Vatansız Para’nın Üç (Komünist) Ajanı: (Yahudi Asıllı) Marx, Engels, Lenin!.. GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MÜLKSÜZLEŞTİRME-KÖLELEŞTİRME OYUNLARI (2)
Vatansız Para’nın Üç (Komünist) Ajanı:
(Yahudi Asıllı) Marx, Engels, Lenin!..
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE
MÜLKSÜZLEŞTİRME-KÖLELEŞTİRME OYUNLARI (2) [1]
Bolşevik Darbesi ve Sonrası…
Parvus Efendi’yi tekrar hatırlayalım... Vatansız Para’nın ajanlarından Marx ve Engels, “sürekli devrim” fikrini ortaya atmışlardı. Halk hareketleri sürekli devam edecek ve sonunda bütün despot monarşiler yıkılacaktı. Vatansız Para’nın amacı buydu. Monarşileri önünde engel ve kendisine tehdit olarak görüyordu. Marx ve Engels’in “sürekli devrim teorisi” ilerleyen yıllarda bir başka Marksist teorisyen ve devrimci, bizim Parvus Efendi tarafından kullanıldı. Parvus Efendi’nin tezi; işçi sayısı az olan, sanayisi gelişmemiş Rusya’da işçi ve öğrencilerin devrim yapabileceği yönündeydi.[2] Parvus Efendi, savaş halinde olan Çarlık Rusyası’nın işçi ve öğrenci eylemleri ve genel grev ile felç edilebileceğini düşünüyordu. Bu planı Almanlar finanse edebilirdi. Böylece Çarlık Rusya’sı savaş dışı kalacaktı. Bu yönde hazırladığı 20 sayfalık planı arkadaşı olan Almanya’nın İstanbul Büyükelçisi Hans Freiherr von Wangenheim yoluyla Almanya’ya yolladı.[3] Planın Almanlar tarafından kabul edilmesi üzerine, hazırlıkları yapmak üzere Almanya ve İsviçre’ye gitti.
Bu plan çerçevesinde örgüt adı Troçki olan Amerikan pasaportlu Lev Davidovich Bronstein, 27 Mart 1917 günü New York limanından Rusya’ya ulaşmak üzere SS-Christiania gemisine bindirildi. Troçki’nin yanında 20 milyon ruble gibi çok önemli bir servet vardı. Parayı ünlü Yahudi banker Jakob Schiff temin etmişti. Aynı dönemde Lenin İsviçre’den yola çıkarak Almanya üzerinden Moskova’ya gidecek bir trene bindirilmişti. Lenin’in yanında 6 milyon dolar değerinde altın vardı. Lenin’i mühürlü vagona bindiren Alman Gizli Servisi Şefi Max Waburg’du. Altınlar bizim Parvus Efendi aracılığıyla Lenin’e ulaştırılmıştı. Altınlar Amerikan Federal Rezerv Board’dan geliyordu. Parayı sağlayan bu banker grubunun müdür yardımcısı Paul Waburg’du. (Yahudi asıllı) Paul Waburg Alman Gizli Servisi Şefi Max Waburg’un kardeşiydi. İki kardeş biri Almanya’da diğeri Amerika’da işi hallediyordu. Aynı zamanda Max Waburg ünlü New Yorklu banker Schift’in damadıydı.[4] Waburg ailesi Rothschildler kadar güçlü bir banker ailedir. Paul Waburg 1913 yılında Amerikan merkez bankası FED’i kuranlar arasındaydı.
Daha 1. Dünya Savaşı başlamadan önce Amerika’da Yahudi bankerler tarafından Rusya’daki devrimci faaliyetleri ve propagandaları desteklemek için ortak bir fon kurulmuştu. Jakob Schiff, 1917 baharında devrime verdiği parasal destekle Çarlık rejiminin devrilmesinde en büyük payın sahibi olmakla övünüyordu.[5] Lenin ve Troçki gibi kripto elemanlar Rusya’ya ulaştıktan sonra planlanan halk ayaklanmasını içerideki işbirlikçileri ile birlikte tetiklediler. Her zamanki taktik kullanılacaktı; “ezilen yoksul halk, sistemi değiştirmek üzere devlete saldırtılacaktı.” Bütün kötü olayları Çarlık rejiminin üzerine yıktılar. Zaten halk savaşın etkisiyle yokluk çekiyordu. İşçiler cepheyi desteklemek için çok ağır şartlarda çalışıyordu. İşçilerin daha çok şey hak ettiğini iddia ettiler. Her şeyin sorumlusu Çar’dı. Çar, Rus delikanlılarını boş yere cephelerde öldürüyordu. Daha fazla zarar görmemek için Rusya’nın savaştan çekilmesi gerekiyordu. İşçilerin greve gitmesi Çarlık rejiminin savaştan çekilmesini sağlayabilirdi. Artık halkına eziyet eden bu köhne rejim değişmeliydi. Etrafa para saçarak işçileri greve hazırladılar. Grevlerle mühimmatsız ve aç bıraktıkları cephedeki orduyu arkadan vurdular. Askerin önemli bir kısmı cephedeydi. Moskova ve St. Petersburg gibi şehirlerde başlayan ayaklanmayı bastıracak yeterli güç yoktu. Eldeki gücü de kilit noktadaki kripto yöneticiler kullanmak istemedi. Sonuç itibariyle ayaklanma başarılı olmuş, Çarlık Rejimi devrilmişti. 1917 Bolşevik İhtilali’ne bir devrimden ziyade, halkın kısmi desteğini alan başarılı olmuş bir FETÖ darbesi diyebiliriz. Kripto yapı bir darbeyle yönetimi ele geçirmeyi başarmıştı. (Bizdeki FETÖ darbesini engelleyen en önemli unsur ise, Ordumuzun bu hıyanet girişimine katılmamasıydı…) Bolşevik hükümetin ilk yaptığı şey Rusya’yı savaştan çekmek oldu. Bu işe en çok Almanlar sevinmişti. Artık bütün güçlerini batı cephesine ayırabilirlerdi. Ama Almanların sevinci boşunaydı. Bir süre sonra Almanya’daki kripto yapı, grev taktiğini bu ülkede de uyguladı. Grev yaparak orduyu arkadan vuran işçiler Almanya’nın yenilmesine sebep oldu.
Bu arada küçük bir bilgi daha verelim. Yahudi kökenli Benjamin Freedman, 1. Dünya Savaşı hakkında şunları aktarmıştı:
“…Almanya bu savaşı iki yıl içinde kazanmıştı: sadece sözde değil, fiilen de kazanmıştı. Dünyayı şaşırtan Alman denizaltıları, Atlantik Okyanusu'ndaki tüm konvoyları etkisiz bırakmıştı. Büyük Britanya’nın askerlerine vereceği cephanesi yoktu, bir haftalık yiyecek stoku kalmıştı, arkasından açlıkla karşı karşıya kalacaklardı. O sırada Fransız ordusu isyan etmişti. Ülke savunmasında çiçeği burnunda 600 bin delikanlı kaybetmişlerdi. Rus ordusu artık savaşmak istemiyor, kaçıyordu. (Bolşevik isyanı başlamıştı.) Çar’ı artık sevmiyorlardı. Ve İtalyan ordusu çökmüştü. Bu esnada daha Alman topraklarında tek kurşun atılmamıştı. Tek bir asker bile Alman toprağına girmemişti. Almanya, İngiltere'ye barış koşulları teklif ediyordu. Almanlar savaş öncesi duruma dönülmesini öngören bir anlaşmayı İngilizlere teklif etmişti. İngilizler, 1916 yazında bu teklifi ciddi olarak düşünüyordu. Başka seçenekleri yoktu. Almanya'nın onlara cömertçe sunduğu bu barış teklifini kabul edecekler ya da savaşa devam ederek tamamen mağlup olacaklardı.
Bunlar olurken, tüm Doğu Avrupa Siyonistlerini temsil eden Alman Siyonistleri, İngiliz Savaş Kabinesi'ne gittiler ve Almanların müzakere tekliflerini kabul etmemelerini, savaşı kazanabileceklerini söylediler. ABD’yi onların yanında savaşa sokacaklardı. Böylece İngilizler savaştan galip çıkacaktı. Tek istedikleri şey, savaşı İngilizler kazandığında Filistin topraklarını onlara vermesiydi.”[6]
Ekim Ayaklanması, Rusya'da Jülyen takvimine göre 25 Ekim’de, Miladi takvime göre 7 Kasım 1917’de Bolşevik Darbesi başarılı sonuçlandı, hemen arkasından da 7 Aralık 1917’de ABD, Almanya’ya savaş açtı. Ne tesadüf öyle değil mi? Size başka bir tesadüf daha söyleyeyim, ABD savaşa girmeden yaklaşık bir ay önce, 2 Kasım 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour imzalı bir mektup, İngiliz Yahudi cemaatinin lideri Lord Rothschild'e, Büyük Britanya ve İrlanda Siyonist Federasyonu'na iletilmek üzere yazıldı. Balfour Deklarasyonu olarak bilinen mektupta, Filistin'de Yahudi halkı için bir ulusal yurt kurulmasının olumlu karşılandığı ve bu amacın gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elden gelen tüm çabanın gösterileceği vurgulanmıştı. Yani Osmanlı parçalanacak ve Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulacaktı. Gerçekten de Siyonistler bizim Enver Paşa’yı (ya) kandırmıştı!? (Veya bile bile bir hıyanete ortaklık yapmıştı…)
Rusya’ya geri dönelim. Bolşevikler ülkede hâkimiyeti tam sağladıktan sonra ne yapmışlardı?
1) Çar II. Nikola ve onun yerine geçebilecek kan bağı olan tüm aile üyelerini öldürdüler, geri kalanları ülkeden kovdular. Böylece Rusya’daki antisemitik uygulamaları hukukileştiren ve pogromlara sebep olan kanun yapıcıdan kurtuldular. 2) Bütün üretim araçlarını fabrika ve toprakları devletleştirdiler. Rusya’nın milli burjuvazi ve aristokrasisinin elindeki bütün mallara el koyarak onları yok ettiler. Böylece Yahudileri ticari rakip olarak gören yerli ve milli unsurlar sıfırlanmış oldu. O dönemde Lenin, “Burjuvaziyi yenilgiye uğratabilmesi, mülksüzleştirmesi ve kuvvetlerinden yoksun bırakabilmesi için proletaryayı silahlandırmak parolamız olmalıdır. Bu devrimci sınıf için biricik taktik yoludur” diyordu.[7] Komünizmin amacı; onlardan olmayan milli ve yerli sermayeyi mülksüzleştirmekti ve ilk defa bunu Rusya’da başardılar. 3) Ortodoks kilisesinin mal varlıklarını hazineye aktardılar. Kiliseyi etkisizleştirdiler. Komünist bir insanın dini olamazdı. Herkes ateist olmalıydı. Bu uygulamalarla Rus köylüsünün Tanrısını bile ellerinden aldılar. Böylece Yahudilere düşmanlığın ana sebeplerinden biri olan dini inanç artık yoktu. 4) Yaratmaya çalıştıkları Sovyet insan tipinin etnik kimliği de olamazdı. Etnik ve dini kimlik hep çatışma sebebiydi. Rus halklarının etnik kimliklerini önemli ölçüde silerek Yahudi etnik kimliğine olan tehdidi bertaraf etmeyi başardılar.
Bolşevikler daha sonra Rusya’da kongreler organize ettiler. Bu kongrelerin amacı üniter Rus devletini parçalamaktı. Rusların hâkimiyetindeki her halkın milliyetçilik duygularını desteklediler. 25 Ocak 1918'de toplanan III. Sovyetler Kongresi'nde “Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti”nin kurulduğu açıklandı... Rus İmparatorluğu özerk cumhuriyetlere ayrıldı ve her ulusa yerel yönetimlerini örgütleme hakkı tanındı. Ukrayna diye bir devlet hiç yoktu. Ukrayna’yı Lenin planladı. Ukrayna’nın yanı sıra Yahudi nüfusunun çokça yaşadığı geçmişte Pale olarak adlandırılan bölgede Letonya, Litvanya ve Moldova gibi devletçikler yapılandırıldı. Polonya ve Finlandiya'nın bağımsızlığını tanıdılar. Bunun amacı gelecekte Ruslar tekrar hâkimiyet kazanırsa batıya doğru ilerlemelerini durdurmak ve aynı zamanda Yahudi toprağı olarak gördükleri bölgeyi emniyet altına almaktı. Aynı şekilde Türkistan bölgesini de parçalayarak, Rusların Çin ve Hindistan ile bağlarını kesecek bir tampon bölge oluşturdular. 1856’da Taşkent’i alan Ruslar, o dönem de Vatansız Para’nın bir çeşit sömürgesi olan Hindistan ve Çin’i tehdit etmişti. Bir daha benzer bir şeye müsaade edilemezdi.
Bizim Enver Paşa da Rus hâkimiyetindeki toprakları parçalamanın bir devamı olan 1. Doğu Halkları Kurultayı’na (1-7 Eylül 1920) katılmak üzere Moskova’ya davet ediliyordu. Beklentisi, Büyük Türkistan’ı kurmaktı. Kripto yapının kendisine Türkistan bölgesini vereceğini zannediyordu! Oysaki 1. Dünya Savaşı ile yürürlüğe koyulan dönemin Büyük Sıfırlama’sının amacı, kralları devirip, imparatorluk ve büyük devletleri parçalayarak etnik kimlik üzerine kurulu, birbiriyle çatışacak, daha küçük, ekonomik olarak kolay kontrol edilebilir, Cumhuriyet ile yönetilen ulus devletler ortaya çıkarmaktı. Yeni bir Türk imparatorluğun kurulmasına izin vermezlerdi. Vatansız Para, Enver Paşa’dan Türkistan bölgesinin yeni kurulan düzene itaat etmesini sağlaması için faydalanmak istemekteydi. Enver Paşa ise hâlâ Turan hayaliyle yanıp tutuşuyordu. Bakü’de yapılan kongrede Bolşeviklerden hiçbir şey alamayacağını anlayınca ve Anadolu’ya da dönme ihtimali ortadan kalkınca intiharı tercih etti. Basmacı hareketinin başına geçerek önce Buhara’ya gitti. Orada tutunamayınca Tacikistan’a geçti ve sonunda Bolşeviklerle savaşarak can verdi.[8]
Devletleri mülksüzleştirmek için yaratılan öcü: SSCB (Palavrası!..)
Kriptolar, başarısızlığa mahkûm olması için dizayn edilmiş komünizmin hâkim olduğu bir devlet kurmayı başarmışlardı; Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB). Yıkılması kaçınılmaz olan bir sistem kurulmuştu. Ancak kurulan bu düzenin Vatansız Para’ya hizmet edebilmesi için önce yaşaması sonra silah olarak kullanılması gerekiyordu. İstendiği zaman fişi çekilince yıkılacak ama aynı zamanda Batı dünyasına büyük tehdit yaratacak kâğıttan bir kaplan kurgulanıyordu. Amerikalı Yahudi bankerler kurmayı başardıkları bu komünist devleti yaşatmak için kesenin ağzını açtılar. David Rockefeller’in dedesi John Rockefeller, 1920’de Chase Bank’ı yönetirken Sovyetlerin Prambank’ı ile Amerikan-Sovyet Ticaret Odası’nın kurulması amacıyla görüştü ve ortak ticaret odası 1922 yılında Chase Bank Başkan yardımcılarından Rene Schley’in yönetiminde çalışmaya başladı. New York’un en büyük finansman kuruluşu “Kuhn, Loeb and Co.” Rusların ilk 5 yıllık kalkınma planına finansör olarak katıldı ve Bolşevik Hükümetine kasa görevi yaparak, 1918-22 yılları arasında 600 milyon altın Rublenin transferini gerçekleştirdi. Bu bilgiler ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerince doğrulanmaktadır. Yine bakanlık belgeleri, Jacob Schiff’in, Stalin dönemindeki ilk beş yıllık kalkınma planını hazırladığını belirtir. Kuhn Loeb’in iki önemli hissedarı Max Waburg ve Jacop Schiff çeşitli yatırım ve işletmelerde John Rockefeller ve John P. Morgan ile ortaktırlar. Bu finansman grubu Lenin ve arkadaşlarının hareketlerini finanse eder. Washington Post gazetesi 2 Şubat 1918 tarihli sayısında Morgan Bank’ın üretim araçlarının millileştirilmesi yanlısı olan Lenin ve yandaşlarına 1 milyon dolar kredi açtığını yazar.
House Banking Commite’nin Başkanı Louis Mc Fadden, 14 Haziran 1933 tarihinde meslektaşları önünde şu konuşmayı yapmıştı: “…Sovyet Hükümeti, Federal Rezerve Board (Amerikan Merkez Bankası) aracılığı ile Amerikan hazinesinden büyük paralar çekti. Federal bankalar, Chase Bank, Guarranty Trust Company ve New York’un öteki büyük bankaları ile birlikte bu işlemlere katıldılar. Amtorg’un (Sovyet Hükümeti’nin ticaret kurumu) New York’taki bürosunun defterlerini ya da Gostorg’un (Komünist Ticaret Örgütü Genel Bürosu) defterlerini, SSCB Merkez Bankası’nın hesaplarını inceleyin, kendi gözlerinizle Amerikan hazinesinden Rusya’ya transfer edilen paraların ne düzeye eriştiğini görürsünüz. Bu transfer işlemlerini, Sovyet Devleti adına, ABD’deki muhabir bankaları olan New York’taki Chase Bank ve Kuhn, Leab and Co. yürütmektedir.”[9]
Avrupalı Yahudi bankerler de yeni kurulan komünist rejime destek çıkmışlardır. İhtilali finanse etmek için Avrupa’nın önemli merkezlerinde özel bankalar ve bazı Yahudi bankalarının şubelerini açmakla işe başlanmıştır. Doğrudan doğruya ihtilalcilerin emrine verilen Kuhn Sia, Rina, Efelia Löp ve Nie bankalarına ilaveten, Petrograt’ta Grünberg, Londra’da Spayer, Frankfurt’ta Mayn ve Zinoteki’de Nie bankalarının şubeleri ihtilali desteklemek için açılmıştır.[10] Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu kripto komünistlerin Rusya’nın kontrolünü ele geçirdikten sonra iktidarlarını garanti altına almak için yaptıkları önemli bir şeyi söylemeden geçmeyelim. Ülkede bu yeni düzene isyan eden ve edebilecek herkesi öldürdüler. Amerikan meclis kaynaklarına dayanılarak öldürülenlerle ilgili şu rakamlar verilmektedir: 28 piskopos ve başpiskopos, 6776 papaz, 6765 öğretmen, 8500 doktor, 54 bin subay, 260 bin asker, 150 bin polis, 48 bin jandarma, 355 bin mütefekkir, 198 bin işçi, 915 bin köylü.[11]
Komünizm artık Vatansız Para’nın vurucu gücü halini almıştı. Aslında komünizm ile iki şey amaçlanmıştı:
1) Vatansız Para’nın gücünün yetmeyeceği doğu topraklarında tarlaları (ülkeleri) sürüp nadasa bırakmak, 2) Batı topraklarındaki tarlaları (ülkeleri) ise tamamen denetim altına almak.
Birinci hedef 2. Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşmiştir. Sovyetlerin işgal ettiği Doğu Avrupa ülkeleri ile Çin komünistleştirilmiştir. Özellikle Mao’ya, darbeyi başarması için Moskova üzerinden ciddi para yardımı yapılmıştı. Komünizm mülksüzleştirmek demekti. Komünist yapılan Doğu Avrupa ülkeleri ile Çin’deki Vatansız Para’ya rakip olabilecek yerli ve milli sermaye mülksüzleştirildi, yani tarla sürülerek yabancı otlardan arındırıldı ve tekrar ekim için nadasa bırakıldı. SSCB dağılıp komünizm ideolojisi çökünce kapitalist sisteme geçen başta Rusya Federasyonu (RF) olmak üzere bütün doğu bloku ülkelerinde oligarklar türedi. Oligark olarak adlandırılan bu iş insanlarının hemen hemen hepsinin Yahudi kökenli olmasının tesadüf olduğunu mu zannediyorsunuz?
“Vatansız Para” (yani karşılıksız kâğıt: Dolar!..), Hristiyan kökenli Batı Avrupa ülkelerini tamamen kontrol altına aldıktan sonra komünizme ihtiyaç kalmamıştı. Artık kapitalizm yeterince güçlüydü, doğu topraklarına da yayılabilirdi. Zaten çökmek üzere dizayn edilmiş komünizm ideolojisini bitirdi, ipini çekip SSCB’yi ve Varşova Paktı’nı dağıttı. Komünizm ile yönetilen ülkelerde milli ve yerli sermaye birikimi yoktu. Herkes maaşlı çalışandı… Özelleştirmeler kapsamında satılacak fabrikaları, madenleri vb. devlet varlıklarını kim satın alacaktı? Vatansız Para, Doğu Bloku ülkelerinde kontrol altında tutabileceği soydaşlarına krediyi verdi, yok pahasına satılan devlet mallarını vekilleri aracılığıyla zimmetine geçirdi. Aslına bakarsanız bütün eski Doğu Bloğu ülkelerinde türeyen oligarklar mülkün gerçek sahibi değildir. Onlar, Vatansız Para’nın yeni yatırımlarını yöneten CEO’lardır. Bir başka deyişle paranın bekçileridir. Yoldan çıkarlarsa mallarının ellerinden alınacağını bilirler.
Benzer bir şey Çin’de de oldu. Önce komünizm ideolojisi gereği fabrika, toprak gibi tüm üretim araçları devletleştirilerek yerli ve milli sermaye sahipleri mülksüzleştirildi. Sonra Mao’nun yaptığı kültür devrimi Çin halkını köklerinden koparttı. Bu acımasız düzen değişikliği aynı komünizmin ilk döneminde Rusya’da olduğu gibi kıtlık ve açlığa sebep olmuştu. Çin’de insanların böcek, köpek, yarasa yemesi o döneme denk gelir. Dünyaya kapanan Çin zor durumdaydı. 1971 yılı geldiğinde ABD’nin ünlü Yahudi Dışişleri Bakanı Henry Kissinger Çin'e gizli bir gezi yaptı. Çin Başbakanı Zhou Enlai ile çeşitli pazarlıklar yaparak Çin-ABD ilişkilerinin geliştirilmesinin zeminini hazırladı. Artık Çin, Siyonist sömürü sermayesinin ikinci vatanıydı!.. Takiben ABD Başkanı Nixon, 1972 yılı Şubat ayında Çin’e 8 günlük bir gezi gerçekleştirerek Başkan Mao ile görüştü ve Başbakan Zhou Enlai ile Şanghay Bildirisi’ni imzaladı. Kısa bir süre sonra Birleşmiş Milletler, Çin Halk Cumhuriyeti'ni tanıdı ve Tayvan problemi sebebiyle askıya aldıkları BM Daimî Güvenlik Konseyi Üyeliği hakkını tekrar sağladı.[12] Şanghay Bildirisi kapsamında ABD ve Çin, karşılıklı ticari ilişkilerin geliştirilmesinin her iki ülkenin yararına olacağı kararını almışlardı. Bu anlaşma neticesinde Çin’in kapıları yabancı sermayeye açılmış ve 1976 yılında Mao öldükten sonra Vatansız Para ülkeyi işgale başlamıştı. Dünya ile ticaret yapamayan bir ülke hayatta kalamazdı. Mao rejimi ile içe kapatılan ve komünizm ile açlığa mahkûm edilen ülkenin dünyaya açılmaktan başka çaresi kalmamıştı. Açlığa mahkûm edilmiş Çin halkı artık günde birkaç dolara çalışmaya razıydı. 1850’li yıllarda Çin işçisine afyon vererek emeğini sömüren Vatansız Para artık birkaç dolar karşılığında daha nice yıllar Çin halkını sömürüp duracaktı. Yine fabrikalar yabancı sermayeye ve özellikle Siyonist bankerlere; işçiler ise Çin devletine ait olacaktı!
Vatansız Para’nın (doğrudan) kendi askeri yoktur, bir çeşit diyalektik yaklaşımla yolunu açar. (NATO’yu ve güdümündeki ülkelerin ordularını kullanır.) Onun için tez ve antitezin çarpışması gerekir. Böylece sentezi yani kendi çıkarını sağlar. Komünizm kapitalizmin antitezi olarak yaratılmıştır. Komünizm öcüsü yaratıldıktan sonra Batı Avrupa’ya ciddi tehdit oluşturmuştur. Sovyetler Birliği’nin varlığı ve nükleer savaş tehdidi Batı Avrupa ülkelerini NATO’ya mahkûm etmiş, Amerika merkezli Yahudi sermayesinin Avrupa topraklarında daha rahat hareket etmesini sağlamıştır. Varşova Paktı’nın yarattığı işgal ve komünizmin ideolojisinin yarattığı rejim değişikliği tehdidi, mesela Türkiye gibi birçok ülkeyi NATO ile askeri anlaşma imzalamanın yanı sıra ABD ile ekonomik, siyasi, kültürel ve eğitim alanında onlarca başka anlaşma imzalamaya mecbur etmiştir. Böylece Avrupalı ülkeler ve ABD bir araç olarak kullanılarak Vatansız Para’nın kendi ülkelerinde siyasi, ekonomik ve kültürel düzenlemeler yapmasına yol açılmıştır. Diğer yandan kapitalizm ve komünizm ideolojisinin çatışması birçok ülkede siyasi çalkantılara yol açmış, kutuplaşan halklar ülkelerinin daha iyi yarınlara ulaşması adına sağ-sol ekseninde birbiriyle çatıştırılırken kendi devletlerini yıpratmıştır. Zayıflayan devletler sermayeye muhtaç oldukları için Vatansız Para’ya el açmak zorunda kalmıştır. Bu noktada Nasrettin Hoca’nın “parayı veren düdüğü çalar” prensibi devreye girer. Vatansız Para, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslarüstü kuruluşlar sayesinde dayattığı hukuki uygulamalar ve özelleştirmelerle batılı ülkelerin ekonomilerini kontrol altına almıştır. Daha sonra sıra nadasa bırakılan ülkelere gelmiştir. SSCB’nin dağılması bu zamana denk gelir. Bu aşamada kapitalist sisteme açılan Doğu Bloğu ülkelerinin ekonomileri ele geçirilmeye başlanmış, arkasından Arap Baharı gibi halk ayaklanmalarıyla Orta Doğu ve Afrika ülkelerine el atılmıştır. İstikrarsızlık olmazsa mülke çökmek pahalıya gelir. O yüzden iç savaş ve ayaklanmalar Vatansız Para’nın (yani karşılıksız kâğıt Doların, dünyanın tüm üretimini ve emeğini sömürme aracının) tercih sebebidir.
Küresel Köleliğe ilk adım: Devletlerden sonra insanların da mülksüzleştirilmesi (veya uzaktan kumandalı demokrat köleler oluşturulması!..)
Mevcut durumda dünya ekonomisi çok büyük oranda Vatansız Para’nın mutlak hâkimiyetindedir. Vatansız Para, birçok ülkede, ekonomiyi ayakta tutan büyük şirketlerin çoğunu (Yahudi) soydaşları vasıtasıyla mülkiyetine almış, geride kalanları ise kredi-borç mahkûmiyeti sayesinde finans kuruluşları üzerinden kendisine bağlamıştır. Bu yapılan bir çeşit mülksüzleştirme adımıdır. Ülkelerin bağımsız, yerli ve milli sermayesi kalmamıştır. Ülkelerin büyük zenginleri göbeklerinden Vatansız Para’ya (karşılıksız Dolara) bağlıdır. Artık sıra insanları mülksüzleştirmeye gelmiş durumdadır. Vatansız Para’nın görünen yüzlerinden Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucusu Klaus Schwab’ın 2016 yılında yayınladığı 2030’larda dünyayı neler beklediğini öngören sekiz tahmini, yapılacakların ipucunu aktarmıştır: Hiçbir şeyimiz olmayacakmış ama mutlu olacakmışız! Evimiz, arabamız, telefonumuz ve hatta giysilerimiz bile olmayacakmış! Her şeyi kiralayacakmışız! Her şeyimiz, her hareketimiz takip altında olacakmış! Ama biz yine de mutlu olacakmışız![13]
Peki, biz hayatımızdaki her şeye daha ucuza geleceği için sahip olmak yerine kira ödeyeceğiz de bu malların asıl sahibi kim olacak? Biz kirayı kime ödeyeceğiz? Mülk kime ait olacak? Kira ödeyemeyecek duruma düştüğümüzde ne olacak? Hiçbir malımız olmayacağına göre çocuklarımıza da miras bırakamayacağız! Mülksüz insan köle demektir. Kölelerin hiçbir malı yoktu, sahipleri ne verirse onunla yetinmek zorundaydılar. Seyahat de edemezlerdi. İsyan etmesinler, sahiplerine saldırmasınlar diye hep takip altındaydılar. Büyük Sıfırlama’dan sonra bizim de hiç malımız olmayacakmış. Elektronik yöntemlerle her hareketimiz takip edilecekmiş. Sosyal kredi sistemi ile puanlandırılacakmışız. Puanımıza göre neyi yapıp neyi yapamayacağımıza karar vereceklermiş. Elektronik paraya geçildiğinde istediklerinde bütün paramızı bir düğmeye basarak bloke edebileceklermiş. Davulla zurna ile sizi köle yapıyoruz diye ilan ediyorlar. Daha ne yapsınlar? Gelip bir de imzanızı mı alsınlar? Şimdilik insanlardan hiçbir tepki yok. Fakat bir süre sonra insanlar uyanmaya başladığında doğal olarak bu gidişe karşı çıkacaklardır. İnsanları bu konuda şuurlandırmak şarttır. İşte COVID-19 dönemi ile bu süreç başlatıldı. İsteseniz de istemeseniz de size köleliği dayatacaklar. Sürecin nasıl işlediğini ve gelecekte neler olabileceğini tahmin etmeye çalışalım.
Hiperenflasyon insanları mülksüzleştirmenin aracı olarak mı kullanılmaktaydı?
2008 yılında ABD’de başlayan emlak krizi sonrası birçok büyük banka batma noktasına dayanmıştı. Kriz kısa süre sonra Avrupa’ya da sıçramıştı. Vatansız Para’nın, “İflas edemeyecek kadar büyük veya batmak için çok büyük (Too big to fail)”, olarak adlandırdığı bankacılık ve finans sisteminin iflas etmesine göz yumamazlardı. Vatansız Para’nın dayattığı çözüm; devletlerin merkez bankaları yoluyla para basarak batan bu banka ve finans kuruluşlarını kurtarmasıydı. Nitekim devletler de böyle yaptı. Böylece karşılıksız basılan paralarla Vatansız Para’nın finans kuruluşları kurtarılırken, oluşan borç yükü halkların sırtına yıkıldı. Böylece Vatansız Para’nın enflasyon tuzağı 2008 yılında başlamıştı. (İşte Türkiye’nin son yirmi yılda 1,5 Trilyon Dolar Faizli Dış Borca batırılması da bu küresel tuzağın bir adımıydı!..)
Takiben enflasyonu tetikleyecek ikinci bir saldırı geliyordu. COVID-19 virüsü insanları ölümle tehdit ediyordu. İnsanları korkutup evlerine hapsettiler. Böylece üretim ve ticaret önemli bir süre durduruldu. Üretimin yavaşlaması ve ulaşımın durması mal kıtlığı sebebiyle enflasyonu tetikliyordu. Bu süreçte devletlerin geliri de ciddi oranda azalmıştı. Çünkü devletin ana geliri üretim ve ticaretten aldığı vergiler üzerinden geliyordu. Geliri azalan devletler aynı zamanda COVID-19 sebebiyle zorluk çeken dar gelirli vatandaşlarına da yardım etmek durumundaydı. Peki devlet parayı nereden bulacaktı? Para bulmanın temelde iki yöntemi var: 1) Borç almak. 2) Para basmak. Devletler her iki yöntemi de kullandı. Borçlanarak Vatansız Para’ya daha çok mahkûm hale geldiler. Daha da önemlisi para basarak Vatansız Para’nın enflasyon tuzağına hizmet ettiler. Örneğin Amerikan Merkez Bankası (FED), 2008’den günümüze dünyada dolaşan dolar miktarını 2,8 kat artırmıştır. Bütün devletler benzer şeyi yaptı. Bu hareket tarzı, müthiş bir enflasyon dalgasını kapımıza dayadı. Basılan bu karşılıksız paralar normal vatandaşın cebine gitmiyor. Büyük çoğunluğu Vatansız Para’nın finans sistemine geri dönüyor. Bu arada bu para bolluğunda “para parayı çeker” hesabı zengin daha da zenginleşirken fakir iyice eziliyor. Enflasyon sabit gelirliyi ezer. Borca batık devletlerin memur ve işçilerine yaptığı maaş zamları kısa sürede erir gider.
Bu tuzağı tarihten bir örnek ile anlatmaya çalışalım. Bir Rus Ortodoks din adamı Sergei Aleksandrovich Nilus’un 1905 yılında yayınladığı “Siyon Liderlerinin Protokolleri” isimli kitapta şu satırlar yazmaktadır: “İşçi ücretlerini artıracağız, ancak bu, işçilere hiçbir yarar sağlamayacak. Çünkü aynı zamanda temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarını artıracağız ve bunun sebebinin tarım ve hayvancılıktaki gerileme olduğunu iddia edeceğiz.[14]
Vatansız Para’nın patronları olan Siyonist baronlar günümüzden 120 yıl önce bu satırları yazmıştı! Siyon Protokolleri, Yahudiler tarafından komplo teorisi olarak adlandırılıp inkâra kalkışılmıştı. Ancak protokolleri okuduğunuzda bugün olanlarla geçmişte yazılanların ne kadar örtüştüğünü görmek insanı şaşkına çeviriyor.
Neyse konumuza geri dönelim. Kilosu 5 TL olan domates bir ara 35 TL oldu. Bütün temel gıda ürünlerinde müthiş bir enflasyon yaşanıyordu. Sadece gıda değil her şeyin fiyatı artıyordu. Bugün yeni mezun olan bir doktor veya mühendis ve hatta en yüksek devlet memuru olan bir müsteşar ömür boyu taksit ödese biriktirdiği para ile İstanbul’da 3+1 ev alamıyordu. Artık sabit gelirli için otomobil almak da hayal oldu. Fiyatlara yetişmek imkânsızdı. Bütün bunların tesadüf mü olduğunu zannediyorsunuz? Her şeyin fiyatını para oyunları ile suni olarak artırarak insanları mülksüzleştiriyorlardı. Artık hiçbir mülkünüz olmayacaktı. Her şeyi kiralayacaksınız. Her hareketiniz kontrol altında olacaktı. Ama (güya) mutlu olacaksınız! Oynanan oyun buydu!.. Özellikle emlak sektöründeki bu korkunç fiyat artışları doktor, mühendis, öğretmen gibi beyaz yakalıları bile umutsuzluğa sevk ediyordu. Orta direk yok olurken toplumda inanılmaz bir öfke birikimi oluşuyor. Ama halkı patlatmaya bu yetmez. Sıradan halkı sokağa döken, ölümüne kendi devletiyle mücadeleye sürükleyen her zaman açlıktır. Bakın Siyon Protokolleri bu konuda ne diyordu:
“...Halk kitlelerini, açlığı yaratan yokluk, fesat ve kinle harekete geçirip, yolumuzun üstündeki tüm engelleri yine kalabalığın kendi elleriyle yok edeceğiz…”[15] Demek ki günümüzün “Büyük Sıfırlama”sının hayata geçmesi için suni bir açlık ve kıtlık yaratılması gerekiyordu.
Viladimir Putin, yoksa Lenin 2.0 mıydı?
Rusya, 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya saldırdı ve dünya ekonomisini kökünden sarsan bir savaş başladı. Savaşın gerekçelerini bir tarafa bırakalım. Savaş başlar başlamaz enerji fiyatları fırladı. Bu yükselme temel gıdadaki enflasyonu tetiklemeye başladı. Enerji maliyetlerinin, navlun (taşımacılık) fiyatlarından gübre üretimine kadar her şeyin fiyatını etkilemesi kaçınılmazdı. Üstelik bu savaş dünya hububatının %25’ini üreten 2 ülke, Rusya ve Ukrayna’yı pazarın dışına atmıştı. Yine bu iki ülke, ayçiçeği yağının da en büyük üreticileri konumundalardı. Şimdiden Almanya’da marketlerde çiçek yağı aile başına 1 litre olarak satılmaya başlanmıştı. Gıda krizinin daha başındayız. Rusya-Ukrayna savaşı müthiş bir şekilde Vatansız Para’nın planlarına hizmet ediyordu. Acaba bu bir tesadüf müydü?
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski isimli soytarının savaşı kışkırtmak amacıyla Vatansız Para tarafından görev başına getirildiği çok açık. Peki, savaşın diğer sorumlusu Vladimir Putin kim oluyordu? Bu konuya biraz kafa yormak gerekiyordu...
1917 Bolşevik Darbesini yapan Vladimir Ulianoviç (Lenin), Leon Bronstein Davidovich Trostsky (Troçki) ve Joseph Ignatashvili Çugaşvli (Stalin) gibi 56 kişiden oluşan üst kadronun tamamı Yahudi kökenliydi.[16] Darbe sonrası kurulan ilk komünist hükümetin 22 üyesinden 18’i Yahudi idi. Keza ilk Komünist Parti Merkez Üyesi olan 554 kişinin ancak 30’u Rus idi. Bu komitede 447 Yahudi’ye karşı 2 Polonyalı, 1 Çek, 3 Litvanyalı, 3 Fin, 13 Ermeni, 2 Gürcü, 1 Macar ve 12 Alman vardı. 1918’de ise Bolşevik Partisi Merkez Komitesi’nin 12 üyesinden 10’u Yahudi idi.[17] Ülkeyi böylesine kripto bir yapı ile kurmuşken; bu yapının SSCB dağıldıktan sonra, geride kalan Rusya Federasyonu’nu tamamen Ruslara teslim etmiş olması düşünülemezdi!..
Size bir bilgi daha verelim sonra devam edelim. Haberin Sosyal Medyası “GZT”nin YouTube kanalında yayınlanan “Rusya nasıl başarısız oldu?” isimli video programında Rus ordusunun başarısızlığı şu şekilde anlatılıyordu:
“Rus ordusu Rus devleti için zayıf olmalıdır. Rus ordusunu devlet yapısında zayıf tutmak kasıtlı bir devlet politikasıdır. Rus devleti bilerek ordusunu bu pozisyonda tutmaktadır. Hepsi bir planın parçasıdır. Rusya’da şimdiye kadar en düşük pozisyona sahip olanlar askerler olmaktadır. Devletin kendi kurduğu güvenlik birlikleri herhangi bir sivil isyanı ve gerillayı kolayca bastırmaya yetiyor ancak orduya çok fazla güç vermek istemiyorlar. Aksi takdirde askerin devleti ele geçirme korkusu var. Ordunun potansiyel rekabeti konusunda çok endişeliler ve bunu önlemek için her yolu deniyorlar. Bu yöntemlerin biri de her askeri operasyonun ardından orduda büyük bir temizliğin yapılmasıdır. Barış zamanında emir gücü protokollerle sınırlı olan generaller savaş sırasında sınırsız yetkiye sahip oluyorlar. Ve tabi ki birlikler bu generalin sözüne sorgusuz sualsiz itaat etmeye alışıklar. Operasyonların ardından bu generaller devlet tarafından tek tek temizleniyor. Devletin kendi güvenlik birlikleri olası bir askeri isyandan korkuyor. Askeri temizlik onların kontrol mekanizması haline gelmiş durumdadır. Savaş sırasında birlikler üzerinde etkili olan generaller öldürülerek yerlerine daha az etkili olanlar atanmaktadır. Kremlin verimliliği en üst düzeye çıkarmıyor. Tehdidi en aza indiriyor... Askeriye Rus imparatorluk hayalini düşlemeyen ve bu duyguları paylaşmayan insanlar tarafından doldurulmuş durumdadır. Motivasyonları ise çok zayıftır. Rusya bütün gücü istihbarat ve iç güvenlik polis teşkilatına veriyor, elitler de genelde buradan geliyorlar.”[18]
Bu analizden şu yorumu çıkarmak mümkündür: Bir ülkede iktidarı elinde bulunduran azınlık durumundaki kripto yapıyı tehdit eden en büyük unsur ordu olmaktadır. Ordu ya kripto generaller vasıtasıyla sürekli kontrol altında tutulmalıdır ya da hukuksal düzenlemeler ve tasfiyelerle sürekli budanarak siyasetten uzak ve zayıf tutulmalıdır. Yukarıdaki YouTube programında yapılan yorumdan anlaşılacağı üzere, Rus ordusu sürekli tasfiyelerle zayıf tutulmak isteniyorsa, demek ki Rusya’da kripto yapı (gizli Yahudi hegemonyası) halen etkin konumdadır. O zaman Rusya’yı Ukrayna savaşına sürükleyen de bu kripto yapıdır. Bu noktada Rusya’nın bir tuzağa düşürüldüğü açıktır. Peki, Putin bu tuzağın neresinde bulunmaktadır? Vladimir Putin, kandırılmış olabilir veya yeni sürüm Lenin 2.0 da olabilir. Son zamanlarda Rusya’dan nükleer silah kullanma tehditleri geliyor. Oysa Ukrayna’ya karşı nükleer silah kullanmak bir askeri gereklilik olarak gözükmüyor. Bu silahın kullanılması Ukrayna halkının tamamen Rusya tarafından kaybedilmesi ve dolayısıyla savaşın kaybedilmesi anlamına geliyor. Nükleer silah sadece savaşı tırmandırır ve dünyayı dehşete düşürerek bütün dengeleri sarsarak Vatansız Para’nın istikrarsızlık ve açlık planlarına hizmet etmiş olacaktır. Eğer önümüzdeki günlerde Rusya taktik nükleer silah kullanırsa Putin’in, Lenin 2.0 olduğu kanaati kuvvet kazanacaktır. Diğer yandan savaş başladığında Putin’in askerî açıdan yapması gereken şey, bütün gücüyle sıklet merkezi oluşturarak Karadeniz kıyısına paralel doğrudan doğruya Odessa’ya yoğunlaşmaktı. Bu hareket tarzında Ukrayna’nın denize çıkışı tutulduğunda Kiev’in teslim olması sadece zaman meselesi olacaktı. Aynı zamanda her iki taraftan da daha az insan ölür, yıkılacaksa sadece Odessa yıkılırdı. Oysa Putin, kuvvetlerini üçe bölerek dağıtması ve ağırlığı Kiev’e vererek Ortodoks inançlı Ukrayna Slavlarıyla yine Ortodoks inançlı Rus Slavlarını savaştırması kafa karıştırıcıydı!? Putin’in Rusya’yı yönetmek üzere istihbarattan yetiştirilmiş bir lider olması hikâyesi de zaten yeterince şüphe oluşturmaktaydı.
Çin de oyunun içine katılmıştı!
Bu noktada Çin’den de biraz bahsetmek lazımdı. Avrupa’da COVID-19 salgını sebebiyle maske tedbirlerini uygulayan tek ülke kalmamışken, Çin, üretim ve finansın merkezi Şanghay şehrini “sıfır COVID” politikası çerçevesinde kapattı. 26 milyonluk bu metropolün kapatılması, otomotiv, yarı iletkenler ve elektronik alanında büyük çaplı üretim tesislerine ev sahipliği yapan fabrikaların üretime ara vermesine yol açtı. Tır ve kamyon seferlerinin aksaması, konteyner trafiğinin yüzde 50'sinden fazlasının kara yoluyla aktarıldığı Şanghay Limanı'nda da darboğaza sebep olmaktaydı. Şanghay ve çevresindeki Yangzı Nehri Deltası'ndaki diğer büyük üretim merkezlerini etkileyen lojistik tıkanıklığın etkileri dünya çapında tedarik zincirini olumsuz yönde etkilemeye başlamıştı. Tedarik zincirinin kırılması sebebiyle yaşanan mal kıtlığı dünyaya kurulan hiperenflasyon tuzağını tetikleyecek yeni bir hamle olarak yorumlanmıştı.
Bakın 120 yıl önce keşfedilen Siyon Protokollerinde ne yazıyordu:
“…Ticari faaliyetleri durduracak ve sanayiyi felce uğratacak olan ekonomik krizler, bu nefreti daha da körükleyecektir. Bildiğimiz tüm gizli ve yasa dışı yöntemler ve tamamen elimizde olan altının yardımıyla, tüm dünyada yaratacağımız ekonomik krizler sayesinde, Avrupa’daki tüm ülkelerde, işçi sınıfını aynı anda sokağa dökeceğiz. Bunlar cehaletlerinin budalalığı ile memnuniyetle, kan dökmek için her yere akacaklar ve doğdukları günden bu yana kıskançlıkla baktıkları her şeyi yağmalama şansı bulacaklardır...”[19]
Karşı karşıya olduğumuz hiperenflasyon ve açlık tehdidi kendiliğinden oluşan bir ekonomik kriz neticesinde kapımızı çalıyor sanılmasındı. Birileri bu krizi tezgâhlamaktaydı. Bilgisiz, beceriksiz, hatta bile bile hıyanet eden bazı iktidarlar da bu sonuca zemin hazırlamaktaydı... Merkez bankaları ve finans kuruluşları aracılığıyla parayı yaratma gücünü tekelinde tutan Vatansız Para, yeni bir dünya düzeni kurmak için bu krizi planlamıştı. 1929 yılında yaşanan “Büyük Buhran” da böyle hazırlanmıştı. Hiperenflasyon sebebiyle halklar açlığa mahkûm edilmiş, ülkeler borç batağında moratoryuma sürüklenerek -iflas ettirilerek- 2. Dünya Savaşı’na zorlanmıştı. Şablon hep aynıydı. Bu sefer bir dünya savaşı planladıklarını zannetmiyorum. Büyük ihtimalle 1848 halk ayaklanmalarının bir benzerini planlıyorlardı.
“Mülksüzleştirmeye karşıyız!” palavrasıyla millet mülksüzleştirilmeye çalışılmaktaydı!
Günümüzün Karl Marx’ı olarak tanımlayabileceğimiz ekonomist David Harvey, Marx’ın mülksüzleştirme kavramını farklı bir şekilde yorumlayarak, “mülksüzleştirme yoluyla birikim” kavramını ortaya atmıştır. Harvey’e göre, bankalardan fabrikalara, tarım arazilerinden madenlere kadar devletin sahip olduğu kârlı kaynaklar, özelleştirmeler yoluyla şahıslara satılarak yeni sermaye birikimi oluşturulmaktadır. Oysa devletin mülkünün şahıslara satılması bir anlamda hem devleti hem de halkı mülksüzleştirmek amaçlıdır!.. Devlet mülksüzleşirken sıradan halk da mülksüzleşiyor. Bu gidişata tepkilerin doğması kaçınılmazdır. Bir zaman sonra Harvey’in fikirleri doğrultusunda kışkırtılan halk, “ne kadar çalışırsam çalışayım ben mülk sahibi olamıyorsam, başkaları da mülk sahibi olmasın” fikrine kapılacaktır. İşte enflasyonu, halkları bu fikre hazırlamak için tırmandırıyorlar.
İsyana hazırlanan halkların yıkıcı gücünü hedef istikametine yönlendirmek gerekiyor. Bu noktada özelleştirmeler yoluyla siyasilerin ayrıcalık tanımasıyla devletin sırtından zengin olanları fişliyorlar. Sermaye-iktidar ilişkileri üzerine yapılan “Mülksüzleştirme Ağları” olarak adlandırılan haritalama yöntemiyle oluşturulan veri tabanı bu amaca hizmet ediyor.[20] Bu yöntemle Türkiye’de 700 civarında şirket fişlenmiş durumdadır. Ne hikmetse bu şirketlerin büyük çoğunluğu da hükümet eliyle sonradan sermaye sahibi yapılan zenginlerin mülkiyetinde bulunmaktadır. Büyük ihtimalle bu şirketlerin sahiplerinin Vatansız Para ile akrabalıkları da yoktur. Zenginleşme yöntemi nasıl olmuş olursa olsun, hedefe konulan yine yerli ve milli sermaye olarak gözüküyor. Halklar sokağa döküldüğünde öncelikle her zaman olduğu gibi yine yerli ve milli sermayenin üzerine sürülecekler.
Dünya çapında planlanan halk ayaklanmaları Sri Lanka’dan başladı. Hükümetin ekonomik kriz ile mücadelesini beğenmeyen halkın protestoları devam ediyor. Bakanlar istifa etti, sıkıyönetim ilan edildi ama halkın hoşnutsuzluğu artarak devam ediyor. Sendikalar birliği 28 Nisan 2022 için bir günlük grev çağrısında bulundu. Grevler hem devletin hem de halkın belini daha fazla bükerek Vatansız Para’nın dayatmalarına uygun ortam hazırlayacaktır. Sri Lanka sadece bir başlangıç. Aynı süreci dünyada birçok ülke yaşayacaktır. Plan bu. Bu dönemi Türkiye’de sorunsuz atlatılsa da, ciddi ve gerçekçi tedbirler alınmazsa sonbahar veya kış döneminde ülkemiz büyük sıkıntılarla karşılaşacaktır. Umut edelim bizden önce bir Avrupa ülkesi patlasın. Avrupa örneği, bizdeki patlamanın şiddetini azaltacaktır.
Planlanan ayaklanmaların nasıl sonuçlanacağına dair birçok senaryo yazılmaktadır.
Vatansız Para’nın ve patronları olan Siyonist baronların aklında neler yatmaktadır? Büyük ihtimalle ayaklanmalar esnasında kızgın kalabalıkların önüne “evrensel temel gelir” havucunu koyacaklar. Patlayacak isyanlarla birlikte, “bir ülkenin tüm vatandaşlarına herhangi bir şart aramadan düzenli nakdi ödenek tahsis etmesi fikri” kızgın kalabalıkları kendi devletlerine saldırmaya ve devletleri bu yönde kararlar almaya kışkırtacaklar… Bunun için bazı üretim araçlarının devletleştirilmesi gündeme taşınacak. Fakat bu sizlerin sandığı gibi iyi bir şey olmayacak. Çünkü arkasından uluslararası geçerliliği olan elektronik ve kripto paraların devletler tarafından tanınması dayatması yapılacak... Böylece devletlerin para basma yetkisi tamamen ellerinden alınarak devletler ekonomik düzenin dışına atılacak. Devletler zaten boğazına kadar Vatansız Para’ya borçlu, mesela ABD’nin bile 30 trilyon dolardan fazla borcu var. (Türkiye’nin toplam dış borcunun, AKP iktidarında 1,5 trilyon dolara ulaştığı konuşulmaktadır.) Bu borç mekanizması ve elektronik para kontrolünün tamamen Vatansız Para’ya geçmesini sağlayacak. Böylece devletleştirilmiş gibi gözüken mülkler de Vatansız Para’nın zimmetinde olacak. Geriye, devlet için; Vatansız Para’nın polis gücü olmaktan başka bir şey kalmayacak. Bakın bugün Şanghay’da halk saçma sapan bir gerekçeyle devletin gücü kullanılarak ölümüne evinde hapse mahkûm ediliyor. Bu süreç bağıra bağıra Siyon Protokollerinde yazan kölelik sürecinin gelişini haber veriyor.
Tabi bu yazdıklarımız çabucak olmayacak. Suni olarak yaratılan küresel ekonomik kriz güneyden kuzeye, doğudan batıya korkunç bir göç dalgası yaratacak. Halklar birbirine karışacak, böylece milli kimlikler silinirken ulus devletler yıkılacak. Milli kimlik üzerine kurulu ulus devletin Vatansız Para’ya yarattığı tehdit bu şekilde bertaraf edilmiş olacak!..
Çözüm:
Kölelik sürecini engellemenin tek yolu, mülksüzleştirme işine tabandan değil en tepeden başlamaktır. Daha önce yazdık. İki elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki aile, dünyada para yaratma işini tekellerinde tutuyor. Dünyadaki parayı merkez bankaları ve bankalar yaratır. Para basma yetkisi merkez bankalarına aittir. Mesela Amerikan Merkez Bankası devletin değil sekiz ailenin mülkiyetindedir. Benzer bir ilişki birçok ülke için de geçerlidir. Bankalar ise kredi verme yoluyla mevduatlarının yüz katı kadar para yaratabiliyorlar. Buna banka parası veya kaydi para deniyor. Bütün bankalar ise; ister devlet ister özel sektöre ait olsunlar, sendikasyon kredileri yoluyla küresel finans sistemine yani Vatansız Para’ya bağlılar. Sonuç itibariyle para kazanmayı bir kenara bırakın, parayı yaratma yetkisi tamamen Vatansız Para’nın tekelindedir. Vatansız Para, 2008 yılında ABD’de yaşanan emlak krizinde olduğu gibi suni olarak yarattığı finansal krizlerle para basarak, bastığı paranın maliyetini de halkların sırtına yükleyerek bir taraftan zenginleşirken diğer taraftan borçlanan devletlere istediği düzenlemeleri dayatma gücünü kazanıyor.
Parayı yaratma yetkisi, Vatansız Para’nın elinden alınmadıkça, dünyayı şekillendiren suni ekonomik krizlerden kurtulmak ve milyonlarca insanı ölüme sürükleyen savaşların önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Para yaratma gücü onların tekelinde olduğu müddetçe ülkesine bakmaksızın bütün liderleri Vatansız Para parmağında oynatacaktır. Çünkü siyaset paraya mahkûmdur. Buna demokrasi dense de (gerçekte, Erbakan Hocanın tanımıyla, tam bir “Demukratur senaryosu”dur. Yani halk yığınları, dış güçlerin planlarına alet edilip oyalanmaktadır.)
Dünyada hiçbir insan ne kadar çalışırsa çalışsın Vatansız Para’nın hükmettiği büyüklükte bir servete sahip olamaz. Vatansız Para’nın kontrolündeki servet, devletler ve halklarının soyulmasıyla toplanmıştır. Dolayısıyla devletleştirilmesinde de bir sakınca yoktur. Dünyadaki bütün merkez bankaları ve bankalar devletleştirilerek para yaratma yetkisi Vatansız Para’nın elinden alınmalıdır. Adamları öldürün, malının tamamına çökün demiyoruz. Hükmettikleri servetin milyonda biri onlara kalsa, yedi sülalelerine bin yıl yetecek kadardır. İhtiyaçları olmayan, dünyayı yönetmek için bizden çaldıkları fazlalığı istiyoruz.
Bu teklifin hayata geçmesini imkânsız bir hayal görenler yanılmaktadır. Ancak dünyadaki bütün ülkelerin özgürleşme ve millileşme işini aynı anda yapmalarını sağlayacak küresel bir değişime ihtiyaç vardır. (Bu ise Rahmetli Erbakan Hocanın, ilmi, insani ve İslami evrensel programları ve harika savunma planlarıyla mümkün olacaktır. Böylesi bilinçli, birikimli ve önemli beyinlerin; Erbakan’ın kutlu değişim projelerinden ve tarihi girişimlerinden yeterince haberdar olmamalarının da ne denli esef verici olduğunu ortaya koymaktadır. A.A.) Oysa 120 yıl önce açığa çıkan Siyan Protokolleri, “Günümüzde uluslararası bir güç olarak yenilmez durumdayız, çünkü herhangi bir devletin saldırısına uğrarsak, diğer devletler tarafından destekleniriz.”[21] diyor. Anlaşılacağı üzere Vatansız Para, ülkeler arasındaki rekabeti kendi lehine kullanarak, birilerine bir şeyler verirken diğerinin kendi aleyhine olan hamlesini kolaylıkla bertaraf edebilmektedir. Son Ukrayna-Rusya savaşında görüleceği üzere, yüzlerce yıldır tarafsız olan İsviçre bile her şeyi bir kenara bırakarak Rusya aleyhine yaptırımlara katılmıştır. Vatansız Para’nın kontrolünde olan bütün şirketler ve devletler Rusya’ya uygulanan yaptırımların arkasındadır. Küresel çaptaki çok uluslu şirketlerin Vatansız Para’nın kontrolünde olduğunu daha önce anlattık. Peki devletler nasıl oluyor da Vatansız Para’nın talimatları doğrultusunda davranıyorlar? Devletlerin borç boyunduruğunda olduğunu yine daha önce anlatmıştık. Fakat devletleri Vatansız Para’ya bağlayan borç boyunduruğundan daha güçlü bir bağ daha vardır. Dünyadaki birçok devlet, Vatansız Para ile bir çeşit duygusal bağı olan siyasetçiler tarafından yönetiliyor durumdadır. Çoğu ülkede bu işlevi kriptolar üstleniyor. Vatansız Para demokrasi oyunu sayesinde bir adamını koltuktan indirirken bir diğerini boşalan koltuğa oturtuyor!?
Yahudi düşmanlığı aptallıktır, ama Siyonist sömürü çarkına karşı olmak insanlık icabıdır!
Bu yazıda kimse Yahudi düşmanlığı yaptığımızı zannetmesin. Yahudilerin de birçoğu bu oyunun en çok eziyet çeken insanlarıdır. Bir avuç zengin ve onların işbirlikçisi sapkın din adamı, kendi çıkarları uğruna Yahudi halkının inancını sömürerek masum insanları onlarca defa sürgüne mahkûm etmiştir. Engizisyon gibi akıl almaz işkencelere maruz bırakmıştır. Binlerce yıl aşağılanmalarına sebep olmuştur. Üstelik sürgüne giden, öldürülen Yahudilerin mallarına tasfiye yoluyla çöken de Vatansız Para’dır. Yahudilerin tarih boyunca çektikleri eziyet, onların üstün ırk olma safsatasına bağlılıklarını artırmaktadır. Bu bağlılık aynı zamanda bir intikam duygusu yaratmaktadır. “Bir gün dünyayı yönetecek ve kendilerine yapılan haksızlıkların intikamını alacaklardır.” İşte bu duygu onları Vatansız Para’nın fedaileri yapmaktadır. Aralarındaki örgütsel bağlılığın ana sebebi budur. Tanrının dinine değil hahamların yazdığı sapkın inanç ve amaçlara inanan bu insanlar gözlerine inen perde yüzünden mülksüzleştirme yoluyla kendilerinin de birer köle yapılacağının farkında değiller.
Kendilerini Tanrı zanneden bir avuç çetenin insanlığı köleleştirmesine vicdanı olan herkes karşı çıkmalıdır. Samimi Yahudi kimseler artık şunu anlamalıdır; eğer Siyonistlerce planlanan Büyük Sıfırlama gerçekleşirse onlar da köle olmaktan kurtulamayacaktır. Bu mücadelede Yahudileri yanımızda görmek istiyoruz. Hepimiz insanız; üstün ırk diye bir şey yok. Yahudiler üstün ırk olsaydı, İsrail bugün Mars’ta koloni kurmuştu. Bu safsata sizleri uşak yapıyor, görün bunu artık. Finansal sermayenin köleliğine hep birlikte isyan edip başkaldırmalıyız.
Buradan kripto kardeşlerimize de seslenelim. Kendi aranızda kurduğunuz gizli örgütlenmeyle yarattığınız FETÖ benzeri mekanizma sizlerin hep avantajlı konumda olmanızı sağlıyor. Siz bizi biliyorsunuz, ama biz sizi bilmiyoruz. Bu mekanizma hep sizlerin siyasette en önlerde yer almanızı sağlıyor. Ama sizin bu örgütlenmeniz, sizden başka hiç kimseye fayda sağlamıyor. Ülkeleri ve dolayısıyla dünyayı getirdiğiniz nokta ortada. Kendinizi Yahudi zannetmekten vazgeçin artık. Kendi aranızda evlenmeyi bir kenara bırakın, karışın bize.
Siyon liderlerinin 120 yıl önce savurdukları bir tehdidi hatırlatarak bitirelim: “Ölüm herkes için kaçınılmaz bir sondur. En iyisi bu sonun; görevimizi yapmamıza engel olanlara, bu görevi baltalayanlara, bizden daha yakın olmasını sağlamaktır. Gerektiğinde Masonlar’ı dahi, kardeşliğini korumadığı gibi gerekçelerle idam ederiz. Sadece ölümle cezalandırdıklarımız değil, gerekirse hepsi normal bir hastalıktan ölmüş gibi ölürler. Bunu bildikleri sürece, kardeşlik dahi itiraz etme cüretini gösteremez.”[22]
Şimdi ey Siyonist ve emperyalist zalimler ve hain işbirlikçiler! Artık, elinizden geleni ardınıza koymayınız... Bundan sonra biz değil, siz korkacaksınız. Allah’a bir can borcumuz var onu vermekten de biz sakınmayız... Bir gün bu dünyayı kendini Tanrı zanneden bir avuç psikopat değil, biz inanan ve tüm yaratılanlara şefkat duyan insanlar yönetmeye başlayacağız... Alın size manifesto. Bakalım 1848 yılında yazılan Komünist Manifesto kadar yayılacak mı?
Not: Parantez içi notlar değerli yazara değil, Milli Çözüm Araştırma Ekibine aittir. Bizlerin tepkisi Yahudilik ve Hristiyanlık gibi Din mensuplarına ve farklı ırklara değil, bütün yazılarımızda ısrarla belirttiğimiz gibi gayri insani amaçlar taşıyan Siyonist ve Emperyalist düşünce sahiplerinedir. Bu tavrımızın en net örneği de Üstad Ahmet Akgül tarafından hazırlanan “Yüce Kur'an'ın Manası ve Mesajı” mealimizde, Maide Suresi 51’inci ayetinde ve Fatiha Suresi son ayetine yaptığımız yorumlarda belirtilmiştir.
Bu makaleyi sesli olarak dinleyebilirsiniz:
[1] (E. Hv. Plt. Kur. Alb.) Osman Başıbüyük, sunsavunma.net, 28 Nisan 2022
[Bu önemli ve stratejik yazı; hem tebrik ve takdir, hem de olumlu bir tenkit ve telafi-tavzih (izah etme) amaçlı buraya alınmıştır.]
[2] Balcıoğlu Mustafa&Balcı Sezai, “Rothschildler ve Osmanlı İmparatorluğu”, Erguvani Yayınevi 4. Baskı, Ankara 2020, S-324
[3] Alexander Parvus - Wikipedia
[4] Yangın İlhami, “İhtilal Tüccarları”, Neden Kitapevi, Ağustos 2008, S-432
[5] Age, S-434
[6] Freedman Benjamin H., “facts are facts”, October 10, 1954, Publised by Bridger House Publishers INC, P-VIII
[7] Sevinç Necdet, “Ordular Masonlar Komünistler”, Anadolu Neşriyat Yurdu No:2, İstanbul 1971, S-18
[8] Enver Paşa ile ilgili bilgi: http://tarihvemedeniyet.org/2012/10/sovyet-rusyada-enver-pasa.html
[9] Yangın İlhami, “İhtilal Tüccarları”, Neden Kitapevi, Ağustos 2008, S-439, 440
[10] Sevinç Necdet, “Ordular Masonlar Komünistler”, Anadolu Neşriyat Yurdu No:2, İstanbul 1971, S-46
[11] Age, S-56
[12] https://www.cfr.org/timeline/us-relations-china
[13] https://www.weforum.org/agenda/2016/11/8-predictions-for-the-world-in-2030/
[14] Nilus Sergei ALEKSANDROVICH, “Siyon Liderlerinin Protokolleri”, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, 1. Baskı 2016, S-50
[15] Age, S-165
[16] Yangın İlhami, “İhtilal Tüccarları”, Neden Kitapevi, Ağustos 2008, S-441
[17] Sevinç Necdet, “Ordular Masonlar Komünistler”, Anadolu Neşriyat Yurdu No:2, İstanbul 1971, S-47
[18] https://www.youtube.com/watch?v=C9vhoFgiCAs
[19] Nilus Sergei ALEKSANDROVICH, “Siyon Liderlerinin Protokolleri”, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, 1. Baskı 2016, S-166
[20] https://mulksuzlestirme.org/
[21] Nilus Sergei ALEKSANDROVICH, “Siyon Liderlerinin Protokolleri”, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, 1. Baskı 2016, S-167
[22] Nilus Sergei ALEKSANDROVICH, “Siyon Liderlerinin Protokolleri”, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, 1. Baskı 2016, S-204
< Önceki | Sonraki > |
---|