YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
692339239a716
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 5 4
Bugün : 33367
Dün : 47039
Bu ay : 974329
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45378150
IP'niz : 216.73.216.189

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Ey İlahiyat ve Tarikat Hocaları

Adil ve Milli Bir Anayasa mı, yoksa

BÂTIL VE BATILI BİR ANAYASA MI?

      

2016 yılında Milli Çözüm Dergimizde yayınlanan bu yazımızda; AKP hükümetinin 2016’da yapacağı yeni anayasa için her kesimden “örnek metinler” istendiği bir dönemde; Biz, Milli Çözüm Dergisi olarak “YENİ ANAYASA HAZIRLIKLARI VE GERÇEK DEĞİŞİMİN TEMEL ESASLARI” adıyla teklifimizi hazırlayıp gerekli mercilere ulaştırmış… Hükümetin bu çağrısına kayıtsız kalan İlahiyatçı, İslamcı ilim ve fikir ehli bilinen yazar ve müderris kişiler ile cemaatlere de, bu yeni anayasa için katkı sunmamalarının vebalini kendilerine hatırlatıp uyarmış ve duyarsız kalmalarının ne gibi nedenleri olabileceğini sunmuştuk.

Ey İsmailağa Cemaatinin ve Fatih medreselerinin muhterem müderrisleri, müfessirleri ve mürşitleri…

Ey Hayrettin Karaman gibi güya müçtehit; Nihat Hatipoğlu, Mustafa Karataş gibi medyatik yandaş İlahiyat profesörleri…

Ey Doğu ve Güneydoğu’daki medreselerin müstakim ve muttaki bilinen (mollaları) Melleleri…

Ey Abdurrahman Dilipak gibi, sık sık Kur’ani hükümleri referans gösteren AKP’nin İslamcı bilgiçleri…

Ey Ali Bulaç gibi meal yazmış, ayet ve hadislerin mana ve maksadını açıklamış, FETÖ ile de oldukça yakınlaşmış sözde fikir ehli…

Ey başta Fetullah Gülen ve din istismarıyla şebekeleşen bütün ekibi ve takipçileri!

Ey Yaşar Nuri Öztürk gibi, İhsan Eliaçık ve CHP’li Eren Erdem gibi, Ali Şeriati çömezi “şeriatsız din” mucitleri ve Ehl-i Sünnet tahripçileri!..

Ve hele, koyu Erbakancı geçinip bu AKP’yi Hoca’nın sadık talebeleri ve stratejik takipçileri göstererek, Rahmetli Erbakan’ın bunlar hakkındaki çok açık tespit ve tenkitlerinin ise taktik gereği olduğunu söyleyerek bu kirli zihniyeti meşrulaştırmaya yeltenen; ve aslında Siyonizm’le baş edilemeyeceği kanaatleri pekişen, Adil Düzen’in ve Milli Görüş Projelerinin başarıya ve uygulanma aşamasına ulaşma ümidini yitiren ve iman pilleri tükenen fikir zevzekleri[1] ve cehalet sünepeleri[2]…

2016 yılında AKP yeni bir Anayasa yapmak üzere hazırlığa girişmişti ve bu nedenle ilim ve fikir ehlinden görüş istemişti! İşte zerre kadar iz’anı, irfanı ve vicdanı olan herkese ve her kesime tarihi ve imani bir sorumluluk düşmekteydi. Bütün ilim erbabının, medrese ulemasının, İlahiyat Prof.larının, din adamlarının, İslamcı yazar ve yorumcuların görevi; Kur’an’ın sarih (açık) ayetlerini ve Resulüllah’ın sahih (sağlam) hadislerini ve icma-ı ümmeti esas alan, akli ve ahlâki ölçülere dayanan, çağımızın şartlarına ve Müslümanların ihtiyaçlarına da çare ve çözüm ortaya koyan; farklı din ve düşünceden, ayrı kültür ve kökenden bütün insanların temel haklarını ve huzurlarını sağlayan, hem de gerçek anlamda din ve vicdan özgürlüğünü tanıyıp garantiye alan ve halkın etkin olarak yönetime katılımının yolunu açan ilmi ve insani anlamdaki laik ve demokratik kurallara bağlı ADİL ve ASRİ bir Anayasa taslağı hazırlayıp, ilgili komisyona göndermekti. Bu ilmi, İslami ve insani projenizi TV’leriniz, gazeteleriniz ve dergileriniz vasıtasıyla topluma tanıtıp tartışıvermek, halkımızı bilgilendirmekti. AKP iktidarının Kur’an’a, İslam’a, ahlâka ve vicdana, yani adalet ve huzura aykırı ve her türlü sosyolojik fitnenin ve ekonomik felaketin “yasal” kaynağı olacak bir ANAYASA yapmalarına fırsat vermemekti… Böyle azim bir günahın, yalnız hayat süresince değil, kabirde ve mahşerde de asla yakanızı bırakmayacak bir vebal ortaklığının altına girmemekti…

Eğer böyle bir Anayasa taslağı hazırlayıp iktidara ve ilgili komisyona sunamıyor ve toplum önünde savunamıyorsanız (ki yapamadınız);

1. Ya ilmi seviyeniz, bilgi birikiminiz, İslami sistem ve yöntem kabiliyetiniz yetersizdir. Öyle ise İslam âlimi ve Din bilgini geçinmeyiniz ve hak etmediğiniz bir etiketle toplumu yanlış etkileyip yönlendirmeyiniz.

2. Veya, Kur’ani gerçekleri ve İslami gerekleri savunacak ve bu uğurda Allah için bazı sıkıntılara katlanacak bir dini gayret ve cesaretiniz mevcut değildir.

3. Ya da makam ve menfaat hatırına, dünyalık rantınız ve rahatınız uğruna, bildiği ve iman ettiği Kur’ani hakikatleri gizleyecek kadar zavallı kimselerseniz. Böyle ise Bakara: 159. ayeti sizlere hitap ve itap etmektedir:

“Gerçekten, apaçık belgelerden (ibaret emirler olarak) indirdiklerimizi (Kur’ani hüküm ve hakikatleri) ve insanlar için Kitapta açıkça beyan ettiğimiz hidayeti (şeriat ve istikamet prensiplerini) gizlemekte olanlar (güç odaklarının vereceği zarardan korkarak veya onlardan makam ve menfaat umarak, Kur’ani gerçekleri kısmen veya tamamen örtmeye çalışanlar var ya); işte onlara, hem Allah lanet etmektedir, hem de (bütün) lanet ediciler(in bedduası onların üzerinedir).”

Ey Melleler, Meşayihler ve AKP mücahitleri! Haydi, bari şimdi Allah ve Resulüllah aşkına, mazlum milletimizin ve Ümmeti Muhammed’in hatırına Kur’ani bir Anayasa hazırlayıverin. Şayet kendi başınıza başaramıyorsanız, tarikat ve cemaat erbabınızla yardımlaşın, olmazsa tüm AKP’liler ve muhalifleri toplaşın da, örnek ve model bir İslami Anayasa taslağı hazırlayıp gönderin. Ki en azından, ilgili ve yetkili kimselerin, “Ne yapalım, ilim ehli bize akli, ahlâki ve imani ölçülere dayalı bir Anayasa yapıp getirmediler, bizim hazırladığımızın da yanlış ve yararsız olduğunu söylemediler” demelerine fırsat vermeyin.

FM TV Haddini Aşmamalıydı!

04.01.2016 tarihli FM TV’de Uğur Altun’un yönettiği Gündem Ekonomi programında, izleyicilerden gelen bir soruyu yanıtlayan kısa sakallı (adını öğrenemediğim) konuşmacı:

“O günkü konjonktür gereği zahiri girişim olarak doğru görülse de içeriği tartışılır” deyince, daha uzun sakallı konuşmacı ise; “Ben Ahmet Hoca’ya katılmıyorum. Erbakan’ın fitne ve fesatlık başı İran’ı İslam Birliğine katması tamamen yanlıştı. Ben şimdi 34 ülkenin kurduğu İslam Askeri İttifakına Şii İran’ı katmayan Suudi Arabistan’ı alnından öpüyorum” şeklinde, cehaletini gösteren haddini bilmez bir yanıt vermişti. Oysa Erbakan Hoca’nın asırlar boyunca İslam dünyasını Şii-Sünni kışkırtmasıyla boğuşturup kendilerine mahkûm ve mecbur bırakan Siyonist-Emperyalist odakların hesaplarını bozan D-8 oluşumuna İran’ı katması, elbette tarihi ve talihli bir girişimdi. Yerli yabancı tüm insaf ehli strateji uzmanlarının ortak kanaatiyle dış güdümlü 28 Şubat’ın asıl nedeniydi. Şimdi Suudi merkezli sözde İslam Askeri İttifakı, aslında bir Amerikan projesiydi ve güya İran’a karşı Siyonist İsrail de bu ittifakın dolaylı müttefikiydi. Hem şu anda, AKP Türkiyesinin stratejik müttefiki ABD; aynı zamanda İran’la çok yönlü barış ilişkileri içerisindeydi. Yoksa İsmailağa Cemaati BOP çerçevesinde 27 İslam ülkesini parçalama hedefinin eşbaşkanlarının tahribatlarına keramet uydurma peşinde miydi? İran’ın hem mezhebi taassupla hem siyasi tutarsızlıkla pek çok yanlış düşünce ve davranışları, onunla savaşıp Siyonist güdümlü Amerika ve Avrupa’nın taşeronluğunu yapmamızın gerekçesi olabilir miydi?

Şimdi tekrar hatırlatıp teklif ediyoruz: Kur’ani ilminiz ve dirayetiniz, İslami gayret ve hassasiyetiniz, imani ve vicdani cesaret ve ciddiyetiniz varsa, AKP hükümetinin yapacağı yeni anayasa için her kesimden “örnek metinler” istediği bu süreçte; sarih ayetlere, sahih hadislere, üzerinde icma hâsıl olmuş külli kâidelere, aklıselime, çağımızın gereklerine ve ülkemizin gerçeklerine uygun bir Anayasa Taslağı hazırlayıp, ilgili komisyona gönderiniz ve bunu TV’nizde naklediniz… Aksi takdirde Haçlı AB’nin dayattığı Bölünme Anayasasının vebaline gireceksiniz.

Hakikaten doğruların tespit ve tebliğ edilmesini istiyor ve bizim teklif ve tenkitlerimizin yanlış ve yararsız olduğunu söylüyorsanız, bunları delilleriyle bize yazın, dergimizde yayınlayıverelim. Veya davet edin, televizyonunuzda ve halkın huzurunda savunduklarımızın sağlam dayanaklarını ortaya koyup HAKK’a rıza ve teslimiyet gösterelim.

İmam-ı Şafii Hazretleri; “Din düşmanlarının oklarını dikkatle takip edip kimi hedef aldıklarına bakın; onlar sizi Hak ve hidayet kutbuna ulaştıracaktır!” diyerek bize yol göstermektedir. Hz. Mevlâna ise; “Bir devirde ve ülkede müşrikler, kâfirler, Yahudi ve Hristiyan kesimler, münafık ve fasık kimseler; kendi heves ve hedefleri uğruna birbirlerini çekemeyip çekişseler de, hepsi birden ortaklaşa hangi şahsiyet ve harekete kin ve nefret besliyorlar ve ona karşı ittifak kuruyorlarsa işte asrın sahibi ve Hz. Peygamberin naibi o zattır” buyurarak kime güvenmemiz ve peşine gitmemiz gerektiğini öğretmektedir. El Hak, bunlar baştan sona doğru ve uygun tespitlerdir. Ki bu işaret ve beşaret edilen Erbakan gibi kutlu şahsiyet dışında, İslami prensipleri ve insani gereksinimleri esas alarak ADİL bir DÜZEN projesi hazırlayan ve bunun lüzumunu insanlığa haykıran bir kişi daha henüz çıkıvermemiştir. Ve işte bu yüzden O’nun sadık talebeleri ve takipçileri de zalim güçlerin ve hain işbirlikçilerin korkulu rüyaları haline gelmiştir.

Şimdi AKP iktidarının, yani dindar kahraman sanılanların; Kur’an’ı, Rasulüllah’ı, yani İslam’ı kaynak ve dayanak yaparak değil, Haçlı AB dayatmalarını, haksız ve ahlâksız Kopenhag kriter ve kurallarını, Siyonist odakların güdümündeki NATO ve BM standartlarını ölçü alarak ve bütün bunlara “demokrasi” kılıfı sarıp gafil, cahil ve çaresiz halka onaylatarak yürürlüğe konulacak gayri milli ve temeli kirli bir Anayasa’nın destekçisi ve değnekçisi olmak nasıl bir şereftir, nasıl bir fazilettir!?

Tek bahaneniz; “Yahu görmüyor musunuz, CHP’liler, ulusalcı sosyalistler ve din düşmanı Kemalistler de AKP iktidarına ve hazırlayacağı Anayasa’ya şiddetle ve nefretle hücum etmektedir. Bu vaziyette dindar hükümeti yalnız bırakmamak lazım gelir” sözlerinizdir. Oysa bütün bunlar kurulan tezgâhın bir gereğidir. AKP iktidarına ve bâtıl-bozuk icraatlarına mazeret ve meşruiyet kazandırmak için böyle davranmaları icap etmektedir. Yoksa CHP veya diğer muhalifler de FAİZCİ değil midir? Yoksa onlar AB talimatları ve kriterleri uğrunda zinayı ve eşcinselliği serbest hale getirmeyi red mi etmektedir?

“Bizim iktidarımız ve dindar kahraman BOP eşbaşkanlarımız çok akıllıdır, en doğru ve en uygun Anayasa’yı da yapacak inanç ve uyanıklığa sahip insanlardır” gibi saflıklara ve safsatalara da güvenmeyin…

Tam on iki yıl boyunca bütün uyarılara kulak tıkayıp ellerini öptükleri, dua istedikleri ve her taleplerini yerine getirdikleri FETÖ, bu süreçte devletin bütün kurumlarına yerleşmiş, CIA hesabına örgütlenmiş ve sonunda bunların o yüksek feraset ve faziletini yansıtan itiraf gelmişti. “Saflığımızdan yararlanıp bizi aldattılar!..” “Hükümete yakın bir medyada yazmam, ayağıma kırmızı halı serseler bile böyle bir yüzsüzlüğe yanaşmam” anlamında laflar eden Fetullahçı Hüseyin Gülerce birden Erdoğancı olup çıkmıştı.

Çözüm Süreci palavrasıyla PKK’nın beş yıl boyunca Doğu ve Güneydoğu’da illerde, ilçelerde ve mahallelerde “büyük ayaklanma hazırlığı ve özerk bağımsızlık ilanı” yapmalarına göz yumdukları halde, sonunda kalkıp tam bir pişkinlikle, “PKK iyi niyetimizi kötüye kullanıp bizi kandırdılar!..” demekten sıkılmadılar. İyice azgınlaşan PKK dinsizleri ise okulları, camileri, karakolları kundaklamaya cesaret buldular. Hatta Selahattin Demirtaş; “Bizim partide Erdoğan meftunları vardı, hiçbirini milletvekili yapmadık” itirafıyla, barış sürecindeki HDP milletvekillerinin birçoğunun iktidarın adamı olduğunu vurgulamıştı.

Kuzey Irak’taki PKK militanlarının Türkiye üzerinden resmigeçitle ve silah sistemleriyle Kobani’ye ve PYD’ye katılmalarına, ABD ve AB’nin bunları donatmalarına taşeron aracılık yapan iktidar yetkilileri sonunda kalkıp; “Bunlar bizim merhamet ve müsamahamızı kötüye kullandılar!” demekten utanmadılar.

Oysa aynı PYD ve PKK; Rusya, Esed ve ABD desteği ile Türkmenleri göçe zorlamıştı!

Güvenlik birimleri, PYD/PKK terör örgütünün, Türkmenleri Tel Abyad’da göçe zorladığını açıklamıştı. Bu raporlara göre, PYD/PKK terör örgütü, başta ABD olmak üzere koalisyon devletlerinin ve tabi Rusya ve Esed’in yoğun desteği sayesinde Tel Abyad (Şanlıurfa, Akçakale karşısı) ilçe merkezi ve çevresinde hâkimiyet sağlamış ve bölgedeki Türkmenlere yönelik etnik temizlik başlatarak, göçe zorlama gibi baskılarını her geçen gün artırmıştı. İşte kahraman AKP’nin sürekli aldanışları başımıza bu işleri açmaktaydı. Amerika ve Avrupa tarafından kıskaca alınmışken en zor zamanında ve dünyayı karşısına alma pahasına Rusya’ya ve bu nedenle kendisine “mert adam” diyen Putin’e sahip çıkanlar ve yalaka yazarlar o günlerde, “Rus uçağı olduğunu bilseydik düşürmezdik. Bize bir oyun tezgâhlandı” demeye başlamıştı.

BM’de, Brezilya ile birlikte İran lehine el kaldıran kahramanlar, yine “aldandıklarını ve yanlış ata oynadıklarını” savunmakta ve savrulmaktaydı.

Kankası ve karılarıyla birlikte kahvaltı arkadaşı Beşşar Esed, bir gecede diktatör olunca ve Batılıların (BOP patronlarının) Arap baharı rüzgârına kapılınca, şeytanilerin yaktığı ateşe önce AKP iktidarı körükle benzin fışkırtmış, Esed’in hemen devrileceği hayallerine kapılmış ve tabi bir kez daha ters köşeye yatırılmış, ama maalesef Suriye cehenneme, Türkiye Suriyeli mülteci cennetine (cenderesine) çevrilmiş bulunmaktaydı! Bu denli ve sürekli iğfal edilen safdiriklerle bu ülke nereye varacaktı?

2004 yılında Sn. Recep T. Erdoğan havai fişekler patlatarak ve muhalifleri çatlatarak AB’ye girmenin coşkusunu ve bayramını kutlamıştı. Ama o tarihten sonra 17 yıl geçti, hâlâ kapının dışındaydı ve Suriyeli mülteciler Avrupa ülkelerine sızmasınlar diye Anadolu toplama ve karantina kampının başında gardiyanlık yapmaktaydı. Ne yapsın, bu gâvurlar aldatma konusunda çok ustalaşmıştı. Bu nedenle bizimkinin ustalık havaları pek işe yaramamıştı!

Daha önce Menderes, Demirel ve Özal da AB sevdası ve Haçlı oluşuma hasret duygularıyla Mevlâ’ya kavuşmuşlardı. 1989’da ise Yıldırım Akbulut; “Çok şükür girdik sayılır” buyurmuşlardı. 1993’te Tansu Çiller; “Aç kapını Avrupa, Türkiye Batılılaşmıştır” çağrısı yapmıştı… 1997’de Mesut Yılmaz; “Artık tamamdır, Türkiye AB’nin bir parçasıdır” havaları atmıştı… Ve tabi 2004’te Sn. Erdoğan havai fişekler patlatıp, Haçlı bayramını kutlamıştı!.. Sadece ve yalnız Erbakan bu sinsi ve kirli tezgâha kapılmamış, İslam Birliği’ni ve D-8’leri kurmak için çırpınmıştı.

Bakın Avrupalılar ve Amerikalılar Türkiye’yi “sığınmacı sığırtmacı” yerine koyarak, bütün harcamaları kendileri yapmak ve fiyatlandırmak şartıyla kâğıt üzerinde 3 milyar harçlık verip AKP iktidarının sırtını sıvazlamaktaydı. Pek çok AB ülkesi, “asla Müslüman mülteci almayacaklarını”, Kanada ise, özellikle Suriyeli Müslüman gençlerin sadece EŞCİNSEL olanlarını kabul buyuracaklarını açıklamışlardı.

Acaba AB’ye kabulümüzü kolaylaştırmak ve çabuklaştırmak için mi bu AKP, eşcinselliğe kanuni kılıf ve mazeret hazırlamak için çırpınmaktaydı? Ve yine mübarek ve muttaki tarikat ve medrese ehlinden AKP’nin AB aşkı hatırına bu işe gönüllü olacaklar da var mıydı?

NATO Genel Sekreteri Stoltenberg; “Müslümanlar bizim derdimiz değil” açıklamasını yapmıştı!

AKP iktidarı inatla Türkiye’yi NATO’nun bir parçası ve “Güneydoğu sınırı” gibi görmeye devam etse de NATO’nun Müslüman topraklarına yönelik işgal ve saldırıları, gizli ve açık icraatları Haçlı zihniyete sahip örgütün Türkiye’yi kullanmaktan başka derdi olmadığını göstermişti. Savaşları bitirmek ve demokrasi yaymak yalanlarıyla hep Müslümanları öldüren NATO, bu kez derdini açıkça dile getirmişti. NATO Genel Sekreteri, Suriye’deki iç savaşa müdahale etmek istemediklerini, çünkü burada “öldürenin de ölenin de Müslüman olduğunu” belirtip, “Bu mücadeleyi Müslümanlar için yürütemeyiz” diyerek ilk kez NATO’nun amacının Hristiyanları korumak olduğunu açıkça itiraf etmişti.

Değil vatandaşın, Meclis’teki adamların dahi “Yeni Anayasa” diye ciddi bir dertleri ve beklentileri bulunmadığı o dönemde Başbakan olan Davutoğlu “Başkanlık” sistemine geçiş kılıfı olarak bunu gündeme taşımıştır. 317 milletvekili bulunan AKP, 13 milletvekili daha ayarlarsa, Başkanlık onaylaması, -pardon anayasası- referanduma taşınacak ve kesinlik kazanacaktı. Hem AKP Hükümetinin hem de muhalefetin ikide bir, “Askerlerin yaptığı Anayasa’yı değiştirelim, sivil ve demokrat bir Anayasa yapalım” iddiaları tam bir saptırmacaydı. CHP, “Başkanlık Sistemi hariç, yeni bir Anayasa yapmaya hazırım” havasındaydı; HDP, “ver anayasal vatandaşlığı yani özerklik bağımsızlığını, al başkanlığı” yaklaşımındaydı.

“AKP, CHP ve HDP’nin vatandaşlık tarifinin değiştirilerek, anayasal vatandaşlığın getirilmesi konusunda uzlaşmış oldukları anlaşılmaktaydı. Anayasal vatandaşlık kavramı, etnik kimliklere, yani bölünmeye hukuki zemin hazırlamakla eş anlamlıydı. Bunu kabul etmek ülkenin bölünmesine giden yolun önünü açmaktı. Sevr Antlaşması’nın 62 ve 64. maddelerindeki yerel özerkliğin bir adım sonrası da bağımsızlıktır. Oysa bizim Anayasa’mızın 66. maddesindeki ‘Türk’ kelimesi bir ırkın değil, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan; dili, ırkı, rengi, cinsiyeti, siyasal düşüncesi, felsefi inancı, dini mezhebi ne olursa olsun tüm vatandaşların bir araya gelerek oluşturdukları ve herkesi kucaklayan milletin ortak adıdır. Oynanan oyun temel hak ve özgürlüklerin güçlendirilmesi kisvesi altında tek adam rejimiyle ülkeyi bölerek, Sevr’i hayata geçirme hazırlığıydı. BOP da günümüzde bunun ete kemiğe bürünmüş adımıdır” tespitleri ve endişeleri elbette haklıydı.

O süreçte Ahmet Davutoğlu’nun Meclis’teki partilere; “Gelin, hepimizin yüz karası olan bu 12 Eylül Anayasası’nı birlikte tarihe tevdi edelim, onun yerine hep birlikte hepimizin gurur duyacağı, çağdaş, demokratik, özgürlükçü bir Anayasa’yı yapıverelim…” çağrısı da samimiyetten uzaktı. Önce bu mevcut Anayasa 12 Eylül Anayasası olmaktan çıkmıştı. Pek çok Anayasa uzmanına göre, zaten: “12 Eylül’den sonra değişik zamanlarda ve farklı iktidarlarca Anayasa’da değişiklik yapılan madde sayısı 87’yi aşmıştı.” Yani Anayasa’nın yarıdan fazlası zaten değiştirilmiş durumdaydı. Ama her şeye rağmen yeni bir Anayasa yapılacaksa, bu bizi millet yapan farklı köken ve kesimleri birbirimize bağlayan ortak mayamız olan İslam’a ve temel insan haklarına uygun olmalıydı.

Yeni ve Adil bir Düzen hazırlanırken bugünkü Batı medeniyetince akıl ve araştırma sonucu ulaşılan, İslam’a aykırı bulunmayan hukuki ve idari (siyasi) kural ve kurumlarından da yararlanılmıştır. Bu İslam’daki “örf=hayırlı gelenekler ve yararlı âdetler” sınıfına sokulmaktadır. İmam-ı Azam, bazen örfü kıyastan üstün tutmaktadır.

Doğu-Batı sentezi ve “uygar insan” kavramı

Genel kanaat ve kanıtlar şu yöndedir ki;

Doğulu maneviyatçı, batılı maddeci ve menfaatçidir. Ama hem inançlı, hem de iz’anlı olmak gerekir.

Doğulu içten ve hasbi, batılı art niyetli ve hesabidir. Ama hem merhametli, hem de dikkatli olmak gerekir.

Doğulu duygularıyla ve metafizikle, batılı beş duyusuyla ve matematikle hareket etmektedir. Ama hem imanlı ve insaflı, hem de planlı ve itidalli olmak gerekir.

Doğulu vefalı ve fedakâr, batılı fırsatçı ve hilekâr bilinir. Ama hem yüreği yanık, hem de uyanık olmak gerekir.

Doğulu tevekkül ehli, batılı tedbirlidir. Ama hem müdbir (tedbirli), hem mütevekkil (teslimiyetli, kanaat ehli ve geniş yürekli) olmak güzeldir.

Doğuya gönül ve ilham, batıya akıl ve felsefe hâkimdir. Ama hem vicdana dayanmak, hem de aklını kullanmak gerekir.

Doğuda din ve duygu, batıda bilim ve kurgu öndedir. Ama dinin değerleri, bilimin verileriyle yorumlanmalı ve yürütülmelidir.

Doğulu ölüm ötesine, batılı ölüm öncesine önem verir. Ama ahiret burada kazanılacaktır, dünya ahiretin mezrası ve mektebidir.

Doğulu sevgiye ve sadakate, batılı zevke ve hıyanete yöneliktir. Ama sadakat gösterirken, saflığa düşmemelidir.

Aşk deyince doğuda sevda, batıda şehvet hatıra gelir. Doğuda genellikle hikmet, batıda özellikle edebiyat üretilir. Ama hikmetsiz edebiyat gevezelik, edebiyatsız hikmet zevzekliktir.

Doğuya din ve maneviyat geldi. Ama yobazlık ve istismarla yozlaştırıldı. Batıdan laiklik ve demokrasi geldi. Ama dinsizlik ve ahlâksızlıkla yozlaştırıldı.

Doğudan hisler ve sevgiler geldi. Ama hayalcilik ve hasetçilikle yozlaştırıldı. Batıdan düşünme ve akıl yürütme geldi. Ama şehvet ve şeytaniyetle (hile ve desise ile) yozlaştırıldı.

Doğudan edep ve hürmet geldi. Ama şuursuz gelenek ve ruhsuz görenekle yozlaştırıldı. Batıdan serbestlik ve medeni cesaret geldi. Ama haksızlık ve hayâsızlıkla yozlaştırıldı.

Doğulu kaba görünümlü ama insancıl, batılı kibar görünümlü ama barbardır. Halbuki hem insancıl, hem kibar olmaya çalışmalıdır.

Doğulu “sen”cil, batılı “ben”cildir. Ama doğrusu “biz”cil olmaktır. Yani farklı köken ve kültürden herkesi kendimizin bir azası, kendimizi de âlemlerin bir parçası görme olgunluğuna ulaşmalıdır. Kısaca yerli düşüncenin ve milli değerlerin çağdaş ve evrensel bir yorumcusu ve savunucusu konumuna ve şuuruna kavuşmalıdır.

Öyle ise, dindar olalım, ama yobazlaşmayalım! Demokrat olalım, ama soysuzlaşmayalım! Devletimize bağlı kalalım, ama ruhumuzu köleleştirip yozlaşmayalım!

Hikmet ve hakikat… İlim ve sanat… Hürriyet ve huzurlu hayat… İnananların ve insanlığın kaybettikleri ortak malıdır. Nerede bulursak alalım, sahip çıkalım. Ama asla Hak yoldan sapmayalım, yalpalamayalım! Doğuya da Batıya da yanaşalım, anlaşalım… İnsani değerler ve Milli dengeler çerçevesinde yüzleşelim, uzlaşalım. Danışalım, yardımlaşalım. Ama asla yalvarmayalım, yavşaklaşmayalım!

O halde nedir, Milli Cephe, Milli Şuur?

Bizi şerefli millet yapan değerlerin… Bize şanlı medeniyetler kurduran düşüncenin… Tüm insanlığa huzur ve hürriyet sağlayacak ve herkese model olacak adil ve asil bir düzenin, ortak ve orijinal tanımıdır. Peki kimler “Milli Şuur” kapsamındadır?

Yeni bir medeniyet mimarının ifade buyurdukları gibi:

A- “Kimya”sında (iç dünyasında);

  1- Hakkı üstün tutan (yani herkesin insan haklarına saygı duyan ve sahip çıkan).

  2- Maneviyatçı olan (yani menfaatçi ve insafsız değil, vicdan ehli olan).

  3- Nefis terbiyesini, hesap ve sorumluluk düşüncesini esas alan.

B- “Fizik”i yapısında (dış dünyasında) ise;

1- Hidayet ehli olan (yani doğruyu tanıyan ve hayırdan taraf olan).

2- Feraset ehli olan (yani ayrıntıların ve sinsi hesapların farkında olan).

3- Dirayet ehli olan (yani inancının ve insanlığın hizmetinde gayret, metanet ve cesaret sahibi olan) herkes bu tanımın içindedir; yani yerli ve şerefli cephedendir. Yaradan’a saygısı, yaratılana sevgisi olmayan diğerleri ise, kirli ve şerli cephedendir. Ve artık yerlilerin müstevlileri kovacağı, millilerin kirlilerden kurtulacağı zaman gelmiştir. Irak işgali, Suriye ve Libya’da yaşananlar, inşaallah herkesin gözünü açacak, doğuyu gaflet ve meskenetten, batıyı şehvet ve nefse esaretten kurtaracaktır. Siyonizm’in ve emperyalizmin demokrasi ve insan hakları Donkişotluğunun tam bir sahtekârlık olduğu anlaşılacaktır.

Hani, 91 Körfez savaşı sonrasında Kuveyt’e demokrasi götürüldü mü?

Afganistan’a insan hakları ve demokrasi reva görüldü mü?

Somali’ye ekonomik ve sosyal huzur ve hürriyet sağlanıp, zulüm ve sömürü ülkeden sürüldü mü?

Suriye ve Libya halkı Arap baharı ve demokrasi şarlatanlığıyla despotluktan kurtulup huzur ve hürriyet ortamına döndü mü?

Ama umarız bu vahşi Irak işgali, Suriye ve Libya vahşetleri doğu ile batının kucaklaşmasını ve Siyonist sömürüye karşı ortak bir cephede mecburen buluşmasını doğuracaktır.

Bütün bu gayretler, ibadet şuuru ve imtihan sorumluluğu kapsamında değerlendirilmelidir.

Bir hizmet ve gayretin ibadet sayılması için beş temel şart gereklidir:

1. O adet cinsinden ve dünyevi bir hedefle-hevesle değil, Allah emrettiği için yapılmalıdır.

2. Emredilen ve öğretilen şekilde yapılmalıdır.

3. Emredilen ölçüde ve miktarda yapılmalıdır.

4. Emredilen zaman ve mekânda yapılmalıdır.

5. Bu emirler önem ve öncelik sırasına göre yapılmalıdır. (Farz, vacip, sünnet, nafile gibi.)

Örneğin: Niçin Namaz Kılıyoruz?

a) Namazın; sevap ve ahiret hazırlığı faydası vardır.

b) Sağlık ve temizlik faydası vardır. (Taharet, abdest gibi.)

c) Spor faydası vardır.

ç) Sosyal tanışma ve dayanışma faydası vardır.

d) Sivil savunma ve cihada hazırlık faydası vardır. Hatta Mihrab (Harb) kökünden-şeytanla ve nefs-ü hevâyla harb edilen yer demektir. Mihrab: Cihada emredildiği an toplanmaya yarayan ve emir komuta disiplini altında ibadet yaparak fiili cihada hazırlık yapılan camiinin en merkezi ve önemli mevkiidir. Bu halde şuurla ve huzurla namaz kıldıran ve kılanlar da “Muharib”tir.

İşte bunların hepsi namazın hikmetleridir, yararlı yönleridir. Ama bunların hiçbirisi NAMAZ’ın illeti-asıl sebebi değildir. Çünkü namaz sadece Allah emrettiği için eda edilir.

        

ŞİİR

        

Allah’ı sevdiğin, iddian yalan

Hakikat uğrunda, baş atmadıkça…

Rahatın çıkarın, varlığın talan

Edüp de Şeytan’a, taş atmadıkça…

        

Ey faizciye dost, mutabık adam

AB yasasına, muvafık adam

Hak düzen dert etmez, münafık adam

Gönülden aşk; gözden, yaş akmadıkça…

        

Dinin istismardır, amelin riya

Ne mal isen bilir, Zat-ı Kibriya

Yakında anlarsın, hayat bir rüya

Ruhun özgür olmaz, naaş atmadıkça…

      

Adil Düzen yoksa, adilik yaygın

Müslüman perişan, zalimler saygın

Din ve dava diye, yok senin kaygın

Vicdan iz’an irfan, kuşanmadıkça…

        

Faiz kefareti, olmaz sakalın

AB hıyaneti, ortak çakalın

Nifak dışa yansır, kalmaz pak alın

Adil Düzen kurup, yaşatmadıkça…

        

 


[1] Zevzek: Geveze, münasebetsiz, yersiz ve isabetsiz fikirli.

[2] Sünepe: Pinti, pejmürde, basit ve fasit kişi.

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Picture of Ali ÇAĞIL - İHL ve Kamu Yönetimi Mezunu

Ali ÇAĞIL - İHL ve Kamu Yönetimi Mezunu

Subscribe
Bildir
14 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

İnsan
İnsanın bir derdi tasası olmalı buda tabiki Allah’ a nasıl kul olurum. Eğer derdi bu olmaz ise o zamanda insan olma şerefine erişemeyecektir. Rabbimiz insanı halifesi olarak yaratmış ve bunun gereğide yeryüzünde huzur barışın tesisi için çalışmaktır. Böyle bir derdi tasası olmayanların da yeni sistem, düzen ve anayasa gibi dertleride yok maalesef çünkü bu tiplerin önceliği dünya olduğu için bu dünyada yakın zamanda kendilerine en fazla menfaati nerede toplayabileceklerse onun yanında dururlar. Bu tipler için başta olanın Harun mu Karun mu olduğu onları ilgilendirmez onlar için kendi menfaatleri önceliklidir.
Bu dünyada gerçek saadet ve huzuru yaşamak isterlerse de aslında tek çareleri islam merkezli Adil bir Düzene uyup onun yolunu takip etmeleri gerekir. Ama şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiş ve işin merkezinden uzaklaştırmıştır.

Medine (Adil Düzen) anayadası
Medine vesikası (anayasası)tarihte tesbit edilebilen ilk yazılı anayasadır.Devletin kuruluş esaslarını,organlarını ve temel prensiplerini ortaya koyan yazılı bir anayasanın ilk örneğine Efendimiz (sav)in döneminde rastlanmaktadır.Hicretten sonra Müslümanların yanı sıra Medine toplumunu oluşturan Yahudileri ve diğer grupları bir şehir devleti halinde teşkilatlanmaya ikna eden Hz Peyganber bu teşkilatın esaslarını yazılı bir metin (sayfa) halinde ortaya koymuşlardır.Medine şehir devletini oluşturan toplulukları,bunların birbirleriyle ve yabancılarla olan münasebetlerini,bu toplulukların idari ve adli yapılarını,fertlerin sahip oldukları din ve vicdan hürriyetini belirli esaslara bağlayan bu metin,maddi ve manevi açıdan bir anayasa mahiyetindedir.
Bu sözleşmeye bakan herkes,Hz Muhammed (sav)in bu belge ile insanlığın temel sorunlarını çözecek esasları ve insani değerleri asla göz ardı etmeyecek bir anayasa hazırladığını görecektir. O zaman diyebiliriz ki;Allah’ın elçisi Hz Muhammed (sav) aynı zamanda insanlığa hizmeti ve güvenliği esas alan bir devlet kurmayı başaran ve sosyal bir toplum meydana getiren benzersiz ve güçlü bir devlet adamıydı.
O halde sözüm ona şeyhler, ulemalar,diyanet ve tarikat hocaları..Bakınız;örnek aldığınızı zannettiğniz Efendimiz bütün insanlığın kurtuluşunu sağlamak için Adil düzeni esas alan bir anayasa ile dünyaya huzur ve refah getirmiştir.O halde:Sizin hayal bile edemeyeceğiniz formatta,Efendimizin izinde,Erbakan Hocamızın öğretileri ile Üstad Ahmet Akgül hocamızın öncülüğünde hazırlanan bu anayasayı, başınız önde,ceketlerinizin düğmeleri iliklenmiş vaziyette kabul edin.Zira sizin bizim,tüm insanlığın kurtuluşu ancak Adil Düzenin yaşanabilir kılınması ile mümkündür.

Yeni Anayasa Hazırlanma Sürecinin İlahiyat ve Tarikat Hocalarını Eleme Özelliği
Yeni anayasa için her kesimden “örnek metinler” istenmişti. Bu sürecin yaşanmasıyla, görüyoruz ki;
Cemaat önderlerinin, İlahiyat Prof.larının, kanaat önderinin, medyada parlatılmış hoca efendilerin, tarikat şeyhlerinin, Milli Görüşçülerin liderliğine soyunanların, iktidar fetvacı hocaların, kendini yüce makamlarda olduğu hissini veren zevatların, gazete köşelerinde dini hassasiyeti tavan yapan yazarların…
Sorunlara soygunlara çözüm bulan, İslam’a uygun, adaleti ve bereketi getirecek nizama-sisteme-yönetime-anayasaya dair elle tutulur, yetkili mercilere sunulacak nitelikte çalışmalarının olmadığını makalemiz muazzam bir tespitle gün yüzüne çıkarmıştır.
İş lafa gelince mangalda kül bırakmayanların, kalıcı bir çözüm için adım atılması gerektiğinde nasıl da adım atamadıkları hatta geri adım atıkları da görülmüştür.
Süreç göstermektedir ki asıl sorunlardan birinin de;
İslam’ın temsilcileri, dini-insani sorunları çözücüleri diye vitrinde tutulan;
İslam kisvesindeki fetö türevi ajanlar, şarlatan ve şehvet karakterli cemaat önderleri, akılları karıştırmaya kilitlenmiş Prof ve benzerleriydi.
Hepsinin ortak buluştukları payda ise; Adil, çağdaş Milli bir Anayasanın hazırlanmaması ve bu kriterleri sağlayan Milli Görüşe uygun Milli Çözümün hazırladığı Anayasanın uygulanmamasıydı. Çünkü, Milletin hakkını verecek Hakka dayalı bir nizamın kurulması demek sömürücü, işbirlikçi, soyguncu, şarlatan, soysuz, taklitçi düzenlerinin yıkılması yönünde zerre taviz vermeyen Milli Çözüm Ruhunun Hakim olması demekti.
Makalemiz doğu ülkeleri ile batı ülkeleri birleştirecek kriterleri içinde barındırması yönüyle tam bir manifesto ve ilim, vicdan, bilge ehli insanların şapka çıkartacağı niteliğinde. Teşekkürler Milli Çözüm.

Bir Milli Çözüm Var
Ümmetin önde gelenleri! olarak görülen kesimlerin yani akademik camianın, şeyh zevatının, kanaat önderi geçinenlerin, siyasi grup önderlerinin ve benzeri bilimum odak noktasının kendilerine yapılan çağrılara karşı sağır-dilsiz-kör tavır takınmalarının altında hepimizi üzen nedenler yatmaktadır. Ülkenin iktisat profesörleri bir lokma bir hırka edebiyatı yapıp, temiz ve helal olsa bile kazancı kötülüyorsa, anayasa profesörü geçinenlerin uyuşturucu mafyalarının işlerini takip ediyorsa, meşayih takımı büyük hizmet olarak kendilerine tahsis edilmiş alanların ve mal varlıklarının peşinde koşuyorsa ve halk da sadece şekile yönelip şuurun yanından bile geçmiyorsa; maalesef yapılan çağrılar karşılıksız kalıyor. Bu kesim ise takındıkları bu tavır ile Müslümanların umut ışığını bilerek kesme gayreti güdüyor ve yiyeceğini suyunu alıp çekilmesini öğütlüyor. Oysa, Hz. Ali efendimizin ifadesiyle “ayakkabısının bağı kaybolsa, Kuran’ı Kerim’de arayan” bir anlayış ile Milli Çözüm, her olaya ve ihtiyaca Rabbimizin emirleri ve yasakları üzerinden baktığından bir tek Milli Çözüm’den ve Üstad Ahmet Akgül Hocamızdan çağrılara cevap verilebiliyordu.

Yeni Anasaya hazırlık olayı, gerçek Alim ile istismarcı Alimleri birbirinden ayırdı.
Andolsun Biz her ümmete: “Allah’a kulluk yapın ve TAĞUT’tan (Bâtıl nizamlardan ve putlaştırılmış insanlardan) kaçının!” diye bir elçi gönderdik. Böylelikle onlardan kimine (gerçekleri kabullenip Hakka ve hayra yönelene) Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine (dünya rahatı ve menfaati için tağut’a tapınan ve şeytani odaklara kapılan kesime) ise dalâlet (sapkınlık-doğru yoldan çıkmışlık) hak oldu. Nitekim yeryüzünde bir dolaşın da, bakın hele (peygamberleri ve davetlerini) yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğunu görüp anlayın (ve ibret alıp toparlanın).
(Nahl suresi 36)

Kendi aleyhinede olsa Haktan yana olmak
Allah’ın indirdiği Kitaptan (kendilerinin ve iktidar sahiplerinin işine gelmeyen) bir şeyi göz ardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir şeyi, dünya menfaatini) satın alanlar (güç odaklarının ve iktidarların keyfine göre fetva uyduranlar var ya); onların yedikleri, karınlarındaki ateşten başkası değildir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak ve onları arındırıp temize çıkarmayacaktır. Ve onlar için acı bir azap vardır.( Bakara 174)

Dünya hayatı serap gibi parlar, bulut gibi geçer gider. Üç kuruşluk dünya menfaatine, ebedi ahiret hayatını tercih etmek, şuursuzca kendini helak etmektir. Ahmaklığın alasıdır. Rabbimiz ayaklarımızı Hakk ve cihat yolunda sağlam tut. Zalim topluluklara karşı bizlere yardım et.. Amin..

İSLAMI DOĞRU ANLAMAK!..
İSLAM DİNİ HER KONUDA EN GÜZEL VE DOĞAL ÇÖZÜMÜN ADRESİDİR!

Tarih boyunca Peygamberlerin ve Hak dava önderlerinin en büyük bir mücadele yürütmek zorunda kaldığı kesimler arasında (batıl sistemlerle belli bir menfaat paralelliği içinde bulunan din üzerinden halkı sömüren) din adına kanaat önderi takılan kişi ya da topluluklar da yer almıştır!. Tıpkı bir partinin ya da liderinin ardından sorgusuzca giden kitleler gibi bu cemaat tarikat liderlerinin ardından da kitleler sorgusuz sualsiz gidegelmişlerdir! Oysa ki Allah’ın Kitabı Elçinin öğretileri akıl mantık vicdan bir tarafa bırakılmak şeklindeki bu tür bir bağlılık dinimize uygun bir bağlılık şekli değildir!.. Topluluklar içinde bulunan samimi niyetli müslüman ve müminler uyanmalı ve gerçekleri görmelidir!.. Aksi halde; tuvalete girerken çıkarken nasıl hareket etmemizi öngören bir dinin (haşa) ekonomide siyasette hukukta anayasada yeni dönemlerde (elbette ki Hak’tan taviz vermeden) insanlığı kurtuluşa götürecek prensipler sunamayacak acizlikte gösterecektir. Bu Allah’a ve Resulüne iftiradır!.

İslam hem bireysel ve topluluk şeklinde ibadetleri öngörür. Hem de Adil Bir Devlet’in düzenin esaslarını belirler. Eğer Peygamber Efendimiz (sav) sadece ibadete çağırıp sömürücü adaletsiz zulümlerle dolu düzene karışmasa idi belki de Ebu Cehil ve avanesince kutsanacak ve hatta diğer toplumlara reklamı yapılacak ve bu şekilde Mekke’ye insan seli akacak ve bu vesile ile de düzen sahipleri yeni ekonomik sosyal siyasi güç elde edeceklerdi. Oysa ki Peygamber Efendimiz (sav) hak hukuk konusunda sömürüye karşı çıkma konusunda daha Peygamber olmadan da adımlar atmıştı. Kutlu görevi alması ile beraber zulüm ve sömürü sistemini değiştirme davasına girişti. O’nun yolunu izleyenler nasıl olurda tüyü bitmemiş yetimin hakkını asgari ücretle çalışan emekçinin alınterini sömürten ve zalimlerle işbirliği yapan
idarecilere partilere ve liderlere karşı Hakkı söylemez ya da Adil Hakkaniyetli bir düzen sistem için mücadele etmezler!.. Demek ki bu işin içinde başka bir iş var!..

“Müslümanlık namaz kılmak, Kur’an okumak, tesbih çekmekten ibaret olsaydı, Ebu Eyyûb el-Ensarî ‘nin İstanbul’da ne işi vardı?”

Prof.Dr. Necmettin ERBAKAN

“Irak’ta ölen bir tek çocuğun vebalini, yedi sülaleniz alnını secdeden kaldırmasa da ödeyemeyecektir.”

Prof. Dr. Necmettin Erbakan.

“Siyasetle ilgilenmeyen müslümanı, müslümanla ilgilenmeyen siyasetçi yönetir.”

Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN

“Siyonizm öyle bir ustadır ki, kim ben mi, hiç Siyonizm’e hizmet eder miyim şarkısını söylettirerek işbirlikçilere askeri tâlim yaptırır!”

Prof.Dr. Necmettin ERBAKAN

Ez Cümle:

Adil Düzen için, İslam birliği için, İslâm’ın hâkimiyeti için çalışmıyorsan beş para etmezsin!! Yani senin çabaların kendini topluluğunu ümmeti kandırmaktan ve zarar vermekten başka birşey ifade etmez!. Uyan!.. tevbe et!.. şuurlan!.

LAF DEĞİL ÇARE SUNAR!..
İşi gücü istismar, olmuş bu zerzevatın
Millet ümmet umrunda,olurlar mı sanırsın
Bel’am gibi Firavnun,düzenine can katın
Hesabı hiç sorulmaz,böyle gider sanırsın!..

Zerre vicdanız varsa,çağrıya kulak verin
Dertlere çare olsun,anayasa hazredin
Batıl-bozuk düzene,bir çare sunuverin
Ne ilminiz çapınız,ilginiz ne arasın
Milli Çözüm laf değil,çare sunar anlarsın!..

ADİL DÜZEN
İslam = bilim = gerçektir. İnsanlığın tek kurtuluşu; İslam’a ve insanlığa ve bilime uygun ADİL DÜZEN (MEHDİYET) projeleridir.

Alim kime denir?
Alim, insanlığın günümüzde yaşadığı sorunlara Kur’an ve Hadis kaynaklı çözüm reçeteleri üreten kişidir. Yoksa geçmiş kitaplardaki bilgileri bizlere aktaran değil. Burada rahmetli Pakistan Devlet Başkanı Ziya Ülhak’ın Erbakan Hocamıza söylediği olayı anlatmamız belki yerinde olur. Ziya Ülhak ülkesideki İslam alimlerine “bana adil, insani bir anayasa getirin uygulayayım” diyor, aradan bir yıl geçtikten sonra çağırıyor bu alimleri ve enler yaptıklarını soruyor, alimlerin verdiği cevap “senin istediğini biz eski kitaplarda bulamadık”. İşte en iyi niyetliler böyle. Bir de alimliğin bir göstergesi de cesarettir. Hem de sultana, başkana karşı doğruları söyleme cesaretidir. Bu dünyalık hiç bir çıkarı gözetmemeyi gerektirir. İşte bu ülkemizde yaşanan anayasa referandumu kimin alim olup olmadığının mihenk taşı olmuştur. Ülkemizde maalesef kendini alim mertebesinde gören, insanların saflığından faydalanıp bu sıfatı üzerinde gezdirenler bırakın ilmi, ahlaki ve adil bir anayasa maddesi üretmeyi, etrafına toplananları güç odaklarına payanda yapmışlardır. Bu zevat vicdanlı ve izanlı olsalardı en azından; her insanın ilmi, ahlaki ve adil bir anayasa hazırlayacak ilmi birikimi olmayabilir, fakat Rahmetli Erbakan Hocamızın ilmi heyetlerle hazırladığı, insanlığın hasretle beklediği ve insanca yaşamasını sağlayacak “Adil Düzen” çalışmalarını sahiplenebilirlerdi. Genel İslam bilgisi açısından bu durum gurur kibire girmez mi?
Bugün Elhamdulillah, hiç ayrım yapmadan insanlığın bugüne kadar ürettiği olumlu birikim ve tecrübeye, vicdani kanaate, müspet ilme ve ilahi kaynağa dayalı ilmi, ahlaki ve adil bir düzen çalışmasını Rahmetli Aziz Erbakan Hocamız miras olarak bırakmıştır. Yine Elhamdulillah Hocamızın sadık takipçileri olarak Milli Çözüm hem yaygınlaşması hem de uygulanabilirliği için yılmadan çalışmaktadır.

Gerçek Adil ve Milli anayasadan uzak duranların hâli.
Gerçek Adil ve Milli anayasadan uzak duranların hâli.

İktidar yandaşı ; gerek ilahiyatçısından, akademisyenleri tarikat hocaları olsun,

Muhalefetin; gerek aydın akademisyenin den hukukçusundan Köşe yazarına,

İki grup da;

Gerek söyleşilerinde, gerek köşe yazılarında, gerek akşamlariı TV programlarında ,enselerini bir sağa bir sola büküp, Adil ve Milli Bir Anayasa gelmesin diye ha bire aralarında kayıkçı kavgasına girip,
kamuoyu nezdinde, bulundukları konumlarını(!) korumanın, bağlı bulundukları siyasi ideolojinin propagandasını yapmaktadır.

Onun içindir ki, her iki kesimin de ekranlardaki güncel kurmayları(!) böyle Adil ve Milli Anayasa çalışmaları olmadığı için böyle bir çalışma yapan bir araştırma ekibini görmezden gelip kulak tıkayınca bu sefer de iktidar zaten AB uyum(!) yasalarına uymuş, böylesi ciddi konularda, taksici ve balıkçı esnaftan, ya da sanat camiasından sinemacı ve sarkicilarla bir iftar yemeğinde ya da bir AVM açılışında bilgi(!) ve taslak almak zorunda kalıyor!..

HAYDİ KENDİNİZİ İSPAT EDİN!
Ey dinciler, softa-yobaz islam tüccarları…
Ey batı yalakası sağcı, sözde mütedeyyinler…
Ey ehli kitap (Kendi cemaat ve tarikat ritüellerini Kur’an ve Sünnetten üstte tutan)…
Ey özgürlükçü Sosyalist- Solcular…

Haydi cevap verin!
Her halde bu kadar özgürlüğünüz de vardır!
Bu sorulara cevap veremeyen dindarlar(!) Allaha cevap verebilecekler mi!?…
Peki ey Solcu- Demokratlar bu soruların cevabını vermediğiniz her yazı kendiniz dönecek bir tokat değil mi!?…

Haktan Uzaklaşanlar
Âl-i İmran 108
Bunlar Sana Hakk olarak okumakta olduğumuz Allah’ın ayetleridir. Allah, (mutlaka adalet ve hakkaniyetle hükmedendir,) âlemlere zulüm isteyen değildir. (Asla haksızlık ve yanlışlık yapmayandır.)
Bakara 17

Bunların (münafıkların) misali, (karanlıkta) ateş yakan adamın örneğine benzer; (ki onun ateşi) çevresini (biraz) aydınlattığı (ve tam da zulümattan kurtulduğunu sandığı bir) anda, Allah onların aydınlığını giderip (hidayetlerini karartır) ve (artık) göremez (bakar kör) bir şekilde karanlıklar içinde bırakıp (kendi hallerine terk ediverir).

Kirli düzeni kurdunuz, herşeyi mahfettiniz;
Biliriz şu yalan dünyayı zulümle yönettiniz!
İnsanlarda insanlık kalmadı ,nesiller bozuk!
Herşey bitap,kimin eli kimin elinde belli değil ki !

YA ADİL DÜZEN YADA FİRAVUNİ SİSTEM
YA ADİL DÜZEN YADA FİRAVUNİ SİSTEM
Hesap ortada, din ortada diyanet ortada ve Adil Düzen ortada. Berrak bir düzen, insani bir düzen, vicdani bir düzen, İslami bir düzen… Bunları bilip de halen cemaatini, tarikatını Milli Görüşe yönlendirmeyen, Ağzına Adil Düzeni almayan hocaların ayarı da şerefi de açıkça ortadadır. MİLLİ GÖRÜŞÜ DESTEKLEMEYEN TARİKAT ANCA İSLAMA BARİKAT OLUR!!
ONLAR AĞIZLARINA ALMASA DA, ÇALIŞMASA DA ADİL DÜZEN MUTLAKA KURULACAKTIR VE ALLAH NURUNU TAMAMLAYACAKTIR.

YOLUNDA İSLAMIN KARDEŞLER OLALIM

yolunda İslam’ın
kardeşler olalım
acıyı paylaşıp
sevgiyle dolalım
emperyalizmin sağ soluna karşı duralım
müstezafinin hakkı için haydi vuralım

Allah-u Ekber, Allah-u Ekber
bir inkılaptır bu
güneş gibi doğdu
hakikatın nuru
karanlığı boğdu
Allah-u Ekber bayrağımız dalgalanmakta
halka be halka halklar Hak’ta halkalanmakta

Allah-u Ekber, Allah-u Ekber
yıkıldı Firavun
Haman ile Karun
Nemrut’a ne oldu
çağdaşlara sorun
bu inkılap tağutların korkulu rüyası
bu inkılap mazlumların en haklı davası

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
14
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...