Şu anda etkin, yetkin ve çok önemli makamdaki Zat’a hatırlatalım:
İl başkanlığınız sırasında oldukça düşündürücü ve ürkütücü bir rüya görmüş ve arkadaşlarımızla paylaşmıştınız. Rüyanızda (elbette çeşitli hilekârlık ve entrikalar sonucu) “çok yüksek bir makama geldiğinizi, saray gibi geniş, görkemli ve külliye şeklinde bir bina diktiğinizi; ancak son tuğlayı koyup artık içine yerleşeceğinizi ve sefasını süreceğinizi zannettiğiniz bir anda, o muhteşem binanın temelinden ve tamamen çöküverdiğini” hayretle anlatmıştınız.
Milli Görüş içerisinde Yenilikçi takımının hazırlanışından itibaren, Recep T. Erdoğan’ın bağlantılarını, AKP’nin perde arkasını, dinimize ve devletimize yönelik tahribatlarını; belgeler ve sağlam bilgilerle anlatan yüzlerce makale yazmış, 10 kadar kitap hazırlamış ve toplumu uyarmaya çalışmıştık. “AKP ve Akıbeti”, “AKP İntihara Gidiyor”, “Türkiye Uçuruma Sürükleniyor”, “BDP’nin Özerklik Ezanı, Türkiye’nin Cenaze Namazı”, “Tuz Kokarsa”, “Bilge(!) Erdoğan’dan İlkeli(!) Numan’a…”, “Türkiye Büyüyor mu, Bölünüyor mu?”, “Cemaatin Cılkı, Erdoğan’ın Çarkı”, “Türkiye Dağılacak mı, Doğrulacak mı? (Ahmaklar Okumasın)” gibi kitaplarımız bu maksatla yazılmıştı. İşin ilginç tarafı; AKP iktidarı ve yandaşları, cemaat ve militan müridanları kadar, sözde muhalif odakların da bu kitaplara ve yazılara kasıtlı olarak ilgisiz kalmasıydı!.? Sağcısından solcusuna, Cemaatcısından Erdoğancısına pek çok yazar ve yorumcu bu kitaplardan ve yazılardan yararlanıp alıntılar yaptıkları ve aktardıkları halde, her nedense kaynak göstermiyor ve Milli Çözümü gündeme getirmiyorlardı.
AKP’nin Batı’nın destek ve teşvikiyle ve bu ülkelere verilen bir dizi taahhütle kurulduğu yolunda bugüne kadar pek çok haber yayınlandı. Üstelik bu iddialar, bugün yeni ortaya atılmadı. Daha partinin kuruluşundan itibaren bu iddialar basında yer almıştı. Gündeme getirenler de eski yol arkadaşlarıydı, yani Recep Beyin içinden çıkıp geldiği Milli Görüş hareketinin lider ve kurmay takımıydı. Ancak bu kez farklı bir şey yaşandı. Ünal Tanık’ın Rotahaber’de 16 Aralık’ta yayınlanan “Çamlıca’daki o villada anlatılanlar”başlıklı yazısı ve yazar Abdurrahman Dilipak’ın anlattığı bilgilerle su yüzüne çıkan ilişkiler yumağı, dalga dalga kamuoyunda yankılandı.
Dilipak, Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı’nın evinde özetle şunları anlatmıştı:
Batılı ülkeler, 1990’lı yılların başlarından itibaren Türkiye’ye sıklıkla gidip gelmeye başlamıştı ve siyasal İslamcı gruplarla, bir takım taahhütler karşılığında yol arkadaşlığı yapmaya çalışılmıştı. Bu teklif önce Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan’a yapılmış, O’nun kesinlikle reddetmesi üzerine arayışa giren ABD, İngiltere ve İsrail temsilcileri, aynı teklifi bu kez Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’e taşımıştı. Her iki isme yabancı odaklarca alınan taahhüt karşılığında destek çıkılmış ve AKP kurularak iktidar yolu açılmıştı.
Dilipak da bunları doğrulamış, ama zoraki yorumlarla kıvırmaya başlamıştı
Merkez Parti Genel Başkanı Prof. Abdurrahim Karslı’ya dayanarak anlatılan bilgiler gündemi sarsarken, olayın tanıkları ise peşpeşe o günlerde yaşananları doğrulamaya başlamıştı. İlk doğrulayan görüşmelere katılan Abdurrahman Dilipak’tı. Dilipak, Erdoğan‘ın artık bağımsız hareket ettiği şerhini düşerek, Ünal Tanık‘ın yazısında yer alan bilgileri yalanlayamamıştı. Dilipak‘ın ardından toplantıya katıldığı belirtilen bir diğer isim Ali Bulaç da köşesinde toplantıya katıldığını doğrulayarak, şunları aktarmıştı:
“Dilipak, Rotahaber’den Ünal Tanık’a konuşulanları teyit edince yazmaya karar verdim. AKP hükümetinin neden Batı’yla bozuştuğunu anlamak için artık bunları yazmak lazım. Evet, o toplantıda vardım, 40 senedir tanıdığım Abdurrahman Dilipak, bunları –ifadelerde bazı değişiklikler olsa da- anlattı. Mesele şu: 1998’lerden başlamak üzere Amerikalılar, sıklıkla bizlerle görüşmeye başladılar. Biri gidiyor, üçü geliyordu. Sordukları şuydu: “Türkiye’de dindar zemini kuvvetli bir iktidar mümkün mü?” Ben ana fikir olarak şunları söylüyordum: “Türkiye’de İslami-muhafazakâr aktörlerin belirleyici rol oynadığı bir döneme giriyoruz. Kronikleşmiş sorunlarımızı eski zihniyetle çözemeyiz; bölge gibi Türkiye de yeniden şekillenmek durumunda, Batı İslam’a, Müslümanların hayat tarzına ve kaynaklarına saygı göstermelidir. Batı ile savaşmak zorunda değiliz ama Batı’nın süren tahakküm ve hegemonyası altında Ortadoğu böyle devam edemez. İsrail sınırlanmalı, rejimler demokratikleşmeli, kaynaklar adil dağıtılmalı, İslam’ın cevaz verebileceği siyasetlere engel olunmamalı.”
Ancak ne aktivistim ne siyasi bir hevesim vardı. Dilipak ise çok hareketli, aktif bir arkadaşımız. Tanıyanlar bilir, her konuda projesi var. Yeni dönemde Türkiye için mümkün bir siyasi proje hazırladı, bundan hayli saygın kişilere bahsetti. Ve onun ifadesine göre Ankara’da birilerine çalıştığı dosyayı verince, Amerikalıların görüşme trafiği değişti, bir süre sonra Dilipak, projesinin “bazı değişiklikler”le AKP olarak ortaya çıktığını gördü. Bundan sonrası hepimizin malumu! Amerikalılar, ikna edebilselerdi söz konusu projeyi Erbakan hocaya uygulatmayı düşünüyorlardı, ancak o reddetti. Erbakan hoca vefatından önceki son görüşmemizde AKP’nin nasıl kurulduğunu uzun uzun anlattı, elindeki bazı belgeleri bana gösterdi; Ertan Yülek Bey şahittir.”
Fetullah Gülen de Haham olacak mıydı?
Paralel yapının deşifre olmasıyla köşeye sıkışan Fetullah Gülen Türkiye’ye iade edilmemek için Kanada’ya gitme hazırlığına başlamıştı. Türkiye ile suçlularıiada anlaşması bulunmayan Kanada’ya daha önce de Tuncay Güney de kaçmıştı. Verdiği yalan yanlış ifadelerle Ergenekon soruşturmasının başlamasını sağlayan ve ardından Kanada’ya kaçarak haham olan Tuncay Güney, paralel yapının elebaşı Fetullah Gülen’e ilham kaynağı mı olacaktı? Türkiye ile suçluları iade anlaşması olmayan Kanada’ya kaçmak isteyen Fetullah Gülen’e yakın isimlerin Kanada hükümetiyle temas kurup izin istedikleri ve Toronto’da ikamet baktıkları ortaya çıkmıştı.
Yönetmen Serkan Koç’un açıklamalarına göre:
Belgesel çekim ve gösterim çalışmalarında röportaj yaptığı ve ABD’de çok tanınan bir gazeteci olan Wayne Madsen kendisine çarpıcı bilgiler aktarmıştı. ABD’de daha önce Kafkasya’daki ve Kosova’daki ayrılıkçı hareketlerle, Gülen cemaatinin bağlantısını ortaya koyan ve dünyadaki İslami hareketleri araştıran gazeteci olarak bilinen Madsen’in iddiasına göre geçtiğimiz yıl Gülen ile Kanada hükümeti arasında bir görüşme yapılmıştı. Madsen yaptığı araştırmada paralel yapının bazı önemli isimlerinin Kanada’ya giderek hükümetle temas kurduğunu ve Gülen’in ikamet edeceği bölgede hazırlıkların başladığını vurgulamıştı.
Milli Çözüm Dergimiz tam o sıralarda ve defalarca yazmıştı:
Aslında, Batılıların Tayyip Erdoğan ismini, Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı olduğu dönemde gündemlerine almıştı. Daha o yıllarda Amerikan Büyükelçisi olarak görev yapan Morton Abromowitz’in dikkatini çekmeyi başarmış, dış güçlerle ve Yahudi Lobileriyle işbirliği yapacağı kanaati uyandırmıştı. Erdoğan ile Abromowitz’in ilk ilişkisine dair bilgiler, sonunda yandaş ve yalakalığa soyunan ve TRT Haber’in başında bulunan Nasuhi Güngör’ün 2001’de yazdığı “Yenilikçi Hareket” isimli kitabında yazılmıştı. İki isim arasındaki ilk ziyaret, gazeteci Ruşen Çakır’ın arabuluculuğu ile Kasımpaşa’da yapılmıştı. Erdoğan ismi, o tarihten itibaren hep Batılı siyasetçilerin gündeminde olacaktı. RP İstanbul İl Başkanı iken ABD, İngiltere ve İsrail temsilcileri ile şimdilerde gündeme gelen görüşme ve taahhütler tamamlandı. Bazı yorumlara göre, Erdoğan, 29 Mart 1994’de yapılan yerel seçimleri bu gizli destekle kazanmıştı. Bu seçimlerde, daha sonra yapılacak 2002 seçimlerinde olduğu gibi oyların, partiler arasında dağıtılması sağlandı ve Erdoğan’ın küçük bir farkla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesinin önü açıldı. (RP: 25.6, ANAP: 24.6, SHP: 17.5, DSP: 14.1, DYP: 12.5)
“Yenilikçi hareket, Türkiye’deki İslamcıların öncüleridir” sözleri ile tanınan CIA Ortadoğu ve Türkiye masası şefi Graham Fuller üzerinden ABD ile yapılan temaslar arttırılmış ve artık partinin kurulma çalışması tamamlanmıştı. 14 Ağustos 2001’de resmen kurulacak olan AKP’nin açıklanmasından bir hafta önce Erdoğan’ın Üsküdar’daki bürosunda bir görüşme yapılmıştı. İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosu Roger Short ile Erdoğan arasında yapılan bu görüşmenin ayrıntıları, Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen 8 Ağustos 2001 tarihli Yeni Şafak gazetesinde yer almıştı. Habere göre, Short kanaatini: “Böyle bir partinin kurulması bizi mutlu eder” şeklinde açıklamıştı.
Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan Adalet Akademisin’deki konuşmasında: “Dış güçler için çalışan savcı da olamaz, hâkim de” buyurmuşlardı. Şimdi Sn. Cumhurbaşkanına sormak lazımdı: Yıllarca Eş Başkanlığını yaptığınız BOP, dış güçlerin mi, yoksa Türkiye’nin mi bir planıydı? Girmek için can attığınız AB (Avrupa Birliği) Milli bir yapımıydı, yoksa dış güçlerin bir ortaklığı mıydı?
Belediye başkanı olunca kurumsal ilişkiler yoğunlaşmıştı!
Erdoğan, Belediye Başkanı olduktan sonra ilişkiler daha kurumsal bir şekilde yürütülmeye başlandı. 14 Ekim 1996’da Erdoğan’ı başkanlık makamında ziyaret eden Abromowitz, Erdoğan’a, “Siz Türkiye’nin geleceği için çok önemlisiniz”(!?) buyurmuş, Erdoğan da, Abromowitz’in olumlu ve sıcak bir mesaj getirdiğini açıklamıştı. Bu samimiyetin nereden geldiğini bilmeyen gazeteler bu görüşmeye ilişkin haberi, “Erdoğan’a ilginç ziyaretçi” şeklinde haber yapmıştı. (Bak: 15 Ekim 1996/Milliyet) Görüşmenin perde arkasını ise bir dönem Yeni Şafak gazetesinin haber müdürlüğü görevini de yapan “Yenilikçi Hareket” kitabının yazarı Nasuhi Güngör, şöyle anlatmıştı:
“Türkiye’nin geleceği için Tayyip Erdoğan’ı çok önemli gören Abromowitz, gittiği her ülkeden kovulan bir isimdi. Abromowitz, Amerika’nın eski Ankara Büyükelçisi sıfatına ek olarak, sık sık MOSSAD ajanı suçlamalarıyla karşı karşıya kalmış ırk bilinci yüksek bir Amerikan Yahudisi olma özelliğini de taşıyan birisiydi. ABD Dışişleri İstihbarat ve Araştırma Müsteşar yardımcılığı görevlerinde de bulunan Abromowitz, Amerikan istihbarat örgütleri arasındaki koordinasyonu sağlamakla görevliydi.”
Refah-Yol iktidarının 28 Şubat fırtınası ile yıkılıp gitmesinden sonra, Türkiye hem ekonomik anlamda hem de siyasi anlamda bir dizi kargaşa yaşamıştı. Bu sırada Erdoğan, “Akbil yolsuzluğu davası” gibi kapsamlı suçlamaların bulunduğu dosyalar varken, okuduğu bir şiir bahane edilerek cezaevine gönderilmiş, yani halk nezdinde “dindar kahraman” olarak reklamı yapılmış ve gündeme taşınmıştı.
Güneri Civaoğlu’nun kulağına bunları kim fısıldamıştı?
O dönemin en etkin iki üç gazetecisinden biri olan Güneri Cıvaoğlu, Erdoğan’ın ABD, İngiltere ve İsrail ile girdiği angajmanları bilen insandı. O zamana kadar koparılan fırtınaları “Erdoğan’ı cilalama” olarak gören Cıvaoğlu, 10 aylık cezanın kesinleşmesi üzerine güya hayal kırıklığını yansıtan bir yorum kaleme almış. 24 Eylül 1998 tarihli Milliyet’te, “Yanlış oyun” başlığı ile bir yazı hazırlamıştı:
“Bir de, siyaset satrancındaki yanlış oyuna işaret edelim: Siyasetin doruklarında, FP’yi bölme planı yapılmıştı… Recep Tayyip Erdoğan ismi, iyice cilalanıp parlatılacaktı. Fazilet Partisi’nin başına geçerse, -bu partiyi neredeyse- tek başına iktidara taşıyacağı havası oluşturulacaktı. Erbakan, elbette buna razı olmayacaktı. Erdoğan, peşine 40-50 milletvekili alarak FP’den kopacaktı.” Bu yazının yazıldığı günlerde Fazilet Partisi’nde “Yenilikçi Hareket” diye bilinen grubun adı bile henüz konulmamıştı. Erdoğan gittiği yerlerde, “ABD ve İsrail benim liderimi sevmiyormuş. Onların sevmemesi, benim Erbakan’a bağlılığım için referanstır” nutukları atıp durmaktaydı.
Cezaevi, parti kurmak için bir ofis gibi kullanılmıştı!
Oysa Erdoğan, cezaevi günlerini, sağlanan ortam sayesinde bir tür kamp hayatı gibi yaşamış, günlük koşturmalardan arınmış olarak yeni parti kurma çalışmalarına odaklanmıştı. Tayyip Erdoğan, 26 Mart 1999 günü girdiği Pınarhisar Cezaevinden, ceza süresini tamamlayarak aynı yılın 24 Temmuz’unda çıkmıştı. Bu arada kurulacak partinin örgütlenme çalışmaları il il tamamlanmış durumdaydı. FP 1. Kongresi’nde Gelenekçi ve Yenilikçi kanatlar arasında yapılan mücadeleden Yenilikçilerin adayı Abdullah Gül’ün mağlup çıkmasından sonra onlara göre bu çatı altında kalmanın bir manası kalmamıştı. (14 Mayıs 2000’de yapılan kongrede Yenilikçi kanadın adayı Abdullah Gül 521, Recai Kutan 633 oy almıştı.)
Artık, bir bahane bularak Fazilet Partisinden kopmanın tam zamanıydı. Bu yöndeki çalışmalara hızlandırılmış Hasan Cemal, Erdoğan ile yaptığı görüşmeyi 4 Ocak 2001’de Milliyet’teki köşesine taşımıştı. Saadet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, ilerleyen yaşına rağmen sesini duyurabileceği her ortamı değerlendirip AKP’yi ve Erdoğan’ı anlatmaya çalıştı. Erdoğan‘ın ülkeyi borçlandırarak refah içinde gösterdiğini ve esas itibariyle de uluslararası güçlerin oyuncağı haline geldiğini anlattı. Erbakan, kamuoyunda AKP kaynaklı dolaştırılan, “Erbakan Hoca akıllı adam. Kendi Saadet Partisinde, öğrencileri de AKP’de bu ülkeye hizmet ediyor” iddialarına çok net çıkış yapmış, bu iddiaları defalarca yalanlamıştı.
Peki Erdoğan, bu kadar ABD ve İsrail ile ilişkili de nasıl böylesine İsrail aleyhine konuşabiliyordu? Bu sorunun cevabını da Erbakan açık yüreklilikle ortaya koymuştu:
İşte böylesine görünüşte İsrail aleyhine konuşabildiği için, Erdoğan ve AKP iktidarı gizlice İsrail lehine en cesur adımları atabiliyordu. Bu tavrı en açık ortaya koyan ise Has Parti Genel Başkanı olduğu dönemde Numan Kurtulmuş oluyordu. Kurtulmuş’a göre, Erdoğan’ın kalbi Muaviye diyor, diliyle Ali’yi övüyordu! Şimdi ise hiç utanmadan Erdoğan’a yalakalık yapıyor, daha önce ağır bir dille kınadığı kötülüklerine keramet ve mazeretler uyduruyordu. En zayıf hükümetler dönemlerinde bile kabul edilmeyen İsrail’in OECD üyeliği AKP döneminde onaylanıyor, Numan Kurtulmuş’un da itirafıyla İsrail’in OECD üyeliği, 1967’den bu yana İsrail’in elde ettiği en büyük zafer sayılıyordu. AKP’nin kuruluşu şahitler ve belgeler ışığında bu şekilde gelişirken, AKP’nin iktidarında geçen 13 yılda Türkiye’de de çok şey değişiyordu. Bir dönem BOP eşbaşkanı olarak açıkça, şimdi perde arkasında Büyük İsrail’in kurulması, bölgenin ve Türkiye’nin parçalanması konusunda çok tehlikeli adımlar atılıyordu.
İsrail Büyükelçisi: “yeni parti bizim politikalarımızla uyumlu çalışacaktır!”
Peki İsrail ABD ve İngiltere temsilcileriyle görüşen Erdoğan, parti kurulma öncesinde İsrail temsilcisiyle dışa dönük temaslar kurmamış mıydı? Bu sorunun cevabı da yine “Yenilikçi Hareket”in 97. sayfasında. Dönemin İsrail Büyükelçisi David Sultan ile yapılan görüşme şöyle anlatılmıştı: “Tayyip Erdoğan’ın AKP’yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001’de İsrail Büyükelçisi David Sultan’la bir görüşme yaptığı ve O’na “Yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği” yolunda garanti verdiği konuşulup yazıldı. Bu David Sultan, uzun yıllar İsrail ordusunda görev yaptıktan sonra dışişleri kadrosuna alınan azılı bir İslam düşmanıydı…”
Bu arada PKK’nın iyice azgınlaşması ve Anadil kampanyası atağı!
Açılım süreci ve Ayn el Arap’taki (Kobani) gelişmeler sonucunda Batı destekli bir şekilde ayaklanma provası hazırlığında olan örgüt, provokasyon girişimlerini arttırmış ve iyice azıtarak güçlü olduğu illerde anadil kullanımı kampanyası başlatmıştı. Ayn el Arap’taki çatışmaları gerekçe göstererek 6-8 Ekim’de şiddet eylemleri gerçekleştiren PKK, şimdi de açılım için kışkırtmalarını yoğunlaştırmıştı. HDP’liler aracılığıyla AKP’ye taleplerini gönderen Kandil’deki örgüt yönetimi Demokratik Toplum Kongresi aracılığıyla, bir yıl sürecek anadil kullanımı kampanyası başlatmıştı. Demokratik Toplum Kongresi, Aralık ayında “Kent, Kasaba ve Beldelerimize Kürdistani Kimliğini Yeniden Kazandıralım” adı altında 21 Şubat 2015’i Anadil günü olarak açıklamıştı. Bu çerçevede 21 Şubat’tan itibaren bir yıl boyunca HDP’nin birinci parti olduğu illerde anadil kullanımı kampanyası yapacaktı.
DTK Eşbaşkanı Hatip Dicle’nin Özgür Gündem’deki köşesinde aktardığına göre, kampanya çerçevesinde şu eylemler yapılacaktı:
– Köy tabelaları, eski isimlerini de içerecek şekilde çift dilli hazırlanacaktı,
– Vatandaşa verilen makbuzlar, Türkçe-Kürtçe basılacaktı,
– Belediye bültenleri Türkçe-Kürtçe basılacak ve anonslar iki dilli yapılacaktı,
– Tüm hizmet araçlarında Kürtçe de kullanılacaktı,
– İşyeri isimleri bu kampanya çerçevesinde Kürtçe adlarla yeniden yazılacaktı.
– Manav etiketleri ve lokanta menüleri iki dilde basılacaktı.
Örgütün bahar aylarından itibaren eylemlerini ve bu tür siyasi girişimleri artıracağını tespit eden TSK’nın da hazırlıklarını artırdığı basına yansımıştı. Karargâh, 2. ve 3. Ordu’da yapılan toplantılarda, alınacak tedbirleri gündemine almıştı. Ve zaten PKK’nın 15 Şubat’a kadar hükümetten adım atılmasını istediği talepler arasında Kürtçe kastedilerek anadilin kullanımı ve eğitimi de yer almıştı. Anarşist Örgütün “Anayasada değişikliğe gidilerek, Kürtçenin resmi dil yapılması” talebini de hükümetin önüne koyduğu medyada yazılmıştı.
Asıl hedef bölge ülkelerinin parçalanmasıydı!
Suriye’nin Kobani bölgesinden IŞİD’in büyük oranda çıkarılmasının ardından bölgede yaşananların arka planı açığa çıkmaya başlamıştı. Uzmanlarca Kobani bölgesi üzerinden süren tartışmalarının asıl hedefinin, fiilen bir “Kuzey Suriye” oluşturulmak istendiği hatırlatılmıştı. Suriye’nin Kobani şehrinde IŞİD etkinliğine önemli ölçüde son verilmesinin ardından uzmanlar bölgede fiili bir “devletleşme” stratejinin hayata geçirilmeye çalışıldığını vurgulamıştı. Bölgede, Suriye’deki iç savaştan doğan boşluktan faydalanılarak fiili bir “Kuzey Suriye” yapısının oluşturulmasının hedeflendiği ortaya çıkmıştı. Suriye’nin parçalanmasından sonra sıranın Türkiye’ye geleceği açıktı. AKP iktidarının hala vurdumduymaz tavrı ve açılım safsataları; gaflet ve cehalet boyutlarını aşıp dalalet hatta hıyanet sınırlarına ulaşmıştı.
Şu anda etkin, yetkin ve çok önemli makamdaki Zat’a hatırlatalım:
İl başkanlığınız sırasında oldukça düşündürücü ve ürkütücü bir rüya görmüş ve arkadaşlarımızla paylaşmıştınız. Rüyanızda (elbette çeşitli hilekârlık ve entrikalar sonucu) “çok yüksek bir makama geldiğinizi, saray gibi geniş, görkemli külliye şeklinde bir bina diktiğinizi; ancak son tuğlayı koyup artık içine yerleşeceğiniz ve sefasını süreceğinizi zannettiğiniz bir anda, o muhteşem binanın temelinden ve tamamen çöküverdiğini” hayretle anlatmıştınız.
Evet, ezeli kader programından, istikbalde yaşanacak bazı olayların misal şeklinde ruh ekranına yansıtılması olan bu tür rüyalar, içinde pek çok işaret ve hikmeti barındırmaktadır. Ey bir takım hıyanetler, inancından ve davasından verdiği tehlikeli tavizler sonucu bugün en yüksek makamlara gelen bedbaht! Artık son aşamaya geldiğinizi ve saltanatınızı ilan edeceğinizi sandığınız ve son tuğlayı koymaya hazırlandığınız bir süreçte, sizin gibi davrananların “nasıl bir inkılapla devrilip derbeder olacaklarını” (Şuara: 227 son ayet) Kur’an’dan okuyup tövbekâr olmanızın tam zamanıdır.!
TSK’nın Hükümete PKK uyarısı!
Basına yansıyan bilgilere göre 2014’ün son MGK öncesi, Genelkurmay karargâhında yaklaşık 5 saat süren bir hazırlık toplantısı yapılmıştı. MGK’nın askeri kanadı elindeki verilerle, kendisine bilgi verilmeyen süreci tartışmıştı. Suriye sınırındaki olaylar, terör bölgesindeki yaşananlar, savaş meydanına dönen kasabalar, Ayn el-Arap’taki durumlar ve HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın “Türkiye’de kanton” çağrıları enine boyuna masaya yatırılmıştı. TSK’nın rahatsızlıkları ile birlikte; Türkiye’yi bekleyen büyük tehlikenin yeni bilgi, belge ve fotoğraflarla bir kez daha Recep Erdoğan ve AKP’li bakanlara anlatılması kararı alınmıştı. Özellikle, bugüne kadar basına yansımayan başta Cizre, Midyat ve Silopi olmak üzere kritik noktalardaki hendek fotoğrafları sunumda ayrıcalıklı bir yer alacaktı. Bir de “kanton” çalışmaları ile ilgili fotoğraflar ve PYD eş başkanı Salih Müslim’in PKK’lılarla yaptığı son toplantıların fotoğrafları vardı. 2014 yılının son MGK toplantısında askeri kanat çok özel hendek fotoğraflarını gösterdikten sonra iktidarın dikkatini bir kez daha çekmeye çalışacaktı: “Böyle devam eder de, ayaklanma çıkarsa müdahil olma şansımız azalıyor; Nisan-Mayıs’tan sonra ülkemizi çok sıcak günler bekliyor…”
Askeri kanadın MGK sunumunda Suriye’deki olaylar ve Halep ayrı bir önem taşımaktaydı. Hükümete Halep’teki son kritik gelişmeler aktarılırken, 400 bin civarında yeni bir göç dalgası tehlikesine de vurgu yapılacaktı. Bölgedeki güvenilir kaynaklardan ve serbest bırakılan PKK’lı teröristin anlattıklarından önemli notlara ulaşılmıştı. “Hâlihazırda Kobani’de 400-500 civarında eğitimli, 200-300 civarında az eğitimli PKK’lı bulunmaktaydı, ayrıca 400-500 civarında da eğitimli YPG/PKK’lı vardı. Son günlerde bölgeye PKK’nın beton mevzilere ve tanklara karşı kullandığı yeni güdümlü füzeler yollanmıştı. Şimdi sormak lazımdı:
1-Bu güdümlü füzeler oraya nasıl, hangi yollarla ve kimler tarafından sokulmuşlardı?..
2-Hâlâ Ayn el-Arap’ın yüzde 65’i IŞİD’in elinde bulunuyor ve terör örgütü bölgeden sökülemiyorsa bu silahlar ne işe yarardı?..
3-Yoksa bu silahlar vakti gelince Türkiye’ye karşı kullanılmak için mi saklanmaktaydı?..
Cizre’yi savaş alanına çeviren PKK-HÜDAPAR çatışmasının yaşandığı 27 Aralık Cumartesi günü bakın neler yaşanmıştı:
Sabahın ilk saatlerinde başlayan ve giderek artan kanlı çatışmalar neticesinde öğle saatlerinde Başbakanlık kanalıyla emniyet ve Jandarma güçleri “operasyon için hazırlık ve yığınak yapın” talimatı alınmıştı. Emri alan güvenlik güçleri tüm hazırlıklarını tamamladıktan sonra beklemeye başlamıştı. Akşamın ilerleyen saatlerinde ise aynı kanaldan farklı bir talimat ulaşmıştı; “Emir geri çekildi. Zamanlama uygun değil.” Güvenlik güçleri şaşkındı. Acaba Başbakanlık kendi kararından mı caymıştı, yoksa bu kanala başkaları mı sızmaktaydı?
İşte bu şartlar altında yapılan MGK’da askeri kanat; ayaklanma hazırlıkları ile ilgili çok özel belge ve fotoğrafları kurulun değerlendirmesine sunmuşlardı. Bu arada, Cizre başta olmak üzere PKK’nın ayaklanma üssü olarak tespit edilen “7 çıbanbaşı noktası” ile ilgili şok tespitleri ortaya koymuşlardı. Bu çıbanbaşı noktalarında her yerin nasıl silah deposu haline getirildiği, silahların türleri ve adlarına kadar sıralanarak Recep Erdoğan’a ve Hükümet tarafına aktarılmıştı. Askeri kanat değerlendirmeleri bitirdikten sonra da son söz olarak, “Asayiş çok kritik noktadadır. Teröristle anlayacağı dilden konuşmadıkça netice alınamayacaktır!” uyarısını yapmıştır. Buraya, bir küçük(!) bilgi daha not edelim; TSK, MGK tutanaklarının tümünü dosyalayarak özenle saklamaktadır!?
Bölgede kendinden olmayan vatandaşlara karşı şiddet uygulayan PKK önce askerlik çağında çocuğu olan vatandaşa gidip “çocuğunun bedelli askerlik parasını biz ödeyelim” teklifinde bulunmaktadır. Vatandaştan “çocuğumu askere göndereceğim, istemem” cevabını alınca da “o zaman ya çocuğunu dağa kaçıracağız mecburen bize katılacaktır. Ya da bize şu kadar (en az 10 bin lira) bedelli parası bağışlanacaktır” diye tehdit yağdırmakta ve baskı kurmaktadır.
İşte PKK’nın pervasızlıkları!
. PKK, Muş’un Varto ilçesinde askerlik şubesi açmıştır. Terör örgütü “bedelli gerilla” diye tanımladığı icraatında “Askere Alma Başkanlığı”nda sülüsler hazırlamaktadır.
. PKK’nın bu çalışmaları, YDG-H aracılığı ile hızlandıracağı ve Nisan ayına kadar bütün ailelerin durumları tespit edilip tebligatları yapılacağı talimatı verdiği ortaya çıkmıştır.
. Yine tam denk düşmüşken, son MGK toplantısında askeri kanadın yaptığı “PKK, Nisan-Mayıs aylarında büyük ayaklanmaya hazırlanıyor” uyarısı acı bir gerçeği yansıtmaktadır.
. Örgüt kendisinin tanımladığı “zengin kodamanlardan” çocuk başına alınan bedelli parasında ve askere almada promosyon da uygulamaktadır. Kalabalık ailelerde kardeş indirimi yapılması, dağda ölen bir yakınları var ise ailede bir kişinin “bedelli gerilla” faaliyetinden muaf sayılması, kız çocukları için de yarı fiyatına bedel alınması bunlar arasındadır.[1]
. Bu arada bölgede Hizbullah’ın ve HÜDA-PAR’ın “Şeyh Said Seriyyeleri” adıyla silahlı yapılanmayı hızlandırdığı da istihbarat raporlarına yansımıştı.
. Zaten PKK kontrol sağladığı bölgelerde:
a)Asayiş okulları açıp kimlik ve trafik kontrolü yapmaktaydı.
b)Çaresiz halkın vergilerini PKK toplamaktaydı.
c)Halkın bir kısmı PKK’nın kurduğu mahkemelerde yargılanmaktaydı; İnsanlar hak aramak üzere buralara başvurmaktaydı.
d)BDP’li Belediyeler devletin değil, PKK’nın emrinde çalışmaktaydı.
Ve işte bu PKK’nın arkasında Amerika, Avrupa ve İsrail vardı. ABD stratejik müttefiki, AB kutsal hedefi ve İsrail gizli işbirlikçisi olan bir iktidarla bu kirli oyun bozulamazdı. Türkiye’nin acilen bir zihniyet ve istikamet dönüşümüne ihtiyacı vardı. Bu da ancak Milli Şuur–Milli Ordu formülüyle başarılırdı. Çünkü artık Türkiye, resmen olmasa da, fikren ve fiilen parçalanma aşamasına gelip dayanmıştı. Düşman Güçlerin Şeytani hedefleri ve projeleri, işbirlikçi hükümetlerin gaflet ve hıyanetiyle; PKK özerklik kılıflı bağımsızlık ilanı için artık gün saymaktaydı. Yani önümüzdeki baharlar, ya ülkemizin ve devletimizin yıkılmasına, ya da tarihi ve talihli bir dönüşümle, bölge ve dünya dengelerini de değiştirecek yeni bir şahlanışa sahne olacaktı.
AKP, koynunda yılan mı saklamaktaydı?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kafasındaki konfetileri toplayacak kadar büyük bir aşkla sevdiği Mesut Barzani’nin başında bulunduğu Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (KBY) memurlarının maaşlarının, iki aydır Türkiye tarafından karşılandığı ve yapılan ödemenin 1,5 milyar dolara yaklaştığı yazılmıştı. Erdoğan ve AKP iktidarının, ekonomide yaşanan kriz nedeniyle kendi vatandaşlarına iş bulamayan, Suriye’den gelen ve sayıları 2 milyona yaklaşan sığınmacıya 4,5 milyar dolar harcamak zorunda kalan Türkiye’nin başına sardığı yeni belayı Al Monitör haber sitesi gündeme taşımıştı.
Al Monitor yazarlarından Denis Natali’nin köşesinde yer alan “Türkiye’nin Kürt kiralık devleti” başlıklı haber analizde, Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde Irak hükümetinin ve ABD’nin karşı çıkmasına karşın AKP hükümeti ile KYB arasında imzalanan petrol anlaşmasının yarattığı sonuçlar tartışılmıştı. Kürt petrolünün kurulan yeni bir boru hattıyla Türkiye üzerinden dünyaya pazarlanan petrolün satışında yaşanan sorunlara değinilen analizde, Irak’la yaşanan sorunlar ve petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle KYB’nin istediği geliri elde edemediği vurgulanmıştı.[2]
[1] Yeniçağ – Ahmet Takan’ın yazılarından
[2] http://www.gazetecileronline.com/newsdetails/15586) / 17.11.2014
ARKASI KARANLIK PARTİ
Öncelikle bugün akp’yi ve kurulduğu günden bugüne milli menfaatlerimizi zedeleyen çok büyük tahribatlarına rağmen iktidarda kalabilmesinin ana sebebini anlayabilmemiz için, menderes, demirel ve özal dönemlerini iyi tahlil etmekte fayda var. menderesin halkı arkasına alıp güç benim havasına kapılıp, konyada orduya ve milli güçlere gözdağı vermek için türkiyenin her yerinden insanları toplayıp büyük bir miting yapma hevesinin nasıl kursağında kaldığını, demirel’in 1. dereceden mason olduğu söylenmesine rağmen kaç dönem başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yaptığını, yine özal’ın sırf refah partisi iktidar olmasın diye yıllarca başbakan ve sonunda cumhurbaşkanı yapılmasını yakın tarihimiz kaydetmiştir. işte o dönemlerde sistem nasıl işliyorduysa akp dönemindede o şekilde işledi. erbakan hocaya ve milli görüşe ihanet edenler dış güçler tarafından başbakanlığa, cumhurbaşkanlığına,bakanlığa, milletvekilliğine, belediye başkanlığına, kurum müdürlüklerine….vs. getirildiler. yani dünyayı ahiretlerine tercih edenler çoğunluğu güç görüp o güç hiç yıkılmayacakmış gibi zavallıca ve şeytanca bir düşünceye kapılmış, son çırpınışlarını yapan asrın en büyük ihanet şebekesidir. unutmamak gerekir ki, hayırda şerde Allah’dan. fakat Allah hayırdan yana olan hayırda yarışanlardan razı olacak. yani hayırda yarışanlar kazanacak. Allah şerden razı değildir. şer peşinde koşanlar yani ahiretine dünyayı tercih edip şeytanın tuzaklı yollarını tercih edenler kaybeden ve sonunda pişman olanlardan olacaklardır.
AÇIKLANMASI GEREKEN İZAHATLAR VAR DİYEN HULUSİ KARDEŞE!.. 2)
Geriye dönüp baktığımızda İran-Irak savaşı çıkartıldı, Körfez savaşı körüklendi, yerli halkı ezmek için Somali işgal edildi. Bosna, Çeçenistan ve Azerbaycan’da tarihin görmediği katliamlar yapıldı ve birçok Müslüman ülkeye haksız ambargolar konuldu. Böylece”Yeni Dünya Düzeni” adı altındaki tek kutuplu bir tahakküm ve sömürü düzeni gerçekleştirilmeye çalışıldı. Bugün ise bütün İslam coğrafyasını yeniden yapılandırmaya çalışıyorlar.
Bunun gerçek sebebini anlayabilmek için, yeryüzünde olayların tesadüfen cereyan etmediğini idrak etmek gerekir. Yeryüzünde yaşayan bütün insanlık üzerinde kendi hâkimiyetini kurmak, bütün insanları köle yapmak ve kendine tabi kılmak ve sömürmek isteyen bir gücün varlığını görmek gerekir. Bu gücün asırlardan beri olayları kendi gayeleri doğrultusunda plânlayan ve bu plânları uygulayan bir güç olduğunu idrak etmek gerekir.
Bunları görebilmek için de “Bugünkü Dünya”yı tanımak gerekir.
Bugünkü dünyayı bilmeden, tanımadan ne teşhis, ne de tedavi yapılamaz.
Bugünkü dünya yukarıda belirtilen hak anlayışlarından yanlış hak anlayışına göre şekillendirilmiş bir dünyadır.
Bugün insanlığının çektiği bütün sıkıntıların temelinde yanlış hak anlayışına dayalı olarak kurulan “Yeni Dünya Düzeni”yatmaktadır. Spordan tiyatroya, sanattan üniversitelere, sanayiden ticarete, hukuktan istihbarat teşkilatlarına kadar pek çok şey “Yeni Dünya Düzeni”nin kontrolü altındadır.
Bu zülüm dünyasının daha iyi anlaşılabilmesi için, bu dünyayı bir timsaha benzetebiliriz. Bu timsahın üst çenesi ABD, alt çenesi AB, gövdesi başta İslam ülkelerinin yöneticileri olmak üzere bütün işbirlikçi idareciler, kuyruğu ise İsrail’dir. Bu yapının temel hedefi İnsanlığa saadet getirmek değildir. Gayeleri insanoğlunu imha ederek kendi düzenlerini sürdürmektir.Çözüm nedir? Çözüm Milli Görüşe sarılıp “Yeni Bir Dünya”yı hakkın hak anlayışına göre kurmaktır.Bu vazife Müslümanlarındır. Müslümanlar Hak-Batıl mücadelesi şeklinde tanzim edilmiş dünya imtihanını ancak “Yeni Bir Dünya”yı kurmak için yürütecekleri bir cihad ile kazanabilirler.
Zira mülkün sahibi Allah mülküne Salih Müslüman kullarını varis kılmıştır.
AÇIKLANMASI GEREKEN İZAHATLAR VAR DİYEN HULUSİ KARDEŞE!.. 1)
HULUSİ BEY’E
Hulusi bey anladığım kadarıyla siz kuvveti üstün tutan hakk anlayışını benimseyen bir kişisiniz. İsterseniz önce hak nedir , hak hangı sebeblerden doğar, yanlış hak anlayışı gibi bu konuda bıraz muhabbet edelim nedersin?
Hak ve hukuk insanoğlunun dünya ve ahiret saadeti için gerekli esaslardandır.İnsan haklarıyla insandır. Bu haklara tecavüz edilirse zulüm olur.Hak ve hukuk alanını tanzim eden iki farklı HAK anlayış vardır. Bu anlayışlar:
1.Doğru Hak Anlayışı, Hakkı Üstün Tutmak: Bu hak anlayışı peygamberlerin ve onların yolundan yürüyen salih insanların hak anlayışıdır.
2.Yanlış Hak Anlayışı, Kuvveti Üstün Tutmak: Bu hak anlayışı tarih boyunca Firavun’ların, Nemrutların ve Nefislerini İlah edinenlerin hak anlayışı olmuştur.
Dünya ne zaman “Gerçek Hak” anlayışı ile yani “Hakkı üstün tutmak” zihniyeti ile idare edilmiş ise insanlar saadet bulmuşlardır. Huzur ve barış içersinde yaşamışlardır.Ne zaman da “Yanlış Hak” anlayışı, yani “Kuvveti üstün tutmak” zihniyeti ile idare edilmiş ise zulme uğramışlardır. Gözyaşı ve ızdırap içinde bir hayat sürmüşlerdir
Doğru hak anlayışına göre hak 4 şeyden doğar.
1- Doğuştan insanlara verilen haklar. Temel insan hakları
a) Yaşama hakkı,
b) Mülkiyet hakkı,
c) İnanç hürriyeti hakkı, bu hürriyet 4 unsuru ile birlikte kullanılabiliniyorsa hürriyettir. Bunlar: ifade hürriyeti, öğrenim hürriyeti, örgütlenme hürriyeti, inandığı gibi yaşayabilme ve ibadet hürriyeti unsurlarıdır.
d) Neslin muhafazası hakkı,
e) Aklın muhafazası hakkı,
f) Ve diğer bilinen temel insan hakları, (seyahat, iş tutabilme, meslek seçebilme v.s.)
2- Emek.
3- Rıza ile yapılan anlaşma ve mukaveleler.
4- Adalet gereği doğan haklar. İşte doğru Hak anlayışına göre hak sadece bu 4 sebepten doğar, başka sebeplerden hak doğmaz.
Yanlış Hak Anlayışına göre ise hak 4 sebepten doğar.
1- Kuvvet,
2- Çokluk,
3- İmtiyaz,
4- Menfaat,
Tarih boyunca firavunlar ve onların izini takip edenler, insanlara zulüm yaparken bu hak anlayışını kullanmışlardır. Ancak onlar, biz size zulüm yapacağız ve yapmaya devam edeceğiz diyerek değil, bu yaptıklarımız bizim hakkımızdır diyerek zulüm yapmışlardır. İşte bu sebeplerden dolayı yanlış hak anlayışı insanlara saadet getiremez.
2. Dünya harbinden sonra BM, Dünya Bankası, IMF kurulmuştur. Kuvvet zoruyla Filistin toprakları üzerine “İsrail” yerleştirilmiştir. Sözde bu adımlar insanlığın huzur, barış ve saadet içersinde yaşaması için atılmıştır.
Hâlbuki gerçekte neler olmuştur. 1989 yılında komünizmin iflası ve Sovyetlerin dağılmasına kadar soğuk harp devam etmiştir.
Dünya’da Ekonomik bakımdan; fakir ülkeler daha fakir, zengin ülkeler daha zengin olmuştur. Gerek ülkeler arasında, gerekse ülkelerin içinde gelir dağılımları gittikçe bozulmuştur. Açların, işsizlerin sayısı gittikçe artmıştır. Milyonlarca insan açlık ve sefalete mahkûm edilmiştir.
Siyasi bakımdan Filistin, Afganistan, Irak, Keşmir, Suriye, Libya başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde sürekli harpler ve silahlı çatışmalar devam etmektedir.
İnsanlığın üzerine bir kâbus gibi çöken Batılılar: “Biz insanlığa saadet getireceğiz, demokrasi getireceğiz” deyip durmaktadırlar. 1989 yılına kadar komünizmi bahane eden batılılar, 11 Eylül olayından sonra İslam dünyasını ve Müslümanlığı bahane etmeye başlamışlardır. Bugün batılı güçler ve işbirlikçileri İslam ile mücadele etmektedirler. Onların temel hedefi İslam dünyasını madden ve manen çökertmektir.
…………….devamı diğer yorumda………
HULUSİ İSİMLİ ZATA CEVABEN
Cumhurbaşkanı ve Başbakan Olmak Kolaydır.ZOR OLAN, ERBAKAN OLMAKTIR!
TIKLAYIN VE OKUYUN: https://www.millicozum.com/mc/mart-ozel-2011/cumhurbaskani-ve-basbakan-olmak-kolaydirzor-olan-erbakan-olmaktir
Biraz Empati Yasak İyi Olmaz mı Hulisi Bey !…
“Şeytan da büyük bir makama sahipti” dedikten sonra Hz. Adem’e karşı yaptıklarını haklı bulmak ne kadar yanlışsa, birilerinin makamından dolayı yaptıklarını meşru görmek bir o kadar yanlıştır.
Bediüzzaman Said Nursi:
“Halk-ı şer, şer değil, kesb-i şer şerdir.” (Mektubat, 47)
Hayrı da, şerri de yaratan ancak Allah’tır. Lâkin hayra rızası var, şerre ise yok.
Yani Hulisi bey birileri sizin ailenizi-sülalenizi-vatanınızı-malınızı-canınızı tarumar edecek güçte olduğundan bu kutsallarınızı tarumar etmeye başlasa ve bir kardeşinizde çıksa “Peki Hulisi’cim; Allah’ın izni ve yardımı olmadan bu tarumarı yapanların bu makama-güce gelmesi (belkide Başkanlığa kadar..) mümkün mü ? bu kadar engel ve teşebbüslere rağmen hala tarumara devam ediyorsa, açıklanması gereken izahatlar var..” diyerek sana ve kutsallarına yapılan bu zulme kılıf bulmaya çalışsa en hafif tabirle ne dersin.? Saflığına yapıyorsan “ahmaksın” kasıtlı yapıyorsa “sütü bozuksun” demez misin? Hulisi Bey.
Hulisi Kardeşimle Hasbihal
Hulisi Kardeşimle Hasbihal
Elbette, hiçbir olay Cenabı Hakkın izni ve takdiri dışında değildir. İstediğine imkan ve iktidar veren de Rabbimizdir. Bu fırsatların nasıl değerlendirildiği konusunda herkes imtihan edilmektedir. Muminlere düşen her konuda “kesin hüküm”lere göre hareket etmek “gizli hikmet”lere göre haram ve hayırsız işlere fetva vermemektir. Kur’anın açıkça yasakladığı zalim ve kafir güçlerle işbirliği etmek, Libya, Suriye ve Irak’taki vahşete destek vermek; Haçlı ve İslam düşmanı AB’ye teslimiyet göstermek, faizi ve fuhşu meşru hale getirmek gibi açık ve net kötülükleri işleyenlere, Allah’ın fırsat vermesi; Onun ayarını ortaya dökmesi ve sonunda rezil etmesi içindir. Yoksa Allah’ın ABD ve AB emperyalizmine, İsrail terörüne ve daha nice zalimlere de yetkinlik ve etkinlik vermiş olması, onları beğendiği ve şereflendirdiği anlamına gelmeyecektir.
Bu İktidar döneminde birçok derin tahribatlar yanında bazı yararlı ve başarılı hizmetler de herhalde yapılagelmiştir. Paralel yapıya yönelik tedbirler de oldukça lüzumlu ve olumlu bir gelişmedir. Ancak Fetullahçı yapının perde arkasını tam 30 yıldır anlatıp konuşan ve bu konuda 2 koca kitap yazan Ahmet Akgül Hocamıza yıllardır en büyük tepkiyi gösterenlerin de yine bu hükümet kurmayları ve yandaş yazarları olduğunuda hatırlatmamız gerekir. Yani Hükümet-Cemaat kapışması, sanıldığı gibi HAK-BATIL hesaplaşması veya İYİLERLE KÖTÜLERİN kavgası değil, makam ve menfaat çekişmesidir. Halk değimiyle “Dinsizlerin hakkından imansızların gelmesidir.”
Sonuç olarak: Ve herkes niyetini, gayretini ve kalbi gayesinin karşılığını görecektir. Selam ve saygılarımla.
Ali ÇAĞIL
Sürü-yor!
Evet Hulusi efendi,
Belki 10 sayfayı bulan bu yazıda bu akp denen illetin nereden ve nasıl kurulduğundan alın da, ülkemizi nerelere, hangi uçurum eşiklerine getirdiği kaynaklarıyla beraber açık açık izah ediliyor. Bu kadar net bir şekilde açıklamalar yapılmasına rağmen sizin şahsınızda bu memleketin ekseriyeti Cenabı Hakkın bağışladığı cüzi iradenin sonucu olan zekayı kullanmak yerine, oluyorsa vardır bir hikmeti, canım kötü olsa devam edemezdi, gibi bahanelere sarılıp kendince imtihandan sıyrılıp Allah teâlâyı sorumlu tutuyor.her şeyi geçtim: bu kadar insafsızca nefsinize uyduktan sonra mahşer günü ne yapacaksınız. Ilkeli olmak, yalan söylememek, dini ve insanların iyi niyetini istismar etmemek gibi tüm erdemleri açık açık çiğneyen bu anlayışın devamından kendinizi değil de Cenabı Hakkı nasıl sorumlu tutarsınız.evet sonuç olarak dini mübini Islam tabilerinde önce akil baliğ olma şartı arar. Sürülerin süregelen işleri nedeniyle onları kendisine muhatap almaz ta ki akıl sahipleri düşünüp öğüt alırlar diye tevbe kapısını açık tutar.
Allahın izni olmadan …
Allahın izni ve bilgisi dışında sinek kanadını oynatamaz…
Ama Allahın izni başka şey …Allahın rızası başka…
Firavun haşa Allah’ın bilgisi ve de izni dışında mı zülum ve inkara sapmıştı?…
Allah’ın izni ve bilgisi dahilinde firavunlaştıkları için Allah’ın rızasını mı elde ettiler?…
Bu nasıl mantıksız bir soru böyle…
Bu zalimleri aklamak için bu neakıl almaz bir gayrettir?!?!
Batıla batıl diyemeyecek kadar sineler karardıysa ne yazılıp söylense boş galiba…
Sürüyor !!
Peki Hocam emin misiniz Allah’ın izni ve yardımı olmadan çok önemli makamdaki zatın buralara kadar gelmesi (belkide Başkanlığa kadar..) mümkün mü ?? bu kadar engel ve teşebbüslere rağmen serüven hala devam ediyor, açıklanması gereken izahatlar var..