Mısır Kahire’de bulunduğumuz sırada, Ezher Hocalarından bazısı bize; “Hocam biz tabiatıyla Arapçayı sizden çok iyi biliyoruz; tefsir, hadis ve fıkıh ilmine sizden çok daha vakıf bulunuyoruz; ancak ayet ve hadisler ışığında çağımızdaki sorunların asıl nedenlerini saptamada ve bunlara ilmi, insani ve İslami çözüm yolları sunmada, öyle güzel yorumlar yapıyorsunuz ki, hayran kalıyoruz ve bunu anlamakta zorlanıyoruz!..” dediklerinde, onlara latife yollu şöyle yanıt vermiştik:
“Evet, sizler Arapçayı çok iyi biliyorsunuz, ama “Allah’ça”yı, yeterince kavrayamıyorsunuz! Yani Kur’an-ı Kerim ayetlerindeki ve Hz. Peygamberin hadislerindeki ilahi mana, maksat ve marziyatı (Allah’ın rızasına uygun olanları) anlamak için aklınızı ve vicdanınızı yeterince devreye sokmuyor; taklit ve tekrardan kurtulup bağımsız düşünemiyorsunuz.. Bizim “Allah’ça”yı kavramamız hususunda, tedris ve terbiyesinden geçtiğimiz Erbakan Hoca’nın projektör ve projelerinden mahrum olmanın eksikliğini yaşıyorsunuz.”
Çünkü, “Hakk, bizzat Allah’tır ve Haktan başkası (batıldır ve) sapıklıktır.” (Yunus: 32) Bu nedenle doğru ve uygun düşünmenin, insani ve adil bilgi üretmenin yegane çaresi ve garantisi, Kur’an’ı anlamak ve Resulüllah’ı tanımaktır; ve her asırda onların tercümanlığını yapan Erbakan gibi Zatlara tabi ve taraf olmaktır.
Hakk: Her hususta, aklen, ahlaken ve vicdanen uygun ve denk bulunan; açık ve net gerçek sayılan; kesin ve mutlak gelecek olan; adalet ve asalete münasip gerçek, doğru ve lüzumlu ölçek, anlamları taşıyan ve Kur’an’da 300 (üç yüz)den fazla tekrarlanan temel kavramlardan birisidir.
Erbakan Hocamızın tarifine göre ise; Her zaman ve zeminde ve her halde kesinlikle doğru ve uygun olan; geçerliliğini, gerekliliğini ve değerini her şart altında koruyan, asla değişikliğe uğramayan ve dejenere olmayan ve her zaman ihtiyaç duyulan “mutlak doğrulara” Hakk denir. Şartlara, ihtiyaçlara ve standartlara göre uygun olan, ama duruma göre değişme, gündemden düşme özelliği taşıyan tespit ve tercihlere ise “Doğru” denir.
Yani Hakk, mutlak “kesin, değişmez ve değerini yitirmez” doğrulardır; Doğru ise, mukayyet (şartlarla kayıtlı ve ihtiyaçlarla sınırlı) durumlarda uygun bulunan davranışlardır.
Kur’an’da HAK kavramı:
1- HAKK; Cenabı Allah’ın Esmai Hüsnasıdır:
“İşte burada velayet (sahiplik ve karar mercii) Hakk olan Allah’a aittir” (Kehf: 44), Ayrıca: (Yunus: 32, Hacc: 62, Müminun: 71)
2- HAKK; Hz. Peygamberimizin sıfatıdır:
“Ey insanlar şüphesiz size, Rabbinizden Hakk gelmiştir” (Yunus: 108), Ayrıca: (Tevbe: 33, Nisa: 170, Zuhruf: 29, En’am: 5, Bakara: 42,109, Maide: 83)
3- HAKK; Kur’an’ı Azimüşşandır:
“Fakat onlara kendi katımızdan Hakk geldiği zaman” (Kassas: 48), Ayrıca: (İsra: 105, Furkan: 1, Bakara: 213, Furkan: 33)
4- HAKK; İlahi Din ve tevhit anlamındadır:
“Hayır, Peygamber onlara Hakk ile gelmiştir ve onların çoğu Hakkı kerih (rahatsız edici) görmektedir” (Müminun: 70), Ayrıca: (Araf: 8, Ankebut: 68)
5- HAKK; Doğruluk ve uygunluk manası taşır:
“O gökleri ve yeri Hakk (ölçü, denge ve kader projesiyle) yaratandır. Ve O’nun sözü Hakktır” (En’am: 73), Ayrıca: (Lokman: 32)
6- HAKK; Adalet ve denge karşılığıdır:
“Dedi ki: Rabbim aramızda Hakk ile (adaletle) hükmet” (Enbiya: 112), Ayrıca: (Hadid: 25)
7- HAKK; Vacip olma ve gerekli sayılmadır:
“Müminleri kurtarmamız bizim üzerimize bir Hakktır” (Yunus: 103)
“Allah Elçisinin ve müminlerin üzerine sekinet (huzur ve emniyet) indirdi ve zaten onlar buna ehildi ve Hakk etmişlerdi” (Fetih: 26)
8- HAKK; Batılın ve sapkınlığın zıddıdır:
“Deki: Hakk geldi, Batıl zail oldu” (İsra: 81), Ayrıca: (Hud: 30, Hacc: 6, Yunus: 32)
9- HAKK; Helal ve meşru kazanımdır:
“O gün Allah onlara dinde Hak ettiklerini eksiksiz verecek ve Allah’ın açıkça Hakk olduğunu bileceklerdir” (Nur: 25), Ayrıca: (İsra: 26, Mearic: 24-25, Rahman: 19)
10- HAKK; Geleceği ve gerçekleşeceği kesin olandır (Ecel, Ahiret):
(Kaf: 19, Hakka: 1, Fatiha: 4, Fatır: 5)
11- HAKK; Düşkünlerin ihtiyacıdır:
(Hud: 79, İsra: 26, Zariyat: 19)
Düşürülen Türk uçağı ve hakemlik
Biz öncelikle “Adil Düzen”e göre yani İslam (ilahi barış ve bereket) şeriatına göre (Kur’an’ın çağımız yorumuna göre) durum nedir, onun üzerinde duralım ve meseleye açıklık getirelim. 1- Herkes savunma hakkına sahip bulunmaktadır. Haklarına tecavüz edilen kimse veya ülke kendisini savunacaktır. Bu onun hakkıdır. O halde kendi sınırları içine giren bir yabancı uçağı düşürme hakkı her devlet için vardır. Eğer bu uçak Suriye sınırlarında düşürülmüşse değişik ihtimaller vardır. a) Uçak mekân itibarı ile Suriye dışında idi, ancak o uçak Suriye’yi gözetliyordu ise, bu durumda Suriye’nin hukukuna saldırıyordu demektedir. Suriye’nin o uçağı düşürme hakkı vardır. Yine de uçağın bedelini ödemek zorunda değildir. b) Uçak Suriye sınırları dışındadır, ama Suriye’yi gözetlememekte idiyse o halde Suriye bu uçağı düşürmekle onu tazmin eder. 2- Herkesin kişiliği korunmuştur. Savaş dışında mahkeme kararı olmadan kimse kimseyi şartlar ne olursa olsun öldüremez. Ölümüne sebebiyet verse bile haklılığına veya haksızlığına bakılmaksızın diyetini öder. Bu durumda Suriye -şartlar ne olursa olsun- iki pilotumuzun ailesine ağır diyeti ödemek durumundadır. Bu da yüz araçtır. Birer milyon dolar civarında bir meblağdır. 3- Uçağın sınır ihlalinde bulunup bulunmaması önemli değildir, uçağın Suriye içini gözetleyip gözetlememesi önemlidir. Bunun ispatı da gayet kolaydır. Uçak gözetleme uçağı ise haliyle gözetliyordu demektir. Gözetlemediğinin ispatı Türkiye hükümetine düşer. Uçak gözetleme uçağı değilse o zaman gözetlememesi asıldır. Gözetlediğine dair isnat Suriye hükümetine düşer. Bu uçağın tazmin edilmesi ile ilgilidir. Pilotların da iyi niyetlerine karar verilmelidir. 4- Bütün bunların tespiti Birleşmiş Milletler’in Güvenlik Konseyi yani güçlü devletlerin değil, tarafların (Türkiye ve Suriye’nin) seçecekleri “iki hakem” ile hakemlerin seçeceği (diğer Müslüman ülkelerden) bir “başhakem” tarafından sağlanır ve karara bağlanır. Hakem kararlarına taraflar uyarlar. Böyle bir davada bu hususta bilenler olarak hakemliği kabul edenin hakemliğini kabule hazırız. Bunu yapmak bize farzdır. Çünkü Allah “ıslah edin” (yani barışı getirin) diyor. 5- Yoksa şimdi zaten malum güçler Türkiye ile Suriye’nin kapışmasını, kardeş oluşlarını unutarak birbirini kırmasını, bu güzel toprakların Sevr’e göre paylaşılmasını istemektedir. Şimdi Sayın Davutoğlu’nun Batılı zalim güçleri davet etmesi ve yardım istemesi yanlıştır. 6- Türkiye Hükümeti yetkilileri hiçbir sebep yokken Suriye’nin içişlerine karışmış, halkıyla yöneticilerin arasını açmış ve hasmane beyanlarda bulunmuştur. Yetmedi, bir de keşif uçakları ile sahillerini gözetlemeye başlamıştır. Bu davranış nefsi müdafaa değildir. 7- Sayın Davutoğlu asıp kesiyor. İsrail’in hakaretleri ve Türkiye’nin acziyeti de ortadadır. Çünkü uluslararası malum güç İsrail’i korumakta, Suriye’yi ise dışlamaktadır.[1]
Şimdi “doğru yorum üretme”nin ilk basamağı “doğru soru yöneltmek”tir.
1- Suriye’deki Esad yönetimi ve hele böyle bir süreçte, bir Türk jetini düşürüp, başına yeni belalar açacak kadar sefihlik ve serserilik yapabilir mi, yoksa ordusu içindeki veya muhalifleri bünyesindeki CIA ve MOSSAD unsurlarının bu tertibini; hala ülkenin yönetimi bizim kontrolümüzdedir mesajı vermek hatırına, mecburen mi üstlenmiştir?
Çünkü;
. Olaydan iki gün önce Amerikan New York Times gazetesi CIA ajanlarının Antakya’da üstlendiklerini ve buradaki Hür Suriye Ordusu kampları üzerinden Suriye’deki silahlı gruplara her türlü ağır silah gönderdiklerini belirtmişti.
. Amerikan ve Batı medyası aylardır kampları Antakya’da (yani uçağın düştüğü yere çok yakın bölgede) bulunan Hür Suriye Ordusu militanlarının Türk sınırından sızarak çatışmalara katıldıklarını bildirmişti.
. Yine Batı medyasına yansıyan bilgilere göre Amerikan ve İsrail Predator ve Heronları o bölgede sürekli keşif halindeydi.
. Eylül 2007’de Suriye’nin doğusunda nükleer tesis olduğu iddiasıyla bir binayı vuran İsrail uçakları Antakya bölgesinden Türk hava sahasını kullanarak girmiş ve geri dönüşünde o bölgede yakıt tanklarını atarak gitmişti!?
. Son dönemde uçağın düşürüldüğü bölgede Suriye ve Lübnan güvenlik güçleri Suriye’deki silahlı gruplara götürülmek üzere silah taşıyan gemileri ele geçirmişti.
2- Sn. Recep T. Erdoğan’ın, Kuvvet Komutanlarıyla, ilgili bakanlarıyla, MİT müsteşarıyla üst üste sözde güvenlik zirvesi toplaması, ardından mecliste grubu bulunan Muhalefet başkanlarını düşürülen uçak konusuyla ilgili görüşmeye çağırması ve ilgili açıklamayı tam dört gün sonraya bırakması, acaba ciddi, cesaretli ve Milli gayretli bir hükümet politikası gereği miydi; yoksa ABD ve NATO’dan gelecek dilek ve direktifleri beklemeye ve bunlara uygun kılıflar geçirmeye yönelik girişimleri miydi?
Çünkü, İngiliz Basını, Suriye’nin bir Türk savaş uçağını düşürmesini, doğrudan NATO’ya bir saldırı sayılıp bu ülkeye müdahale olasılığının arttığından söz etmekteydi? Ve Türkiye’nin 4. madde gerekçesiyle NATO konseyini toplantıya çağırması da çok önceden tasarlanan bir tezgâhı hatıra getirmekteydi!
Peki, Ahmet Davutoğlu’nun Kıbrıs Rum Kesimindeki İngiliz Üssüyle irtibata geçtiklerini söylemesi neyin nesiydi? Kendi sınır bölgemizdeki gelişmeleri bile İngilizlerden mi öğrenecektik? Üstelik uluslararası sahada vurulan uçak Suriye hava sahasına nasıl gitmişti?
3- Rusya ve Çin’in, İran’ı da yanlarına alarak, Akdeniz’e savaş gemileri göndermeleri ve ortak bir tatbikat girişimleri, gerçekten ABD ve NATO saldırısına karşı Suriye’yi desteklemek hassasiyeti miydi; yoksa muhtemel bir kapışmada Türkiye’nin ABD ve İsrail’i hezimete uğratacak bir müdahalesine karşı, kâfir ve zalim güçlerin (Siyonizm’in) ortak bir tedbiri miydi?
4-Suriye makamlarına sormak gerekirdi: 1 km. ihlal yapan uçağımızı kaç saniye önce vurma kararı verilmişti? Tam bu sırada teknik bir bilgi paylaşalım; Türk savaş uçağının içeriye doğru (ihlal) uçma anı tamı tamına 3.6 saniye idi. Suriye’nin bu kadar gelişmiş hava savunma sistemi bilinmemekteydi. Yoksa Suriye topraklarına konuşlanan başka bir güç mü bu işi becermişti?
5- Suriye’nin, zaten Türkiye’nin de belirttiği gibi “keşif amaçlı uçuş yapan” bir askeri uçağın kendi ülke sahalarını ve egemenlik haklarını ihlal ederken düşürdüklerini ve Türk uçağı olduğunu sonradan fark ettiklerini ve Türkiye’ye karşı asla düşmanlık hisleri beslemediklerini” belirtmesine ve bunun bir kaza gibi kabul edilmesi gerektiğini bildirmesine rağmen, marazlı medyanın ve Masonik mihrakların savaş çığırtkanlığını nasıl okumak gerekirdi?
6-Kimse merak ve telaş etmesin, AKP hükümeti ABD ve NATO’ya taşeronluk dışında, kendi başına buyruk Suriye’ye falan giremezdi. Çünkü askerin birinci rol üstlenmesine ve halkımızın güvenine ermesine tahammül edemezlerdi. Hatta Kuzey Irak’a girip PKK kamplarını ve eşkıyalarını etkisiz hale getirmelerine de, ABD izin verse bile, “Ordu güçlenir” endişesiyle bunlar rıza göstermezdi!?
7- Kürtçü ve AKP destekli Kemal Burkay’ın: “Suriye yakında; 1- Sünni Bölgesi 2- Nusayri-Hıristiyan Bölgesi 3- Kürt Bölgesi şeklinde üçe bölünecektir” itirafları, Siyonist İsrail’in Arzı Mevud ve ABD’nin BOP hedeflerine uygun düşmektedir. Yoksa bu uçak krizi bahanesiyle, AKP, BOP kâhyalığının gereğini mi yerine getirmekteydi?
Suriye konusunda Türkiye tuzağa mı çekilmekteydi?
“AKP hükümetinin (İsrail-ABD-AB ekseninde yürütülen) Suriye politikasını da onaylamak imkânsızdır. Önce şu konunun altını çizelim: Saddam en az Esad kadar zalimdi. Ama bu durum, ABD öncülüğünde Batılıların Irak’a girmelerine meşruiyet oluşturmazdı. Ve biz işgal güçlerine: “Ne iyi ettiniz de Saddam’ı durdurdunuz!” diye kucak açamazdık. Onun için hem işgalcilere hem de işgale destek olan politikalara sürekli karşı çıktık. Hiçbir vicdan sahibi Irak’a saldırıp çoluk-çocuk, kadın-yaşlı demeden yaklaşık iki milyon insanın katledilmesine razı olamazdı. Bu tür sorunlar, Rahmetli Erbakan Hoca’nın tespitiyle; “bir nevi bizim aile içi meselemizdir; bu konuları kendi aramızda halletmek en doğru olanıdır.” Çözüm için işgalcilerin davet edilmesi ise bu temiz topraklara yapılacak bir ihanet anlamı taşır.
Türkiye’yi her defasında işgalcilerle işbirliği yapmaya iten siyasi ve stratejik zorlamalar mıdır, yoksa işbirlikçi iktidarların şahsi hesapları mıdır? Açıkçası Türkiye, ABD ve Batılıların hedeflerine uygun olarak (Erbakan’dan çok önce imzalanan, ama bunun suçu ve sorumluluğu kasıtlı olarak Hoca’nın sırtına yıkılmaya çalışılan) İsrail’le arasında askeri işbirliği anlaşması yapmakla ciddi ve tarihi bir hataya bulaşmıştır. Türkiye’yle İsrail arasında imzalanan askeri anlaşmanın “Siyonistlerin Suriye planı”nı içermediğini düşünmek saflıktır. AKP hükümetinin bu sıralarda yoğun bir şekilde “Suriye aleyhtarı” bir kampanya’ya öncülük etmesi de tesadüfî sanılmamalıdır. Bize karşı kurulmuş tehlikeli bir tuzağa doğru adeta koşar adım gidilmesini akılla izah etmek imkânsızdır!
Türkiye gerçek manada bölgesel ve küresel bir güç olmak istiyorsa, önce bu anlaşmayı iptal ettiğini açıklamalıdır. “Lider ülke” olmaya yaraşır bir şekilde hareket etmeli ve bu doğrultuda Suriye’yle arasındaki sorunları karşılıklı görüşmeler yoluyla çözmeye çalışmalıdır. “Bu adamlar zalimdir” diyerek bir ulusu küresel haydutların önüne atmak ondan daha beter bir zalimlik olacaktır. Atılacak adımlar Dünya Siyonizm’inin ekmeğine yağ sürmemeli ve Batılıların hedeflerine hizmetten sakınmalıdır. Suriye isyanı ve Esad güçlerinin katliamlarıyla başlayan cepheleşme, D8 üyesi iki ülke olan Türkiye ve İran’ın ayrı kamplarda yer almasına yol açtı. “Büyük şeytan” tarafından tırmandırılan gerilimin ne bu iki ülkeye ne de Suriye halkına bir yararı olmayacaktır. Henüz iş işten geçmiş değildir: Suriye yönetimi mantıklı hareket ederek bu oyunu bozabilir. Ayrıca bu iki dost ve kardeş ülkeye düşen; İsrail’in bölgedeki çıkarlarına (zımnen de olsa) destek olmak yerine, bir buçuk milyarlık muazzam bir potansiyeli harekete geçirmek ve bu güce önderlik ederek bölgede adaleti sağlamak olmalıdır.
Unutmayalım ki Suriye yangınını çıkaranlar mevcutla yetinmeyip etrafa yaymaya çalışacaklardır. Bunlar eski güçlerinde olmadıkları için şeytanca hareket ederek bölgesel güçler üzerinden krizi tırmandırmaktadırlar. Ciddi manada bir sistem kriziyle karşı karşıya bulunan ABD ve AB artık yolun sonuna gelip dayanmıştır. Türkiye bir an evvel kararını vermeli ve Hak merkezli dünya sistemini inşa etmek için kolları sıvamalıdır.”[2] Gerekirse bu kutlu hedeflere ayakbağı olan bu zihniyet ve hükümetten de kurtulmalıdır. Ve tabi Hakk’ca düşünebilmek ve haklı karar verebilmek için doğru Hakk anlayışına sahip olmak, yani Müslüman’ca inanmak ve davranmak lazımdır.
Adil Düzende ve İslam Düşüncesinde Hakk ancak şu dört şeyle elde edilir.
1- Bütün insanlara YARATILIŞTAN sunulan temel haklar:
a) Yaşama hakkı-can emniyeti,
b) Nesil garantisi ve namus emniyeti,
c) Akıl emniyeti ve düşünce serbestliği,
d) Din ve vicdan hürriyeti,
e) Mülkiyet hakkı ve meşru kazanç ve mal emniyeti,
2- Emek ve hizmet karşılığı ortaya çıkan ve KAZANILAN haklar,
3- Karşılıklı ticari, hukuki, siyasi ve içtimai sözleşmeler sonucu DOĞAN haklar,
4- Adalet gereği OLUŞAN haklar (Aynı zorluk ve sorumluluktaki işe, eşit işe eşit ücret sağlanması, aynı şartlar ve sonuçlardaki suça aynı cezaların uygulanması, yaralama, cana kıyma ve zarara uğratma neticesinde ödenecek tazminat miktarı gibi)
Zalim sistemlere ve Batıl zihniyetlere göre ise, şu 4 şey Hakk sebebidir:
1- Kuvvet; güçlü olan zayıfı ezebilir, imkân ve iktidar sahipleri kendilerini buna yetkili görmektedir.
2- Çoğunluk; kalabalık olanlar azınlıklar üzerinde tahakküm kurabilir. Hatta düdüklü demokrasilerde, %30 oy alan parti, beşe bölünen %70 çoğunluğu idare etmektedir.
3- İmtiyaz; Yahudi ırkına mensup bulunmak, Amerikalı ve Avrupalı olmak, bunlarla işbirliği yapmak, başkalarını sömürmeye ve kendilerine hizmet ettirmeye yeterlidir.
4- Çıkar; ekonomik ve stratejik menfaat icabı, zalim ve batıl kafalar istediği ülkeyi işgal edebilir.
Yani batılı gâvurlardan ve kâfir kafalılardan hak ve hayır beklemek boşunadır. Üstelik; kuvveti, çoğunluğu, imtiyazı ve çıkarı hak sebebi sayan her fırsatçı insan, zahiren Müslüman da bilinse, gerçekte o zalim sayılmaktadır.
“Dünya Müslümanlarını ifsat etmede Amerika ile Rusya ittifak ediyorlar ve ikisi de bu işin eş başkanlığını yürütüyorlar” diyenler haklıdır. Erbakan Hocamızın “Siyonizm’i bir timsaha benzetirsek, üst çenesi kapitalizm, alt çenesi komünizmdir” tespitini hatırlamalıdır.
Rusya, Afganistan’a saldırıp işgal ettiğinde binlerce Afganlı Müslüman’a kıymıştır. Güya Amerika, Rusya’ya karşı mücahitleri desteklemiş ve o çarpışmada yine Müslüman mücahitler katliama uğratılmıştır. Başarılı olamayacağını anlayan Rusya, ülkesine geri çekilmek zorunda kalmış ve parçalanmıştır. Peki, Ruslar çekilince boşalan yerleri kiminle doldurmuşlardır? Ve şu anda Rus ordularının çekildiği kamplarda kimin askerleri vardır? Her gün Amerika’yı haritada bulamayan, harita nedir bilmeyen onlarca Afganlı köylü, Amerikalı askerler tarafından öldürülüyor, üzerlerine Amerikan askerleri işiyor. Rusya’nın Amerika hakkında, Amerika’nın Rusya hakkında söylediklerinden ziyade her ikisinin Müslüman halklar için neler yaptığına bakmalı ve arkalarındaki Siyonist odakları unutmamalıdır. Irak’ta olanlara bakalım… Amerika, Irak’a saldırdığında görüntüde Rusya, Irak’ın yanında, Saddam’ın arkasında durmuşlardı. O günlerin gazetelerinden öğrendiğimize göre Rus askeri uzmanlar, Irak ordusunun solcu generallerine “Siz bunlarla havada başarılı olamazsınız. Ülkeye girsinler bu çöl sıcağında gebersinler ve siz onları çöl yılanı gibi boğarsınız” diye taktik verip ülkenin işgaline kolaylık sağlamışlardı. Sonra o solcu generalleri gizli yerlerde saklayan KGB ajanları para karşılığında Amerikalı askerlere satmışlardı.
Gelelim Suriye’ye.
Bir senedir Suriye askerleri, Suriye içinde nokta atışı yaparak Müslüman katliamı yapmakta, Amerikan destekli muhalefet ise buna bahane oluşturmaktaydı. Görüntüde Amerika, Suriye karşıtı; Rusya ve Çin Suriye yandaşıydı!? Bu paragrafa inanmayanlar Amerikan basınında çıkan ve Türk basınında haber olan “CIA’nın Suriye’ye silah gönderdiği ama şuurlu Mücahitlerin eline geçmemesi için çok dikkat ettiği” haberini yeniden okumalıdır. CIA da KGB de Mücahit Müslümanların imhası konusunda ittifak yapmışlardı. Yüzlerce yıldır Kafkaslarda Müslüman avı yapan Rusya’ya ses çıkaran bir tek ülke var mıydı?
Halkı Müslüman ülkelerin başkanları bile oraya yapılan yardımları engellemek için elinden geleni yapmıyorlar mıydı? Çeçenlerin katliama uğraması hiç Birleşmiş Milletler’in gündemine alındı mı? Beşşar’ı zamanı gelince Rusya ve Amerika alıp kaçırır. Maşaların işi bittikten sonra yeni işbirlikçi paşaların eline teslim edilir ve imha ettirilerek o güçlünün de gönlü alınır. Aynen Irak’ta görüldüğü gibi. Şimdi bunlara (Yani, ABD, AB, Rusya ve Çin’e) akıl danışmak, şeytana cennetin yolunu sormaktan farksız bir ahmaklıktır. Önce Allah’a güvenip sığınalım, sonra halkımızı ve ordumuzu güçlü kılalım”[3]
Yoksa, Kuzey Irak’ta Süleymaniye’de, askerlerimize tuzak kurup başlarına çuval geçirerek, Milli haysiyet ve şahsiyetimizi küstahça çiğneyen Amerikan subayları için “ABD’ye nota verecek misiniz?” sorusuna karşı, ürkek ve gevşek bir tavırla “Yahu siz bunu müzik notası mı sanıyorsunuz?” diyecek kadar ezilen Recep T. Erdoğan’ın, şimdi Suriye’ye nota üstüne nota yollayıp böbürlenmesine aldanmayın! Güçlü zalime meleyip kuzulanan, ama zayıf suçluya diklenip horozlanan şişirme kahramanların akıbetine bakın…
Davos’ta “one minute” horozlanması üzerine Suriye halkınca “Beklenen mehdi!” derecesine yükselen, ama şimdi “ABD işbirlikçisi” muamelesi gören Sn. Başbakanın daha kötü derekelere düşmemesi için dua yollayın!
28 Mayıs 2007 yılında, İstanbul’da ESAM’ın hazırladığı: İşbirlikçilik ve AKP’nin tahribatı” konferansında Rahmetli Erbakan Hoca şunları anlatmıştı:
“Irkçı emperyalizm-Siyonizm beş (şimdi on üç) yıldır, şu işbirlikçi AKP eliyle yürüttüğü manevi tahribatı, ekonomik ve sosyal tahribatı, artık maddi bir işgal ve müdahale ile tamamlamak istemektedir. Böylece Büyük İsrail’i kurmak üzere Sevr’i amacına ulaştırmak ve Türkiye’yi parçalamak peşindedir. İşte bunu önlemek için göstereceğimiz şuurlu gayretler, Çanakkale’den daha önemlidir. Çünkü bu AKP’liler, ne yaptıklarının farkında değildir. Ben bunları avucumun içi gibi bilirim.
Bunlardan hayır beklemek ve desteklemek, bilmeden Siyonizm’e hizmet etmektir. Arttık kendinize gelin, Milli birlik ve dirliğimiz ve ülke bütünlüğümüz tehlikededir. Bu dişi bitmemiş çocuklara devleti teslim etmek ne büyük gaflettir. Bu sözlerim kuru bir tenkit ve siyaset gereği değildir; matematik gibi gerçeğin ta kendisidir. Bakınız, bankacılık, tarım ve hayvancılık gibi pek çok konuda, sözde bağımsız bir takım kurumlar oluşturup, devletin yönetimi fiilen Siyonist merkezlerin ve IMF’nin güdümüne verilmiştir. Bu üst kurumlar, evet AKP’den bağımsız, ama dış güçlere bağımlı hale getirilmiştir. Dış politikada ise, maalesef tamamen dış güçlere teslimiyetçi bir tavır izlenmektedir.”
Şimdi zerre kadar izanı ve insafı olan kişilerin, bu sözleri gerçek dışı ve abartılı sayması mümkün değildir. Ancak Erbakan Hoca’nın bu Milli, İnsani ve İslami prensip ve projelerini “saçma nebat” diye karalamaktan utanmayan ve AKP’yi Milli Görüş’ün devamı sayıp saldıran Cemalettin Taşçı gibi (Bak. 31 Mayıs 2012, Akşam Gazetesi) art niyetli ve peşin fikirli, edep ve erdem fakirlerini de: “Yükseklere tükürenlerin, bu balgamlarının dönüp kendi yüzlerine düşeceğini” hatırlatmak gerekir.
[1] Reşat Nuri Erol, Milli Gazete
[2] Sadrettin Karaduman, Milli Gazete
[3] Mahmut Toptaş, Milli Gazete
CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
AKGÜLÜMÜZ!.. (ŞİİR)
DEVLET VE HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN VE DİĞER İLGİLİLERİN DİKKATİNE!..
Erbakan Hocamızdan sonra, Milli Görüşçüler deneme-fitneden geçirilmektedirler! Milli Görüşçülerin imtihanı: Erbakan Hocamızın arkasından, izini takip…
Milli Çözüm Hakka çağırandır! İçinizden (insanları Hakka ve) hayra davet edecek, (ve bunun sonunda elde edecekleri devlet ve…
Allah islam’ın zaferini neden geciktirir? 1-Hakikat ve menfaat ehlinin ayrılıp seçilmesi için (Tevbe-42, Ankebut 1-6)…
Erbakan ve Üstad Ahmet Akgül Hocamız yarım asırdır bu millete ve milli vicdanlı devlet yetkililerimize…
Milli Çözüm Ekibinin ve Üstad Ahmet Akgül’ün olgunlaştırıp tamamladığı ve farklı dillere tercüme edip yayımladığı…
NANKÖRE, VEFASIZA TÜH!.. Yıllarca sohbetinde bulunup Makam görünce, kaçana tüh!.. Zorda kalınca yanına koşup Kolay…
TEK ÇÖZÜM... Makalede iktidar ve muhalefetten bütün partilerin ve destekçilerinin ayarı ortaya çok net şekilde…
...Abdullah Gül’ün ortak aday olarak desteklenmesini öneren Cumhuriyet gazetesi ve yazarları, hangi odakların borazanı ise,…
Ağızlar hayır, gönüller hakka bayır Uyardık niceler hıyanette, duydu sağır Parti işgal edilmiş, ciğer yanıyor…
Son imtihandan kalanlara... İşine gelmeyince çamura yatanlara Risk almadan kahramanlık taslayanlara Plan yapıp çelme takmaya…