YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
691d6d223d0d3
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 1
Bugün : 4858
Dün : 39415
Bu ay : 770297
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45174118
IP'niz : 18.97.9.169

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

15 Ekim 2005'te gerçekleştirilen 'referandumla, Irak'ta kalıcı bir anayasa ve işgal güçlerinin ayrılacağı yeni bir siyasal yönetim döneminin başlayacağı savlanmaktadır. Bu çalışmada, Irak anayasası kamu yönetimi ve siyasal işleyiş çerçevesinde ele alınıp, bölgeye nasıl bir modelin ihraç edilmeye çalışıldığı çözümlenecektir. Bu bağlamda, öncelikle Irak'ta İran'la savaşın sürdüğü 1980-1988 arasındaki dönemden itibaren Kürt ayrılıkçı hareketinin ve Birinci Körfez Savaşı'ndan itibaren oluşan Kürt bölgesinin konumu ele alınacak, ardından İkinci Körfez Savaşı, Geçici Irak Anayasası ve 30 Ocak 2005 seçimleri irdelendikten sonra, 15 Ekim 2005'te kabul ettirilen Irak Anayasası ve gelecekteki yansımaları değerlendirilecektir.

 

Irak'ta Otorite Boşluğunun Tarihçesi

Irak'ın kuzeyinde aslında Irak-İran savaşının başladığı 1980'den itibaren bir otorite boşluğu var olmuştur. Talabani ve Barzani, İran tarafından Irak'a karşı destekleniyor, Saddam, savaş yüzünden kuzeye tam olarak egemen olamıyordu. 1988-1991 yılları boyunca Saddam, 3 yıl boyunca bölgeye egemen olabilmiştir. 1991'deki 1.Körfez Savaşı'nın ardından Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin aldığı kararla, 36. Paralelin üstünün Irak'ın denetiminden çıkartılması, üstelik bu bölgenin İncirlik'te konuşlanan Çekiç Güç tarafından korunmasıyla, Irak'ın kuzeyinde merkezi Irak hükümetinin kontrolü dışında, Kürt aşiretlerinin bölgesel anlamda egemen olduğu, Kürt etnisitesine dayanan bir durum ortaya çıkmıştır. Durum dememizin nedeni; ne devlet, ne bölge, ne de başka bir şey oluşmuştur. Uluslararası hukukun tanımlayamadığı bölge, aslında 1991'de Irak'ın kuzeyinden Türkiye'ye Kürt göçünün engellenmesi için, bizzat Türkiye'nin başvurusuyla, Türkiye'nin İncirlik üssünde konuşlanan Çekiç Güçle oluşmuştur. Bu çerçevede, PKK eylemleri, otorite boşluğundaki bölgenin verdiği avantajla, geniş bir zeminde yaşama olanağına kavuşmuştur. 1992'de Irak'ın kuzeyinde Kürt parlamentosu, geçici Kürt yönetimini kurmuştur. 2003'deki 2. Körfez Savaşı'ndan sonra, Talabani ve Barzani, sadece Irak'ın kuzeyinin değil, tüm Irak'ın yeni siyasal aktörlerinden birileri olmaya başlamışlardır. Haziran 2004'te BM Güvenlik Konseyi'nin 1546 sayılı kararıyla, 30 Haziran 2004 sonrası, Irak'ın geçici yönetimi, genel seçimleri hakkında kararlar alınırken, Şii egemenliğindeki bir Irak'ta Kürtler 8 Mart 2004'teki idari kararlara yani özerkliğe atıfta bulunulmadığı için, Irak yönetiminde ayrılabileceklerini açıklamışlardır. Böylece ilk kez resmi söylemde Irak Kürtleri'nin ayrılma talebi tehditkâr bir üslupla dile getirilmiştir. Irak'ta dönemin başbakanı Allavi ise, tüm milis güçlerdeki silahların tasfiye edileceğini, ancak Irak Kürt silahlı milis güçlerinin yani peşmergelerin ellerindeki silahların alınmayacağını açıklamıştır. Peşmergelerin sayısı, 75 bin olarak ifade edilmektedir. Öte yandan geçici Irak anayasasında da, Irak'ın federal ve çoğulcu olduğuna atıfta bulunulmuştur. 1932 yılında Irak'ın bağımsızlığı ilan edilirken, Araplar ve Kürtlerle adları geçen, üç asli halktan biri sayılan Türkmenler'e geçici anayasada da azınlık atıfı yapılmıştır.

30 Ocak 2005 Genel Seçimleri

Irak'ta 30 Ocak 2005 tarihinde yapılan genel seçimler, Irak'ın bütününden çok, Irak'ın kuzeyini ilgilendiren bir plebisite döndürülmeye çalışılmıştır. 2004 Haziran'ında G-8 Zirvesi'nin ardından, İstanbul'daki NATO Zirvesi'nde netleştirilen, adı Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi (GOKAP) olarak değiştirilen Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)un gerçek anlamı daha fazla ortaya çıkmaya başlamıştır. Irak GOKAP için bir numunedir. Ülkede, Sünni Kürt, Sünni Arap ve Şii Arap bölgeleri oluşturularak, ulus-devlet mantığı yerine, alt kimliklere dayalı, uluslararası ilişki kurma kabiliyetine sahip olmayan, küresel güçlere daha bağlı yapılar oluşturulmaya çalışılmaktadır,

30 Ocak 2005 seçimleriyle, Irak'ta, Osmanlı'nın 1. Meşrutiyet parlamentosu Meclis-i Mebusan gibi, etnik temelli bir yönetim oluşturulmaya çalışılmaktadır. Etnisiteye, alt kimliklere dayalı bir parlamentoda, ulusallığın oluşması, sosyolojik bir ulus zemininin kurulması mümkün gözükmemektedir. Osmanlı'nın deneyimleri ve çöküşü buna en uygun örnektir. GOKAP'ta demokrasiyi getirmek, kadın haklarını yaymak gibi kutsal hedefler olarak ortaya konurken, askeri işgal gücü, işkence ve tecavüzlerle, yabancı bir unsurun demokrasiyi getirme savı trajikomiktir. Iraklı annelerin çocuklarını korkutmak için "yaramazlık yapma, demokrasi gelir ha" sözünü kullandıkları bu ortamda, demokrasinin Irak ve Ortadoğu'daki algılanması açısından daha çarpıcı örnekler olabilir.

Demokratik bir seçimin olmazsa olmazları arasında, seçmen listelerinin önceden ilan edilmesi, sandık merkezlerinin ve sandık görevlilerinin seçimden makul bir süre önce belli olması, oylamanın gizli, oy sayımının açık olması, seçim propagandasının eşit koşullar çerçevesinde gerçekleştirilmesi ve ekleyebileceğimiz pek çok koşul yer almaktadır. Irak seçimlerinde tüm bir ülke seçim çevresi sayılırken, ayrıca, il meclisleri için de oylama yapılmıştır. Kerkük örneğinde yer aldığı gibi, uygulanan istisnalarla, seçmen yazımında ek süreler verilmiş, 1991-2003 arası 100 bin dolayında Kürt'ün kenti terk etmek durumunda kaldığı savlanırken, 300 bin üzerinde Kürt'ün Kerkük'te seçmen olarak kaydettirildiği ileri sürülmüştür. Seçimin sonuçlarından çok, Kerkük'ün Irak'ın federal yapısı çerçevesinde, Kürt bölgesinde yer alıp almayacağı tartışılmaktadır. Aralık 2004'te BM Güvenlik Konseyi'ne Kürtlerin 1 milyon 700 bin imzalı dilekçeyle bağımsızlık talebinin gündeme getirilmesinin ardından, 30 Ocak 2005 seçimlerinde, Irak'ın kuzeyinde ek bir sandık kurularak, fiilen gayri resmi bir bağımsızlık referandumu yapılmıştır. Sandık merkezleri ve sandık görevlileriyle, seçmenlerin belli olmadığı bu sözde seçim ortamına dayanarak, gelecekte olası bağımsızlık talebinin getirileceği, artık daha fazla netlik kazanmaktadır. Öte yandan Şiiler, nüfus çoğunluğuna dayanarak, Şii'leşmiş bir Irak hesapları yapmakta, ABD'ye karşı taktiksel açıdan sessiz kalmaktadırlar. Ancak bu hesabın Irak'ın Şiileşmesinden çok, bölünmesine dolaylı yoldan hizmet ettiği görülmektedir. Irak'ın kurulmasından beri yönetici siyasal elit olarak rol oynayan Sünni Araplar ise, hem seçimleri önemli oranda boykot etmiş, hem de yeni süreçte dışlanmışlardır. Zaten, Irak'ın işgale direnişinde en çok Sünni Arap unsurlar göze çarpmaktadır. ABD'nin gayrı resmi devlet siyasasının Irak'ta üç ayrı unsura dayalı, merkezi devlet otoritesinin zayıflatıldığı, bölünme senaryosunun ise, kanlı bir iç savaşa tercih edildiği varsayımları konuşulmaktadır. Ukrayna'da aranan seçim güvenliği Irak'ta aranmamakta, "hiç yoktan iyidir" havası dünya kamuoyuna hissettirilmektedir. ABD'nin çıkarları çerçevesinde, her alanda 'küreselleşirken' demokratik anlamda bir 'küresel standart' oluşturulmaya gereksinim duyulmamaktadır. Uzun erimli bakıldığında, 2. Körfez Savaşı öncesinde Türkiye'deki kitle iletişim araçlarına yansıyan Stanford Planı'nda yer aldığı gibi, ABD-İsrail müttefiki Kürt devleti, Ürdün'le federasyon yapması olasılık olarak ileri sürülen Sünni Arap bölgesi; İran'ın etkisi, İran'a yapılan baskıyla ve Irak'ın kuzeyinde İsrail'in de rahatlıkla konuşlanmasıyla tehdit unsuru kullanılarak izole edilecek Şii Arap bölgesi tasarlanmaktadır. Irak seçimleri, olası bölünmeleri, Kürt bölgesinin bağımsızlığını meşrulaştıran, Türkmenlerin dışlanmasını sağlayan bir araca dönüşmüştür.

Irak Anayasası'nda Ulusal ve Siyasal Yapı

Irak anayasası analiz edildiğinde, ulus-devlet yapısı yerine, alt kimliklerin toprak, inanç, etnisite, mezhep gibi başlıklar halinde temsilini görmekteyiz. Yani Kemalist modelde, Türk ulusu, ülkeye yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesi Türk kabul eder ve alt kimliğe dayalı kolektif haklar tanımı yapmazken, Türk modelinin tam tersine, alt kimlikleri siyasal varlık olarak kabul eden hatta devlet yetkisi tanıyan bir anlayışla karşı karşıyayız. Hoş, AB'nin Türkiye hakkında yayınladığı 6 Ekim 2004 İlerleme Raporu'nun 48. sayfasının ikinci paragrafında Lozan'a atıfta bulunularak, Ermeni, Rum ve Yahudi yurttaşların adı anılan antlaşmayla kullandıkları azınlık haklarının, içinde Kürtlerin de bulunduğu diğer azınlıklara yayılması talep edilmekte, aynı raporun 44. sayfasının sondan ikinci paragrafında Alevi yurttaşlarımız için 'Sünni olmayan Müslüman azınlık' tarifi yapılmaktadır. Yani AB, Türk modelini Irak'laştırmaya çalışarak, yeni azınlıklar icat ederek, Brüksel üzerinden Türkiye'ye Irak simülasyonu yapmaya çalışmaktadır.

Irak anayasasının daha önsözünde, Sünni, Şii, Arap, Kürt ve Türkmen unsurlara atıfta bulunularak, geçmişte yaşadıkları acılara değinilmektedir. Önsözde geçen Türkmen sözcüğü kimseyi yanıltmasın zira maddelere geçildiğinde Türkmenler asli unsurların arasında sayılmamaktadır. Anayasa, yine önsözde mezhepçiliğe, ırksal ayrımcılığa, bölgeciliğe, ayrımcılığa ve tecride karşı olduğunu vurgulamaktadır. Öte yandan bir sonraki paragrafta, terörizm ve tekfirin (bir kimseyi dinsiz ilan etme), ülkeyi bölemeyeceği ifade edilmektedir.

Anayasa birinci maddede Irak Cumhuriyeti'ni 'bağımsız, ulusal egemenliğe dayanan, demokratik, federal ve temsili -ki temsili sözcüğünün yanına açılan parantezde parlamenter sözcüğü yerleştirilmiştir- bir cumhuriyet olduğu dile getirilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, federal kavramında yatmaktadır. Nasıl Britanya İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı sonrası, kendi siyasal kültürünü krallıklar icat ederek endoktrine etmeye çalıştıysa, ABD İmparatorluğu da kendi siyasal kültürünü, federal sistemler kurarak, benimsetmeye çalışmaktadır. Ancak dikkat edilmesi gereken zemin, ABD'de federal sistem, güçlü bir başkanlık sistemiyle yaşamakta, birbirlerini dengelemektedir. Federalizmin dağıttığı yetkileri, federal kurumlar merkezileştirmekte, Beyaz Saray ve Pentagon, Federal Reserve Bank yani Merkez Bankasıyla bu çerçevede merkezi sistemi, siyasal, askeri ve mali açıdan ortaya koymaktadır. Oysa parlamenter kavramı, bizdeki sistemi çağrıştırsa da, federal bir yapıda işleyişi olanaksız kılmaktadır. Parlamenter sistem, ancak Türkiye gibi üniter sistemlerde işlevsel olabilir. İkinci maddenin başlangıcında İslam devletin resmi dini olarak belirtilmekte, yasamanın temel kaynağı olduğunun altı çizilmektedir. Ardından birinci fıkranın a, b ve c bendlerinde sırasıyla, hiçbir yasanın, İslam kurallarına, demokrasinin ilkelerine ve temel hak ve özgürlüklere aykırı olamayacağı ifade edilmektedir. Bir yandan Şeriat, bir yandan demokrasi vurgusu öne çıkarılmaktadır. Türkiye'deki tartışmalar da anımsanırsa, laik olmayan bir demokrasinin var olamayacağı somut bir gerçektir. İslami demokrasinin adı da olsa olsa, Ilımlı İslam'dır. Ülkemize böylesine bir çuvalı geçirmek isteyenler, Irak'ta, Ilımlı İslam modeliyle bağlantılı olarak, etnik, mezhepsel, dinsel ayrımların kurumsallaştırıldığını, 'Medine Sözleşmesindeki atıfta bulunanların, 'çok hukukluluk, çok kültürlülük' adı altında İkinci Cumhuriyetçilerle el ele vererek ABD'ye ve AB'ye hizmet ettiklerinin artık farkına varmaları gerekmektedir. Yoksa bunun adını koymak için kâhin olmaya gerek yoktur. Bu konudaki tespite katkı yaparcasına, anayasanın üçüncü maddesinde Irak, çok etnili, çok dinli ve çok mezhepli bir ülke olarak tanımlanmaktadır.

 

Sorun, bu gerçeğin ifadesinde değildir. Asıl sorun, bu tür alt kimliklerin ulusal varlık yerine ikame edilerek kurumsallaştırılmasıdır. Aynı madde kapsamında, Irak'ın İslam dünyasının bir parçası olduğu, Irak'ın Arap halkının da Arap ulusunun bir parçası olduğu dile getirilmektedir. Buradaki kastedilen ulus, hiç kuşkusuz Kemalist anlamdaki, sosyolojik ulus tanımını içermemektedir. Ulus olarak kastedilen ırktır. Ve Irak halkının bir kısmının, bir başka ırkın parçası olduğu tesbiti, anayasal olarak vurgulanmıştır. Buradan yola çıkılarak, diğer unsurların da, başka ırk ya da etnisitelerin parçası olduğu öne sürülebilir. Aynı ulusun yurttaşlık çerçevesinde birer ferdi olmaktansa, ırksal, etnik ya da mezhepsel aidiyetler, sadece ülke içinde değil, ülke dışındaki unsurlarla da ortaya konulmaktadır. Dördüncü maddede, Arapça ve Kürtçe Irak'ın resmi dilleri olarak belirtilmekte, kamusal kurumlarda yalnız adı geçen dillerin kullanılabileceği söylenmekte, Kürdistan bölgesinde federal kurumların her iki dili kullanacağı ifade edilmekte, Türkmence ve Asurice'nin ise, adı geçen unsurların yaşadıkları yerlerde resmi dil olarak kullanılabileceği vurgulanmaktadır. Herhangi bir bölge ya da ilin, kendi dilini ek resmi dil olarak, referandumla kabul edebileceği anlatılmaktadır. İşin gerçeği, Irak'ta iki temel unsur olarak Araplar ve Kürtler kabul edilmiştir. Araplar'ın arasındaki mezhep ayrımı tarihsel ve toplumsal nedenlerle keskinleştiğinden dolayı, Şii ve Sünni olarak, siyasal, kamusal ve toplumsal alanda kendini ortaya atarken, Kürtler, bir bütün olarak davranmaktadır. Kürtlerin Sünniliği, Sünni Araplarla ortak bir payda yaratmamaktadır. Yedinci maddedeki ırkçılık, terörizm, tekfir ve Baas Partisi yasaklanmaktadır. Böylece Sünni Araplar'ın laikliğe ve milliyetçiliğe dayanan siyasal partisi, siyasal alandan tamamıyla ihraç edilmektedir. 9. maddede Irak Silahlı Kuvvetleri'nin, Irak'ta yaşayan alt kimliklere dayalı bir denge içinde oluşacağı savlanırken, IKDP lideri Barzani'nin 75 bin kişilik peşmerge gücünü dağıtmama talebi, bu durumda anayasa dışı kalmaktadır. Irak'taki yasama, yürütme ve yargı güçlerinin oluşumuna ayrıntılı girmeyeceğiz. Belirtmek açısından söyleyelim ki, 47. maddede, yasama organının Temsilciler Konseyi ve Birlik Konseyi'nden oluştuğu ifade edilmekte, Temsilciler Konseyi'nin 48. maddede her 100 bin kişiye bir sandalye verilmesi biçiminde oluşacağı, parlamenter sistemin kurallarına göre işleyişinin süreceği belirtilmektedir. 63. maddede değinilen Birlik Konseyi'nin ise, bölge ve il temsilcilerinden oluşacağı, bu organın bölge ve illerin bütçelerini denetleyeceği hükmedilmektedir. ABD'deki Temsilciler Meclisi ve Senato'ya benzeyen bir çift kanatlı parlamento varsa da, ABD'deki Senato'nun işlevleri Birlik Konseyi'ne verilmemiştir. 65. maddede belirtilen Cumhurbaşkanı ise parlamenter sistemdeki Cumhurbaşkanının yetkilerine koşut bir zemine sahiptir. 74. maddede değinilen Hükümet, yine parlamenter sistem çerçevesindedir. İlginç olan bir madde, 101. maddedir. Adı geçen madde kapsamında, Irak Merkez Bankası'nın 'bağımsız' olacağı vurgulanmıştır. 2001 ekonomik krizinden sonra, IMF'nin dayatmaları sonucunda Merkez Bankası'nın 'bağımsız'laştırıldığı, ulusal hükümetlerden çok başta IMF olmak üzere küresel kuruluşlarla muhatap kılındığı anımsanırsa, söylemek istediğimiz daha iyi anlaşılabilir.

Irak Anayasasında İdari Yapılanma

113. maddede, Irak'ın idari yapısı, ortaya konulmaktadır. Buna göre Irak, dört ana idari yapıdan oluşmaktadır: Başkent, bölgeler, merkezi olmayan iller ve yerel yönetimler. 114. maddede, bölgelerin bir ya da daha fazla ilden oluşabileceği belirtilmektedir. Yani, bir il kendi başına bölge olabilmektedir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında, bir ya da daha fazla ilin, a bendine göre ya il konsey üyelerinin üçte ikisi, ya da ilde yaşayanların onda birinin talebi üzerine yapılacak referandumla, bir bölgeye katılabileceği vurgulanmaktadır. Sözü uzatmaya gerek yok. 114. madde Kerkük maddesidir. Kerkük'teki nüfus yapısı, özellikle önceli paragraflarda da belirttiğimiz üzere değiştirilerek, Kürtlerin lehine değiştirilmiştir. Kerkük'ün dahil olduğu bir Kürt bölgesinin, alternatif petrol güzergâhları da yaratarak, (Kerkük-Hayfa, Kerkük-Akabe) kişi başına düşen gelirini 5bin-7bin civarına yükseltmesi, bölge ülkelerdeki ırkdaşlarına! cazibe merkezi olması işten bile değildir. İşin püf noktası da buradadır. Bölgelere 115. maddede yasama, yürütme ve yargı erkleri verilmiştir. 132. maddede bölge içinde yer almayan illere, geniş idari ve mali yetkiler verilmektedir. 135. madde kapsamında belirtilen yerel yönetimler bildiğimiz anlamda yerel yönetimler değildir. Burada azınlık olarak gördükleri Türkmen, Keldani, Asuri ve diğer etnik unsurların yaşadıkları bölgelerdeki, idari, kültürel ve eğitimsel haklarının anayasanın güvencesi altında olduğu dile getirilmektedir. 109. maddede petrol ve gazın bütün Irak halkına ait olduğu belirtilirken, 110. maddede federal hükümetin var olan petrol ve gaz alanlarında petrol çıkarma, eşgüdüm hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Gelecekteki yeni olası alanlar için bir hüküm yoktur. Bu hükmün mefhum-u muhalifinden yola çıkılırsa, bölgeler ve merkez olmayan iller olası petrol ve gaz alanlarının idaresini üzerlerine alabileceklerdir. 150. maddede Kürdistan bölgesinde 1992'den beri çıkartılan yasaların, sözleşmelerin, mahkeme kararlarının anayasaya aykırı olmamak koşuluyla geçerli olduğunun altı çizilmiştir. Anayasa, geriye doğru yürüyerek, 1992'den beri Kürt bölgesinin özerk yönetimini yasallaştırmaktadır. Yani Kürtler, 2005 değil, 1992'den beri Kürdistan özerk bölgesine bu bağlamda sahiptir. İşin ilginç olan tarafı, anayasada bölgelerden sadece Kürdistan adı verdikleri bölgeye ad vererek atıfta bulunmalarıdır.

Sonuç

Aslında sonuca yazacak ne var diye sorgulamak gerekmektedir. Irak, Genişletilmiş Ortadoğu açısından somut bir numunedir, Ortadoğu 'genişleyerek küreselleştikçe, bölgedeki ulus-devletler, alt kimliklere göre küçülerek ufalmaktadır. Küresel güç, ulus-devletle değil, yerelleşmiş, belirsiz yapılarla muhatap olmak istemektedir. Irak'taki haritaların benzeri, İran, Suriye ve ne yazık ki ülkemizin de dahil olduğu coğrafyada tasarlanmaktadır. Irak'ta Irak halkının, etnik, mezhepsel ve dinsel ayrımlara göre kategorize edilmesi, söz konusu kategorizasyonların, belli bölgelerde, federe yapılarla pekiştirilmesi, boşanma öncesi çiftlerin mal paylaşımını anımsatmaktadır. Kürt bölgesi, ABD, AB ve İsrail açısından önemli bir sıçrama zeminidir. Ortadoğu'da Arap unsurların dışında Müslüman bir seçenek arayışı yeni değildir. Kürt bölgesi zaman zaman Müslüman İsrail olarak ta adlandırılmaktadır. Şubat 2005'te gayri resmi olarak kurulan Ortadoğu Kulübü'nde, İsrail, Filistin, Mısır ve Ürdün bulunmaktadır. Beşinci üye olarak Irak davet edilmektedir. Bölgedeki alternatif petrol güzergâhlarının denize ulaşma noktası, İsrail'in Hayfa limanıyla, Ürdün'ün Akabe limanı olarak gösterilmektedir. Kerkük'ün içinde yer alması olası Kürt bölgesinin, ekonomik yaşam alanları icat edilmiştir. ABD'nin MEFTA adı verilen Ortadoğu Serbest Ticaret Alanı'nda, İsrail ve Ürdün başı çekmekte, 'nitelikli sanayi bölgeleri' adı geçen ülkelerde oluşturulmaktadır. Türkiye'ye adı geçen projede ABD Dışişleri Bakanlığı 'AB'ye koşullu üye' olarak resmi web sitesinde yer verirken, gayri resmi ortamlarda, Güneydoğu Anadolu ve Irak'ın kuzeyinde geçerli olacak nitelikli sanayi bölgeleri dile getirilmektedir.

 

MEFTA'da yer almanın koşullarından biri de İsrail'e ambargo uygulamayan ve aynı ülkeyle iyi ilişkileri bulunmak olarak sıralandırılmaktadır. İsrail Genişletilmiş Ortadoğu'da ekonomik olarak ta güçlendirilirken, Türkiye'nin başına çuval geçirilmektedir. Kamu Yönetimi Yasa Tasarısı'nda devletin küçültülmesi, idari vesayet ve hiyerarşinin kaldırılması öngörülürken, Güneydoğu Anadolu ve Irak'ın kuzeyindeki belediyeler arasında 'kardeş belediyeler birliği' projesi pişirilmektedir. Türkiye, İslami sermaye ve Yahudi sermayesine eş zamanlı açılırken, ulusal ekonomik varlıklar dogmatik liberal yaklaşımlarla elden çıkarılmaktadır.

Irak'ta oluşturulan model ve anayasa, Türkiye'nin idari, ulusal ve toplumsal yapısının tam karşısında, bölünmeye, ufalanmaya yarayan, işlemeyen bir devlet modelini ifade etmektedir. Mustafa Kemal'in ulusal bütünlükten ve mazlum uluslardan yana olan tercihi yerine, ılımlı İslam ve etnik ayrımcılığa dayanan, küreselleşmeye bölerek hizmet eden bir anlayış, içteki işbirlikçileriyle uygulamaya sokulmak üzeredir. Türkiye Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ne, 1992'den itibaren bölücülük tehdidini, 1997'den itibaren ise irtica tehdidini, bölücülükle beraber öncelikli tehdit algılaması içine almıştı. Bu kararların ne kadar isabetli olduğu bugün daha da iyi anlaşılırken, her iki tehdidin de 'stratejik ortak' savındaki ABD destekli unsurlardan gelmesi, tarihin garip bir cilvesidir.[1]

 


[1] Yrd. Doç. Dr. Deniz Tansi  / Jeopolitik – Sayı:23

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Milli Çözüm Dergisi

Milli Çözüm Dergisi

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...