YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
662ea82c341b4
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 3
Bugün : 26868
Dün : 26226
Bu ay : 682190
Geçen ay : 453014
Toplam : 23461154
IP'niz : 18.119.139.104

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Tarih boyunca hiç değişmeyen, bugün daha da önemli ve gerekli hale gelen bir gerçek vardır: “Her bakımdan kuvvetli ve yeterli bir ORDUSU bulunmayan devletin, Milli ONURU da olmayacaktır!” Bin yıldır, tam yirmi bir Haçlı Seferiyle Türkiye’yi yıkamayan ve bizi Anadolu’dan atamayan gâvur güçler, şimdi klasik savaşlardan daha etkin ve tehlikeli stratejik şeytanlıklarla, bağımsızlık ve bekamızın sigortası olan TSK’nın kökünü kurutmak için çabalamaktadır. Kâfir güçlerin tertip ve teşviki ve gafil işbirlikçilerin eliyle hazırlanan; VİCDANİ RET, bu varlık ağacımıza vurulan en büyük baltadır. Kürtçü bölücülerden (PKK’lı ve BDP’lilerden), İslamcı geçinen döneklerden (AKP’lilerden), milli ve manevi duyarlılıkları törpülenmiş, rahatına ve menfaatine düşkün tüm kesimlere kadar, VİCDANİ RET arkasına sığınan hiç kimse artık askerlik yapmayacak; ülkemizin güvenliği ve geleceği sadece; hiçbir baltaya sap olamamış döküntülerin ve para karşılığı kiralanmış “Karavana nöbetçisi ve kışla bekçileri”nin eline bırakılmış olacaktır. “VİCDANİ RET” gibi bir hıyanet tuzağına, Askeri Yargıtay’dan ve Diyanet Başkanlığı’ndan fetvalar çıkarılması da, TSK’nın kökünü kurutma tezgâhının hangi aşamalara dayandığının aynasıdır.

Ve son Chicago NATO zirvesinde:

İzmir’deki NATO üssünün artık “Ana karargâh”lardan biri sayılması ve komutanlığına kesinlikle bir yabancı (Türk olmayan) generalin atanması kararı alınması,

Ve Malatya Kürecik Radar üssünün, resmen fiilen NATO’ya devredildiğinin açıklanması,

Türk generallerin, bundan böyle NATO kışlalarında ve saldırılarında, sayıca daha yüksek oranda hizmet ve sorumluluk alacağının vurgulanması,

Ve NATO zirvesine “etkin ve yetkin gözlemci” statüsüyle çağrılmak istenen İsrail’in, Kıbrıs’ta üs edinme ve 20 bin komando yerleştirme çabalarının medyaya yansıması,

Acaba TSK’nın milli ve bağımsız yapısının sulandırılması ve NATO’nun bir alt birimi konumuna sokulması hazırlıklarının yeni bir aşaması mıydı?

TSK’ya İstihbarat tuzağı kurmuşlardı:

Uludere’de 34 gencimizin vurulmasıyla sonuçlanan yanlış ve kasıtlı istihbaratın, ABD tarafından MİT’e aktarıldığı ve “Milli Kaynak” sayılan MİT tarafından TSK’nın kandırıldığı anlaşılmaktaydı. ABD’nin hedefi, halkımızla TSK’nın arasını açmaktı. Amerikan Wall Street Journal gazetesinin Uludere’de istihbaratın ABD kaynaklı olduğunu açıklaması ortalığı karıştırmıştı. Bu haber üzerine Genelkurmay açıklama yaparak “İstihbaratı milli kaynaklardan aldık” demiş, ancak Pentagon WSJ’nin haberini doğrulamıştı. Başbakan Erdoğan da “Haberin mevcut ABD hükümetini zor duruma düşürmek için” yapıldığını söyleyerek konuyu saptırmaya çalışmıştı. Uludere’de 34 kaçakçının savaş uçaklarından açılan bombardıman ateşi sonucu öldürülmesi Türkiye’nin en önemli gündem maddeleri arasındaki yerini hala korumaktaydı. Bu faciaya neden olan istihbaratın, MİT tarafından verildiği açıklanmış, ancak MİT tarihinde ilk kez internet sitesinden açıklama yaparak bunu yalanlamıştı.

Uludere’ye WSJ bombası

Amerikan Wall Street Journal gazetesi askeri yetkililere dayandırarak verdiği haberde “Uludere’deki istihbaratın kaynağının ABD’nin Ankara’daki Ortak Bütünleşme Hücresi olduğunu” yazmıştı.

İddiaya göre: “Amerikalı yetkililer, daha yakın uçuşla daha net görüntü verebileceklerini hatırlatmış ama Türkiye makamları bunu gerekli görmeyerek askeri harekât başlatmıştı.” İddianın yankıları devam ederken Türkiye makamları bunu yalanlamıştı. Amerikalı yetkililer ise “İddianın Türkiye-ABD dostluğuna zarar getirmeyeceğini” açıklamıştı.

3 saatlik Erdoğan-Özel görüşmesi niye sır gibi saklanmıştı!

Mart 2012 başında çok kısa süren Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra gerçekleşen ve 3 saat süren Başbakan Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Necdet özel görüşmesi tartışma yaratmıştı. Erdoğan-Özel görüşmesinin MGK toplantısından uzun sürmesi Ankara kulislerinde şaşkınlığa yol açmıştı. Hürriyet haberinde MGK toplantısının kısa sürmesine gönderme yaparak, “çok kısa süren MGK ile ilgili sorun olabileceği hatta Özel’in istifa edebileceği bile ortaya atılmıştı. 28 Şubat döneminin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın da soruşturma çerçevesinde gözaltına alınabileceği ve görüşmede bunun da konuşulduğu iddialar arasında yer almıştı. Genelkurmay kaynakları bu iddiaları net bir dille yalanlarken, görüşmenin MGK’dan iki gün önce planlandığı vurgulanmıştı. Hürriyetin haberinde “Görüşmenin neden bu kadar uzun sürdüğü Hürriyet’in Başbakanlık kaynaklarından aldığı bilgi ile açığa çıktı” ifadeleri kullanılarak görüşme ile ilgili başlıklar şöyle anlatılmıştı:

“Başbakan Recep T. Erdoğan ve Özel’in en uzun görüşmesinde canlı bomba eylemiyle ateşkesin bozulduğu Suriye ile ilgili Türkiye’nin hareket planı masaya yatırıldı. Görüşmede şu başlıklar ele alındı: “Suriye’de tırmanan gerilim konusunda Türkiye’nin hareket senaryoları”, “Türkiye’nin NATO ve BM üyeliğinden doğan hakları”, “Sınırdaki asker durumu”, “İnsani yardımı karşılama kapasitesi”, “Olursa uluslararası yardımın güvenlik dâhil koordinasyonu”.

TSK’nın kökünü kurutma hazırlıkları mıydı?

Lise öğrencileri bile 29 yaşına kadar askere alınamayacaktı

Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, TBMM Milli Savunma Komisyonu’nda, önergelerle yapılan değişikliklerle oybirliği ile kabul edilip kanunlaşmıştı. Tasarıya göre, yoklama devri, askerlik çağının başlangıcından muvazzaflık hizmetinin başlangıcına kadar geçen süre olacaktı. Tasarıyla, seferberlik veya olağanüstü hallerde 19 yaşında bulunanların askere alınmalarına imkân tanıyan düzenleme yürürlükten kaldırılmıştı. Bilgi Sisteminin yürürlüğe girmesiyle birlikte uygulama alanı kalmayan ilk yoklama ve son yoklama işlemleri kaldırılarak; yoklama, “yükümlülerin askerliğe elverişlilik ve öğrenim durumları ile meslek ve niteliklerinin belirlenmesi işlemlerini kapsayacak şekilde” yeniden tanımlanmıştı. Buna göre, ”yükümlülerin sağlık muayenelerinin yapılarak askerliğe elverişli olup olmadıkları, öğrenim durumları, meslekleri ve niteliklerinin belirlenmesi” işlemi yoklama sayılacaktı. Yükümlülerin yoklama işlemleri yaklaşık 14 aylık bir süreye yayılacaktı. Böylelikle, yoklama kaçağı sayısı ve yoklama dönemlerinde askerlik şubeleri önünde oluşan yükümlü yoğunluğu azaltılmış olacaktı.

Askerlik işlemlerinin ertelenmesine neden olan haller şöyle sıralanmıştı:

Tasarıyla, askerlik işlemlerinin ertelenmesine neden olan hallerden bazıları yeniden ayarlanmıştı. Lise veya dengi okullarla fakülte ve yüksekokullarda öğrenim görenlerin askerlikleri; bitirdiği okulun dengi veya daha aşağı seviyedeki bir öğretim kurumuna kayıt yaptırmamak, yoklama kaçağı veya bakaya kalmamak ve 29 yaşını geçmemek üzere mezun oluncaya ya da ilişkileri kesilinceye kadar uzatılacaktı. Savaş zamanı hariç olmak üzere; bir baba veya ananın iki oğlundan biri askerdeyken diğer oğlu, ikiden fazla oğlu olanlardan ikisi askerde iken diğerleri, oğullarından biri muvazzaf askerlik hizmetini bitirinceye kadar askere alınmayacaktı. Bu düzenlemenin uygulanmasında 20 yaşından küçük olanlar ile geçime yardım edemeyecek derecedeki maluller hesaba katılmayacaktı.

Kardeş sevk tehirinde bulunulabilmesi için ananın dul olması şartı kaldırılacaktı. Bugünün şartlarında 15 yaşından küçük bir çocuğun aile bütçesine katkı sağlamasındaki zorluk dikkate alınarak, kardeş sevk tehirinde 20 yaşından küçük olanlar dikkate alınmayacaktı. Yoklama sırasında lise veya dengi okuldan mezun olduğunu belgeleyenlerin askerlikleri üç yıl, fakülte veya yüksekokuldan ilişikleri kesilenlerle yüksekokul mezunlarının askerlikleri ise 29 yaşını tamamladıkları yılın sonu esas alınarak iki yıl süreyle ertelenme imkânı sağlanmıştı. Askerlik çağrısına hasta olduklarından dolayı katılamayan yedek erbaş ve erlerden, bu durumlarını resmi veya askeri hekim ya da sağlık kurulu raporuyla tespit ettirenler herhangi bir cezai işleme tabi tutulmayacaktı.

Sağlık muayenesi aile hekimince yapılacaktı!?

Yükümlülerin sağlık muayeneleri askerlik şubesinin bulunduğu yerde öncelikle varsa aile hekimi tarafından, yoksa en yakın resmi sivil sağlık kuruluşunda veya asker hastanelerinde tek tabip tarafından yapılacaktı. Yükümlüler hakkında ertesi yıla bırakma, sevk geciktirmesi veya ”askerliğe elverişli değildir” kararı sağlık raporlarını tanzim etmeye yetkili makam, asker hastanesi sağlık kurulu olacaktı. Ancak yatalaklar ile gözle görülür rahatsızlığı bulunanlar hakkında ertesi yıla bırakma, sevk geciktirmesi kararlı sağlık raporları, askerlik şubesi başkanı veya vekili ile mülki amirliklerce görevlendirilen resmi iki sivil (varsa biri aile hekimi) tabipten teşkil edilecek geçici sağlık kurulunca karara bağlanacaktı.

İlk bakışta makul ve masum düzenlemeler olarak görülen, ancak:

a) Erteleme ile birlikte, Lise talebelerinin bile açık yükseköğretim fakültelerine kayıt hilesiyle askerliğini 31 yaşına öteleyen, yani asker ocağının köküne kibrit suyu döken,

b) İki sivil doktor tarafından “askerlik yapmaya elverişsiz” raporu verilebilen ve böylece sahte raporla askerlikten kaçmayı kolay hale getiren,

c) 20-30 yaş arası fiili askerliği ise, sadece İlkokul mezunlarına reva gören ve “kışlaları çapulcu alayına çevirme hazırlığına” benzeyen bu girişimler, yine TSK’nın kökünü kurutmaya yönelik sinsi adımlardı. Yoksa GKB Necdet Özel’in Recep T. Erdoğan’la görüşmesinde bu sıkıntılar mı paylaşılmış ve tartışılmıştı?

Yeni Anayasa tezgâhı!

Daha da sakıncalı ve sarsıcı olanı, bütün bu gaflet ve hıyanet girişimlerinin ve Türkiye’yi bölme gayretlerinin, “hukuki güvence ve gerekçeye dayandırılması” için YENİ ANAYASA hazırlanmasıydı. Devleti ve Cumhuriyeti yıkıcılar, şimdi; “kurucular” rolüyle işbaşındaydı. SEVR’in patronları AB ve ABD’nin dayatmaları; AKP, PKK (BDP) piyonlarının “barışçıl duyarlılıkları” sayesinde yazımına başlanan Yeni Anayasa, Türkiye’yi tarihe karıştıracak ve Büyük İsrail önündeki engel olmaktan çıkaracak, bütün tuzak maddeleri içinde toplayacaktı.

Yeni NATO Zirvesi ve Hıyanet planları

Asya’daki gelişmeler ve özellikle İslam dünyasındaki dirilişler, ABD ve İsrail’de rahatsızlık yaratmıştı. Örneğin Çin, ekonomik alanda ABD’yi yakalamaya çalışmaktaydı. Ekonomik yükselişinin sağladığı olanaklarla siyasi, askeri ve kültürel alanlarda da hızla kalkınmaktaydı. Yakın gelecekte her bakımdan ABD’yi zorlayacaktı. Bu nedenle ABD, İslam dünyası ve Asya ile kaçınılmaz olacak nihai hesaplaşmadan üstün çıkmak için; bunlar başa çıkılamayacak düzeye ulaşmadan önce kendi sorunlarını çözmek, zaaflarını gidermek, kurumlarını yeniden düzenleyip güçlendirmek suretiyle bu hesaplaşmaya hazırlanma çabasındaydı. İşte ABD’nin “Obama doktrini” kılıfı geçirilen Siyonist Yahudi Lobileri projeleri açısından 20 Mayıs’ta Chicago’da toplanan NATO zirvesi kritik önem taşımaktaydı.

Açık ve gizli gündem konuları:

Zirvede açık görüşmelerde, kısaca füze kalkanı diye anılan füze savunma sistemiyle bağlantılı olarak NATO’nun yeniden düzenlenmesi sorunu tartışılmıştı. Füze kalkanının başta Türkiye, bütün İslam ülkelerini Rusya, Çin ve İran gibi Avrasya’nın önde gelen güçlerini hedef aldığı ABD yönetimi tarafından saklanmamıştı. Zirvede öne çıkan konu, kalkanın Avrupa’daki altyapısının, Basra Körfezi’ne inşası planlanan uzantıyla tamamlanmasıydı. Japonya-Filipinler ekseninde de benzer bir proje seslendirilmeye başlanmıştı. İsrail’deki radar da dâhil bütün bu sistem doğrudan ABD kumandası altında bulunacaktı.

Zirvenin bir de gizli gündemi vardı: Kontrgerilla, gladyo veya süperNATO diye bildiğimiz NATO’nun çelik çekirdeğinin, İslam ülkeleri ve Çin başta olmak üzere Avrasya’yı hedef alacak biçimde yeniden yapılanmasıydı. ABD Savunma Bakanı Leon Panetta, zirvenin hemen öncesinde “yeni kurulacak ve istihbarat toplamanın yanı sıra saldırılar da yapacak bu gizli örgütlenmeyi” zaten açıklamıştı. Zirvede, bu yeni gizli örgütlenmenin ABD dışı uzantıları yeniden yapılandırılacaktı. ABD’nin Türkiye başta olmak üzere çeşitli ülkelerdeki gizli gladyo örgütlerinin takviyesi, güçlendirilmesi ve döneme uygun hedeflere yönlendirilmesi mutabakatı aranacaktı.

İşte bu NATO zirvesinde, özel bir dikkatle resmi gündeme taşınmayan, ama gizli kulislerde hararetle tartışılan asıl konu ise:

“Türk Silahlı Kuvvetlerinin Yeni NATO Konseptine uygun modern bir yapılanma içine sokulması, klasik (yani milli…) ve hantal teşkilatlanmadan kurtarılması, ittifak güçleriyle daha kolay ve kalıcı bütünleşme şartlarının olgunlaştırılması” olduğu fısıldanmıştı. Yani TSK, Mekke ve Medine’yi bombalamayı ve 1,5 milyar Müslümanı imhayı bile düşünen NATO ve Pentagon’un hizmetine sokulmaya çalışılmaktaydı.

ABD’ye karşı Çin’e sığınmak ahmaklıktı!

ABD ile Çin zahiri bir rekabet içinde görünseler de, Siyonist sermaye ve İsrail’le Çin, gerçekte çok gizli ve derin bir ittifak halindeydi. Bu iki ülke son derece yakın ve güçlü ilişkilere sahipti. Üstelik bu ilişkiler giderek daha da gelişmekteydi. Nitekim bu çerçevede İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak 2011’de başkent Beijing’i resmen ziyaret etmişti. Barak’ın ofisinden yapılan açıklamaya göre, kendisi Çin Savunma Bakanı Lian Guangli ve diğer üst düzey yetkililerle görüşüp, bunlarla bölgesel gelişmeleri, İran tehdidini, barış sürecini ve diğer ‘stratejik konuları’ değerlendirmişlerdi.

Barak’ın savunma bakanı olarak ziyareti, şüphesiz ikili ilişkilerin en çok ve ağırlıklı olarak askerî ve güvenlik alanlarında olduğunu bir kere daha açıkça göstermişti. Esasen, iki ülke 1980’lerden bu yana (hatta bazı kaynaklara göre 1970’lerden bu yana) bu tür önemli ve kapsamlı ilişkilere sahipti. İsrail ile Çin arasındaki diplomatik ilişkiler 1992 yılında tesis edilmiş olsa da bu iki ülke bundan önce de gizli ilişkiler yürütmüşlerdi. Nitekim bu çerçevede 1980’lerden başlayarak iki ülke önce akademik, sonra ekonomik, bilimsel ve askerî alanlarda temaslara girişmişlerdi.

Daha sonra dönemin İsrail Savunma Bakanı Moşe Arens 1991 yılında Çin’i ziyaret etmiş, bu ziyaretle iki ülke arasındaki askerî-güvenlik ilişkilerinin temeli atılmış, ardından Dışişleri Bakanı David Levi’nin dört günlük önemli ziyareti takip etmişti. 1990’larda sadece 30 milyon dolar olan ikili ticaret hacminin 2005’e gelindiğinde 3 milyar dolara, 2008’de 5 milyar dolara ulaştığı, 2010’da 10 milyar doları aştığı söylenmişti. Çin tarafında bu ticaret İsrail’in güneş enerjisi, robot, inşaat, tarım ve sulama teknoloji ve ürünlerini; İsrail tarafında ise çeşitli mamul Çin mallarını içermekteydi.

Askerî alanda ise; çeşitli kaynaklar, 1990’lara kadar olan dönemde İsrail’in Çin’e en az 4-5 milyar dolarlık silah malzemesi ve teknolojisi sattığına, bugün de bu durumun artarak devam ettiğine, bunun sonucunda İsrail’in Rusya’dan sonra Çin’in en büyük ikinci askerî tedarikçisi konumuna yükseldiğine işaret etmişlerdi. Çin’in bu bağlamda Batı’dan temin edemediği askerî malzeme ve teknolojileri İsrail sayesinde elde ettiği, hatta bu satışlar dolayısıyla zaman zaman en yakın müttefiki Amerika ile karşı karşıya geldiği de söylenmişti. Mesela Falcon erken uyarı uçağını İsrail, Amerikan baskısı sonucu 2000 yılında bu uçağı Çin’e satmaktan vazgeçtiğini belirtmiş, ama gerçekte verilmişti.

İsrail, Çin bakımından; bu anlattığımız sebeplerle asla ihmal edilmeyecek kadar önemli bir ülke idi. Çinli yetkililer de bazen basına yansıyan, bazen da yansımayan vesilelerle İsrail’e gidip gelmekteydi. Buna en son örnek, Mayıs 2011’de İsrail’i ziyaret eden Çin Donanma Komutanı Amiral Vu Şengli’ydi. Barak’ın askerî ve güvenlik konularının yanı sıra BM’de gündeme gelecek olan bağımsız Filistin devleti konusunda Çin’in İsrail lehine desteğini sağladığı da yazılıp çizilmişti. Esasen İsrail bu konuda sadece Çin değil, diğer önemli ve güçlü ülkelerle çok yönlü temaslara girişmişti.

Yani bizdeki marazlı ve garazlı solcuların; “Ezilen ve sömürülen ülkelere umut olması ve sahip çıkılması bakımından, ÇİN ABD’nin en büyük rakibi ve korkulu rüyasıdır” yönündeki zan ve iddiaları temelsizdir. Çünkü hem ilahi hem de tarihi gerçek: “Zalimlerin ve kâfirlerin tek millet oldukları” şeklindedir.

Türk Ordusunun Suriye’ye sokulma çabası, İsrail ve ABD planıydı!

El Cezire’de “El İtticahu’l Muakis/Ters Esinti” programında moderatör Faysal Kasım’la birlikte isyancı muhaliflerden Prof. Velid Bunni ve Suriye rejiminin destekçilerinden Muad Muhammed katılıp, Suriye olaylarını tartışmışlardı. Muhalif öncülerden Prof. Velid Bunni, İsrail’in Suriye politikasına değinmiş: Mümkün olması halinde, İsrail ilelebet Beşşar Esad’ın iktidarda kalmasını yeğler. İktidarda kalamayacaksa değişimin en büyük hasarla gerçekleşmesini ister” sözleriyle gerçekleri çarpıtmaya çalışmıştı.Oysa Velid Bunni’nin unuttuğu bir husus vardı: Evet, İsrail İslami bir ideoloji ile barışık yaşayamazdı. Ama, ılımlı AKP gibi, ılımlı ve ABD’ye bağımlı bir İhvan’la niye uzlaşmasındı? ABD’ye gizli görüşmeler için giden İsrail Ordu İstihbaratı Başkanı Tümgeneral Aviv Kochavi’nin: “Esad’ın iktidarda kalmasının ülkesinin yararına olduğu fikrinin değiştiğini ve Beşşar’ın artık gitmesi gerektiğini” unutmamalıydı. Aynı sözleri biraz daha tafsilatlı olarak İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak da kullanmıştı.

CNN’e konuşma yapan Barak, Esad ve yakınındaki bazı sorumluların Ali Abdullah Salih gibi gitmesini ve artık Baas rejiminin bittiğini ve defin işleminin gerektiğini açıklamıştı. Ve krizin çözümünde kendince Rusya’nın rolünün önemine dikkat çeken Barak, NATO, ABD, Rusya ve Türkiye’nin süreci hızlandırmak ve parçası olmak için ellerinden geleni yapmaları gerektiğini vurgulamıştı.[1]

Ehud Barak’ın CNN’de yaptığı konuşmasında değişimi idare eden ve yönlendiren ülkeler kombinasyonunda Batı, Rusya ve Türkiye’yi birlikte zikretmesi ve sahiplenmesi Suriye’deki fesatlığın arkasında hangi fırsatçıların bulunduğunu ortaya koymaktaydı.[2]

Cemaat NATO’ya mı hizmet ediyordu ve Fenerbahçe’yi ABD niye ele geçirmek istiyordu?

Aziz Yıldırım operasyonu ilk başladığında bir dostum; “Bu, Fenerbahçe operasyonu değil” diye uyarmıştı. “Peki ne?” diye sorduğumda: “Aziz Yıldırım’ın faaliyet alanına bakarsan anlarsın” yanıtını yapıştırmıştı. Baktım; Yıldırım ailesinin faaliyet alanı askeri ihaleler, özellikle de NATO ihaleleri olmaktaydı. İlginç olan şu; NATO, ABD’nin kontrolünde olmasına rağmen Aziz Yıldırım; Ruslara da çok yakındı. O kadar ki; Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Başbakan Erdoğan ile Aziz Yıldırım’ın evinde buluşmak istiyordu. Nereden mi biliyoruz? Gazeteci Alper Görmüş; Taraf Gazetesi’nde Özden Örnek’in günlüklerini yayınlamıştı. Orada vardı, aktarıyorum:

“Aziz ve Yıldız bana gelmişlerdi. Aziz’in ifadesine göre; Vladimir Putin, Başbakan Erdoğan ile özel olarak görüşmek istemişti. Resmi olmayan bir şekilde İstanbul’a gelip Aziz’in evinde görüşmek talebini iletmişti. Aziz’in Putin ile temasta olduğunu biliyorum. Aynı şekilde diğer Ruslar ile de temasları var. Ruslar, Aziz ne isterse verecek durumdalar ve ona çok güveniyorlar. Bize S-300 satmak ve hatta üretmek istiyorlar.”

Fenerbahçeli eski futbolcu Saffet Sancaklı bir ara Aktüel Dergisine ilginç bir röportaj vermiş ve şunları açıklamıştı.

“Aziz Yıldırım ile yıllardır Rusya’daki savunma sanayi işinde ortağız. Daha önce tank ve helikopter gibi ihaleleri Ali Şen alıyordu. Biz girince işi bize verdiler. Bu işte Rusya adına tek yetkili biziz. Ticaret yapıyoruz. Ben bir şey saklamıyorum ki. En son bir helikopter ihalesine girdik, ‘bu adamlar nereden çıktı’ deniyor. Kardeşim bu bizim aile işimiz ve yıllardır yapıyoruz.”

Şeytan ayrıntıda gizleniyordu ve ayrıntıları bir araya getirdiğimizde ilginç bir tablo çıkıyordu. NATO ihaleleri ile tanınan Aziz Yıldırım, Putin dönemi ile birlikte Ruslarla da iyi ilişkiler kurmaya başlıyordu. Öyle ki daha önce Ali Şen’in aldığı ihaleleri alacak kadar. (Buradan Aziz Yıldırım ile Ali Şen kavgasının da aslında Fenerbahçe kavgası olmadığı sonucu çıkıyordu)

Şimdi Fenerbahçe’yi ele geçirmek isteyen kim oluyordu? Cemaat mi? Cemiyet mi? Yoksa Aziz Yıldırım’ın Ruslara yakınlaşmasına kızan ABD’mi?”[3] veya ABD Cemaati taşeron olarak mı kullanıyordu?

Hayret, Masonik Türk Ocakları’na Cemaatçi Başkan seçiliyordu!

Türk Ocakları’nın yeni başkanı Cemaate yakınlığıyla bilinen Nuri Gürgür olmuştu. Cemaatin yeni hedefinin ise Aydınlar Ocağını ele geçirmek olduğu belirtiliyordu. 100. yılını kutlayan Türk Ocakları Cemaate teslim ediliyordu.

İttihatçı masonların teorik merkezlerinden olan Türk Ocaklarının yeni başkanını Fetullah Gülen Cemaatinin desteklemesi dikkat çekiyordu. Gürgür’ün Cemaatle yakın ilişkileri olduğu biliniyordu. Böylece Parvus Efendiyle anılan mekân, artık Fetullah Gülen adıyla anılacaktı. Bu arada Cemaatin yeni hedefinin ise 1980’li yılların teorik merkezi Aydınlar Ocağı olacağı biliniyordu. Kafaları kurcalayan soru şuydu: Türk Ocakları mı İslamlaşıyordu, yoksa Cemaat mi masonlaşıyordu?

 

ŞİİR

 

Kılavuzu karga, olan kaypak’ın

Burunları çıkmaz, imiş necisten!

Casusu Amerka, olan ahmak’ın

PKK’sı havlar, imiş Meclisten!

 

Dindarlığı riya, taptığı tahin

ABD’ye serçe, millete şahin

NATO’nun emrinde, İslam’a hain

Asker sivil soysuz, çıkar her cinsten!

 

Vatan parselleyen, avrat pazarlar

Keramet uydurur, yandaş yazarlar

Bak kahpeler Milli, Çözüm azarlar

Diyalogcu medet, bekler “Teslis”ten!

 

Siyon yazılımlı, Mason falımlı

Kimisi radikal, kimi ılımlı

Bazısı Kemalist, dinsiz çalımlı

Yerinden kalkamaz, oldu aczinden

 

Ülkemi sahipsiz, koyma Allah’ım

Kürdistan kurulsa, kalmaz felahım

Dilim ve kalemim, bu son silahım

Kurtar ruhumuzu, AB haczinden!

 


[1] (http://www.aljazeera.net/news/pages/050c9c3b-26b1-4cc9-99cb-8af5b4da686b).

[2] Mustafa Özcan, Milli Gazete

[3] Mustafa yılmaz, Kulis Ankara, Milli Gazete

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Orhan ATAY E. Harb-İş Genel Başkanı

Orhan ATAY E. Harb-İş Genel Başkanı

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx