YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
662edb533e6a6
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 3
Bugün : 2988
Dün : 29208
Bu ay : 687518
Geçen ay : 453014
Toplam : 23466482
IP'niz : 3.145.17.46

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Faruk Arslan diye bir zavallı, Milli Çözüm aleyhine kin kusan ne kadar marazlı varsa hepsini özetle toparlayıp şöyle zırvalamıştı:[1] “…Bu Ahmet Akgül daha ileri gidip: “Gezi olaylarını Cemaatçi polislerin tırmandırdığı, Fetullah Hoca’nın AKP’deki milletvekillerini ayırıp CHP’ye yamayacağı, yakında AKP ile Cemaatin kıyasıya kapışacağı” yolunda isabetsiz ve basiretsiz iddialar sıralamıştır” şeklinde Fetullahçılığını ve CIA figüranlığını yansıtan bir yazı kaleme almıştı. Şimdi bu akıl fukarası ve ahlakı marazlı şahsa sormak lazımdı.

1- Cemaatle AKP kapışıp savaşmaya başlamadı mı? Evet!

2- Gezi olaylarını, cemaatçi polislerin kışkırttığı bizzat Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlarca defalarca tekrarlanıp yetkili makamlarca konu mahkemeye taşındı mı? Evet!

3- Cemaatle CHP pek çok hususta paslaşmaya ve birbirine destek çıkmaya çalışmakta mı? Evet!

Öyle ise Bay Faruk Arslan ve Onun gibi mostra takımı!

. Ahmet Akgül’ün iddiaları mı akıl dışıydı, yoksa sizin yaklaşımınız mı ahmakçaydı?

Ahmet Akgül mü kafadan sıkmakta ve ortalığı karıştırmaktaydı, yoksa sizin gibi şapşalların mı, olayları yorumlamak için daha beş fırın somun (veya saman) yemeleri lazımdı?

Ayrıca Ahmet Akgül’ün ve Milli Çözüm Dergisi’nin bir dönem, onların Ermeni ve Kıbrıs meselesindeki Milli ve gerekli yaklaşımlarına destek çıkması yanında, Ulusalcıların ve Aydınlık yazarlarının dini ve ahlaki değerlerimize, milli ve insani dinamiklerimize ve tabi Erbakan gerçeğine ve Mili Görüş prensiplerine yönelik bağnaz ve insafa sığmaz sataşmalarına karşı 10 yıldır, her ay dergisinde ve sitesinde en şuurlu ve onurlu tepkileri koyup susturduğunu görecek ve özür dileyecek kadar bir insani damarınız, acaba hiç kalmamış mıydı? Eh, biraz daha bekleyin; Rahman’ın (cc) müjdesiyle ve Furkan’ın ferasetiyle, daha ne tespit ve temennilerimiz çıkacak ve utanmayı unutmuş yüzleriniz kim bilir nasıl kızaracaktı!

Sevgili ve sizin kadar seviyeli(!) kardeşiniz Tuncay Güney Kanada’da Haham çırağı yapılmıştı. Şimdi Pensilvanya’dan kovulmaya hazırlanan Fetullah Hocanızı Kanada’ya taşıyacaklarmış… Herhalde Ona çıraklık yakışmaz, artık HAHAM yapılmalıydı… Ey CIA ve MOSSAD’ın ve bunların yan ve yedek kuruluşlarının, kısaca Siyonist Yahudi ve Haçlı Hıristiyan odakların kiralık figüranları, bakalım ABD ve AB tanrılarınız ve Fetullah Süfyanınız kendilerini ve sizleri daha ne kadar koruyacaktı? O kumpaslar kurduğunuz kahraman ordumuzun onurlu himayesine ve Erbakan’ın Adil Düzenine mecbur ve muhtaç olacağınız günler yakındı!

Bu Faruk Arslan Kimlerin adamıdır?

Kendisine Toronto Belediyesi’nin Sosyal Planlama Departman’ının “Ülkeye Yeni Gelen Kadınlar Merkezi” ile ortaklaşa yürüttüğü ‘Kazanım’ adlı projede Sosyal Araştırmacı sıfatı takılmış ve kısa adı MANA (Media Asembly of North America) olan Kuzey Amerika Medya Birliği başkanı yapılmıştı.. 3 yıllık GATA Sağlık Astsubay Hazırlama Okulu’ndan sonra Sağlık Astsubay Sınıf Okulu’ndan mezun olmaya 3 ay kala 1987’de ayrılmıştı. Azerbaycan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden uyduruk bir diploma aldırılmış ve CIA güdümünde Kanada’da Centennial College’den 2008’de ‘Sosyal Toplumcu’ diploması ayarlanmıştı.

Faruk Arslan, Azerbaycan Zaman Gazetesi’nde çalışmış, CHA Azerbaycan temsilciliği yapmış, 2000-2001’de Kanada Zaman gazetesi temsilciliği görevine atanmıştı. Yazıları ve kriptoları sonunda hepsi fos çıkan Balyoz ve Ergenekon davalarının sahte delillerine dayanak yapılmıştı.

2008’den itibaren Esra Coşkun müstear adıyla Canadatürk gazetesinde ‘hayali bayan köşe yazarlığı’ yapması, yoldaşı Tuncay Güney gibi nasıl bir ruh sefaletine ve kancıklık psikolojisine sahip olduğunun kanıtıydı.

Eylül 2012’den beri Toronto’da devlet okulu, İngiliz Mason locaları protokollü ve CIA kontrollü Lyon William McKenzei College Institute’de gönüllü görev almıştı. Hem Kanada hem Türkiye vatandaşı olarak Toronto’da yaşayan ve Ankara Başsavcılığının ifadesiyle “Fetullahçı Terör Yapılanması” olan Cemaat’in (yani CIAmaatın) Kanada kanadının en etkili elemanlarından sayılan Faruk Arslan’ın CIA ve MOSSAD bağlantıları Rusya ve Azerbaycan yetkililerince açıklananlar arasındaydı. İşte böyle bir adamın Ahmet Akgül’den ve Milli Çözüm’den gıcık alması ve iftira atması doğal karşılanmalıydı.

ABD’li Stratejist William Engdahl’a göre Fetullah Gülen CIA’nın Türkiye ayağıdır!

William Engdahl’a göre: tüm deliller Fetullah Gülen’in, Türkiye’deki kurumlarda darbe yapmak ve Avrasya bölgesinde istikrarsızlık yaratmak için kullanılan bir CIA unsuru olduğunun kanıtıdır!

Jeopolitika üzerine araştırmalar yapan ABD’li gazeteci William Engdahl, Fetullah Gülen’le ilgili bulgularını “The GULEN – Bir Gladyo Projesi” belgeselinde anlatmıştı: Yönetmenliğini Serkan Koç’un yaptığı The GULEN belgeselinde, Cemaat’in 1970’lerde İzmir Kemalpaşa’da kurduğu kamp yerine ve tanıklara ulaşılmıştı. Gülen’in bir Gladyo unsuru olduğunu kanıtlayan belgeler yayınlamış, Türkiye’deki görevi fark edilince Amerika’ya kaçırıldığı ve operasyonlarını oradan nasıl sürdürdüğü aktarılmıştı. Yönetmen Yardımcısı Beste Gül Öneren tarafından, Gülen hareketini yakından takip eden gazeteci William Engdahl ile internet üzerinden görüşme yapılmıştı. Engdahl, ulaştığı bilgi ve belgeleri şöyle açıklamıştı:

“Amerikan’ın “Demokrasiyi geliştirmek” kisvesi altındaki operasyonlarının, Ortadoğu’da sınırları tekrar çizmek ve yükselen bağımsızlığın önünü kesmekle alakalı olduğunu saptadım. Gülen’in de bu stratejinin bir parçası olduğunu anladım. Gülen’e 3 kişinin araya girmesiyle, kendisine üstün meziyetli yabancı statüsünde kalıcı oturma izni çıkarıldı: Eski Türkiye Büyükelçisi Morton Abramowitz, CIA ile bağlantıları olan George Fidas ve CIA’nın kritik isimlerinden Graham Fuller yardımcı olmuşlardı. Fuller, CIA ve Pentagon’un İslamcı cihadı silah olarak kullanma ve dünya çapında kaos yaratma politikasının mimarıdır. Orta Asya ve Kafkaslar’da Gülen’in açtığı Türk okullarındaki İngilizce öğretmenleri CIA ajanıydı. İlk olarak 500 “öğretmen maskeli” ajan, bu okullar sayesinde Orta Asya’ya sızdı. Tüm deliller Gülen’in, Türkiye’deki kurumlarda darbe yapmak ve kendilerinin “Doğu Türkistan” dediği, Çin’e kadar uzanan Avrasya bölgesinde istikrarsızlık yaratmak için kullanılan bir CIA unsuru olduğunu kanıtlamaktadır.”

Sakın ha, bu sözlerle iktidarı haklı bulduğumuz ve döneklerden hayır umduğumuz falan sanılmasındı. Aklı olan için “bir damla, bir deryaya işaret sayılırdı.”

Bir olay anlatayım; artık kıyasını akıl ve vicdan sahipleri yapsındı. Türkiye’nin en önemli makamlarının birinin başındaki şahıs, Elazığ’a geldiğinde emekli İmam-Hatip Okulu müdürlerinden ve şehrimizin tanınan ve saygı duyulan şahsiyetlerinden muhterem Ahmet Turan Kar ağabeyimizi, bir kaza sonucu ayağı kırıldığı için ziyaretine uğramışlardı. O büyük Devlet Adamı, ziyaretine geldiği bu beyefendinin oğlunun, E. İçişleri Bakanı olan ve AKP’den ayrılan İdris Naim Şahin’in damadı olduğunu öğrenince birden köpürüp hırçınlaşmış, sade ve sıradan bir vatandaşa bile asla yakışmayan çok çiğ bir tavırla; Valiye, Belediye Başkanı Mücahit Yanılmaz’a: “Beni bu eve niçin yönlendirdiniz… Beni arkadan hançerleyenlerin dünürlerinin ayağına nasıl getirirsiniz!?” şeklinde fırça atmaya başlamıştı. Tabii ki herhalde iyi niyetli ve faziletli Sn. Ahmet Turan Kar da neye uğradığını şaşırmış, gözünde ve gönlünde büyüttükleri zevatın gerçek suratını ve sıfatını görüp yıkılmışlardı.!. Şimdi sanıyorsunuz ki Ahmet Akgül de sizin gibi bu tıynetteki tiplere yaranmaya çalışacak kadar gaflet ve cehalet müptelası mıydı?

Şah-Fırat Olayı ve Genelkurmay’ın Tavrı!

Çok gizli ve ciddi mazeretlerle ve yine oldukça geçerli ve gerçekçi “stratejik geri adım” gerekçeleriyle değil de “def-ül bela (yani hazır belayı ucuz yoldan def edip kurtulma)” cinsinden bir kararla “Süleyman Şah Türbesi” makamından ve resmen Türk toprağından sökülüp kaçırılmışsa, bunun hesabı, özellikle siyasi sorumlulardan mutlaka sorulacaktı. Yetmez, oldukça cesaretli ve milli gayretli bir kararla Kuzey Irak’taki stratejik mevkilere konuşlandırılan ve Erbakan iktidarında takviye olunan askeri güçlerimizin ve savunma araç-gereçlerimizin akıbeti, yani onların da geri çekilip çekilmediği konusu da gündeme taşınmalı ve tartışılmalıydı. Bu kapsamda, Eski Eşkıyabaşı yeni barış kahramanı(!) Öcalan’ın Diyarbakır’da okunan Nevruz mesajında “Eşme ruhu”ndan bahsederek, “Süleyman Şah Türbesinin taşınmasında, PYD ve PKK’nın da TSK’ya yardım ettiği ve bunun devam edeceği” gibi bir algı oluşturma çabasına Genelkurmay’ın çok net ve sert yanıtı “TSK’nın asla siyasi polemik ve paslaşmaların figüranı olmayacağı” anlamındaki uyarıları, PKK ile AKP hükümeti arasındaki kirli ve sinsi ilişkilerin faturasının TSK’ya kesilmek istendiğini ve bundan duyulan tedirginliği yansıtmaktaydı. Değil yüksek sorumlu bir devlet adamı, hatta sıradan ve saf bir insan için bile asla hoş karşılanmayan; “sürekli aldatılmak ve iğfal olunmak” zannına ve zehabına tutulan zatların yönetimindeki bir ülke, hangi tehlikelere açıktır!” Yok eğer aldatılmadığı halde, sadece çıkar çarkı bozulunca böyle bir iddiaya sığınılıyorsa; veya sürekli aldatılma psikolojisiyle bir rahatsızlık sergileniyor, gereksiz korku ve kuşkular içinde sıkıntı çekiliyorsa, bu dalgınlıkla trafik kazası yapmasın diye sürücü ehliyetinin bile iptal edilmesi gereken şahısların güdümünde, geleceğimizden ve güvencemizden nasıl emin olunacaktır?

Kuzey Irak’ta Türk Üslerinin varlığı ve Batı’nın rahatsızlığı!

Merkezi Irak hükümetiyle Türkiye arasında kötüleşen ikili ilişkiler kukla Bağdat yönetiminin kışkırtılmasıyla kritik bir aşamaya dayanmıştı. Hatırlanacağı üzere sınır ötesi operasyon konusunda hükümete verilen yetkinin 1 yıl daha uzatılmasını öngören tezkerenin, TBMM Başkanlığı’na sunulmasının ardından Bağdat; Kuzey Irak’a Türk ordusunun girmesine ve üslerdeki varlığını sürdürmesine karşı çıkmaya başlamıştı. Bu gündemle toplanan Irak kabinesi, Irak’ta yabancı askeri güçlerin varlığına imkân tanıyan anlaşmaların kaldırılması yönünde karar almıştı. 1990’lardan bu yana Irak’ın kuzeyinde askeri üslere sahip olan Türkiye’yi doğrudan etkileyecek kararı; hükümet sözcüsü Ali El Dabbah açıklamıştı.

O tarihlerde Fransız haber ajansı AFP’ye konuşan üst düzey bir Iraklı yetkili bu kararın “Türkiye’nin Kuzey Irak’ın Dohuk bölgesindeki askeri varlığını bitirmeyi amaçladığı” yorumunu yapmıştı. Adı açıklanmayan yetkili, söz konusu anlaşmanın 1995 yılında dönemin Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’le imzalanan ve 35 bin Türk askerinin katıldığı Çelik Harekâtı’na zemin sağlayan ve Rahmetli Erbakan iktidarında daha sağlam ve kalıcı şartlara kavuşturulan mutabakatlardan biri olduğu vurgulanmıştır. Kuzey Irak bölgesel yönetiminin ikinci adamı olan Neçirvan Barzani de daha önce Türkiye’nin Kürt bölgesi içerisinde üs sahibi olmasını sağlayan anlaşmanın 1997’den beri yürürlükte olduğunu hatırlatmıştır. Resmi olarak açıklanmasa da PKK’nın faaliyetlerini izlemek amacıyla yıllardır Kuzey Irak’ta konuşlu bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Zaho’dan Çukurca bölgesine kadar olan 30 km derinlik, Bamerni Havaalanı’ndan iç bölgelere doğru ise 80 kilometrelik sınır şeridini sürekli kontrol altında tutmaktadır ve bu askeri birlikler ağırlıklı olarak tank ve topçu birliklerinden oluşmaktadır.

Kuzey Irak’taki Türk Askeri varlığı ve konuşlandığı bölgelerle ilgili raporları göğsümüzü kabartmaktadır.

Türkiye sınırına yakın noktadaki Batufa ile Kanimasi’de bine yakın asker ve 20 civarında Alman Leopar- 1 tankı bulunmaktadır.

Duhok ve Amediye arasındaki Bamerni’de 10’a yakın tank ve bine yakın asker hazırdır. Tankların bir kısmı havaalanında ateş pozisyonunda tutulurken, bir kısmı da arazi ve tepelerde mevzilenmiş durumdadır.

Metina bölgesinde bulunan Bamerni’deki tepelerde tankların mevzilere yerleştirildiği gözlerden kaçmamaktadır. TSK; buradan Duhok, Sersing, Gare, Metina bölgelerini kontrol altında tutmaktatır.

Havaalanında Türk askerlerinin lojistik ve intikaller için düzenli olarak kullandıkları bir helikopter pisti de vardır.

Kuzey Irak’taki Zap bölgesindeki Amediye’de ise, şehir merkezinin kuzeyinde kurulan karargâhta 3 civarında tankımız yer almaktadır.

Şeladize ve Deraluk civarında ise, 10’a yakın tank ile 500 üzerinde asker ve çeşitli askeri araçlar sürekli hazır durumdadır.

Dohuk ve Zaho bölgesinde kontrol alanını genişleten TSK’nın hareketlerini izlemek amacıyla KDP Peşmergeleri askerlere yakın alanlarda kontrol noktaları kurmuşlardır. Peşmergeler, askeri birliklerin hareketini yakından izleyip Eribil’deki merkezi hükümete rapor sunmaktadır.[2]

Bamerni Havaalanından kimler ve niye endişe duymaktadır?

Bamerni Havaalanı, Türkiye’nin PKK sızmalarını önlemek ve bölgenin güvenliğini sağlamak üzere, elektronik sistemleri Türkiye’den getirerek modernize edilip tanklarla desteklediği Kuzey Irak’ın Dohuk bölgesindeki Bamerni kasabasında (Osmanlı döneminde Musul Sancağı İmadiye Kazası içinde) bulunan askeri ve çok stratejik bir havaalanıdır. Havaalanının Türkiye’nin kontrolü altında olduğu 2002’de Celal Talabani’nin NTV’ye yaptığı bir açıklama sonrası gündeme taşınmıştır. Havaalanı 36. paralelin kuzeyinde, Türkiye sınırına 40 km mesafede bulunmaktadır. 1990’ların başından beri bölgede Tugay seviyesinde birlik bulunduran Türkiye’nin, Bamerni Havalimanı’ndaki varlığı bugün 60 tank ve çeşitli Zırhlı birlikler ile yaklaşık 2.000 askeri aşmaktadır. Bu bölgedeki askeri üslerimiz Erbakan’ın Refah-Yol iktidarında daha da tahkim edilmiş durumdadır.

Süleyman Şah kaçırılması, daha çok baş ağrıtacaktır!

Suriye’de bulunan Türk toprağı Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nun, “Şah-Fırat” adı verilen operasyonla taşınması yeni bir krize yol açmıştı. Dışişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı yetkilileri tarafından oluşturulan Dışişleri Bakanlığı’ndaki “Süleyman Şah Kriz Masası” Türkiye’nin uluslararası hukuk tarafından cezalandırılmaması için yoğun bir şekilde çalışmaya başlamıştı. Son dönemde ABD’nin Suriye’de Esad rejimiyle masaya oturabileceklerine yönelik sinyal vermesi Türk tarafındaki tedirginliği daha da artırmıştı. Esad’ın ortalık yatıştıktan sonra BM’ye müracaat ederek “Türkiye’yi işgalci bir ülke durumuna sokmasından” endişe duyulmaktaydı. Bakanlıktaki uzmanlar masada 4 konu başlığı üzerinde yoğunlaşmıştı:

1- Türkiye toprağından vaz mı geçiyordu?

Fransızlarla yapılan 1921 Ankara Anlaşması ve Lozan’a göre, Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu alan Türk toprağı sayılıyordu. Türkiye, burayı boşaltmak suretiyle “kendi toprağından” vazgeçmiş mi oluyordu?

2- Nakil olayı uluslararası anlaşmaya dayanmıyordu!

Mevcut yer, uluslararası hukuka göre Türk toprağı sayılıyordu. Türkiye burayı boşaltarak hem toprağından vazgeçiyor, hem de izinsiz olarak bir ülkenin başka bir toprağını işgal etmiş konumuna düşüyordu.

3- Suriye, orayı BM kararıyla boşalttırmaya hazırlanıyordu!

Suriye’de olayların yatışmasıyla birlikte Şam yönetiminin, BM’ye başvurmak suretiyle Süleyman Şah türbesinin yeni nakil yerini boşalttırabileceği konuşuluyordu. Türkiye’den işgalci adı altında tazminat alacağı ve BM’nin zorla çıkartma kararı alacağı endişesi güçleniyordu.

4- İhanet suçu mu işleniyordu?

Türk Ceza Kanunu’na göre, vatan toprağının uluslararası anlaşmaya dayanmadan ve TBMM kararı olmadan terk edilmesi ’vatana ihanet’ suçu sayılıyordu. Bu kararı veren Cumhurbaşkanı olmak üzere ilgililerin yargılanabileceği konuşuluyordu. “7 Haziran’dan sonra büyük kaosa hazırlıklı olun” diyen Sn. Ahmet Takan acaba bu gerçeğe mi parmak basıyordu?

Şimdi asıl kafa kurcalayan ve Milli Görüş’e hıyanet karşılığı iktidara taşınanların karnını ağrıtacak olan soru şudur: Şah-Fırat operasyonuyla, malum Türbenin kaçırılmasıyla birlikte, Kuzey Irak’taki stratejik üslerde konuşlu diğer askeri birliklerimiz de geri çekilip Türkiye’ye taşınmış mıydı? Böyle ise vahim durum ve sorumluluk daha da ağırlaşırdı!

İşte çevremizi kuşatan tehdit ve tehlikelerden bazıları:

1- “Zulüm ve işgali genişletmeye devam edeceğim” diyen Siyonist Netanyahu yine seçim kazanmıştı.

Seçim kampanyasını Filistin’e karşı zulüm politikası üzerinden yürüten ve seçime bir gün kala, “Eğer seçilirsem Filistin devleti diye bir şeye asla geçit vermeyeceğim. Yahudi işgal birimlerini genişletmeye devam edeceğim” diyerek işgalci halka istedikleri şeyi vaat eden ırkçı Netanyahu yine seçimi kazanmış, ama AKP kurmayları ve yandaş yazarları “Netanyahu çark etti ve Filistin’i tanıyacağını söyledi” patavatsızlıklarıyla halkı oyalamaktaydı.

Sn. Davutoğlu’nun da gururla katıldığı “Charlie Hebdo olayı en çok İsrail’e yaramıştı!”

İsrail’in Gazze katliamıyla ilgili yayımladığı karikatür için hakkında soruşturma açılan ve mahkemeye sevk edilen Fransız çizer Zeon, Charlie Hebdo saldırılarının Fransa, ABD ve İsrail işbirliğinde yapılmış olabileceğini belirterek, “Charlie Hebdo saldırılarından en kârlı çıkan ülke İsrail’dir. Ya Charlie’sin, ya teröristsin noktasına gelinmiştir” diyerek acı ve alçaltıcı bir gerçeği vurgulamaktaydı.

2) AKP iktidarının ve Sn. Cumhurbaşkanı’nın Suriye ve Esad politikaları tam anlamıyla iflas edip tıkanmıştı.

ABD’nin Esad sahtekârlığı ve Suriye tezgâhı bütünüyle açığa çıkmıştı, ama hala AKP iktidarı anlamamıştı. Suriye’de 4 yıldır yüz binlerce Müslüman’ın kanının akmasına neden olan ABD, Esad konusunda resmen oyun oynamaktaydı. Bugün Esad’la müzakere etmek zorunda kalacaklarını söyleyen ABD, düne kadar “Esad’ın Suriye’nin geleceğinde yeri olmadığını” savunmaktaydı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, John Kerry’nin katıldığı bir televizyon programında Suriye konusunda rejimle müzakere yapılması gerektiği açıklamasıyla, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı kastetmediğini söylemesi tam bir aldatmacaydı. AKP iktidarı da ABD’nin kuyruğuna takılmanın şaşkınlığını yaşamaktaydı.

3- İŞİD, ABD’nin bir Siyonist tezgâhıydı ve AKP’ye bu senaryoda figüranlık yaptırılmıştı.

Gizli bilgileri sızdırdığı için kaçarak Rusya’ya sığınan ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA ve ABD ulusal güvenlik dairesi NSA’nin eski ajanı Edward Snowden, Suriye ve Irak’ta kelle kesen, ciğer yiyen IŞİD’in arkasında ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratının bulunduğunu açıklamıştı. Global Research’te yayımlanan bir haberde, “IŞİD’in bölgede İsrail’in güvenliğini sağladığını” söyleyen Snowden’a göre ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratları dünyadaki bütün terörü “eşek arısı yuvası” (Hornet’s Nest) adlı bir strateji ile bir araya getirip kullanmaktaydı. Gerçi bu haber (16 Temmuz 2014) Wikileaks’in twitter hesabından tam 23 gün sonra yalanlandı, ama haberin kaynağı olarak gösterilen Snowden hala yalanlamamıştı. Ve zaten sadece o değil, İran Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hasan Firuzabadi de Haziran ayında IŞİD’in ABD ve İsrail tarafından, Siyonizm’in çıkarlarını korumak için oluşturulduğunu vurgulamıştı. AKP iktidarı ise Süleyman Şah Türbesini IŞİD’den kaçırmayı kahramanlık saymaktaydı!

4- ABD ve AB, Komşumuz Rusya ile milli çıkarlarımıza ve bölge barışına yarayacak şekilde irtibat ve ittifak kurmamıza açıkça engel olmakta ve içişlerimize karışmaktaydı!

Rusya’dan Batı’ya karşı milli SWIFT hamlesi

Rusya Merkez Bankası, Belçika’daki SWIFT sistemine karşı, mili SWIFT sistemini hizmete almıştı. Ekonomistler bu gelişmeyi ‘Dünya para trafiğini Batı’nın tekelinden çıkarmaya yönelik bir hamle’ olarak yorumlamıştı. Rusya Merkez Bankası, SWIFT ödeme sisteminin Rus versiyonunu hizmete soktuğunu açıklaması Siyonist sömürü baronlarını telaşlandırmıştı.

Rusya Merkez Bankası’nın internet sitesinden yaptığı açıklamada, kredi kurumlarına finansal bilgilerin SWIFT şeklinde aktarılmasını öngören, yurt içi operasyonlarda kullanılmak üzere ve hiçbir kısıtlamanın olmadığı yeni bir hizmet sunulduğu vurgulanmıştı. AA’da yer alan habere göre; altı ay önce hazırlanmaya başlanan ve bugün resmen devreye alınan bu girişim çok stratejik bir atılımdı. Çünkü Siyonist sermayenin güdümünde hazırlanan ve merkezi Belçika’da bulunan bu sistem sayesinde dünyadaki para trafiği ve ticareti yönlendirilmeye çalışılmaktaydı. SWIFT’teki bilgilere sahip olanların tüm dünyadaki para ve ticaret verilerine de sahip oldukları konuşulmaktaydı. Daha önce Suriye, Libya ve İran’a yapılan transferlerin bu sistem sayesinde dondurulmasını hatırlamak lazımdı. Çünkü mesela “Türkiye’den Pakistan’a para göndereceğinizde bu sistemi kullanmak zorunda’’ kalmaktaydınız ve bu sistem CIA tarafından kontrol altına alınmıştı. Kısaca Rusya milli SWIFT sistemiyle ‘dünya para trafiğini Batı’nın tekelinden çıkarmaya yönelik bir hamle’ yapmıştı ve bu tarihi bir atılımdı.

SWIFT nedir?

Kısa adı SWIFT olan Society for Worldwide Interbank Financial Telecommunication yani uluslararası para transfer sistemi; tüm dünyada bankalar arasında elektronik para transferi standardı sağlayan ve para trafiğinin yapıldığı bir kurgulamaydı. 1977’de faaliyete geçen SWIFT sistemi içerisinde 210 ülkeden 10 binin üzerinde banka ve finansal kuruluş bulunmaktaydı. Sistem günlük 6 trilyon doların üzerinde işlem hacmine ulaşmıştı. Bu tarihi fırsatı değerlendirmesi ve Rusya’yı destekleyip yeni sistemi güçlendirmesi gereken AKP iktidarı, maalesef tam tersine bu girişime çomak sokmaktaydı! Üstelik CFR’nin bu yılki toplantısına katılan Ahmet Davutoğlu Siyonist Hass tarafından: “Rusya’nın Batı’dan bağımsız projelerine engel olmamakla” suçlanıp azarlanmıştı. Oysa Rusya doların sömürü saltanatını bitirecek bir hamle başlatmıştı

‘Acil ekonomik çözüm şunlardır: faizleri sıfırlayıp sert müdahalelerden vazgeçmek, Amerika ve İngiltere’ye borcu olan şirketlerin borçlarını ödememek, doların Rusya’da serbest dolaşımına son vermektir’ diyen Putin’in danışmanı bile “Faiz”in korkunç tahribatını anlamış, ama AKP iktidarı ve sözde Türkiye’nin muhalefet kurmayları hala bunun farkına varamamıştı. Rusya’da 1993’ten bugüne kesintisiz en uzun süre milletvekili olan siyasetçi Yevgeniy Alekseyeviç Federov Rusya’ya karşı yürütülen Batı ambargolarını ve Rus parası rublenin uğradığı saldırıları anlatmıştı. Rusya Başkanı Vladimir Putin’in iktidar partisi Birleşik Rusya (Yedinaya Rossiya) Milletvekili Federov, Rusya’da dolar hâkimiyetini sonlandırmak için mecliste proje üreten en kıdemli isim olarak tanınmaktaydı.

Rusya NATO kuşatmasına alınmıştı

Rusya 2000 yılında iktidara gelen Putin tarafından toparlanmıştı. Bu arada NATO birinci dalga genişlemesini tamamlamış ve Rusya’yı da barış için ortaklık projesine paralel, NATO Rusya Konseyi oluşumu ile yanına çekmeye çalışmıştı. Rusya’nın yakın çevresinin NATO üyeliğine alınmayacağı ve Rusya sınırlarında NATO tatbikatı yapılmayacağı sıkça tekrarlanmış, ama bu sözler tutulmamıştı. Ukrayna ve Gürcistan hariç Rusya’nın batı sınırındaki tüm ülkeler NATO üyesi yapılmıştı. Rusya’nın Baltık’taki Kaliningrad Oblast’ı, NATO üyesi ülkeleri arasında tek başına anavatanla irtibatı kesilmiş bir ‘anklav’ durumdaydı.

Sözde barış süreci bir ABD tezgâhıydı!

Suriye’de PKK saflarında IŞİD’e karşı savaşan ABD’li “Ayn-el Araba gitmek, Miami’ye gitmekten daha kolay” diyerek PYD ve PKK’nın ABD ve İsrail subaylarınca eğitilip yön verildiğini açıklamıştı. PKK’nın Kandil Komutanı(!) ve İsrail kuklası Cemil Bayık’ın: “Çözüm Görüşmelerine ABD’nin üçüncü taraf ve hakem gözlemci sıfatıyla katılması sonucu kolaylaştırır” sözleri ise artık gizli ve kirli senaryoların perde arkasını ortaya koymaktaydı. GKB Necdet Özel’in Havacılık Dergisi’ne “PKK, IŞİD’le savaşan bir meşru güç gibi görülmeye başlandı” çıkışları ve Batılı müttefiklerimiz kadar AKP Hükümetini de uyarısı haklı mesajlar taşımaktaydı.

Ülkemizde yıllardır Türklerle Kürtleri birbirine kırdırmaya çalışmışlardı. Sünnilerle Alevileri birbirine düşman kamplara ayırmışlardı. Dindarlarla laikleri, barış kabul etmez iki hasım gibi kışkırtmışlardı. Sağcılarla solcuları, kapalılarla açıkları, Ordusu ile halkı sürekli farklı ve aykırı cephelerde konuşlandırmışlardı. Bütün bunları da toplumsal barışı ve mutabakatı yıkarak Türkiye’yi parçalamak için yapmışlardı. Ama aynı karanlık odaklar ve kiralık figüranları şimdi PKK’yı “Kürt Sorunları” diye meşrulaştırmaya uğraşmaktaydı ve GKB’nın çıkışı bu bağlamda tarihi bir önem taşımaktaydı.

Fetullahçılar ve yandaş fırsatçılar NATO CD’si ile önce TSK’yı vurmaya kalkışmışlardı!

Andıç davasından yargılandıktan sonra tahliye olan E. Kurmay Albay İlker Ziya Göktaş, NATO CD’sinin bir başka boyutunu açıklamıştı. Göktaş, yetkili bir konumda görev yaptığı dönemde NATO CD’si ile karşılaşmasını şöyle anlatmıştı:

“Benim Genelkurmaydaki ilk görevim Yabancı Askeri Ataşe İrtibat Subaylığıydı. Kısaca Ankara’daki bütün yabancı askeri ataşeler benim çalıştığım şube üzerinden Genelkurmayla temaslarını sağlamaktaydı. Bana 2007 sonu veya 2008 başında Alman Askeri Ataşesi sizin de suçlandığınız CD’nin bir kopyasını ulaştırdı. Fetullahçı Zaman yazarı Abdülhamit Bilici’nin de bu CD’den haberi vardı.[3]

Sözde ‘duyarlı vatandaş’ masalı!

“Alman Askeri Ataşesi CD’nin hikâyesini şöyle anlattı: Bu CD bir ihbar mektubu ile İstanbul’daki İngiliz Konsolosluğuna postalanmış. Bu mektup her zaman olduğu gibi duyarlı bir vatandaş tarafından İngiliz Konsolosluğuna yazılmış. Güya İstanbul’a hava kuvvetleri mensubu bir subay bu CD’yi bazı aşırı dinci gruplara vermek için almış. Bu sırada bu duyarlı kişi onun çantasından güya CD’yi çalmış. Ama her nasılsa Türk makamları yerine yanlışlıkla efendileri İngiliz Konsolosluğuna yazmış. Diyor ki, ‘bir Türk subayı nasıl olur da bunu yapar?’ İngiliz Konsolosluğu da bu CD’yi Ankara’daki Büyükelçiliği’ne göndermiş. Onlar da bütün NATO üyesi büyükelçiliği bulunan ülkelerle Ankara’da bir toplantı yapıp bu CD’nin birer kopyasını vermişler. Alman Ataşesi, bu CD’den bir nüsha da bana hazırlayıp getirmişti. Ben de bunu Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’nda ilgili makamlara verdim. Bu CD ile ilişkilendirilen subay, senelerce Fetullah ile mücadele edilen bir birim içinde görev yaptığı için hedef seçilmişti. Son görev yeri İzmir’de bahsi geçen NATO karargâhıydı.

Fetullahçılar TSK’yı NATO’ya şikâyet ediyorlardı!

Genelkurmay erken haberdar olup ilgili ülkeler nezdinde bilgilendirme yapıp tedbir alınca Fetullahçı Zaman Yazarı Abdülhamit Bilici CD’den istediği sonucu çıkaramadıkları için yazısından da anlaşılacağı üzere, Türk ordusunu NATO makamlarına şikâyet etmeyi bile göze almıştır. Bu kişinin NATO makamlarına yazdığı yazılar da Genelkurmay’a Brüksel’de görevli bir subayımız tarafından ulaştırılmıştır.

Fuat Avni; Hakan Fidan’ın irtibat ve tahribatlarını şöyle sıralamıştı:

AKP Hükümetiyle ilgili verdiği bilgilerle “gizli ve kirli sırları deşifre eden adam” havaları atan Twitter fenomeni Fuat Avni, yaptığı paylaşımlarda MİT Müsteşarlığı görevinden istifa eden ve tekrar geri dönen Hakan Fidan hakkında bomba iddialarda bulunmuşlardı. (Bu Hakan Fidan da aynen Faruk Arslan gibi astsubaylıktan aşırılıp aşılanmıştı)

İşte o tweetler:

1. Fidan, MİT Kanunu’yla yasama dokunulmazlığının fazlasını elde etmesine rağmen sürecin kendi aleyhine döndüğünü anladı.

2. Başbakan olarak zırhına zırh katmak, Öcalan’a verdiği sözleri rahatça yerine getirmek için görevinden ayrıldı.

3. İstifasını vermeden birkaç gün önce, Yezid’le ilgili oluşturduğu bütün kirli işlerin arşivini de yanına almıştı.

4. Fidan elindeki arşivi İran’a da servis ederek, Yezid’e istediğini yaptıracağını sanmıştı. Fidan, Yezid’in en büyük belası sayılırdı.

5. Fidan, Yezid’in açıklarını depolayadursun ben de Fidan’ın her adımının farkındayım. Elindeki kayıtlar onu kurtaramayacak ve İran’a da kaçamayacaktır.

6. Fidan, Oslo görüşmelerine katılmaya başladıktan sonra sürecin seyrini örgüt lehine olağanüstü hızlandırmıştır.

7. Örgüte ve Öcalan’a devlet adına garantiler sunarken, KCK içerisindeki adamlarına da eylemleri artırın talimatı ulaştırmıştı.

8. Oysa Genelkurmay’ın dağda, emniyetin şehirlerde kademeli şekilde yaptığı operasyonlar, örgütü bitme noktasına taşımıştı.

9. TSK, İHA desteğiyle Karayılan’ın yerini saptamıştı ve elde ettiği raporlar doğrultusunda vurmak için gün saymaktaydı.

10. Fidan, MİT elemanı Fransız Haber Ajansı muhabiri Mustafa Özer’e acilen Karayılan’ın yanına gitmesi talimatı verip Ona haber yollamıştı.

11. Kandil’den randevuyu da MİT elemanı olan Fırat Haber Ajansı Avrupa sorumlusu İsmet Kayhan ayarlamıştı.

12. Karayılan’la buluşan Özer, Karayılan’a Fidan’dan gelen, bölgeyi terk etmesi gerektiği mesajını aktarmıştı.

13. Karayılan İran topraklarındaki kamplara sığınmış ve İran’ın Karayılan’ı yakaladığı haberi Anadolu Ajansı tarafından doğrulanmıştı.

14. Karayılan’ın hayatını kurtaran Fidan, İran Devrim Muhafızları Generali Seyed Ali Akbar Mir Vakili’yi arayıp Karayılan’ı serbest bıraktırmıştı.

15. Öcalan, bu hamle için Fidan’a şükranlarını hatırlatmıştı. Fidan kendini akıllı sanadursun, bunların hepsi kayda alınmıştı.

16. Bunlardan Yezid’in haberi olmamıştı. Çünkü bunlar olurken ev sahibi Faruk Koca ve Mustafa Varank onu böceklerle oyalamaktaydı.

17. Fidan, Oslo’da ‘Yezid’i kontrol altına almakta zorlanıyorum’ itirafında bulunmuşlardı. Bu ses kaydını Yezid’e hapse girdiğinde dinletmek üzere saklamaktayım.

18. Fidan’ın suçlarını yazsam, savcılar için kolay bir iddianame olacaktır. Bildiklerimin çok az bir kısmını paylaşacağım.

19. Radyo kurmak isteyen örgüte (PKK’ya) MİT olmaz deyince, Müsteşar Yrd. Fidan, ‘MİT’i boşverin, radyoyu kurun yakında orada ben olacağım’ buyurmuşlardı.

20. Uğur Mumcu’yu katleden ekibe para gönderen İranlı General Mir Vakili ile özel telefon hattı olan Fidan, Mumcu suikastını kapatmıştı. (Not: Doğrucu rolü oynayan ve Fuat Avni mahlasını kullanan Fetullahçı casusu MOSSAD’ın tezgâhladığı Uğur Mumcu suikastını İran’ın sırtına yıkmaya ve yine CIA-MOSSAD yetiştirmesi Hakan Fidan’ı İran’ın adamı gösterme sahtekârlığı sırıtmaktaydı)

21. Öcalan’ın eylem talimatlarını ve mektuplarını bizzat Kandil’e Hakan Fidan’ın gönderdiği de ileride yapılacak itiraflarla ortaya çıkacaktı.

22. Fidan, MİT örgütün şifreli mail trafiğini çözdüğü halde bunu hiçbir güvenlik gücüne tek bir satır yazıyla ulaştırmamış ve haberdar kılmamıştı.

23. Fidan, 2010-2011 yılları arası İstanbul Emniyeti tarafından yapılan 1109 operasyonun sadece 4’ünde bilgi aktarmıştı.

24. 2011 Temmuz’unda Öcalan’ın eylem mektubunu Kandil’e ulaştıran Fidan, Silvan’da şehit olan 13 askerin katledilmesinin vebaline ortaktı.

25. Fidan’ın örgüte verdiği sözler arasında: özerklik ve terörle mücadele eden kamu görevlilerinin yargılanması da bulunmaktaydı.

26. 2009 Eylül’de örgütle yaptığı toplantıda, Öcalan’ı ‘Sayın’ hitabına boğan Fidan, Türkiye’nin bu hale gelmesinde Yezid kadar sorumlu bir insandır.

27. Fidan, aynı toplantıda, hiçbir yetkisi olmamasına rağmen asker ve polise talimat verdiğini, bundan sonra operasyon olmayacağını açıklamıştır.

28. Fiilen kaybedilen Yüksekova, Cizre ve yakın gelecekte kaybedilecek Nusaybin’in bu hale gelmesinin sorumlusu Fidan’dır.

29. Fidan, Yezid ile Öcalan’ın bakış açılarının aynı olduğunu, ikisinin de devlet başkanı gibi davrandığını söyleyeli dört yıldan fazladır.

30. Fidan, K. Çekmece’de yakılan Serap Eser’in, Uludere’de kıyılan 34 gencin kanı ellerine bulaşmışken başbakan olmaya çalışmış, (ama milli derin devletin tepkisi ve terslemesiyle geri adım atmak zorunda bırakılmıştır).[4]

Bu iddiaların ne kadarı doğru ne kadarı yanlıştı? Hakan Fidan nasıl bir misyonla ve hangi odakların fonksiyonuyla o makama taşınmıştı ve hala tutulmaktaydı? Fetullahçılar ve Fuat Avni gibi casuslar, gerçekten Hakan Fidan’ı karalamaya mı, yoksa aklayıp kahramanlaştırmaya mı çalışmaktaydı? Bütün bu soruların yanıtı bir gün elbette ortaya çıkacaktı. Çünkü sinsi kanser urları gibi, kirli devlet sırları da, sonsuza kadar gizli kalamazdı.

 


[1] Bak: 23 Temmuz 2013, Generallerin Milli Görüşüne Ne Oldu?

[2]http://www.milliyet.com.tr/uslerinizi-kaptin-askeri-cekin/gundem/gundemdetay/03.10.2012/1605850/default.htm

[3] 19 Ağustos 2009 tarihli Zaman gazetesinde çıkan ‘Gareth’ın Raporu ve hedefteki NATO Komutanı’ başlıklı yazı

[4] Ülkücü Medya, 10 Mart 2015

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Osman ERAYDIN

Osman ERAYDIN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx