SİYASET BİLGELİĞİ VE YÖNETME BECERİSİ
İnsanların gerçek ayarını ve değerini öğrenmenin, onların marifet ve meziyetlerini belirlemenin en sağlıklı yolu; onları uzaktan takip ve kontrol etmek koşuluyla, mümkün olduğu kadar serbest bırakmak ve kendilerini dışa dökecek imkân ve fırsatları sağlamaktır. Çünkü yakın gözetim ve denetim altındaki insanlar, amirlerinin arzusu doğrultusunda hareket etme durumunda kaldıklarından, kendi asıl kabiliyet ve karakterlerini ortaya koyamamaktadır. Kısa bir süreçte ve sıkı bir disiplin içerisinde, insanları eğitip yeteneklerini geliştirmek de onların eğilim ve eksiklerini ölçmek de olanaksızdır.
Özellikle büyük değişim ve devrimlere öncülük yapan liderlerin, hem dışarıdaki açık düşmanlarına, hem de içerideki gizli münafıklara uzun bir zaman tanıması ve oyalaması… Ve hele kesin zafer ve devlet döneminde ve stratejik görevlere getirilecek kimselerin birçok denemelerden geçirilip, kalitesizlerin dökülüp ayrışmasının, sağlamların da seçilip olgunlaşmasının yolunu açması kaçınılmazdır.
Sadıklarla sahtekârların tanınması… Maneviyatçılarla menfaatçilerin ortaya çıkması ve “temiz (inançlı, ahlâklı) olanlarla, murdar (içi bozuk ve ahlâkı düşük) olanların ayrışması”[1] için uzun bir deneme ve eleme süreci mutlaka gereklidir. Hatta, teşkilat bünyesindeki münafık ve marazlı tiplerin, içlerindeki hıyanet çıbanları iyice olgunlaşıp kendiliğinden deşilecek hale gelsin ve suçları kesinlikle tespit edilsin ve sicillerine işlensin diye, onlara mühlet ve fırsat verilmesi, Kur’an’ın siyaseti ve Allah’ın âdetidir.[2]
Nifak ve nankörlüğü anlaşılmış tipleri; makam ve menfaat gibi dünyalık nimetlerle oyalamak ve sonunda bunlarla şımardığı bir gaflet ortamında, onları yakalamak ve etkisiz kılmak da yine, Kur’an’ın bir bilgelik prensibidir.[3] Bazı insanların, davaya ve camiaya yarar yerine zarar verdiği ortaya çıkan bu kişilere, yetki ve fırsat verilmesinin hikmetini kavrayamadıklarından, liderlerine itiraz ve isyana kalkışmaları yanlıştır ve yersizdir.
“Allah’ın ve Resulünün ahlâkıyla ahlâklanmak”; Kur’an’ın stratejisini ve Hz. Peygamberin sünnet ve siyasetini çok iyi anlamayı ve uygulamayı gerektirir.
“(Ancak her türlü imkân ve iktidara kavuşturulduğu halde) Ayetlerimizi yalanlayanları (Kur’ani hükümleri gereksiz ve geçersiz sayanları, yetki ve fırsatları olduğu halde uygulamaya çalışmayanları ve İslam’ın icraatını değil, sadece edebiyatını ve istismarını yapanları) ise, onları bilmeyecekleri (ve fark edemeyecekleri) bir yönden derece derece (yükseltip, riyakârlık ve istismarcılıklarına yüreklendirip, sonunda çok acı ve alçaltıcı akıbetlerine) yaklaştıracağız. Ben onlara (şahsi ikbal ve ihtirası için dine ve davaya hıyanete kalkışanlara, bunların gerçek ayarları ortaya çıksın diye) belirli bir süre (mühlet ve fırsat) veriyor (yularını uzatıyorum. Ancak) Benim “keyd”im (planım ve tuzağım) sapasağlamdır. (Hiç kimsenin yaptığı yanına kâr kalmayacaktır.)”[4] ayetlerinde, görünen rakiplerimize ve gizli hıyanet ekiplerine karşı aceleci tavırlar ve açık saldırılar yerine, onları oyalayacak ve yularlarını uzatıp sonunda kendi ayaklarıyla batağa saplanıp boğulmalarını sağlayacak üstün bir feraset ve siyaset yürütülmesi gereğine işaret edilmektedir.
“De ki: ‘Kim (Hakk’tan ve hayırdan) sapıtıp (küfre ve nankörlüğe kayarsa), Rahman ona, (istediği kadar) uzun bir süre tanısın (ve yularını oldukça uzatsın, ne çıkar… Ama mutlaka sonunda vakti gelip de), kendilerine va’ad edilen, ya azabı veya kıyamet anını gördükleri zaman, artık (o gün) kimin yeri ve durumu daha kötü (ve aşağılıkmış ve kimin çok güvendiği) askeri gücü (ve taraftar kesimi, aslında) daha zayıfmış, ileride bilecek (ve görüp anlayacak)lardır.’”[5] ayeti, ahir zamandaki Deccalizm’in ve Siyonizm’in zalim dünya düzenine karşı, yeni bir barış ve bereket medeniyeti kuracak olan Mehdiyet hareketinin, uzun süreli bir gizlilik içinde çok güçlü bir askeri ve siyasi hazırlık yürüteceğini, dışarıdaki düşmanlarının ve içerideki münafıkların bunlardan haberdar olmadıkları için, şımarıklık göstereceklerini ve açık vereceklerini, ama sonunda ezilip yenileceklerini, iman ve işaret yoluyla ders vermektedir. Ve zaten Hadis-i Şeriflerin haberleri de bu yöndedir.
“Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklar (gibi dünyalık geçici nimetler ve yetkiler ile); Biz onların hayrına koşuyoruz (ve iyiliklerine çabalıyoruz diye mi bunlar verilmektedir?) Hayır, onlar (nasıl bir akıbete ve felakete doğru sürüklendiklerinin farkında ve) şuurunda değillerdir!”[6] ayetleri de;
a- Düşman cephesini ümitlendirip idare etmek.
b- Hıyanet şebekesine bazı makam ve menfaatler verip kontrol altında tutarak çıbanların kendiliğinden deşilmesini beklemek.
c- Böylece iç ve dış rakiplerini zorlayıcı ve baskıcı girişimlerle değil, akılcı ve kalıcı tedbirlerle halletme yoluna gitmek gerektiğine de işaret etmektedir.
“Biz onları (dünyada belli bir süre ve) az bir nimetle yararlandırırız. Sonra onları ağır bir azaba uğratırız.”[7] ayeti de, hem Cenab-ı Hakkın bazı inkârcı ve isyancı azgınlara bir miktar zaman ve imkân tanımasının; imtihan hikmetine, Allah’ın mekrine ve Rahmani hilesine uygunluğunun anlatılması yanında… Kur’an ahlâkını benimseyen bilge liderlerin de, etkili ve tehlikeli kişileri ve çevreleri, onlara bazı nimetler sağlayarak, fitne ve fesatlarını önlemeye ve geciktirmeye ve yeterli güce ve güvenceye kavuştuktan sonra, onları bertaraf etmeye yönelik dersler içermektedir.
“Doğrusu onlar (inkârcılar ve münafıklar, sürekli Müslümanlar ve İslam aleyhine), hileli bir düzen planlayıp kurmaktadırlar. (Halbuki) Ben de (o hainlere karşı hile ve tertiplerini boşa çıkaracak) bir düzen kurup hazırlamaktayım. (Öyle ise) Sen o kâfirlere (ve hain nankörlere şimdilik) mühlet ver ve biraz süre tanı. (Allah’ın va’adini ve kudretini ileride ve kesinlikle herkes görüp anlayacaklardır!)”[8]
“Şayet insanların hayrı istemelerinde acele ettikleri gibi, Allah da onlara, şerri (ve cezalarını) vermekte acele etseydi, (alınan) karar gereği ecel süreleri hemen bitirilmiş (ve sonları getirilmiş) olurdu. Ama Biz huzurumuza çıkacağına (ve ettiklerine kavuşacağına) inanmayanları (bir zaman kendi hallerine) bırakırız, böylece azgınlık ve şaşkınlık içinde bocalayıp duracaklardır (ve sonunda hak ettiklerini bulacaklardır.)”[9]
Ayetlerinden dersini alan hikmet ve hidayet rehberleri, “büyük ve kalıcı zaferlere ulaşmak için, küçük ve geçici tavizleri” vermekten çekinmezler. Ve hele intikam almak hususunda asla aceleci değildirler… Çünkü palyatif tedbirler ve pansuman tedaviler yerine, bilinçli ve problemi kökünden bitirici girişimlere yönelirler. Ne kendilerini, ne ekiplerini ve ne de birikimlerini asla israf etmezler… His ve heyecanlarıyla değil, akıl ve inançlarıyla hareket ederler… Ucuz ve lüzumsuz kahramanlıklara ve hiçbir kıymeti harbiyesi bulunmayan alkışlara değil, devamlı değerli ve dengeli sonuçlara taliptirler. Aykırılıkları ve farklılıkları bile, zarardan yarara, düşmanlıktan dayanışmaya çevirebilirler… Görünen ve bilinen zalimlerin ve gizlenen hainlerin tuzaklarını bile sonunda onların başına geçirebilirler.
Hz. Peygamber Efendimiz kendisine biat eden ve İslam’a giren kabileleri temsilen “Nakib=Delege”ler seçtiği gibi, ayrıca bir bölgedeki “nakib”leri temsilen de “nakibün-nükeba” yani baş temsilciler görevlendirip böylece, zaten kabilelerin doğal liderleri olan nakibler vasıtasıyla örgütlenen ve organize edilen toplulukları düzenli ve disiplinli bir cemaat=teşkilat haline getirmiş ve Hicretle birlikte; Müşrik, Yahudi ve Hristiyanları da içine alan “konfedere bir yapı” içerisinde “site devlet” seviyesine taşıyabilmiştir.
Bu örgütlendirme ve çeşitli seviye ve statüdeki “yetkili görevlendirme” ile hem kabile ve kalabalıklar otokontrol altına alınmış, hem de insanların kabiliyet ve karakter testleri ve tespitleri başlamıştır. Çünkü daha çok sağlamlık ve dayanıklılık gerektiren görevlere getirilecek kişilerin, önceden ve tedricen denenmesi, samimiyet ve feraset testinden geçirilmesi şarttır.
Bugün de, Hz. Adem’den beri süregelen küfrün ve zulmün ortak birikimi ve en güçlü sistemi olan Siyonizm’e (Deccalizm’e) karşı yeni bir “Barış ve Bereket Medeniyeti” kurmak üzere yola çıkan bir liderin; hem sivil, hem askeri, hem ekonomik, hem de kültürel sahada farklı teşkilatlanmalar ve özel yapılanmalar içine girmesi kaçınılmazdır. Duruma göre bunların bir kısmı açık ve resmi, bir kısmı gizli olabilir.
“Kafa”ları, “kalp”leri, “karın”ları birlikte doyurmak üzere, “Önce ahlâk ve maneviyat, sonra tarım ve sanayide yaygın kalkınma” hedefiyle yola çıkan Milli Görüş Hareketi, Cumhuriyetin kuruluş tarihinde (1923) sayısı 29 olan ama maalesef, her yıl azaltılarak 1929’da tamamen tarihe karışan… Ve derken Menderes tarafından tekrar 19 tane açılan ve giderek sayısı 1973’lerde 52 civarına ulaşan İmam-Hatip okullarını, 4 yıllık koalisyon ortaklıkları sonucu 1977’de 350’ye çıkarmış… İmam-Hatip mezunlarına üniversite yolu açılmış… Binlerce resmi Kur’an kursu ve manevi eğitim imkânı hazırlanmıştır. Yani, Tevhid-i Tedrisat (Eğitim Birliği) gereği ve devletin görevi olan dini ve ahlâki eğitim-öğretime yeniden başlanmıştır.
Bunların yanında, İstanbul ve İzmir civarında kümelenen sömürücü Siyonist sermaye tekeline karşı, yatırımlar Anadolu’ya kaydırılmaya çalışılmış ve yerli kalkınma hamlesi başlatılmış ve temeli atılan 200 dev fabrikanın 70 tanesi kısa sürede üretime açılmıştır. Bunlardan daha önemlisi, metropol şehirlerin bulvarlarından, en ücra köy sokaklarına kadar, Türkiye’nin tamamında çok ciddi ve disiplinli bir örgütlenmeyi başlatan… En sade üyesinden, en tepedeki yetkilisine kadar, bilinçli ve birikimli olarak çok yüksek ve örnek bir potansiyel seviyesini yakalayan… Ve ülke çapında, toplumsal düşünce ve davranış biçimini etkileme ve değiştirme gücüne ulaşan bir organizeyi başaran Milli Görüş, Erbakan sayesinde mutlu ve muhteşem Refah-Yol iktidarını başarmış, bütün kapatma ve kısıtlamalara rağmen, çelikleşmiş çekirdek kadrosuyla Milli Çözüm’ün anahtarı konumuna taşınmıştır. Hatta kışkırtma ve sıkıştırmalar sonucu zaman zaman yaşanan AKP gibi kopmaların ve karakter hamlığının doğurduğu kaytarmalar bile, sadece kirli kanın vücuttan atılmasına ve bünyenin rahatlamasına yarayacak, ilmi ve insani temellere dayalı kaçınılmaz ve kutlu bir devrim mutlaka yaşanacaktır.
Dışarıdaki muarızların ve içerideki münafıkların çok önemli bir tahribat kozları da; Orduyu sürekli Milli Görüş’e düşmanmış gibi göstermeye çalışmaları ve toplumu korkutmalarıdır.
Halbuki Ordu, bu milletin bağrından çıkmış en önemli kurumlarımızdandır. Çanakkale Savunması’nda da, Kurtuluş Savaşı’nda da, Kıbrıs Çıkarması’nda da, PKK operasyonlarında da, hep ülkesini, milletini ve inandığı değerleri korumak için çarpışmıştır. Milli bünyemize bulaşan mikropların, her organda ve kurumda, belli tahribatlar yaptığı bir gerçek olarak kabul edilse bile, yeniden düzelme ve sağlığına kavuşma gayretlerinin de bütün organ ve kurumlarda birlikte yaşanacağı unutulmamalıdır. Ve hele, büyük değişim ve devrimleri planlayan ender ve önder şahsiyetlerin, ordu gibi çok önemli ve gerekli bir kurumu ihmal edeceğini düşünmek, saflıktır. Siyonist merkezlerin, hem masonlar, hem de bazı Müslümanlar eliyle, uzun yıllardır yürüttükleri menfi propagandalar, maalesef öylesine etkili olmuştur ki, artık Ordumuz eliyle yapılan çok hayırlı ve yararlı girişimler bile tersine yorumlanmakta ve arkasında kötü bir niyet aranmaktadır. Örneğin 1960 İhtilali’ne, hâlâ sahip çıkan ve her yönüyle savunan marazlı mahlûkların, 12 Eylül 1980 hareketine niye düşmanlık yaptıklarını… Ve hele yine 28 Şubat’ı alkışlayanların bugünkü komutan kademesine niye saldırdıklarını bile fark edip anlamaktan aciz kimseler vardır.
12 Eylül 1980 Darbesi’nin:
1- Ülkeyi bir iç savaş ve parçalanma noktasına getiren sağ ve sol anarşi odaklarının belini kırmasını…
2- Özal’a iktidar yolunun açılması ve onun eliyle, sermayenin İstanbul Dukalığı’ndan, kısmen de olsa Anadolu’ya kaydırılmasını…
3- Din derslerinin zorunlu kılınmasını ve Anayasa’ya yazılmasını… (Maalesef bu tarihi ve talihli kararı AKP yozlaştırmıştır.)
4- İslam Enstitülerinin, fakülte yapılıp, yüzlerce öğretmene profesörlük imkânının sağlanmasını…
5- Kenan Paşa’nın İslam ülkeleri, Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesine başkanlık yapmasını….
6- Milli Eğitim Temel Yasası’nın 31. Maddesi’nin 1983’te değiştirilerek, İmam-Hatip mezunlarının, üniversitelerin her bölümüne girebilme şansının tanınmasını…
7- Atatürk Yüksek Kurulunun 20 Haziran 1986’da, Kenan Evren başkanlığında toplanıp, “Türk İslam Sentezi”nin milli bir kültür politikası olarak benimsenip, yürütülmesi kararının alınmasını…
8- Güya Konya’da yapılan İsrail’i Tel’in Mitingi bahane edilerek gerçekleştirilen 12 Eylül yönetiminin İsrail’le ilişkileri en alt seviyeye indirip bütün dünyayı şaşırtmasını…
9- Sağ ve sol partilerin perde arkasının topluma tanıtılıp Refah’ın birinci olma ve iktidara taşınma yolunun açılmasını…
10- Daha sonra Genelkurmay Başkanı’nın 1993’te toplanan Uluslararası 1. Din Şûrası nedeniyle Diyanet İşleri Başkanlığını kutlamasını…
11- 28 Şubat’ta Ordu içindeki milli ve müspet ekibin tasfiyesini ve Anadolu sermayesinin çökertilip, TÜSİAD görüntülü İstanbul Dukalığı’nın yeniden tekelleşmesini ve tüm milli ve manevi dirilişin engellenmesini amaçlayan hareketin bile, Erbakan’ın çok usta bir siyaset ve stratejisiyle, önce fırsat verilip, sonra planlarının boşa çıkarılmasını ve bu sömürü ve sindirme sisteminin tıkanmasını sağlamıştır. Ve bütün bu gibi gelişmeler Yalçın Küçük’ün “Şebeke”sinde bile anlatılmışken bazı “İslamcı”lar hâlâ yanlış şartlanmışlıklarından ve ön yargılarından bir türlü kurtulamamakta ve AKP’nin bir dış proje olduğunu kavrayamamaktadır.
- Âl-i İmrân: 179
- Âl-i İmrân: 178
- En’am: 44
- A’raf: 182-183
- Meryem: 75
- Mü’minun: 55-56
- Lokman: 24
- Târık: 15-17
- Yunus: 11

Yönetme sanatını Kur’an’i bir bakışla sunan ve tüm yöneticilerin ders alması gereken mükemmel bir makale olmuş.
Üzerimize almamız gereken en büyük ders makalede bahsedilen nefsi ve şeytani hastalıklarımızdan biran evvel kurtulmamız gerektiğini anlıyor ve bu hastalıklarımızın tedavisini ne kadar geciktirirsek, davamızın ve liderimizin işini kolaylaştırmak yerine önüne köstek olmamalıyız, yolunu açamıyorsak tıkamamalıyız. Başta davamıza aynı zamanda tüm insanlık alemine yapalıbilecek en büyük kötülük bu olacaktır.
Düşman cephesini ümitlendirip idare etmek ve hıyanet şebekesini bazı makamlarla oyalamak bu sayede milli ve gerekli enerjimizi israf etmemek büyük bir stratejik deha örneğidir aynı zamanda bütün bunları sabırla yapabilmek üstün bir iman gerektirir.
Muazzam bir bakış açısı kazandıran, muhteşem bir yazı olmuş. Teşekkürler Milli Çözüm.
…
Özellikle büyük değişim ve devrimlere öncülük yapan liderlerin, hem dışarıdaki açık düşmanlarına, hem de içerideki gizli münafıklara uzun bir zaman tanıması ve oyalaması… Ve hele kesin zafer ve devlet döneminde ve stratejik görevlere getirilecek kimselerin birçok denemelerden geçirilip, kalitesizlerin dökülüp ayrışmasının, sağlamların da seçilip olgunlaşmasının yolunu açması kaçınılmazdır.
…..
Sadıklarla sahtekârların tanınması… Maneviyatçılarla menfaatçilerin ortaya çıkması ve “temiz (inançlı, ahlâklı) olanlarla, murdar (içi bozuk ve ahlâkı düşük) olanların ayrışması” için, uzun bir deneme ve eleme süreci mutlaka gereklidir. Hatta, teşkilat bünyesindeki münafık ve marazlı tiplerin, içlerindeki hıyanet çıbanları iyice olgunlaşıp kendiliğinden deşilecek hale gelsin ve suçları kesinlikle tespit edilsin ve sicillerine işlensin diye, onlara mühlet ve fırsat verilmesi, Kur’an’ın siyaseti ve Allah’ın âdetidir.
…
Nifak ve nankörlüğü anlaşılmış tipleri; makam ve menfaat gibi dünyalık nimetlerle oyalamak ve sonunda bunlarla şımardığı bir gaflet ortamında, onları yakalamak ve etkisiz kılmak da yine, Kur’an’ın bir bilgelik prensibidir. Bazı insanların, davaya ve camiaya yarar yerine zarar verdiği ortaya çıkan bu kişilere, yetki ve fırsat verilmesinin hikmetini kavrayamadıklarından, liderlerine itiraz ve isyana kalkışmaları yanlıştır ve yersizdir.
…
Hikmet ve hidayet rehberleri, “büyük ve kalıcı zaferlere ulaşmak için, küçük ve geçici tavizleri” vermekten çekinmezler. Ve hele intikam almak hususunda asla aceleci değildirler… Çünkü palyatif tedbirler ve tedaviler yerine, bilinçli ve problemi kökünden bitirici girişimlere yönelirler. Ne kendilerini, ne ekiplerini ve ne de birikimlerini asla israf etmezler… His ve heyecanlarıyla değil, akıl ve inançlarıyla hareket ederler… Ucuz ve lüzumsuz kahramanlıklara ve hiçbir kıymeti harbiyesi bulunmayan alkışlara değil, devamlı değerli ve dengeli sonuçlara taliptirler. Aykırılıkları ve farklılıkları bile, zarardan yarara, düşmanlıktan dayanışmaya çevirebilirler… Görünen ve bilinen zalimlerin ve gizlenen hainlerin tuzaklarını bile sonunda onların başına geçirebilirler.
Allah islam’ın zaferini neden geciktirir?
1-Hakikat ve menfaat ehlinin ayrılıp seçilmesi için (Tevbe-42, Ankebut 1-6)
2-Sonra Hakka taraf olanların kendi içinde denenmesi, sadık sahtekar ayrılması için
3-Sadakat ehlinin geleceğe yönelik eğitilip yetiştirilmesi için (Tevbe 14-15, Bakara 214, Neml 27)
4-Müminlerin daha çok çalışıp daha fazla sevap ve şeref kazanması için. (Necm 39-41)
5-Siyonist faizci zulüm düzeninin zayıflaması, herkesçe haksızlığının anlaşılması, yeni medeniyet ihtiyacının herkesçe hasıl olması, şartların oluşması için gecikme tabiidir..
6-Allah zaferi verdiğinde müminler kendi gayret ve kabiliyetlerinden bilmesinler, gurura kapılmayıp, acziyet ve çaresizliklerini farketmeleri için. (Nasr 1-3, Tevbe 25-26)
7-İyi niyet ve samimiyet ehli olup yanlış yönlendirme ve eksik bilgilendirme ile müminlerin karşı safında olanların ileride gerçeği görüp hayırlı hizmet vermelerine fırsat tanınması için. Örn: Halid b. Velid, Amr İbnül As
Secde Suresi (28-29-30)
32:28
(Münkirler ve münafıklar zafer gecikti diye, mü’minlerle alay ederek ve hayal peşinde gittiklerini söyleyerek, eğer bu inanç ve iddianızda) “Doğru iseniz bu (söylediğiniz ve beklediğiniz) fetih (zafer ve adalet dönemi) hani, ne zaman?” deyip durmaktadır!
32:29
(Onlara) De ki: ” (İlahi adaletin gerektirdiği ve haber verdiği bu devrim ve değişim mutlaka ve pek yakında gerçekleşecek; ne var ki:) O fetih ve zafer günü, (daha önce zalimlerden taraf olup) Hakkı inkâr edenlere, (bu mutlu gelişmeleri görmeleri ve çaresiz) iman etmeleri, kendilerine hiçbir yarar sağlamayacak ve onlara kıymet ve mühlet de tanınmayacaktır!.”
32:30
(Allah’ın va’dine ve fetih müjdesine inanmayanları) Artık Sen onlardan yüz çevir ve bekleyip gözle. Zaten onlar da (kuşku ve tedirginlik içinde) gözleyip beklemektedir. (Bir müddet daha şeytanlıkları ve şımarıklıkları ile baş başa bırak ki, oyalanıp avunsunlar; zira yakında tarihi bir inkılapla küfür ve zulüm saltanatları yıkılacaktır!)
Makaleden:
”İnsanların gerçek ayarını ve değerini öğrenmenin, onların marifet ve meziyetlerini belirlemenin en sağlıklı yolu; onları uzaktan takip ve kontrol etmek koşuluyla, mümkün olduğu kadar serbest bırakmak ve kendilerini dışa dökecek imkân ve fırsatları sağlamaktır. Çünkü yakın gözetim ve denetim altındaki insanlar, amirlerinin arzusu doğrultusunda hareket etme durumunda kaldıklarından, kendi asıl kabiliyet ve karakterlerini ortaya koyamamaktadır. Kısa bir süreçte ve sıkı bir disiplin içerisinde, insanları eğitip yeteneklerini geliştirmek de onların eğilim ve eksiklerini ölçmek de olanaksızdır.”
TEŞKİLATÇILIK, MESAJ VE METOT
Uzun yıllardır; MGV, AGD, RP, FP, SP, Milli Gazete ve Milli Çözüm saflarında ve kadrolarında aktif görev ve çalışmalarda bulunduğumuz süreç içerisinde herzaman muhatabı olduğumuz ve değişmeyen bir gerçekliliğin altını çizmekte fayda olduğu kanaatindeyiz. Büyük devletlerin, büyük ve güçlü orduların, büyük cemaatlerin ve büyük oluşumların başarılarının sırrı; disiplinli bir teşkilat yapısına ve yapılanmasına sahip olmalarıdır. Devletlerin varlığı ve sürdürülebilirliği bu yapıyı her daim dengede tutmakla mümkündür. Konuyu daha iyi anlayabilmek için, Erbakan Hocamızın okunmasını işaret ettikleri ve Ahmet Akgül Hocamızın hazırladıkları; Teşkilatçılık, Mesaj ve Metot kitabının mutlaka okunması ve istifade edilmesi gerekliliğini belirtmekte fayda var. Çünkü; gayesiz, gayretsiz, davasız, disiplinsiz ve şuursuz bir yaşam insana kaybettirir.
“Şayet insanların hayrı istemelerinde acele ettikleri gibi, Allah da onlara, şerri (ve cezalarını) vermekte acele etseydi, (alınan) karar gereği ecel süreleri hemen bitirilmiş (ve sonları getirilmiş) olurdu. Ama Biz huzurumuza çıkacağına (ve ettiklerine kavuşacağına) inanmayanları (bir zaman kendi hallerine) bırakırız, böylece azgınlık ve şaşkınlık içinde bocalayıp duracaklardır (ve sonunda hak ettiklerini bulacaklardır.)” Yunus11
Tarihi değiştirecek Liderin tüm imkan ve kadroları hayra sevk ve idare ederken, marazalıları nasıl oyalayıp tahribatlarının önüne geçtikleri örneği önümüzdeyken bu hususta itaatimizi gözden geçirmek ve yine bu konudaki ikaz ve tavsiyeleri dikkate alıp kendimizi geliştirmek için henüz vakit geçmeden bir an önce aklımızı başımıza almalıyız.
Üstadımızın bizleri bu hususta eğitmeye çalışması da içinde bulunduğumuz ama kıymetini bilemediğimiz bu inci mercan deryasından daha da fazla nasiplenmemiz, kendimizi daha fazla donanımlı hale getirmemizdir. Allah bu hazinelerin farkında olan ziyadesiyle istifade edenlerden eylesin. Allah nankörlük yapanlardan eylemesin. Amin
MAKALEDEKİ ŞU PARAGRAF ÇOK ÖNEMLİ STRATEJİLERDEN BİRİSİ:
İnsanların gerçek ayarını ve değerini öğrenmenin, onların marifet ve meziyetlerini belirlemenin en sağlıklı yolu; onları uzaktan takip ve kontrol etmek koşuluyla, mümkün olduğu kadar serbest bırakmak ve kendilerini dışa dökecek imkân ve fırsatları sağlamaktır. Çünkü yakın gözetim ve denetim altındaki insanlar, amirlerinin arzusu doğrultusunda hareket etme durumunda kaldıklarından, kendi asıl kabiliyet ve karakterlerini ortaya koyamamaktadır. Kısa bir süreçte ve sıkı bir disiplin içerisinde, insanları eğitip yeteneklerini geliştirmek de onların eğilim ve eksiklerini ölçmek de olanaksızdır.
…
Bu stratejiyi uygularken SABIR en büyük anahtar oluyor. 🙂
Öncelik olarak liderin herkesin ayarını bilmesine rağmen onlara yinede belli bir zaman görev verdiği ve vereceğiniki bunun sonucunda hak sistemine hizmet ettirdiğini anlamakla beraber
İddia sahiplerinin iddiaları ile er yada geç yüzleşecek duruma geleceği ve sonucunda gerçek ayarının ortaya çıkacağını anlamakla birlikte bizler içinde önemli uyarılar ve bilgiler veriliyor.
MERTLİK NETLİKTİR!
Herkes bilmeli yerini
Bırakmalı, “BEN” demeyi
Tepeden bakıp, “KİN” gütmeyi
Kırıcı söz ve bakışı, terk etmeli
Vasıflı insan, olgun davranır
Kurnaz zannedilen, tez avlanır
Bilgisiz bilgeler, kolay tavlanır
Gayret ve sabırla, sonuca varılır
Cesaret yoksa, hava civadır
Şuur yoksa, içi boş samandır
Bilgi yoksa, beyin sıfırlanmıştır
Liyakat yoksa, sonu başarısızlıktır
İnsan edebinden, susar
Zavallılar zanneder, korkar
Kaybeder, dünyaya dalanlar
Zirvedeyken çakılır, kartallar
Özümüz mert, sözümüz nettir
Gönlümüz rahat, başımız diktir,
Alnımız ak, yolumuz çetindir
Dönmek yok, söz vermişizdir
Allah var gam yok, çok şükür
Bel’am şarlatanın yüzüne tükür
Zora gelemeyen, yaşayan ölüdür
Mümin kişi, doğru sözlüdür
Siyaset ustalık işi, herkes yapamaz
Her adamla, zorlu yollar aşılamaz
Şahittir mücadeleye, dağlar taşlar
Mazlumlar için akar, gözden yaşlar
Âl-i İmran 8
“Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra, bir daha kalplerimizi caydırma (ayaklarımızı kaydırma), bize katından rahmet ve inayet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.”
https://www.mealikerim.com/3/ali-imran/8
Âl-i İmran 193
Rabbimiz, gerçekten biz: “Rabbinize iman edin” diye imana çağrıda bulunan bir davetçiyi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik (ve ihsan) ehliyle birlikte öldür (iman ve istikamet üzerindeyken canımızı aldır).
https://www.mealikerim.com/3/ali-imran/193
Âl-i İmran 194
Rabbimiz, elçilerin (vesilesiyle) va’ad ettiklerini bize de ver, (nimet ve nusretinden mahrum bırakma,) kıyamet gününde de bizi ‘hor ve aşağılık’ kılma. Şüphesiz Sen, asla va’adine muhalefet etmeyensin (Hakk sözünde duransın).
https://www.mealikerim.com/3/ali-imran/194
LİDERLİK VE STRATEJİ
Sultan Abdulaziz’den bir örnek vererek konuya başlayalım.
Bir darbe ile tahttan indirilen Sultan Abdulaziz, “Böyle olacağını zaten biliyordum. Zira benim gibi devletin şan ve şerefine hizmet edenler, sonunda felakete duçar olur. Amcam Sultan Selim’in(|||.Selim) uğradığı felaketinderecesi tarih sayfalarını kana boyadı. Cümlemize büyük bir üzüntü yadigar bıraktı. İşte, onların gördüğü felaket benim başıma da nihayet geldi” diyerek tarihi bir hakikate dikkat çekmiştir.
4 Haziran 1876 pazar günü Sultan Abdulaziz’i katletmek için tutulduğu odasına giren Cezayirli Mustafa Pehlivan, Yozgatlı Pehlivan Mustafa Çavuş ve Fahri bey büyük bir faciaya adım atmışlardır. Yozgatlı Mustafa Pehlivan keskin bir hançerle padişahın bileklerini kesmeye başlayınca, eski padişah, ikinci mabeyinci Fahri Bey’e şöyle dedi:
“Şu kestirmeye kıydığın eller, iki gün önce sana kıymetli bir sedef tesbih hediye etmemiş miydi?”
Kaderin hükmüne bakınız ki, baş katili Fahri Bey’i, kahveci çıraklığından almış, ikinci mabeyincilik gibi sarayın en yüksek görevlerinden birine kadar yükseltmişti.
“Tarih tekerrürdür” diyenlere ||.Abdulhamit’in,”Tarih değil, hatalar tekerrür ediyor” sözünü hatırlatmak gerekiyor.
Bugün o günlerden farklı değil. Siyaset arenasında, sosyal hayatta, parti, cemaat ve cemiyet yapılanmasında, iş sahasında, spor ve sanat alanında; kısır çekişmeler, baş olma, iş yürütme mücadelesi artarak devam etmektedir. Çünkü, nefis herzaman devrededir.
Erbakan Hocamızın kafalarımıza defaeten Çivi gibi çaktığı teşkilat esaslarını yerine getirerek bu manevi hastalıklardan kurtulabiliriz.
Evet, Teşkilat: Bir gayenin gerçekleşmesi, bir davanın hakim kılınabilmesi için, emir komuta zinciri içerisinde, plânlı ve programlı bir şekilde çalışan vasıflı insanlar topluluğudur.
Vasıflı insan; İnançlı, imanlı, ihlaslı, ihsan sahibi, bilgili, çalışkan, şuurlu, vefakar, fedakar ve disiplinli insan demektir.
“De ki: ‘Kim (Hakk’tan ve hayırdan) sapıtıp (küfre ve nankörlüğe kayarsa), Rahman ona, (istediği kadar) uzun bir süre tanısın (ve yularını oldukça uzatsın, ne çıkar… Ama mutlaka sonunda vakti gelip de), kendilerine va’ad edilen, ya azabı veya kıyamet anını gördükleri zaman, artık (o gün) kimin yeri ve durumu daha kötü (ve aşağılıkmış ve kimin çok güvendiği) askeri gücü (ve taraftar kesimi, aslında) daha zayıfmış, ileride bilecek (ve görüp anlayacak)lardır.’”(meryem suresi 75)
Sadıklarla sahtekârların tanınması… Maneviyatçılarla menfaatçilerin ortaya çıkması ve “temiz (inançlı, ahlâklı) olanlarla, murdar (içi bozuk ve ahlâkı düşük) olanların ayrışması”[1]için uzun bir deneme ve eleme süreci mutlaka gereklidir. Hatta, teşkilat bünyesindeki münafık ve marazlı tiplerin, içlerindeki hıyanet çıbanları iyice olgunlaşıp kendiliğinden deşilecek hale gelsin ve suçları kesinlikle tespit edilsin ve sicillerine işlensin diye, onlara mühlet ve fırsat verilmesi, Kur’an’ın siyaseti ve Allah’ın âdetidir.[2]
Nifak ve nankörlüğü anlaşılmış tipleri; makam ve menfaat gibi dünyalık nimetlerle oyalamak ve sonunda bunlarla şımardığı bir gaflet ortamında, onları yakalamak ve etkisiz kılmak da yine, Kur’an’ın bir bilgelik prensibidir.[3] Bazı insanların, davaya ve camiaya yarar yerine zarar verdiği ortaya çıkan bu kişilere, yetki ve fırsat verilmesinin hikmetini kavrayamadıklarından, liderlerine itiraz ve isyana kalkışmaları yanlıştır ve yersizdir.
“Allah’ın ve Resulünün ahlâkıyla ahlâklanmak”; Kur’an’ın stratejisini ve Hz. Peygamberin sünnet ve siyasetini çok iyi anlamayı ve uygulamayı gerektirir.
“(Ancak her türlü imkân ve iktidara kavuşturulduğu halde) Ayetlerimizi yalanlayanları (Kur’ani hükümleri gereksiz ve geçersiz sayanları, yetki ve fırsatları olduğu halde uygulamaya çalışmayanları ve İslam’ın icraatını değil, sadece edebiyatını ve istismarını yapanları) ise, onları bilmeyecekleri (ve fark edemeyecekleri) bir yönden derece derece (yükseltip, riyakârlık ve istismarcılıklarına yüreklendirip, sonunda çok acı ve alçaltıcı akıbetlerine) yaklaştıracağız. Ben onlara (şahsi ikbal ve ihtirası için dine ve davaya hıyanete kalkışanlara, bunların gerçek ayarları ortaya çıksın diye) belirli bir süre (mühlet ve fırsat) veriyor (yularını uzatıyorum. Ancak) Benim “keyd”im (planım ve tuzağım) sapasağlamdır. (Hiç kimsenin yaptığı yanına kâr kalmayacaktır.)”[4] ayetlerinde, görünen rakiplerimize ve gizli hıyanet ekiplerine karşı aceleci tavırlar ve açık saldırılar yerine, onları oyalayacak ve yularlarını uzatıp sonunda kendi ayaklarıyla batağa saplanıp boğulmalarını sağlayacak üstün bir feraset ve siyaset yürütülmesi gereğine işaret edilmektedir
“(İnsanın) Onun önünden ve arkasından (devamlı) izleyenleri (ve takipçi melekleri) vardır. Onu Allah’ın emriyle (sürekli) gözetip korumaktadırlar. Bir millet kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirip bozmayacaktır. Allah da bir kavme (İslam’dan ve insanlıktan uzaklaştıkları için ceza olarak bela ve musibetler gönderip çeşitli) sıkıntı ve kötülükler diledi mi, artık onu önleyecek ve geri çevirecek (bir güç) de yoktur (bulunmayacaktır). Onların Allah’tan başka velileri (ve sahipleri de) yoktur (çıkmayacaktır).” (Ra’d Suresi: 11)
TEMİZ VİCDAN VE İYİ NİYET…
Denenme ve elenme sürecinde;
Doğruyu bulmak için temiz bir vicdana sahip olmamız gerekir.
Söylemlerimizin hepsi iddia, icraatlarımızın hepsi ispattır. Hakka hizmet etmek için yola çıktığını iddia edenler, iddialarını ispat etmekle yükümlüdürler..
İmtihan sürecinden en kârlı çıkanlar ise;
Hatalarının farkında olan, kabul eden ve Allah rızası için hatalarını düzeltmek için gayret edenlerdir. Hatalarını kabul etmeyenler, düzeltmek için gayret etmemekte ısrar edenler zamanla;
Yanlışa, gaflete, dalalete, nankörlüğe ve en sonunda ihanete kapı aralayacaklardır.
Şeytanın en büyük tuzaklarından bir taneside insanın ibadet, hizmetlerinin kendisine yeterli olduğunu vesvesini vermesidir.
Bu tuzak kişinin kurtuldum düşüncesine kapılıp, yanlışlarına ruhsat vermesini sağlar ve Allah korusun imtihanı kaybetmemize sebep olur.
Bu tuzağa kapılmamak için temiz bir vicdana ve iyi niyete sahip olmamız gerekir. Zira temiz vicdan ve iyi niyet bizi doğruya götürecek ve kötülüklerden uzaklaşmamızı sağlayacaktır.
Hocamızın sıklıkla hatırlattıkları
4 K Formülü;
Kafa, karın, kalp ve kişiliğimizi doyurmak için çalışırsak, niyetlerimizi temizlememize ve vicdan terazimizin bozulmamasını sağlayacak ve imtihanımız daha kolay hale getirecektir, Allah’ın izniyle…
TESLİMİYET…
Alıcılarımızın açık olması için, bardağın boş olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Kendimizi dolu zannetmek ise alıcılarımızın kapanmasına sebep olacaktır.
Şeytan hata aratacaktır ancak mü’mine yakışan ise hikmet aramaktır.
Haklı olmaktan çok hakla olmaya çalışmamız gerekir çünkü bütün siyaset ve stratejiyi anlayabilmemiz mümkün olmayabilir.
Düşünmek, anlamaya çalışmak ve gelişmek elbette önemlidir. Aklımıza yatmayanı sorduktan ve doğrusunu öğrendikten sonra ise yanlışımızda ısrar etmememiz ve hikmetle bakıp teslim olmamız gerekir.
Sadece ilmi öğrenmek yeterli olmayıp ilmimimiz ile amel etmek gerekir.
Yoksa, Erbakan Hocamızı ve Milli Çözüm’ü anladığımızda çok geç kalmış olabiliriz..
Rabbim; şaşırıp şımarmaktan, nimetin şükrünü eda edemeyip nankörlük yapanlardan, nefsine köle olup ihanet edenlerden eylemesin. Hatalarımızdan ve günahlarımızdan dolayı bizleri affetsin.
Hidayetimizi daim ettirsin, feraset, dirayet ve cesaretimizi artırsın. Ayaklarımızı Hakk davada sağlam tutsun İnşAllah…
Rahman ve Rahim Allahın Adıyla
Yahudiler: “Allah’ın eli sıkıdır” diyerek (iftira attılar ve haddi aştılar. Bu yüzden) Onların elleri bağlansın! (Ve bağlandı; cimri, bencil ve rezil insanlar yapıldı.) Ve söylediklerinden dolayı Allah’ın lanetine uğrasınlar! Hayır, bilakis; O’nun (Allah’ın) iki eli açıktır, nasıl dilerse (ve Keremine yakışır şekilde) infak eder. Andolsun Rabbinden Sana indirilen (Kur’an-ı Kerim), onlardan çoğunun taşkınlıklarını ve inkârlarını ziyadeleştirir. Biz de onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kin salıverdik. Her ne zaman savaş çıkarmak amacıyla bir fitne ateşini alevlendirmek isterlerse, Allah-u Teâlâ, onların yaktıkları ateşi (sonunda) söndürecektir (ve Yahudiler şeytani amaçlarına erişemeyecektir). Halbuki onların âdetleri her zaman yeryüzünde fesada sa’yü gayret etmektir. (Oysa) Allah-u Teâlâ, fesat çıkaranları asla sevmemektedir.
(Maide Suresi 64)
“Biz onları (dünyada belli bir süre ve) az bir nimetle yararlandırırız. Sonra onları ağır bir azaba uğratırız.”[7] ayeti de, hem Cenab-ı Hakkın bazı inkârcı ve isyancı azgınlara bir miktar zaman ve imkân tanımasının; imtihan hikmetine, Allah’ın mekrine ve Rahmani hilesine uygunluğunun anlatılması yanında… Kur’an ahlâkını benimseyen bilge liderlerin de, etkili ve tehlikeli kişileri ve çevreleri, onlara bazı nimetler sağlayarak, fitne ve fesatlarını önlemeye ve geciktirmeye ve yeterli güce ve güvenceye kavuştuktan sonra, onları bertaraf etmeye yönelik dersler içermektedir.
“Doğrusu onlar (inkârcılar ve münafıklar, sürekli Müslümanlar ve İslam aleyhine), hileli bir düzen planlayıp kurmaktadırlar. (Halbuki) Ben de (o hainlere karşı hile ve tertiplerini boşa çıkaracak) bir düzen kurup hazırlamaktayım. (Öyle ise) Sen o kâfirlere (ve hain nankörlere şimdilik) mühlet ver ve biraz süre tanı. (Allah’ın va’adini ve kudretini ileride ve kesinlikle herkes görüp anlayacaklardır!)”[8]
“Şayet insanların hayrı istemelerinde acele ettikleri gibi, Allah da onlara, şerri (ve cezalarını) vermekte acele etseydi, (alınan) karar gereği ecel süreleri hemen bitirilmiş (ve sonları getirilmiş) olurdu. Ama Biz huzurumuza çıkacağına (ve ettiklerine kavuşacağına) inanmayanları (bir zaman kendi hallerine) bırakırız, böylece azgınlık ve şaşkınlık içinde bocalayıp duracaklardır (ve sonunda hak ettiklerini bulacaklardır.)”[9]
Ayetlerinden dersini alan hikmet ve hidayet rehberleri, “büyük ve kalıcı zaferlere ulaşmak için, küçük ve geçici tavizleri” vermekten çekinmezler. Ve hele intikam almak hususunda asla aceleci değildirler… Çünkü palyatif tedbirler ve pansuman tedaviler yerine, bilinçli ve problemi kökünden bitirici girişimlere yönelirler. Ne kendilerini, ne ekiplerini ve ne de birikimlerini asla israf etmezler… His ve heyecanlarıyla değil, akıl ve inançlarıyla hareket ederler… Ucuz ve lüzumsuz kahramanlıklara ve hiçbir kıymeti harbiyesi bulunmayan alkışlara değil, devamlı değerli ve dengeli sonuçlara taliptirler. Aykırılıkları ve farklılıkları bile, zarardan yarara, düşmanlıktan dayanışmaya çevirebilirler… Görünen ve bilinen zalimlerin ve gizlenen hainlerin tuzaklarını bile sonunda onların başına geçirebilirler.”