AHLÂKI ÇÜRÜTEN DUYGULARDAN UZAK DURALIM
a- Kin ve Kıskançlık
Tasavvuf, kalbi ve ruhi rahatsızlıkları ve kötü huyları tedavi eden manevi hastaneler gibidir. Bu kötü huylardan birisi de hasettir. Evet, haset (kıskançlık) ruhi bir hastalıktır. Hasetçiler hain, hainler ise zalim olmaktadır. Bu nedenle Kur’an;
“Kâinatın Rabbine sığınırım ben, kıskandığı zaman haset edenin şerrinden.” (Felak: 5) buyurmaktadır.
Haset, sahip olduğu nimet ve faziletlerden dolayı bir kimseyi kıskanmak ve onu çekememektir. Haset, bir bakıma Allah’ın taksimini beğenmemek ve O’nun takdirine itiraz etmektir. “Yoksa Allah’ın Kendi lütfundan insanlara verdiği nimetlere haset mi ediyorlar?” (Nisa: 54) ayeti bu durumu işaret etmektedir.
Halbuki Cenab-ı Hak bizim hakkımızı ve payımızı alıp başkasına vermiş değildir. Bizim üzerimizde de belki başkalarında bulunmayan sayısız nimetler vardır. Allah’ın rahmet hazinesinden, kullarına ihsan ve ikram ettiği, maddi ve manevi nimetleri kıskanmak olan haset, kişisel ve toplumsal birçok kötülük ve felaketleri doğuran, kalbi bir rahatsızlıktır. Haset her şeyden önce Müslümanlar arasındaki sevgi ve samimiyeti yıkar. Kin ve düşmanlık tohumları eker. Kıskançlık, insanları hıyanete ve hakarete yönlendirir. Huzur ve güveni yok eder.
“Onlar ancak kendilerine ilim geldikten sonra kıskançlıkları ve hasetleşmeleri yüzünden tefrikaya düşüp ayrıldılar.” (Câsiye: 17) ayeti bu gerçeği ifade etmektedir. Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz: “Hasetten sakınınız, çünkü haset; iyilik ve ibadetleri, ateşin kuru otu yaktığı gibi yiyip bitirir.” (Ebu Davut) buyurmaktadır. Bir başka hadis-i şerifte ise, “Sizden önceki ümmetleri (helak eden manevi hastalıklar) size de sirayet etmiştir! Haset ve kin beslemek. Bu ikisi, din ve ahlâkı kökünden kazıyıp kurutur.” (Tirmizi) buyurarak bizleri bu şeytanlık damarlarından sakındırmaktadır.
Haset ve hıyanet hastalığının sebepleri ve mikropları şunlar olabilir:
1- Kıskançlık: Bu, başkalarının kendi üzerine yükselmelerini çekememekten ileri gelir. Kendi tanıdıklarının, yakınlarının ve arkadaşlarının mal ve makam yönünden başarıya ulaşmalarına, ilim ve fazilet cinsinden bir nimete kavuşmalarına gözü götürmediğinden, kin ve haset kurdu kötü insanların içini kemirmeye başlar.
2- Aşağılık Duygusu: Servet, şöhret, ilim ve itibar sahibi kimselere karşı kendisini aşağı ve küçük gören kimseler, böylesi nimet sahiplerine haset ve düşmanlık ederek kendilerini tatmin etmeye çalışırlar.
3- Amacına Ulaşamamak Korkusu: Bu aynı amaçlar peşinde koşan, aynı hedef ve heveslere ulaşmak için boğuşan, aynı makam ve menfaatleri paylaşan kimselerin, özellikle riyaset (baş olma) ve siyaset (yönetme) arzusuyla kıvrananların bir nevi rekabet hissinden doğan ve günümüzde pek yaygın olan bir haset ve düşmanlık duygusudur.
4- Vicdan Bozukluğu: Servet, şöhret ve riyaset peşinde olmayan, övülmek-sevilmek gibi bir ümit de taşımayan öyle kimseler vardır ki, sadece kalbi rahatsızlıklarından ve vicdani bozukluklarından dolayı insanların maddi ve manevi saadetlerini kıskanır ve üzülür, insanların başına gelecek felaket ve musibetlere de sevinirler.
Böylesi hain ve hasetçi kimselerin durumları Kur’an’da şöyle anlatılmaktadır:
“Size bir iyilik dokunursa onları üzer ve kederlenirler. Başınıza bir felaket gelirse onunla ferahlanır ve sevinirler.” (Âl-i İmrân: 120)
Peygamber (SAV) Efendimiz; “Müslüman kardeşin hakkında, sakın şamata etme (ona gelen musibetten dolayı sevinme) sonra Allah ona afiyet ve selamet bahşeder de seni aynı belalara giriftar eder.” (Tirmizi) buyurmaktadır.
5- Haset ve kıskançlığın bir nedeni de kibir ve enaniyettir. Bu yüzden bazıları:
“(Başka bahane bulamayan müşrikler) ‘Bu Kur’an (Hz. Muhammed yerine) iki şehirden birinin (beylerine ve) büyüklerine (Mekke ve Taif’ten servet ve riyaset yönünden önde gelen bir kişiye) indirilmeli değil miydi?’ diyorlardı.” (Zuhruf: 31) diyorlardı. “Sizler de ancak bizim gibi (sıradan) bir insansınız.” (Yâsin: 15) diyerek Peygamber’e itaati nefislerine yediremiyorlardı.
Her asırdaki din büyüklerine ve dava önderlerine insanların çoğunun takındığı tavır bu olmuştur.
“İnsanların bir kısmını diğer bir kısmı ile imtihan ettik ki Kureyş’in ileri gelenleri fakirler hakkında şöyle desinler: Allah’ın aramızdan seçip kendilerine iman vererek (bizden üstün kıldığı) kimseler şunlar mı?” (En’am: 53)
Evet insanların çoğu, kendileri ayarında, hatta aşağısında gördükleri kimselere Allah’ın nimet ve fazilet vermesine tahammül gösterememişler, akıl erdirememişler, kendi yaktıkları kin ve haset ateşinde yine kendileri kavrulup gitmişlerdir. Böylece kin ve haset duyguları kabaran insanlar, kıskandıkları kimseleri gözden düşürmek ve kötülemek maksadı ile onlar hakkında gıybet, iftira ve yalana tenezzül etmişlerdir. Onlarla arayı bozmak ve alâkayı kesmek, alay edip küçümsemek, hatta dostlarıyla ilgili bir kısım sırları ve ayıpları ifşa etmek aşağılığına düşmüşlerdir.
Zira şeytan, Hz. Adem’e hasedinden dolayı dergâh-ı İlahi’den kovulmuştur. Kâbil, kıskançlığından dolayı Hâbil’in katili olmuş, kardeşleri sırf çekemedikleri için, Hz. Yusuf’a tuzak kurmuşlardır.
Böyle kin ve haset oklarına hedef olan kimseler, hemen bundan Allah’a sığınmalı, “Kıskandığı zaman haset edenin şerrinden kâinatın Rabbine sığınırım.” (Felak: 5) demelidirler. Bu ayet, hasetçilerin bir nevi şeytanlığını da ima ediyor. Zira ancak şeytanın şerrinden Allah’a sığınılır.
Ayrıca, başkalarına kin ve haset damarlarını kamçılayacak davranışlardan da uzak durmalı ve mazhar olduğumuz nimet ve faziletlerle övünüp böbürlenmekten şiddetle sakınmalıyız.
Çünkü Hz. Peygamber (SAV): “Sahip olduğumuz nimetlerin tamamlanması ve devamı için gizlilikten yardım bekleyin (yani gizli tutun). Çünkü her nimet sahibi mutlaka hasede maruz kalır.” (Taberânî.) buyurmakla bizleri uyarmaktadır.
Bu konuda şunu da belirtmek gerekir ki, haset ve kıskançlık haram ise de, gıpta ve özenme caiz ve helaldir. Gıpta, bir insana verilen nimet ve fazilete imrenmek ve aynısını kendi nefsi için de arzu etmektir. Peygamber Efendimiz (SAV); “Mü’min gıpta, münafık haset eder.” buyurmaktadır.
İnsan, fıtratında bulunan gıpta ve imrenme duygusunu haset ve kıskançlığa dönüştüreceğine; hayır ve hizmette, ahlâk ve fazilette yarışma şekline çevirebilmelidir. Din kardeşlerimizin ve dava arkadaşlarımızın başarı ve şerefleri “Manevi Şirket” hikmetince kendi başarımız sayılmalı ve sevinç duyulmalıdır.
Din Ulularından İbn-i Sirin ne güzel söylüyor:
“Dünyalık geçici nimetler için herhangi bir kimseye haset etmeyi akılsızlık sayarım. Çünkü o kimse şayet cennet ehli ise, şu anda elindeki nimetler onun cennetine nazaran pek değersizdir. Haset etmeye değmez. Yok eğer o kişi ehl-i cehennem ise, pek yakında ateşi boylayacak bir kimsenin elinden alınacak dünyalık nimetler için, onu ne diye kıskanayım. Biraz sonra zindana atılacak ve bütün sevdiklerinden ebediyen ayrılacak bir kimseye, güzel bir sofra sunulmasından dolayı kim ona imrenir ve ne diye kıskanır?”
Tabiin’den İbn-i Şemmik Hz.leri şöyle buyuruyor: “Hasetçiden daha zavallı bir zalim görmedim. Çünkü içinde alevlenen kin ve haset ateşi, rakibine ulaşmadan önce kendisini kavurup kıvrandırmaktadır.”
Haset, kin, düşmanlık gibi kötü duyguların ve kalbi hastalıkların en kesin tedavisi ise tarikat hastanesinde Zikrullah ilacına devam etmektir.
Zira kalpler ancak Zikrullahla mutlu ve mutmain olur. Gönüller sadece iman ve Kur’an’la huzura kavuşur.
b- Yalancılık ve Yağcılık
Tarikat terbiyesi; insana özünde, sözünde ve izinde, tuttuğu yol ve yönteminde mutlaka doğru olmayı öğreten, nefsi arzuları için vicdani duygularını köreltmeyen ve asla yalana tenezzül etmeyen insan yetiştirir.
Yalan, gerçek olmayan uydurma sözlerdir. Olmayanı olmuş, olanı da olmamış gibi göstermektir. Yalan; günahların en adisi, ayıpların en çirkinidir. Peygamber Efendimiz (SAV); “Müslümanda, beşeriyet icabı her hata bulunabilir. Ancak yalan ve hıyanet hariç (zira bunlar imana ve insanlığa muhaliftir.)” (İmam Ahmed) buyurmuştur.
Yalan konuşan kimseler, halk arasında itimat ve itibarını kaybeder. Asla hürmet ve rağbet görmezler. Bayağı ve aşağı kimseler olarak bilinirler. Yalanın yaygınlaştığı bir toplumda, her türlü haksızlık ve ahlâksızlık boy gösterir ve bu toplum çözülür ve çöker.
Yalan; hilekârlığın, sahtekârlığın ve münafıklığın bir alâmetidir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Şu dört huy kimde bulunursa, o halis münafıktır. Her kimde de bunlardan bir kısmı bulunursa, bunu terk edinceye kadar onda münafıklıktan bir haslet bulunmuş olur. Bu dört şey ise;
1- (Kişi) Emin bilindiği ve kendisine emniyet edildiği zaman, emanete hıyanet etmek.
2- (Herhangi bir konuda) Konuştuğu zaman, yalan söylemek.
3- Söz verdiği zaman, yerine getirmemek.
4- Birine (kızıp) husumet ettiği zaman, ona haksızlık ve hakarete yönelmek.” (Buhari, Kitabü’l İmam)
Yine Kur’an, münafıkları kastederek, “Yalan söylemeleri sebebi ile onlar için şiddetli bir azap vardır.” (Bakara: 10) buyurmaktadır.
Yalan, bir şahsiyet erozyonu olup kişiyi yalama yapar. Halbuki insana, özellikle Müslümana yakışan özünde ve sözünde doğruluktur. Doğruluk, imanın hem temeli hem de en güzel meyvesidir. Yalan ise küfrün çekirdeği ve kalpteki nifakın eseridir.
Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“(Özünde, sözünde ve işinde) Doğruluk, muhakkak insanı hayra yöneltir. Hayır da insanı Cennete götürür. Kişi doğruluk ve dürüstlük üzere gittikçe, sonunda sıddıklık rütbesine kavuşur.
Yalancılık ise, mutlaka insanı fısk-ı fücura sürükler. Fısk-ı fücur ise insanı cehenneme götürür. O kimse ki işi gücü yalan dolandır. Nihayet o kimse Allah katında yalancı ve sahtekâr yazılır.” (Buhari)
Yalanın çeşitlerine ve sebeplerine gelince:
1- Yalanın en kötüsü ve en tehlikelisi Allah (CC) ve Peygamber (SAV) adına söylenen yalandır. Din adına rastgele ahkâm kesmek, nefsanî heves ve hesaplarla fetva vermek, haramları helal saymak, İslami emir ve ibadetleri yozlaştırmak ve yasaklamak apaçık bir yalan ve en büyük bir günahtır. Cenab-ı Hak:
“Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir.” (Ankebut: 68)
“Dillerinizin yalan yere ‘bu haramdır, şu helaldir’ diye vasıflandırdığı şeyleri konuşmayın. Allah’a karşı yalan uyduranlar ise asla felah bulmazlar.” (Nahl: 116) ayetlerinde bu tür yalanlar şiddetle yasaklanmıştır.
Peygamber Aleyhisselam ise “Kim kasten Benim üzerime yalan söylerse (söylemediğimi söylemiş, söylediğimi de söylememiş gösterirse) cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Buhari-Müslim) buyurmaktadır.
2- Bazen de alışverişte daha fazla kazanmak amacıyla müşteriyi aldatmak için yalan söylenir. Burada iki günah birden işlenmektedir. Hem yalan söylemekte, hem de kul hakkına tecavüz edilmektedir. Bu tür kazancın hayrı da, bereketi de yoktur. “Yalan, rızkı azaltır.” (İhya) hadisi bunu anlatmaktadır.
“Yalan söylemezsek işimiz rast gitmiyor” sözü halk arasında yaygın, bâtıl ve asılsız bir sözdür.
Halbuki Cenab-ı Hak:
“Ey iman edenler. Allah’tan korkun da doğru söz konuşun ki, sizin işlerinizi ıslah edip düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Ahzâb: 70-71) buyurmaktadır.
3- Bir kısım kimseler de başkalarını güldürmek ve eğlendirmek için çeşitli yalanlar uydururlar. Peygamber Efendimiz (SAV) “Yazıklar olsun o kimseye ki, çeşitli yalanlar uydurarak çevresini güldürmeye çalışır. Veyl olsun o kimseye!” (Ebu Davud-Tirmizi) buyurmaktadır. Zira yalanın şakası dahi yalan ve haramdır.
4- Yerine getiremeyeceğini bile bile va’adlerde bulunmak da yalan ve günahtır… Cenab-ı Hak:
“Ey iman edenler! Verdiğiniz sözlerinizi ve yaptığınız anlaşma ve akitlerinizi yerine getirin.” (Maide: 1) buyurmaktadır.
Peygamber Efendimiz (SAV) “Va’ad etmek (söz vermek) borç gibidir. Hatta ondan da önemlidir.” (İbni Ebu’d Derda) buyurmaktadır.
Özürsüz va’adinden dönmek münafıklık alâmeti sayılır.
5- Başkalarına iftira etmek, işlemediği bir suçu ve günahı birisine isnat etmek de çok çirkin bir yalandır. Masum insanları hiç alâkaları bulunmayan şeylerden dolayı suçlayan, namus ve haysiyetlerini karalamak için, yalan ve iftiraya tenezzül edenler kin ve haset duygularının esiri olmuş alçak yaratılışlı kimselerdir.
Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz, “Yalan imana muhaliftir (ikisi beraber bir yerde bulunamaz). Yalanın en kötüsü ise bühtan ve iftiradır.” (Beyhaki) buyurmaktadır.
6- Yalanın diğer bir çeşidi ise; mal ve mevki sahibi kimselerden menfaat beklemek veya meşhur zevatın gözüne girmek hevesi ile onlarda bulunmayan faziletlerle onları övmektir.
Özellikle “Fasık bir kimse övüldüğü zaman Allah-u Teâlâ gadaba gelir.” (Beyhaki.)
Dalkavukluk ve yağcılık yapmak için yalan uyduranlarda henüz insanlık şahsiyeti oluşmamıştır.
Bir kimseyi, onda bulunmayan üstünlük ve özelliklerle övmek, yüceltmek de bir çeşit yalandır.
Yağcılık ve yaltakçılık çok aşağı ve bayağı bir davranıştır.
7- Yalancı şahitlik yapmak da çok ağır ve alçakça bir günahtır.
a- Görmediği bir olaya “gördüm” demek,
b- Gördüğü ve bildiği bir gerçeği, gizlemek ve inkâr etmek,
c- Gördüğü ve bildiği gerçekleri eksik anlatmak,
d- Gördüklerine uydurma ilaveler katmak,
e- Gördüklerini yorumlayarak ve hedef saptırarak anlatmak,
İşte bunların hepsi, adaleti yanlış etkileyeceğinden dolayı, yalancı şahitliktir.
8- Bazı kimseler de sadece övünmek için yalan uydururlar. Yapmadıkları hizmet, ibadet ve faziletleri yapmış görünürler. Kur’an:
“Ey iman edenler! Niçin yapmadığınız ve yapmayacağınız şeyleri söylersiniz? Yapmadığınız şeyi söyleyip (övünmeniz) Allah katında pek büyük bir günahtır.” (Saff: 2-3)
9- Bir kısım insanlar da, önemli kişilerden ikram ve iltifat gördüklerini söyleyerek, kendilerine bununla övünme payı çıkarırlar. Halbuki asılsız bir yalan uydurmaktadırlar. Peygamberimiz (SAV) “Kendisine verilmeyen şeylerle övünen ve sevinen kimse yalan ve riyakârlığın iki (sahte elbisesine) bürünmüş kimse gibidir.” (Buhari, İhya – Lisanın Afetleri.)
10- Bazen de insanlar rüyalarını anlatırken yalan söylerler. Ya hiç görmedikleri bir rüyayı görmüş gibi anlatırlar veya rüyalarına ekleme ve eksiltme yapıp değiştirerek anlatırlar. Peygamber Aleyhisselam; “Rüya hususunda yalan söyleyen bir kimse, kıyamet gününde iki arpayı birbirine bağlayıp düğümlemekle emrolunur. Asla bunu başaramayacağı için de devamlı azap olunurlar.” (Beyhaki, İhya-i Ulum)
Görmedikleri bir olayı görmüş gibi anlatmak veya gördüğü bir olayı değiştirerek nakletmek de bunun gibi bir yalandır. Bu nedenle yalancı şahitlik büyük bir günahtır.
11- Çevresinde âlim ve bilgin tanınan bazı kimselerin “Bu konuyu bilmiyorum.” demek nefislerine ağır geldiği için sorulan her soruya cevap uydurmaları, iyice araştırıp emin olmadan fetva vermeleri ve her konuda bilgiçlik taslamaları da bir nevi yalancılıktır. Halbuki;
“Yalanı ancak Allah’ın ayetlerine inanmayanlar ve (hesap gününden korkmayanlar) uydurur. Gerçek yalancı bunlardır.” (Nahl: 105)
12- Bazı kimseler de yalan ve iftiralarını “Öyle zannediyorum, şöyle tahmin ediyorum” gibi kılıflarla ortaya atarlar. Cenab-ı Hakkın: “Ey iman edenler, zannın çoğundan (çok çok) uzak durun. Muhakkak zannın bir kısmı günah ve (yalandır).” (Hucurât: 12)
Özellikle su-i zan haramdır. Çünkü su-i zan, çoğu zaman şeytan tarafından vesvese şeklinde kalbe sokulan asılsız bir tahmindir.
“Bu suçu filanın işlediğini tahmin ediyorum”, “Filan Müslümanın riyakâr ve sahtekâr olduğunu zannediyorum” gibi sözlerin hem apaçık bir gıybet, hem de çoğu kez yalan ve iftira olduğu ortaya çıkar.
Aklımıza gelmesine mâni olamadığımız bu gibi vesvese ve su-i zanların vebalinden kurtulmak için, bunları dilimize almamamız ve konuşmamamız gerektiğini Peygamberimiz emir buyurmaktadır.
Bazı zaruretler ve mecburiyetler karşısında ise yalan söylemeye ruhsat verilmiştir. Bir hadis-i şerifte Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Hayret, niçin Ben sizleri kelebeğin ateşe atıldığı gibi yalanlara atıldığınızı görüyorum? Unutmayın yalanın hepsi ve her türlüsü insanoğlunun aleyhine günah olarak yazılır. Ancak kişi harp halinde iken (Müslümanların menfaatini korumak için) yalan söyleyip (düşmanı aldatabilir). Çünkü harp hile demektir. Veya araları bozulan insanları barıştırmak için yalan söylenebilir. Veya (aile düzeni ve huzuru bozulmasın diye) gerektiğinde hanımını memnun edecek bazı sözler yalan sayılmaz.” (Müslim-Taberâni)
Ayrıca insani ve İslami hizmet ve faaliyetlerinden dolayı, tağuti rejimlerce mahkeme edilen kimselerin, yaptıklarını inkâr etmesi yalan ve günah sayılmaz. Ve yine bir kısım zorba ve zalimlerin; canına, malına, namusuna zarar verecek davranışlarını önlemek için mecbur kalındığında yalan söylenebilir.
Çünkü ameller niyetlere göre değerlendirilir.
Tekke ve tarikatların terbiyesinden, ibadet ve istikamet disiplininden, Zikrullah ve Fikrullah lezzetinden uzaklaştırılan, şehvet ve servetin, dünyalık makam ve menfaatlerin kölesi yapılan insanlarımızın, yeniden doğru ve dürüst bir kişiliğe kavuşmaları için İslam’ın ahlâk düzenine ve adil devlet sistemine acilen ihtiyacımız vardır.
Doğru Konuşmanın Önemi
Mü’minler hangi şartlar altında olurlarsa olsunlar, doğru söz söylerler. Kur’an’da sırf insanlardan çekindiği için kişinin doğruyu söylemekten kaçınmasının yanlış bir tavır olduğu bildirilmiştir. Bu nedenle mü’minler her zaman vicdanlarının sesini dinleyerek konuşurlar. Her zaman en güzel, en gönül alıcı sözü söylerler ama yine de bir insanı kırmamak, kızdırmamak ya da gönlünü almak adına doğru konuşmaktan taviz vermezler.
Kendilerinin ya da dostlarının aleyhine bir durum oluşturur endişesiyle gerçekleri gizlemezler. Kendileri veya yakınları adına bir çıkar elde etmek için yalan konuşmazlar. Çünkü Allah “Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve sözü doğru söyleyin.” (Ahzâb: 70) ve “Yalan söz söylemekten de kaçının.” (Hacc: 30) ayetleriyle insanlara doğru konuşmalarını emretmektedir.
Kur’an ahlâkının yaşanmadığı toplumlarda ise yalan söylendiğine sıkça rastlanır. Kimi insanlar yalan söylemenin zararsız bir davranış olduğuna inanırlar. Kimileri bazı yalanların meşru, bazılarının da yanlış olduğunu savunurlar. İnsanları maddi ya da manevi anlamda büyük kayıplara uğratmayacak küçük yalanların hayatın bir gerekliliği olduğunu düşünürler.
“Yalan söylüyorum ama kimseye bir zararım dokunmuyor” ya da “Yalan söyleyerek insanlara iyilik yapıyorum” gibi mantıklar öne sürerek vicdanlarını rahatlatmaya çalışırlar. Bu inançları doğrultusunda gün boyunca onlarca yalan söyler ve bunların yalandan sayılmayacağını iddia ederler. Örneğin; telefonla iş yerlerini arayan birine “çok meşgulüm şu an seninle ilgilenemeyeceğim” derler ama aslında o anda hiç işleri yoktur. Ya da iş yerindeki bir dosyayı kaybeder ama kendilerine sorulduğunda “bilmiyorum” derler ya da bir başkasının adını vererek suçu o kişiye yüklerler.
Patronlarıyla karşılaştıklarında tam tersini düşündükleri halde “fikirleriniz çok isabetli oluyor” ya da “şu işi çok iyi yaptınız” gibi sözler söylerler ama aslında ikiyüzlü bir tavır içerisindedirler. Borç isteyen bir arkadaşlarına “şu an çok sıkıntıdayım, hiç param yok” diye cevap verirler ama aslında yeteri kadar paraları vardır.
Bir yakınları kendilerinden yardım talep ettiğinde bir bahane bulur ve “çok hastayım gelemeyeceğim” derler ama aslında hasta değillerdir. Bu örnekleri sayfalarca çoğaltmak mümkündür. Çünkü bu ahlâkı yaşayan insanlar yalanı bir hayat şekli haline getirmişlerdir.
Mü’minler ise; Allah’ın her an her yerde kendilerini gördüğünü, her söyledikleri sözü duyduğunu ve hesap gününde söyledikleri sözlerden kendilerini hesaba çekeceğini bilerek konuşurlar.
Allah’tan korktukları için yalan konuşmaktan, sözlerini bir parça bile olsa saptırmaktan, bile bile doğru bir bilgiyi gizlemekten, iftira etmekten, dedikodu yapmaktan ve her türlü kötü sözden sakınırlar. Allah’ın razı olmayacağını düşündükleri bir söz söylemekten Allah’a sığınır, her zaman her yerde dürüst bir üslupla konuşurlar.
Allah yine doğru konuşmayla ilgili olarak, “Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında bir gazap (konusu olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç teşkil etti).” (Saff: 2-3) sözleriyle insanın yapmayacağı ve yapamayacağı şeyi söylemesinin doğru bir davranış olmadığını hatırlatmıştır.
Bu nedenle mü’minler yapmayacakları ve yapamayacakları şeyleri söylemekten kaçınırlar. Bunun Allah katında kendilerine büyük bir sorumluluk yükleyebileceğinin farkındadırlar. Kur’an ahlâkından uzak yaşayan insanlar arasında ise bu çok yaygın bir davranıştır. Bu gibi insanlar kimi zaman haksız bir menfaat elde edebilmek, kimi zaman çevrelerindeki kişileri istedikleri gibi yönlendirebilmek, kimi zaman da kendi açıklarını örtebilmek amacıyla bu yola başvurabilmektedirler.
Mü’minler ise bir konuda bir söz verdikleri zaman sözlerini bozmazlar. Sözlerinde durmadıkları takdirde sadece karşılarındaki insanlara değil aynı zamanda Allah’a karşı hata işlemiş olacaklarını bilirler. Allah korkuları nedeniyle en zor şartlar altında bile verdikleri sözlere sadık kalmaya çalışırlar.
Kur’an’da, inananların bu özelliklerine “Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar.” (Ra’d: 20) ayetiyle dikkat çekilmektedir.
Mü’minlerin doğru sözlülüklerini gösteren bir başka özellikleri ise, her zaman için ‘şahitliklerinde dürüst davranmaları’dır. Kur’an’da mü’minlerin bu özelliği şöyle ifade edilir:
“Ki onlar, yalan şahitlikte bulunmayanlar…” (Furkan: 72)
“Şahitliklerinde dosdoğru davrananlardır.” (Meâric: 33)
Mü’minler Peygamber Efendimizin bu konuda iman edenlere olan “Halktan korkup hakkı söylemekten kaçınmayın, bildiğiniz ve gördüğünüz hakkı söyleyin.” (Kütüb-i Sitte, 1. cilt, Sf. 89) şeklindeki tavsiyesini bilerek hiçbir zaman suçlu ya da hatalı kişileri korumaz, her zaman dürüstlüğün gereğini yaparlar.
Tasvip etmedikleri insanlar hakkında bile her zaman tarafsızca sözün doğrusunu söyler, bu kişiler hakkında da en adil şekilde şahitlik yaparlar.
“Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, Hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (Maide: 8) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah’tan korkup sakınırlar.
c- Fitne ve Fesatlık
Fitne, Arapça bir kelime olup manası; topraktan çıkarılan altın ve gümüş gibi madenlerin, hasını posasından ayırmak için yüksek dereceli ateşte yakmak ve eritmek demektir.
İnananları inkârcılardan, salihleri sapıklardan, iyileri kötülerden seçmek, insanları tecrübe ve imtihan etmek ve herkesin gerçek ayarını belirlemek işine de Kur’an “fitne” tabir etmektedir… Yani dünya hayatının tamamı bir fitne ve imtihandır.
“Her nefis ölümü tadacaktır. Biz sizi sınamak için hayra ve şerre müptela kılıyoruz. Sonunda Bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya: 35)
“Bilmem, belki de O (Allah) sizi denemek (üzere) bir süreye kadar yaşatmak için (mühlet) veriyor.” (Enbiya: 111)
“İnsanlar sadece ‘iman ettik’ demekle, bir fitneye ve imtihana tabi tutulmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Yemin olsun ki Biz, daha öncekileri sınadık. Elbette Allah (bu imtihanın sonunda) davasında sadıkları da bilecek, yalancı sahtekârları da bilecektir.” (Ankebut: 2-3)
“Mallarınız ve evlatlarınız sizin için bir fitne (imtihan)dır.” (Teğabün: 15)
“O (Allah) hanginiz daha güzel işler yapacağınızı denemek için, ölümü ve hayatı yarattı.” (Mülk: 2) gibi ayetler, bu gerçeği haber vermektedir.
Evet, kulluk imtihanının sahası ve salonu dünya olduğu gibi, bu imtihanın programı da Kur’an’dır. Bu imtihanı kazanmak için Kur’an’ın tamamına sahip çıkmak ve İslam’ın bütününe talip olmak mecburiyeti vardır. Sadece rahatına ve menfaatine uygun düşen kısmını alanlar, bu imtihanı kaybederler.
“İnsanlardan kimisi de (dinin tamamına teslim olmadan, sadece bir kenardan Allah’a ibadet ederler. Eğer nefsine hayır (gördüğü bir emir) gelirse ona razı olur. Şayet (işine gelmeyen bir hüküm ve takdirle karşılaşmak gibi) bir fitneye (imtihana) uğratılsa hemen yüzüstü döner. İşte bu (gibiler) dünyasını da ahiretini de kaybetmiştir.” (Hacc: 11)
Fitnenin imtihan anlamında kullanılan bu genel tarifi yanında, biraz da insanlar arasında fesat çıkarmak, dirlik ve düzeni bozmak, ortalığı karıştırmak gibi özel manaları üzerinde duralım.
Bu tür fitne ve fesatçılığın en kötüsü de bâtıl yönetimleri ve zalim şahsiyetleri sevmek ve işbaşına getirmektir. Çünkü böyle yapılmakla; eğitim sisteminden ekonomiye, televizyondan hukuk düzenine kadar bütün kurumların bozulmasına ve halkın tamamının yozlaşmasına ve yoldan çıkmasına sebebiyet verilmiş olur ki elbette bundan daha büyük bir fitne yoktur. Bu nedenle Cenab-ı Hak:
“(Zalimleri ve müşrikleri desteklemek ve mücadeleyi terk edip hainlere fırsat vermek sureti ile) Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha beter bir günahtır…” (Bakara: 191)
“…Onlarla çarpışın (ve cihad edin ki) fitne ortadan kalksın, ve din yalnız Allah’ın dini olsun. (Zalim rejimler yıkılsın, adil düzen kurulsun.)” (Bakara: 193)
“Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya (yani her konuda ve kurumda Kur’an’ın adaleti uygulanıncaya) kadar onlarla çarpışın (ve mücadeleyi sürdürün)” (Enfâl: 39) gibi ayetler bu gerçeği haber vermektedir.
İnsanların kafasını karıştıracak, şaşkınlığa ve taşkınlığa sebep olacak ve ihtilaf çıkaracak yersiz ve yararsız konuları gündeme getirmek de bir manevi fesatçılık sayılmıştır.
“Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve kendi keyiflerine göre yorumlamak için müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki onun hakiki te’vilini Allah’tan başka kimse bilemez.” (Âl-i İmrân: 7) ayeti bu duruma işaret etmektedir.
İçimizden bazı kimselere verilen ilim, makam, servet ve rağbet gibi nimetleri kıskanmak ve onlara reva görmemek de bir nevi fitnedir.
“Böylece Biz onların bazısını diğer bazıları ile fitneye uğrattık (imtihan ettik) ki: ‘Allah aramızdan şunlara mı lütfunu layık gördü’ desinler. (Allah’ın tayin ve takdirini beğenmediklerini göstersinler.)” (En’am: 53)
Halbuki:
“Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de yemek yerler ve çarşılarda gezerlerdi (diye onları kınıyorlardı). Oysa Biz sizi birbirileriniz için bir fitne ve deneme yaptık. Ta ki sabrediyor (ve Allah’ın takdirine razı oluyor) musunuz? Rabbin her halini görendir.” (Furkan: 20) ayetleri bu durumu bildirmektedir.
Fitnenin bir diğer anlamı da zalim yöneticilerin istismar aracı olmak ve onların zulmüne uğramaktır.
“Rabbimiz bizi zalimlerin fitnesi kılma. Rahmetinle bizi inkârcı güruhun elinden kurtar.” (Yunus: 85-86)
“Ya Rabbi bizi, kâfirlerin oyuncağı yapma!” (Mümtehine: 5) gibi ayetler bu gerçeği dile getirmektedir.
Açıklık, saçıklık ve cinsi sapıklık da en büyük fitnelerden birisidir.
Cenab-ı Hak: “Ey Ademoğulları, şeytan ana-babanızı (Hz. Adem’le Havva’nın) çirkin yerlerini onlara göstermek (ve şehvetlerini körüklemek) için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de öyle bir fitneye düşürmesin.” (A’raf: 27) buyurmakta, bu fitneye dikkatlerimizi çekmektedir.
Evet, soysuz medeniyetin soyup sokağa saldığı kadınlar, en göz alıcı ve şehveti gıdıklayıcı yerlerini göstermekten utanmayanlar… Bunların basındaki resimleri ve televizyondaki görüntüleri ve cinsi sapıklıkların, fuhuş ve ahlâksızlıkların baş sebebidir ve çağımızın en büyük fitnelerinden birisidir.
Ayrıca, münafıklık yaparak insanlar arasında söz taşımak, dostların arasını bozmak, kin ve düşmanlıkları kışkırtmak, hep olumsuzlukları konuşmak da çok adi davranışlardır, fesatçılıktır ve fitneyi yaymaktır.
Ya Rabbi, bizler her türlü fitneye uğramaktan ve fesat çıkarmaktan Sana sığınıyoruz. Adalet düzeninden, ahlâk disiplininden ve tasavvuf terbiyesinden uzaklaştırılan bir toplumun yine ancak İslam’a dönmekle fitnelerden kurtulacağına inanıyoruz.
“Dünyalık geçici nimetler için herhangi bir kimseye haset etmeyi akılsızlık sayarım. Çünkü o kimse şayet cennet ehli ise, şu anda elindeki nimetler onun cennetine nazaran pek değersizdir. Haset etmeye değmez. Yok eğer o kişi ehl-i cehennem ise, pek yakında ateşi boylayacak bir kimsenin elinden alınacak dünyalık nimetler için, onu ne diye kıskanayım. Biraz sonra zindana atılacak ve bütün sevdiklerinden ebediyen ayrılacak bir kimseye, güzel bir sofra sunulmasından dolayı kim ona imrenir ve ne diye kıskanır?”
“Hasetçiden daha zavallı bir zalim görmedim. Çünkü içinde alevlenen kin ve haset ateşi, rakibine ulaşmadan önce kendisini kavurup kıvrandırmaktadır.”
Peygamber Efendimiz (SAV); “Müslümanda, beşeriyet icabı her hata bulunabilir. Ancak yalan ve hıyanet hariç (zira bunlar imana ve insanlığa muhaliftir.)”
Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz, “Yalan imana muhaliftir (ikisi beraber bir yerde bulunamaz). Yalanın en kötüsü ise bühtan ve iftiradır.”
Mü’minler hangi şartlar altında olurlarsa olsunlar, doğru söz söylerler. Kur’an’da sırf insanlardan çekindiği için kişinin doğruyu söylemekten kaçınmasının yanlış bir tavır olduğu bildirilmiştir. Bu nedenle mü’minler her zaman vicdanlarının sesini dinleyerek konuşurlar. Her zaman en güzel, en gönül alıcı sözü söylerler ama yine de bir insanı kırmamak, kızdırmamak ya da gönlünü almak adına doğru konuşmaktan taviz vermezler.
Kendilerinin ya da dostlarının aleyhine bir durum oluşturur endişesiyle gerçekleri gizlemezler. Kendileri veya yakınları adına bir çıkar elde etmek için yalan konuşmazlar. Çünkü Allah “Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve sözü doğru söyleyin.” (Ahzâb: 70) ve “Yalan söz söylemekten de kaçının.” (Hacc: 30) ayetleriyle insanlara doğru konuşmalarını emretmektedir.
Bugüne kadar varoluş sebebimiz ve benliğimize dair ne varsa kendisinden öğrendiğimiz, dava nedir, aşk nedir, biat ve sadakat nedir, Erbakan kimdir, Milli Çözüm kaynağı ve mücadelesi nedir’i bize öğreten Kuran’a ve Resulüllah’a tercümanlık yapan Üstad Ahmet Akgül’ün dünya ve ahiret saadetimiz için yaptığı uyarıları dikkate almayanlar pişman olacaktır. Haddi aşıp söz üzerine söz söyleyenler Allah muhafaza buyursun darmadağın olacaklardır. Hak arama derdine düşenler pişman olacaklardır. İmtihan zamanı oturan ayaktakinden daha hayırlıdır. Edebimizle oturup yapılan uyarıları dikkate almalıyız ve kafamızı ellerimizin arasına alıp hata ve günahlarımızı düşünmeliyiz. Birlikte mücadele etmiş, ancak sonrasında Lidere veya atadığı komutana itaat ve sadakatte zaafiyet gösterenlerin “yetecek kadar su için” emrine binbir çeşit bahane ve mazeretleri sebebiyle helakını öğreten Kur’an’dan öğreneceğimiz çok şey vardır. Kalbimizi temizlemeye çalışmalı, Allah’ı ve Elçisini misafir edecek hale sokmamız lazımdır. Hatalarda ısrar ederek şeytanın daha derin operasyonlarına kendimizi açık hale getirmiş oluruz. Şeytana uyup inat edersek şeytan hak dava elçisine veya atadığı komutana iftira ve itirazla bizleri daha kötü yola sokar. Allah korusun, batılda rütbemizi artırır.
Filistin, Arakan, devletleşme aşaması ve Adil Düzen sadıkların olgunlaşmasını beklemektedir. Bu kutlu kervanı ve şahsi manevisini nefsi hataları sebebiyle meşgul edenlerin dünyada ve ahirette yüzü gülmeyecektir. Rabbim bu vebalden bizleri sakındırsın inşallah.
Ya Rabbi, imanımızı olgunlaştırmadan, Fethi mübin’i görmeden, fetih için gayret çekmeden, kardeşliğimizi pekiştirmenden, kin, haset ve bencillikten kurtulmadan canımızı alma. (Amin)
Unutmayalım, Allah imhal eder, ama ihmal etmez! “Hocamıza sadakat şerefimizdir” sözümüzle dahi sınamadan Rabbim canımızı almaz.
Neslihan Hanım’ın hatırlattığı Hocamızın sözünü tekrar paylaşmakta fayda vardır:
Aziz Erbakan Hocam ne güzel buyurmuşlardı:
“Akıl, insana bahşedilen çok önemli bir gerçekliktir. O halde bir insana verilebilecek en hayırlı şey nedir? Bir insana verilebilecek en hayırlı şey, kuvvetli ve nasıl kullanabileceğini bildiği bir akıldır, ferasettir!.. Eğer akıl verilmemişse, o insana verilebilecek ikinci hayırlı şey güzel bir edeptir! Ona da yeteri kadar sahip değilse, o insana verilebilecek üçüncü hayırlı şey; danışabileceği salih bir dosttur! Ona da sahip değilse, o insana verilebilecek dördüncü hayırlı şey, uzun bir suskunluktur, haddini bilme olgunluğudur! Ona da sahip değilse, o insana verilebilecek beşinci hayırlı şey, acil bir ölümdür!”
EY GAFİL VE CAHİL
Hayrı şerri Haktan, bilirsen eğer
Bu itiraz isyan, boşaymış meğer
Servetler rütbeler, geçici değer
Kesretten kurtulsan, bulursun vahdet!
Seveni söveni, Ondan bilesin
Övmesi dövmesi, kader cilvesin
İman hakikattir, olmaz hilesin
Maksuda varmaya, lazımdır gayret!
Nefsin yok eylesen, yar olur Rabbin
Vuslatın kapısı, görünür kabrin
Şirkten şekavetten, arınsa kalbin
Saadet doğurur, sendeki saffet!
Cihadın taatın, şevkin olursa
Dert içinde derman, zevkin olursa
Asla mahrum kalmaz, her kim olursa
İmdada yetişir, Rahmani rahmet!
Hayatım onurlu, ölümüm huzur
Olsun istiyorsan, Kur’an’dır düstur
Haşa ki bulunmaz, kaderde kusur
Hep kendin edersin, kendine zahmet!
30-08-2012
http://www.millicozum.com
Câsiye 23
Şimdi Sen, kendi (nefsi) hevâsını ilah edinip (bencil tutkularına, boş gurur ve kuruntularına tapınmaya başlamış) kimseyi görmez misin? Ki Allah da onu bir ilim üzere saptırmış, (yani bazı bilgi ve becerilerine kibirlenerek, onları yanlış tefsir ve tatbik ederek ve kendisini herkesten üstün görerek azıtmış olduğundan Cenab-ı Hakk) kulağına ve kalbine mühür basmış, (böylece nasihat dinlemez ve İlahi hükümleri kabullenmez şekilde hidayeti kararmış) ve gözleri üstüne bir perde asılmış, (bu yüzden gerçekleri göremez şekilde feraseti alınmış kimselerin sapkınlığını ve azgınlığını fark edip sakınmanız gereken kişileri artık bilmelisiniz!) Şimdi Allah’tan sonra, kim ona hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?
https://www.mealikerim.com/45/casiye/23
Enfal 12
Rabbin meleklere vahyetmişti ki: “Şüphesiz Ben sizinleyim. Haydi; iman edenlere sağlamlık katın, inkâr edenlerin kalplerine ise amansız bir korku ve dehşet salacağım. Öyleyse (ey mücahit mü’minler ve manevi görevliler), vurun (zalim kâfirlerin) boyunlarının üstüne, (onların elebaşlarını ve merkezi iteşkilatlarını etkisiz kılın) ve vurun onların bütün parmaklarına!” (Küfür ve zulüm güçlerinin altyapılarını, yan kuruluşlarını ve kollarını, irtibat ve destek kanallarını koparıp dağıtın ve böylece onların kirli ve kibirli oyunlarını bozup boşa çıkarın! Buyurmuştu.)
İman edip salih ameller işĺeyen kullarından eyle Ya Rabbi ,nankörlerden eyleme bizleri…Amiin
Biz dünyadan gider olduk
Kalanlara selâm olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selâm olsun
Ecel büke belimizi
Söyletmiye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selâm olsun
Tenim ortaya açıla
Yakasız gömlek biçile
Bizi bir âsan vechile
Yuyanlara selâm olsun
Sela verin kastımıza
Gider olduk dostumuza
Namaz için üstümüze
Duranlara selâm olsun
Eceli gelenler gider
Hepsi gelmez yola gider
Bizim halimizden haber
Soranlara selâm olsun
Derviş Yunus söyler sözün
Yaş doludur iki gözün
Bilmiyen ne bilsin bizi
Bilenlere selâm olsun.
Ya Rabbi,
Yüzümüze ayna tutulması misali, aynada lekeyi görüp de aynaya kızmak yerine yüzümüzü temizleyecek olgunluğa erişmemizi yani içimizi çürüten bu hallerden uzak durup; VEFALI, VASIFLI ve VİCDANLI olup şeytanı sevindirecek hallere ve hamlelere yeltenmeme idrakini bize ver. En önemlisi de bunca nasihati öğrendiğimiz bu kapıya nankörlük etmekten, olmayanı söylemekten, kardeşler arasında uhuvetti bozacak hallere girmekten bizi koru Allah’ım… Zira biz kendimizi ne kadar övsek de halimiz sana ayandır. Sen bizi şeytana ve şakirtlerine eğlence olmaktan koru Allah’ım… Amin…
BAKIN BAKIN RABBİMİZ NELERE YEMİN EDİYOR… RABBİMİZ YEMİN EDİYOR DUYUYOR MUSUNUZ?!!!!!
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
77:1
Birbiri ardınca ve iyilik amacıyla (örfen; zamanın şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun olarak) gönderilenlere (uyarıcılara, Hakka çağırıcılara) yemin olsun ki;
77:2Derken (sert ve çetin rüzgârlar gibi, her hayırlı hizmete koşturup, şeytani odakları ve münafıkları) kökünden koparıp savuranlara…
77:3Ardından (hakikat prensiplerini ve huzur projelerini, neşriyat yoluyla) korkmadan ve yılmadan yaydıkça yayanlara,
77:4Sonra, (rahatının ve menfaatinin kölesi ve nefsani arzularının esiri olanlardan uzaklaşıp, Hakkı bâtıldan, sadıkı sahtekârdan, mü’mini münafıktan çok kesin ve keskin biçimde) ayırdıkça ayıranlara… (Mutlak doğruları ve mutlu oluşumları topluma tanıtanlara,)
77:5(Ve gelecek nesillere de) Bir zikir ve öğüt (olacak eserler) bırakanlara!
77:6Böylece (hiç kimsenin “bilmiyordum, başka türlü sanıyordum” gibi) bir bahanesi ve mazereti (kalmasın), veya (herkes apaçık şekilde) uyarılsın! (diye gerçekleri, hem de gerekçeleriyle birlikte ortaya koyanlara yemin olsun ki,)
77:7Şüphesiz size va’ad edilen (zalimlerin hezimeti, ezilen mü’minlerin zafer ve hâkimiyeti ve kıyamet haberi) mutlaka vuku bulacaktır.
(Ey Habibim) De ki: “Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz ve arkadaşlarınız, hanımlarınız, kavmü kabileniz-hısım akrabanız, kazanıp yığdığınız mallarınız, bozulmasından ve azalmasından korktuğunuz ticaret ve tezgâhınız (memuriyet ve meslek sahanız), pek hoşlandığınız evleriniz (ve konaklarınız)… Şayet (bu saydıklarımız) size Allah’tan ve Resulünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevgili ve kıymetli ise (bütün bunları kaybetmeyeyim korkusuyla cihadı ve Hakk davayı terk ediyorsanız veya nemelâzımcılık ve duyarsızlıkla milli savunmaya katkı sunmuyorsanız;) o halde Allah (zillet ve esaret) emrini getirinceye kadar bekleyip gözleyin bakalım… Çünkü Allah (cihadı ve milli savunma hazırlığını ihmal eden) fasıklar topluluğunu asla hidayete (ve selamete) ulaştırmayacaktır.” (Tevbe Suresi : 24)
Okuyor ve şaşmıyoruz
Allah dostlarının imtihanı değişmiyor
İftiracıların ismi cismi değişiyor ama ihanetleri değişmiyor
Adalet nedir, Adil Düzen nedir ilminin yegane sahibine hadsizlik etmeye devam ediyorlar
Okuyor anlamıyor
Bakıyor görmüyorlar
Sadakat eleği çok sık eleyecek hâlâ direniyorlar
Biz görüşlerimizi, gerçeklerimizi ve tarafgirliğimizi oluştururken, “Mutlak Doğru”ları esas alarak ve “Mutlak Yanlış”lardan sakınarak hareket etmekteyiz. “Doğru” ve “Yanlış” tespitinde ise şu beş değeri ölçü ediniriz: 1- Aklıselim, 2- Müspet bilim, 3- Tarihi deneyim ve birikim, 4- Vicdani kanaat ve tatmin, 5- İlahi Din (Kur’an’ın muhkem ayetleri ve Resulüllah’ın (SAV) sağlam Sünneti). İşte bu beş temel ölçünün ittifakla: “Yararlı, hayırlı, gerekli ve güzel”bulduğu şeyleri “Doğru”; ve yine bu temel değer birimlerinin ittifakla, “Kötü, zararlı ve çirkin”bulduğu şeyleri “Yanlış” biliriz. Çünkü Kur’ani kuralları dikkate almamak, imansızlık ve sapkınlık… Müspet bilimi ve aklıselimi hesaba katmamak, manyaklık ve mantıksızlık… Tarihi tecrübeleri ve vicdani kanaatleri önemli saymamak ise ahmaklık ve insafsızlık alâmetidir..
Bazen de insanlar rüyalarını anlatırken yalan söylerler. Ya hiç görmedikleri bir rüyayı görmüş gibi anlatırlar veya rüyalarına ekleme ve eksiltme yapıp değiştirerek anlatırlar. Peygamber Aleyhisselam; “Rüya hususunda yalan söyleyen bir kimse, kıyamet gününde iki arpayı birbirine bağlayıp düğümlemekle emrolunur. Asla bunu başaramayacağı için de devamlı azap olunurlar.” (Beyhaki, İhya-i Ulum)
Görmedikleri bir olayı görmüş gibi anlatmak veya gördüğü bir olayı değiştirerek nakletmek de bunun gibi bir yalandır. Bu nedenle yalancı şahitlik büyük bir günahtır.
Lidere zeval gelecek bahaneleri ile içindeki kini kusmak, yorumlarda dikkatsiz özensiz davranmak, okumadan dikkat kesmeden anlamadan yorumlara eksi koymak itibarsızlaştırma gayreti dışında başka bir amaç taşımamaktadır. Yıllarca davaya sayısız hizmeti bulunmuş, fedakarlıkta melekleri kiskandıracak kadar samimi, iyi niyetinden şüphe olmayan birine karşı siz adil davransanız ne davranmasanız ne Allah var Allah adaletin yegane sahibidir o !!!
Allah’a yaklaşmanızı engelleyen dört şey vardır. Bunlar sizi Allah’a yaklaştırmadığı gibi, gittikçe uzaklığı artırarak bir uçuruma yaklaştırır. Bunlar; Şehvet, çok yemek, mal ve makam hırsı, gurur ve kibir duygularıdır!
Siz son nefesinize kadar harama, hileye ve Şeytani şehvete sırtınızı dönün; bırakın, gömleğiniz arkadan yırtılsın!
Milli Çözüm her birinizin yüzünüzden okunmalı, dilinizden dinlenmeli, kalplerinizden yayılmalıdır!
Dünyadaki hiçbir şey, cenneti kaybetmeye değmez!Yarabbi okuğumuzu anlamayı, anladığımızı yaşamayı, yaşadıgımızı tüm dünyada yaşanır hâle getirecek çalışmakar yapmayı bizlere nasip eyle.
Ey iman edenler! Hakk üzere durup adaleti yerine getirmeye çalışan (hâkimler) ve Allah için (doğru söyleyen) şahitler olun. (Dürüstlükten ve hakkaniyetten asla uzaklaşmayın.) Velev ki bu şahitliğiniz kendinizin, ana-babanızın veya akraba ve yakınlarınızın aleyhine bile olsa! (Yine doğruluktan ve Hakk’tan ayrılmayın. Üzerine şahitlik veya hâkimlik yapacağınız kimseler,) Onlar ister zengin olsun ister fakir bulunsun (yine sakın adaletten ve doğru bildiğinizden caymayın). Çünkü (taraflar kim olursa olsun,) Allah ikisine de sizden daha yakındır. (Yani, bizzat O’nun kullarıdır, buna rağmen adaleti buyurmaktadır.) Onun için siz adaletten ayrılıp haddinizi aşarak (Hakk’tan yüz çevirip) nefsinizin hevâsına uymayın. Eğer (adaletten ve doğru şahitlikten) dilinizi eğip bükerseniz veya büsbütün Hakk’tan yüz çevirirseniz, Allah şüphesiz yaptıklarınızdan Haberdardır. (Bunun hesabı ve azabı çok ağırdır!..) Nisa:135.ayet
Rabbim hepimizin içerisinde bulunabilecek bütün bu kötü duygulardan muhafaza etsin, ne kadar tevbe istiğfar etsek yetmez çünkü insanız eksiğiz noksanız, ama yaptığımız hata ve yanlışlara tekrar düşmekten Allah’a sığınırız.
Bir zaman tüneli olsa oradan geçmiş dönemleri izleyebilsek:
Kin ve kıskançlık yapanları, vicdan bozukluğu sergileyenleri, kibir ve enaniyet gösterenleri, yalancılık ve yağcılık yapanları, doğru konuşmayanları, rüyasına yalan katanları, fitne fesat peşinde koşanları izlesek, mutlaka midemiz bulanacak ve bu tavırların fıtrata aykırı olduğunu bir kez daha fark edeceğiz.
Fıtratımıza uygun olmayan (midemizi bulandıran) bu büyük hatalara, gerekli tedbirleri almadığımızda, farkında bile olmadan düşebiliyoruz.
Çünkü şeytan, 2024 yılına kadar olan tüm tecrübesiyle, bizleri bu hatalara düşürmek için tetikte beklemekte ve her türlü (özel bilgilerimizi, zaaflarımızı, güncel durumları) fırsatları kullanarak, vesveselerle yönlendirip mide bulandıran hatalara bizleri düşüre bilmekte…
Hatta kendi ordusu “ben hiç şeytana uyar mıyım, şeytanın dediğini yapar mıyım?” diyen, sayısız insanla dolu değil mi? Evet, tarihi izlediğimizde, bu sloganları samimiyetle atan hatta hak hareket içerisinde yer alan, aynı zamanda şeytanı sevindiren nice insanı görüyoruz!
ANAP, AKP, HASPA’ya… uyanlar, sadece bir parti kurup geçtiler mi? Hak hareketi parçalamak isteyenlere ve alet olanlara; nice iftiralar, yalanlar, ithamlar, hileler, hıyanetler, hainlikler, şeytan yaptırmadı mı?
O gün Aziz Erbakan Hocamıza tabi olanlar; şeytanın güncel, paketi açılmamış yeni oyunlarını sezdi ve mümince tavır sergilediler. Kim? O gün Aziz Erbakan Hocamıza tabi olanlar!
Bugün de iblis, yepyeni güncel (hatta kişiye özel) konularla/oyunlarla her zaman olduğu gibi insanları kendi karakterine çekme, ordusunda askerlik yapma derdinde.
Asrımızda ise Aziz Erbakan Hocamızın en bilge sadık takipçisi Üstad Ahmet Akgül Hocamız, şeytanın ve şeytan karakterli insanların, güncel şeytani girişimlerini en iyi sezmekte ve deşifre edip, Kur’an’dan, Peygamberimiz (sav)in nadide hayatından, Aziz Erbakan Hocamızın şeytanizmi yıkan fikirlerinden panzehirler üreterek asrın idrakine ve şahsın kulağına üflemekte. Artık bugün, şeytani dava karakterde, vicdani Hak tavırda belli;
“Biz ona (insana, imtihan edilmek üzere Hakk ve bâtıl) ‘iki yol-iki amaç’ gösterdik (ve bunların arasında tercihinde serbest bıraktık).” Beled 10
“(Yoksa) Ben (böbürlenip) nefsimi temize çıkaramam (böyle bir düşünce peşinde değilim). Çünkü -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- gerçekten (her insandaki) nefis var gücüyle kötülüğü emredicidir. Şüphesiz, benim Rabbim, Bağışlayandır, Esirgeyendir.” (Yusuf:53)
(Ey Resulüm!) Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Seninle beraber (küfür ve kötülükten) tevbe edenler de (böyle davransın). Ve (sakın) azıtıp (haddinizi aşmayın). Çünkü O, yaptıklarınızı Görendir. (Hud112)
(Hakk davasına ve halkına ekonomik ve ahlâki olarak) Zulmedenlere (asla) eğilim göstermeyin (onları hiçbir şekilde desteklemeyin), yoksa size de ateş dokunur (Allah’ın azabına ve gazabına uğrayıverirsiniz). Sizin Allah’tan başka velileriniz (sahibiniz ve destekçiniz) olmadığına (göre), sonra yardım da edilmezsiniz. [Not: Bu iki ayet Hz. Peygamber Efendimizin: “Hud Suresi’nin bu tehditleri Beni ihtiyarlattı” buyurdukları İlahi tembih ve tavsiyelerdir.]
(Hud:113)
Ya Rabbi hertürlü halimiz sana ayan.
Sen bizi koruyup kurtarmazsan biz ne yaparız .
En büyük düşmanım nefsimdir; beni doğru yoldan saptırmaya çalışan, içimdeki en zayıf noktaları hedef alan sinsi bir düşmandır. Allah’ım, Sen bana bu zorlu mücadelede güç ver, kalbime sabır ve metanet ihsan et. Beni nefsimin kölesi yapma, onun hilelerine karşı dirençli kıl. Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırt etmeyi nasip et. Her anında Senin rızanı gözeterek yaşamayı, nefsimin heva ve heveslerine kapılmadan yürümeyi öğret. Seni unuttuğumda ve nefsimin esiri olduğumda, Rahmetinle bana doğru yolu göster. Şaşırıp yoldan çıkmaktan koru, ayaklarımı Sırat-ı Müstakim’de sabit kıl. İman kuvvetiyle içimdeki haris arzulara galip gelebilmem için bana yardım et, zira Senin yardımın olmadan nefsimle olan bu savaşı kazanmak mümkün değildir. Sonsuz merhametinle, beni kendi nefsimle olan bu savaştan muzaffer çıkar, Allah’ım.
** “Bir toplumda ahlak ve maneviyat ne kadar güçlüyse o toplum, her türlü zorluk ve problemin üstesinden o kadar kolay gelir.”
** “Bir Müslüman, her gününü kendi nefsini muhasebe ederek, hatalarını düzelterek geçirmelidir.”
** “Nefis terbiyesi ve manevi eğitim, her Müslüman’ın hayatında en önde gelmesi gereken unsurlardır.”
** “Dünya ve ahiret saadeti, nefsin arzularına uymak yerine, Allah’ın emirlerine sarılmakla mümkündür.”
Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN
“ÖNCE AHLAK VE MANEVİYAT sonra
AĞIR SANAYİİ VE YAYGIN KALKINMA”…
Evet, soysuz medeniyetin soyup sokağa saldığı kadınlar, en göz alıcı ve şehveti gıdıklayıcı yerlerini göstermekten utanmayanlar… Bunların basındaki resimleri ve televizyondaki görüntüleri ve cinsi sapıklıkların, fuhuş ve ahlâksızlıkların baş sebebidir ve çağımızın en büyük fitnelerinden birisidir.
Ayrıca, münafıklık yaparak insanlar arasında söz taşımak, dostların arasını bozmak, kin ve düşmanlıkları kışkırtmak, hep olumsuzlukları konuşmak da çok adi davranışlardır, fesatçılıktır ve fitneyi yaymaktır.
Ya Rabbi, bizler her türlü fitneye uğramaktan ve fesat çıkarmaktan Sana sığınıyoruz. Adalet düzeninden, ahlâk disiplininden ve tasavvuf terbiyesinden uzaklaştırılan bir toplumun yine ancak İslam’a dönmekle fitnelerden kurtulacağına inanıyoruz.
(Makaleden Özet Alıntı)
NANKÖR OLMA!
Düşün bakalım, dünü ve bugünü
Davayı kiminle tanıdın, gördünmü
Yanlışta değilsen, ferah tut gönlünü
Bağlıysan lidere, tut artık sözünü
Üç beş kelime, ezberledin diye
Havaya girip, sakın böbürlenme
Şeytana uyup, yenilme nefsine
Zarar verme sakın, kendi kendine
Uyardı uyarıcı, bırakın şu illeti
Sağlığa zarar, dumanı pisliği
Umursamaz isen, iç içebildiğini
Böyle yapıp bitirme, manevi iklimi
İnatla sürdürme, kendi bildiğini
Yarın ah vah dememek için
Nankörlük etme, kendin için
Yakma ahiretini, dünya için
Uyan ve ayağa kalk, insanlık için..
“Rabbimiz bizi zalimlerin fitnesi kılma. Rahmetinle bizi inkârcı güruhun elinden kurtar.” (Yunus: 85-86)
“Ya Rabbi bizi, kâfirlerin oyuncağı yapma!” (Mümtehine: 5)
Allah’ım bizi Zalim düzenlere destek olmaktan muhafaza eylesin ve hak düzenin Adil düzenin Kur’an nizamının bir an önce yeryüzüne hakim olması için çalışanlardan eylesin
Makale herbirimizi çok derinden ilgilendiren, hastalıklarımızın teşhisini ve tedavisini ortaya koyan, bir nevi bize ayna vazifesi yapan, dikkate alarak kendi üzerimize alınarak tavsiyelere uyduğumuzda bizleri erdemli birer kul olma yoluna sevk edecek müthiş ve mücrvherlerden daha kıymetli hazineler barındırmakta. İnşallah herbirimiz bu uyarıları kendimizde görerek bu kutlu yolda menzile varanlardan oluruz.
5- Haset ve kıskançlığın bir nedeni de kibir ve enaniyettir.
ŞEYTAN VE MELEKLERİN İTİRAZININ ARASINDAKİ FARK:
Önce konuyla ilgili yani itiraz ile ilgili ayetleri hatırlayalım:
BAKARA SURESİ 30-34. AYETLER:
2: 31
(Kullarıma hatırlat!) Hani bir zamanlar, Rabbin meleklere: “Ben gerçekten yeryüzünde (Hakkın ve hayrın temsilcisi ve takipçisi olacak, hükümlerimi uygulayacak, ilim, imkân ve istidadı sürekli gelişip artacak) bir halife (var edip görevli) kılacağım (Ademoğlunu adil bir düzen ve devlet disiplini kurmakla sorumlu ve yetkili yaparak dünyaya yollayacağım)” demişti. (Melekler de) O’na: “Orada fesat çıkaracak ve kan akıtacak birini mi yaratacaksın? Oysa biz Seni överek tesbih ve takdis ediyoruz. (Saygıyla kutsayıp emrine âmade bulunuyoruz. Eğer ibadet ve hizmet içinse, biz Sana zaten bunları yapıyoruz.)” yanıtını vermişlerdi. (Rabbin ise) “Ben sizin bilmediklerinizi de bilirim” deyip (onları uyarıvermişti).
2:31(Bunun arkasından Allah CC) Adem’e isimlerin tümünü talim etti. (Varlıkların ne olduklarını, nasıl yaratıldıklarını, nasıl kullanılacaklarını, hepsinin yararlı ve şifalı yanlarını ona öğretti.) Sonra onları meleklere sorup: “(Haydi bakalım, şayet teklifinizde haklı olup yanılmıyorsanız ve) Eğer doğru söylüyorsanız şunların isimlerini (bütün varlıkların gayelerini ve görevlerini) Bana haber verin (de görelim)!” diye emretti.
2:32(Melekler ise mahcup olarak: “Ya Rabbi) Seni her türlü yanlışlıktan ve noksanlıktan tenzih ve tesbih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz, Sen her şeyi hakkıyla Bilensin, Hüküm ve Hikmet sahibisin” demişler (ve özür dilemişlerdi).
2:33(Ardından Cenab-ı Hakk, insanın üstünlüğünü meleklere fiilen göstermek üzere) “Ey Adem, (haydi) bunları (tüm varlıkları) onlara isimleriyle haber ver!” dedi. O da, (bütün) bunları onlara isimleriyle (mahiyet ve marifetleriyle) haber verince de (Allah) buyurdu ki: “Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten (tümüyle ancak) Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim.”
2:34Ve Biz bütün meleklere: “(O halde şimdi emrime itaaten ve hürmeten) Adem’e secde edin! (Onun üstünlüğünü kabullenin!)” demiştik. Onlar da hemen secde etmişlerdi. Yalnız İblis diretmiş, kibirlenmiş ve kâfirlerden (inatçı ve inkârcı nankörlerden) olup (gitmişti).
Görüldüğü üzere hem şeytan hem melekler itiraz ediyor ama fark var malum:
Melekler önce İTİRAZ ediyor, sonra Allah anlatıyor ve İKNA oluyor, ve bu iknanın gereğini yerine getiriyorlar yani İTAAT ediyorlar..
Şeytan ise: Şeytanda önce İTİRAZ ediyor, Allah’ın anlattıklarını o da dinliyor ve İKNA oluyor, ama gereğini yerine getirmesi gerekirken işine hesabına gelmediği için İTAATSİZLİK ediyor.. Ve Azazil iken İBLİS – ŞEYTAN oluyor…
Azazil iken, herşeyi bilen meleklerin hocası idi malum şeytan, ama gereğini yerine getiremedi Yani her türlü bilgi , eyleme geçmek içindir. Eylem yoksa bilgi insana yüktür. Nasıl bir yük? Bilgi yüklü merkep veya kitap yüklü merkep der eskimezler veya faydasız ilim faydasız bilgi derler…Bilgi var eylem yoksa o insanın eşekten farkı yok yani…Rabbim sonumuzu hayır getirsin. Amin.
Milli Çözüm makaleleri-Şiirleri-Milli Çözüm’ün tüm yayınları : Bir tarikatın 30 senede verdiğini böyle bir makalede verme özelliğine haizdir..Çünkü GERÇEK İSLAM’A – KUR’AN’A TERCÜMANLIK YAPMAKTADIR.. Bu gerçeğin farkında olup da gereğini yerine getirmez, vakit kaybedersek kendimize ve insanlığa ZULÜM ve İSRAF ETMİŞ olmaz mıyız? Anlayana sivrisinek sazdır, anlamayana Milli Çözüm de azdır.
Muhterem Üstadımız Ahmet AKGÜL Hocamıza kaleme aldıkları makale için şükranlarımı arzediyorum.
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bütün günahların kaynağının kibir, hırs ve hased olarak bildiriyor. İşte o Hadis-i Şerif ve açıklaması.Kalb, Allâh yoluna temâyül ettirilmez ve zikir ile temizliğe tâbî tutulmaz ise, kararır, kötülüğü emreder hâle gelir.
Zikir, Allâh’ı idrâk etmenin kalbde şuûr hâline gelmesidir. Ancak böyle hakîkî zikir sâyesinde kalb mâsiyetten kurtulabilir. Kalb, beytullâhtır ve muhabbetullâhın mekânıdır. Şâyet orada zikir yoksa, bir müddet sonra nefsin arzularına râm olarak kararır ve sonunda ölür.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Bir kulun kalbinde îmân ile hased bir araya gelmez.” (Müslim, İmâret, 130, 131/1891) buyurur. Diğer bir rivâyette ise hased edenlerin, hesâba çekilmeden cehennem ateşine atılacaklar zümresinden olduğu bildirilir.
BÜTÜN GÜNAHLARIN KAYNAĞI ÜÇ ŞEY
Kibir, hırs ve hased, bütün günahların kaynağıdır. Hadîs-i şerîfte kıskançlığın vehâmeti husûsunda şöyle buyrulur:
“Üç şey vardır ki, bütün günahların kaynağıdır; bunlardan muhakkak sakınınız!:
Kibir: İblîs’i Âdem -aleyhisselâm-’a secde etmemeye sevk eden şey kibirdir.
Hırs: Âdem -aleyhisselâm-’ı cennetteki yasak ağaçtan yemeye sevk eden şey de hırstır.
Hased: Âdem -aleyhisselâm-’ın iki oğlunun birbiriyle kıtâl edip (Kâbil’in), kardeşi (Hâbil’i) öldürmesine sebep de haseddir.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, I, 101)
Hased eden kimse, takdîr-i ilâhîye îtirâz etmiş olur. Çünkü hased, Allâh’ın başkasına nasîb ettiği nîmetin, kendinde olmadığı gerekçesiyle o kişiden de izâlesini istemektir. Fakat gıpta böyle değildir. Zîrâ gıptada maddî veya mânevî nîmete hem kendisinin hem de başkasının sâhip olmasını istemek esastır. Bu sebeple İslâm’da gıpta medhedilmiş, fakat hased, şiddetle men edilmiştir.
Hased, kıskanılan kimseden ziyâde hased edenin kendisine zarar verir. Bu, başkasını taşlayan, fakat attığı taşın geri dönmesiyle kendi gözü kör olan kimsenin hâli gibidir. Öfkeden başka faydası yoktur. Neticede kişiyi rezil ve rüsvây eder. Nitekim kardeşlerinin Yûsuf -aleyhisselâm-’a hasedlerinden dolayı yaptıkları kötü fiiller, sonunda kendilerine dönmüştür.
“(Yoksa) Ben (böbürlenip) nefsimi temize çıkaramam (böyle bir düşünce peşinde değilim). Çünkü -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- gerçekten (her insandaki) nefis var gücüyle kötülüğü emredicidir. Şüphesiz, benim Rabbim, Bağışlayandır, Esirgeyendir.”Yusuf Suresi 53
“Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, Hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (Maide: 8)
İnsanın kendi nefsini sorgulamasını, eksik ve hastalıklarını tesbit etmesini ve netice itibariyle tedavi yöntemini bile ortaya koyan mükemmel bir makale…Sonsuz şükranlarımı sunarım Üstadım.
Haset ve kıskançlığın sebeplerinden biri de kibir ve enaniyettir. Kibir öyle bir hastalıktır ki insan kendi hatasını göremez olur.
İnsanın kalbinde ne kadar kibir varsa, aklında da o kadar noksan olur. (Hz. Ali)
İnsan manevi makamları çıktıkça aklı da arttığı için kendisindeki değişimi farkedebiliyor. Ancak kibir ve enaniyet sebebiyle düştükçe bunu farkedemiyor, çünkü farkedebilecek aklı da kendisinden alınıyor. “En doğrusunu ben bilirim, en doğru yolda yürüyen benim” zannıyla hata üstüne hata yapıyor ve nasihat fayda etmiyor Allah korusun…
“İşittik ve iman ettik.”
Rabbim ilmimizle amel etmeyi, noksanlarımızı tamamlamayı ve aşırılıklarımızdan kurtulmayı nasip etsin.
Bazı kimseler vardır ki; duymak istemedikleri gerçekleri başkaları söylediği zaman.. kendi menfaatlerine ters düşen sözleri işittikleri zaman.. akraba eş dostlarının ayarını ortaya çıkaracak gerçeklerin üzerini kapatmak istedikleri zaman… Doğruları söyleyen net ve mert insanlara “her doğru her yerde söylenmez, patavatsızlığın luzümu yok.” bahenesine sığınarak, sıvışmaya çalışırlar.
Lidere saygısızlık yapılırken zorunuza gitmedi de, nefsinize çıkarınıza akrabanız abinize yapılınca mı zorunuza gitti?
(babamıza saygısızlık yapılsa, babamızın cevap vermesini mi bekleyeceğiz? Hayır! Elbette biz vereceğiz cevabını)
Elçiye ihanet edenler hain, nankör olmuyorda size cevap verenler mi oluyor? Hain, vefasız ve nankör oluyor?
Kim neyi nasıl anlamak istiyorsa öyle anlasın.
MAYA BOZUKSA, FAYDASI YOKTUR!
Sen gerçeği duyur, gerisin bırak
Ne anlatsan boştur, bozuk mayası!
Vicdanı ham kalmış, irfandan ırak
Hep suizan eder, fesat yuvası!
Sen yine fırsat ver, yuların uzat
O aldattım sansın, yarana tuz at
Ayarın kusacak, sonunda o zat
Över, sonra söver; akar salyası!
Hakikat davası, Allah rızası
Bilmeyen adamlar, Şeytan azası
Manevi Miraç’la, gönül fezası
Açılan kalplerin, nurdan boyası!
Edep teslimiyet, Memiş’e döner
Halis niyet hizmet, ermişe döner
Kendini Mevlâ’ya, vermişe döner
Hep hikmet yansıtır, gönül aynası!
Kadir kıymet bilmez, nankör sıfatı
Makam çıkar için, her iltifatı
Hainin tek hayrı, erken vefatı
Yakında ortaya, çıkar foyası!
Bu azgın nefsini, cehtle ezmeyen
Hakikat yolunda, yıllar gezmeyen
Tecelli sırrını, hâlâ sezmeyen
Haddini de bilmez, yoktur hayâsı!
Mürşit diye cahil-lere kananlar
Kur’an’sız davasız, boşa yananlar
Damlayken kendini, deniz sananlar
Sinek böceklerin, kova deryası!
Kabuğun kırmayan, filizlenir mi
İrşat eder diye, fil izlenir mi
Kalp kiri sabunla, temizlenir mi
Hidayet kararmış, kömür kayası!
İslam ki, her şeyi; Kur’an’la ölçmek
En büyük mesele, imanla göçmek
Tehlike; sonunda, ayağı sürçmek
Huzura sunulur, amel dosyası!
Ümidin diri tut, sefer ayıdır
Büyük müjdeler var, zafer yakındır
Biz kuluz, sevinmek; nefer payıdır
Elbet yıkılacak, zulüm dünyası!
Yanıp kavrulduğun, kim anlayacak
Sen “elif” okursun, “cim” anlayacak
Desen “cin”den korun, “çim” anlayacak
Yakında kâbusa, döner rüyası!
Milli Çözüm harman, daneyle saman
Ayrışacak vakti, geldiği zaman
Kendisini altın, yaprağı sanan
Saman sarısıymış, fosmuş hülyası!
https://www.millicozum.com/mc/2017/kasim-2017/maya-bozuksa-faydasi-yoktur-siir/
Milli Çözüm: OKULDUR…
Milli Çözüm; dünyada izzet ve hürriyeti, ahirette cenneti ve rü’yeti kazandıracak hakikat ilimlerinin ve amellerinin ders alındığı bir okul konumundadır. Üstadımız Ahmet Akgül Hocamızın yazıları, yorumları, şiir ve kitaplarının asıl ve birinci muhatabı biz Milli Çözümcüler olmaktadır. Bu öğretileri ciddiye ve dikkate almayanların sonu hüsrandır. Çünkü Milli Çözüm, Kur’an’a ve Resulûllah’a tercümanlık yapmaktadır.
“(Özünde, sözünde ve işinde) Doğruluk, muhakkak insanı hayra yöneltir. Hayır da insanı cennete götürür. Kişi doğruluk ve dürüstlük üzere gittikçe, sonunda sıddıklık rütbesine kavuşur.
Yalancılık ise mutlaka insanı fıskı fücura sürükler. Fıskı fücur ise insanı cehenneme götürür. O kimse ki işi gücü yalan dolandır. Nihayet o kimse Allah katında yalancı ve sahtekâr yazılır.”
Ya Rabbi, bizler her türlü fitneye uğramaktan ve fesat çıkarmaktan Sana sığınıyoruz. Adalet düzeninden, ahlâk disiplininden ve tasavvuf terbiyesinden uzaklaştırılan bir toplumun yine ancak İslam’a dönmekle fitnelerden kurtulacağına inanıyoruz.
“(Ey Resulüm!) Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Seninle beraber (küfür ve kötülükten) tevbe edenler de (böyle davransın). Ve (sakın) azgınlaşıp (haddinizi aşmayın). Çünkü O, yaptıklarınızı Görendir.” (Hûd Sûresi (11), 112)
Emrolunan sınırlar içinde, emrolunan şekilde dürüst bir yaşayışı sürdürmek, takdir edileceği gibi büyük bir ciddiyet, hassasiyet ve gayret ister. Bu ise zor bir iştir. Nitekim Peygamber Efendimiz de bu âyetten ötürü, “Beni Hûd Sûresi kocattı” buyurmuştur (bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (56), 6).
Şu da var ki, dosdoğru olmak, zorluğuna rağmen, imkansız değildir. Zira dinimizde güç yetirilmeyecek bir yükümlülük yoktur. “Allah hiç kimseye güç yetiremeyeceği yükü yüklemez” [bk. Bakara Sûresi (2), 286].
“Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (a gelince) ; işte onların üzerine (hayatları boyunca ve ölüm anında teselli ve teskin edici) melekler sürekli inecek ve: “Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size va’ad olunan cennetle müjdelenip sevinin diyeceklerdir.” (Fussilet Sûresi (41), 30)
Zira bir başka âyette belirtildiği gibi zaten “İyi bilin ki; Evliyaullah’a (Allah’ın dinine ve düzenine sahip çıkan ve Allah tarafından sevilen veli kullara) asla korku (kuşku, stres ve bunalım) yoktur; onlar mahzun (ve mahrum) da olmayacaklardır! (Çünkü iman tevhidi, tevhid teslimi, teslimiyet tevekkülü ve Rabbine güveni, bu ise dünya ve ahiret saadetini gerektirmekte ve getirmektedir.). (Evliya-Allah’ın has kulları) Onlar (hakkıyla) iman edenler ve (Allah’tan) korkup (kötülükten sakınan, takva sahibi) olan kimselerdir.” [bk. Yûnus sûresi (10), 62-63].