YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
664953ce03d18
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 9 8
Bugün : 3866
Dün : 23538
Bu ay : 389303
Geçen ay : 737322
Toplam : 23905589
IP'niz : 3.144.45.137

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

SAADET; BİR PARTİ TEŞKİLATI MIYDI,

YOKSA “ASLI GÜDÜK” TARİKATI MIYDI?

        

Türkiye’de sadece imani gerçekleri ve ahlâki değerleri tebliğ ve temsil etme süreci; Bediüzzaman’ın, ilim ve istikamet ehli bazı tarikatların öncelikli göreviydi ve o dönemlerde icra edildi. Erbakan Hocamızın “siyasi cihat” gayreti ve Adil Düzen’i kurma gayesiyle yola çıktıktan sonra bu ferdi tebliğ ve teklif süreci; manevi ve siyasi cihat ekibine katılıp sorumluluk almaya, en azından “oy”larıyla destek çıkmaya davet şekline dönüşmekteydi ve bu farz olan gerekli bir girişimdi. Yani Saadet Partisi ve MİLKO olarak bilinen diğer Millî Görüş takipçileri ve ekipleri, bir tarikat veya dini cemaat değildir. Tam aksine; ülkemizde, bölgemizde ve yeryüzünde Adil Düzen’i kurma hedefi güden siyasi bir harekettir. Ama fosiltür dediğimiz kasıtlı ve kısırlaştırıcı kafalar elinde bu kutlu hareket, bir tarikat tekkesine ve dini cemaat seviyesine indirgenmiş vaziyettedir. Oysa bu tür tebliğ ve tavsiye hizmetlerini gören birçok dernek ve tekke zaten kendi işlerini sürdürmektedir. Saadet Partisi’nin, bunca tehlikeli tahribatından sonra iyice yıpranan iktidara karşı alternatif siyasi arayışların yoğunlaştığı bir ortamda, topluma umut ışığı ve huzur kapısı olacak plan ve projeler sunması… Daha doğrusu Erbakan Hoca’nın zaten hazırladığı Adil Düzen projelerine ve Milli Görüş reçetelerine sahip çıkması, Parti teşkilatlarını, yan kuruluşlarını ve gençlik organizasyonlarını bu yönde eğitip-donatıp tarihi atılımlara koşturması gerekirken; yıllardır “Bize düşen; İslam’ı öğrenelim, emirlerini yerine getirelim ve çevremize de bunları tebliğ edelim” nakaratlarıyla ve bir tarikat şeyhi ve medrese melesi havasıyla Milli Görüş potansiyelini köreltmeye çalışan fosiltür kafalar; öyle cehalet ve gafletle değil, bilinçli bir hıyanetle bu tavırları takınmaktadır.

En son SP Gençlik Kolları Yalova Kampı kapanışındaki; “Peygamber Efendimiz (S.A.V) Allah’ın varlığını ve birliğini Mekkeli müşriklere anlattı. Ebu Cehil ile savaşmadı. Hak’kı anlattı. Şimdi biz de bu şuur dersleri ile bunu yapıyoruz…” sözleri hem yanlıştı hem de yamuklaştırıcıydı. Önce Hz. Peygamber Efendimiz’in (S.A.V) Hak’ka çağrısı zaten fikren ve fiilen Ebu Cehil’lere savaş açmaktı. Bu kof kafalar bunu anlamasa veya saklasa da, Ebu Cehil bu kutlu çıkışı çok iyi anlamış ve savaşını başlatmıştı. İkincisi; Hz. Peygamber Efendimiz sadece “Allah’ın varlığını ve birliğini” değil, Erbakan Hocamızın defalarca tekrarladığı gibi; 1- İbadete lâyık ve müstahak yegâne Zât olan, 2- Kendisinden yardım ve destek umulan yegâne makam olan, 3- Her işte ve ibadette sadece O’nun rızası aranan, 4- Kulların hayatını tanzim eden ve imtihan programı olarak hükümler gönderen Allah’a davet ediyordu ve Ebu Cehil bunun ne anlama geldiğini ve kendi haksızlık ve ahlâksızlık rejiminin çökertileceğini bildiği için hırçınlaşıyordu.

O toplantıda; “Gençler önce dininizi öğreneceksiniz. Bu konuda AGD’nin yayınları var, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınları var, bunları okuyacaksınız…” diyen adama, bir kişi kalkıp da; “Yahu madem Diyanet’in yayınlarını okumakla kendimizi ve ümmeti kurtuluşa ulaştıracağız, o halde bir parti olarak ve yan kuruluşlar olarak ne diye varlığımızı sürdürüyoruz. Bunca eleman, zaman ve imkân israfına niye yol açıyoruz. Diyanet’in kitaplarını okuyup dağıtalım yeter?!” diye sormamıştı… Bu halde iken, SP nasıl topluma yeni bir umut kapısı olacaktı? Zaten en baştakilerin bile böyle bir amacı ve heyecanı bulunmamaktaydı. Evet evet, Efendimizin buyurdukları gibi “Her toplum ancak lâyık olduğu yönetime ulaşacaktı…”

Kendileri yeni ve yeterli bir umut ve heyecan dalgası oluşturamayan… CHP’nin gölgesine, hatta PKK’nın uzantısı HDP’nin himayesine sığınmaktan medet uman ve utanmayan kafalardan… Ve hâlâ bunları tanımayan ve karşı çıkmayan bir teşkilattan, bundan fazlasını beklemek boşunaydı.

Şimdilik SP’nin; hiç değilse, Millî Görüş camiasının bâtıl partilere ve berbat düşüncelere kaymasına engel olan bir adres olarak ve Erbakan Hoca’nın temel ve genel çizgisine açıkça aykırılıktan sakınarak varlığını sürdürmesi bile bir teselli kaynağı sayılsa da, bu fosiltür kafalardan kurtulmadıkça, giderek özünden uzaklaşmaktaydı.

Belki de, Siyonist Yahudilerin: “Erbakan’ın ölmesi yetmez, üzerine beton dökülmesi lazım!” dedikleri şeytani intikam, bu şekilde ve bu hainler eliyle alınmaktaydı…

“Erbakan Hoca’nın, güya cihat paralarını taşınmazlara yatırdığı ve evlatlarının adına tapuladığı… Onların da bu beytülmalın üzerine yattığı!?” yalanları ve iftiralarıyla, hem Hoca’nın kemiklerini sızlatan, hem de hesaplı ve kasıtlı bir tavırla Fatih Erbakan’ı kışkırtıp ayrı parti kurmasına; böylece Hak davasından ve rahmetli babasının manevi ve siyasi mirasından kopup uzaklaşmasına yol açan bu fesatçı takımının fırsatçılıklarına bile hikmet ve keramet uyduran şakşakçı şaklabanlarla nereye varılacaktı? Milli Görüş davasının ve Erbakan Hocamızın en çarpıcı alamet-i farikası ve ümmetin sorunlarının çözüm harikası olan, ADİL DÜZEN programlarını; İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı, İslam Ortak Pazarı, İslam Savunma Paktı, Müşterek İslam Dinarı ve İslam Bilim ve Eğitim İşbirliği Kurumları gibi tarihi ve talihli planlamaları ve D-8’ler gibi şimdi âtıl bırakılan fikri ve fiili oluşumları gündemde tutmak, bunları sahiplenip topluma ve insanlığa anlatmak ve umut aşılamak dururken; bu fosiltür kafaların yıllardır “konuşmanın adabı, tartışmanın ahlâkı, tanışmanın ve dayanışmanın esasları” ile bu camiayı oyalamaları, asla bir yanılgının ve kolaycılığın değil, hesaplı ve kasıtlı yamuklaştırma çabalarının bir parçasıydı. Milli Çözüm’ün üstün bir cesaret ve ferasetle, daha önce en az kırk konudaki saptama ve uyarılarına, ilk başta “hadi canım, bunlar boş kuruntulardır” deyip karşı çıkanlar, nasıl sonunda, “vay be, bunlar haklıymış!..” noktasına gelip dayandılarsa, şimdi “fosiltür kafalar” dediğimiz takımın da ve çok yakında, kim oldukları ortaya çıktığında, bilmem utanacak ve uslanacaklar mıydı?

Kardeşlik edebiyatıyla AKP’ye yaranma ve meşrulaştırma çabaları:

Milli Görüşçü kuruluş ve organizasyonlar (MİLKO); Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanı Oğuzhan Asiltürk’ün katılımı ile Konya’da Bayır Diamond Otel’de halka açık “Hak ve Adalet Konferansı” düzenlemişti. Oğuzhan Asiltürk, “Yaşadığımız sorunların çözümü, kardeşliği yeniden tesis etmektir. Sorunları AK Partili kardeşlerimizle birlikte düzelteceğiz. Çünkü bizler kardeşiz” demişti.

Konuşmasının devamında, “Bu dünyada yaşarken, birbirimize karşı görevlerimiz var. Mü’minler kardeştir. Mü’minlerin kardeş olduğuna biz karar vermedik.” diyen Asiltürk, “Kur’an-ı Kerim’de mü’minlerin kardeş olduğunu aktarıyor. Şimdi yaşadığımız ortama bakın. Türkiye iki gruba ayrılmış. Biri ne söylerse karşıtları ‘bâtıl’ diyor, diğeri ne söylerse o ‘bâtıl’ diyor. Allah bundan razı değil. AK Parti’de ‘bakara makara’ diyen var ama çoğu inançlı bir kesim. Ayette ayrıca ‘Birbirinizin arasını düzeltin’ buyuruluyor. Mü’minler olarak biz buna iman ederiz ve bunun için çalışırız. Gruplar birbirine düşman. Bu böyle devam etmez. Böyle topluluklar geçmişte helâk oldular. Bu bilinen bir şey. Niye? Allah’ın emir ve yasaklarını arka plana attılar. Türkiye’de de yaşanan bu değil mi? Yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma ve namus tecavüzü hepsi var bu ülkede. Bunu kimler düzeltecek, bizler düzelteceğiz. AK Partili kardeşlerimizle birlikte düzelteceğiz. Çünkü bizler kardeşiz. Yaşadığımız sorunların çözümü, kardeşliği yeniden tesis etmektir. Hoşgörü ile hareket etmeliyiz”[1] sözleriyle AKP’yi düzeltmek değil, onlarla birlikte hareket etmek gerektiğini belirtmişti. Bu fosiltür kafalara sormak lazımdı: Ne yani! AKP zihniyeti ve bozuk istikameti bâtıl değil miydi? Erbakan Hocamız bunlara bâtıl demekle hata mı etmişti?

SP; Parti mi, tarikat mı?

Saadet Partisi Gençlik Kolları’nın Yalova’da gerçekleştirdiği Yaz Kampı’na konferans yoluyla katılarak gençlere hitap eden Oğuzhan Asiltürk, “Peygamber Efendimiz Allah’ın varlığını ve birliğini Mekkeli müşriklere anlattı. Ebu Cehil ile savaşmadı, Hak’kı anlattı. Şimdi biz şuur dersleriyle Milli Görüşçüler olarak bunu yapıyoruz” diyerek dini ve tarihi gerçekleri çarpıtmaya yeltenmişti.[2]

“Gençler önce dininizi öğreneceksiniz. Bu konuda AGD’nin yayınları var, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınları da var, bunları okuyacaksınız. Dininizi gerçekten iyi öğreneceksiniz. Sadece onu yaşamak için değil, onu yaşadıktan sonra etrafınızdaki insanları da kurtarma görevi sizindir. İnsanların, Allah’ın emir ve yasaklarına bağlılığı ortadan kalktı. Müslüman topluluğun Allah’a inancında zayıflama oldu, Allah’ın emir ve yasaklarına bağlılıklarında zayıflama oldu. Toplum, dünyayı ahirete tercih eder hale geldi. Düzeltmek için ne lazım? Peygamber Efendimiz Mekke’de 12 sene ne yaptı ise o çalışmayı yapmak lazım” diyen bu kişiye, yahu sen tarikat şeyhi misin, parti lideri misin? diye sormak gerekirdi.

“Partiler Üstü Politika” palavrası

Hak, Adalet ve Kardeşlik Konferansları’nın dokuzuncusu İstanbul’da gerçekleşmişti. “Bugün Türkiye’de insanların birbirine kardeş olması lazım gelirken, bu kardeşlik duygusunu bırakıp neredeyse birbirine düşman gibi davrandığını görüyoruz. Bundan dolayı acaba ne yapabiliriz, yüreğimizle bu yanlışı nasıl yaparız diye düşündük. Yurtdışından çeşitli fakültelerden mezun arkadaşlarımızı, ilahiyat fakülteleri ve medreselerden mezun arkadaşlarımızı bir araya getirip ‘Şuur Dersleri’ vermeye başladık. Bizler böyle bir çalışma içine girerek, insanlara kardeş olma hissiyatı vermeye çalışıyoruz. Buna her hafta ve hiçbir parti farkı gözetmeksizin devam ediyoruz.”[3] diyen Oğuzhan Asiltürk, Milli Görüş’ün kuruluş gayesini ve kurtuluş reçetelerini anlatacağına, kof kardeşlik palavralarını gündeme getirmişti.

Mürşitlik taslamaları!

“Hak, Adalet ve Kardeşlik Konferansları”nın sekizincisi Kocaeli’nde gerçekleşmişti. Oğuzhan Asiltürk, konferansın yapılış amacına değinerek: “İnsanların hepsi Allah’ın rızasına uygun hareket etsinler, Allah’ın cennetine kavuşsunlar istiyoruz. Bu doğrultuda Hak ve Adalet konulu konferansları düzenliyoruz. İnanan insanlar olarak bizim görevimiz Peygamber Efendimiz tarafından açıkça belirtilmiştir. Biz başka bir Müslüman’ın hatasını gördüğümüz zaman o hatasının üstünü örter, o hatasını düzeltmesini sağlarız. Peki, şu an toplumumuzdaki yanlışları kim düzeltecek, kim hata yapan Müslümanları uyaracak? İşte, Allah’ın emirlerine uyan, Resulü’nün Sünnetini yerine getirenler bu konuda vazifelendirilmiştir.”[4] demiş, AKP iktidarının tahribatlarını ve Milli Görüş’ün huzur programlarını anlatmak yerine, kerameti kendinden menkul şeyhlik havasıyla riyakârlığa girişmişti.

“Parti çalışması yapmıyorlarmış!..” safsatası

Bu konferansların dördüncüsü Bursa’da tertiplenmişti. Hak, Adalet ve Kardeşlik Konferansı’nın amacının Peygamber Efendimiz’in (S.A.V) Dârü’l Erkam’ındaki gibi tebliğ olduğunu belirten Asiltürk, “Biz de aynı usûl ve esaslarla doğru ve yanlışı dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışıyoruz. Biz burada siyasi parti çalışması yapmıyoruz. Ancak bu yaptığımız çalışma ile tekrar kardeşlik havası meydana gelebilir. Şimdi Türkiye’de öyle bir hava var ki Batı’dan bize gelen; iktidar iyi bir şey yapsa da eleştiriyoruz, kötü bir şey yapsa da; aynı şekilde, muhalefet iyi bir şey söylese de iktidar eleştiriyor, kötü bir şey yapsa da eleştiriyor. Kötü olanı, yanlış olanı tabi ki eleştireceğiz. Ancak iyi şeyleri de söyleyeceğiz.” [5] diyerek, AKP’ye şirinlik gösterisine yönelmişti.

“Biz insanlar değil, Allah Teâla hükme bağlamış mü’minlerin kardeşliğini. Hangi partiden hangi görüşten olursan ol, Allah bizleri kardeş kılmıştır. Cenab-ı Hak, devamında ‘mü’minlerin arasını düzeltin’ demiştir. Bir insan ‘ben hem mü’minim hem de kardeşimle hasım olurum’ diyemez. Sizler de biliyorsunuz, Türkiye’de toplum ikiye ayrılmış durumda. Bir yarısı bir diğer yarısını adeta hasım olarak görüyor. Yapmamız gereken, Allah’ın bizi davet ettiği yola yönelmemiz.” diyen Asiltürk, her nedense “bu kardeşliğin, huzurlu ve onurlu bir hayat sürmenin reçetesi ise Milli Görüş’e sarılmaktır” gerçeğini özenle gizlemekteydi.

“Siyasi konuşmalara müsaade etmiyoruz!” kahramanlığı

Bu konferansların beşincisi Samsun’da düzenlenmişti. Oğuzhan Asiltürk, “Yaşadığımız dünyada insanların bir yarısı diğer yarısına düşman. Bu yanlışı düzeltecek bir yol var; o da hepimizin kardeşliğimizi hissederek, ona göre davranması. Bir seneye yaklaşan bir çalışmanın neticesinde bugün Türkiye’nin bin 500 noktasında MİLKO kuruluşlarının organizasyonuyla toplantılar yapılıyor. Şuur dersleri veriliyor. Buralarda siyasi konuşmalara müsaade etmiyoruz. Allah’ın ayetleri, Efendimiz’in Hadis-i Şerifleri konuşuluyor. Mü’minlerimizden ne istediğini söylüyoruz.”[6] diyerek dışarıda olduğu halde, kafasını kuma gömerek, fark edilmeyeceğini sanan deve kuşu misali boş edebiyatla vakit geçirmekteydi. Aslında bu, kendini ve varlık gereğini inkâr etmekti.

Hak ve Bâtıl yoksa, bu mücadele kimler arasındaydı?

Aynı toplantılarda “Bazı partiler kendilerini HAK, diğerlerini BÂTIL sayıp dışlamaktadır. Bu kardeşlik fikrine aykırıdır. Bu tür ithamlar yanlıştır ve yaralayıcıdır!..” diyen Oğuzhan’a sormak lazımdı: Bu ayırımı Erbakan Hocamız, partilerin zihniyetleri açısından yapardı ve yerden göğe haklıydı. Şimdi bu saçma sözlerinizle “Erbakan’ın yanlış yaptığını ve SP’nin diğer partilerden biri sayıldığını” imaya mı çalışmaktaydınız?

Millî Görüşçü Kuruluşlar (MİLKO) Şube Başkanları Toplantısı’nın üçüncüsü Başkent Ankara’da gerçekleşmişti. Bu davanın sahipsiz olmadığının altını çizen Asiltürk orada: “Nemrut ile Hz. İbrahim’in mücadelesi, Firavun ile Hz. Musa’nın mücadelesiyle bizlerin mücadelesi aynıdır. Bizlerin şimdi yaptığı ve yürütmeye çalıştığı davayı tarihte Hz. Musa, Hz. İbrahim ve Peygamber Efendimiz (S.A.V) yapıyordu. Onlar Allah’ın yoluna davet ediyordu, biz de yaptığımız derslerle insanları doğru yola davet ediyoruz. Ya yola geleceğiz ya da helâk olacağız. Düzelmeyen her topluluk helâk olmuştur. Hâşâ Allah’la harp eden galip gelir mi? Haramı ve faizi normal karşılamak, Allah’la harp etmek değil mi? Ya düzelteceğiz ya da diğer topluluklar gibi helâk olacağız.”[7] demişti. O zaman sormak gerekirdi: Biz Milli Görüşçüler kimlerin temsilcisiydi? Firavunların ve Nemrutların takipçisi kimlerdi?

Sen SP’nin YİK Başkanı mısın, yoksa vaaz hocası mısın?

Millî Görüşçü Kuruluşların (MİLKO’nun) organize ettiği konferansların yedincisi Antalya’da düzenlenmişti. Burada Asiltürk: “Burada çeşitli partilerden kardeşlerim var; ancak hepimizin ortak bir vasfı var. Biz Allah’a iman etmiş insanlarız. Bu toplumun düzelmesinin tek bir yolu vardır; bizler ‘Hak nedir, Adalet nedir ve kardeşlik ne manaya gelir?’ gibi konuları bir çalışma yaparak topluma aktarmalıyız. Toplum şu an ikiye ayrılmış durumdadır. Yarısı yarısına düşmandır. Bir grup parti var, kendisinden olmayan herkesi en ağır şekilde itham ediyorlar. Bu böyle gitmez. Bu bozukluk nasıl düzelecek derseniz, idareciler toplumu düzeltmeye çalışacaklar. İdareciler bunu yapmazsa da inanan insanlar bir araya gelecek. Bunun için imanlı olmak yeterlidir. Hangi partide olursanız olun, imanlı insanlar olarak toplumdaki bu kötülüklerin düzelmesi için yakınınızdaki insanlara telkinde bulunun.”[8] İyi de, Hak ve hayır için bir araya gelecek mü’minler, eğer bir parti disiplini ve teşkilat düzeni içinde hareket etmeyecekler ise, bu kuru kalabalıklar ve lafazanlıklar bizi nereye götürecekti?

Edebiyat değil, icraat lazımdı!

Oğuzhan Asiltürk, 2. Uluslararası Öğrenci ve Gençlik Hareketleri Kudüs ve Filistin Destek Birliği Konferansı’nda: “Bizler dili ve ırkı olmaksızın kardeşiz. En önemlisi dinen kardeşiz. Bizi bölerek güçsüz hale getirdiler. Birleşmemizi istemeyen Siyonist İsrail ve Avrupa ülkeleri bu düzenin bozulmasını istemiyorlar. Çünkü biz bir araya gelirsek, biliyorlar ki karşımızda duramayacaklar. Allah’ın kuvvetini arkamıza alarak hiçbir şeye boyun eğmeyeceğimizi de biliyorlar. Bu hususta küfür birliği, bizim bir araya toplanmamızı ve ihtiyaç sahibi Müslümanlara ulaşmamızı asla istemiyorlar. Neden? Eğer Müslümanlara bu fırsatı verirsek, birleşir ve güçlenirler diye korkuyorlar! İşte bu yüzden Müslümanların bir araya gelmesini ve birleşmesini tehlike olarak görüyorlar. Bizler kardeş olarak bu salonda toplandıysak, inanıyorum ki yarın tüm dünyada da bir araya geleceğiz”[9] şeklinde konuşmuşlardı. Ama ne hikmetse, bu birlikteliğin hangi prensip ve projelerle gerçekleşeceğini, bu hedefle Erbakan’ın hangi sistemleri geliştirdiğini… Ve asıl olarak bu kutlu gayelere ulaşmak için hangi siyasi gayretler üzerinde yoğunlaşmak gerektiğini ağzına bile almamıştı. Çünkü onun amacı Milli Görüş’ü güçlendirecek bir icraat yapmak değil, sadece boş edebiyatla üstadlık taslamaktı.

Diyanet’in Atatürk’süz 30 Ağustos Hutbesine benzer Saadet Partisi’nin “Erbakan’sız İslam Birliği Kongresi!” aynı nankörlük marazını yansıtmaktaydı!

14 Eylül 2019’da Ankara’da toplanan İslam Birliği Kongresi sunumlarında; ne Oğuzhan Asiltürk’ün, ne Temel Karamollaoğlu’nun, ne de Hasan Bitmez’in konuşmaları sırasında, bir kere olsun rahmetli Erbakan Hocamızı ağızlarına almamaları; (15 Eylül 2019 tarihli Milli Gazete’nin 1. ve 2. sayfalarında hiç rastlayamadık.) Diyanet İşleri Başkanlığının Atatürk’süz 30 Ağustos hutbesiyle aynı marazlı mantığı yansıtmaktaydı.

Temel Karamollaoğlu: “Asıl sorunumuz, ırkçı emperyalizmin güçlü olması değil, bizim içinde bulunduğumuz dağınıklık ve acziyettir” diyor, ama bunun tek çaresinin ve gerçek reçetesinin, Erbakan Hocamızın:

1- İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın,

2- İslam Ortak Pazarı’nın,

3- İslam Ortak Dinarı’nın,

4- İslam Savunma Paktı’nın,

5- İslam Eğitim, Bilim, Kültür ve Teknoloji Kurumları’nın oluşturulması olduğunu konuşmuyorlardı.

Filistin İmar Kurulu Başkanı Allen Bilal’in: “İslam ülkelerindeki siyasi faaliyetlerin (partilerin ve hükümetlerin), Filistin konusunda yetersiz kaldıklarını” söylemesine rağmen bile, Erbakan Hoca’yı ve tarihi atılımlarını hatırlatan çıkmamıştı.

Hatta koyu Erbakan ve İslam Davası karşıtı Taha Akyol, Temel Bey’e övgüler yağdırmıştı.

“Görüşmenin sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Karamollaoğlu’na ‘beraber çalışalım’ dediği öğrenildi. Saadet lideri bu konuda şu açıklamayı yaptı: ‘Biz herkesle çalışabiliriz, ancak yanlışlar terk edilmeden birlikte çalışma imkânı olmaz. AKP’nin dış politika, ekonomi, adalet mekanizması, eğitim, sağlıkta ve altyapı çalışmalarında yürüttüğü bütün politikaların temelinden değişmesine ihtiyaç olduğu kanaatindeyiz. O değişmezse ne için, düğün dernek yapmak için mi bir araya geleceğiz?’

Hâlbuki ‘dava için’ ve mesela ‘ümmeti bölmemek için’ birlikte çalışabilirlerdi… Teröristlikle suçlanmış olan Karamollaoğlu birdenbire ‘büyük dava adamı’ oluverir, kamu kapıları Saadet mensuplarına da açılırdı… Ama o bunu yapmadı. Karamollaoğlu’nun ilkeler konusundaki titizliği önemlidir!.. Sağda tabii ki bir ‘devrim’ kültü olmaz, ama ‘dava’ kavramı maalesef bir kült haline gelmiştir. ‘Dava’nın hukuki, siyasi ve etik ilkelerinin neler olduğu üzerinde pek durulmaz. ‘Dava’ daha ziyade hamasi kavramlarla anlatılır ve lidere itaatle ölçülür! O yüzden denetim ve denge, parti içi demokrasi, kuvvetler ayrılığı gibi ilkeler, etik alanda şeffaflık ve denetim gibi kurallar pek ifade edilmez ya da kâğıt üzerinde kalır… Böyle bir siyasi kültürde Karamollaoğlu’nun tavrı elbette önemlidir. Hatta Erbakan döneminde pek söylenmeyen hukuki ilkeleri vurguluyor.”[10] diyen Taha Akyol, Erbakan çizgisini aştığı için Temel Bey’i alkışlamaktaydı.

Eski Kürt kökenli Milletvekili İbrahim Aksoy’un, başta SP kurmayları ve birçok Türk siyasetçinin Ermeni olduğu iddiaları!

Kürt kökenli İbrahim Aksoy; Almanya Hamburg Üniversitesi’nde yüksek mimarlık eğitimi almıştı. 1989’da SHP Malatya Milletvekili olarak Meclis’e taşınmıştı. Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada “Türkiye’de Kürt diye ayrı bir halk var” dedikten sonra; dönemin SHP Genel Sekreteri Deniz Baykal’ın baskısıyla SHP’den ihraç edilmiş, HEP’in kurucuları arasında yer almış, DEP’in Genel Sekreterliğini yapmıştı. İşte bu şahıs, yıllar önce tartışma yaratacak bir yazı kaleme almıştı ve Odatv bunu yeniden yayınlamıştı.[11]

Eski Milletvekili İbrahim Aksoy: SP’nin en üst kadrodaki isimlerden, sağcı ve ırkçı parti liderlerinden, muhafazakâr veya solcu bilinen siyasilerden birçoğunun “farklı kökene mensubiyetlerini, gerçek kimliklerini gizlediklerini, köken ve kültürleri ile savundukları fikirlerin çeliştiğini, bunların samimiyetine inanmanın saflık alâmeti içerdiğini” belirten iddialarda bulunmuşlardı. Bunları yanıtlamak, elbette muhataplarına kalmıştı. Bu yazısında “Osmanlı’nın Türkmenleri sürekli dışladığı, önemli ve etkili makamlardan uzaklaştırdığı” gibi saçma sapan ithamlarda da bulunmuşlardı. Acaba önce CHP-SHP’li, sonra DEP’li ve HEP’li bu Kürt kökenli İbrahim Aksoy, haklarında ithamda bulunduğu kişileri aklamak ve iddialarını inandırıcı olmaktan çıkarmak için mi böyle davranmıştı?

Oğuzhan Asiltürk’ün “kardeşlerimiz dediği ve ülke sorunlarını birlikte çözeceklerini söylediği” bu AKP iktidarı döneminde, kız ve erkek çocuklarına yönelik cinsel istismarlar ve her türlü sapkınlıklar hızla ve katlanarak artmaya başlamıştı. Sn. Asiltürk bunları neden gündeme taşımazdı?

Ümraniye’deki özel Kur’an Kursu’nda iğrenç bir olay yaşanmış, öğretmenler 6 öğrenciye istismarda bulunmuşlardı!

Ümraniye’de Fıkıh-Der adlı ruhsatsız bir derneğin bünyesinde faaliyet gösteren yatılı Kur’an Kursu’nda, kurs sorumlusu Ömer Işıktekin ve öğretmenler Hacı Serkan Bektaş ile Tarık Bektaş çok sayıda öğrenciye cinsel istismarda bulundukları gerekçesiyle tutuklanmışlardı.

Bu derneğin yatılı kursunda 30’a yakın erkek çocuğuna tecavüz edildiği iddiaları soruşturulmaya başlanmıştı. Çocuk Esirgeme gibi resmi devlet kurumlarında veya Milli Eğitim Bakanlığı’nın yurtlarında da benzer sapkınlıkların yaşanması ve yoğunlaşması bizlere bir mazeret sayılamazdı. 2004 yılına kadar, din eğitimi kisvesi altında devletin ve Diyanet’in kontrolü dışında, birçoğu bazı tarikatların uzantısı olan Kur’an Kursları açmak, Türk ceza kanununa göre suç sayılmaktaydı. Bu tür yerleri açanlara, buralarda hocalık yapanlara 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası vardı. Kaçak kurslar yakalandığı anda kapatılmaktaydı. Ama AKP iktidarı 2005 yılında, bu izinsiz ve denetimsiz tarikat yuvalarının ve kurslarının kapatılmasını engellemek için kanun çıkardı. Kaçak kurs açanlara ceza indirimi yapıldı; “3 aydan 1 yıla kadar hapis verilir, bu hapis cezası paraya çevrilir” şeklinde her türlü istismar ve suiistimale kapı açıldı. Üstelik bu gibi yerlerde hocalık yapanlar, kanun kapsamından çıkarılmıştı. Sadece kurs açanlar sorgulanacaktı. Daha sonra zaten İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayarak LGBT’lilere her türlü cinsi sapkınlık serbestisi kazandıran ve bu ahlâk ve aile tahribatına “kadına yönelik şiddeti önleme” kılıfı saran Erdoğan iktidarına karşı, Oğuzhan Bey’in niye bir kardeş uyarısı olmamıştı?

Bu İstanbul Sözleşmesi’nin uygulandığı 2012-2015 arası tecavüz hükümlülerinin tam 23 katına çıktığı, artık günde en az 50 çocuğa istismara kalkışıldığı bir iktidara “yumuşak ve tatlı bir üslupla” neler buyuracaklardı?

 


[1] http://www.merhabahaber.com/ 04.11.2018

[2] Millî Gazete, 04.09.2019

[3] http://www.ikev.com.tr/tr

[4] http://www.kocaelihaberdunyasi.com/ 30.04.2019

[5] Millî Gazete / 29.01.2019

[6] https://www.haberler.com/ 11.02.2019

[7] https://www.agd.org.tr

[8] http://www.antalyahilal.com/ 18.03.2019

[9] http://www.millihaberdenizli.com/ 09.07.2017

[10] 20.09.2019 – Karar Gazetesi

[11] Bak: 04 Eylül 2019, odatv, İbrahim Aydın / Navkurd.net

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Nevzat GÜNDÜZ

Nevzat GÜNDÜZ

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx