’e Göre; Fetullah Gülen’in Perde Arkası

(Hazırlayan: Mehmet Akif Avcı)

Ahmet Akgül’ün Gözüyle; Farklı Kesimlerden İnsan Manzaraları – 2 Cilt

(Hazırlayan: Osman Eraydın)

Ahmet Akgül Üstadımızdan; Erbakan Hoca’ya Yönelik İthamlara Yanıtlar

(Hazırlayan: Necmettin Musa Bişkin)

Ahmet Akgül'den Kahramanlık Şiirleri (Hazırlayan: İsmet Sezgin)

Ahmet Akgül’den; Seçme Şiirler (Hazırlayan: Ömer Çağıl)

Ahmet Akgül'den Şiirler Harmanı (Hazırlayan: Orhan Yılan)

Ahmet Akgül'den Edep-İstikamet-Hikmet ve Hakikati Öğreten Şiirler

(Hazırlayan: Yalçın Gözübüyük-Erdem Kaya)

 

Hocamızın Önsözünü Yazdığı Milli Çözüm Yayınları:

Üstad Ahmet Akgül’ün Özgeçmişi ve Öğretileri

(Yakup Gözübüyük)

● Haykırış (Şiir - Ali Çağıl)

AKP Yönetimi ve Tahribat Yöntemi Sistem Tahlili ve Siyaset Tenkidi

(Nevzat Gündüz)

● Sözün Çözüme Dönüşmesi (Siyasi Fıkralar - Osman Eraydın)

● Ayar Aynası ve Nokta Atışı (Sosyal ve Siyasi Fıkralar - Erdoğan Bişkin)

Milli Çözüm Ekibinden: İlginç Rüyalar ve Manevi Uyarılar – 2 Cilt

(Hazırlayanlar: Fatma Betül Erişkin – Nail Kızılkan – Neslihan Bayraktar)

 

 

INTRODUCTION OF USTADH AHMET AKGÜL

 

Before the ADİL DÜZEN (JUST ORDER) conference at the Kyrgyzstan Arabayev University, which we were attended, an academician had introduced Ustadh Ahmet Akgül in the following way:

Ahmet Akgül is an outstanding scholar and thinker in Türkiye who amalgamate ideas of; Islamic principles and human needs, Atatürk's thoughts on change, Positive Nationalism, and social balance. He has written around 100 books, some in three volumes, all original and unique works. Ten of these books have been translated into English, Russian, Japanese, Persian, French and Arabic. He is considered the most distinguished disciple and follower of Türkiye's legendary Prime Minister Prof. Dr. Necmettin Erbakan. For about 40 years, he has participated in scientific conferences throughout Türkiye, Europe, and the Islamic world. He is a man of wisdom and a visionary who has sensed and explained significant developments in Türkiye, the region, and the world decades in advance, facing many difficulties and attacks, yet always proving to be right in the end. He is the editor in chief of the MİLLİ ÇÖZÜM MAGAZINE (A strategic magazine published in Türkiye) which closely followed by Türkiye's military and civilian senior bureaucrats, university professors, prominent writers and commentators, and state officials. Our Ustadh advocates for original ADİL DÜZEN (Just Order) programs based on reason, science, history, conscience, and the Quran, incorporating the beneficial aspects of capitalist, socialist, and liberalist systems while discarding their harmful elements. He is 74 years old and has five children. He leads a modest life, far from luxury and comfort, never accepting royalties for any of his books, magazines, articles or conferences with all expenses covered by about 40 voluntary and dedicated friends of the cause and for the sake of Allah. He maintains that it is forbidden to preach religion and knowledge for money, position, and personal gain, thus owing no favors to any group or power. Besides his nearly 105 books, our Ustadh has also prepared RELIGION and ETHICS textbooks suitable for scientific truths and the essence of Islam without adhering to any sects, for Primary School (grades 4-5), Secondary School (grades 1-2-3), High School (grades 1-2-3-4), and University (grades 1-2-3), topics often overlooked even by political parties and governments.

During our so special conversations, as his sincere students and followers, we asked him: 'How did you prepare these (over 100) books? How did you manage your time?' Our Ustadh Ahmet Akgül answered us in a way that would be an example and encouragement for us:

"1- Except for serious illness and major difficulties, for almost 60 years, I have never put off today's work until tomorrow, and even beyond that, I never attempted to delay the morning's work to the afternoon or the afternoon's to the evening. Because it was necessary not to waste my limited lifetime capital on idle pursuits, which the Quran warns against as 'LAĞVİYAT' (futile activities).

2- I never hesitated to listen to and learn from anyone who had knowledge and experience in a subject, even if they were much younger than me... or just an ordinary and simple person, because the biggest obstacle to learning and acquiring knowledge is pride and arrogance.

3- I have tried to read and understand every piece of writing and book by people, whether local or foreign, left-wing or right-wing, known or unknown to me, loved or disliked by me.

4- From these or from what I heard on TV programs and in conferences, I took notes of the information that I learned and found important, and never hesitated to write and convey them, mentioning their sources.

5- Without getting stuck on the whimsical desires and objections of my closest ones, my fellow companions, my Political Party members, those in active and competent positions... Or considering the account and favor of my personal comfort and interests, I never hid the TRUTHS that my mind and conscience found beneficial and right, nor did I wrap them in various covers to make them difficult to understand.

6- I strived to help all people whom I met on any occasion, whom I had enough closeness to drink a tea or share a traveling on a plane for an hour, to gain and enhance their moral and conscientious awareness and honor, and especially their eternal and spiritual peace. In other words, my aim was not to benefit from their position, resources and compliments, but to be beneficial to them.

7- Perhaps as a fruit and grace of these sincere goals and effortsAnd certainly, as a grace and blessing of Almighty God (Allah), thankfully, it became easy for us to read an average 700-page book in an hour or two, to read quickly, and to produce intended 10-page notes of congratulations and criticism about that book."

 

 

رسالة تعريفية لمعلمنا أحمد أكجول

قبل مؤتمر النظام العادل في جامعة قيرغيزستان أراباييف، والذي حضرناه، قدم أحد المحاضرين أستاذنا أحمد أكجول على النحو التالي: أحمد أكجول موجود في تركيا؛ إنه عالم ومثقف نادر جدًا يجمع بين المبادئ الإسلامية والمتطلبات الإنسانية، وفكر أتاتورك في التغيير والقومية الإيجابية والتوازن الاجتماعي. ألف حوالي 100 كتاب، بعضها في 3 مجلدات، وجميعها أعمال فريدة وأصيلة. 10 من الكتب؛ تمت ترجمته إلى الإنجليزية والروسية واليابانية والفارسية والفرنسية والعربية. البروفيسور الراحل، أحد رؤساء وزراء تركيا الأسطوريين. دكتور. ويعتبر من أكثر الطلاب المميزين وأتباع نجم الدين أربكان.
لقد حضر المؤتمرات العلمية في جميع أنحاء تركيا وأوروبا والجغرافيا الإسلامية منذ ما يقرب من 40 عامًا. إنه رجل حكيم تنبأ وشرح التطورات المهمة في تركيا ومنطقته والعالم قبل عقود، وتعرض للعديد من المشاكل والهجمات لهذا السبب، لكنه كان دائما على حق في النهاية. وهو رئيس تحرير مجلة الحل الوطني، التي يتابعها عن كثب كبار البيروقراطيين العسكريين والمدنيين، وأساتذة الجامعات، والكتاب والمعلقين المهمين، ومسؤولي الدولة في تركيا. ضد الأنظمة الرأسمالية والاشتراكية والليبرالية في العالم؛ فهو يحتوي على الجوانب الجيدة والمفيدة لجميعها، لكنه يترك الجوانب السيئة والضارة؛ سيدنا، الذي أعد ودافع عن برامج النظام العادل الأصلية القائمة على العقل والعلم والتاريخ والضمير والقرآن، يبلغ من العمر 74 عامًا وأب لخمسة أطفال. لا يتقاضى إتاوات أبدًا عن أي من كتبه أو مجلاته أو مقالاته أو مؤتمراته، ويعيش حياة متواضعة بعيدًا عن الترف والراحة، ويغطي نفقات كل ذلك بحوالي 40 من الرفاق المتطوعين والمخلصين في سبيل الله. المعلم الذي يدافع عن "حرمة التبشير بالعلم" وبالتالي لا يدين بالشكر لأي مركز أو حكومة. باستثناء ما يقرب من 105 من أعمال أستاذنا، حتى الأحزاب والحكومات تظل غير مبالية؛ الدين والأخلاق في المرحلة الابتدائية: 4-5، المرحلة المتوسطة: 1-2-3، المرحلة الثانوية: 1-2-3-4 والجامعة: 1-2-3، وفقاً للحقائق العلمية وجوهر الإسلام. ولكن بغض النظر عن أي طائفة، فقد أعد كتب العلم. خلال أحاديثهم المميزة جداً، كتلاميذه ومتابعيه المخلصين: "كيف أعددتم هذه (100) كتاباً يزيد عن مائة، كيف رتبتم وقتكم؟" أجاب أستاذنا أحمد أكجول على أسئلتنا كالتالي، ليكون قدوة وتشجيعًا لنا:



1- منذ ما يقرب من 60 عامًا، باستثناء الأمراض الخطيرة والصعوبات الكبيرة؛ ولم أؤجل عمل اليوم إلى الغد، كما أنني لم أحاول تأجيل عمل الصباح إلى الظهر أو عمل الظهر إلى المساء. لأنه لا ينبغي لي أن أضيع رأس مال حياتي المحدود في مساعي فارغة ومجانية يسميها القرآن الإلغاء ويحرمها

 

2- حتى لو كان شخصًا لديه معرفة وخبرة في موضوع ما، حتى لو كان أصغر منا كثيرًا... حتى لو كان شخصًا عاديًا وبسيطًا، فأنا لا أشعر بالإهانة أبدًا عند الاستماع إليه أو تعلم شيء ما، لأن أكبر عائق أمام التعلم والحصول على العلم هو الكبرياء والكبر

-3ما حصلنا عليه؛ حاولت أن أقرأ وأفهم كتابات وكتب الجميع، محليًا أو أجنبيًا، يساريًا أو يمينيًا، أعرفه أو لا أعرفه، أحبه أو أكرهه.
4- كنت أسجل المعلومات التي تعلمتها وأجد أهميتها منها أو مما سمعته في البرامج والمؤتمرات التليفزيونية، ولم أتردد قط في كتابتها ونقلها بذكر أصحابها
5- من خلال الوقوع في الرغبات والاعتراضات التعسفية من أقرب أقاربي ورفاقي وأعضاء الحزب وذوي المناصب ذات النفوذ والكفاءة... أو من منطلق حرصي على راحتي ومصالحي الشخصية، لم أخفي أبدًا الحقيقة التي قالها لي يجدها العقل والضمير نافعة ومفيدة، ولم أصعب فهمها بتغليفها بأغلفة مختلفة
6- كل الأشخاص الذين التقينا بهم في أي مناسبة وأصبحنا قريبين بما يكفي لتناول كوب من الشاي أو السفر لمدة ساعة على متن الطائرة؛ حاولت مساعدتهم على اكتساب وزيادة وعيهم الأخلاقي والضميري وكرامتهم، وخاصة سلامهم الروحي والعالمي. بمعنى آخر، كنت أهدف إلى أن أكون مفيداً له، وليس أن أستفيد من منصبه وفرصه ومجاملاته.
7- ولعل ذلك يعتبر ثمرة ومعجزة للأهداف والجهود المخلصة... وطبعا بفضل الله تعالى وفضله لا بد من قراءة كتاب ما يقارب 700 صفحة بسرعة في ساعة أو ساعتين. وتهنئة هذا الكتاب وانتقاده عمدا، والحمد لله أن إنتاج ملاحظات من 10 صفحات أصبح أسهل بالنسبة لنا.
أطيب التحيات…

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx