Danışmanı anlatıyor:
Demokrasi havarisi geçinen Recep T. Erdoğan’ın gerçekleri yazan ve keyfini kaçıran köşe yazarları için: “Bunların maaşlarını veren patronlar, kendilerini uyarsınlar, olmazsa gereğini yapsınlar” anlamında tehdit dolu talimatlar yağdırınca Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Başbakanlığı döneminde başdanışmanlığı görevini yapan Ahmet Takan, avazturk.com haber sitesindeki “Abdullah Gül’ün sevmediği ve hatta nefret ettiği medya mensupları” başlıklı itiraflarını hatırlamıştık.
İşte o yazıdan ilginç bölümler:
“Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı Hindistan’dan vurunca canhıraş bir kavga başladı. Ama bu kavga medya boyutunda devam ediyor. Tayyipgillerle Gülcüler, köşelerinden, ekranlarından birbirlerine yaylım ateşi açıyor. Daha öncede yazmıştım; medya üzerinden devlet başkanlığı çarpışması yaşanıyor.
Siz deyin “2. Cumhuriyet”, ben diyeyim, ”Neo-Osmanlı”, aslında “ilk devlet başkanı kim olacak?” kavgası veriliyor.
Neyse ben size işin başka boyutundan bir şeyler anlatayım.
2002’de AKP’de Abdullah Gül’ün teklifi üzerine medya başkanı olduğumda Tayyip Erdoğan’ı da yakından tanıma imkânı doğmuştu. AKP’de ilk göreve başladığımda Abdullah Gül’ün benden çok garip bir isteği olmuştu. Bir gün odasında otururken , “Yahu Ahmet! Akşam gazetesinde iki yazar var. Biri Nuray Başaran diğeri Güler Kömürcü. Devamlı aleyhimizde yazıyorlar. Bunları nasıl sustururuz?”
Benim için bu pek hayret edilmeyecek bir husustu. Çünkü bizim meslekte böyle operasyonlar çok yapılıyordu.
Kendisine üç yol gösterdim;
1’ncisi; o yazarlarla diyalog kurup kendilerini aksine ikna etmek,
2’ncisi; yazılarında eğer yalan, hakaret ve iftira varsa hukuki yollara başvurmak,
3’ncüsü; patronaj çapında baskı kurmak.
Bana tercihimi sorduğunda ben ilk iki yolu önerdim. “Gazeteciyi patrona şikâyet etmenin diğer gazeteciler içinde çok alerjik olduğunu” anlattım biraz da “eleştiriyi hazmetmenin gerekliliğinin” üstünde durdum.
Ama Abdullah Gül, üçüncü şıkkı tercih etti ve direk Mehmet Emin Karamehmet’i arayarak bu iki yazardan dolayı şikâyetini dile getirdi ve işten atılması gerektiklerini ima etti.
Daha seçim yapılmamış ve AKP tek başına iktidar olmamıştı. Oldukça irite olduğum bu konuşmanın arkasından Karamehmet “gereğini” yapmadı.
Zaman içinde olanları zaten biliyorsunuz şimdi Güler Kömürcü Ergenokon’un tutuksuz sanığı bir yerde yazamıyor. Nuray Başaran ise Akşam gazetesinden sonra birkaç deneme yaptı ama tutturamadı, şimdi çaresiz bir yerel gazetede yazıyor.
Buraya nereden mi geldim? Abdullah Gül de, Tayyip Erdoğan da muhalif gazetecileri hiç sevmezler.
Abdullah Gül sahte gülücükler ile bunu gizlese de Tayyip Erdoğan çok belli eder. Hatta açıktan adamın ocağına incir ağacı eker. Gül ise işi çaktırmadan halletmeyi sever.
AKP iktidarının ilk günleriydi. Her yerden Erdoğan ve Gül’e televizyon programı, gazete röportajı teklifleri yağdığı dönemdi. O zamanlar daha işin başı ve gerekli düzenlemeler yapılmadığı için, revaçta olan 2 isim öndeydi. Taha Akyol ile Fehmi Koru. İster televizyon programı olsun ister gazete yazısı her ikisinin de eline sorular önceden verilirdi. Hatta TV programları sırasında biraz ipin ucu kaçırılırsa reklam aralarında ayar edilirlerdi.
İktidarın ileriki yıllarında zaten her türlü düzenlemeler geçmişteki iktidarlara ders verircesine(!) yapıldı. Kim kimin taraftarı diye bir daha burada yazmanın manası yok. Zaten taraftarlar kendilerini gizlemiyorlar ki.
Tayyip Erdoğan’ın hiç hazzetmediği gazeteci Ertuğrul Özkök’tü. İsmini bile duymak istemezdi.
Gelelim Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e.
Onun en çok çekindiği gazete Milli Gazete idi. Hele orada yazan iki-üç isim var ki (kendilerini yakından tanıyıp çok saygı duyduğum ve üzülmemeleri için isimlerini saklı tuttuğum) onlardan nefretle bahsederdi. Ama dedim ya Gül, böyle konularda, Erdoğan’dan daha akıllıdır. Başbakanlığının ilk günlerinden itibaren basın toplantıları için tek şey tembih ederdi , “aman Milli gazeteyi çağırmayı unutmayın ve mutlaka katılımını sağlayın”.
Abdullah Gül’ün bu korku ve nefretini hissettirmeden onları aktivitelere çağırırdık ama nafile. Onlar da herhalde “Erbakan Hocaya ihanet ettiği” için olsa gerek bu davetlere pek itibar etmezlerdi. (Not: Abdullah Gül’ün o dönemlerde koruma polisliğini yapan bir hemşehrimiz de bize “Şu Ahmet Hoca’nın (Akgül) dilinden ve kaleminden neler çektiğimizi bir Allah bilir. Bu kadar bilgi ve cesareti nereden alıyor?!..” şeklinde sızlandığını nakletmişti)
Fakat çok garip bir şey, AKP’nin Genel Başkanı olmasına rağmen bazı Milli Gazete yazarları Tayyip Erdoğan’ın her faaliyetine koşa koşa gelirler ve Erdoğan’a müthiş iltifat ederlerdi. Abdullah Gül, buna da için için pek kızardı.
Bu ısrarcılığının nedenini sorduğumda ise; “Ahmet bana en çok zarar bunlardan gelir “ demişti. Dedim ya Abdullah Gül, medya operasyonlarında hep akılcılığı ön planda tutan birisidir. Bunun en çarpıcı örneği ise kendisine TSK içinden yazılı ve sözlü bilgi getiren bir ismi çok önemli bir medya kurumuna genel müdür tayin etmesidir.
Tayyip Erdoğan ise, her anlamda daha duygusaldır. Onun için kendisine bağlılık ve hatta hemşehrilik daha önde gelir. Şimdi savaş yazılarını okurken, işe bir de bu boyuttan bakın.”
Taraf Gazetesi, Hıyanet Medyasının Karargâhı mı oluyor?
Hatırlayınız, Başbakan Erdoğan Yahudi Lobilerinin çok etkin olduğu Meksika’dan dönerken, milletin önüne, “Ya kardeşlik, ya terör…” şeklinde iki seçenek koymuştu. Bu, “Ya açılım, ya ölüm”ün kibarcası oluyordu. Belki de, “Ya istiklâl, ya ölüm” demek istiyordu. Tabii, “istiklâl” bölücülerin, “ölüm” ise Milletimizin payına düşüyordu.
Erdoğan, bu, “kırk satır mı, kırk katır mı”yı kabul ettirmek için ne gibi faaliyetlerde bulunacaklarını açıklamayı da ihmal etmiyordu: “Bütün ekipleriyle, bu işe inanan tüm insanlarla” ve dahi “medya ve akademisyenlerle” Türkiye’yi adım adım dolaşacaklarını söyleyip, küçücük bir ricada bulunuyordu: “Medyadan duyarlılık bekliyoruz”!..
Bunların ardından, BOP’çuların “asimetrik psikolojik savaş” merkezi olan “Taraf”ta toplantı yapılıyordu.
Bölücü Ahmet Türk’ün başkanlığında Taraf Gazetesi’nde toplanıp, 4 saat görüşen şu isimlere iyi bakın… Aldanmayın, “aydın ve yazar” denmesine, bunlar, Türk Milleti’nin karnını yarıp, buradan olmayan bir bebeği çıkartmaya çalışacak kasap ebelerdir!..
Mehmet Altan, Murat Belge, Şahin Alpay, Doğu Ergil, Altan Tan, Oral Çalışlar, Etyen Mahçupyan, Orhan Miroğlu, Ümit Fırat, Ayşe Kadıoğlu, İrfan Dündar, Ayhan Aktar, Ali Bulaç…
Yahudi ve CIA ajanı kocalı Yasemin Çongar nerdeydi? Ya, DTP’nin Meclis’e dönüşünü, “Öcalan’ın işlevselleştirilmesi fırsatı” sayan Cengiz Çandar?
Bu vicdanı kiralıkların hepsinin cemazül evvelini biliyoruz da, özellikle ikisi üzerinde durmak istiyorum…
İrfan Dündar; Bu zat İmralı’dakinin Avukatı değil mi? Demek ki, atanmış ebeler, Taraf Karargâhında aslında Öcalan’la masaya oturmuştu.
Peki, burada oluşturulan “ortak aklı” yani “Siyonist-emperyalistlerin talimatını” yetkililere kim iletecekti?
Herhalde bunun için de Doğu Ergil’i münasip görmüşlerdi.
Avrupa Parlamentosu’nda yapılan “Dersim Soykırımı” toplantısından kısa bir süre önce Başbakan Erdoğan tarafından Dolmabahçe’de ağırlanmıştı. Doğu Ergil, “Demokratik açılım ve gündemdeki konularla ilgili görüş alışverişinde bulunduk” demişti. Ve Ergil ondan sonra Avrupa Parlamentosu’ndaki toplantıya katılıp, “Osmanlı’nın yıkıntıları üzerinde kurulan Cumhuriyet, ulus-devlet inşasında ülkede yaşayan diğer etnik ve dini azınlıkların eritilmesi, yok edilmesi temelinde oldu. Türkler zamanla en üst ırk, diğer etnik ve dini azınlıklar ise, sadece hizmetkâr ve kölelik muamelesine tabi tutuldu. Bütün bu asimilasyon ve katliamlar bir merkezden, devletin en üst düzey mekanizmalarında planlanarak, uygulanmaya sokuldu” saldırısı düzenlemişti.
Toplantıdan sonra ne diyor “kaşarlanmış akademisyen” Doğu Ergil;
“Sistem bir türlü demokratik bir program doğuramıyor, o halde bir ebeye ihtiyaç var, galiba o ebelik rolü de bize düşüyor”!..
İşte bu nedenle 2005’ten beri zoraki doğum için, suni sancı veriliyor!
Mark Parris ve ekibi ne işler çeviriyor!
2005 senesinde bu gelişmelerden önce bir şey daha olmuştu. ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi, CIA’cı Mark Parris, yanına ABD Büyükelçisi Eric Edelman ve meşhur Karen Fogg’u da alıp, 18 Şubat’ta Bebek’te bir lokantada, “MİT eski Müsteşarı Sönmez Köksal, Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Sorosçu Can Paker ve TRT eski Genel Müdürü Cem Duna”yla buluşmuş, kısa bir süre sonra birileri Öcalan’ı görmek için İmralı’ya gitmeye kalkmış, Gemlik’te olaylar çıkmış, peşinden de Erdoğan’ın Diyarbakır çıkartması ve “demokratik açılım” önerileri gelmişti.
Ardından Mark Paris, Türkiye’ye gelmiş, üst düzeyde ağırlanmıştı. Enerji Bakanı Taner Yıldız ve Devlet Bakanı Egemen Bağış dışında kimlerle görüştüğü sırdı…
İşin ilginci adeta suçüstü yakalanan Enerji Bakanı Yıldız, Mark Parris’i, “Obama’nın Enerji Danışmanı Morningstar’ın Yardımcısı” diye takdim etmesiydi. Evet Morningstar diye biri var, ama Obama’nın değil, Dışişleri Bakanı Clinton’un Enerji Danışmanı. Kaldı ki, Parris’ten sadece 1 hafta sonra Morningstar da Türkiye’ye geldi, aynı görüşme turlarını attı. Dahası ne Beyaz Saray, ne de ABD Dışişleri kayıtlarında Parris’in bir görevi olduğuna dair kayıt yok. Öyleyse bizimkiler Morningstar’la ne konuştular, Parris’le hangi sıfatla, neyi görüştüler? Adam halen Türkiye ve Irak’ta büyük işler peşinde koşan önemli bir ABD şirketinin danışmanı. Acaba ihale işleri dışında, hangi “açılımları” kotardı ki, ekibi tam gaz işbaşında?!..
MİT eski Müsteşarı Sönmez Köksal’ın da yeniden piyasaya çıkması da enteresandı. “Devlet herkesle görüşür”müş!.. Acaba bu “herkese” Öcalan da katılacak mıydı?
Peki, bu “doğum” olur mu? O artık bu tümüyle bize, yani Milletimize kalmıştı.
Ya hepimizi yok edecek bir hilkat garibesinin (Federatif Kürdistanın) kucağımıza verilmesine razı olacağız, ya da “düşük” yaptırmak suretiyle bu “dış gebelikten kurtulacağız.”[1]
Mustafa Karaalioğlu’nun acizliği!
Taraf Gazetesi “basılamama” tehlikesiyle karşı karşıya geliyordu. Ne oldu? Nasıl oldu? Star Gazetesi, neden Taraf’ı basmak istemiyordu?
Taraf Gazetesi ilk çıktığında Star Gazetesi’nin matbaasında basılıyordu. Ardından Sabah Gazetesi matbaasına gidiliyordu. Ve en sonunda yeniden Star Gazetesi’nin matbaasına dönülüyordu. Bütün bu geliş gidişler milyarlarca liralık borçlanmalarla sonuçlanıyordu. Taraf Gazetesi, ne Sabah’la çalışırken, ne de Star’la çalışırken ödeme koşullarına uymuyor, ayrıca “Matbaaya kâğıt teslim etme” koşulunu da yerine getirmiyordu. Star Grubu’nun başındaki isim Mustafa Karaalioğlu, “Taraf’ın yayınları işimize yarıyor” ve “Liberallerle arayı açmayalım” kaygısıyla ve patronların bile bilgisi yok havasıyla ödeme koşullarına uymamasına rağmen gazeteyi basmaya devam ediyordu.
Ancak Taraf’ta Ahmet Altan’ın yazdığı “Sen kimsin Başbakan” yazısıyla ipler kopuyordu. Karaalioğlu, bu yazının ardından Taraf’ın basılışını patronlarına izah edemeyeceğini düşünüyor ve bu işe bir son vermek istiyordu.
Ancak hem Taraf cephesinden gelen tepkiden, hem de meselenin büyümesinden çekinip, hem de “başından büyük işlere karışma” diye kulağı çekilip operasyonu iptal ediyordu.
Ethem Sancak: Ergenekon “Şüpheli”siyken, “tanık” yapılıyor!
Hatırlayınız, Tayyip Erdoğan’ı “idolü” ilan eden Ethem Sancak ve holdingi Efendisine öyle bağlı ki; o “Kürt Açılımı”nı açıklarken, Sancak da “Türk olmaktan utandığını” belirtiyordu (Sabah, 13 Eylül 2009). Gerçekte yeni nesil döneklerde en küçük bir utanma duygusu yoktu. Sancak da son kuşak döneklerden sayılıyordu. Yiğit Bulut gibi iki arada salınıp duranların Ethem Sancak’ın öyküsünü ders gibi incelemeleri gerekiyordu.
2001 “Ergenekon” tertibi Sancak’ın döneklik seyrinin başlangıcı oluyordu. Tuncay Güney’in 2001 yılındaki mülakatında Ethem Sancak’ın da adı geçiyordu. “Terör örgütünün finans kaynağı” olarak. 2007-2008 yıllarında durumları ondan çok daha hafif suçlamalara konu olanlar “şüpheli” sıfatıyla tutuklanıp, iki, iki buçuk yıl hapis yatarken, hatta “finans kaynağı” diye suçlanan Kuddusi Okkır cezaevinde hayatını kaybederken, Sancak birdenbire “tanıklığa” terfi ettiriliyordu. Herhalde Ergenekon savcısı Tayyip Erdoğan böyle takdir buyurmuştu. İşte “idolünün” çizgisinden giden Ethem Sancak’ın yükselişinin veya Türk basınının bir kez daha katledilişinin hikâyesi:
Emperyalist şirketlerin kucağına itiliyor!
-Hedef Holding 2001 yılında Alliance Unichem ile stratejik ortaklık kuruyor ve Hedef Alliance Holding ismini alıyordu. Holding kısa sürede Türkiye’de ilaç ve ıtriyat dağıtımında 1 numaraya yükseliyordu. Mısır ve Rus pazarlarında hisseler kapılıyordu.
-2003 yılında Sancak Yatırım kuruluyor, şirket enerji, sağlık, tarım ve inşaat alanlarında yatırımlara girişiyordu.
-2008’de bir gecede Kanal 24 ile Star gazetesinin sahibi oluveriyordu. Ona ne şirket bilançolarını, ne de vergi borcunu soran çıkmıyordu.
-Alliance Boots ile 16 ülkede ilaç depoculuğu ve dağıtım ağı oluşturuyordu.
-2009’da Sancak Enerji Şirketi Yeşil Enerji ile ortaklık kurmakla, Sancak Yatırım ise, ABD’li Cariyle Group’a Sancak’a ait Medical Park hastanelerinin hisselerinin yüzde 40’nı satmakla uğraşıyordu. Burada Ethem Sancak’ın ABD ve İsrail’de kurduğu karanlık ilişkilere, Tayyip Erdoğan ve Emine Erdoğan’la özel akçeli işlerine ve yukarıdaki yatırımlardaki kara para etkenine de değinmek gerekiyordu.
Erdoğan’ın talimatıyla Ethem Sancak’ın yanına Fettah Tamince de katılıyor, böylece Ethem Sancak “tahkim” ediliyordu.
Fettah Tamince, Fethullahçıların Tayyip Erdoğan’ı ekonomik alanda teslim almak için, ülkeye para sokulmasında kullandıkları araçlardan biri olan turizm sektöründeki temsilcileri Rixos Grubu’nun sahibi görünüyordu.
“1 numaralı yandaş” deyince Albayraklar akla geliyor!
“Yandaş” deyince… “1 numaralı yandaş” olarak kuşkusuz Albayraklar’ı saymak gerekiyordu. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde ihalelerin yıldızı olan Ahmet Albayrak, bugün ulaştığı büyük servetin bedelini “aile dostuna” Yeni Şafak’taki yandaş manşetlerle ve Fehmi Koru’nun yorumlarıyla ödüyordu. Balıkesir Seka Kâğıt Fabrikası’nın “özelleştirme” adı altında Albayraklar’a peşkeş çekilmesi, Holding’in gelişmesinde dönüm noktası oluyordu. Albayrak Holding medya dışında inşaat, müteahhitlik, tekstil, petrol ve traktör üretimi alanlarında büyümeye devam ediyordu. Öyle “hızlı” büyüme ki, Bursa Cumhuriyet Savcılığı yürüttüğü bir yolsuzluk soruşturması kapsamında Ahmet Albayrak’ın İstanbul’daki evinde arama yapıyordu.
İhlas; Murdoch iktidarının yandaşı oluyor!
Işık cemaatinden Enver Ören 1970’te Türkiye gazetesini kurmuşlardı. Sözde “İslami yayıncılık” yapılacaktı. Cemaat mensupları karşılıksız yüzüklerini, bileziklerini bağışlamıştı. Önce cemaat mensuplarından gönüllü bir pazarlama ordusu kurmuşlardı. Türkiye çapındaki bu örgütlenmede gazetenin çok büyük rolü vardı. Muhafazakâr kesimden gazeteye çok sayıda abone yapılmıştı. 1990’larda holdingi, 1993’te TGRT’yi kurmuşlardı. Her dönemde iktidarların yanında yer almışlardı. “Faiz değil, kar payı” diyerek; İhlas Finans’ı batırmışlardı. Zarar gösterdiler ve çok sayıda vatandaşı mağdur ettiler. 2004’teki TGRT-Haber macerasından sonra, 2006’da “İslami yayıncılığın en önemli kanalı” dedikleri TGRT’yi, dünyanın en büyük medya patronlarından News Corporation’ın sahibi Yahudi Rupert Murdoch’la, Atlantic Records’un kurucusu Ahmet Ertegün’e satmışlardı. “İslami TV” “Fox TV” yapılmıştı. Tarikat sermayesiyle, emperyalist sermayenin en büyük temsilcilerinden birinin evliliğinin mükemmel bir örneği yaşanmıştı. Böylece Türkiye’deki iktidarların yandaşı olan İhlas, Yahudi Murdoch iktidarlarının da yandaşı olup çıkmıştı. Bugün de yüce tanrının yolunda, İhlas İnşaat Grubu’yla, İhlas Pazarlama’yla, İhlas Ev Aletleri’yle, İhlas Koleji’yle, tatil köyleriyle, ayrıca sağlık, turizm, enerji ve madencilik alanlarındaki şirketleriyle gücüne güç katmaya çalışmaktaydı.
Işık Cemaatinden İhlas imparatorluğunun kurucusu Enver Ören, “İslam” adına topladığı paralarla dönemin TV yıldızlarını özel helikopteri ile yanına getirtip onlara büyük rakamlar karşılığında diziler çektiren mübarek insandı!
Enver Ören aralarında Gülben Ergen, Sibel Can, Hülya Avşar, Sibel Turnagöl, Ebru Gündeş’in de bulunduğu şarkıcılarla çok özel sofralarda “Saltanat” yemekleri yiyor, özel hediyeler veriyordu.
Ondan sonra İhlas imparatorluğunun başına geçen oğul Mücahit Ören ise ABD’ye yerleşip ABD vatandaşı oluyordu. TGRT’nin satışı dahil bütün işleri oradan yürütüyor, imparatorluğu oradan yönetiyordu.
Fetullahcılar, yandaşlığı savaş düzeninde sürdürüyor!
Bu cenahta yandaşlığı savaş düzeninde sürdürenler de vardı. Zaman gazetesi, STV gibi organlar Tayyip-Gül yandaşlığının yanı sıra, Fetullahçı ekibin ve Fetullah Gülen’in psikolojik savaş aygıtlarıydı. Bunlara kuşkusuz Fetullah Gülen’in eliyle CIA’nın kontrol ettiği çok sayıdaki holdinglere örnek olarak Koza-İpek Grubu’nu ve yayın organları Kanaltürk Televizyonu ile Bugün gazetesini de eklemek lazımdı.
Çürüme Fetullahçı medyada başlıyor!
Buraya kadar çürümüş, holding sisteminin medyada Ön plandaki temsilcilerini tanıttık. Çürüme, “Ilımlı İslam Misyonu”nun sözcülüğünü yapan CIA-Fetullah cephesindeki yayın organlarından başlıyor; yukarıdan aşağıya tüm holding medyasını sarıyordu. Yukarıda özetlediğimiz yandaş medya yapısı ve Gladyo’nun psikolojik savaş kurumları yakından incelendiğinde Mafya-Gladyo-Din istismarcıları sisteminin tüm boyutları gözler önüne seriliyor: Hemen hepsi mafya, kara para ve rant ilişkileriyle büyüyordu. Hatta bazılarının büyümesindeki ateşleyici unsurun uyuşturucu işi olduğu biliniyordu. Yine hepsi ABD Derin Devleti’nin sözcülüğüne soyunmuştu. Ve büyük bölümü Din istismarı bayrağını dalgalandırıyordu. Bu nitelikleri dolayısıyla, temsil ettikleri kesimlerin çıkarları uğruna her türlü yalan dolanı ve iftira tezgâhı mubah sayılıyordu. 150 yıllık Türk basın tarihinin en yoz ve düzeysiz örnekleri olarak fesatlık faaliyetleri yürütülüyordu.
Gelelim yandaş olmayan medyadaki çürüme ve çöküşe:
En uçtaki örnekten, Uzan Grubu’ndan başlayalım. Cem Uzan 1989 yılında Ahmet Özal’la ortak kurduğu Türkiye’nin ilk özel televizyonu olan Star TV ile isim yaptı. Uzan kısa bir süre sonra Özal’dan ayrılarak televizyonun tek patronu oldu. Yanı sıra Star gazetesini de faaliyete geçirdi. Uzanlar sahip oldukları medya gücünün de yardımıyla kısa zamanda Çukurova Elektrik (ÇEAŞ), Kepez Elektrik (Kepez), METAŞ Metalürji (Metaş) ve çimento fabrikalarıyla büyüdüler. İmar Bankası’yla büyük holdingler kervanına katıldılar. Madencilik alanındaki yatırımlarıyla ve 1994’te Telsim’le zirveye çıktılar. Telsim, Uzanlar için aynı zamanda çöküşün başlangıcı oldu.
Cem Uzan Telsim’in kuruluşunda ABD’nin Motorola Şirketi’yle ortaklık yapmıştı. 2001 krizinden sonra Motorola’dan borcun yapılandırılmasını istedi. Motorola bu isteği kabul etmedi ve her yolu deneyerek borcun tahsiline gitti. Paldır küldür kurduğu Genç Parti’nin milyon dolarlarla yürüttüğü seçim kampanyası sonucunda 2002 seçimlerinde elde ettiği yüzde 7 dolayındaki oyla Milli düşünceli partilerin önünü keserek dünya sermayesine sunduğu hizmet de Cem Uzan’ı kurtaramadı. Uzan borcunu ödemedi. Üstelik 2002’de kurulan AKP’ye muhalefete girişti. ABD’nin de baskıları sonucu 2004’te bir hükümet operasyonuyla Uzan Grubu’nun tüm şirketleri TMSF’ye geçti. Uzanlar’ın malları satılırken, Motorola’nın alacağı anında ödendi. Star Grubu’nun Ankara Temsilciliği’ni yapan Sabahattin Önkibar, Uzanlar’ın mallarına el koyma operasyonunda ABD Ticaret Bakanı’nın yanı sıra, dönemin Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in ve ABD’nin Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı’nın AKP üzerindeki baskılarının çok etkili olduğunu yazmıştı. (Yeniçağ, 15 Ekim 2009.)
Cem Uzan, hakkında açılan davalardan birinde hapis cezasına çarptırılınca Paris’e kaçtı. Uzan imparatorluğu ve medya grubu böylece son buluyor, aile yurtdışında istiflediği servetle krallar gibi yaşamaya devam ediyordu. AKP iktidarı Uzanlar’a, diğer holding medyasına yaptığı gibi, bir yandan TMSF ve yargı sopasıyla, diğer yandan havuçla teslim alma yöntemini uygulamıyordu. Cem Uzan, ABD Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı’nın, “kendi başına buyruk, maceracı ve tehlikeli” (Sabahattin Önkibar’ın yukarıdaki yazısı) nitelemeleri dolayısıyla, sadece sopaya maruz bırakılıyordu.
Ya Uzan’lar kazanırsa?
Star, ÇEAŞ, KEPEZ, TELSİM, ADABANK, İMAR BANKASI, GENÇ PARTİ, bunlar Cem Uzan’ı hatırlatıyordu. Cem Uzan, Genç Parti’yi kurup umulmadık bir oy alınca birileri rahatsız oluyor ve hatırlarsanız 2003 yılında gizli bir el düğmeye basıyordu. Önce ÇEAŞ ve Kepez’e el konulmuş, kazandıkları Petkim ihalesi iptal olmuştu. Ardından ADABANK ve İmar Bankası operasyonları başlıyor, TELSİM öldürücü darbesinden sonra ise Uzan ailesinin medya varlıkları da buharlaştırılıyordu.
Şimdi, Hakan Uzan Paris’te özel yetkili hâkimlere saatlerce ifade veriyordu. Bu davanın Türkiye aleyhine seyri açısından son derece kritik sayılıyordu. Ardından Cem Uzan dinleniyordu. Cem Uzan Libananco’daki hisselerini 11 bavulla ve özel bir kargoyla New York’a yollamıştı. Türkiye bu hisselerin sahte olduğunu iddia etmiş daha sonra Enerji Bakanlığı’ndan giden teknik inceleme heyeti on binlerce evrakı tam bir ay incelemiş ve tek bir sahte belge bulamamıştı.
Fakat daha önemlisi Türkiye’nin Uzanlar aleyhine hâkimlere sunduğu belgeler yasadışı dinleme kayıtlarından oluşuyordu. Hukukçular bu belgeleri Türkiye adına utanç verici şekilde reddetmekle kalmayıp bu rezaletin imha edilmesine de hükmediliyordu. Edindiğimiz bilgilere göre mahkemenin Ankara’ya yolladığı bir müfettiş yasadışı dinlemelerden oluşan bu belgelerin imha edilmediğini tespit eden bir rapor hazırlıyordu. Cem Uzan bu davayı kazanacağına kesin gözüyle bakıyordu. Bu Türkiye açısından ödenmesi mümkün olmayan “20 milyar dolar” anlamına geliyordu. Uçaklarımıza, gemilerimize, dünya bankalarındaki paralarımıza tedbir konabilir” deniyordu.[2]
Şimdi diğer holdinglerin ve medya gruplarının nasıl çökertilip teslim alındığını inceleyelim.
Ciner grubu Susurluk’a bulaşıyor!
Merkez Yayın Holding’in başında bulunan Turgay Ciner, 2008 yılında dünyaca ünlü Forbes dergisinin geleneksel olarak açıkladığı “Dolar Milyarderleri” listesinde 1,1 milyar dolarlık servetiyle yer alıyordu. Ciner 80’li yıllarda zirai motor ve yedek parça işleriyle, Irak pazarında anahtar teslim entegre tesis projeleriyle, tekstil faaliyeti ve Mercedes ithaliyle uğraşıyordu. Ciner Grubu 90’lı yıllarda İş Bankasının olağanüstü desteğiyle büyüyüp holdingleşiyordu. Böylece mafya, hortum sisteminin merkezine oturuyordu. Önce Özal’ın, sonra Çiller ve Mesut Yılmaz’ın katkılarıyla, özelleştirme yağmasından pay alıyordu. Türkiye’de ve Özbekistan’da tekstil alanında büyüdükten sonra yine tekstilde 1993’te Ceytaş’ın, 1994’te Mensucat Santral’ın ve Penyelüks’ün sahibi olmuştu. 1995’te Havaş’ı kaptı. İsviçre şirketi Swissair ile ortaklık kurmuştu.
Sonraki yıllarda bu dönemi anlatan TBMM’nin Susurluk Raporu’nda Ciner, Tansu Çiller ve Mehmet Ağar’ın desteğini alarak, Ömer Lütfü Topal’la uyuşturucu kaçakçılığı ve kuryeliği gerçekleştirmekle, oto ithalatında eksik gümrük vergisi ödemekle, usulsüz şirket kurmak ve kredi kullanmakla suçlanıyordu.
Dinç Bilgin’in medyası ihalesiz kapatılıyor!
2000’li yıllarda Ciner’in Özelleştirme atağı sürerken, Ekim 2000’de Dinç Bilgin Grubu’nun, başta Etibank olmak üzere tüm mal varlığına TMSF’nin el koyduğuna tanık olunmuştu. Bu arada Sabah ve Yeni Asır gazeteleriyle, 1993’te kurulmuş olan Atv ve Kanal 1’in mülkiyeti de TMSF’ye aktarılıyordu. Bu el koyma olayında 37 bin Sabah ve Medya Holding mağduru 105 milyon dolar yitiriyordu. Medyada ilk adımı 2002’de atan Turgay Ciner de 2005 Mayıs’ında bu yayın organlarının tümünü ihalesiz 433 milyon dolara kapatıyordu. Merkez Yayın Holding 2006’da Sabah Grubu’nun yüzde 33’nü halka açıyordu. Grup yayın alanında da holdingleştikten sonra madencilik alanında atılımını hızlandırıyor, Gaziantep ve Siirt’te madencilik alanında Arcelor Şirketi’yle ortaklık kuruyordu.
Yandaş olmayan tüm medya gruplarının başında patlayan TMSF sopası 2007 Haziran’ında Turgay Ciner’in de başında patlıyordu. Merkez Yayın Holding’in organlarına TMSF tarafından el konuldu. Arkasından 2008 yılında Turgay Ciner adı, Cumhuriyet’in Yenigün AŞ’nin ortağı olmak suçlamasıyla Ergenekon İddianamesi’ne giriyordu. Havuç olarak ise, önlerine Siirt ve Diyarbakır’da 11 sahada petrol arama ruhsatı koyulmuştu.
Ciner’e operasyon sürüyor!
Turgay Ciner’e operasyon sürüyor. Bunun açık izlerine grubun yeni organları Habertürk Televizyonu ile Habertürk gazetesinin yayınlarında rastlanıyordu.
Habertürk gazetesinin başında Genel Yayın Yönetmeni olarak Fatih Altaylı görünse de burada “gerçek patron”un başkaları olduğu konuşuluyordu.
Çünkü Habertürk gazetesi’nde Fatih Altaylı’ya rağmen hatta yer yer onun bile sonradan haberdar olduğu çok kritik kararlar alınıyordu.
Örneğin, kendisi ile anlaşmaya varılmışken, Emin Çölaşan ile daha yayına başlamadan yolların ayrılması, benzer biçimde gazetenin Yazı işleri Müdürü Ali Gülen’in “Deniz Feneri” kitabı yüzünden işinden atılması, kafa karıştırıyordu.
Ayrıca Habertürk gazetesinde köşe yazan ve Habertürk Televizyonunda programlara katılan Yaşar Nuri Öztürk’ün AKP’yi eleştirmesi üzerine işine son veriliyordu.
Daha önce Habertürk’e siyaset danışmanlığı yapan PKK ve Hizbullah ile ilgili çalışmalarıyla bilinen Mehmet Faraç ile yeniden sözleşme yapılmıyordu.
Ciner Grubu ile ilgili, bütün bunlardan daha ilginç olanı ise, haberturk.com internet sitesinde “Analiz” başlığı altında kimin yazdığı belli olmayan yazılar çıkıyordu.
Dikkatli bir göz, bu imzasız yazıların hedefinin, Habertürk gazetesinde kritik olaylara ilişkin atılan manşet ya da bizzat Fatih Altaylı’nın yazılarına doğrudan hücum etmek olduğunu fark ediyordu.
Habertürk’te “esas patron kim” sorusunu gündeme getiren nedenlerden biri de budur.
Hürriyetin yerine Habertürk mü devreye sokuluyor?
Habertürk gazetesi için konuşulanlar şunlar:
“Yandaş” kimliğe bürünmesi nedeniyle Sabah’tan istenen sonuç alınamıyordu. Habertürk, amiral gemisi olarak görülen “Hürriyet”in yerine, tarafsız görünümlü, “ana gazete” haline getirilmek isteniyordu. Yiğit Bulut olayı da bu kapsamda ele alınıyordu.
Bir başka dolar milyarderi: Karamehmet niye sıkıştırılıyor?
Çukurova Grubu’nun sahibi Mehmet Emin Karamehmet 2008 yılında Forbes dergisinin “dolar milyarderleri” listesinde 4,3 milyar dolar servetle 247. sırada yer alıyordu. Karamehmet bu listeye göre Türkiye’nin en zengin insanı görünüyordu.
Çukurova Grubu
Çukurova Grubu en büyük adımını 1994’te Türkcell’le atıyordu. Türkcell bugün her ne kadar uluslararası mahkemelerde davalık olsa da, 17 milyar dolarlık değeriyle dünyanın sayılı şirketlerinden biri oluyordu.
90’lı yıllarda bankacılıkla ve özelleştirmelerle büyüyen Grup 2001 Krizi’yle duvara tosladı. Bankaların içini boşaltmak suçlamasıyla 2002 Haziran’ında Pamukbank’ı TMSF’ye kaptırdı. Yapı Kredi Bankası ise, yine TMSF tarafından rehin alındı. 2005 Mayıs’ında Yapı Kredi Bankası’nın Çukurova Grubu’na ve TMSF ye ait yüzde 57,4 hissesi, yüzde 50 Koç Holding, yüzde 50 İtalyan Unicredito ortaklığıyla kurulmuş olan Koçbank’a 1,182 milyar avroya satıldı. Bu yüzde 57,4 hissenin yüzde 44,5’i Çukurova Holding’e, yüzde 12,9’u ise TMSF’ye ait olacaktı. Bu 1,182 milyar avro, Çukurova’nın borcuna mahsuben Yapı Kredi’ye aktarıldı. Çukurova’nın bankaya borcunun 2 milyar dolar olduğu söyleniyordu. Pamukbank’a ise, holdingin 3,8 katrilyon TL borcu nedeniyle el konulduğu açıklanmıştı.
Bop Eşbaşkanının eteklerine yapışılıyor
3 Kasım 2002 seçimlerinden önce ABD’nin işaretiyle iktidara yürüyen Tayyip Erdoğan, miting meydanlarında, “Bankalarda 20 milyar doları batıranların yakasına yapışacağız” diye holdinglere meydan okuyordu. 2001 Krizi’nde büyük darbe yemiş olan ve çıkış yolu arayan holdingler BOP Eşbaşkanlarının eteğine yapışıyordu.
Bu olguya bir örnek olarak, 2002 seçimlerinden önce Toprakbank’ın eski sahibi Halis Toprak’ın ev sahipliğinde Bozüyük’te yapılan ve M. Emin Karamehmet, Mustafa Süzer ve Tayyip Erdoğan’ın katıldığı Batık Banka Zirvesi yapılmıştı. O dönemde darbe vurulan holdinglerin önlerine koyulan havuç, ‘İstanbul Yaklaşımı’ydı. ‘İstanbul Yaklaşımı’, TMSF’nin ve bankaların, ödeme güçlüğü çeken şirketlerden alacaklarını haciz yerine vade uzatarak, faiz düşürerek, hatta yeni krediler açarak tahsil etmesi anlamındaydı. AKP iktidarını destekleyen holdinglerin önüne işte bu fırsat çıkarılmıştı. Daha 90’lı yılların ortalarında Morton Abramowitz’lerin ve Yahudi Lobisi’nin gazıyla büyütülen AKP, işte bu ortamda teslim alınmış Çukurova gibi holdinglerin sırtında iktidara taşınmıştı. Karşılığında Karamehmet de ‘İstanbul Yaklaşımı’ndan yararlanarak, 5 milyar dolar borç kapatmıştı.
Holding medyası, petrol iştahıyla ‘Kırmızı çizgileri’ söküp atıyor
Holding işini biliyordu. Ilıcaklar’dan Akşam gazetesini, Erol Aksoy’dan da Show TV’yi alarak medya alanında büyük atılım yapmıştı. Ayrıca Tercüman ve Güneş gazeteleriyle, Sky Türk de gruba katılmıştı.
2000’li yıllar holdinglerin yabancı sermayeyle ve medyayla büyüme yıllarıydı. Yabancı ortakla en önemli yatırım alanı ise, Kuzey Irak petrolleri oluyordu. Tabii bir de ABD’nin potansiyel bir havuç olarak holdinglerin önüne koyduğu Hazar petrolleriyle, Asya petrollerinin Batı’ya nakli olayı vardı. Özellikle 2000’li yılların ikinci yarısında bütün büyük holdinglerin ilk ilgi alanı Irak petrolleri oldu. Dolayısıyla holding medyası da Türkiye’nin Irak’taki kırmızı çizgilerini silip atarak, ABD’nin kukla devletini tanıma yarışına girişiyordu.
Çukurova ise, 2000’li yılların ikinci yarısını beklemiyordu. Daha 2002 yılında Grubun yüzde 70 hissesi bulunan Genel Enerji Şirketi Kuzey Irak’ta petrol aramak için Süleymaniye Yönetimi ile ilk anlaşmayı imzalıyordu. Şirket petrol anlaşmalarını 2003 ve 2005’te Barzani ile 2005 ve 2006’da ise Talabani ile yineliyordu.
Muhalifler “Ergenekon’la terbiye” ediliyor.
Çukurova Holding 2008’de “Ergenekon” tertibi kapsamında tehdit altına alınmıştı. Jandarma E. Komutanı Org. Şener Eruygur ve Tuğgeneral Levent Ersöz’le 2003 yılına ait telefon konuşmaları günlerce yandaş basında manşetlerden yayımlanmıştı.
“Ergenekon terbiyesi” de tamamlandıktan sonra Irak petrolleri dosyası açılmıştı. Genel Enerji, KEPCO (Kuzey Irak yönetimi), Addax (Kanada), DNO (Norveç), Petoil (Türkiye) şirketleri ile yaptığı anlaşmaların yanı sıra, İngiliz Heritage Oil Şirketi ile de petrol arama ve üretim amacıyla 5 milyar dolarlık ortak bir şirketin kurulmasında anlaşmışlardı. Heritage’in sahibi Buckingham’ın Afrika’da darbeler gerçekleştiren ve paralı asker örgütleyen ünlü bir SAS subayı olduğunu hatırlamamız lazımdı. Kuzey Irak yönetiminden petrolün çıkartılmasına ve ihracına izin alınmıştı. Merkezi Irak yönetimi ise ikna edilme aşamasındaydı.
Ancak 2010 Şubatında, yuları biraz uzatılan Karamehmet şok bir ceza ile sarsılıyordu. 12 sanıklı Pamukbank davasından Mehmet Emin Karamehmet’e 12 yıla yakın hapis cezası ile birlikte 472 milyon para cezası kesiliyordu. Bunlar, Karamehmet’leri tamamen avuçlarına alma ve hizmetlerine sokma amaçlı mı yapılıyordu? Yoksa bağımsız ve tarafsız yargı, adil bir karar mı veriyordu?
7 milyar dolarlık servetiyle Aydın Doğan Ay’a çıkıyor!?
Forbes’ın 2008 listesinde Aydın Doğan’ın ailesinden altı ismin toplam 7 milyar dolarlık serveti bulunuyordu: Aydın Doğan 2 milyar dolar; Hânzade Doğan Boyner, Begümhan Doğan Faralyalı, Vuslat Doğan Sabancı, Sema Işıl Doğan, Arzuhan Doğan Yalçındağ 1’er milyar dolar servete sahip görünüyordu. Doğan Holding halen Türkiye’nin en büyük üç grubundan biri sayılıyordu.
Doğan Grubu 1979’da Milliyet gazetesini satın alarak medya sektörüne giriyor, 1980’de Doğan Holding kuruluyordu. Grup 80’li yıllarda turizm alanında yatırımlarına hız veriyordu.
90’lı yıllar Holding’in büyüme yılları oldu. Grup 1992’de Ray Sigorta’yı satın aldı. 1993’te Doğan Grubu’nun ilk ulusal kanalı Kanal-D kuruldu. Daha sonra CNN Türk ve Eylül 2005’te Star TV bünyeye katıldı. 1994’te Hürriyet gazetesi satın alındı. Holding sonraki dönemde Radikal, Posta, Vatan ve Fanatik gazetelerinin sahibi oldu. Grup 1994’te bankacılık alanında da büyük bir adım atarak Dışbank’ı satın aldı. 1997’de Doğan Yayın Holding kuruldu. Bundan sonra Doğan Grubu’nun bünyesinde iki holding bulunacaktır: Doğan Şirketler Grubu Holding A.Ş. ve Doğan yayın Holding A.Ş. Doğan Grubu 90’lı yılları büyük Petrol Ofisi yağmasıyla kapattı. Petrol Ofisi AŞ’nin (POAŞ) yüzde 51 hissesi Gruba peşkeş çekiliyordu.
Doğan Grubu 2001 Krizi’yle sarsılıyordu. Kriz sonrasında ise, AKP’nin iktidar yürüyüşüne DSP-ANAP-MHP Hükümeti’nin son bulması kampanyasıyla destek veriyordu. Doğan Grubu yayın organlarının erken seçim talebi etkili olmuştu.
BOP Eşbaşkanlığının iktidar olduğu 2000’li yıllar; bankaların, kamudaki ve özel sektördeki tüm büyük stratejik kuruluşların yabancı sermayenin eline geçtiği yıllar olmuştu. Doğan Grubu da bu yabancılaşma operasyonuna 2005’te Dışbank’ın yüzde 89,34’nü temsil eden hisseleri 880 milyon avroya Fortis’e satarak başladı. Grup 2006’da Deutsche Bank ile ipoteğe dayalı konut finansmanı şirketi kurmak üzere anlaştı. Aynı yıl POAŞ’ın yüzde 34 hissesi Avusturya devlet şirketi OMV’ye satıldı. Anlaşmaya göre OMV yönetim kurulunda yüzde 50 temsil ediliyordu. Böylece OMV enerji piyasasını belirlemeye başladı. Ardından satılan POAŞ hisselerinden sonra ise, OMV’nin ortaklığı yüzde 41,58, Doğan Holding’in ise yüzde 54.17 oldu. Grup 2007’de Ray Sigorta’nın yüzde 58 hissesini TBIH Financial Service’e, Doğan TV’nin yüzde 25 hissesini de Axel Springer’e sattı. Halen Hürriyet dışındaki Doğan Yayın Holding’e ait tüm gazetelerin aynı şirkete satılması için yapılan görüşmeler sürüyordu.
Ergenekon ve vergi kıskacı hizaya sokuyor!
2008’de Aydın Doğan “Ergenekon” tertibiyle terbiye ediliyordu. Tayyip Erdoğan’ın ve bakanlarının hücumlarına hedef oluyordu. 2009 Şubatı’nda Axel Springer’e yapılan satış nedeniyle Doğan Yayın Holding’e 826 milyon TL vergi cezası kesiliyordu. 2009 Eylül’ünde ise, yukarıdaki borcun ödenmesinde anlaşmaya varıldığı söylenirken, Doğan Yayın Holding’e bu kez 4,8 milyar TL vergi cezası daha çıkarılıyordu. Bu arada Doğan’ın, POAŞ’ın tüm hisselerini OMV’ye devredeceği, akaryakıt dağıtımı ve medya alanlarından çekileceği konuşuluyordu.
Vergi borcu soruşturması, AKP’nin Doğan Grubu’nu teslim almaya yönelik girişimlerinin zirveye ulaştığı noktaydı. Aydın Doğan’ın, AKP kıskacı karşısında ‘Zamana yayılmış’ bir diz çökme politikası izlemesi dikkat çekiyordu.
Mehmet Ali Birand, NTV’de konuyla ilgili olarak kendisine yöneltilen bir soruya yanıt verirken, Aydın Doğan’ın yönetici ve yazarlara şöyle söylediğini aktarmıştı: “Sizden beni savunmanızı istemiyorum. Sadece gazetecilik yapın”.
Bu tutum, görünüşte “ticari işlerini gazetecilik ile karıştırmıyor” izlenimi verirken, gerçekte “muhalefet etmeyin” talimatıydı. Nitekim bu sözlerden sonra Doğan Grubu’nun vergi mahkemesiyle ilgili yaptığı açıklama grubun gazetelerinde iç sayfalarda, sayfaların altlarında tek sütun olarak aktarılmıştı. Yani gazeteler, AKP kızar diye, kendi patronlarının haberlerine bile neredeyse sansür uygulamaktaydı.
Doğan Grubu’nda üzerinde durulması gereken bir nokta da; Fatih Çekirge üzerinden yürütülen Fetullah Gülen ile uzlaşma zemini oluşturmaya yönelik çalışmalar dikkat çekiyordu.
Aydın Doğan için “ikinci bir Uzan vakası’ olasılığı konuşuluyordu.
Bu söylentilerin yoğunlaştığı bir dönemde Doğan Grubu’na ait Doğan Enerji Şirketi Kuzey Irak’ta iki petrol arama projesine yüzde 50 ortak oldu. Projelerden biri İsviçre, diğeri Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) kökenli şirketlerle imzalanıyordu. Doğan Enerji’nin ilk adımda 80 milyon dolar yatırım yapacağı açıklanıyor, öte yandan Doğan Enerji’nin, Avusturya ÖMV Şirketi ile ortak Bakü-Ceyhan boru hattı için ruhsat alma çabaları da sürüyordu. Kuzey Irak yatırımı haberleriyle birlikte borsadaki Doğan Grubu hisseleri “sert bir yükselişe” geçiyordu. Oysa Doğan hisseleri 2006’dan itibaren düşmüş, Holding’in vergi kaçakçılığı haberlerinin yayıldığı 2008 başında dip noktasına varmıştı.
[1] Açık İstihbarat / Meyyal Uygur
[2] Serdar Akinan / Akşam

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Bakara 152 O halde (siz yalnız Bana itaat ve ibadet ederek devamlı) Beni zikredin ki; Ben de…
Olaylar perde arkasındaki gizli amaçlar hedefler,gizli birliktelikler. Erbakan proje ve sistemlerini hayata geçirecek bir lidere…
Zikr eyle Hakkı her nefes, Allah bes bâki heves, Pes gayriden ümidi kes, Tekrâr-ı zikrullah…
Özgür Özel “lağım kimdeyse devletimizce araştırılsın, tüm lağımlar ortaya çıkarılsın” diye gerçek bir kampanya başlatmak…
En yaygın manipülasyon doğruyu yanlışla harmanlayıp sunmaktır. Bunu gerçeği gizlemek için yapmaktadırlar. Sebeplerden bağımsız olarak…
Kalpler Seninle huzur bulur Hakkel yakin tadar çoşulur Fikir zikir ilminle nurlanır İlim amele dönmezse…
21. yüzyılda hedeflerine ulaşması için, siyonizmin ana vazifesi Akp iktidarını uzun süre ayakta tutmasıdır. Geçen…
Aziz Erbakan Hocamız ın "Akp ve yöneticileri zat'ül hareke(bağımsız hareket edebilen) değildir, bunlar at yarışı…
Gerçeği anlayamayalım diye üstünü örtme gayreti güdenler; ya fiile destek olup organizasyonun içinde olanlar ya…
Aziz Erbakan Hocamızın "bunların arasında fark yok" buyurduğu, Ahmet Akgül hocamızın herkes en net şekilde…