ASR SURESİ’NİN ASRIMIZA MESAJLARI
İmam Şafii Hazretlerinin: “Kur’an-ı Kerim hiç indirilmeseydi, Cenab-ı Hak sadece ASR Suresi’ni gönderseydi; ve insanlar ona inanıp, anlayıp gereğini yerine getirseydi, her iki dünyanın salahı ve felahı için yeterliydi” buyurdukları ve Ashab-ı Kiram’dan bazı zevatın, bir araya geldiklerinde bu ayetleri okumadan dağılmadıkları ASR Suresi’nde “az kelâma çok mana ve mesaj sığdırılmıştır.”
Bismillahir-Rahman-ir-Rahim
1. Asra (mübarek dönemlere ve zaman dilimlerine, özellikle sayılı ömür sermayesine) yemin olsun ki,
2. Gerçekten insan hüsrandadır (zarar ve ziyandadır. Bu gaflet ve tembellik sonunda pişman ve perişan olacaktır).
3. Ancak (samimiyetle) iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine Hakkı (doğru ve hayırlı olanı) tavsiye (yani Kur’an nizamının kurulmasını temenni, teşvik ve tebliğ) edenler ve (bu yolda uğradıkları sıkıntı ve saldırılara kendileri katlandığı gibi) çevresine de sabrı (Allah için dayanmayı) telkin ve tavsiye edenler bunun dışındadır. (Bu dört vasfı üzerinde taşıyan mü’min, müstakim ve mücahit kimseler, dünya ve ahirette kurtulacak ve sonsuz mutluluğa ulaşacaklardır.) Sadakallahülazim, Allah doğru buyurmaktadır.
Şimdi “23 T” formülüyle ASR Suresi’nde, hüsrandan kurtulup huzur ve felaha kavuşacak kimselerin özelliklerini ve ödevlerini sırasıyla açıklamaya çalışalım.
A- İman edenler:
1- Tercih: Taklidi ve gelenek-görenek gereği değil, tahkiki imana erişmek; ilgi ve ihtiyaç duyarak, Kur’an’ı okuyup araştırarak, şuurlu şekilde sorumlu ve huzurlu bir tercihle İslam’ı kabullenmek.
2- Tevhid: Allah’ın BİR olduğunu, her şeyin ve her hadisenin O’nun elinde ve emrinde bulunduğunu bilmek. Yani:
a- Tabiatın; Kâinatın ve tüm mahlûkatın,
b- Toplumun ve tüm tarihi olayların,
c- Takdir planının ve kader programının, hepsinin Cenab-ı Hakkın iradesi ve izni altında oluştuğuna iman ve bunu ikrar etmek; yani inancını ve Kur’an nizamına bağlılığını şerefle ve cesaretle dile getirmek.
3- Teslim: Her şeyi halk edip hükmeden ve her şey O’nun mülkü olduğu bilinen Yüce Allah’ın Dinine, Düzenine ve Dergâh-ı Ulûhiyetine canu gönülden teslimiyet göstermek, asla itiraz ve isyana yönelmemek.
4- Tevekkül: Müslüman olarak teslim olduğu Allah’a tam ve kesin olarak güvenmek, her konuda O’nu vekil edinmenin huzur ve itminanına erişmek, Mevlâ’sına itimat etmek.
B- Salih Amel İşleyenler:
Salih amel 3 aşamada olgunlaşır ve hedefine ulaşır:
5- Tatbik: Önem ve öncelik sırasına göre haramları terk edip, farzları yerine getirmek. Teorik değil pratik İslam’a yönelmek.
6- Tezkiye: Nefsini temizleyip, duygularını ve arzularını disiplinize etmeyi hedeflemek.
7- Terbiye: Güzel ahlâk edinmek, uygun ve olgun davranış biçimleri geliştirmek.
C- Hakkı Tavsiye Edenler:
8- Tebliğ: Emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker (iyi ve güzel olanı yerleştirip yürütmek, kötü ve çirkin olanı engellemek) ve bunu sağlayacak devlet ve hükümet imkânlarını halkın ve hayrın hizmetinde kullanmak üzere siyasi faaliyetlere girişmek.
Bu üç basamaktır:
a- Hayırlı ve yararlı olanı Teklif,
b- Şerli ve zararlı olanı Tenkit,
c- Küfür ve kötülükte ısrar edenleri dünyevi ve uhrevi bela ve cezalarla Tehdit…
9- Tavsiye: Öğüt vermek, vasiyet etmek, teşvik etmek… Bu da üç aşamadır:
a- Tespit: Maddi ve manevi sorumluluk ve sorunların hatırlatılması,
b- Teşhis: Bâtıl sistemlerin zararlarının ve zulüm mekanizmalarının tanıtılması,
c- Tedavi: Kur’an ve Sünnet kaynaklı çözüm önerilerinin ortaya konulması.
“Hakkı tavsiye”nin bir ayağı da “Bâtılı tanıtmak” ve sakındırmaktır. Çağımızda bâtılın beyni ise Siyonizm olmaktadır. Bütün şer odakların ve şeytani oluşumlarının merkezi konumundaki Yahudi Siyonizm’ini ve Masonik örgütlenmesini bilip ciddiye almadan ve toplumları bu sinsi tehlikeye ve hile rejimlerine karşı uyarmadan “Hakkı tavsiye” eksik kalacaktır. Çünkü hem kapitalist ve liberalist sistemlerin, hem de komünist ve sosyalist sistemlerin yuları Siyonizm’in elinde bulunmaktadır. Yani küfür ve kötülüğün kaynağı olan şeytan, Siyonizm olarak teşkilatlanmıştır.
10- Tanzim: Ülkede ve yeryüzünde Hak Nizamın ve Adil Düzen programlarının, çağın şartlarına ve ihtiyaçlarına göre bilimsel metotlarla yeniden uyarlanması ve uygulanması… Yani değişen durumların ve sorunların, değişmeyen doğrulara göre ayarlanması.
D- Sabrı Tavsiye Edenler:
11- Teenni: Sabır ve sükûnetle yürümek, aceleci değil, başarı basamaklarına riayet edici hareket etmek, yani tedricilik kuralını gözetmek.
12- Temenni: Zaferi ümitle beklemek, saldırı ve sarsıntılara dirayetle direnmek.
13- Teselli: Allah’ın rızası ve ahiret hazırlığı ile rahatlayıp, sıkıntılara ibadet ve imtihan şuuruyla göğüs germek ve manevi huzura ermek.
14- Tecelli: Dünyada başarı ve zafere, ahirette ise cennete ve rü’yete erişme ümidiyle beklemek.
Kur’an canlıdır, tefsirlerde de çağın ihtiyaçları ve ilgi alanı esas alınmalıdır.
Siyak ve sibak gibi kuralların (ayetlerin önceki ve sonraki ayetlerle irtibatının ve anlam tamamlamasının) ve sure bütünlüklerini keşfetme çabasının Allah’ın emri olduğu unutulmamalıdır. Çünkü O; “Bütün insanlar toplansa da, tek bir surenin benzerini getirmekten acizdirler” buyurmaktadır. Demek ki bir sure, bazı ayetlerin ve haberlerin toplaşması sanılmamalıdır. Surelerin kendine has bir bütünlükleri vardır ve bu bütünlüklerin keşfedilmesi lazımdır. Bunun için de bir ayeti sure bütününün bir parçası olarak görmek ve aynı şekilde sure bütününün bir ayette odaklandığını keşfetmek önemli bir adımdır. Yani parçadan bütüne giderek ve sonra dönüp bütünden parçaya giderek bir surenin anlaşılması ve İlahi mesajlarına ulaşılması daha kolaydır. Biz bu yöntemle Kur’an’ın daha önce keşfedilmemiş bambaşka hakikatlerine ulaşırız. Bu şekilde tarihi ve ilmi geleneğimizin tefsir usulü, hâşâ işi bittiği için atılacak bir enkaz değil, gelecek arayışlarımızda bize yön çizecek kıymetli bir tecrübe halini alacaktır. Bu deneyim ve birikim yeni Kur’ani keşifler için önemli bir araçtır, ama asla son kural ve son karar sanılmamalıdır. Bu yaklaşım, Kur’an’ı yeniden anlama ve yorumlama yolunu durdurmak ve dondurmaktır. Hz. İsa da, Tevrat’ı yepyeni bir bakış açısıyla okuduğunda ve iniş amacına uygun yorumladığında, bütün Tevrat Hahamları ve onların icması, Hz. İsa’nın yöntemine ve yorumlarına karşı çıkmışlardı. Kur’an İlahi bir kitaptır ve sosyal, siyasal, ekonomik ve ahlâki mevcut sorunlarımızın çözümüne esas olacak kural ve kaideler barındırmaktadır ve bizim için yeniden nüzul ediyor gibi okunmalıdır. Ashab, Kur’an indiğinde cahiliyenin şiiri, kıssaları ve hikmetli vaazlarından başka bir metin biçimi bilmiyorlardı. Ve Kur’an onların bu kavrayışına tenezzül etti. Onlara Kur’an’ı okumak için bir de Kur’an okuma kılavuzu, ya da Kur’an okuma usulü gibi yeni bir yöntem şart koşulmamıştı. Onlar Kur’an’ı Allah kelâmı olarak kendi akılları ve algılayışları doğrultusunda okudular. Ve onu kendi çağları için doğru anladılar. Bu sebeple bugün için Kur’an’ı doğru anlamak; Kur’an’ı gönderen Zat’ın 21. asrı yaratacağını, Kur’an’ın bizlerin de rehber kaynağı olacağını bildiğine inanarak okumaya bağlıdır. Evet, akıl ve vahiy asla çatışmaz. Eğer görünüşte çatışıyorsa ya akletme yöntemin yanlıştır ya da vahyi yanlış anlamışsındır. Çünkü İslam fıtrat dinidir ve Kur’an tabii (doğal ve sosyal) yasaların esasıdır.
Asr Suresi İkazı ve İzahı!
“Asr” (asır) kelimesi isim olarak “mutlak zaman, içinde bulunulan an veya 100 yıllık zaman birimi, ikindi vakti, bir neslin veya bir hükümdarın, bir peygamberin yaşadığı zaman dilimi, bir dinin yaşandığı dönem” gibi manalarda kullanılır. Müfessirler, “asr” kelimesini; ikindi vakti ve ikindi namazı, mutlak zaman, Hz. Muhammed’in Saadet Asrı ve ahir zaman gibi farklı şekillerde yorumlamışlardır. Bize göre bunlar içinde surenin içeriğine ve mesajına en uygun düşeni “mutlak zaman” anlamıdır. Buna göre surenin başında zamana yemin edilerek onun insan hayatındaki yerine, ömrüne ve önemine dikkat çekilmiş bulunmaktadır. Çünkü zaman Allah Teâlâ’nın yaratma, yönetme, yok etme, rızk verme, alçaltma, yüceltme gibi Kendi varlığını ve sonsuz kudretini gösteren fiillerinin tecelli ettiği bir varlık şartı olması yanında, insan bakımından da hayatını içinde geçirdiği ve her türlü eylemlerini gerçekleştirebildiği bir imkân ve fırsatlar alanıdır. Yüce Allah böyle kıymetli bir gerçeklik ve imkân üzerine yemin ederek zamanın önemine dikkat buyurarak; onu iyi değerlendirmeyen insanın sonunun, “hüsran” (ziyan) olacağını hatırlatmıştır. Burada “ziyan”la ahiret azabı ve dünya perişanlığı vurgulanmıştır. Çünkü zamanı ve ömrü boşa geçirmiş insan için en büyük ziyan bunlardır. Surede bu ziyandan ancak şu dört özelliğe birlikte sahip olanların kurtulacağı hatırlatılmıştır:
a- Samimi bir şekilde iman etmek.
b- İyi işler (salih ameller) işlemek: Yani din, akıl ve vicdanın emrettiklerini yerine getirmek, yasakladıklarından sakınıvermek.
c- Hakkı tavsiye etmek.
d- Sabrı tavsiye etmek.
İkinci şıktaki “iyi işler”in içinde Hakkı ve sabrı tavsiye etmek de vardır; fakat bunlar, hem bireyin erdemini ve hemcinslerine karşı sorumluluk bilincini yansıttığı hem de bireyi aşarak toplumsal yararlar doğurduğu için önemi dolayısıyla ayrıca zikredilmeye değer bulunmuşlardır. Hakkı ve sabrı tavsiye buyruğunda, bu görevlere kişinin öncelikle kendisinin uyması gerektiği anlamının da bulunduğu açıktır. Bu husus, her akıl ve iz’an sahibi tarafından kolayca anlaşılıp benimsenecek kadar açık olduğu için ayette bunun özellikle belirtilmesine gerek görülmediği anlaşılmaktadır.
Ayetteki Hakkı ve sabrı tavsiye, eğitimin önemine ve mahiyetinin nasıl olması, amacının ne olması gerektiğine de ışık tutmaktadır. Çünkü her eğitim faaliyeti sonuçta bir tavsiye yani nasihat ve irşattır. Doğru bir eğitim faaliyetinin amacı ise insanlara inançta, bilgide ve ahlâkta Hakkı yani gerçeği ve doğruyu aktarmak; bunun yanında hayatın çeşitli şartları, maddî ve manevî zorluklar, saptırıcı duygular, hata ve suç kışkırtıcıları karşısında da kişiye sabır ve dayanıklılık aşılamaktır. Hakkı ve sabrı tavsiye, toplumsal hayat ve birlikte yaşamanın getirdiği bütün ahlâki görevleri içine alan geniş kapsamlı bir emir ve uyarıdır. Hakkın karşıtı bâtıldır; bâtıl ise inanç ve bilgide asılsızlık ve yanlışlığı, ahlâkta kötülüğü içine alan bir kavramdır. Ayrıca hak, adaletle de yakından alâkalıdır. Bu açıdan ayette insanların adil olmaları ve adalet düzeninin, yani herkesin hakkına razı olduğu ve herkesin hakkının korunduğu bir toplumsal düzenin kurulmasına katkıda bulunmaları gerektiği de anlatılmaktadır. Sonuçta kul, surede sıralanan dört ilkeden iman ve salih amel sayesinde Allah’ın hakkını, Hakkı ve sabrı tavsiye ile de kulların hakkını yerine getirmiş olacaktır.
Görüldüğü gibi Asr Suresi en kısa surelerden biri olmakla birlikte Kur’an-ı Kerim’deki bütün dinî ve ahlâki yükümlülüklerin, öğütlerin özü sayılmaya değer bir anlam zenginliğini barındırmaktadır. Bu sebeple İmam Şafiî’nin sure hakkında, “Şayet Kur’an’da başka bir şey nazil olmasaydı, şu pek kısa sure bile insanlara yeterdi. Bu sure Kur’an’ın bütün ilimlerini kucaklıyor” dedikleri daha iyi anlaşılmaktadır.
Siyonizm’i tanımadan ve tanıtmadan “Hakkı tavsiye” eksik kalacaktır!
Mevdudi bu konuda önemli izahlar getirmiştir:
Bu sure, kısa ama kapsamlı bir anlatımın benzersiz bir örneğidir. Surenin içinde öyle öğütler ve öğretiler vardır ki, mana itibariyle bütün insanlığa ve tüm asırlara hitap etmektedir ve bunları yazmak için koca bir kitap gerekir. Surede açıkça ve kesin bir üslupla, insanın felah ve selamet yolunun da ve onun için hüsran ve felaket yolunun da hangisi olduğu bildirilmiştir. İmam Şafii’nin: “Eğer insan bu sure üzerinde derinlemesine düşünürse, yalnız bu sure onun hidayeti için yeterlidir” buyurması boşuna değildir. Sahabe-i Kiram nezdinde bu surenin önemi, şu rivayetten çıkarılabilir. Abdullah b. Hısn ed-Derimî Ebu Kaldina’dan rivayet edildiğine göre, “Resulüllah ashabından iki kişi birbirleriyle görüştüğü zaman, bu sureyi okumadan ayrılmazlardı.” (Taberanî)
Yemin hakkında bundan önce pek çok yerde açıkladığımız gibi, Allah, mahlûkattan bir şeye yemin ettiğinde o şeyin büyüklüğü, kemâli ve garabeti dolayısıyla değil, söz konusu meseleyi ispatlamak için yemin edilen şeyin delil olarak ileri sürüldüğünü anlamak gerekir. Burada da zaman üzerine yemin edilmesinin anlamı, zamanın insanının, büyük hüsran içinde olduğuna ve ondan ancak dört özellik sahibinin kurtulacağı gerçeğine dikkat çekmesidir.
“Zaman” kelime olarak, geçmiş zaman ve pek uzun olmayıp her an geçmişe dahil olan şimdiki zaman için de kullanılır. Çünkü her an, gelecek zaman şimdiki zamana, şimdiki zaman da geçmiş zamana dahil olmaktadır. Burada mutlak olarak zamana yemin edilmiştir. O halde burada iki tip zaman kastedilmiştir. Yani geçmiş zamana yemin edilmesinin anlamı, insanlık tarihinin, yukarıda adı geçen dört özellikten uzak olan kişilerin hüsrana uğradıklarına şahit olmasıdır. Geçmekte olan zamana edilen yemini anlamak için, geçmekte olan zamanın, her bir insana, her bir millete bu dünyada çalışmak için fırsat verildiği zaman olduğunu bilmek lazımdır. Şöyle bir örnek anlatılır:
Bir sınav salonunda öğrencilere soru verilmiştir. Zaman çok hızlı geçmektedir. Saatimizin saniyesi, zamanın hızlı geçtiğine dair yeterli fikir verebilir. Hâlbuki bir saniyelik zaman da uzun bir süredir. Bu bir saniyelik sürede ışık 300.000 km kat etmektedir. Kâinatta bilmediğimiz öyle unsurlar vardır ki bundan da hızlı yol alabilmektedir. İyi veya kötü herhangi bir işle uğraşırken saatin saniyesine bakarak geçen zamanı düşünürsek, bunların ömür dediğimiz sürenin belli bir kesitinde vuku bulduğu görülecektir. Bu süre bize bu dünyada bir fırsat olarak verilmiştir. Buradan, asıl sermayemizin çok hızlı geçen zaman olduğunu anlayabiliriz. İmam Razi şöyle nakleder: “Buz satan birisi pazarda şöyle bağırıyordu; ‘Sermayesi eriyen bu şahsa merhamet edin!..’ Onun bu sözünü duyunca, ‘Bu söz Asr Suresi’nin anlamıdır’ dedim.” Çünkü insana verilen ömür bir buz gibi hızla erimektedir. Eğer bunu ziyan eder veya yanlış yere harcarsa insan elbette hüsrana düşecektir. Onun için geçen zamana yemin edilmesinin anlamı, hızla geçen zamanın, söz konusu dört özellikten yoksun insanın dünyada ne işle meşgul olursa olsun hayatını harcadığına ve hüsranda olduğuna şehadet etmesidir. Kârlı çıkanlar ancak bu dört özelliği taşıyan ve bu dünyada ona göre davranan kimselerdir. Bu, ömür sermayesini ve sayılı vaktini boşa harcamak, sınav salonunda kendisine belli bir süre tanınan öğrencinin, o süre içinde sorulara cevap vermek yerine başka işlerle uğraşması gibidir. Öğrenciye, yakınındaki saate işaret edilerek, geçen zamanın zararına olduğu ve hüsrana uğrayacağı belirtilir. Kârlı çıkan öğrenciler ise, kendilerine tanınan zamanın her anını soruları cevaplamak için kullanabilenlerdir.
Bu surede “insan” kelimesi tek olarak geçmektedir. Ama sonraki cümlede, insanlar arasında bu dört özelliği taşıyanlar istisna edilmiştir. Onun için burada “insan” kelimesinin cins isim olarak kullanıldığını kabul etmek gerekir. Bu durumda “insan” kelimesinin kapsamına, şahıslar, güruhlar, milletler ve bütün insanoğlu girmektedir. Yani zikredilen dört sıfattan yoksun olanlar kim ya da kimler olursa olsunlar hüsran içindedir. Bu her şartta geçerlidir. Şahıs, millet ve insanoğlu için de hüküm böyledir. Örneğin; zehrin öldürücü özelliği bilinmektedir. Fert, toplum veya bütün insanlık zehir içmeye kalksa da sonuç değişmeyecektir. Tıpkı bunun gibi, bu dört özellikten yoksunlarsa, küfür üzere ve kötü işler içinde bulunuyorlarsa, birbirlerini bâtıla teşvik ediyorlar ve nefislerine tapmayı telkin etme üzerinde birleşiyorlarsa bunlar da hüsran içindedirler.
Şimdi “hüsran” kelimesinin Kur’an’da hangi manada kullanıldığına gelelim. Lügat olarak “hüsran” kelimesi, “kâr”ın zıddıdır. Ticarette bu kelime genel olarak bir işte zarar etmeyi veya iş hayatında sürekli zarar etmeyi ifade etmek için kullanılmıştır. İnsan bütün işlerinde zarar etmiş ve sermayesini de kaybetmişse, bu kelime iflas hali için de kullanılır. Kur’an-ı Kerim “hüsran” kelimesini özel bir ıstılah olarak, “felah” kelimesinin zıddı olarak da kullanmıştır. İslam’ın felah düşüncesinin sadece dünyevî refahı değil, insanın gerçek dünyası olan ahireti de kapsadığı gibi, hüsran düşüncesi de sadece dünyevi başarısızlığı değil, aynı zamanda ahiretteki başarısızlığı da kapsamaktadır. Ayrıca şu da bilinmelidir ki, Kur’an’a göre gerçek felah ahiret felahıdır ve gerçek hüsran da oradaki başarısızlıktır. Bu dünyada insanın felah sandığı aslında bir aldatmacadır. Tersine, onun sonucu bu dünyada bile hüsrandır. İnsanın bu dünyada hüsran zannettiği pek çok başarısızlık aslında hüsran değil başarıdır.
Şimdi, kurtuluşa ermenin kendilerine bağlı olduğu dört sıfata bakalım.
Birinci imandır. Bu kelimenin asıl manası samimi bir kalp ile inanmak ve yakîne ulaşmaktır. Arapça kullanımda da aynı anlamdadır. Lügatte “âmene lehû”nun manası, “saddaka ve i’temede aleyhi” (tasdik etti ve itimat etti) anlamındadır. “Âmene bihi”nin manası, “Aykene bihi” (ona yakîn etti) olmaktadır. Kur’an-ı Kerim gerçek imanın ne olduğunu aşağıdaki ayetlerde açıklamıştır: “Mü’minler onlardır ki Allah’a ve Resulüne inandılar, sonra asla şüpheye kapılmadılar” (Hucurat: 15), “Rabbimiz Allah’tır deyip sonra doğru yolda sebatkâr oldular” (Fussilet: 30), “(Ey Nebim!) Hayır (onların zannettiği gibi) değil; Senin Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde Seni hakem kılıp, sonra Senin verdiğin hükme, (hem de) içlerinde hiçbir sıkıntı (ve gizli itiraz) duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, onlar hakkıyla iman etmemişlerdir. (Çünkü iman; Ayet ve Hadisleri kutsal ölçü edinmeyi gerektirir. Bu ayete göre adil devlet ve hükümet kararlarına da itaat edilmelidir.)” (Nisa: 65)
İnsanın hüsrandan kurtulması için gerekli olan, imandan sonraki ikinci özellik salih amel olmaktadır. “Salih” kelimesinin anlamı bütün iyiliği kapsamaktadır. Küçük ve büyük her türlü iyilik de buna dahildir. Ama Kur’an’a göre iman temelli olmayan hiçbir amel salih amel sayılmayacaktır. Herhangi bir amel hayırlı ve yararlı görülse de iman olmaksızın salih amel olmayacaktır. Onun için Kur’an-ı Kerim’de nerede salih amelden söz edilmişse orada iman da zikredilmiş ve salih amel imandan sonra anılmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de hiçbir yerde imansız amel zikredilmemiştir. Aynı zamanda hiçbir yerde, iyi bile olsa imansız bir amele mükâfat ümidi verilmemiştir. Diğer taraftan, faydalı ve muteber imanın, amel ile ispat edilmiş iman olduğu belirtilmiştir. Yoksa, salih amel olmadan yürütülen bir iman davası geçersizdir. Çünkü o insan, iman iddiasına rağmen Allah (CC) ve Resulü’nün gösterdiği yola aykırı bir yol takip etmektedir. İman ve salih amel ilişkisi, tohum ve ağaç ilişkisi gibidir. Eğer toprakta tohum yoksa ağaç meydana gelmesi söz konusu değildir. Ama eğer toprakta tohum olduğu halde ağaç meydana gelmiyorsa onun anlamı tohumun çürümesi ve özünü yitirmesidir. Onun için Kur’an’da verilen müjdeler, iman etmenin yanında salih amel de işleyenler için geçerlidir. Bu surede de, insanın hüsrandan kurtulması için imandan sonra salih amel işlemesi gerektiği bildirilmiştir. Diğer bir ifadeyle, salih amel olmadan sadece iman ile bir insanın hüsrandan kurtulamayacağı kesindir.
Bu surede daha sonra, hüsrandan kurtulmak için gerekli iki sıfat daha açıklanmıştır. Bunlar, iman ettikten ve salih amel işledikten sonra birbirine Hakkı ve sabrı tavsiye etmeye çalışmaktır. Bunun anlamı; birincisi, iman edenler ve salih amel işleyenler bunu ferdî olarak yapmakla kalmamalı, aynı zamanda mü’min ve salih bir toplum meydana getirmeyi amaçlamalıdır. İkincisi, bu toplumu bozulmaktan koruyabilmek için her fert kendi sorumluluğunun farkında olmalıdır. Onun için toplumun bütün üyelerine, birbirlerine Hakkı ve sabrı tavsiye etmeleri farzdır.
“Hakk” kelimesi “bâtıl”ın zıddıdır. Genellikle bu iki manada kullanılır. Birincisi, doğruya, adalete uygun ve gerçek söz anlamındadır. İster akidevî iman ile ilgili olsun, ister dünyevî meseleler hakkında olsun aynıdır. İkincisi, insanın yerine getirmesi vacip olan haktır. O, Allah’ın hakkı, insanların hakkı veya nefsinin hakkıdır.
“Hakkı tavsiye”nin bir ayağı da “Bâtılı tanıtmak” ve sakındırmaktır. Çağımızda bâtılın beyni ise Siyonizm olmaktadır. Bütün şer odakların ve şeytani oluşumlarının merkezi konumundaki Yahudi Siyonizm’ini ve Masonik örgütlenmesini bilip ciddiye almadan ve toplumları bu sinsi tehlikeye ve hile rejimlerine karşı uyarmadan “Hakkı tavsiye” eksik kalacaktır. Çünkü hem kapitalist ve liberalist sistemlerin, hem de komünist ve sosyalist sistemlerin yuları Siyonizm’in elinde bulunmaktadır. Yani küfür ve kötülüğün kaynağı olan şeytan, Siyonizm olarak teşkilatlanmıştır.
Hakkı tavsiye etmenin anlamı, ehl-i imandan müteşekkil toplumun, Hakka karşı bâtılın yayılmasına veya zulmün saltanatına asla seyirci kalmayacak kadar duyarlı olmasıdır. Bu gibi toplumlarda ne zaman ve nerede bâtıl başkaldırsa, Hak kelimesini söyleyenler seslerini yükseltip ayağa kalkmalıdır. Toplumda her fert sadece kendisi Hakkı, doğruluğu ve adaleti yerine getirmekle kalmamalı, aynı zamanda bunu başkalarına da tavsiye ve teşvik etmek zorundadır. Bir cemiyeti ahlâki düşüş ve çöküşten korumak ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Eğer cemiyette bu ruh yoksa, toplum hüsrandan kurtulamayacaktır. Şahsî olarak Hak üzerinde bulunanlar, cemiyetin bozulmasına seyirci kalmaları sonucu Hak üzerine de kaim kalamayacaktır. Bu nedenle Maide Suresi’nde Hz. Davud ve Hz. İsa diliyle Beni İsrail’e lanet okunmaktadır. Bu lanetin sebebi, o dönemde Yahudi toplumunda yaygın olan günah ve zulümlere karşı birbirlerini uyarmamalarıdır. (Maide: 78-79) Ayrıca A’raf Suresi 163-166. ayetlerinde, Beni İsrail’in cumartesi yasağını açıkça çiğneyerek balık tutmaya başladıkları, bu nedenle de onlara azap indirildiği, bu azaptan ancak günahı önlemek için çaba sarf edenlerin kurtuldukları açıklanmıştır. Aynı şey Enfal Suresi 25. ayetinde de açıklanmıştır: “Azabı, sadece günah işleyenlerle kalmayacak fitneden sakının.” Onun için emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker ümmete farz kılınmıştır. (Âl-i İmrân: 104) Bu farizayı yerine getiren ümmet (teşkilat ve cemaat), en hayırlı ümmet vasfını kazanacaktır. (Âl-i İmrân: 110)
Hakkı tavsiyenin yanı sıra, ehl-i iman ve onların toplumunun hüsrandan kurtulabilmesi için toplum üyelerinin birbirine sabrı telkin etmesi de şart koşulmaktadır. Yani Hakkın ve onu himaye etmenin uğrunda karşılaştıkları bütün zorluk, musibet, meşakkat, zarar ve mahrumiyetler karşısında birbirlerine, sebat göstermeyi telkin etmeleri lazımdır. Her fert, bu şartlara karşı sebat göstermesi için diğerine cesaret tavsiyesinde bulunmalı, kendisi de metanetli davranmalıdır.
Milli Çözümün Kıymetini Bilmek!
Hayatımda gördüğüm en açık, anlaşılır, sade ve imani bir asr suresi tefsiri okudum. Hidayet ve feraset olunca, sonuç da böyle mükemmel oluyor elhamdülillah. Rabbimiz, bu hakikatlere layık etsin bizleri inşallah
ASR ile KIYMETLENEBİLMEK…
Rabbimiz bu asırda Asr süresinin kıymeti ile kıymetlenmeyi nasip eylesin…
SONSUZ AMİN
Ve Allah’a teslimiyet göster ki hakiki kurtuluş, Kur’an’a uygun ibadet ve istikamettedir. (69:52)
Teslim: Her şeyi halk edip hükmeden ve her şey O’nun mülkü olduğu bilinen Yüce Allah’ın Dinine, Düzenine ve Dergâh-ı Ulûhiyetine canu gönülden teslimiyet göstermek, asla itiraz ve isyana yönelmemek.
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
İyi bilin ki; Evliyaullah’a (Allah’ın dinine ve düzenine sahip çıkan ve Allah tarafından sevilen veli kullara) asla korku (kuşku, stres ve bunalım) yoktur; onlar mahzun (ve mahrum) da olmayacaklardır! (Çünkü iman tevhidi, tevhid teslimi, teslimiyet tevekkülü ve Rabbine güveni, bu ise dünya ve ahiret saadetini gerektirmekte ve getirmektedir.) (10:62)
Siyonizm’i tanımadan ve tanıtmadan “Hakkı tavsiye” eksik kalacaktır!
Makaledeki şu ifadeleri yinelemekte yarar görüyorum
…
[b]Surede ziyandan ancak şu dört özelliğe birlikte sahip olanların kurtulacağı hatırlatılmıştır:
a- Samimi bir şekilde iman etmek.
b- İyi işler (salih ameller) işlemek: Yani din, akıl ve vicdanın emrettiklerini yerine getirmek, yasakladıklarından sakınıvermek.
c- Hakkı tavsiye etmek.
d- Sabrı tavsiye etmek.
İkinci şıktaki “iyi işler”in içinde Hakkı ve sabrı tavsiye etmek de vardır; fakat bunlar, hem bireyin erdemini ve hemcinslerine karşı sorumluluk bilincini yansıttığı hem de bireyi aşarak toplumsal yararlar doğurduğu için önemi dolayısıyla ayrıca zikredilmeye değer bulunmuşlardır. Hakkı ve sabrı tavsiye buyruğunda, bu görevlere kişinin öncelikle kendisinin uyması gerektiği anlamının da bulunduğu açıktır. Bu husus, her akıl ve iz’an sahibi tarafından kolayca anlaşılıp benimsenecek kadar açık olduğu için ayette bunun özellikle belirtilmesine gerek görülmediği anlaşılmaktadır[/b].
…
Makaledeki geçen ifadelerden anlıyoruz ki ; Kurtuluşa ermenin bu 4 maddesini hayata geçirmek ve doğru kavranabilmek için SAĞLAM BİR REHBER ŞAHSİYETE tâbi ve taraf olmakla mümkün olacağı kesindir… Ya değilse yüzlerce tarikat cemaat dini sivil toplum kuruluşları vakıflar hatta İslam alimi prof bilinenler bile baktığımızda bu 4 maddeyi anlatıyor ancak eksik anlattıkları ortada… Şuan toplumun geldiği noktayı hep birlikte gözlemlemekteyiz durum içler acısı… Ekonomimiz , ahlak yapımız , dış politikadaki tablomuz, insan haklarındaki adaletsizlik hukuksuzlukları oluşturan siyasi irade eliyle ne hale getirildiği ortada… Bu surenin bu tefsirini başta siyasi iradeye tüm bürokratlara ve ilkokul ortaokul lise üniversite öğrencilerine, esnafa sanayiye çiftçiye memura işçiye insan katmanının her alanına cuma hutbeleriyle okullarda ders olarak insanlık bu hususta yoğrulmalıdır… Muhterem Ahmet Hocamıza teşekkür ediyorum.
KÖTÜLÜĞE KARŞIYIM DEMEK YETMEMEKTEDİR
“Eğer cemiyette bu ruh yoksa, toplum hüsrandan kurtulamayacaktır. Şahsî olarak Hak üzerinde bulunanlar, cemiyetin bozulmasına seyirci kalmaları sonucu Hak üzerine de kaim kalamayacaktır. Bu nedenle Maide Suresi’nde Hz. Davud ve Hz. İsa diliyle Beni İsrail’e lanet okunmaktadır. Bu lanetin sebebi, o dönemde Yahudi toplumunda yaygın olan günah ve zulümlere karşı birbirlerini uyarmamalarıdır. (Maide: 78-79) Ayrıca A’raf Suresi 163-166. ayetlerinde, Beni İsrail’in cumartesi yasağını açıkça çiğneyerek balık tutmaya başladıkları, bu nedenle de onlara azap indirildiği, bu azaptan ancak günahı önlemek için çaba sarf edenlerin kurtuldukları açıklanmıştır. Aynı şey Enfal Suresi 25. ayetinde de açıklanmıştır: “Azabı, sadece günah işleyenlerle kalmayacak fitneden sakının.” Onun için emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker ümmete farz kılınmıştır. (Âl-i İmrân: 104) Bu farizayı yerine getiren ümmet (teşkilat ve cemaat), en hayırlı ümmet vasfını kazanacaktır. (Âl-i İmrân: 110)”
Yine LUT (AS) Şu’ara: 168-169 ayette;
(Onlara) Dedi ki: “Gerçekten ben, sizin bu yaptığınıza (eşcinsellik sapkınlığınıza) öfke ile karşı çıkıp kızanlardanım!”
(Ardından:) “Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından (dolayı gelecek beladan) kurtar” (diye yalvarmıştı).” diyerek kurtuluşun sadece sıradan bir karşı olma değil, öfke duyarak ve bunu sadece kendi şahsı için de değil, toplumu da kurtaracak istek ve iştiyakla yapılması gerekmektedir.
Aksi istek ve temenniler helaketten kurtulmak için yeterli görülmemiştir. İşte şu an toplumda en yaygın ve tehlikeli durum kişinin sadece kendisini merkeze koyarak iyi olduğunu zannetmesi ve toplumsal yanlış düzene itiraz etmemesi ve razı olmasıdır. Bu düşünce sahipleri zamanla zulme rıza gösterme hamakatliğiyle malesef hidayetleri kararmıştır.
YOLCUYUZ YOLCU!
Son secimler de gosterdi ki, Siyonizm altin cagini yasiyor. Taslar bagli, kopekler salinmis disariya. Musa AS. ile birlikte cetin bir yolculuk basliyor. Yolda ayrilanlar yine olacak. Evet, bizler gercekten az kisileriz. Az olmak iftihar meselemdir.
Siyonizm’i tanımadan ve tanıtmadan “Hakkı tavsiye” eksik kalacaktır!
“Hakkı tavsiye”nin bir ayağı da “Bâtılı tanıtmak” ve sakındırmaktır. Çağımızda bâtılın beyni ise Siyonizm olmaktadır. Bütün şer odakların ve şeytani oluşumlarının merkezi konumundaki Yahudi Siyonizm’ini ve Masonik örgütlenmesini bilip ciddiye almadan ve toplumları bu sinsi tehlikeye ve hile rejimlerine karşı uyarmadan “Hakkı tavsiye” eksik kalacaktır. Çünkü hem kapitalist ve liberalist sistemlerin, hem de komünist ve sosyalist sistemlerin yuları Siyonizm’in elinde bulunmaktadır. Yani küfür ve kötülüğün kaynağı olan şeytan, Siyonizm olarak teşkilatlanmıştır.
Hakkı tavsiye etmenin anlamı, ehl-i imandan müteşekkil toplumun, Hakka karşı bâtılın yayılmasına veya zulmün saltanatına asla seyirci kalmayacak kadar duyarlı olmasıdır. Bu gibi toplumlarda ne zaman ve nerede bâtıl başkaldırsa, Hak kelimesini söyleyenler seslerini yükseltip ayağa kalkmalıdır. Toplumda her fert sadece kendisi Hakkı, doğruluğu ve adaleti yerine getirmekle kalmamalı, aynı zamanda bunu başkalarına da tavsiye ve teşvik etmek zorundadır. Bir cemiyeti ahlâki düşüş ve çöküşten korumak ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Eğer cemiyette bu ruh yoksa, toplum hüsrandan kurtulamayacaktır. Şahsî olarak Hak üzerinde bulunanlar, cemiyetin bozulmasına seyirci kalmaları sonucu Hak üzerine de kaim kalamayacaktır.
Biz, siyonizmin hapishanesinde isyan çıkarmış bir kaç Müslümanız
Âl-i İmran 110
Siz (sadece Müslümanlar için değil, bütün) insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. (Çünkü siz, ülkenizde ve yeryüzünde) Ma’rufu (Hakkı ve hayrı) emredip yürütecek, münkeri (zulmü ve kötülükleri) nehyedip önleyecek (bir Adil Düzen kurmaya) çalışırsınız. Ve Allah’a (tam) iman edip (bağlanırsınız). Şayet Kitap Ehli de (böyle) inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onların içinden de (bazı) iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.
ASR SURESİ’NİN ASRIMIZA MESAJLARI
Zaman Allah Teâlâ’nın yaratma, yönetme, yok etme, rızk verme, alçaltma, yüceltme gibi Kendi varlığını ve sonsuz kudretini gösteren fiillerinin tecelli ettiği bir varlık şartı olması yanında, insan bakımından da hayatını içinde geçirdiği ve her türlü eylemlerini gerçekleştirebildiği bir imkân ve fırsatlar alanıdır. Yüce Allah böyle kıymetli bir gerçeklik ve imkân üzerine yemin ederek zamanın önemine dikkat buyurarak; onu iyi değerlendirmeyen insanın sonunun, “hüsran” (ziyan) olacağını hatırlatmıştır. Burada “ziyan”la ahiret azabı ve dünya perişanlığı vurgulanmıştır. Çünkü zamanı ve ömrü boşa geçirmiş insan için en büyük ziyan bunlardır. Surede bu ziyandan ancak şu dört özelliğe birlikte sahip olanların kurtulacağı hatırlatılmıştır:
a- Samimi bir şekilde iman etmek.
b- İyi işler (salih ameller) işlemek: Yani din, akıl ve vicdanın emrettiklerini yerine getirmek, yasakladıklarından sakınıvermek.
c- Hakkı tavsiye etmek.
d- Sabrı tavsiye etmek.
Toplumda her fert sadece kendisi Hakkı, doğruluğu ve adaleti yerine getirmekle kalmamalı, aynı zamanda bunu başkalarına da tavsiye ve teşvik etmek zorundadır.
Hakkı tavsiye etmenin anlamı, ehl-i imandan müteşekkil toplumun, Hakka karşı bâtılın yayılmasına veya zulmün saltanatına asla seyirci kalmayacak kadar duyarlı olmasıdır. Bu gibi toplumlarda ne zaman ve nerede bâtıl başkaldırsa, Hak kelimesini söyleyenler seslerini yükseltip ayağa kalkmalıdır. Toplumda her fert sadece kendisi Hakkı, doğruluğu ve adaleti yerine getirmekle kalmamalı, aynı zamanda bunu başkalarına da tavsiye ve teşvik etmek zorundadır. Bir cemiyeti ahlâki düşüş ve çöküşten korumak ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Eğer cemiyette bu ruh yoksa, toplum hüsrandan kurtulamayacaktır. Şahsî olarak Hak üzerinde bulunanlar, cemiyetin bozulmasına seyirci kalmaları sonucu Hak üzerine de kaim kalamayacaktır. Bu nedenle Maide Suresi’nde Hz. Davud ve Hz. İsa diliyle Beni İsrail’e lanet okunmaktadır. Bu lanetin sebebi, o dönemde Yahudi toplumunda yaygın olan günah ve zulümlere karşı birbirlerini uyarmamalarıdır.
Siyonizm i bilmek, oyununu boşa çıkarmak için Milli Çözüm gerek ve
Bütün şer odakların ve şeytani oluşumlarının merkezi konumundaki Yahudi Siyonizm’ini ve Masonik örgütlenmesini bilip ciddiye almadan ve toplumları bu sinsi tehlikeye ve hile rejimlerine karşı uyarmadan “Hakkı tavsiye” eksik kalacaktır.